Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
celaleddin, mevlana, rumi

Mevlana Celaleddin Rumi

Eski 04-19-2009   #1
meLankoLik_asaLet
Icon1861

Mevlana Celaleddin Rumi



Tanınmış büyük evliyâdan Asıl adı Muhammed, lakabı Celâleddîn, ünvânı Mevlânâ'dır Hüdâvendigâr, Sultân-ül-Âşıkîn, Sultân-ül-Mahbûbîn, Molla-yı Rûm ve Molla Hünkâr gibi lakapları da vardır Babası, Sultân-ül-Ulemâ (Âlimlerin Sultânı) ismiyle meşhûr Muhammed Behâeddîn Veled hazretleridir Soyu hazret-i Ebû Bekr'e ulaşır Annesi sâlihâ ve evliyâ bir hanım olan Mü'mine Hâtun, İbrâhim Edhem hazretlerinin neslindendir 1207 (H604) senesi Rebîulevvel ayının altıncı günü Horasan'ın Belh şehrinde doğdu 1273 (H672) senesi Cemâziyelâhir ayının beşinci günü Konya'da vefât etti Kabr-i şerîfi Konya'nın en meşhur ziyâret yerlerindendir

Mevlânâ Celâleddîn, küçük yaşta ilim tahsîline başladı Âlim ve evliyâ bir zât olan babasının terbiye ve himâyesinde yetişti Mânevî olgunluklara kavuştu Henüz beş yaşında iken kendisinden bir takım hârikulâde ve olağanüstü hâller görüldü Kirâmen kâtibîn meleklerini görür, evliyânın ruhlarıyla konuşurdu Melekler ve ALLAHü teâlânın ricâl-i gayb ismi verilen velî kullarının rûhları kendisini ziyâret ederlerdi Zâhiren tanımadığı bu kimselerin böyle sık sık görünmelerinden dolayı, mübârek benizleri sararıp solardı Babası Sultân-ül-Ulemâ, ondaki bu hâlin, meleklerin ve velîlerin oğlunu ziyâreti sebebiyle olduğunu bildiği için memnûn kalırdı Ancak, aklına bir noksanlık gelmesin diye, talebelerinden birkaçını oğluyla meşgûl olmaları için vazîfelendirip; "Oğlum Muhammed'e görünenler, ALLAHü teâlânın çok sevdiği velî kullarıdır Şefkat ve merhâmetleri sebebiyle oğluma görünüp, onunla sohbet ediyorlar Kendi hâllerini ona öğretiyorlar, melekler âlemini gezdirip gösteriyorlar Her ne kadar bunlar iyi şeyler ise de, o daha küçüktür Kendisini zaptedemeyip, aklına bir ârıza gelmesinden korkarım Bunun için sizler, onun heyecanlanmasına engel olun" derdi

Sultân-ul-Ulemâ hazretlerinin talebelerinden Bedreddîn anlatır: "Hocam Muhammed Behâeddîn Veled'in mübârek el yazısı ile yazılmış bir sayfada şu notları gördüm: "Belh'te, oğlum Celâleddîn Muhammed beş yaşında iken, Cumâ günleri bizim evlerin damları üzerinde dolaşır, dâimâ Kur'ân-ı kerîm okurdu Belh'in büyüklerinin oğulları da, her Cumâ hazır bulunur, onunla sohbet ve ülfet ederlerdi Namaz vaktine kadar onun yanında kalırlardı Bir gün onların arasında bir çocuk, ötekine; "Gel bu damdan öteki dama atlayalım" deyip, bunun için de bahse tutuşuyorlar Oğlum onlara gülümseyerek; "Ey kardeşler! Bu türlü hareketi, kedi, köpek ve diğer canlılar da yapar ALLAHü teâlânın şerefli kulu olan insana, hiç böyle şeylerle uğraşması yakışır mı? Eğer rûhânî kuvvetiniz ve candan isteğiniz varsa, geliniz göklere uçalım, Melekût âleminin konaklarını dolaşalım" diye cevap verir Hemen o anda gökyüzüne doğru uçarak, o topluluğun gözünden kaybolmaya başlar Çocuklar bu hâl karşısında feryâd edip çığlık koparırlar Nihâyet herkesle birlikte ben de bu hâdiseyi işittim Çocukların yanına gittim Biraz sonra Celâleddîn'in rengi uçmuş, mübârek vücûdunda da bir değişme olduğu hâlde tekrar dönüp geldi Bütün çocuklar, Celâleddîn'e sarılıp tebrik ettiler Oğlum onlara dönüp; "Sizinle konuştuğum anda yeşiller giymiş, bâzı kimseler beni aranızdan aldı Gökyüzünün tabakalarında dolaştırdı, melekler âleminin görülmemiş şeylerini bana gösterdiler Sizin çığlığınız kulaklarıma gelince, tekrar beni buraya getirdiler Eğer sizin üzüntünüz ve babamın bana olan şefkat ve muhabbeti olmasa idi, bu alçak âleme geri dönmezdim" dedi

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Mevlana Celaleddin Rumi

Eski 04-19-2009   #2
meLankoLik_asaLet
Varsayılan

Cevap : Mevlana Celaleddin Rumi



Sultân-ül-Ulemâ Behâeddîn Veled hazretleri mübârek oğlu Mevlânâ Celâleddîn'in terbiyesiyle meşgul iken, Belh civârındaki bâzı hasetçiler onun hizmetlerini çekemeyip sultâna şikâyet ettiler O da kimseye zarar dokunmasın diye bir takım yakınlarıyla birlikte Belh'ten ayrılıp Nişâbur'a gitti Nişâbur'a geldiklerinde evliyânın büyüklerinden Ferîdüddîn-i Attâr hazretleri kendilerini karşıladı Onlara izzet ve ikrâmlarda bulundu O sırada küçük yaşlarda bulunan Mevlânâ Celâleddîn bir rüyâ gördü Rüyâsında nûr yüzlü bir pîr, kendisine altı dallı bir gül fidanı verdi Mevlânâ Celâleddîn rüyâsını babasına anlattığında o; "Altı dallı gül, senin altı ciltlik bir kitap yazacağına işârettir" buyurdu O anda orada hazır bulunan Ferîdüddîn-i Attâr da; "Altı dallı güle kavuşuncaya kadar bu kitap ile meşgûl olursunuz" diyerek; Mantık-ut-Tayr isimli kitabı Celâleddîn'e hediye etti Meğer rüyâda görülen ve kendisine gül veren kimse, Ferîdüddîn hazretleri imiş

Ferîdüddîn Attâr hazretleri, Mevlânâ Celâleddîn'de ilâhî nûrlar ve fıtrî, yaratılıştan gelen bir takım kâbiliyetleri görmüş ve ona dua etmişti

Bir müddet Nişâbur'da kalan Behâeddîn Veled hazretleri ve Mevlânâ Celâleddîn, daha sonra yakınlarıyla birlikte Bağdât'a gelip Mustansıriyye Medresesine yerleştiler Sultân-ül-Ulemâ burada oğlu Mevlânâ Celâleddîn'in ve talebelerinin terbiyesiyle meşgul oldu Behâeddîn Veled hazretleri bâzı gecelerde oğlu Mevlânâ Celâleddîn'den su isterdi Mevlânâ Celâleddîn de yatağından kalkar su aramaya giderdi Geceleyin medresenin kapısına gelince kilitli kapı kendiliğinden açılır, Mevlânâ Celâleddîn de Dicle'den kabına suyu doldurur, babasının odasına getirirdi Medreseye gelişinde kapı kendiliğinden kapanır kilitlenirdi Bir defâsında kapıcı bu hâdiseye vâkıf oldu Bâzı kimselere de söyledi Mevlânâ'nın babası bunu duyunca, o kapıcıyı çağırıp; "Bu hâli kimseye açma, yoksa helâk olursun" buyurdu Bunun üzerine kapıcı Mevlânâ Celâleddîn'in kerâmetini gizleyeceğine söz verip Sultân-ül-Ulemâ'nın talebeleri arasına katıldı

Sultân-ül-Ulemâ Behâeddîn Veled hazretleri daha sonra Bağdât'tan, Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevvereye geldiler Hac ve Peygamber efendimizin kabr-i şerîflerini ziyâretten sonra Şam'a ve Erzincan'a, oradan da Lârende'ye (Karaman'a) gelip yerleştiler

Sultân-ül-Ulemâ, Lârende'de (Karaman'da) Emîr Mûsâ'nın kendisi için yaptırdığı medresede, başta oğlu Mevlânâ olmak üzere yedi sene kadar talebe okuttu Yüzlercesine icâzet (diploma) verdi Şöhreti her tarafa yayıldı

Mevlânâ Celâleddîn, din ve fen ilimlerinde yetişip bülûğ, evlenme çağına erince, babası onu Hoca Şerâfeddîn Lâlâ Semerkandî'nin kızı Gevher Hâtunla evlendirdi Mevlânâ Celâleddîn'in bu evliliğinden oğlu Sultan Veled dünyâya geldi Daha sonra Mevlânâ'nın annesi Mü'mine Hâtun ve ağabeyi Muhammed Alâeddîn, Lârende'de vefât ettiler

Bu sıralarda Mevlânâ Celâleddîn'in babası Sultân-ül-Ulemâ'nın ismi Selçuklu Devletinin her köşesinde duyulmuştu Konya'da oturan Sultan Alâeddîn Keykûbâd onu Konya'ya dâvet etti Bu dâvet üzerine Behâeddîn Veled hazretleri Lârende'den ayrılıp Konya'ya yerleşmek üzere yola çıktı Kervan Konya'ya yaklaştığında sultan onu büyük bir hürmet ile karşıladı Atının dizginlerinden tuttu Saygı ve sevgi ile ellerinden öptü Atın dizginleri sultanın elinde olduğu hâlde şehre girdiler Behâeddîn Veled ve yanındakiler, Konya'da Altun Han Medresesine yerleştirildiler

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Mevlana Celaleddin Rumi

Eski 04-19-2009   #3
meLankoLik_asaLet
Varsayılan

Cevap : Mevlana Celaleddin Rumi



Mevlânâ Celâleddîn burada da tahsîline devâm etti Konya'da iki seneyi doldurdukları sıralarda babası Sultân-ül-Ulemâ Hakk'ın rahmetine kavuştu Babasının vefâtından sonra Mevlânâ Celâleddîn; babasının halîfesi, vekîli Seyyid Burhâneddîn Tirmizî'nin ders halkasına girdi Dokuz sene kadar husûsî ve umûmî sohbetleriyle iyice yetişip olgunlaştı

Mevlânâ Celâleddîn'in çocukluk yıllarında, terbiyesiyle meşgul olan ve kendisini çeşitli ilimlerde yetiştiren Seyyid Burhâneddîn Tirmizî hazretleri, babası Sultân-ül-Ulemâ'nın ileri gelen talebesiydi Tirmiz şehrinde yaşardı Bir gün talebeleriyle sohbet ederken birden; "Eyvah! Eyvah! Hocam Sultân-ül-Ulemâ vefât etti Haydi namazını kılalım" diyerek, talebeleriyle gıyâben hocasının cenâze namazını kıldılar Ondan sonraki gecelerden birinde, rüyâsında hocasını gördü Hocası Sultân-ül-Ulemâ; "Burhâneddîn! Oğlum Celâleddîn Muhammed'e ilim öğretmeye devâm et!" emri üzerine yollara düştü Konya'ya geldi Bu sırada Mevlânâ, Lârende'de bulunan kayınpederinin yanına gitmişti Hocasının Konya'ya geldiğini duyunca, derhal döndü ve tahsîline devâm etmeye başladı Seyyid Burhâneddîn, zâhirî ilimlerde kemâl derecesine yükselen Mevlânâ'yı mârifet, ALLAHü teâlâyı tanıma ilminde de en yüksek seviyeye çıkarmak için Mevlânâ Celâleddîn'e riyâzet, nefsin isteklerini yapmama ve mücâhede, nefsin istemediği ve ona zor gelen şeyleri yaptırmaya başladı Bir müddet sonra Halep ve Şam'a gidip, oradaki âlimlerden de ilim öğrenmesi gerektiğini Mevlânâ'ya anlattı Böylece onu Halep ve Şam'a gönderdi Kendisi de Kayseri'ye gitti

Hocasının emri üzerine Mevlânâ ilim tahsîli için Şam'a giderken, Nusaybin'de hıristiyan papazlarının toplantısına rastladı Papazlar sihir yapıp âdet dışı bâzı şeyler gösteriyorlardı Mevlânâ'yı görünce, bir oğlanı havaya uçuruverdiler Mevlânâ bu işe ilgi göstermeyip murâkabeye, ALLAHü teâlâyı düşünüp kalbini uyanık bulundurarak, gâfil olmama hâlini muhâfazaya vardı Oğlan, havada olduğu yerde kaldı "Beni kurtarın, yoksa düşüp öleceğim" dedi Papazlar ne yaptılarsa bir çâre bulamadılar Nihâyet oğlan; "O yanınızdaki zâtın murâkabesi yüzünden ben bu hâle düştüm Onun yardımı olmazsa, muhakkak helâk olurum" dedi Papazlar ister istemez Mevlânâ'ya yalvardılar Mevlânâ; "Onu bir şey kurtaramaz, ancak Kelime-i şehâdet kurtarır" buyurdu Oğlan bunu duyunca, hemen Kelime-i şehâdet getirdi ve kolayca yere indi Mevlânâ'nın ellerini öptü Bu hâli gören papazların hepsi müslüman olmakla şereflendi

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Mevlana Celaleddin Rumi

Eski 04-19-2009   #4
meLankoLik_asaLet
Varsayılan

Cevap : Mevlana Celaleddin Rumi



Mevlânâ hazretleri, Halep'te el-Halâviyye ve Şam'da el-Makdisiyye Medresesinde bulundu Muhyiddîn-i Arabî, Kemâleddîn bin Adîm, Sâdeddîn-i Hamevî, Osman Rûmî, Evhadeddîn Kirmânî, Sadreddîn-i Konevî gibi zamânın âlim ve velîleriyle sohbet edip, onlardan da ilim öğrendi Onların teveccühlerini kazanan Mevlânâ Celâleddîn, Şam Medresesinde zaman zaman Hızır aleyhisselâm ile görüştü Tasavvuf ilminde bir müşkili olursa Hızır aleyhisselâm ortaya çıkıp meselelerini hallederdi Tefsîr, hadîs, fıkıh, mantık, usûl, meânî, edebiyât, matematik, fen, tıp gibi pek çok zâhirî ilimlerde mütehassıs oldu Gündüzleri ilim öğrenir, gecelerini ibâdet içinde, ALLAHü teâlâyı zikrederek ve Kur'ân-ı kerîm okuyarak geçirirdi Seher vakitlerinde tövbe ve istiğfâr ederek çok ağlar, gözyaşları sel gibi akardı ALLAHü teâlânın muhabbetiyle yanar, O'na kavuşmak arzusuyla tutuşurdu Tasavvuf ilminde de yüksek derecelere kavuşan Mevlânâ Celâleddîn Muhammed Rûmî, hocalarından icâzet, diploma alıp, önce Kayseri'ye hicret eden Seyyid Burhâneddîn hazretlerini ziyâret etti Onun feyz ve teveccühlerine kavuşup, duâsını aldı Oradan berâberce Konya'ya döndüler

Seyyid Burhâneddîn hazretleri, Mevlânâ'nın dört senelik Halep ve Şam tahsîlinde bir hayli ilerlemiş olduğunu gördü Tasavvuf yolunda riyâzete ve mücâhedeye devâm ettirdi Mübah olanları azaltıp, zarûret mikdârı kullanırdı Ona; "Karnınız aç olsun Bunun için de çok oruç tutunuz Çünkü oruç, hikmet hazînelerinin anahtarıdır Oruç tutmak; kalp gözünün açılmasına, kalbin rikkate gelmesine sebeb olur" buyurdu Mevlânâ hazretlerinin, on beş gün ağzına hiç lokma koymadığı zamanlar olurdu Nefsinin istediklerini yapmamak için kapıda köpekler için hazırlanan yemek artıklarının yanına gider, nefsine; "Ey nefs! Bana istediklerini yaptırıp, rûhumu emrin altına almak mı istiyorsun? Arzunun yerine gelmesini istiyorsan, önce yemek artıklarını yemen lâzım! Ya ye veya beni bu hâlimle kabûl et!" diyerek nefsiyle mücâdele ederdi Böylece nefsinin isteklerini hiç yapmaz, onu rûhuna köle ederdi ve bu halde aylar birbiri ardından geçer giderdi

Mevlânâ hazretlerinin iyice olgunlaştığını anlayan Seyyid Burhâneddîn hazretleri ona; "Evlâdım! Şimdiye kadar bildiğim ne varsa hepsini sana öğrettim Bundan sonra senin daha da olgunlaşman, pek büyük mertebelere kavuşman, Tebrizli Şems'in (Şems-i Tebrîzî'nin) gelmesine bağlıdır Onun şefkat kanatları altında aşamadığın engelleri aşar, mânevî hâllere kavuşursun O, seni tasavvufun en mahrem noktalarına çeker, sen de ona, aynı âlemi anlatırsın Bu şekilde birbirinizi tamamlar ve yeryüzünün en büyük iki dostu olursunuz Bense Kayseri'ye gidip ömrümün sonlarını orada geçiririm" buyurdu Mevlânâ hazretleri hocasına, Kayseri'ye gitmeyip berâber kalmaları için çok ısrâr ettiyse de kabûl ettiremedi Mevlânâ, Seyyid Burhâneddîn hazretlerini Kayseri'ye uğurladı Kayseri'de bir müddet yaşayan Seyyid hazretleri, bir gün abdestini alıp hizmetçisine; "Git kapıyı kapa ve dışarıda, Seyyid Burhâneddîn vefât etti, diye bağır" buyurdu Hizmetçi dışarı çıkınca, Seyyid hazretleri secdeye kapanarak; "Yâ Rabbî! Seni ve Resûlünü çok seviyorum Sana kavuşmak arzum son haddine ulaştı Beni bu sevgime ve arzuma bağışla Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resûlullah" dedi ve rûhunu teslim etti Hizmetçinin haberi üzerine Kayseri bir anda anababa gününe döndü Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerine haber salındı Cenâze hazırlıkları yapılıp kefenlendi Namazı kılınıp, defn işleri halledildi Mevlânâ hazretleri haberi işitince Kayseri'ye geldi Hocasının kabri başında Kur'ân-ı kerîm okuyarak mübârek rûhuna bağışladı Seyyid hazretlerinin kitaplarını Mevlânâ'ya teslim ettiler Bu kitaplar arasında Şems-i Tebrîzî'nin hazırladığı meşhûr Makâlât isimli eser de vardı

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Mevlana Celaleddin Rumi

Eski 04-19-2009   #5
meLankoLik_asaLet
Varsayılan

Cevap : Mevlana Celaleddin Rumi



Mevlânâ hazretleri o sıralarda Konya'ya yerleşmiş bulunan zamânın en büyük kelâm ve tasavvuf âlimlerinden olan Sadreddîn-i Konevî hazretlerinden de ilim öğrendi Onun feyz ve teveccühlerine kavuştu Mânevî yolda yüksek derecelere ulaştı

Hocası Sadreddîn-i Konevî hazretleri anlatır: "Rüyâmda Fahr-i kâinât efendimizi gördüm Yanlarında Eshâb-ı kirâm ile medreseyi teşrîf etmişlerdiSofanın ortasına oturdular Bu sırada Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî de oraya gelip uygun bir yere oturdu Peygamber efendimiz Mevlânâ'ya çok iltifât ettiler ve hazret-i Ebû Bekr'e dönerek; "Yâ Ebâ Bekr! Ben Celâleddîn ile diğer peygamberlerin arasında öğünürüm Çünkü onun öğrendiği ilim, işlediği amelin feyz ve nûru ile ümmetimin gözleri aydın olur O benim oğlumdur" buyurdular Mevlânâ'yı sağ tarafına oturttular Peygamber efendimiz bu rüyâ ile, talebelerimden Mevlânâ'nın derecesinin yüksekliğine işâret buyurdular Bu durumu diğer talebelere hatırını gözetip, ilminin yüksekliğini anlamaları için anlattım"

Bir gün büyük bir ilim meclisi kurulmuş ve Konya'nın büyükleri orada toplanmışlardı Sadreddîn-i Konevî de orada bir seccâde üzerinde oturuyordu Mevlânâ içeri girince seccâdeye oturmasını teklif etti Bunun üzerine Mevlânâ; "Terbiyesizlik edip sizin seccâdenize oturursam, kıyâmette bunun hesâbını nasıl verebilirim?" deyince, Sadreddîn hazretleri; "Senin oturmakta fayda görmediğin seccâde bize de yaramaz" buyurup, seccâdeyi oradan kaldırdı

Mevlânâ Celâleddîn hazretlerinin hocalarından biri de Şems-i Tebrîzî'dir Şems-i Tebrîzî, Tebriz şehrinde Ebû Bekr-i Tebrîzî'nin talebesi idi Şems-i Tebrîzî evliyâlıkta yüksek makamlara ve derecelere yükseldi Lâkin daha yüksek mânevî makamlara kavuşmak istiyordu Şems-i Tebrîzî seyahat ettiği yerlerde, uğradığı memleketlerde iyi bir dost bulabilmek için duâ ederdi Israrla yaptığı bu duâların netîcesi olarak rüyâsında, Konya'da bulunan Celâleddîn-i Rûmî'ye gidip onun yetişmesinde yardımcı olması îcâbettiği bildirildi Şems-i Tebrîzî, ALLAHü teâlâya şükrederek; "Böyle dosta canım fedâ olsun" dedi Konya'ya gelip, Şekerciler Hanına indi Günlerini orada geçirirken, bir gün kapıda oturmuş, ALLAHü teâlânın mahlûkâtı hakkında tefekkür ediyordu O sırada Mevlânâ hazretleri talebeleriyle oradan geçerken, kapı önünde tefekkür hâlinde duran, kıyâfetinden yabancı olduğu anlaşılan Şems-i Tebrîzî hazretlerine baktı, ona selâm verdi ve yoluna devâm etti Kendi kendisine de; "Bu yabancı bir kimseye benziyor Buralarda böyle birisini hiç görmedim Ne kadar da nûrlu bir yüzü var" diye düşünürken, âniden atının yularını bir elin tuttuğunu gördü Mevlânâ hazretleri, atı durduran elin sâhibinin o yabancı olduğunu görünce; "Buyurunuz! Bir arzunuz mu var?" dedi O kimse; "İsminizi öğrenmek istiyorum?" deyince, o da; "Celâleddîn Muhammed" diye cevap verdi Bunun üzerine Şems-i Tebrîzî; "Bir suâlim var Acabâ Muhammed aleyhisselâm mı, yoksa Bâyezîd-i Bistâmî mi büyüktür?" diye sordu Böyle bir soruyu ilk defâ duyan Mevlânâ hazretleri; "Elbette ki Muhammed aleyhisselâm efendimiz büyüktür Bütün mahlûkât ve Bâyezîd, O'nun hürmetine yaratıldı" buyurdu Bu cevâbı bekleyen Şems-i Tebrîzî; "Peki Muhammed aleyhisselâm; "Biz seni lâyıkıyla bilemedik yâ Rabbî!" dediği hâlde, niçin Bâyezîd-i Bistâmî; "Sübhânî" "Benim şânım ne yücedir" diye söyledi Bunun hikmetini söyler misiniz?" diyerek tekrar sordu Mevlânâ hazretleri buna da şöyle cevap verdi: "Peygamber efendimizin mübârek kalbi öyle bir deryâ idi ki, ona ne kadar mârifet, aşk-ı ilâhî tecellî etse, ne kadar muhabbet, ALLAHü teâlânın sevgisi dolsa onu içine alır, onu kuşatırdı Hattâ daha çoğunu isteyip; "Yâ Rabbî! Verdiğin bu nîmetleri daha da artır" derdi Fakat, Bâyezîd-i Bistâmî'nin kalbi, o kadar geniş olmadığı için, ilâhî feyzlere tahammül edemeyerek tecellî ile dolup taşardı" Bu îzâhata hayrân kalan Şems-i Tebrîzî; "ALLAH!" diyerek yere yığıldı Bayılmıştı Mevlânâ hazretleri, hemen atından inerek Şems-i Tebrîzî'yi kucakladı, ayağa kaldırdı Bu nûr yüzlü zâta o kadar ısınmıştı, kalbinde o kadar muhabbet hâsıl olmuştu ki, ayılınca büyük bir hürmet ve edeple evine götürdü Bu zâtın, ilk hocası Seyyid Burhâneddîn hazretlerinin geleceğini söylediği Şems-i Tebrîzî olduğunu öğrenince; "Ey Muhterem efendim!Gerçi evimiz size lâyık değil ise de, zât-ı âlînize sâdık bir köle olmaya çalışacağım Kölenin nesi varsa efendisinindir Bundan böyle bu ev sizin, çocuklarım da evlâtlarınızdır" diyerek hizmetine koşmaya başladı

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Mevlana Celaleddin Rumi

Eski 04-19-2009   #6
meLankoLik_asaLet
Varsayılan

Cevap : Mevlana Celaleddin Rumi



Gece-gündüz hiç yanından ayrılmayıp, onun sohbetlerini büyük bir zevk içinde dinliyordu Ondan hiç ayrılmıyor, talebelerine ders vermeye, insanlara câmide vâz ü nasîhate gitmiyordu Yanlarına da, hizmetlerini görmek üzere, büyük oğlu Sultan Veled girebilirdi Her gün Şems-i Tebrîzî ile sohbet ederler, ALLAHü teâlânın yarattıkları üzerinde tefekkürde bulunurlar, namaz kılarlar, cenâb-ı Hakkı zikrederek muhabbetlerini tâzelerlerdi

Bir gün Şems-i Tebrîzî hazretleri, havuzun başında Mevlânâ ile sohbet ediyordu Mevlânâ bir hizmet için oradan ayrıldı Şems-i Tebrîzî de Mevlânâ'nın kitaplarını havuza attı Bir değnek ile de suyun dibine bastı Mevlânâ hazretleri oraya geldiğinde kitapları suda görünce çok üzüldü ve "Diğerleri ne ise, Ferîdüddîn-i Attâr hazretlerinin hâtırası olan Mantık-ut-Tayr kitabı ıslanmasaydı" diyerek âh etti Bunun üzerine Şems-i Tebrîzî hazretleri, kolunu sıvayarak havuza soktu Kitabın birisini sudan çıkardı Çıkan kitap Mantık-ut-Tayr idi ve hiç ıslanmamıştı

Bu hâdise, diğer bir rivâyette de şöyle anlatılır: Bir gün, Mevlânâ havuz kenarında idi Yanında kitaplar vardı Şemseddîn gelip, kitapları sordu Mevlânâ; "Sen bunları anlamazsın" dedi Şemseddîn, kitapları suya attı Mevlânâ; "Ah! Babamın bulunmaz yazıları gitti!" diyerek çok üzüldü Şemseddîn, elini uzatıp herbirini aldı Hiçbiri ıslanmamış görüldü Mevlânâ; "Bu nasıl iştir?" deyince, Şems; "Bu zevk ve hâldir Sen anlamazsın" buyurdu Mevlânâ, Şems-i Tebrîzî'nin bu kerâmetini görünce ona olan bağlılığı daha da artıp, sarsılmaz bir kale gibi oldu Mevlânâ'nın oğlu Sultan Veled, onların hâllerini şöyle anlatır: "Ansızın Şems-i Tebrîzî hazretleri gelip babam ile görüştü Babamın gölgesi, onun nûrundan yok oldu Onlar birbirlerine öyle muhabbet gösterdiler ki, etraflarında kendilerinden başkasını görmüyorlardı Şems-i Tebrîzî, babama mârifetten, ALLAHü teâlânın zâtına ve sıfatlarına âit ince bilgilerden ve O'na muhabbetten bahsediyor, babam da bunları büyük bir haz ile dinliyordu Eskiden herkes babama uyardı, şimdi ise, babam Şems'e uyar oldu Şems, babamı bu muhabbete dâvet ettikçe, o da, ALLAHü teâlânın muhabbetinden yanıp kavrulurdu Babam artık onsuz yapamıyor, yanından bir an ayrılmıyordu Bu şekilde aylarca sohbet ettiler Böylece babam, pek büyük mânevî derecelere yükseldi"

Mevlânâ Celâleddîn ile Şems-i Tebrîzî hazretlerinin zâhirî ve bâtınî çalışmaları devâm ederken, onların bu sohbetlerini hazmedemiyen ve Mevlânâ'nın kendi aralarına katılmamasına üzülen bâzı kimseler, Şems-i Tebrîzî hakkında uygun olmayan sözler söylemeye başladılar Bu söylentiler, Mevlânâ'nın kulağına kadar geldi Diyorlardı ki: "Bu kimse Konya'ya geleli, Mevlânâ bizden tamâmen uzaklaştı Gece-gündüz hep birbirleriyle sohbet ediyorlar da, bizlere hiç iltifât göstermiyorlar Yanlarına oğlu hâriç kimseyi de almıyorlar Mevlânâ, Sultân-ül-Ulemâ'nın oğlu olsun da, Tebrîz'den gelen, ne olduğu belli olmayan bu kimseye gönül bağlasın Onun için bize sırt çevirsin Hiç Horasan toprağı ile Tebriz'in toprağı bir olur mu? Elbette Horasan toprağı daha kıymetlidir" Bu söylentilere Mevlânâ; "Hiç toprağa îtibâr olunur mu? Bir İstanbullu, bir Mekkeliye gâlip gelirse, Mekkelinin İstanbulluya tâbi olması hiç ayıp sayılır mı?" diyerek cevap verdi Fakat söylentiler durmadı Şems-i Tebrîzî hazretleri artık Konya'da kalamayacağını anladı O çok kıymetli dostunu, o mübârek ahbâbını bırakarak Şam'a gitti

Şems-i Tebrîzî'nin gitmesi, Mevlânâ'yı çok üzdü Günler geçtikçe ayrılık acısına sabredemiyordu Ayrılık, kendisinde tahammül edecek bir hâl bırakmıyordu Şems'in ayrılık hasreti ve muhabbeti ile yanıyordu "Şems, Şems!" diyerek ciğeri yakan kasîdeler söylüyor, göz yaşlarıyla dolu yazdığı mektupları Şam'a, Şems-i Tebrîzî hazretlerine gönderiyordu Ona bir mektubunda; "Ey gönlümdeki nûr, gel! Ey gönlümde ona arzu olan gel Ey sevgi ve samîmiyetini ispat eden gel Gelirsen ne mutluluk ve ferah Gelmezsen ne hüzün ve akla durgunluk Gel, sen güneş gibisin uzak ve yakın olduğunda Ey uzaktakilere yakın olan gel" diye yazıyordu

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Mevlana Celaleddin Rumi

Eski 04-19-2009   #7
meLankoLik_asaLet
Varsayılan

Cevap : Mevlana Celaleddin Rumi



Eğer bir kimse, Mevlânâ hazretlerine; "Şems'i gördüm" diye yalan söylese, ona müjde için üzerindeki elbisesini verirdi Bir defâsında birisi; "Şems-i Tebrîzî'yi Şam'da gördüm Sıhhati yerindeydi" dediMevlânâ, ona elinde bulunan ne varsa hepsini verdi Orada bulunan diğer bir kimse; "O, Şems-i Tebrîzî'yi görmedi, yalan söylüyor" deyince, Mevlânâ da; "Ona verdiğim bu elbiseler, sevdiğimin yalan haberinin müjdesidir Onun hakîkî haberini getirene canımı veririm" diye cevap verdi Böylece aylar geçti Zamanla şehirdeki fitne ortadan kalktı Şems-i Tebrîzî'ye olan düşmanlıktan, vazgeçildi Mevlânâ hazretleri artık dayanamayacağını anlayınca, oğlu Sultan Veled'i Şam'a göndermeye karar verdi Oğlunu çağırıp;

"Süratle Şam'a varıp, filanca hana gidersin Şems-i Tebrîzî hazretlerinin o handa bir genç ile sohbet ettiğini görürsün O genci küçümseme sakın! O, ALLAHü teâlânın sevdiği evliyânın kutuplarından biridir Selâmımı ve duâ isteğimi kendilerine bildir İçinde bulunduğum şu vaziyetimi, hasretimi dile getir Buraya acele teşriflerini tarafımdan istirhâm et!" dedi Sultan Veled hemen hazırlıklarını tamamlayıp yola çıktı Şam'da, babasının târif ettiği handa Şems-i Tebrîzî'yi bir gençle konuşuyor buldu Durumu dilinin döndüğü kadar anlattı Konya'da bu hâdiseye sebeb olanların tövbe ettiğini ve Mevlânâ'dan özürler dilediklerini de sözlerine ekledi Bunun üzerine Şems-i Tebrîzî, Konya'ya tekrar gitmeye karar verdi Hemen yola çıktılar Sultan Veled, Şems hazretlerini ata bindirdi, kendisi de arkasından yaya yürüyordu Şems-i Tebrîzî, Sultan Veled'in ata binmesi için ne kadar ısrâr ettiyse, o; "Sultânın yanında, hizmetçinin ata binmesi bizce yakışık olmaz Hizmetçilerin, efendisi arkasında yürümesi gerektiğini öğrendik" diyerek ata binmedi Sultan Veled, Konya'ya yaklaştıklarında, babası Mevlânâ'ya haberci gönderip, Konya'ya girmek üzere olduklarını bildirdi Mevlânâ hazretleri müjdeyi getirene o kadar çok hediye verdi ki, o kimse zengin oldu Konya'da tellâllar bağırtılarak, Şems'in Konya'ya teşrif etmek üzere olduğu bildirildi Konya'nın, başta sultan olmak üzere, ileri gelen vezirleri, hâkimleri, zenginlerinin yanısıra, bütün halk yollara döküldü Büyük bir bayram havası içinde, mübârek velî Şems-i Tebrîzî hazretlerini karşılamaya çıktılar Öğleye doğru Şems-i Tebrîzî ile Sultan Veled göründüler Sultan Veled, atın yularından tutmuş, Şems de atın üzerinde başı önünde ağır ağır ilerliyorlardı Bu muhteşem manzarayı seyredenler büyük bir heyecana kapıldılar Mevlânâ koşarak ilerledi, atın dizginlerine yapıştı Göz göze geldiler Şems'in attan inmesine yardım eden Mevlânâ, üstâdının ellerini sevinç gözyaşları arasında doya doya öptü Bu arada yanık sesli hâfızlar Kur'ân-ı kerîm okumaya başladılar Herkes büyük bir haz içinde Kur'ân-ı kerîmi dinledikten sonra, sıra ile Şems-i Tebrîzî hazretlerinin ellerini öptü Sonra Mevlânâ'nın medresesine geldiler Şems-i Tebrîzî, Sultan Veled'in kendisine gösterdiği hürmeti ve yaptığı hizmetleri Mevlânâ'ya anlattı Bundan çok memnun olduğunu bildirerek; "Benim bir serim (başım, bir de sırrım vardır Başımı sana fedâ ettim Sırrımı da oğlun Sultan Veled'e verdim Eğer Sultan Veled'in bin yıl ömrü olsa da hepsini ibâdetle geçirse, ona verdiğim sırra yâni evliyâlıkta ilerlemesine sebeb olduğum derecelere kavuşamaz" dedi

Mevlânâ Celâleddîn ile Şems-i Tebrîzî, eskisi gibi yine bir odaya çekilip sohbete başladılar Hiç dışarı çıkmadan, yanlarına oğlundan başka kimseyi almadan, mânevî bir âlemde kendilerinden geçtiler Halk, Şems gelince Mevlânâ'nın sâkinleşeceğini, aralarına katılıp, kendilerine nasîhatte bulunacağını, sohbetlerinden istifâde edeceklerini ümîd ederken, tam tersine eskisinden daha fazla Şems'e bağlandığını ve muhabbetinin ziyâdeleştiğini gördüler

Şems-i Tebrîzî hazretleri, Mevlânâ'yı evliyâlık makamlarının en yüksek derecelerine çıkarmak için elinden gelen bütün tedbirlere başvuruyordu Ona her türlü riyâzet ve mücâhedeyi yaptırdı Bir gün; "Her kim; "Âlimler, peygamberlerin vârisleridir" hadîs-i şerîfinin sırrına vâkıf olmak isterse, Mevlânâ'nın hareketlerine, ahlâkına, davranışlarına baksın Onun gibi olmaya çalışsın Onu sevsin Onda enbiyâ ve evliyânın bütün âdet ve vasıfları toplanmıştır Her fende emsâlsizdir Kısaca ben ona ulaşmış olmasaydım, mahrûm olurdum Fakat Mevlânâ'nın sırrı, âlemde gizli kaldı, onu kimse keşfedemedi" buyurdu Günler bu şekilde devâm ederken, halk, Mevlânâ'nın hiç görünmemesinden dolayı yine Şems'e kızmaya başladı Söylenenleri, Şems-i Tebrîzî işitince, Sultan Veled'e; "Ey evlâdım! Hakkımda yine sû-i zan etmeye başlandı Beni, Mevlânâ'dan ayırmak için söz birliği etmişler Bu seferki ayrılığımın acısı çok derin olacak!" buyurdu

1247 senesi Aralık ayının beşine rastlayan Perşembe gecesiydi Mevlânâ ile Şems hazretleri yine odalarında sohbet ediyor, ALLAHü teâlânın muhabbetinden ve çeşitli evliyâlık makamlarından anlatıyorlardı Bir ara kapı çalındı ve Şems hazretlerini dışarı çağırdılar Dışarıda bir grup kimse, bir anda üzerine hücûm ettiler Şems-i Tebrîzî hazretlerinin; "ALLAH!" diyen sesi duyuldu Mevlânâ hemen dışarı çıktı, fakat hiç kimse yoktu Yerde kan lekeleri vardı Derhal oğlu Sultan Veled'i uyandırıp durumun tetkîkini istedi Yapılan bütün araştırmalarda, Şems-i Tebrîzî hazretlerinin mübârek cesedini bulamadılar Bir gece Sultan Veled, rüyâsında Şems-i Tebrîzî'nin cesedinin bir kuyuya atıldığını gördü Uyanınca yanına en yakın dostlarından birkaçını alarak, gördüğü kuyuya gittiler Cesed hiç bozulmamıştı Cesedi alıp Mevlânâ'nın medresesine defnettiler

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Mevlana Celaleddin Rumi

Eski 04-19-2009   #8
meLankoLik_asaLet
Varsayılan

Cevap : Mevlana Celaleddin Rumi



Şems-i Tebrîzî hazretlerinin bu ayrılığına, Mevlânâ pek üzüldü Ayrılığın verdiği hasret ile nice beyitler, kasîdeler söyledi Evliyâlık hâllerini, derecelerini nazım ile öyle güzel anlattı ki, o zamâna kadar öylesini hiç kimse söyleyemedi Hazret-i Ali'den gelen feyz ve bereketleri, vilâyet yolunu, onun kadar açıklayan bulunmadı Şems-i Tebrîzî'ye olan muhabbetinden dolayı eserinde "Şems" ve "Hâmûş" kelimelerini mahlas olarak kullandı Dîvânına Dîvân-ı Şems dendi

Mevlânâ hazretleri, bundan sonra talebeleri arasına karışmaya, onlara ders vermeye, câmilerde nasihat etmeye başladı Pek çok velînin yetişmesine sebeb oldu Bunların arasında en meşhûru, Hüsâmeddîn Çelebi idi İnsanların hasta kalplerine, tatlı, serin şerbetler vererek şifâ olmaya çalıştı

İlim ve fazîleti sebebiyle az zamanda, o derece şöhret buldu ki, ilim talebesi, her taraftan huzûruna kavuşmak için cân atıyordu Her zaman etrafında dört-beş yüz dinleyici bulunurdu Evine gidip gelirken bile, etrâfını sarıp, çeşitli suâller sorar, müşkillerini çözerlerdi

Mevlânâ, Kitap ve sünnetten zerre kadar ayrılmayarak, tasavvufta emsâlinden üstün oldu Binlerce talebesi vardı Onları büyük bir îtinâ ile yetiştirmeye çalıştı Zamanla talebe sayısı arttı, medreseler çoğaldı Büyük âlimler yetişti

Mevlânâ Celâleddîn Muhammed Rûmî'nin talebelerinin en önde gelenlerinden biri, Selâhaddîn Zerkûb idi Selâhaddîn, önceleri kuyumculuk yapardı Bir gün Mevlânâ, Selâhaddîn'in dükkanının önünden geçerken, içerden, altına şekil vermek için vurulan her çekicin; "ALLAH, ALLAH!" diye ses çıkardığını kalp gözüyle anladı Bu hâl çok hoşuna giderek, dükkan sâhibi olan Selâhaddîn'i medreseye dâvet edip, iltifâtlarda bulundu Selâhaddîn, Mevlânâ'nın sohbetlerinden çok haz duyduğundan kuyumculuğu bıraktı Artık her gün medreseye gidiyor, hocası Mevlânâ'nın sözlerini sahrâda susuz kalan kimse gibi, damlasını telef etmeyerek âdetâ içiyordu Mevlânâ da bu yeni talebesini çok sevip, bütün feyz ve teveccühlerini onun üzerine çevirdi Selâhaddîn'i, kısa zamanda evliyâlık derecelerine yükseltti Ona olan sevgisinden dolayı oğlu Sultan Veled'e Selâhaddîn'in kızını isteyerek nikâh yapıp akrabâ oldu Selâhaddîn, on sene Mevlânâ hazretlerinin sohbetiyle ve hizmetiyle şereflendi Mevlânâ'nın sağlığında vefât etti Selâhaddîn'in vefâtına çok üzülen Mevlânâ hazretleri, talebelerinden Çelebi Hüsâmeddîn'in üzerinde çok durarak, onu kendisine vekîl olacak şekilde yetiştirdi Çelebi Hüsâmeddîn'in, Mevlânâ'ya en mühim yardımı Mesnevî'yi yazması oldu Mevlânâ hazretleri, mânevî bir aşkla edebî değeri yüksek İslâm ahlâkının üstünlüğünü anlatan ince bilgiler ve ALLAH sevgisiyle dolu beytler söyledi Mesnevî'nin ilk on sekiz beytini kendisi yazdı, diğer beyitleri ise, kendisi söyleyerek Çelebi Hüsâmeddîn'e yazdırdı Böylece daha bir benzeri yazılmamış olan Mesnevî-i Şerîf meydana geldi

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Mevlana Celaleddin Rumi

Eski 04-19-2009   #9
meLankoLik_asaLet
Varsayılan

Cevap : Mevlana Celaleddin Rumi



Mevlânâ bir gün meclisinde bir gencin, bir ihtiyârın üst tarafında oturduğunu gördü O gence bir şey söylemeden, hazret-i Ali'nin sabah namazına giderken önünde yürümekte olan yahûdî bir ihtiyarı, yaşına hürmeten geçmediğini, bu sebeple namaza geç kalınca, birinci rekatın rükûunda Cebrâil aleyhisselâmın Resûlullah'ın sırtına lutf ile dokunup durdurduğunu ve hazret-i Ali'nin yetiştiğini anlatıp; "Yahûdî ihtiyara hürmet edilince, müslüman ihtiyara daha çok hürmet edilir Hele ömrünü dîne uymakla geçirmiş ihtiyarlara saygı ve hürmet gösteren gençlerin, ALLAHü teâlâ katında ne kadar yüksek mertebe kazanacağını düşünmelidir" buyurdu Bu nasîhatı dinleyen genç, mükemmel bir ders alıp, bir daha büyüklerin üst tarafına oturmadı

Bir yerde büyük bir cemiyet tertîb edilmişti İlim sâhibi biri; "Bugün Mevlânâ, bu mecliste ne söylerse, karşı gelip, ters cevap vereceğim" dedi Oradakilerin nasîhatlerine rağmen, o sözünde ısrar etti O sırada Mevlânâ kapıdan içeri girip, söze başladı: "Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah, söylüyorum Bana karşı çıkıyorsan çık, ters cevap verebiliyorsan ver" buyurdu Bu hâli gören o kibirli adam, tövbe edip Mevlânâ'nın elini öptü, sâdık talebelerinden oldu

Sultan Rükneddîn'in hanımı anlatır: "Bir gün Mevlânâ hazretleri âniden aramızda peydâ olup; "Acele bu evden çıkın, çabuk olun, evi boşaltın!" buyurdu Biz hemen evden çıktık Çıkar çıkmaz ev yıkıldı Hepimiz kurtulduk Mevlânâ'nın bu kerâmetinin bir şükrânesi olarak, Sultan Rükneddîn, bin altını Mevlânâ'nın medresesinde okuyan talebelere dağıttı

Bâzı beyler, Sultan Rükneddîn'i Aksaray'a dâvet ettiler Mevlânâ; "Gitme!" dedi İkinci dâvette sormadan gitti ve orada öldürüldü

İmâm İhtiyârüddîn anlatır: "Birgün Mevlânâ ile ikimiz Hüsâmeddîn Çelebi'nin bağına gidiyorduk Ben, Mevlânâ'nın ardından yavaş yavaş giderken, onun bir arşın kadar yüksekten havadan gittiğini gördüm Hayretimden kendimden geçmişim Ayıldığımda gördüm ki, Mevlânâ hazretleri gitmiş Acele ederek kendilerine yetiştim Kulağıma eğilerek; "İnsanoğlu bir kuştan daha mı âciz ki, havaya kalkmasına hayret ediyorsun?" buyurdu Bağa vardık Sohbet esnâsında Mevlânâ, Hüsâmeddîn Çelebi'ye; "İsterim ki, Şeyh Ziyâeddîn'in dergâhı bizim Hüsâmeddîn Çelebi'nin olsun" buyurdu Hüsâmeddîn Çelebi; "Efendim! Başkalarının makâmında gözüm yoktur" dedi Mevlânâ; "İyi ama benim gönlümden öyle geçti" buyurdu Sonra sohbet bitti Ertesi sabah şehirden gelenler, Şeyh Ziyâeddîn'in, dergâhında âniden öldüğü haberini getirdiler İki-üç gün sonra da Hüsâmeddîn Çelebi oraya müderris tâyin edildi"

Hanımı anlatır: "Bir gün Mevlânâ evden kayboldu Hiçbir yerde bulamadık Bir ara uyumuşum Uyandığımda Mevlânâ'yı namaz kılarken gördüm Mübârek ayakları tozlu idi Sonra ayakkabılarını çevirmek istedim, onlarda kırmızı kumlar gördüm Sorduğumda; "Mekke'de bir velî dostum vardır Biraz onunla sohbet ettim O kum, Hicaz'ın kumudur" buyurdu Bu kadar kısa zamanda oralara gidip gelmek nasıl olacağı aklıma geldi Hemen anlayıp; "ALLAHü teâlânın velî kulları gönül gibi, bir anda her yeri dolaşabilir" buyurdu Böylece tayy-i mekânı târif ettiler Yâni kısa zamanda uzak yerlere gitmeyi ve çok iş yapmayı anlattılar"

Mevlânâ'yı çok sevenlerden biri, vefât etmeden yaptığı vasiyyetinde; kabrine Mevlânâ hazretlerinin gelip, Kur'ân-ı kerîm okumasını istirhâm etti O zât vefât edince vasiyyeti Mevlânâ'ya bildirdiler Mevlânâ da memnun olup, onun kabrinde Kur'ân-ı kerîm okudu Vefât eden kişinin çocuklarından biri, rüyâsında babasının çok iyi bir hâlde olduğunu görünce; "Babacığım! Bu dereceye nasıl vâsıl oldunuz?" diye sordu Babası da: "Beni kabre koyunca Münker ve Nekir melekleri suâl sormaya gelirken, oraya güzel yüzlü bir melek geldi Onlara; "ALLAHü teâlâ bu zâtı Mevlânâ'ya bağışladı Onu bırakınız! dedi O günden beri hamdolsun hâlim iyidir" diye cevap verdi

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Mevlana Celaleddin Rumi

Eski 04-19-2009   #10
meLankoLik_asaLet
Varsayılan

Cevap : Mevlana Celaleddin Rumi



Mevlânâ'nın mübârek hanımı anlatır: "Mevlânâ hazretleri, bir gün namaza durdu Sükûnet ve tevâzu içinde tâzim ve hürmetle Kur'ân-ı kerîm okuyor, bir taraftan da gözlerinden yaşlar akıtıyordu Evde bulunanlarla birlikte Mevlânâ'nın bu hâlini görüyor, hayretle ona bakıyorduk Namazdan sonra her zamanki gibi tesbihini çekip cenâb-ı Hakk'a uzun uzun yalvarıp yakararak duâsını yaptı Onun bu hâli bana çok tesir etti, ağlamaya başladım Sonra; "Ey efendi! Dünyâda ve âhirette biz günahkârların ümîdi sensin Bu kadar çok ibâdetinle, böyle korkar, ağlar, yalvarırsan, biz bu tenbel hâlimizle kıyâmet gününde ne yaparız?" diye sordum Yemîn ederek; "ALLAHü teâlânın bana verdiği nîmetlerin, ihsânların yanında benim yaptığım ibâdet, yalvarışlar ve bütün hareketlerim, ziyâde kusûr ve nihâyetsiz eksiklikten başka bir şey değildir Bütün bu korku ve yakarışlarımla; "Ey Kerîm olan ALLAH'ım! Benim gibi bir âcizin, bir çâresizin kuvveti ve tâkatı ancak bu kadardır, mâzur buyur yâ Rabbî!" demek istiyorum YoksaO'na lâyık bir ibâdeti kim yapabilir?" buyurdu

Mevlânâ hazretleri, müslim veya gayr-i müslim herkese karşı yaptığı iyi muâmele ve güler yüz ile her tarafta meşhûr oldu O zamanlar İstanbul'da bulunan meşhûr bir hıristiyan papaz, merâk edip Mevlânâ'yı görmek istedi Yollara düşüp Konya'ya geldi Konya'da yaşayan hıristiyanlar onu karşıladılar Yolda giderken Mevlânâ'yı gördüler Papaz süratle yetişip, Mevlânâ'ya çok tâzim ve hürmet gösterdi Mevlânâ da onu iyi karşıladı Papaza, papazın yaptığından daha fazla iltifatta bulundu Papaz ve orada bulunan diğer hıristiyanlar, Mevlânâ'nın bu iltifât ve güzel ahlâkı ve bu olgunluğu karşısında dayanamayıp, Kelime-i şehâdet getirip müslüman oldular

Mevlânâ, bir gün oğlu Sultan Veled'e: "Oğlum! Eğer Cennet'te olmak istersen, herkes ile dost geçin, hiç kimseye kin tutma, herkese tevâzu göster Zîrâ alçak gönüllü olmak asıl sultanlıktır" buyurdu

Mevlânâ, ezân-ı şerîf okunmaya başladığı zaman, ya ayakta durur veya dizi üstüne oturarak huşû içinde dinlerdi Bitince de ezân-ı şerîf duâsını okuyup, salevât-ı şerîfe söylerdi Sonra namaza kalkar, talebelerine, namazı vaktinde kılmalarını tavsiye ederdi Buyururdu ki: Belh şehrinde bir kimse vardı Her ne zaman ezân okunmaya başlasa bütün işini bırakır, iki dizi üstüne gelerek otururdu Ezânı, mütevâzî bir hâlde dinler, bitince salevât-ı şerîfe getirir, ezân duâsını okurdu Sonra araya bir iş karıştırmadan hemen namazını kılardı Bu kimse devamlı böyle yapar, hiç bu âdetini bozmazdı Nihâyet bir gün vefât etti Cenâzesini teneşirde yıkarken ezân-ı şerîf okunmaya başladı Cenâze birden doğruldu, ezân bitinceye kadar diz üstü oturarak hareketsiz bekledi Sonra tekrar yattı Cenâzeyi kabre koyduklarında, suâl melekleri geldiler Bu sırada onlara ALLAHü teâlâdan; "O kulum, ismim anıldığı zaman, ismimi aziz tutarak hürmetle beklerdi Siz de onu ziyâret edip aziz tutun" hitâbı geldi

Mevlânâ, başkalarından bir şey istemeyi talebelerine yasak ederek; "Başkasına el açıp bir şey isteyen, bizim talebemiz değildir Ona dünyâda da âhirette de şefâat etmeyiz ve ondan uzak dururuz Biz, talebelerimize dâimâ vermeyi, ihsân ve ikrâmlarda bulunmayı, herkese karşı tevâzu üzere bulunmayı, tatlı sözlü, güler yüzlü olmayı tavsiye ediyoruz El açıp istemek bizim yolumuzda yoktur" buyurdu

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Mevlana Celaleddin Rumi

Eski 04-19-2009   #11
meLankoLik_asaLet
Varsayılan

Cevap : Mevlana Celaleddin Rumi



Sultân Veled anlatır: "Ben, beş yaşında idim Bir gün babamın, talebelerine şöyle dediğini duydum: "Ben yedi yaşımda iken, nefsim tamâmiyle rûhuma tâbi oldu Nefsî isteklerimden kurtuldum" Bunu dinleyen talebelerden biri; "Efendim! Biz, sizi devamlı nefsinizle mücâhede eder hâlde görüyoruz Bu sözünüzü nasıl anlamak icâbeder?" dedi Bu suâle; "Nefs, yaratıkların içinde en ahmak olanıdır Hep kendi zararını ister Onun yakasını bırakmağa gelmez Çünkü en büyük düşman nefstir Büyüklerimiz, ölünceye kadar nefsle mücâdele etmiştir Biz de öyle yaparız" cevâbını verdi

Önceleri Mevlânâ hazretlerinin büyüklüğünü anlayamayan, onun devamlı aleyhinde söz söyleyen biri bir gün rüyâsında gördüklerini anlattı: "Rüyâmda Karatay Medresesindeki dershânenin ortasında, Peygamber efendimizi oturur hâlde gördüm Sanki güneş gökten inmişti Nûrundan gözler kamaşıyor, Eshâb-ı kirâm da hizmet ediyorlardı Ben huzûruna doğru ilerleyip kendilerine selâm verdim Selâmımı aldılar ve yanlarında bulunan tabaktaki yahniden bir parça sundular Yahniyi alarak; "Yâ Resûlallah!Etlerin en lezzetlisi, en güzeli hangisidir?" diye sordum Buyurdu ki: "Etlerin en iyisi, kemiğe bitişik olanıdır" O anda uyandım Her tarafımı nûr kaplamıştı Büyük bir sevinç içinde Karatay Medresesine gittim Dershânenin ortasında, Peygamber efendimizi gördüğüm yerde Mevlânâ hazretleri oturuyordu Hayretle yanlarına yaklaştım ve selâm verdim Selâmımı tebessüm ederek aldı Daha ben rüyâmı anlatmadan: "Sevgili Peygamberimiz; "Etlerin en iyisi, kemiğe bitişik olandır" buyurdu" dedi Mevlânâ'nın rüyâmdan haberdâr olduğunu anlayınca, düşüp bayıldım Ayıldığımda büyük bir sevgiyle ellerini öpüp, talebeliğe kabûl edilmemi taleb ettim ve sarsılmaz bir îtikâd ile kendisine bağlandım"

Bir kimse rüyâsında Resûlullah efendimizi görüp, huzûruna vararak hürmetle selâm verdi Peygamberimiz, mübârek yüzlerini öbür tarafa çevirdiler O zât, öbür tarafa dolanıp tekrar selâm verdi Yine mübârek yüzlerini çevirip, iltifât etmediler O zât çok üzülerek ağlamaya başladı ve sebebini suâl etti Peygamber efendimiz; "Sen, bizim dostumuz olan Celâleddîn Muhammed Rûmî'den yüz çeviriyorsun Hâlbuki o, bizim çok sevdiğimiz evlâdımızdır" buyurdular O kimse korku ile uyanıp hatâsını anladı Kendi kendine; "Ey bedbaht! Şimdiye kadar yarasa gibi güneşin ziyâsından kaçtın Bundan sonra bâri Mevlânâ hazretlerinin huzûruyla şereflenip dünyâda ve âhirette saâdete kavuş" dedi Hemen Mevlânâ'nın medresesine doğru, onun talebesi olmak için büyük bir ihlâs ile yola koyuldu Kapıya geldiğinde, Muhammed ismindeki talebeyle karşılaştı Talebe, ona; "Beni hocam Mevlânâ hazretleri gönderdi Bize kalbinde sevgi hâsıl olan bir kimse geliyor, onu kapıda karşılayın" dediler "Haydi içeriye buyurun!" dedi O kimse içeri girip Mevlânâ'nın elini öpüp, talebesi olmakla şereflendi

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Mevlana Celaleddin Rumi

Eski 04-19-2009   #12
meLankoLik_asaLet
Varsayılan

Cevap : Mevlana Celaleddin Rumi



Konya eşrâfından Muînüddîn Pervâne, şehrin ileri gelenlerini yemeğe dâvet etti Dâvetliler arasında Mevlânâ hazretleri de vardı Herkese yemekler geldi Mevlânâ'ya husûsî olarak altın bir tabak içerisinde, bir kese altın konulmuş ve üzerine pirinç pilavı doldurulmuş bir hâlde arz olundu Mevlânâ, tabağı görünce yüzünü çevirdi ve elini uzatmadı Ev sâhibi yemesi için; "Helâl lokmadır, buyurunuz efendim" diye ısrâr edince, Muînüddîn'e; "Altın tabak içinde altın kesesi saklıyarak bizi imtihan mı ediyorsun? Bir de yememiz için ısrâr ediyorsun, bu size yakışır mı?" dedi Bu sözleri duyan ev sâhibi, pek mahcûb olarak Mevlânâ'nın ellerine sarılıp öptü ve kendisini talebeliğe kabûl etmesini istirhâm etti Mevlânâ'ya öyle bağlandı ki, onun mânevî yardımları ile en önde gelen sâdık talebelerinden oldu

Emîr Ahmed anlatır: "Mevlânâ'nın ismini ve vasıflarını işiterek ona âşık olmuştum Memleketim Diyarbakır'dan Konya'ya gitmeme, annem ve babam müsâde etmiyorlardı Her geçen gün ona olan kavuşma arzum artıyor fakat nasıl gideceğimi bilemiyordum Bir gece iki rekat namaz kılıp, ALLAHü teâlânın sevgili kullarını vesîle ederek çok duâ ve niyâzlarda bulundum Sonra En'âm sûre-i şerîfini okuyarak uyudum Rüyâmda Mevlânâ hazretlerini gördüm Sîmâsı bana anlatılanlara aynen uyuyordu Bizim eve gelmişti Onu görünce koşarak huzûruna yaklaştım ve hürmetle ellerinden öptüm Beni kucaklayıp alnımdan öptü Eline aldığı bir makas ile alnım üzerinden bir mikdâr saçımı keserek; "Bu, Mesnevî âlimi olacak" buyurdu Uyandığımda, saçlarım ve makas yastık üzerinde duruyordu Bu rüyânın tesiri altında idim Annem ve babam, ısrârlarıma dayanamıyarak izin verdiler Doğruca Konya'ya gittim ve Mevlânâ'ya talebe olmakla şereflendim Mesnevî üzerinde çalışmamı emir buyurdular Kısa zamanda Mesnevî hakkında sorulan her soruyu cevaplandıracak hâle geldim"

Kârî, Kur'ân-ı kerîmi ezbere bilen Muhammed anlatır: "Hacca gidip vazîfemizi yaptıktan sonra Konya'ya dönmüştük Hacı arkadaşlarımızdan bir delikanlı, diğer arkadaşlarımı zaman zaman Mevlânâ'ya götürüyor, onun sohbetlerine katılmayı teşvik ediyordu Onun bu hâline şaşıyorduk Birgün kendisine sebebini sorduğumuzda; "Hacca giderken bir konakda uyumuşum Uyandığımda kâfilenin beni unutup gittiğini gördüm Çok üzüldüm, zîrâ yolu bilmiyordum Cenâb-ı Hakk'a yalvararak göz yaşları arasında yaptığım duâlardan sonra, herhangi bir istikâmete doğru yürümeye başladım Bir müddet gittikten sonra, kendimi büyük bir sahrâda buldum İleride bir çadır vardı Yanına vardığımda, içeride heybetli birinin helva pişirdiğini gördüm Durumumu ona anlattım ve bu helvayı kime pişiriyorsun? diye sordum Bana; "Bu helvayı Sultân-ül-Ulemâ'nın oğlu Mevlânâ için pişiriyorum Her gün buradan geçip gider Birazdan gelmesi lâzım Sabredersen onu görürsün" dedi Hakîkaten biraz sonra Mevlânâ geldi İkrâm edilen helvadan bir mikdâr yedi, ayrıca bana da verdi Sonra kendisine durumumu arzedince, kerem sâhibi Mevlânâ hazretleri bana tebessüm ederek; "Hiç merak etmeyiniz, yalnız gözünüzü yumup biraz sonra açınız" buyurdular Ben gözlerimi yumdum Açtığımda kendimi kâfilenin yanında buldum İşte benim Mevlânâ hazretlerini çok sevmemin ve arkadaşlarıma tavsiyede bulunmamın sebebi budur" dedi

Mevlânâ'yı çok sevenlerden biri, ticâret maksadıyla İstanbul'a gitmek için izin istedi Mevlânâ hazretleri de; "İstanbul'a gitmenize izin verdim Yalnız İstanbul'da şu adreste bir kilise var İçinde şu vasıflarda birini bulacaksın Ona benden selâm söyle" buyurdu TüCelle Celâluhr; "Peki!" diyerek yola çıktı İstanbul'da işini hallettikten sonra, emredilen adrese gidip kiliseyi buldu İçinde târif edilen kimse vardı Ona, Mevlânâ'nın selâmını söyledi O kimse ile konuşurlarken, bir köşede Mevlânâ hazretlerini murâkabe hâlinde oturuyor gördü Hayretinden aklı gidip oraya düştü bayıldı Kendisine geldiğinde, kilisede sâdece selâm getirdiği kimse vardı Ayrılmak için izin istediğinde, o zât da; "Mevlânâ'ya benden selâm söyleyiniz" diye tenbihte bulundu Tüccar oradan ayrılıp, uzun bir yolculuktan sonra Konya'ya geldi Doğruca Mevlânâ'nın huzûruna gitti İstanbul'daki kimsenin de kendisine selâmı olduğunu söyledi Mevlânâ'ya bunu söylerken, Mevlânâ'nın önünde o İstanbullunun diz üstü oturduğunu gördü Yine hayretinden aklı başından gidip, orada bayıldı Ayıldığında, Mevlânâ; "Ey tüccar! Bu gördüklerini, sağlığımda kimseye söyleme" buyurdu Bunun üzerine tüccar, bütün malını İslâmın yayılması için harcadı ve Mevlânâ'nın huzûruna gelip talebesi olmakla şereflendi Dünyâ ve âhiret saâdetine kavuşmaya çalıştı

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Mevlana Celaleddin Rumi

Eski 05-31-2010   #13
Şengül Şirin
Iconsiritik

Cevap : Mevlana Celaleddin Rumi







Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan Ülkesi'nin Belh şehrinde doğmuştur
Mevlâna'nın babası Belh Şehrinin ileri gelenlerinden olup, sağlığında "Bilginlerin Sultânı" ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahâeddin Veled'tir Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur
Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'den ayrılmak zorunda kalmıştır Sultânü'I-Ulemâ 1212 veya 1213 yılllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'den ayrıldı


Sultânü'I-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuştur Nişâbur şehrinde tanınmış mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaştılar Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır
Sultânü'I Ulemâ Nişabur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâ'be'ye hareket etti Hac farîzasını yerine getirdikten sonra, dönüşte Şam'a uğradı Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) geldiler Karaman'da Subaşı Emir Mûsâ'nın yaptırdıkları medreseye yerleştiler


1222 yılında Karaman'a gelen Sultânü'/-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kaldılar Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlendi Bu evlilikten Mevlâna'nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adlı iki oğlu oldu Yıllar sonra Gevher Hatun'u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerrâ Hatun ile ikinci evliliğini yaptı Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Âlim Çelebi adlı iki oğlu ile Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi

Bu yıllarda Anadolunun büyük bir kısmı Selçuklu Devleti'nin egemenliği altında idi Konya'da bu devletin baş şehri idi Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve Devletin hükümdarı Alâeddin Keykubâd idi Alâeddin Keykubâd Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet etti ve Konya'ya yerleşmesini istedi
Bahaeddin Veled Sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldiler Sultan Alâeddin kendilerini muhteşem bir törenle karşıladı ve Altunapa (İplikçi) Medresesi'ni ikametlerine tahsis ettiler
Sultânü'l-Ulemâ 12 Ocak 1231 yılında Konya'da vefat etti Mezar yeri olarak, Selçuklu SarayınınGül Bahçesi seçildi Halen müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'ndaki bugünkü yerine defnolundu

Sultânü'I-Ulemâ ölünce, talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna'nın çevresinde toplandılar Mevlâna'yı babasının tek varisi olarak gördüler Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi'nde vaazlar veriyordu Vaazları kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu

Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı Mevlâna Şems'de "mutlak kemâlin varlığını" cemalinde de "Tanrı nurlarını"görmüştü Ancak beraberlikleri uzun sürmedi Şems aniden öldü


Mevlâna Şems'in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkûbî ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizî'nin yerini doldurmaya çalıştılar

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.