Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Psikoloji / Sosyoloji / Felsefe

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
gökalpin, modernleşmesinde, türk, ziya, önemi

Türk Modernleşmesinde Ziya Gökalp'in Önemi

Eski 09-06-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Modernleşmesinde Ziya Gökalp'in Önemi



I- GİRİŞ

“Ziya Gökalp’in Türk Modernleşmesindeki Önemi” konulu bu çalışmada öncelikle II Meşrutiyet’in ilanı ile birlikte önem kazanan İslamcılık Batıcılık Türkçülük akımlarından ve bu akımlar içinde Ziya Gökalp’in yerinden bahsedilecektir Bundan sonra Ziya Gökalp ideolojisinin temel özellikleri ele alınacak onun Yeni Türkiye’nin oluşum aşamasına ideolojik anlamda etkileri tartışılacaktır Üzerinde asıl olarak durulacak konu Ziya Gökalp’in “Hars ve Medeniyet” ayrımıdır

II- ÜÇ DÜŞÜN AKIMI

1908 yılında II Meşrutiyetin ilanı ile birlikte geniş kapsamlı bir ideolojik farlılaşma dönemi başlamıştır 1908 olayının nitelik bakımından bir “inkılap” mı yoksa bir “ihtilal” mi olduğu konusu tartışma yaratmıştır Yaygın görüş ihtilal niteliğinde olduğundan yanadır çünkü bir inkılap gelişmenin yollarını açacak şekilde toplumun belli başlı kural ve kurullarının yeni temellere oturtulması demek olmalıydı (BERKES 1978? ; 404)

İnkılap niteliğinden yoksun olduğundan dolayı bu olay yalnızca aydınlar arasında kalmış toplumsal yapı değişikliği getirememiştir İslamcılık Batıcılık Türkçülük (ya da Ulusalcılık) denen üç düşünce akımının başlaması bu zamana denk düşer

Bu üç akımın düşünürlerinin hemfikir olduğu nokta Osmanlı’nın geri kalmış olduğuydu Herkes bu noktada anlaşırken bu durumun sebeplerinin neler olabileceğine verilen yanıtlar ve getirilen çözüm önerileri bağlamında önemli ayrılıklar yaşanmıştır

Batıcılar geriliğin sebeplerini Batı uygarlığından kopuk kalınmasında bulurlar bu kopukluğun yaşanmasındaki temel etken de İslam dinidir Şeriat hayatın hemen hemen her alanına gitmiş böylece gelişimin önündeki engel olmuştur Örneğin Abdullah Cevdet’e göre:

“Geri kalışımızın nedeni Asyalı kafamızdır; dejenere geleneklerimizdir Bizi yenen güç bizim görmek istemeyen gözlerimiz düşünmek istemeyen kafalarımızdır Bizi geride bırakan bırakmaya devam edecek gelecekte de bırakacak olan güç dünya işlerini hükmü altına alan bir din-devlet bileşimi sistemidir” (BERKES 1978? ;406)

Müslümanların yalnız maddi değil manevi uygarlık alanında da Batı uygarlığının gerisinde olduğunu İslamcılar da kabul ediyorlardı Ancak onlara göre bu geri kalışın sebebi İslam dini ve şeriat değil tam tersine şeriatın hayatın her alanına genişletilememesiydi Onlara göre İslam diğer dinlerden farklı olarak zaten bir akıl diniydi ve geçmişte en yüksek uygarlık İslam uygarlığıydı Müslümanların ilerlemesinin önündeki asıl etken İslamlık öncesi ve İslamlık dışı inançların yaşamaya devam etmesiydi Arap olmayan kavimler İslamlık dışı geleneklerini yaşatmaya devam ettiklerinden İslamlığı çarpıtmışlardı

İslamcılar arasından özellikle Sadrazam Sait Halim Paşa’ya göre Müslümanların gerilemesindeki bir başka etken Hıristiyan düşmanlığıydı Müslümanların Hıristiyanların siyasal egemenliğine girmesiyle İslam kavimleri arasında din birliği yok olmuştu Hıristiyan düşmanlığının etkisi altında Müslümanların kimileri geriliklerinin sebeplerini istibdatta kimileri ulemanın bilgisizliğinde kimileri dinin ihmalinde kimileri din taassubunda bulmaktaydı ve bu durumda ortaya çıkan sonuç geri kalışın gerçek nedenlerini fark etmemize engel olan şeyin kendi kafalarımızın karışıklığı olduğuydu

Bununla birlikte Batı ilerlemenin tek yolunun onlar gibi olmak olduğu inancını kafalara işlemekteydi Böylelikle Batı hayranları Batı’dan gerekli şeyleri almakla Batılılaşmayı birbirine karıştırıyorlardı Bunun sonucu olarak doğan boşluk da ilerlemenin bir başka engeliydi

Sadrazam Sait Halim Paşa ayrıca İslamlık ile Hıristiyanlık arasında bir kıyas yapmış ve politik ahlaki toplumsal sorunlar gibi konuların hepsinde İslamlığın Hıristiyanlıktan üstün olduğu sonucuna varmıştır

Meşrutiyet dönemindeki fikir tartışmalarında görüş birliğine varılan bir başka nokta reform sorunlarının hep Batı uygarlığı ile karşılaşmanın doğurduğu sorunlar olduğudur (BERKES 1978? ; 409)

Batıcılar’a göre Batı uygarlığı sadece maddi ilerlemelerde değil; yaşayışta düşünce ve sanatta diğer uygarlıklardan açıkça üstün mükemmel bir uygarlıktır Bu nedenle geri kalmış bir ulusun kendi geriliğinden kurtulması ve Batı’nın ilerleyişine katılması ancak onu bütünüyle anlayıp kabul etmesi ile mümkün olabilecektir Batı uygarlığını ayıran özellikler kişinin din ve devlet baskısından kurtulması birey olarak değer kazanması insan haklarının üstünlüğü; aklın inanç ve geleneğin üzerinde tutulması ve bilimin cehalete karşı zaferiydi

İslamcı düşünceye göre ise Batı’nın özü hümanizm değil Hıristiyanlıktı Bu nedenle de İslamlıkla uyuşması mümkün değildi

İslamcılar da Batı uygarlığının maddi yanlarının alınması fikrine katılıyorlardı Ancak İslamcılar’a göre Batı’da bilimin ve teknolojinin ilerleyişi bu yanlar Hıristiyanlık sayesinde değil Hıristiyanlıktan uzaklaşıldığı için gelişmişti Batı’da ortaya çıkan demokrasi sorunu gibi bazı sorunlar İslamlıkta ortaya çıkamazdı çünkü zaten Batı toplumu eşitsizlikler ve sınıf ayrımı üzerine kuruluydu Oysa İslam eşitlik ve kişi özgürlüğüne dayanırdı(!) dolayısıyla İslamlıkta ne demokrasi sorunu vardı ne de özgürlük “İslam toplumlarında da böyle sosyal sorunlar bulunduğunu düşünmek kör bir taklitçilikten başka bir şey değildir Bizim toplumumuzun sorunlarına anayasal rejim yasama organları parlamenterizm gibi Batı’ya özgü tedbirleri uygulamaya kalkışmak sadece anlamsız eylemler olmakla kalmaz; İslamlığın kendini geliştirmesini zararlandıracak engellemeler olur” (BERKES 1978? ;410)

Böylece bizim Avrupa’nın biliminden endüstrisinden yararlanmamız gerekirken bu uygarlığın adetlerinin ve ahlakının ülkemize girmesini önlememiz şarttı Avrupa’nın medeni kanunlarının toplumun ahlakı üzerinde ne denli yaralayıcı olduğu ortadaydı

Ulusçu görüşün Batı anlayışı ise bu iki görüşünkinden tamamen farklıydı Bu görüşün asıl temsilcisi Ziya Gökalp’e göre geri kalmışlığın sebepleri ne İslam kavimlerinin bu dini seçmeden önceki geleneklerinin yaşatılıyor olmasındaydı ne de bugünkü Avrupa egemenliğindeydi

“Müslümanlar geri kalmışlardır: çünkü dünyanın koşullarının geliştirdiği çağdaş değişiklikleri hiçe saymışlardır; dinlerini bu yeni koşullar altında yeniden yorumlamaktan kaçınmışlardır; dinlerine çağdaş koşullar altında yeni anlamlar verememişlerdir Batı uygarlığı üstün bir uygarlık olarak ortaya çıktığı zaman Müslümanların gösterdiği taassubun altındaki neden de budur (b) İslam dininin ve şeriatının Müslümanlaşmış ulusların ulusal kültürlerini onlar üzerine kendi ümmet uygarlığı hukukunu kurmakla yıkılması ikinci baş nedendir; bu yüzden İslam uygarlığı çağdaş uygarlık karşısında iflas edince bu halklar ulusal kültürden yoksun yığınlar olarak ayakta duramıyorlar” (BERKES 1978? ; 408)

Ziya Gökalp modern Batı uygarlığının temel gerçeğinin akıl aydınlık insanlık değil; içinde dinin de rol oynadığı ulus kültürleri olduğu fikrini savunmuştur Batı uygarlığı değişik ululardan meydana gelmiştir ve o bir Avrupa ulusal birliği değildi Avrupa’yı meydana getiren uluslar kendilerine özgü kültürleriyle birbirlerinden ayrılmaktaydı Böylece Batı uygarlığına katılmak demek Batıcılar’ın söylediği gibi Batı uluslarının kültürlerini almak demek değildi; çünkü bir ulus ancak kendi kültürünü muhafaza edebildiği sürece ayakta kalabilirdi O nedenle öncelikle ulus olmayı başarmak gerekmekteydi

İslamcılar’ın gösterdikleri model Japonya idi Japonlar Batı uygarlığının iyi ve kötü yanlarını ayırt edebilmişler iyi yanları kendi dinleriyle birleştirerek ilerleme yoluna girebilmişlerdi Fakat aslında Japonya doğru seçilmiş bir örnek değildi Çünkü İslamcı yazarlar Japonların da İslamlık ve Hıristiyanlık türünden bir dinleri olduğunu (Budizm) ve bu dinin de İslam gibi bir din olduğunu sanıyorlardı Oysa Japonya’nın ulusal kültürü Şinto’dur Bu ne bir kitap dinidir ne de bir şeriatı vardır Bir Şinto Japon istediği herhangi bir dini seçebilir Buna göre Japonlar kitapsız şeriatsız peygambersiz olduklarından aslında İslamcılar için dinsiz bile sayılabilirlerdi (BERKES 1978; 414)

İslamcılar’a göre şeriatın kapsamadığı alanlar Batı uygarlığına açılabilirdi Fakat bunlar örf ve adetler de dahil olmak üzere yaşamın neredeyse her alanını şeriat kapsamına sokmaya başladılar Ayrıca bilimin gelmesiyle birlikte insanlar düşünmeye başlayabilir bunun da şeriat üzerinde yıkıcı etkileri olabilirdi Nitekim bilim Batı’da dinsizliğin yayılmasına sebep olmuştu ve posta demiryolu gibi teknolojik ilerlemeler sayesinde bu durum tehlikeli ölçüde yayılabilirdi Fakat İslam dini bilim güneşinin karşısında eriyecek dinlerden değildi “Bizim yapmamız gereken şey bilimin ışınları karşısında İslam dininin bütün ışıklarını parlatmaktır” (BERKES 1978? ; 415)

Bu sıralarda Ziya Gökalp devrimcilerin toplandığı bir çevre olan Selanik’e gitmiş ve bu konularda yazmaya başlamıştır Ömer Seyfettin’in başlattığı halk dili akımı bu çevrenin ele aldığı sorunlardan biri olmuştur Burası aynı zamanda ilk toplum düşüncülüğünün başladığı sosyalizm ilgisinden sosyoloji ilgisinin geliştiği yerdir

Gökalp düşüncelerinin kaynağı olarak sosyalizmi değil Durkheim’ın sosyolojisini seçmiştir Sosyolog Ziya Gökalp toplumda sorunun normal ile patolojik olanın ayırt edilmesi olduğunu öne sürmüştür

III- ZİYA GÖKALP İDEOLOJİSİNİN TEMEL ÖZELLİKLERİ

Ziya Gökalp’e göre bir toplumun yönünü asıl etkileyen şey o toplumun değerleri ve ülküleridir Ülküler toplumun özlemlerinin bir görüntüsüdür ve asıl sorunun çözülebilmesi için toplumun içindeki özlemlerin neler olduğunu bulmak gerekmektedir Yoksa bu çözüm yarar ya da akıl ölçütleriyle kararlaştırılacak ıslahat programlarıyla sağlanamaz Toplumdaki aydınlara düşen şey doğuş halindeki bir ulus toplumunda bilinçli olmayan bu özlemleri bilinçli ve tutarlı bütünlü ülküler haline getirmektir

İslamcıların temsil ettiği ülküler artık Türk toplumunun özlemlerini yansıtmıyor bu ülküler çağdaşlaşma özlemlerinin engeli oluyordu Bu tür ülküler ancak bir ümmet toplumunun ülküleri olabilirdi ve Türk toplumu artık bir ümmet olmaktan ulus olmaya geçiyordu Çağdaş toplumlar ulus toplumlarıydı ve en yüksek ülküleri ulusal ülkülerdi

Batı uygarlığından neler alınacağına karar vermek için önce şeriat dahiline alınan ve İslamlık ile bir tutulan yanların temizlenmesi gerekirdi Çünkü bu yanlar gerçekte dinden değil çağdaş uygarlıkla uyuşması olası olmayan yakın doğu ortaçağ uygarlığından gelmekteydi Bir toplum aynı anda iki uygarlıklı olamazdı Aksi takdirde tutarsızlıklar ve çatışmalar ortaya çıkardı ki patolojik olan da buydu

Çağdaşlaşma İslamcılar’ın Batı uygarlığının iyi buldukları yanlarının alınmasını zorunlu kılıyordu Fakat bu uygarlıkların kültürleri alınamazdı çünkü her ulusun kültürü kendine özgüdür

Selanik'te açılan İttihat ve Terakki İdadisi programına ilk kez sosyoloji dersini koyduran ve bu dersi bizzat kendisi okutan Ziya Gökalp ilk Türk sosyoloğudur

Sosyolojinin konusunu belirlerken öncelikle olayları uzvi (organik) hayati olaylar ruhi hayati olaylar ve içtimai (toplumsal) hayati olaylar olarak üçe ayırdı Böylece Gökalp sosyolojiyi diğer bilimlerle eşdeğer bir bilim dalı olarak Türk toplumuna sunmuştur (KONGAR 1985; 106)

Gökalp sosyolojiyi zümrenin incelenmesine yönelik bir bilim olarak ele alır Zümre ona göre “maddeten birbirinden ayrı olan bireylerin çeşitli nitelikteki manevi zihinsel ve ruhsal bağlarla birbirlerine bağlanması sonunda ortaya çıkan insan topluluklarıdır” (KONGAR 1985; 106)

Ziya Gökalp bütün toplumların üç aşamadan geçtiklerini kabul eder Bu aşamalar da 1) Kavim devri 2) Ümmet devri 3) Millet devridir (KONGAR 1985; 106)

Kavim devrinde toplumda bütünlük dil ve ırk birliği ile sağlanır Ayrıca toplumda ortak adetler ve kurumlar vardır Bu ortak noktalar bir kavmin diğerlerinden farkını belirler Ümmet devrinde toplumsal yapıya evrensel dinler egemen olur ve bu dinlerin etkileri altına giren kavimler kendilerine özgü nitelikleri kaybederler Millet (ulus) devrinde toplumlar kişiliklerine yeniden kavuşurlar Bu kişiliğin oluşabilmesi için de toplumun kendi bünyesindeki değerlerin yüksek uygarlık düzeyinde yeniden örgütlenmesi gerekmektedir Bu aşamalara göre yaptığı tarihsel incelemelerinde Gökalp Türk toplumunu

1) İslamdan önce Türkler (kavim devri)
2) İslamda Türkler (ümmet devri)
3) Modern Türkiye (millet devri)

şeklinde ayırır (KONGAR 1985; 107) Gökalp’e göre Türkler henüz ikinci aşamadaydı ve onun çalışmalarının amacı Osmanlı Ümmetini Türk Milletine dönüştürmekti

Düşüncelerinde Durkheim’dan oldukça etkilenen Gökalp onun geliştirdiği toplumsal bilinç fikrinden yola çıkarak kendi ulusal bilinç kavramını geliştirmiştir Buna göre bir toplumun ulus olmasının birinci koşulu ulusal bilincin gelişmesidir Gökalp’e göre ulusal bilincin yaratılmasının bir yolu o sırada mevcut olan fikir akımlarının uyuşturulmasıdır Bu uyuşturma çabası Türkleşmek İslamlaşmak Çağdaşlaşmak çalışmasında görülebilir Aşağıdaki sözleri ayrıca bu konudaki fikrini ortaya koyar:

“O halde her birinin nüfuz dairelerini tayin ederek bu üç gayenin üçünü de kabul etmeliyiz; daha doğrusu bunları bir ihtiyacın üç muhtelif noktadan görülmüş safhaları olduğunu anlayarak ‘muasır bir İslam Türklüğü’ ibda etmeliyiz” (KONGAR 1993; 58)

Bir ikinci yol Türk ulusal kültürünü (hars) geliştirmektir Bu amacını gerçekleştirmek için de Türk dili Türk estetiği Türk ahlakı Türk hukuku gibi konularda incelemeler yapmıştır Ayrıca iktisadi Türkçülük siyasi Türkçülük felsefi Türkçülük gibi bir ulusun fonksiyonel bir bütün olmasını amaçlayan çalışmalar yapmış bütün bu çalışmalar sırasında Türk toplumu ile ilgili somut öneriler getirmiştir Bunlar arasında zengin bir burjuva sınıfının yaratılması bankacılığın geliştirilmesi tarımsal sendikaların kurulması gibi öneriler sayılabilir (KONGAR 1985; 109)

Ziya Gökalp bir toplumun gelişmesinde endüstrinin de çok önemli bir yeri olduğunu bir ülkede endüstrileşme başlayınca bilimin de gelişeceğini söyler Gökalp’e göre sadece köylü ve memur sınıflarına dayanan bir kavimde örgütlenme gücü olamaz Çiftçiler hayatın yaratıcı kuvvetinden yararlanarak yaşadıkları için bizzat yaratıcı değildirler Memurların ise zaten üretimle alakaları yoktur Bu nedenle zihinsel yeteneklerin ve iradenin gelişmesi ancak endüstri imalat gibi işlerle ticaret ve serbest meslek gibi konularla ortaya çıkar (KONGAR 1985; 108)

IV- ZİYA GÖKALP’TE HARS VE MEDENİYET AYRIMI

Ziya Gökalp’in Türk sosyolojisine en büyük katkılarından biri “hars ve medeniyet” ya da “kültür ve uygarlık” ayrımıdır Gökalp bu ayrımı şöyle belirtir:

“Bir medeniyet müteaddit milletlerin müşterek malıdır Çünkü her medeniyeti sahipleri olan müteaddit milletler müşterek bir hayat yaşayarak vücuda getirmişlerdir Bu sebeple her medeniyet mutlaka beynelmileldir Fakat bir medeniyetin her millette aldığı hususi şekilleri vardır ki bunlara ‘hars’ adı verilir” (KONGAR 1993; 52)

Ziya Gökalp’e göre hars ulusal kültürdür Medeniyet ise farklı toplumların bir arada geliştirdikleri bir kültürel bütündür Hars bireylerde değerleri dolayısıyla ulusal bilinci; medeniyet ise bilimsel yaklaşımı ve aklı geliştirir

Gökalp’e göre hars ile medeniyet arasındaki en büyük ortak nokta hem harsın hem de medeniyetin bütün toplumsal hayatları kapsamasıdır Ona göre bu hayatlar 1) Dini hayat 2) Ahlaki hayat 3) Hukuki hayat 4) Muakalevi (Akli) hayat 5) Bedii hayat (Estetik ve Güzel Sanatlar) 6) İktisadi hayat 7) Lisani hayat ve 8) Fenni hayat (Bilim ve Teknik) olarak ayrılabilir
(GÖKALP 1990; 25)

Bu ortak alanlarda varlığını sürdüren hars ve medeniyet arasındaki ayrımlar da şöyle maddelenebilir (KONGAR 1993; 54-55):

1- Hars ulusaldır medeniyet uluslararasıdır Hars toplumsal hayatın sekiz alanında birden bir ulusun niteliklerini belirtir Medeniyet ise bütün ulusların bu alanlardaki özelliklerini bir arada belirtir
2- Medeniyet yapaydır Bireylerin iradi olarak yaptıkları davranışlar sonucunda ortaya çıkar Hars ise doğaldır Kendiliğinden ortaya çıkar
3- Medeniyet harstan doğar Fakat bir medeniyetin fazla gelişmesi bazen bir ulusun harsını bozar O zaman dejenere uluslar ortaya çıkar
4- Harsı kuvvetli fakat medeniyeti zayıf bir ulusla harsı bozulmuş fakat medeniyeti yüksek olan başka bir ulus siyasal mücadeleye girince harsı kuvvetli olan ulus daima galip gelir

Gökalp’e göre Osmanlı medeniyeti ile Batı medeniyeti uzlaşmaz çünkü iki medeniyetin bir arada varolması olanaksızdır Fakat bir medeniyet ile hars bir arada yaşayabilir ancak bir ulusun bunu başarması için harsını güçlendirmesi gerekmektedir Gökalp Türk harsını Batı medeniyeti ile birleştirmek istemiştir

Gökalp’in Türkiye için önerdiği çözüm toplumsal yaşamın belirlenmiş sekiz alanını Batı’dan akla bilime ve tekniğe ilişkin olan yanları alarak doldurmak; duyguya ve inanca bağlı olanları ise Türk tarihinin ve toplumunun derinliklerinden alarak geliştirmekti Ziya Gökalp’in bütün çabası Batı uygarlığı içinde Türk toplumunun yeni bir ulusal bilinçle ve kendi kültürünü koruyarak yer almasını sağlamaktı

V- SONUÇ

Ziya Gökalp Türkiye’de toplumbilimin öncülüğünü yapmış çok önemli bir düşünce adamıdır

Türk toplumunun çağdaşlaşması için çeşitli düşünceler elbette başkaları tarafından da ileri sürülmüştür Ziya Gökalp’in farkı onun önerilerine milli bir nitelik katmasıdır Ayrıca Türk toplumunun sorunlarına ilk kez sosyolojik çözümlemeler getiren yine odur

Ziya Gökalp hiçbir zaman yalnızca bir düşün adamı olarak kalmamış aynı zamanda yaşamı boyunca bir eylem adamı olmuştur Öğrencilik yıllarından itibaren kendini Türk toplumunun öncelikle özgürleşmesine sonra da çağdaşlaşmasına adamış erken gelen ölümüne kadar çalışmalarına aralıksız devam etmiştir Henüz Abdülhamit istibdadının devam ettiği dönemlerde önceleri Diyarbakır’da sonraları İstanbul’da sürekli olarak özgürlük hareketlerinin içinde olmuş birkaç kez yakalanıp ceza almasına rağmen bu eylemselliğinden vazgeçmemiştir

Çağdaşlaşmanın nasıl olması gerektiği yolunda ortaya koyduğu formül ve getirdiği öneriler Türk inkılabının ideolojisiyle önemli ölçüde paralellik göstermiş; onun düşünceleriyle Atatürk ilkeleri arasındaki tutarlılık kimilerinde inkılabın Ziya Gökalp’ten etkilenmiş olabileceği düşüncesinin doğmasına yol açmıştır Hatta Gökalp’in “Türk inkılabının ideoloğu” olduğunu söyleyenler vardır Yalnız Ziya Gökalp’in Turancılık ile ilgili görüşleri Mustafa Kemal’in ideolojisine ve inkılabın niteliğine ters düşmektedir

Emre Kongar Türk Toplum Bilimcileri adlı çalışmasında Ziya Gökalp ile ilgili yaptığı değerlendirmesinde onun kültür ve uygarlık ayrımı konusunda aslında zayıf kaldığını iddia ediyor Kongar’a göre bir toplum bir başka toplumdan yalnızca din ya da yalnızca teknik alamaz; maddi ve manevi öğeler mutlaka birlikte etkileşime gireceklerdir (KONGAR 1993; 65)

Kongar’a bu konuda hak verdiğimi söyleyebilirim Bence Ziya Gökalp’in önerisi teorik olarak kulağa hoş gelmekle birlikte pratikte onun öngördüğü şekilde yaşanması zordur Yine onun yaptığı ayrımdan yola çıkarak konuşursak hem kültür hem de uygarlık belli maddi araçlardan ve manevi değerlerden oluşur Gökalp’in maddi ve manevi diye ayırdığı alanlar aslında bence birbirleriyle tamamen etkileşim içinde hatta birbirlerini yaratır niteliktedir Bir toplumun içinde bulunduğu maddi koşullar (maddeye dayalı herşeyi kastediyorum) o toplumun değerlerinden ve inançlarından oluşan bütün bir manevi değerler düzleminin belirleyicisidir bence Aynı şekilde maddi şartların oluşturulmasının da manevi değerlerden kopuk bir şekilde gerçekleştirilemeyeceğini düşünüyorum “Bir toplumun maddi araçlarının ve manevi değerlerinin toplamı o toplumun kültürünü ya da uygarlığını oluşturur” (KONGAR 1993; 65) Dolayısıyla iki farklı toplumun etkileşimi yalnız maddi değerlerin alışverişi ile olamaz Nitekim konu bu olduğunda sürekli gösterilen Japonya örneği de fiyasko ile sonuçlanmıştır; Japonlar’ın günlük yaşamı artık kısmen Batı standardındadır Yeri gelmişken Kongar’dan bir alıntı daha yapmak uygun olur sanırım:

“Gökalp’in batı uygarlığının bilimini tekniğini aklını alıp öteki hars alanlarını ulusal kültürün özgün ögeleriyle doldurma önerisi olanaklı değildir Olanaklı olan tüm yaşam alanlarında etkileşimin gerçekleştirilmesi ve böylece yeni bireşimlere varılmasıdır Nitekim tam bir taklitçilikle alınan karayolu taşımacılığı bugün Türkiye’yi ekonomik yok oluşun eşiğine getiren en önemli ögelerden biridir Oysa ülkemizin üç-bir tarafının denizlerle çevrili olduğu bilinerek özgün bir bireşim yaratılması çok daha ‘akla’ ‘bilime’ ve ‘tekniğe’ uygun olurdu” (KONGAR 1993; 66)


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.