KRDNZ
|
Cevap : Seydî Ali Reis'in Hatıraları
AHMEDÂBÂD yakınlarında Çerkeş'e gittik Şeyh Ahmed Mağrıbî'nin merkadini ziyaret ettik Bir gün Ahmedâbâd'’da Gucarat sultanlığının Sadrâzamı Imâdülmülk'ün sarayındayken Portekiz elçisi geldi Benim kendilerine teslim edilmem imasında bulununca îmâdülmülk:
— Biz pâdşâh-ı Rûm (1) olan Sultan Süleyman'a muhtacız, diye elçinin konuşmasını kesti Gemilerimizi limanlarına kabul etmezse, bizim halimiz harap olur Bu bir yana, İslâm padişahıdır, halîfedir Onun kapdanını bizden istemek yakışık almaz
Bu muhavereden çok kızdım ve elçiye dönüp:
— Bre kâfir, dedim; bizi bozgun donanma ile buldunuz İnşâ'Allahü'r - Rahman en yakın zamanda padşâh-ı cihan olan Sultan Süleyman Han'ın devletinde Hürmüz değil, Diu limanı bile size kalmaz!
Deniz yüzünde yürürüz
Düşmanı arar buluruz
Öcümüz komaz alırız
Bize «Hayreddin'li» derler (2)
Portekiz elçisi: «Şimdiden sonra Hind limanlarından kuş uçurmayız» deyip beni eninde sonunda yakalayacaklarını anlatmak istedi
— Deryadan gitmek lâzım değil, dedim; inşâ'Allah, Hakk-ı Taâlâ nasîb ederse karadan varmak bana daha kolaydır Karadan dönebileceğimi Portekiz elçisi aklına bile getirmemişti Bu cevabım üzerine nutka kaadir olamayıp meclisten def olup gitti Birkaç gün sonra Gucarat Sultanı Ahmed Şah, bana büyük bir tahsisatla Burûc valiliğini teklif etti Teşekkür ettim Fakat dönmek kararında olduğumu bildirdim «Külliyen Gucarat'ı verseniz durmak muhaldir» dedim
RAÇPUT TEHLİKESİ
Doğru karar verip vermemek endişesiyle o gece uykuya daldım Rüyamda Hz Ali'yi gördüm “Havf çekme, Hazret-i Hak seninle biledir!” buyurdular Müsterih olarak, inşirah içinde uyandım Vakıayı levendlerime anlattım Cümlesi sevindiler Tekrar padişahın huzuruna varıp hareket için ruhsatını rica ettim Sultan Süleyman Han Hazretleri'ne hürmetlerini söylememi isteyip izin verdi
Şimale doğru yapacağımız seyahatte en büyük tehlike Raçputlar'dı Hindu olan bu kavim, süvari ve gayetle muharip ve çapulcuydu Bu taraflarda “bat” denen bir Hindu kastı vardı ki, gayetle itibarlı bir sınıftı Hindu dininden olanlar, bu sınıfa hürmet ve riayete mecburdu Raçput ülkelerinden geçen yolcular, bu bat’ların sayesinde sağ salim yollarına devam edebilirlerdi Batlar, muayyen bir para karşılığında yolculara ve kervanlara kılavuzluk ederlerdi Raçputlar yolcuların veya kervanın yolunu kesse, bat’lar, hançerlerini çıkarıp göğüslerine dayarlar: “Biz kefil olmuşken kervana zarar ederseniz kendimizi helak ederiz” derlerdi Bir bat'ın ölümüne sebep olma Hindular nazarında azîm günah olduğu için, Raçput atlıları çekilip giderlerdi Hattâ Raçput çapulcularına söz geçiremeyen bir kaç bat, hakikaten intihar etmiş Zira böyle yapmazlarsa bir daha zerrece itibarları kalmazmış Bir bat'ın ölümüne sebebiyet veren Raçput, kadınları ve kızları dahil bütün ailesiyle beraber, Raçput beyleri tarafından yok edilirmiş
Ben de yanıma iki tane bat aldım 15 safer günü Ahmedâbâd'dan ayrıldım Bu, kara yoluyla Anadolu'ya seyahatin ilk merhalesiydi 5 günde Peten şehrine geldik Şeyh Nizâm'ın türbesini ziyaret ettik Peten'de Şîr Han ile Musa Han, Râdnapûr valisi Belûc Han'a karşı sefere hazırlanıyorlardı Bizim de kendileriyle cenge gitmemizi teklif ettiler “Biz kimseye muavenet için gelmedik, kendi yolumuza gideriz; elimizde padişahınızın fermanı vardır” deyip teklifini reddettim (3)
Peten'den çıktığımız beşinci günü Râdnapûr'a geldik Mahmud Han ile görüştüm O şehirde kalmamız için ısrar etti Reddettim Fakat büyük vaatlerle üç levendimi ayarttı ve hizmetine aldı Rahat yolculuk edebilmemiz için elimize senetler verdi Bir deve kervanı kiralayıp Raçputistan'ın kenarından geçtim Burada Gucarat sultanlığının hududu bitiyordu Hindistan'ın Sind ülkesine erişmek üzereydik
VİLÂYET-İ SİND'DE VÂKI' OLAN SERGÜZEŞTİ BEYÂN EDER
Râdnapûr'dan rebîülevvel'in ilk günü ayrılmıştık Aynı ayın 10 günü Pârger şehrine geldik Refakatimizdeki iki bat'ı azad edip yollamıştım Burası bir Raçput şehriydi Onun için emniyette değildik Bir miktar hediye verip tehlikeyi atlattım Hemen ertesi gün şehri terk ettim Ancak uzakta sayılarını bin kadar tahmin ettiğim bir Raçput atlı alayı vardı Hemen develeri çökerttim Derhal tüfek ateşi açtırdım Hindu kâfiri tüfek bilmediği için korktu Taarruza geçmekten vazgeçti Levendlerimden birini gönderdim: “Biz ceng için gelmedik” dedirttim Bir miktar bac verip yolumuza revân olduk Çöl başlıyordu On beş günde Tar çölünü geçtik Vânke şehrine vardık Burası, Sind'in Raçput serhaddinde ilk şehriydi Beş günde Cûna ve sonra Bağ-ı Feth şehirlerine geldik
Sind ülkesi, Agra'da oturan Timoruğlu Hümâyûn Şah'a tâbidir Ülkenin merkezi Tette şehridir Valisi Muhammed İsa Bey Tarhan'dır Ancak ülkenin bir kısmı, Mirza Mahmud Bey Kökeltaş'ın (4) elindeydi Kökeltaş'ın merkezi Bekker şehriydi Kökeltaş, İsa Bey Tarhan'dan önceki Sind valisi Şah-Hüseyin Argun Bey'in adamıydı Hüseyin Bey'le, İsa Bey'in arası açıktı Biz Sind'e varır varmaz Hüseyin Bey beni davet etti Rebîülâhır'ın ilk günü buluşup görüştük Çok ikram etti Hümâyun Şah'ın hizmetine girmemi, Şâh'a rica edip, Lâhür eyaletini benim için isteyeceğini söyledi Lûtfuna teşekkür ettim Fakat Sultan Süleyman Han'ın hizmetinde olduğumu, kabul edemeyeceğimi bildirdim Bunun üzerine Sultan Süleyman'a bir mektup yazıp İstanbul'a dönünce vermemi rica etti Sind'in büyük şeyhlerinden Şeyh Abdülvehhâb'ı ziyaret edip görüştüm Duasını aldım
Şeyh Mîrek'in ve Şeyh Cemal'in kabirlerini de ziyaret ettim, İsa Bey Tarhan'la Hüseyin Bey Argun'un arasını bulup barıştırdım Ancak bu arada Cemâziyelevvel'in onuncu günü ihtiyar Hüseyin Bey öldü Halk, hatunu tarafından zehirlendiği rivayetine inandı
Er isen avratâ inanma ahi
Avrat âl atdı enbiyâya dahi (5)
Hüseyin Bey, Argun hanedanının (6) son ferdiydi Bir kızı vardı ki, Hümâyûn Şah'ın kardeşiyle evliydi Oğlu yoktu Mahmud Bey Kökeltaş, merhumun servetini üç müsavi kısma ayırdı Birini dul hatununa, birini hocasına verdi; birini de İsa Bey'e gönderdi Ben de önce Sind nehri üzerinden gemiyle, sonra karadan Tette'den Bekker'e gitmek istedim Ancak Kökeltaş'la Tarhanlar arasında ceng vardı; yollar kapalıydı, İsa Bey Tarhan, Kökeltaş'ın üzerine 10 000 asker ve 80 pare gemi göndermişti Bu vaziyette fazla gidemedim ve gerisin geriye dönmeyi evlâ gördüm Başka bir yolu tecrübe ettim Nihayet İsa Bey'i buldum ve kendisiyle görüştüm Çok ikram etti Kökeltaş'la cenge nihayet vermesini rica ettim Sulh yapıldı Isa Bey Tarhan dedi ki:
— Bir kaç gün burada misafirim olarak kalın Oğlum Salih Bey'i bu yakınlarda Hümâyûn Şâh'a göndereceğim Beraber gidersiniz
Kabul etmedim Hemen hareket etmek istediğimi söyledim Zira İsa Bey, Mahmud Bey'in hizmetine girerim diye korkuyor, diğer taraftan da beni razı edip hizmetine almak istiyordu Agra'ya gideceğimi ve sadakatini Hümâyûn Şâh'a bildireceğimi söyleyince, bana yedi pare nehir gemisi tahsis etti Sultan Süleyman Han Hazretleri'ne sunulmak üzere bir de nâme verdi Bu minval üzere yola koyulduk
Sind nehri üzerinden şimale doğru ilerlemeye başladık Vahşî bir nehirdi Kıyılarında parslar dolaşıyordu Seyâvân - Pâtri - Dübele yoluyla Bekker'e vardık Mahmud Kökeltaş ve merhum Hüseyin Bey'in veziri Molla Yârî ile görüştüm Mahmud Bey de Hümâyûn Şâh'a sadakatini bildirmemi rica etti Bir kaç gün kaldım Mahmud Bey'in ziyafetlerinde bulundum Çağatay lehçesiyle iki gazel yazıp Mahmud Bey'e verdim, gayetle zevk buldu (7) Şah - Hüseyin'in ölümü için de bir tarih kıt'ası söyledim Mahmud Bey Kökeltaş'tan da Sultan Süleyman için bir nâme alıp veda ettim Giderken bana dedi ki:
— Hemen şimale gitmeyiniz Kandehâr yolunda Özbek emirlerinden Haydar Sultan oğlu Bahâdır Sultan nice bin adamıyla yolları kesmiştir Şimdiki halde ol canibe gidilmez Size bir miktar adam koşup Lâhûr yoluna gönderelim
KORKUNÇ ÇÖL!
Bu minval üzre bir ay Bekker'de kalmıştık Hareketimden önce validemi rüyamda gördüm Bana “Hazret-i Fâtıma'yı düşümde gördüm; senin sıhhatle gelmeni bana müjde kıldı” dedi Yolculuğumuz rahat başladı Mahmud Kökeltaş bana bir yahşi at, bir katar deve, bir çadır, bir şâmyâne yani sâyebân ve yol harçlığı vermişti Yanımıza da 250 nefer süvari koşmuştu ki, yolda başımız belâya girmesin Hümâyûn Padişah'a yazdığı nâme de bendeydi Böylece şabânın ortasında yola koyulduk Sultanpur yoluyla beş günde Mav kalesine geldik Cengelistandan geçerek yolu kısaltmak mümkündü ama, cengeller içinde vahşî bir Hindu kavmi olan Cetler vardı Çöl yolunu tercih ettik Fakat suyumuz bitti Kuyulara vardıksa da, hepsi kuruydu Sam yeli de esiyordu Bazı adamlar samdan ve susuzluktan ölüm hâline vardılar Bunun üzerine çöl yolundan vazgeçtim Gerisin geri dönüp çölden çıktık Gayet belâlı bir çöldü Serçe büyüklüğünde karıncalar geziyordu Mav kalesine avdet ettik Ancak yanımdaki 250 Sindli asker, cengellerden geçmeye korkuyorlardı Kendilerine müessir söz söyledim Yanımızda tüfek olduğunu, Hindûlar'ın tüfek ateşine karşı koyamayacaklarını anlattım Bin belâ ile cengelistandan geçmeye razı oldular 10 günde cengelleri geçtik Uç şehrine geldik Şeyh İbrahim ile konuştum Şeyh Cemâlî ve Şeyh Celâlî'nin makamlarını ziyaret ettim Mübarek ramazanın ilk günü şehirden ayrıldım
Sind ülkesini bitirip Pencâb'a yaklaşırken, 250 Sindli'ye ruhsat verdim Gene levendlerimle baş başa kaldım Artarda bir çok ırmakları sal üzerinde geçtik Bir yerde 500 kadar Cet'e tesadüf ettik Tüfek ateşi açınca havf edip çekildiler Ramazan'ın 15 günü Multân şehrine vardık
DlYAR-I HİNDÛSTÂN'DA VAKI OLAN SERGÜZEŞTİ BEYAN EDER
Multân'da, Şeyh Bahâüddin Zekerîya Şeyh Rüknüddin, Şeyh Sadrüddin'in makamlarını ziyaret ettim Şeyh Muhammed Râcû ile görüşüp duasını aldım Multân beylerbeyisi Mirza Hasan'ın sarayına gittim Kendisiyle görüştüm, iznini aldım Şimâl-i şarkîye doğru Lâhûr yolunu tuttum Lâhûr'da Şeyh Hâmid'le görüştüm Şevvâl'in başıydı Şehirde bir ay kadar kaldım Ahval karışıktı Eskiden bu taraflara hâkim olan Afganlarla onların yerine geçen Türkler arasında rekabet vardı; zaman zaman ceng ediyorlardı
Sultanpur yoluyla Fîrûzşâh'a geldim Lâhûr-Delhi yolunu 20 günde aldım Zulkaade ayı sonunda Delhi'ye vardım Delhi, eskiden beri Hindistan'ın taht şehriydi Ancak Hümâyûn Şah ve babası Bâbur Şah çok defa daha cenupta Agra şehrinde oturuyorlardı Ben geldiğimde Hümâyûn Padişah, Delhi'deydi Gelişim derhal kendisine bildirilmiş Büyük bir merasimle karşılandım Böyle bir şeyi ümit etmiyordum Hümâyûn Şah, beni Sultan Süleyman Han Hazretleri'nin elçisi addediyordu Binlerce asker, 400 fil, birçok mirza ve emir, başta sadrâzam olmak üzere beni karşıladılar Altıma süslü bir at çekip sırtıma üst üste iki hıl'at geçirdiler O akşam Sadrâzam'ın (8) büyük ziyafetinde bulundum Bir çok hediyeler aldım Birkaç gün sonra Hümâyûn Şâh'ın (9) huzuruna çıktım
Hümâyûn Padişah beni uzun müddet , alıkoydu Kendisine Çağatay Türkçesi ile yazdığım 3 beyitli bir tarih kıt'ası ile beşer beyitli iki gazel sundum (10) Kendisi de şairdi (11) Gayetle hazzetti Seyahat için ruhsat talep ettim Rıza göstermedi Hârçe pergenesinin gelirini bana tahsis etti Levendlerimden her birine yılda 100 000 akça gelirli tımarlar verdi (12) Bu ihsanları kabul etmeye mecbur oldum Hiç olmazsa bir yıl kalmaklığım için o kadar ısrar etti ki, reddedemezdim Dedim ki:
— Saâdetlü Padişah'ın emr-i şerifi ile deryaya çıkıp küffâr-ı hâksâr ile ceng edip ve tufan ile diyâr-ı Hind'e düşüp benim der-i devlete varmam lâzımdır ki, küffâr-ı hâksânn ahvâli Devletlû Padi-şah'a malûm olsun Mercûdur ki Vilâyet-i Gucarât küffar elinden halâs ola!
Hümâyun Şah:
— Padişah Hazretleri'ne elçi irsal edip senin özrün arz olunur, şeklinde cevap verdi
— Bunu ihtiyar etmek ihtimal değildir; zira ankastin bu vilâyete gelip elçi göndertmiş olurum
— Bir yıl dahi bunda bizimle ol! Zaten üç ay yağmur vaktidir Yollar geçilmek mümkün değildir
Öyle oldu Delhi'de kaldım Padişahla edebî ve ilmî bir çok mübahasede bulundum Riyaziye ve heyete de meraklıydı Bu mevzularda görüştük Bir çok şiir söyledim Sind'den getirdiğim nâmeleri sundum Ora ahvali hakkında şifahen de malûmat arz ettim Ayrıca şahsen, Sind'in bir kısmını elinde tutan Mahmud Bey Kökeltaş'tan iltifatını esirgememesini rica ettim Hümâyûn Şah, Mahmud Bey'in valiliğini tanıdığına dair perçe vurulmuş bir nâme gönderdi Gerek Mahmud Beyden, gerek veziri Molla yârî'den aldığım teşekkür mektuplarından, tavassutumun çok makbule geçmiş olduğunu anladım (13)
EN BÜYÜK PADÎŞAH: SULTAN SÜLEYMAN
Hümâyûn Şâh'a Çağatayca yazılmış bir gazel daha sundum Türlü istihsanlar etti Bana “ İkinci Mîr Ali Şîr Nevâî ” diye hitap buyurup iltifatlar eyledi Bunun üzerine iki gazel daha sundum (14) Hep “ Kâtibî ” mahlasını kullanıyordum Az zamanda şair olduğum duyuldu Bir kat daha itibar kazandım Devletin büyükleri davet eder, ziyaretime gelirlerdi Hümâyûn Şâh'ın yakınlarından Abdurrahman Bey adlı şair bir genç vardı Onunla karşılıklı şiir söylerdik Bu münasebetle iki Çağatayca gazel daha yazdım (14)
Hümâyûn Şah ile görüşmediğim hemen hiç bir gün yoktu Bir gün Şah, çetin bir sual sordu:
— Hindistan mı büyüktür, Vilâyet-i Rûm mu?
— Padişahım, «Rûm» dan maksat yalnız Anadolu ise, Hindistan çok daha büyüktür Amma maksadınız Sultân-ı Rûm olan Süleyman Han Hazretleri'nin bütün ülkeleri ise, Hindistan bu ülkelerin onda birinden küçüktür
— Maksadım padişahına tâbi olan cümle memleketlerdir
— Padişahıma ait olan ülkelere hiç bir devirde hiç bir hükümdar sahip olamamıştır, İskender'in devleti bile daha küçüktü Zaten İskender'in devleti, kendi fütuhatıdır Bilirsiniz ki çok genç yaşta ölmüştür O kadar kısa seneler içinde zaten dünyanın her tarafına gidemezdi Zira arzın tulü 180 derece ve hatt-ı üstüvâdan arzı 66 derecedir Mesahası dört bin kere 668,670 fersahtır Bir tek kişinin bütün rub'ı meskûna hâkim olması muhaldir Onun için İskender'in dünyayı ele geçirdiği bir efsaneden ibarettir
— Padişahının yedi iklimde de topraklan var mıdır?
— Belî sultanım, vardır Birinci iklimden Yemen'e, ikinciden Mekke'ye, üçüncüden Mısır'a, dördüncüden Haleb'e, beşinciden İstanbul'a, altıncıdan Kırım'a, yedinciden Budin'e, hâkimdir (15) Yedi iklimin her birinde padişahımın beylerbeyileri ve kadıları vardır Mekke ve Medine Sultanı (16) sıfatıyla padişahımın adı, hâkimiyeti altında bulunmayan memleketlerde bile hutbelerde anılır Çin Müslümanları cuma namazı hutbesini Sultan Süleyman'ın adına okurlar Çin Fağfuru bile, cihan'ın en büyük hükümdarının Sultan Süleyman olduğunu bilir
Kırım ülkesi Sultan Süleyman'ın mıdır?
— Belî padişahım, onundur Kırım Han'ına saltanatı saâdetlû padişah verir
— Kırım Hanı'nı hutbe sahibi hükümdar diye bilirdim
— Padişahım, Sultan Süleyman'ın Kırım Hanı gibi sâhib-i hutbe ve sâhib-i sikke nice hükümdar kulları vardır
Hümâyûn Şah, padişahım hakkındaki bu sözlerime kızmadı (17); bilâkis padişahıma bağlılığımı beğendi ve Sultan Süleyman'a dualar etti Bir gün kendisiyle Delhi'yi geziyorduk Şeyh Kutbüddin Pîr-i Delhi, Şeyh Nizâm Velî, Şeyh Ferîd ve Mir Husrev Dehlevî'nin makamlarını ziyaret ettik Emîr Husrev'in mezarı başında Hümâyûn Şah'la şiir bahsine daldık Emîr Husrev, en büyük şairlerdendi Birçok şiirini padişahla karşılıklı okuduk ve onun şiirlerine benzetilerek söylenmiş beyitleri andık Ben de o anda irticalen Husrev'in bir matla'ına nazire şeklinde Farsça bir beyit söyledim Gerçi Husrev' in bir matla'ına nazîre söylemek benim için küstahlık sayılabilirdi Ancak, beyit, hemen içime doğmuştu ve şüphesiz büyük şairin ruhaniyetinin verdiği ilhamın eseriydi Hümâyûn Şah da beğendi
17) Hümâyûn Şah, Osmanlı ve Safevî hükümdarlarından sonra dünyanın üçüncü büyük devlet başkanıydı
Böylece aylar geçti Padişah sohbetiyle gerçi hoş günler yaşıyordum Ama aklım memleketimdeydi Hümâyûn Şah'a doğrudan doğruya gitmek istediğimi bildiremedim O derece iltifat ediyordu ki, ayıp olurdu Yakınlarından Şahin Bey'e padişahtan gitmem için izin istemesi hakkında tavassutunu rica ettim Vatan hasretini dile getiren iki Çağatayca gazel de yazıp padişaha gönderdim Hümâyûn Şah, gazellerden maksadımı anladı Fakat hemen izin vermedi Çok rica ettiysem de daha bir müddet kalmamı istedi Nihayet bir gün iki Çağatayca gazel daha yazıp padişaha takdim ettim ve vatan hasretinin son dereceyi bulduğunu anlatmaya çalıştım
HÜMÂYÛN ŞAH'IN ÖLÜMÜ
Hümâyûn Şah, halime merhamet ve şefkat etti Ruhsat, inayet eyledi At, hıl'at ve elime bir ferman verdi Harekete hazırlanıyordum ki, cuma günü akşam namazı vaktinde veda etmek için huzurlarına çıktım Ezan okunmaya başlayınca, âdetleri üzere hürmeten diz çöküp zemine oturdular Sonra bir kitap bulmak için kütüphanelerinin merdivenlerine çıkarlarken başları döndü, merdivenden düştüler Mübarek başları yaralandı ve kol kemikleri kırıldı Alem birbirine girdi Haber hızla şehre ve memlekete yayıldı, îleri gelenler “padişah elhamdülillah hoş-hâldir” diye tebliğ neşrettilerse de tesiri olmadı Fakirlere sadakalar dağıtıldı Ancak kazanın üçüncü günü Hümâyûn Şah, dâr-ı fenâ'dan dâr-ı bakaa'ya intikal buyurdular (18)
Veliahd olan Ekber Mirza, Sadrâzam Bayram Han'la beraber Delhi dışında bulunuyordu Saraydan Eşik Ağası hemen yola çıkarıldı
(18) 26 Ocak 1556 Babası Bâbur gibi 48 yaşında ölmüştür
Delhi Sarayı'nda büyük telâş oldu Herkes “ahvâlimiz nice olur?” diyordu Zira Ekber Şah, henüz çocuktu Hümâyûn Şâh'ın ölümü henüz ilân edilmemişti, ileri gelenlere dedim ki:
— Merhum ve mağfur Sultan Selim Han aleyhi'r'rahmeti ve'l-gufrân Hazretleri irtihâl ettikte marhum vezîr-i âzam Pîrî Paşa envâ-i tedbirler edip padişahın vefatını halka duyurmadı Sultan Süleyman gelinceye kadar halk vaziyete agâh olmadı Siz dahi bir tedarik edin ki, Hümâyûn Şâh'ın oğluna haber varıncaya kadar kimse ahvâle vâkıf olmıya!
Dediğim gibi yaptılar Padişah hayattaymış gibi divan şöleni tertip edildi Emirlere hassa ölüşü dağıtıldı Âdet üzre mansıblar tevcih edildi “Padişah Çâr-Bâğ'a gider!” deyü at hazırlandı Sonra “hava hoş olmadı” denilip güya padişah gitmekten vazgeçti Ertesi gün halka «görünüş'tür» diye ilân edildi Güya Hümâyûn Şah divan yapacaktı Müneccimler «sâat-i hûb değildir!» deyip görünüşü tehir ettiler (19) Ancak asker sabırsızlanıyor ve tereddüt ediyordu Sarayda Hümâyûn Şâh'a benzer bir Molla Bîkesî vardı Ama boyu biraz kısaydı Onu padişah gibi giydirip tahta oturttular Yüzünü gözünü de biraz sardılar, «padişah yaralanmıştır» dediler Taht, nehre karşıydı Halk, akın akın nehrin ötesinden geçip padişahı taht üzre gördü Mehter vuruldu Tabibe, güya padişahı tedavi ettiği için hıl'at giydirildi
Ertesi gün, sarayda ileri gelenlere veda ettim Rebîülevvelin ortasında Delhi'den Lâhûr'a geldim Panipat yoluyla Kurnâl'e vardım Geçtiğim her yerde soranlara: «Padişah sağdır» diyordum Serhind - Maçura - Bâcvâre yoluyla Sultanpur'a vardım Nehri geçtim Rebîülâhır'ın evvelinde (20) tekrar Lâhûr'a döndüm Zira Celâleddin Ekber Mirza, Lâhûr yakınlarında padişah ilân olunmuştu Lâhûr beylerbeyisi hareketimi önledi; “padişahtan emir geldi, bir ferd Kandehar'a gidemez!” dedi
EKBER ŞÂH'IN HUZURUNDA
Ekber Şâh'ın Sadrâzam Bayram Han' la beraber bulunduğunu Mânkût kalesine gidip huzura çıktım Genç padişahı tebrik ettim Bayram Han: “Fetret zamanıdır, bir kaç gün burada bizimle kalın; isterseniz büsbütün kalın, Hindistan'ın hangi vilâyetini isterseniz size vereyim” dedi Gene yoldan alıkonulmak ihtimaliyle korktum Merhum Hümâyûn Şâh'ın, hareketime izin veren fermanını çıkarıp gösterdim Bir Çağatayca gazelle bir kıt'a yazıp Bayram Han'a sundum; hâlimi arz ettim Ekber Şâh'ın huzuruna da çıktım Babasının fermanını görünce hareketime rıza gösterdi Lâhûr'a geldim
Rebîülâhır ortasında Lâhûr'dan hareket ettim Nihayet Sind nehrini de geçip Pencâb'tan çıktık
TÜRKİSTAN TOPRAKLARI
MÜBAREK cemâdelevvelin ilk günü Kabil'e doğru yola çıktık Yolumuzun üzerinde tüfekle silâhlanmış binlerce Afgan vardı Bunların arasından bir mesele çıkarmadan geçmek nazik bir işti Bir belâya çatmadan Afganların arasından geçtik Peşâver şehrine geldik Hayber Geçidi'ni aştık Dağlarda iki gergedana tesadüf ettik Her biri birer küçük fil kadardı Alınlarında birer boynuzları vardı Boynuzların uzunluğu iki karıştı, Afrika gergedanlarının boynuzları daha uzundur Bu minval üzere Zâbulistân'ın taht şehri olan Kâbil'e ulaştık Hümâyûn Şah’ın oğulları ve Ekber Şâh'ın kardeşleri olan Muhammed Hakim ve Ferruhfal Mirzalar'ın huzuruna çıktım, îkisi de küçük birer çocuktu Ülkeyi bu mirzalar namına idare eden Mün'im Han'la görüştüm Hepsi Hümâyûn Padişah merhumun fermanlarını görüp hürmette kusur etmediler Kabil, bir letafetli şehirdi Etrafı karlı dağlarla çevrilmişti Akar sulu çayır ve bağlarla doluydu Halkı zarif ve eğlenceye düşkündü Saz ve söze müptelâ, şen insanlardı Bu manzara bile bizi teşhir için kâfi değildi Gözümüzde vatan tütüyordu Mün'im Han:
— Yollarda kar vardır; bu halde Hinduküş dağlarını aşamazsınız; birkaç gün tevakkuf edin! diye bizi alıkoymaya çalıştıysa da fayda vermedi Gene yola koyulduk Sarp geçitlerden atlarımızı bin bir müşkülle aşırdık Mün'im Han'ın refakatimize verdiği 300 adamın çok hizmeti geçti Kâbil'den cemadelâhıranın başlarında ayrılmıştık Karabağ yoluyla Hindûküş dağlarını aştık
BEDAHŞAN VE HUTTALAN'DA VAKI' OLAN AHVALİ BEYÂN EDER
Receb'in ilk günü Enderâb şehrine vardık Bedahşân ülkesine geçtik Talikan şehrine konduk Timuroğullan'ndan Süleyman - Şah ve oğlu İbrahim Mirzalarla görüştüm Süleyman - Şah Mirza, beni lâtif bir bağda kabul etti Şiire meraklıydı Kendisine iki yeni Çağatayca gazelimi takdim ettim Hadsiz lûtuflarda bulunup gönlümü aldı Belh'e gitmek istediğimi söyledim Belh'te Cengizoğullan'ndan Pîr-Muhammed Han'la Barak Han'ın savaştığını bildirdi:
— Ol yollar muhataralıdır, dedi; Pîr-Muhammed Han'ın küçük kardeşleri kazak, yani âsi olmuşlardır Kunduz ve Termîz cânibleri fetret içredir Amma Bedahşân - Huttalân yolu emindir; ol cânibden varın!
Süleyman-Şah Mirza, bana at ve hıl'at ihsan etti Elime Huttalân valili Cihangir Ali Han'a yazılmış bir nâme verdi Bu zatın kız kardeşi, Süleyman - Şah Mirza ile evliydi Mirza'nın bir hemşiresi de merhum Hümâyûn Şâh'ın zevcesiydi Süleyman Şah'ın oğlu İbrahim Mirza, Hümâyûn Şâh'ın bir kızıyla nişanlıydı
Süleyman - Şah Mirza ile oğlu İbrahim Mirza'ya veda ettim Bedahşân'ın merkezi olan Kişm şehrine geldim Burada merhum Hümâyûn Padişah'ın güzel bir bahçesi vardı Ziyaret ettim Kal'a-i Zafer yoluyla Rüstân şehrine geldik; oradan AmuDeryâ'yı yani Ceyhun nehrini aştık Huttalân ülkesine girdik Mîr Seyyid Ali Hemedânî burada gömülüydü Türbesini ziyaret ettim Oradan Gûlâbe şehrine geldim Cihangir Ali Han'la görüştüm Süleyman-Şah Mirza'nın mektubunu verdim Han, yanıma 15 adam kattı Çârsû’ya gelince bu adamlara icazet verdim
TURAN – ZEMİN’DE VAKI’ OLAN AHVALÎ BEYAN EDER
Böylece Turan ülkesine yani Mâverâünnehr'e ayak bastık Bâzâr-ı Nev yoluyla Çarşamba kasabasına vardık Hoca Yâkub Çerhî'nin türbesini ziyaret ettik Oradan Çaganiyan, diğer ismiyle Hisâr-ı Şâdmân'a vardık Özbek emirlerinden ve Cengizoğulları'ndan Timur Sultanla görüştüm Oradan Şehr-i Sebz veya Keş şehrine geldik Bu güzel şehir Timur'un doğum yeri olarak meşhurdur
Bu şehirde Hâşim Sultan'ı ziyaret ettim, iznini alıp yola çıktım Semerkand yolundaki geçidi bin belâ ile geçtik Sabânın ilk günlerinde Semerkand göründü Cennet gibi bir şehirdi Barak Han'ın huzuruna çıktım Bazı hediyeler takdim ettim O da bana bir at ve hıl'atler inayet etti Pâdşâh-ı Alempenâh Sultan Süleyman Han Hazretleri'nin bu yakınlarda Barak Han'a elçi gönderdiğini ve bir Miktar tüfekçi ve topçu yolladığını öğrendim Tahta geçince «Nevruz Ahmed Han» adını alan Barak Han, amcasının oğlu Abdüllâtif Han'ın yerine geçmişti Amma Belh'te Pîr - Muhammed Han, Barak Han'ın padişahlığını tanımamıştı Pîr - Muhammed, Barak Han'ın amcasının torunuydu Onun için Turan ülkeleri, tam bir kardeş savaşı içindeydi Bu durumda Sultan Süleyman'ın yardım için yolladığı topçular tüfenkçiler, başlarında Ahmed Çavuş olduğu halde Semerkand'dan ayrıldılar Taşkent - Buhara - Harzem yoluyla İstanbul’a gittiler Ancak birkaç Osmanlı zabiti, Semerkand'da kaldı Müşkül durumda olan Barak Han, bir vilâyet valiliğiyle hizmetine girmemi teklif etti Sultan Süleyman'ın beni beklediğini söyledim Esasen Barak Han'ın Türkistan'daki hâkimiyetinin sonu şüpheliydi Tahtını amca oğullarına kaptırması bir zaman meseleydi Yanında çok az asker kalmıştı Ancak Sultan Süleyman'dan yardım dileğini iletmeyi kabul ettim
Ahmed Yesevî'nin torunlarından olan Sadr-ı Alem ve diğer şeyhlerle görüştüm, Han'ın, Sultan Süleyman'a inkıyad itaat üzre olduğunu bildiren nâmesini aldım Şehrin tarihî yerlerini ziyaret ettim Bir gün Barak Han:
- Gezdiğin şehirlerden hangisi en güzeldir? buyurdu
Necati'nin:
Dil ser-î kûyin koyup etmez Behişt'i arzu
Her kişîye kendi şehri yeğ gelir Bağdâd'dan
beytiyle cevap verdim Barak Han zevk etti Birkaç gün sonra Han'a veda ettim, Mübarek ramazanın beşinci günü yola revan olduk “Kal'a” denmekle maruf şehre vasıl olup oradan Kermine'ye geldik Zerefşân ırmağını geçip Gacduvân'a vardık Hâce Abdülhâlik Gacduvaânî ziyaret olundu Pül-i Rıbât yoluyla Buhârâ'ya gitmek istiyordum Ancak Buhara hâkimi Seyyid - Burhan'la Harzem hâkimi arasında ceng vardı Yollar çok karışıktı Her iki taraf da, karşı tarafa yardım etmemden çekiniyordu Elimde Barak Han'ın yarlığı vardı Bunu gösterip, Osmanlı ülkesine gitmekten gayri emelim olmadığını anlatmaya çalışıyordum
Nihayet Buhârâ'ya vardık Şehirde kargaşalık vardı Seyyid - Burhan'ın yanında 40 kadar Osmanlı gördüm Bu hengâmede üç yoldaşım can verdi Ben de serseri bir okla yaralandım Hattâ beni Harzemliler’in adamı sanıp üzerime kılıç üşürdüler Parçalanmak üzereydim ki, Seyyid- Burhan’ın hizmetindeki Osmanlılardan birkaçı beni tanıdı Hemen hamle edip kurtardılar Hatır sorup Seyyid - Burhan Han'ın huzuruna götürdüler Çok yakışıklı bir delikanlıydı Beni kucaklayarak uğradığım muameleden dolayı pek samimî şekilde özür diledi:
— Ceng üzre geldiniz, dedi; malûm meseldir: Kuru yanında yaş dahi yanar!
Yanıma Cengizoğulları'ndan iki emîri kattı Kemâl-i riâyetle levendlerimle beraber köprüden geçirtti Ancak Harzemliler iki levendimi daha yaraladılar On kadar atımı, bazı silâh ve malzememi de yağmaladılar Seyyid - Burhan, tutsak olan iki levendimi kurtardı ve birkaç at verdi Fakat yağma edilen tüfeklerimi vermeye kadir olmadı Seyyid - Burhan Han, müşkül vaziyetteydi Akşam olunca âdeta yakama yapışıp:
— Dünyâ ve âhırette atam ol, dedi; bu vilâyet Saâdetlu Padişah'ındır Sana Buhara şehrini vereyim Sultan Süleyman nâmına zaptet
— Eğer külliyen Mâverâünnehr'i bana verseler, dedim; bu vilâyetlerde kalmak müyesser değildir Ama sana olan cefâyı Sultan Süleyman'a arz ederim Padişah Hazretleri canibinden envâ-i inayetler zuhura gelip mercûdur ki, bu diyarlarda hanlık sana nasîb ola!
Seyyid - Burhan Han, bir ziyafet verdi Çok lûtuflar etti Bu minval üzre 15 gün Buhârâ'da eğlendik Teklifi üzerine Çağatayca bir gazel yazıp hediye ettim Zikr- olan gazelden, ziyade zevk alıp inayetler eyledi Fakat iyi silâha çok ihtiyacı vardı Osmanlı ülkesinden getirdiğim demir tüfekleri istedi Bilmecburiye teslim ettim Yerine, Türkistan'da yapılan bakır tüfeklerden 40 adet verdi Bir at, iki değerli kitap ve sair hediyeler ihsan etti Gitmek tedarikinde bulundum Buhârâ'da Hâce Bahâeddin Nakşbend'inki başta olmak üzere şeyh makamlarını ve Emir İsmail Sâmânî'nin türbesini ziyaret ettim Yola çıktım Amu-Deryâ'yı sallarla geçtim Şevvalin ilk günlerinde Cârcûy şehrine geldim Amu-Deryâ'yı şimal-i garbî'ye doğru çıkarak Harzem'e yaklaşıyorduk Karakum Çölü'nün eteklerinden geçerken aslanların hücumuna uğradık Bu belâyı da defedip Çârçû'dan Hıyve'ye on beş günde geldik
VÎLAYET-İ HARZEM'DE VE DEŞT-İ KIPÇAK'DA VAKI' OLAN AHVALÎ BEYAN EDER
Şevval sonlarında Hıyve'den ayrıldık Beş günde Harzem ülkesinin taht şehri olan Ürgenç'e geldik ki, bu şehre «Harzem» de deniyordu Burada Cengizoğulları'ndan Dost - Muhammed Han saltanat sürüyordu Huzuruna çıktım Beni kardeşi yanında olduğu halde kabul etti Necmeddin Kübrâ başta olmak üzere birçok şeyh türbesi ziyaret olundu Bu sırada büyük mutasavvıflardan Şeyh Abdüllatif öldü Bu münasebetle bir tarih kıt'ası söyledim Dost - Muhammed Han'ın amcası Akatay Han ve oğlu Hacı - Muhammed Sultanla da görüştüm Her ikisinden kitaplar aldım Bu münasebetle Çağatay lehçesinde 7 beyitti bir gazel söyledim Zulkaade ayının ilk günü Ürgenç'ten ayrıldım Bir aydan ziyade Deşt-i Kıpçak'ta seyahat ettik Güz zamanıydı Çölde nebatattan bir habbe ve sudan bir katre yoktu Bin mihnetle Saraycık kasabasına geldik Üç Osmanlı'ya tesadüf ettim Hazar deryasının şimalinden geçmek niyetiyle bu kadar yolu ve meşakkati göze almıştım Ancak Saraycık'tan Hazar'ı şimalden geçmenin çok mahzurlu olduğu söylendi Ruslar ve onlarla işbirliği yapan Nogaylar yol kesiyor ve ellerine geçirdiklerini öldürüyorlardı Barak Han'ın Sultan Süleyman Han Hazretleri'ne gönderdiği elçi, nâçar cenuptan İran yoluyla İstanbul'a gideceğini bana bildirdi Ben de kısa bir tereddütten sonra şimal yolunu terk edip İran yoluyla Anadolu'ya geçmeye karar verdim Bu münasebetle bir gazel söyledim Elden ne gelirdi? Gerisin geriye cenuba inmeye mecburduk
Ürgenç'e dönüldü Tekrar Dost - Muhammed Han'ın huzuruna çıktım:
— Ne cânibten gitmek meram edinirsiniz? deyü sual eyledikte:
— Kasdimiz, dedim; Meşhed-i Horasan'dan Irâk-ı Acem yoluyla Irâk-ı Arab'a yani Bağdad'a varmaktır!
— Burada tevakkuf edin, diye cevap verdi Han; baharda Mangıt taifesi çekilip gider, şimal yolu açılır Yalnız başına Ruslar yolunuzu kesmeye cesaret edemezler Buradan Bağdad hayli mesafedir
Bir at daha ihsan alıp yola koyuldum Bahara kadar beklemektense İran yolunu ihtiyar eylemek evlâ göründü Zaten Hazar deryasını şimalden aşsak bile Kafkasları geçmek bir mesele olacaktı İran yolu daha tehlikesizdi Şu anda Şah ile Pâdşâh-ı Cihan Hazretleri sulh üzereydiler Dost - Muhammed Bey her ne kadar:
— Şîî Türkmen beyleri sizi sağ ve salim Şâh'a eriştirmezler, diye ihtar ettiyse de, ben Cenâb-ı Hakk'ın inayetine güveniyordum
Dahi yol bulmadım olup nâ-çâr
Uğradım bi'z- zaruri âhır-ı kâr
Zaruretler, mahzurları ortadan kaldırmak icap ederdi Deve kervanıyla yolculuk ediyorduk Ürgenç'ten bu son ayrılışımız zulhiccenin ilk gününe rastlıyordu
VÎLÂYET-Î HORASANDA VÂKI' OLAN SERGÜZEŞTİ BEYÂN EDER
Hakk'ın inayetiyle gene Amu - Deryâ'yı geçtik Yol üzre Cengizoğulları'ndan Mahmud ve Pulad Sultanlar'la görüştüm Biri Dürün, diğeri Bâğvây şehirlerindeydi Nesâ'ya vardık Burada Dost - Muhammed Han'ın amca oğlu Ali Sultanla mülakat ettim Bu sultanların hepsi Süleyman Han Hazretleri'ne kulluklarını bildirdiler Bundan sonra Turan'dan İran'a, Türkistan' dan Horasan'a, Cengizoğulları'nın topraklarından Safevî Şahları'nın topraklarına geçtim Horasan'da Meşhed yakınlarında Tûs şehrine vardım
Firdevsî, Tûs'ta gömülüydü Mezarını ziyaret ettim 964 senesinin ilk günü (1) Meşhed şehrine vardım, imam Musa Rızâ Hazretleri'nin muhteşem meşhedlerini ziyaret ettim Fakirlere sadaka dağıttım Şah Tahmasb'ın kardeşi Behrâm Mirza'nın oğlu İbrahim Mirza, Meşhed'de vali ve Horasan'a hâkimdi Şâh'ın oğlu Süleyman Mirza da buradaydı Her iki mirzayı ve vezirleri Gökçe Halife'yi ziyaret ettim Bir ziyafet verip beni ve levendlerimi ağırladılar Elime Şâh'a hitaben nâme verdiler Ziyafetin ortasında Gökçe Halife:
— Hazret-i Ali mi uludur, dedi; yoksa Ebû-Bekr, Ömer ve Osman Hazerâtı mı?
Bu Safevîler gayetle mutaassıp Şii oldukları için, bu suale dosdoğru cevap vermek müşküldü Nasreddin Hoca'nın bir hikâyesini anlatarak ve 7 beyitli bir gazelimi okuyarak geçiştirdim Bir de kıt'a söyledim Bu suretle bir belâya çatmadan ellerinden halâs oldum Gazi Bey adında bir zalim, Mirzalar'a varıp:
— Bu miktar Osmanlı'yı Şâh'a göndermek münasip değildir; bunlar yanlarına verilen askerlerimizi yolda katledip bir canibe çıkıp giderler, ihtimaldir ki bunlar, Sultan Süleyman'ın bizim aleyhimize Barak Han'a yolladığı Osmanlılardır Yanlarında pek çok nâme vardır Nâmeleri yoklamadan koyup göndermek asla caiz değildir, deyü fitneler saçıyordu
Mirzalar, bu sözlere kandılar Ziyafetin ertesi günü sabah vakti, zırhlar kuşanmış yüz kadar asker bizi uyandırdı Hepimizi tevkif ettiler Beni iki hizmetkârımla Gökçe Halîfe'nin sarayına kapadılar, levendlerimin her birini ayrı ayn hapsettiler Mallarımızı sayıp emanet aldılar
(1) 4 Kasım 1556
Bu kış gününde böyle bir felâkete uğramak çok acıydı Kitaplarım ve birçok hükümdarın Sultan Süleyman'a yazdığı mektuplar, bizzat İbrahim Mirza'ya gönderildi Levendlerim hayatlarından meyus oldular «Sabr ile koruk helva olur» meseline uymaktan başka bir çare yoktu Levendlerimi zincire vurmuşlardı Bana zincir takmadılar ama, geceli gündüzlü kapımda beş Safevî askeri nöbet tutuyordu Hapiste bir gazelle 18 beyitli bir mesnevi (2) yazdım
Tevkif ve hapsedilmemiz, Meşhed şehrinde çok kötü karşılandı Halk söylenmeye başladı, ileri gelenler İbrahim Mirza'ya çıkıp, Şah ile Sultan Süleyman arasında sulh olduğunu, salıverilmemiz icap ittiğini söyledi Ben de Mirza'ya üç gazel yazıp gönderdim (2) Bunun üzerine Mirza, Şâh'ın bu hareketini iyi karşılamayacağını düşünüp havfetti Birkaç günlük bir hapisten sonra muharremin mübarek onuncu günü bizi âzâd eyledi Eşyamızı geri verdi Bir ziyafet edip hatırımı almaya çalıştı Nâmelerin hepsini geri almıştım Ancak nedense dört parça çok kıymetli kitabımı vermediler Hindistan ve Türkistan hükümdarlarından aldığım hıl'atlerin bazıları da kayboldu Muharremin on beşinde Meşhed'den ayrıldık Şâh'ın bir zevcesiyle kardeşi Behram Mirza'nın bir zevcesi de bizimle beraber Meşhed'den İmâm'ı ziyaretten dönüyorlardı Bu hanımlar yolda bana çok iltifatlar edip Meşhed'de maruz kaldığım muameleyi unutturmaya çalıştılar Kazvîn'de Şâh'a lehimde şehadette bulundular
Meşhed'den çıktığımızın ertesi günü Nişâbûr'a geldik Büyük şair Attâr burada gömülüydü; ziyaret olundu Şehrin valisi Kemal Ağa'yla görüştüm Sebzevâr'da bazı reziller tasallut etmeye teşebbüs ettilerse de, ellerinden kurtulduk
IRAK-I ACEMDE VÂKI' OLAN AHVÂLİ BEYÂN EDER
Günlerden bir gün Vilâyet-i Irâk-ı Acem'e kadem bastık Demâvend Dağı eteklerinden yani Mâzenderân canibinden Bistâm'a geldik İmam Muhammed İftah, Şeyh Bâyezîd-i Bistâmî ve Şeyh Ebu'l - Hasan Hırkaanî ziyaret olundu Ertesi gün yola girdik Dâmgan'a geldik 0l gece yoldaşlardan Ramazan Bölükbaşı, Şeyh Bâyezîd-i Bistâmî ve kırk dervişini rüyada görmüş Ramazan Bölükbaşı, sâlih ve mütedeyyin bir zabitimdi
(2) Bütün zikredilen şiirler esere dercedilmiştir; biz nakletmeye lüzum görmedik
RÜYASINDA Şeyh'in: “Dua edelim ki Mîr Seydî - Ali yoldaşları ile sağ ve salim vatanına vara” dediğini anlattı Dâmgan'da imam - zade Cafer'in türbesi ziyaret olundu Sonra Semnân'a geldik Şeyh Alâüddevle Semnânî'nin türbesini ziyaret ettik Ertesi gün alesseher göçüldü Yolda levendlerime dedim ki:
— Hergiz bir kimse sizden ziyade sefer etmiş değildir
Bu minval üzere konuşarak yolumuza devam ediyorduk Levendlerime sabır nasihat ediyordum Zira Şiiler’in tasallutundan ve bed muamelesinden sıkılıyorlardı Bîr hadise çıkartmaksızın Safevî ülkesinden çıkıp gitmek lâzımdı Ben bu ülkedeki kadar mezheplerine taassupla bağlı insanlar görmedim Hep Şîî mezhebinin üstünlüğünden lâf açıp bizi kışkırtmak istiyorlardı
Nihayet bir gün Rey (1) şehrine geldik İmam Abdülazîm'i, Hazret-i Hüseyin’in zevcesi Bîbî Şehribân'ı ziyaret ettik Şah’ın oğlu Muhammed Hudâbende Mirza (2) ve Kurçıbaşı Sevindik Âğa ile görüştüm Şah, evvelce oğlu İsmail Mirza'yı Kazvin’den Horasan'a göndermiş Horasan'da bulunan Hudâbende Mirza'yı da Kazvîn'e çağırmış Zira İsmail Mirza'nın Horasanda Şâh'ın hoşuna gitmeyen hareketleri zâhir olmuş Bu işte görülen emirlerden biri de Şâh'ın emriyle Horasan'da katledilmiş Ben Muhammed Hudâbende Mirza'yı, Horasan'da Herât'a hareket etmek üzereyken gördüm Hakkımda çok lûtufkâr davrandı; Sultan Süleyman'a tazimlerini bildirdi ve bir miktar rencide olan hatırımı okşadı Mirza ile görüştüğümün ertesi günü Rey'den hareket ettik Horasan'da: hareketimizden bir buçuk ay geçmişti ki safer ayının son günü, Safevî devletimi taht şehri olan Kazvîn'e vardık
İRAN ŞAHIYLA BERABER
Geldiğimiz, Şah Tahmasb'a (3) arz olundu Şah, benim ve maiyetimden hiç kimsenin şehre girmesine müsaade etmedi
(1) Şimdi Tahran'ın bir banliyösüdür
(2) 1577-87 arasında Safeviler’den 4 İran şahı olarak saltanat sürmüştür Büyük Şah Abbas’ın babasıdır
(3) Bu sırada Kanunî'den sonra dünyanın en kudretli hükümdarıdır
Kazvîn civarında “Sebzegirân” demekle mâruf bir yere gönderdi Vezîr-i âzam Masum Bey'in divan beyi Mahmud Bey'e, bize nezaret etmek vazifesi verildi Şâh'ın eşik ağası geldi Teker teker isimlerimizi, sıfatlarımızı, hattâ atlarımızın sayısını yazıp gitti Şah, bu kadarla da kalmadı Horasan'daki vekili olan Gökçe Halife ile muavini Mir Münşî'yi: “Bunları niçün mukaddema bana arzetmeden gönderdiniz?” deyü azletti Bütün bu belâları fırsat bilen Ali Bey adında bir Safevî emîri, bana Yasavul Pîr-Ali'yi gönderip, bizi kurtarmak için rüşvet istedi “Bu miktar zaman gurbet çeken kişilerde nakdiye olmaz!” diyerek geri gönderdim Kur'an'dan bir âyet okuyup Cenâb-ı Hakk'ın inayetine sığındım
Bu sırada Şah, üzerimde bulunan muhtelif hükümdarlara ait mektupları mütalâa etmiş Hattâ yanımda taşıdığım kitaplara bakmış Bizimle Horasan'dan gelen Şâh'ın hatunu ile Behrâm Mirza'nın hatunu da bizim için: “Mazlumlardır, cümlesinin yollarda ahvâline vâkıf olduk” deyü şehadet etmişler Ben de 6 kıt'alı bir murabba yazıp Şâh'a gönderdim Şah, şiirimi okuyunca, vezîr-i âzami Masum Han'a: “Yarın sen davet edip ziyafet eyle, öbür gün biz ziyafet edelim ve müjde haberin ver; hangi yolu maksûd ediniyorsa gönderelim,” demiş
Filvaki ertesi gün serbest bırakıldık ve Masum Han'ın sarayına gittik Mükellefi bir ziyafet ve ruhsat haberini verdi:
— İstanbul'a elçimiz gitmek üzeredir, dedi; eğer Azerbaycan, yani Tebriz ve Van yoluyla gitmek caiz olursa ankarîb gidilmek mukarrerdir
— Kış günleridir, dedim; ol yol takat getirmez Bağdad yolun ihsan edin!
— Talebiniz Şâh'a arz olunur, deyü cevap verdi
Ertesi gün Şâh'ın huzuruna çıktım Ziyafete alıkoydu Hayli konuştuk Bilhassa şiir üzerinde mübahase ettik Hilemiz ve hud'amız olmadığına, memleketimize gitmekten başka bir emel peşinde koşmadığımıza iyiden iyiye inandı Bizi Horasan' dan Kazvîn'e yolladığı için azlettiği İbrahim Mirza'nın vekili Gökçe Halife ile Mîr Münşî'yi mansıblarına iade eyledi Bana bir at ve iki hıl'at ve bir çadır ve birçok elbise ihsan etti Levendlerimnden ikisine ikişer hıl'at ve beş yoldaşıma da birer hıl’at verdi Saâdetlû Pâdşâh-ı Alempenâh Hazretleri'ne nihayet derece ıhlâs ve muhabbet ar zetti Kemal mertebe sulha inkıyâd üzre olduğunu bildirmemi istedi
PADİŞAHLARIN HAZİNESİ SİLAHTIR
Birkaç gün sonra Şah Tahmasb, beni bir ziyafete daha davet etti Bu defa ki ziyafet saltanat çadırındaydı Sırf ihtişamıyla aklınca gözlerimi kamaştırmak ve zenginlik derecesini Sultan Süleyman'a söylemem için tertip edilmişti Filhakika her taraf en âlâ kumaşlarla döşenmişti Yerlere altın iplikle işlenmiş halılar yayılmıştı Ziyafette yanımda oturan Şâh'ın musahibi Hasan Bey: “Bütün bunlar bir küllî hazinedir” dedi Ben:
— Padişahlarda hazine, altın ve gümüşle silâhtır; bu makuuleler hazine değildir! dedim Mebhût olup cevaba kaadir olmadı
Daha bir ay hareketime ruhsat verilmedi Şah Tahmasb daha birkaç defa davet etti Bir keresinde:
— Padişahınız Barak Han'a muavenet için Türkistan'a 300 zabit göndermiş, deyip içini döktü Ben hakıyr dahi:
— Onlar Barak Han'a size karşı muavenet için irsal olunmuş değildir Şahım, dedim; eğer muavenet için irsal olunmuş olsalar 300 miktarı gönderilmez, ordu sevk edilirdi!
Zahiren sözüme inanmış göründü Bir defasında mecliste Şâh'ın büyük ulemâsından Mir İbrahim vardı Bu zat bana dedi ki:
— Ulemânızın bizi tekfir etmesine bâis nedir?
— Peygamberimizin ashabına küfredilir diye işitiriz, deyü cevâb eyledim; muteber kitaplarda, ashaba küfredenin kâfir olduğu yazılıdır
— İmâm-ı âzam Ebû - Hanîfe'ye göre söylediğiniz gibidir Ancak imam Şafiî'ye göre ashaba küfreden kâfir olmaz, sadece günaha girer
— Diyelim ki İmam Şafiî'ye göre ashaba küfretmek dinden çıkmak değildir Fakat biz, Hazret-i Aişe'ye bile küfredildiğini duyarız Hazret-i Aişe söylediğiniz gibi ahlâksız olsa, Hazret-i Peygamber onu hoş gördüğü için, doğrudan doğruya Peygamber'e küfredilmiş olur Peygamber'e küfreden kavim de, açıkça dinden sapıtmıştır, mürteddir, Müslüman değildir, katilleri helâl, malları gazilere mubahtır
— Her kim Hazret-i Aişe'ye ahlâksızlık isnad etse, bizim katımızda dahi kâfirdir Amma Aişe'ye mahabbetimiz yoktur Zira Hazret-i Ali'ye muhalefet etmiştir!
EN GÜZEL ŞEHİR: İSTANBUL
Bu minval üzre hayli konuştuk Şah da mükâlemeye karışıp:
— Cihanım, birçok yerine seyahat kıldın, dedi; gördüğün memleketlerde en çok hangi şehri beğendin?
Gezip seyreyledim her şehrini gerçi bu dünyânın
Nazirin görmedim hergiz Sitanbûl-û Kalâtâ'nın
beytiyle cevap verdim Şah:
— İstanbul gerçekten güzel şehirmiş derler, dedi; Osmanlı memâlikinde beylerbeyilerin ve sancak beylerinin dirlikleri ne miktardır?
— Her beylerbeyinin ve sancak beyinin dirliği, idare ettiği vilâyetin ehemmiyetine göredir Mısır ve Budin ve Rumeli ve Anadolu ve Diyâr-ı Bekr ve Bağdad ve Yemen ve Cezayir beylerbeyilerinin dirlikleri çoktur Bu beylerbeyilerin herbirinin hükmettiği leşker, bir devletin askeri miktarıncadır Diğer beylerbeyilerin ve sancak beylerinin dirlikleri de, askerlerinin adedine göredir Osmanlı devletinin diğer Müslüman devletlerden farkı şudur ki, leşkerin hepsi, padişahın askeridir En büyük beylerbeyinin dahi şahsına mahsus bir tek askeri yoktur Halbuki diğer Müslüman memleketlerde şehzadelerin ve emirlerin şahıslarına bağlı askerler, hattâ ordular vardır (4) Bir beylerbeyinin Saâdetlü Padişah'ın emr-i şeriflerinden zerre miktar ayrılmasına imkân ve ihtimal yoktur
Bu sohbetten sonra Şâh'a:
Â'şık isen hûn-i gam yemekten ey dil lezzet al
Â'rif isen câm-ı mey nuş? eyleyip bir halet al
Bî-bakaadır mâl-i dünyâya gönül meyleyleme
Kıssa-î Kaarûn'u var gûf eyle andan ibret al
Almağa can nakdini minnet mi eylersin bana
Kıl tekellüm bir nefes benden anî bî-minnet al
Ruhm edip ben nâ-tüvânâ girdi gamzen zahmına
Ey tabîbim bari gel nakd-î hayatî ücret al
Gezme Mecnun gibi dağlarda abes ey kûhken
Aşk vadisinde sâkird ol bana bir san'at al
Yâri görsem ölmeden kâr etdi hasret canıma
Cehd edip ey haste-dil dest-i ecelden mühlet al
Şübhe yok hubbü'l-vatan îmândandır Kâtibi
Hâlini arz eyleyip Şâh-î keremden ruhsat al
gazelimi okuyup izin istedim Şah, gayet hazzedip hoş-hâl olup ruhsat verdi Saâdetlü Padişah Hazretleri'nin Cenâb-ı Celâlet - meâbları'na kitabet yazdı Kemal mertebe arz-ı ihlâs etti Hayli muhabbetler gösterdi Hasan Bey’le biraderi Nazar Bey'i bir miktar adamla yanıma koştu Tekrar hıl'at verdi Kazvîn'de mübarek makamlar da ziyaret edildi Rebîülâhırın ilk günlerinde Kazvîn'den ayrıldık (5)
Sultaniye yakınlarında Ebher şehrine geldik Burada Ahî Evrân'ın oğlu Pîr-Hasan'ın türbesini ziyaret ettik Oradan Dergüzin'e ve andan Hemedân'a vardık Burada Aynülkuzât-ı Hemedânî'yi, Pîr Ebu'lAlâyı, Hazret-i Peygamber'in sancakdârını ziyaret edip ruhlarına fatihalar okuduk Sâdâbâd'a geldik Burada Safevîler'in serhad beylerinden Peykoğlu Hasan Bey’le görüştüm Beni bir ziyafete davet etti
Nihâvend şehrine gelerek Lûristan'a ayak bastık Bîsütûn dağına vardık Burada imam Kasım'ı ziyaret ettik Oradan “Veyselkaranî” denen kasabaya ulaştık Kasr-ı Şîrîn yoluyla Kürdistan vilâyetine eristik Kal'a-i Zencîr'e vardığımızda hava gayet muhalifti Halk, “hümâ” denen kuşun göründüğünü iddia ediyor, kimi bunun uğurundan, kimi uğursuzluğundan bahsediyordu Bu kuş hakkında türlü türlü şeyler anlatıyorlardı
(4) Seydî - Ali Reis, diğer Müslüman devletlerin feodal bünyesiyle Osmanlı devletinin merkeziyetçiliğini mukayese ederek, Osmanlı sisteminin üstünlüğünün en mühim noktalarından birine parmak basmaktadır
(5) 1557 şubatı ortaları
Burada maiyetime tayin olunan Nazar Bey'e ruhsat verdim, gitti Ertesi sabah güneş doğarken hareket ettik “Dokuz ölüm” dedikleri nehirden geçtik Şehribân yoluyla Bağdad'a yaklaştık Bağdad'da beylerbeyi Hızır Paşa ile görüştüm Bu kadar sergüzeştten sonra Osmanlı memleketlerine ayak bastığım için beni tebrik etti ve envai riâyetler gösterdi
BAKIYYE-İ AHVALİ BEYAN EDER
Cemâziyelevvelin ilk günlerinde (6) Bağdad'dan ayrıldık Dicle'yi sallarla geçtik, Hindistan yolculuğumun başında Bağdad'a uğrarken ziyaret ettiğim din ve tarihi makamları tekrar gördüm Tekrît yoluyla Musul'a geldim Cizre'den Nusaybin'e vasıl oldum Mardin'e uğrayıp Diyâr-ı Bekr'in merkezi Amid şehrine ulaştım Beylerbeyi İskender Paşa'yla görüştüm Vâkı' olan sergüzeştimi hayretle dinleyip taaccüb etti:
— Size olan hâdise kimseye olmamıştır, dedi; sizin gördüğünüz memleketleri ve acayiplikleri, kimse düşünde bile görmemiştir
Gezdiğim ülkelerin hükümdarları ve askerî kuvvetleri hakkında malumat rica etti Ne anlatsam daha fazla tafsilât istiyordu Sonunda:
— Anlaşılır ki, dedi; rûy-i zeminde ne Osmanlı devletine muadil bir devlet, ne Pâdşâh-ı Alempenâh Hazretleri'ne adil olur bir padişah vardır!
Pâdşâh-î Rûm'a nisbet şâh olanlar Hak budur
Bir kişi belkî hababdâ pâdşâh olmakdürür
beytimi okuyarak cevap verdim Osmanlı askeri hakkında da:
Mağrib-û Maşrık'da Rûm'un leşkerî meşhurdur
Kande azm eylerse onlar daima mansûndur
beytini söyledim Hemen Cenâb-ı Hak, Kıyâmet gününe kadar devletimizi mâmur ve askerimizi mansûr-u muzaffer eylesin! Âdâsı mahkûr ve zâr-ü hakıyr-übî-mıkdâr ola! Âmîn, bi-hürmeti Seyyidi'l-Mürselîn!
İskender Paşa, benim öldüğüm haberinin bütün Osmanlı ülkelerinde yayıldığını da bildirdi Hattâ Mısır kapdanlığına Rodos sancağı beyi Kurdoğlu'nu tayin etmişler, İskender Paşa'ya son yazdığım şu muhammes'i okuyarak sohbete son verdim:
Rağbet eder mi â'şık olanlar bu haneye
Sayd olma dama ey gönül aldanma daneye
Sahm-î kaza bilirsin erişir nişaneye
Çekmek belâ vü mihneti â'lemde yâ neye
Gördün zamane uymadı uy sen zamaneye
Baş eğme dehre izzet içün olma mübtezel
Elvermese zamane sakın eyleme cedel
Pendim kabul eyle benim sözüm esle gel
Bir kişiye nasîb gelir bûdürür mesel
Gördün zamane uymadı uy sen zamaneye
Ney gibi inlesen n'ola her dem edip figan
Kaanûn edindi kaddini çeng etmeyi cihan
Güç eylemi usûle gözet dâiren hemân
Gördün senin teranene raks eylemez zaman
Gördün zamane uymadı uy sen zamaneye
Dünyâ senin imiş tutalım n'eylesen gerek
Â'kıl odur ki yok yere hare etmiye emek
Sanma muradın üzre döner dâima felek
Gûş et nasihatim hele benden sana demek
Gördün zamane uymadı uy sen zamaneye
Yazmış ne kim mukarrer ise levha çün kalem
Elbette başa gelse gerek yazılan rakam
Şad olma izzet île fena gelse çekme gam
Ey Kâtibi cihanda nedir çektiğin elem
Gördün zamane uymadı, uy sen zamaneye
Gucarât'ı Osmanlı devletine ilhak etmek arzusu hatırımdan asla çıkmıyor, Lâmiî'nin şu kıt'asını kendi kendime tekrarlıyordum:
Senin gitmez başından bu havalar
Dimağın cümle toprak dolmayınca
Bu sergerdanlığın pâyânı yokdur
Vücûdun serteser hâk olmayınca
SULTAN SÜLEYMAN HAN’IN HUZURUNDA
Amid'den Ergani'ye geldim Zülkifl Nebî'nin makamını ziyaret ettim Harput yoluyla Malatya'ya vardım Seydî - Gazi'nin makamına yüz sürdüm Sivas'a geldim Beylerbeyi Âli Paşa ile görüştüm Abdülvehhab Gazi'nin makamım gezdim Türbedarı olan Ali Baba ile sohbet ettim, duasını aldım Hacıbektaş kasabasına vardım Hacı Bektaş Velî ve Balım Sultan'ın türbelerini ziyaret ettim Kırşehir'de Ahî Evrân ve Aşık Paşa'nın makamlarında fatiha okudum Kızılırmak'ı Çâşnigîr Köprüsü'nden geçtim Ankara'ya vasıl oldum Hacı Bayram Veli'yi ziyaret ettim Anadolu Beylerbeyisi Cenabi Paşa buradaydı Onunla da görüştüm Beypazarı yoluyla Bolu'ya ve oradan Mudurnu'ya geldim Göynük'te Şeyh Akşemseddin Hazretlerini ziyaret ettim Taraklı Yenicesi'nden Geyve'ye burada bir köprüden Sakarya’ya geçtim Ağaçdenizi ve Sapanca yoluyla İzmit'e vasıl oldum Burada, Hindistan'dan beri ilk defa deniz görüp şad oldum Nebî Hâce'yi ziyaret ettim
(6) 1557 mart ortaları
Üsküdar'a gelip Boğaz'ı geçtim Pây-i Taht-ı Cihan olan Mahrûsa-i İstanbul'a vardım Selâmetle seyahatimi tamamladığım için Cenâb-ı Hakk'a şükürler ettim Mihnetler, elemler ve maceralar son bulmuştu 964 recebinin başlarında (7) Galata'daki konağıma indim Padişah Hazretleri'nin Edirne'de olduklarını haber aldım Hemen ertesi günü hareket ettim Edirne'ye geldim Sultan Süleyman Han Hazretleri, geldiğimi öğrenir öğrenmez beni huzûr-ı saadetlerine kabul buyurdular Mübarek ellerini öptüm Artık Çağatay Türkçesi'ne iyiden iyiye alıştığım için hemen o lehçede 5 beyitli bir gazel söyledim
Saâdetlü Pâdşâh-ı Alempenâh Hazretleri'nin inayetlerine ve ihsanlarına mazhar oldum Vezirlerle de teker teker görüştüm Ve hepsinin iltifatlarıyla sevindim Bilhassa Vezîr-i âzam Rüstem Paşa Hazretleri çok lütfettiler Çektiğim meşakkate binaen günde 80 akça (8) maaş ihsan olundu Benimle bunca cefa çeken zabitlerimin maaşlarına günde 8'er akça zam yapıldı Sair levendlerime günde 6'şar akça terakki verildi Hepimizin 4 yıllık güzeşte maaşlarımız def’aten ödendi
Receb ayının son günlerinde Sultan Süleyman Han Hazretleri, saadetle Edirne'den İstanbul'u teşrif buyurdular
Yâ İlâhi cümlemizi eyledin dünyâda şâd
Âhıret'de dâhi eyle rahmetinle ber-murâd
beytini söyleyerek İstanbul'a geldim
Bu kıssadan ashâb-ı ibrete ve erbâb-ı hıbrete hisse oldur ki, kişi olmaz havalara ve uzun sevdalara yeltenmeyip “el-kanâ’atü kenzi lâ-yefnâ” (9) mefhûmu ile â'mil olup sükûn üzre ola İttifak takdîr-i Rabbani ve hükm-i bî-tagayyür-i Sübhânî birle, diyâr-ı gurbete düşüp vatandan dür ve meskenden mehcûr olup deryây-ı meşakkatte zâr-ü hayran ve girdâb-ı belâda bî-hânmân olup vâdî-i mihnetde sergerdân ve bevâdî-i gurbetde nâlân-u giryân iken “hubbü'l-vatan mine'1-îmân” (10) muktezâsınca ârzûy-i vatan edip kendü diyarına azm-ü Pâdşâh-ı İslâm'ın nî'meti hakkın bilip âstâne-i sa'âdetine yüz sürmeye kasd-ü cezm eylese, bilâcerem ol kimsene yanında kalmayıp, maksûdu Hak - Sübhânehu ve Ta'alâ katında hâsıl ve az müddetde pek çok makaasıdına vâsıl olup, dünyâ vü âhıret'de yüz aklılıkların tahsil edip beyne'n-nâs makbul ve memdûh vü ebvâb-ı makaasıdı meftûh olmak mukarrerdir (11) Bu kitaba, Galata beldesinde 964 senesi şehr-i şâbânü'l-muazzamının ilk günlerinde (12) başlandı ve 965 saferi ortalarında (13) tamamlandı
(7) 1557 mayısının ilk günleri
(8) Bugünkü satın alma gücü aşağı yukarı 960 TL kadardır
(9) “Kanaat, tükenmez bir hazinedir”
(10) “Vatan sevgisi, imandan gelir” (yani imanı olmayanlarda vatan sevgin bulunmaz)
(11) Son paragrafı, amiralin nesir üslûbundan örnek vermek için aynen aldık
(12) 1557 haziranının ilk günleri
(13) Takriben 7 aralık 1557, Seydi - Ali Reis'in bu eserini 6 ayda kaleme aldığı anlaşılır
Bugünkü dile nakleden ve notlar ekleyen:
YILMAZ ÖZTUNA
Kaynak : Hayat Tarih Mecmuası Sayı : 8 - 11 (1966)
|