Kızılcık Dalları Özeti Reşat Nuri GÜNTEKİN |
04-28-2009 | #1 |
Şengül Şirin
|
Kızılcık Dalları Özeti Reşat Nuri GÜNTEKİN1KİTABIN KONUSU Nadide Hanım’ın yetim olarak konağa aldığı Gülsüm ve onun konak hayatı boyunca başından geçenleri,maruz kaldığı haksızlıkları anlatan bir kitap 3KİTABIN ANA FİKRİ İnsanoğlunun ne kadar iki yüzlü olabileceğini,ne yaparsanız yapın yaranamayacağınızı,menfaatlerin daima kişiliğin önüne geçtiğini,vurdumduymazlığın,edepsizliğin,fit ne ve dedikoduculuğun oluşturduğu sağlıksız ilişkilerin topluma verdiği zararları anlatıyor 2KİTABIN ÖZETİ Nadide Hanım,Pendik istasyonunda Bolu’dan gelecek ortanca kızını bekliyorduNihayet Adapazarı postası gelmiş,Nadide Hanım’ın misafirlerinden başka orta yaşlı bir köylü ile iki çocuk inmiştiBelli ki adamım yola devam edecek parası yoktuO gün akşam Nadide Hanım’ın evinin karşısında kamp kurmuşlar,geceyi orada geçirmeyi planlamışlardıNadide Hanım onları görünce dayanamamış eve almıştı NadideHanım’ın büyük kızı,yani Ğülsüm’ün yanında evlatlık olarak kalabileceğini ifade etmiş ve bu teklif de yaşlı adam tarafından kabul görmüştüFakat Gülsüm,küçük kardeşi İsmail’e inanılmayacak kadar bağlıydıOnu İsmail’den ayırmak imkansız gibi gözüküyorsa da Gülsümayrılığa katlanmış,acısını bir iki gün içinde hazmetmişti Gülsüm evlatlık olarak alındığı bu evde ,evin en küçüğünden en büyüğüne kadar herkes tarafından horlanıyor,her zaman suçlu bulunuyor,azarlanıyor,dövülüyorduGülsüm ‘ü kendi çıkarları doğrultusunda kullanmalarına rağmen o herkesin yardımına koşuyorduHer olayda her konuşmada İsmail’i anar bu da ev halkını sıkardıİsmail’e mektup yazabilmek için okula gitmişse de okuma yazma öğrenememiş;evdeki eskileri ona göndermek için toplamış,onunla görüşmek için para biriktirmeye çalışmış;fakat her defasında başarısız olmuştuAslında Nadide Hanım,Gülsüm’ü evin en küçük çocuğu Bülent’e bakması için evlatlık edinmişse de Gülsüm İsmail’den başka birşey düşünmüyordu Ona İsmail’i unutturmak için Bülent’in süt ninesinin aklına bir fikir geldiGülsüm’e İsmail’in öldüğünü söylediGülsüm birkaç gün ağlayıp sızladıktan sonra onun acısını da gömmüştü yüreğineGercekten bu olaydan sonra Bülent’e ilgi göstermeye başlamış,onun etrafında pervane olmuştuÇocuk Gülsüm’ü o kadar çok seviyordu ki ne derse yapıyorduSeneler geçtikçe Bülent Gülsüm’e ters davranmaya başladı ve bir kaza sonucu Bülent’in kolunun kırılmasıyla Gülsüm’den ayırdılar Gülsüm’ün hayatı ev işi yapmakla ve evdekilere yardım etmekle geçtiği için belli bir iş öğrenememiştiBüyüyüp genç kız olan Gülsüm’ün konakta geçirdiği yedi senelik hayatı ona anlatmıştı ki:ne kadar koşsa yeterli görülmeyecek ,daha fazla koşsun diye dövülmeye devam edilecektiYenecek kızılcık dallarının yekunu degişmeyecekse niye kendini boşuna yormalıydı Bu yaz yine Pendik’teydilerOrada merhum Paşa’nın oğlu süt biraderi Cafer Bey’in oğlu Murat ile karşılaştılarMurat’ın karısı verem olmuş onu temiz hava alması için Pendik’e sahil kenarına getirmişlerdiAma kadının durumu ciddiydi ve yakında ölecektiYani iki çocuklu Murat’ın hali perişandıHasta ziyaretine giden Nadide Hanım Gülsüm’ün hastanın yanında kalmasını uygun bulduBu Gülsüm için kaçırılmaz bir fırsattıÇünkü kafasını dinleyebilecektiHastanın durumu ağırlaştıkça Murat Bey süt nine ile iş birliği yapıp Saniye’yi almak istiyorduKadın ölürken Gülsüm’e :”Eğer ölürsem ve Saniye’yi Murat ile evlendirirlerse ölüm döşeğine düşsünler,evlatlarını görmesinler,benim gibi onlar da gözünün önünde ölsünler”dedi Kadının ölmesiyle konağa dönen Gülsüm,evlenme hazırlığı yapan ev halkına durumu anlatmış ve olacakları beklemeden evi terk etmişti Aradan seneler geçmiş Dürdane karaciğerinden,Saniye apandisten,Şakir Bey kalp hastalığından ölmüş çocukların herbiri bir tarafa dağıtılmıştıNadide Hanım Ankara’da akrabalarının yanında kalıyorduO gece eğlenmek için dışarı çıkmışlar,herkes tarafından sevilen ve herkesin hayranı olduğu ,güzel kanto söyleyen küçük Gülsüm’ü gördülerEvet kanağın en üst katındaki çocuk tiyatrosunun,yatak çarşafından perdeler arasında,sıvanmış kolları,ağlamaktan boyaları birbirine karışmış yüzü ile kanto söyleyen küçük Gülsüm’dü bu 4KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ Nadide Hanım:İyi niyetli,en olmadık zamanda hiç olmayacak şekilde birşeyler çıkarıp üzülen,kederli,vefasız,korkak bir karaktere sahip Gülsüm:Yalancı,edepsiz ve şirret,nihayetsiz derecede yüzsüz ve haysiyetsiz,gayet fitne ve dedikoducudur Karamusallalı sütnine:Dinine bağlı,kendini sevdirmek ve saydırmak ilmini iyi bilen,ağırbaşlı,orta yaşlı bir kadın Saniye:Güzel,alımlı fakat hırçındır Lala Tahir Ağa:Yalancı,azardan utanmaz,nasihatlere aldırmaz,menfaat düşkünü bir kişiliğe sahiptir Murat:Zengin,duygulu,boş konuşan,geveze bir kişiliğe sahiptir 5KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER Kitapta tek bir olay ve tek bir kişi üzerinde durulması,olayların değişmeden aynı boyutta devam etmesi,sade bir dilin kullanılması,ilerleyen bölümlerde ne olabileceğinin önceden tahmin edilebilmesi,olay örgüsünün geniş tutulmaması,beklenen duyguları yeterince karşılıyamaması okuyucuyu sıkmakta ve ilgiyi azaltmaktadır 6YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ 25 Kasım 1889 tarihinde İstanbul’da doğdu İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ ni bitirdi (1912) Bursa’ da başladığı (1913) öğretmenlik hayatına çeşitli okullarda devam etti Milli Eğitim müfettişi (1931), Çanakkale milletvekili (1933-43), Paris Kültür Ateşesi ve emekli (1954) oldu, kanser tedavisi için gittiği Londra’ da öldü İstanbul’ da Karacaahmet Mezarlığı’nda gömülüYazı hayatına Birinci Dünya Savaşı sonlarında (1917) başlayan, ilk eseri de Eski Ahbap (uzun hikaye) 1917’ de basılan Reşat Nuri, 1918’ de tiyatro eleştiri ve araştırmaları yayımlarken bir yandan da hikayeler (Şair Dergisi, 1918/19; Nedim Dergisi, 1919; Büyük Mecmua, 1919) yazıyordu Çalıkuşu’ nun Vakit gazetesinde tefrikasıyla (1922) geniş bir ün kazandı Çok hareketli bir eser olan Çalışkuşu’ nda Anadolu, ilk idealist ve aydın kızı Feride’ ye kavuştu, geniş ölçüde romana girdi Bu roman az okumuş ve aydın, iki sınıfı da, doğal ve canlı diliyle kendine bağladı Reşat Nuri’ nin hemen bütün romanlarında dekor olarak taşra kasaba ve şehirleri çevre, tip, çeşitli problem ve görüşleriyle Anadolu atmosferi görülür Romanlarında sosyal ve hissi konuları işleyen yazar, küçük hikayelerinde bunların yanına mizahı da ekledi Yazdığı, çevirdiği, kitap biçimine girmiş veya dergi, gazete sayfalarında, tiyatro repertuarlarında kalmış tüm eserlerinin toplamı yüzü bulur; bunlardan 19 tanesi telif romandır, 7 tanesi hikaye kitabı Yazdığı, çevirdiği, uyarladığı, oynanmış, basılmadan kalmış oyunlarının sayısı roman ve hikaye kitaplarının sayısını da aşar 7 Aralık 1956’da İstanbul’da öldü ESERLERİ: Hikaye kitapları: Tanrı Misafiri (1927), Sönmüş Yıldızlar (1927), Leyla ile Mecnun (1928), Olağan İşler (1930), vb Gezi yazıları: Anadolu Notları (ilk cildi 1936; ikinci cildi 1966) Oyunları içinde en ünlüleri Balıkesir Muhasebecisi (1953) ve Tanrıdağı Ziyafeti (1955)’ dir Bütün eserleri ölümünden sonra, eşi tarafından, bir külliyat halinde yeniden bastırıldı Romanları: Gizli El (1922), Çalıkuşu (1922), Damga (1924), Dudaktan Kalbe (1925), Akşam Güneşi (1926), Bir Kadın Düşmanı (1927), Yeşil Gece (1928),Acımak (1928), Yaprak Dökümü (1930), Kızılcık Dalları (1932), Gökyüzü (1935), Eski Hastalık (1938), Ateş Gecesi (1942), Değirmen (1944), Miskinler Tekkesi (1946), Harabelerin Çiçeği (1953), Kavak Yelleri (1950), Son Sığınak (1961),Kan Davası (1955), Hikaye Kitapları: Tanrı Misafiri (1927), Sönmüş Yıldızlar (1927), Leyla ile Mecnun (1928), Olağan İşler (1930) Gezi Yazıları: Anadolu Notları (ilk cildi 1936; ikinci cildi 1966) Oyunları:Balıkesir Muhasebecisi (1953), Tanrıdağı Ziyafeti (1955) HAKKINDA YAZILANLAR Reşat Nuri Güntekin Türkan Poyraz – Muazzez Albek (Ankara, 1957) Reşat Nuri Güntekin Hayatı, sanatı ve eserleri Muzaffer Uyguner (Varlık Yay;1967) Romanıyla Reşat Nuri Güntekin İbrahim Zeki Burdurlu (İzmir Eğitim Ens Yay, 1971) Reşat Nuri’nin Tiyatro ile İlgili Makaleleri ProfDrKemal Yavuz Kültür Bakanlığı Y Reşat Nuri Güntekin’ in Romanlarında Şahıslar Dünyası Birol Emil (1984) adlı doçentlik tezi |
Cevap : Kızılcık Dalları Özeti Reşat Nuri GÜNTEKİN |
12-24-2010 | #2 |
Şengül Şirin
|
Cevap : Kızılcık Dalları Özeti Reşat Nuri GÜNTEKİNTren yolculuklarını pek o kadar merak etmezdi Ne de olsa ayakları karada demekti Fakat deniz yolculuklarını hiç sevmez, denizde oldukları gece sabaha kadar uyumaz, ikide bir pencereden başörtüsünü sallayarak rüzgar çıkıp çıkmadığına bakardı Pendik istasyonunda, Bolu’dan gelecek ortanca kızını bekleyen nadide hanım, merak içinde idi İstasyon memuru merak edilecek bir şey olmadığını söylemişti Fakat ne malum! Demek ki korkulacak bir şey de olsa böyle diyecekti Memur, biraz evvel bir telgraf şeridi okumuş, sonra dışarı çıkarak Lala Tahir Ağa ile konuşmuştu Nadide hanım, trenin gecikmesiyle çok korkmuştu Nihayet, güneş batarken istasyon memuru: “Tren geliyor” müjdesini verdi Nadide hanım, o vakit birdenbire kendini bıraktı, korkusunu saklamaya artık gerek kalmadığı için; -Aman çocuklar, size söylemedim amma, bittim Şeytan neler getirdi aklıma dedi Posta, bugün adeta boş gibiydi Pendik’e Nadide Hanımın yolcuları dışında orta yaşlı bir köylü ile iki çocuk indi Köylü, uzun boylu, siyah, seyrek sakallı, bir adamdı Sırtında pelerin şeklinde omuzlarına atılmış bir pembe yorgan, elinde bir bakraç, koltuğunun altında küçük bir yeşil çekmece vardı Çocukların büyüğü küçük kardeşini sırtına almıştı Büyük, yedi yaşında, mavi başörtülü,sarı entarili, ablak bir kızdı Birdenbire: “İsmail’in bardağı kaldı, İsmail’in bardağını bulun” diye bağırdı Köylü: “Kız kes sesini …Çakal gibi ne bağırırsın?…” diyorsa da kız sesini kesmiyordu Dışarıda sekiz on kişinin dikkati köylülerin üstünde toplandı Tren kalktıktan sonra istasyonda bir komedi daha geçti Çünkü, köylüler Göztepe’ye gitmek üzere Pendik’e gelmişlerdi Lala Tahir Ağa bir türlü çocukları köylülerin etrafından ayıramıyorduköylü ile Gülsüm, onları çok eğlendirmişti ki, sofrada hep onların lakırdılarını ediyorlardı Bütün bu güzel olaylara rağmen Nadide Hanım kendini üzmeyecek bir şey buluyordu Yemek bittikten sonra, çocukları bahçeye, oynamaya bırakan Nadide Hanım beş on dakika sonra, çocukların koşarak büyük bir havadis getirdiklerini gördü Bu yorganlı ile Gülsüm ün sokakta yatıyor olmalarıydı Köşk halkı, konuşmak için yorganlıyla Gülsüm ün yattıkları sokağa gittiler Yorganlı ile Lala konuşuyorlardı Kalender ve demokrat büyük hanım böyle fakir insanlarla konuşmayı çok severlerdi Bu gece köşke komşu olmalarını istemişlerdi Yorganlının kabulü üzerine köşke gidildi Köylülere gece sofrasının artıklarıyla güzel bir ziyafet çekildi Yorganlı haline göre tek gözlü bir adam görünüyordu Çerkez Dere köyünden geliyorlardı Bir haftadan beri yoldalardı Yorganlı sokaktaki kampını kaldırmıştı Gülsüm uyuyan İsmail’i yemek yedirmek için dürtüşlüyorken yorganlının: “uyku yemekten tatlıdır” Sözünü dinledi ve dürtüşlemeyi sonlandırdı Yorganlı, Gülsümün neden böyle yaptığını anlattı Gülsüm, eline geçeni İsmail’in ağzına vere vere çocuğu yolda öldürecekmiş Çocuk hala hastaymış Biraz yer içerse yerine gelirmiş Gülsüm kardeşini çok seviyordu Gülsüm, Nadide Hanım’ın en küçük torunu Bülent için ne bulunmaz bir dadı olabilirdi Yorganlı bir haftadan beri yolda neler yaptığını ve iki ay evvel çocukların anasının da öldüğünü söyleyince Nadide Hanım karırını vermişti Onların durumuna üzülüyor ve gülsümü evlatlık almak istediğini yorganlıya anlattı Yorganlı ve gülsüm bu sözleri ilk başta ciddiye almıyor; ama sonrada ciddi olduğunu anlayınca sessiz kalmışlardı Yorganlı, çocuğun soyunu, sopunu methediyor babasının da, anasının da çok namuslu olduğunu söylüyordu Sözlerini şöyle bitirdi: -Keşki yanına alsan da adam etsen Hanım Efendi Bu söz, Nadide Hanımı kamçılamış ve yorganlının da kızını verebileceğini göstermişti İsmail’i ne yapacakları da kararlaştırılınca yorganlının aklı iyiden iyiye yatıyordu Sonunda Gülsümün, Nadide Hanımın köşkünde, İsmail’in de Ederine yetimhanesine gönderilmesi kararlaştırıldı Yorganlı, gülsümün nüfus kağıdını büyük hanıma teslim ettikten sonra sabah gülsüme görünmeden, İsmail ile birlikte gittiler Gülsüm, amcasının İsmail ile beraber kaçtığımı haber alınca köşkü yerle bir etti Nadide Hanımın sözlerini aldırmıyor “İsmail” deyip “İsmail” işitiyordu Kız İsmail’i hiç kimseye tercih etmiyor “Ben İsmail’i isterim” diye inliyordu Nadide Hanım gülsüm ile bahsederken bazen “Emanetullah” diye bahsederdi Köşke gelen Emanetullah artık bir haftalık kirlerini ve yırtılmış giysilerini çıkarma zamanı geldiğini Nadide Hanımdan duymuştu köşkteki ilk gün temizlik ve güzel giysi giyinmekle başlamıştı Geçen zamanda, gülsümün görevi köşkteki dört çocukla oynamak, onlarla zaman geçirmekti onları peşine takarak tarlalarda koşuyor, evin etrafında kovalamaca, üzüm kütüklerinin arasında saklambaç oynuyordu Evdekilerin ondan tek şikayeti İsmail’in adını ağzından düşürmemesi önüne geleni ondan bahsetmesiydi Büyük küçük demez kim olursa olsun İsmail’e benzetir bir yan bulurdu Sonra, İsmail’e ait bitmez tükenmez vakalar, maceralar… Evdekiler, bu İsmail lakırdısından bıkmış artık evde İsmail kelimesini duymak istemiyorlardı Nadide Hanımın İsmail lakırdısına tahammülü kalmamış gülsümün yanında İsmail dediğini duyunca çok kızarak kıza bir daha onunla ilgili bir kelime bile söylemesini yasaklamıştı Gülsüm artık kardeşinin adını anmaya korkar olmuştu zamanla İsmail adı büsbütün ortadan kalktı Tahir ağa ufak tefek ayak işlerine bakmakla beraber konakta asıl işi çocuk lalalığı idi Bugüne kadar üç nesil yetiştirmişti İhtiyarlığına tesadüf eden bu son nesil, lalanın rahmet okuduğu nesildi Çocukların en ufak kötü hareketlerinde lala suçlanır, lala kötü duruma düşerdi gülsüm geldikten sonra bu durum değişti bazı kötü durumları gülsümün üstüne yükleyerek kendi suçunu azaltıyordu Lala okulların açılmasını dört gözle beklerdi Okullar açıldığında lalanın başı rahattı ama bir kötülük vardı Dersler devam ettiği müddetçe okulun kapısında nöbet bekleyecekti Aslında bu iş fazla zor değildi Mektepte hergün beş altı öğün dayak olurdu Sopa vurmadan çocukların kafasına ilim ve edep sokulamıyordu Hoca, çocukları dövmekle yalnız onları terbiye etmiyor; lalaya ettikleri cefalarında intikamını alıyordu Dayağı yiyenler konağın çocukları olmasa da lalanın gönlünü rahatlatmaya yetiyordu Nadide Hanım gülsümü mektebe göndermeye karar verdi Daha mektebin ilk günüde gülsüm dayak yemeye başladı, ama hoca buna vurmaktan bıktı ve lalaya “bu çocuk okumayı bu kafayla sökemez” dedi Nadide Hanım, hadi okumayı sökemiyor belki Arapça’yı daha kolay söker diye (amme) cüzü okutmaya başladı Cüzü de başaramayınca da boşta kaldı ve Gülsüm ün okumaya yüzü olmadığı anlaşıldı Gülsüm arada sırada lala ya İsmail den bahseder, lala Gülsüm ü dinlerken uyuya kalırdı Lala ile Gülsüm ün arası iyiydi Nadide Hanım, Gülsüm ün bir hiçbir zaman İsmail ile ilgili konuşmasını istemediğinden Karamusallı sütninenin fikrini cazip buldu Ve orta oyununda kardeşinin öldüğü yalanını duydu Fazla zaman geçmeden İsmail’i unuttu Saniye, Nadide Hanım’dan gizlice sigara içiyor, Nadide Hanım’ın ara sıra içtiği sigaralardan Gülsüm yardımıyla çalıyordu Bununla birlikte Gülsüm ün çalmaya yönelmesi ve çaldıklarının bazılarını stok etmesi özelliklerini kazanmıştıgülsüm kendi ihtiyaçlarını parayla değil, çalmayla karşılamaya başlamıştı Çaldıklarının anlaşılması üzere Nadide Hanımın damadı binbaşı Feridun, Gülsümü çok köyü tartakladı Feridun bey, aile içinde tatlı, mahcup, sessiz bir adamdı Ama askerliğe geldiğinde birden değişiyor ve katı kurallar koyarak istediğini yaptırıyordu Gülsüm yediği dayağın üstüne artık kendinin olmayan hiçbir eşyaya elini sürmüyordu Nadide Hanımın en küçük torunu, Bülent çok hastalanmıştı Hasta olmadan önce Gülsüm Bülent’e fazla ilgi göstermiyor, onunla oynamıyordu Hastalığı zamanında her gece nöbet tutar, ağlamaya başladığı zaman kucağına alır uyuturdu Hastalığı geçince, Gülsüm Bülent’i sevmeye başladı ve kardeş gibi benimsediği Bülent’e iyi bakmaya başladı Köşke yeni gelen Azize ismindeki hizmetçinin çaldığı yüzük, Gülsümün üzerine atılmış bir yalandı Karakoldan getirilen polis memuru bu işi araştırıyordu sonunda Azizenin çaldığı anlaşıldı Bir yaz konaktakiler Pendik’teki yazlığa gittiler Konak denize çok yakındı Nadide Hanım pencereden her dışarıya baktığında bir adamla bir kadın görür, kadın hasta olduğundan arabanın içinde oturur kocası karısının yatalak olmasından yaralanarak yoldan geçen kadınlarla ilgilenirdi Nadide Hanım her görüşte bu adama beddua ederdi Bir gün bu adam konağa geldi Herkes korkmuştu Ama korkuları boşa çıktı çünkü yakın akrabaları Murat idi Murat Pendik’in sayılı zenginleri arasındaydı Tatil bittiğinde Gülsüm konağa dönmemişti Murat’ın evinde, karısına yardım etmek için orda kalmıştı Diğer günlerde Murat ve ailesi teyzesinin konağına gitti Nadide Hanımın Murat’ın karısı öldükten sonra saniye ile evlendirecekti Gece herkes yatakta iken Gülsüm, Murat’ın karısının vasiyetini vermek üzere Nadide Hanımın odasına gitti Vasiyette; Sizin küçük hanımı Murat Bey’e verirlerse Nadide Hanım şöyle söyler; “Hasta sana beddua etti… Evlatlarının hayrını görmesin, onlarda benim gibi gözünün önünde ölsünler” Bu vasiyeti okuyan Nadide Hanım bayıldı Gülsümü odadan kovmalarıyla, Gülsüm odasından eşyalarını topladı ve köşkten ayrıldı Uzun zaman sonra Nadide Hanım hala hayattaydı ama Saniye, Dürdane ve Şakir Bey ölmüşlerdi Diğer Ankara’ya taşınmışlardı Ankara’da tiyatroya gittiklerinde gecenin kahramanı Mücella Suzan’dı O sahneye çıktığında Naciye onun gülsüm olduğunu anladı Bizim dişlek, okuma – yazma bilmeyen Emanetullah oradaydı ve kanto yapıyordu O artık bir sanatçıydı ANA FİKİR Evlatlık aldığımız çocukları, kendi çocuğumuzla aynı seviyede tutmalıyız Onları kendi çocuğumuza duyduğumuz duygularla sevmeliyiz İnsanları kötü işler yapmaya zorlamalıyız ALINACAK DERSLER ·İnsanları yapmadıkları suçlar nedeniyle suçlamamalıyız ·Çıkarlarımızı yerine getirmek için bir insanın hayatını yok etmemeliyiz ·İstenilen bir şeyin üstünde çok durmamalıyız ·Suçlu olan kişi suçu başkasına atmamalıdır ·Ufak hatalarımızı büyütmemeliyiz ·En sıkışık zamanda bile yalan söylememeliyiz ·Zararsız gibi görünen eşyaları bile çalmamalıyız Hırsızlık yapmamalıyız ·İnsanlara birden fazla şans vermeliyiz Sadece bir işi başaramadığı zaman diğer işleri de başaramaz denilemez ·İnsanları döverek değil, iyilik yaparak, iyi sözler söyleyerek yaptırmak istediğimiz işi yaptırabiliriz ·Yapmayı istediğimiz işlerin sonucuna katlanmak zorundayız OLAYIN KİŞİLERİ VE TAHLİLLERİ NADİDE HANIM (Büyük Hanım) : Altmışından sonra bile sırım gibi bir vücuda sahip olan Nadide Hanım, kızdığı zaman yapabileceğinin en kötüsünü yapar, iyi zamanında istenilen ve sevdiği işleri yapmaktan hoşlanırdı, vefakarlığı çok sever, kibar insanlarla konuşmaya bayılırdı Çocuklarla iyi geçinmeye çalışır ama hizmetçilerle fazla geçinemezdi İki üç ayda bir hizmetçi değiştirmek zorunda kalırdı GÜLSÜM (Emanetullah) : Ön iki dişi dışarı çıkmış, pis gezmeyi sever gibi pis gezen, istenilen şeyleri yapmayı seven, sabırlı ve bebeklerle oynamayı onlara bakmayı seven, kafası derslere çalışmayan, köylü cahil bir kızdır Köşk halkının fazla sevgisini kazanmamıştır FERİDUN BEY: Aile içinde tatlı, mahcup, sessiz bir adamdı Askerliğe geldiğinde çok katı kurallar koyan ve istediğini yaptıran bir adam Köşk halkı tarafından sevilen bir adamdı Orduda Binbaşı olarak çalışmaktadır KARAMUSALLI SÜTNİNE: Kurnaz fikirleriyle Nadide Hanım’ın zihnini çeldiBülent’e dadılık yaptı Nadide Hanım tarafından pek sevilmese de Gülsüm’ün sevgisini kazandı LALA TAHİR AĞA: Yaşlanmasına rağmen 3 nesil yetiştiren Tahir Ağa köşk halkı tarafından seviliyor ve çocuklarla ilişkisi iyiydi SANİYE HANIM: Uzun boylu, lepiska saçlı, ebrulu yanaklı, şarkı söylerken çıkardığı sesin kesinlik ve şiddetinde nasıl olup da yırtılmadığına hayret edilecek kadar mini mini bir ağız, çekme bir buruna sahipti Gülsüm ün en sevdiği bayandı OLAYIN GEÇTİĞİ MEKAN Olay genellikle köşkte geçmektedir Ama bazı olaylar Pendik’te, sonlara doğru Ankara’da geçmektedir Başlarında tren istasyonunda kızını beklemesi, bazen çocukların sinemaya gitmeleri mekana etki etmektedir YAZARIN HAYATI Reşat Nuri Güntekin (1899_1956) Yazar, İstanbul’da doğdu İlk ve orta tahsilini Çanakkale ve İzmir’de yaptıktan sonra, İstanbul Darülfünunu Edebiyat Fakültesinden mezun oldu İlk olarak Bursa Sultanisi orta kısım Fransızca öğretmenliği yaptı Öğretmen ve idareci olarak İstanbul’da görevler yaptıktan sonra Milli Eğitim Bakanlığı genel müfettişi yurdu baştan başa dolaştı Çanakkale milletvekili olarak parlamentoya girdi Paris kültür Ateşesi ve Unesco temsilcisi oldu Emekliliğinden sonra İstanbul şehir Tiyatrolarında edebi hayat üyeliği yaptı Kırıcı, yıkıcı söyleyişten daima dikkatle kaçınmıştır Kuvvetli gözlem, bilgi, görgü, zevkli sağlam ve zengin bir dil; keskin zeka; derin ve yüksek duygu ve düşünce ile değerli eserleri yaratmıştır Ayrıca, bir çoğu yabancı dillere çevrilmiş olan serleri, birer dil okulu vazifesi görmektedir BAŞLICA ESERLERİ: Roman:Gizli El, Çalıkuşu, Dudaktan Kalbe, Damga, Akşam Güneşi, Bir Kadın Düşmanı, Yeşil Gece, Acımak, Yaprak Dökümü, Kızılcık Dalları, Gökyüzü, Eski Hastalık, Ateş Gecesi, Değirmen, Miskinler Tekkesi, Kavuk Yelleri, Kan Davası, Boyunduruk, Son Sığınak Hikaye: Eski Ahbap Gençlik ve Güzellik, Roçild bey, Sönmüş Yıldızlar, Tanrı Misafiri, Leyle ile Mecnun, Olağan İşler Oyun:Gönül veya İnhidam, Hançer, Şemsiye Hırsızı, Taş Parçası, Eski Rüya, Yaprak Dökümü, Kır Çiçeği, Gazeteci Düşmanı, Bir Köy Hocası, İstiklal Vergi Hırsızı, Bir Yağmur Gecesi Yolgeçen Hanı, Balıkesir Muhasebecisi, Ağlayan Kız, Eski Şarkı, Hülleci, Tanrı Dağı Ziyafeti, Bu Gece Başka Gece
__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
|
|