|  | 16. ve 17. Yüzyıllarda Türk Çalgıları |  | 
|  04-07-2009 | #1 | 
| 
[KAPLAN]
 |   16. ve 17. Yüzyıllarda Türk Çalgıları16  yüzyıl, Osmanlı tãrihinde kanlı        ve zaferli, Türk Mûsîkîsi tãrihinde ise karanlık bir dönemdir  Bir        önceki evrede Karakoyunlu, Akkoyunlu ve Memlûk gibi        civar ülkeleri zayıflatan Osmanlı Devleti, 16  yüzyıl başında        Anadolu’yu, Mezopotamya’yı ve Kutsal Toprakları tamãmen ele geçirmiştir  Dönemin en önemli sosyo-politik olayı, Safevî tarikatı şeyhi ve        sonra Safevî Îran Devleti’nin hükümdãrı Şah İsmãil’in,        kışkırtıcılığı yüzünden, 1502’den îtibãren Doğu Anadolu’da patlak veren        Şîî-Sünnî kutuplaşmasıdır  Şah İsmãil, Fãtih Sultan Mehmet tarafından        mağlubedilen Akkoyunlu Devleti’nin mîrãsını devralmakla kalmayıp,        Sünnî olan Îranı zorla Şîîleştirmiş, Osmanlı yönetiminden hoşnutsuz kalan        Anadolu Türkmenlerini, bu yolla Osmanlı Devleti’ni parçalamak üzere        kullanmaya girişmiştir  Bu olaylar Osmanlı’nın Anadolu’daki varlığını        tehlikeye düşürünce, Sultan II  Bãyezid’ın oğulları Ahmet,       Korkud ve Selim şehzãdeler, durumdan istifãde ederek iktidar        kavgasına tutuşmuşlardır  Nihãyet 1512 yılında şehzãde Selim, hasta babası        II  Bãyezid’i tahttan indirerek Osmanlı hükümdãrı olmuş ve saltanat        rakiplerinin hepsini, büyük mûsîkîşinas şehzãde Korkud dãhil, öldürtmüştür  Böylece, Türk Mûsîkîsi tãrihi açısından Şark Dönemi adını        verdiğimiz, Kasr-ı Şirin (1639) antlaşmasına değin Şîî Îran ile        Sünnî Osmanlı arasında siyãsî çekişmelerin süregeldiği yeni bir dönem        başlamıştır  Sertliği sebebîle Yavuz lâkãbıyla anılan Sultan I  Selim, vakit kaybetmeyerek Şah İsmãil tehdidinin        karşına dikilmiş, Îran Sefer-i Hümãyûnu’nu bizzat yönetmiş ve        Anadoludaki Şîî-Alevî başkaldırıyı, 1514’te Ağrı Dağı        eteklerinde, Çaldıran Ovası zaferiyle geriletmiştir  Bunun        uzantısında, zamanının büyük kültür merkezi olan Tebriz şehri        alınmış, buradaki sanatkâr insanların hemen hepsi İstanbul’a, Saray-ı        Hümãyûn’e nakledilmiştir Çaldıran seferinin diğer bir sonucu da, Şãfiî mezhebinden olan Güneydoğu Anadolu Kürtlerinin, Şîî baskısından kurtularak Osmanlı Devletine katılmaları olmuştur, ki zamãn içinde Kürtler, yöresel birikimleriyle Türk Kültürü’nün bir parçası hâline gelmişlerdir Yavuz Sultan Selim, Çaldıran gãlibiyetîle yetinmemiş, iki sene sonra tekrar sefere çıkmış, 1516 yılında Mercü-d Dãbık ve 1517 yılında Ridãniye zaferleri uzantısında Memlûk Devleti’ni yıkmış, Hilâfeti ele geçirmiş ve Şîîliğe karşı İttihãd-ı İslâm (İslãm Birliği) idealini gerçekleştirmiştir 1520’de I  Selim’in ölümü üzerine tahta çıkan Kãnûnî Sultan Süleyman,        babasının fetih siyãsetini devãm ettirmiş, Bağdat ve Belgrad        gibi önemli şehirlerin yanısıra, Balkanlar’ın, Ege’nin, Doğu Anadolu’nun,        Kuzey Afrika’nın ve Arabistan’ın büyük bir kısmını Osmanlı İmparatorluğuna        katarak bir Cîhan Devleti yaratmıştır  Fetihlerle dolu bu çağın mûsîkîsi hakkında, ne ilginçtir ki, elimizde hemen hiç kaynak yoktur  Benzer        şekilde, bu dönemin Osmanlı Saray Mûsîkîsi’ne dãir elimize çok az        eser ulaşabilmiştir  Asgarî bilgiler ışığında, 16  yüzyılın ilk yarısında       Hasan Can Çelebi’yi (1490-1567),Nefirî Behram Ağa’yı        (? - 1560), Aziz Mahmud Hûdãyî’yi (1543 - 1628) ve I  Süleyman        zamanında “Şevknãme” adlı eseri yazan Abdül Ali Efendi’yi        farkediyoruz  İlyas Şücã Revãnî (1475-1524) 3 adlı bir Türk şãir ise,        “İşãretnãme” adlı mesnevisinde döneminin mûsîkî çalgılarını tasvir etmiş,       Çeng, Tanbur, Ud, Kãnun, Def,        Kemençe, Ney, Kopuz adlı sazlardan bahsetmiştir  Hemen sonra, Durak Ağa’ya (ö  1566) 3 ve Nihãnî        Çelebi’ye 5 ait iki ayrı “Saznãme” bulunduğunu öğreniyoruz  16  yüzyılın sonlarına doğru ise, Osmanlı Saray Mûsîkîsi’ni        temsîlen Hatip Zãkîrî Hasan Efendi (1545-1623) ile Gãzî Giray        Bora Han’a(1554-1607) ve Anadolu Halk Müziği’ni        temsîlen Halk Ozanları Pir Sultan Abdal ile Rûşen Ali Köroğlu’na        rastlamaktayız 16  yüzyıl mûsîkî tãrihi, aşağı yukarı        zikredilen bu kıt bilgilerden ibãret kalmaktadır  Bu evrede, sanki derin        bir kültürel çalkantı yaşanmış, Saray ile Halk        birbirlerinden kopuvermişlerdir  Şîî-Sünnî karşıtlığının had safhaya        varmasını izleyen yarım asır içindeki kültürel sessizlik, ãdetã bu        kopukluğun izlerini taşımaktadır 17  yüzyıldan îtibãren ise bir uyanış        gözlenmektedir  Özellikle IV  Murad tarafından Bağdat’ın ikinci defã        Safevî Devleti’nden alınması üzerine imzãlanan Kasr-ı Şirin (1639)        antlaşmasının ardından, Osmanlı Mûsîkîsi’nin yükselişe geçtiği bir çağ        başlamıştır  Bu dönemde, IV  Murad’ın Bağdat’tan dönüşünde İstanbul’a        berãberinde getirdiği Şahkulu         adlı meşhur bir mûsîkîşinas; geleneksel Karacaoğlan ismini alan        gezgin bir Doğu Anadolu Halk Ozanı (1605-1679) ve Enderun        mûsîkîşinaslarından Ali Ufkî lâkaplı Polonya asıllı Albert        Bobowski (1610-1675)                 ismindeki nota-yazarı göze çarpmaktadırlar   Aynı dönemde yaşamış diğer iki önemli kişi de, 1609 yılında İstanbul’da doğmuş olan ünlü bilgin Kâtip Çelebi 3 ile, 1611 yılında Kütahya’da doğmuş olan ve “Seyahatnãme”si ile ün kazanan Evliyã Çelebi’dir   Mûsîkî kãbiliyeti dolayısıyla IV  Murad tarafından ödüllendirilen Evliyã Çelebi, özellikle        İstanbul’daki müzik yaşamından bahsederken, şehirde 4000 kadar görevli        mûsîkîşinas, yüzlerce hãnende ve yüzlerce lütiye (çalgı yapımcısı)        bulunduğunu, askerî zümrelerin dahi kendi mûsîkî loncaları olduğunu        yazmaktadır Henry Farmer, Kãtip Çelebi’nin Zeşf-üz-zünun adlı ansiklopedik eserinde 19; aynı zamanda iyi bir mûsıkişinas olan Evliyã Çelebi’nin Seyahatnãme adlı gezi-yazılarında ise 76 adet çalgı zikredildiğini yazmaktadır   Dolayısıyla, konumuzla ilgili en öncelikli bir kaynak olarak Evliyã Çelebi’nin Seyahatnãmesini değerlendirmek yerinde olacaktır  Bu doğrultuda, ünlü gezginin kaydettiği        çalgıları irdeleyip aşağıda görüldüğü şekilde sıraladık ve yorumlarımızı        ekledik: | 
|   | 
|  | 
|  | Cevap : 16. ve 17. Yüzyıllarda Türk Çalgıları |  | 
|  04-07-2009 | #2 | 
| 
[KAPLAN]
 |   Cevap : 16. ve 17. Yüzyıllarda Türk Çalgıları       ZİLLİ VE        DERİ GERGİLİ ÇALGILAR ØÇağana Acem diyarında Şîr-î Hûdã isimli bir pehlivan télifi olduğu, ancak Batı Anadoluda benimsendiği söyleniyor  Avrupa bandolarına Mehteran’dan geçmiş olup, “Jingling Johnnie”        (Çıngırdayan Coni) veya “Turkish Crescent” (Türk Hilâli) adlarıyla anılan        ve Çin Şapkası adı da verilen, çalkalanarak çalınan çıngırak başlı        ve süslü uzunca bir tahta ãsã olmaktadır  ØÇalpãre (Çalpara) Evliyã Çelebi ismini vermiş, ancak tanımlamamıştır  Farsça “dört parça” demek olan Çarpara’dan türemiş        bir kelime olduğu anlaşılıyor  Rakkasların parmaklarına takarak ritim        sağladıkları mãdenî veya ahşap iki çift küçük “çık-çık” olmaktadır  Çengi Çubuğu adıyla da anılan Çalpara, Batı Müziğinde kullanılan        Kastanyet adlı çalgıyla aynı özelliktedir  ØDef Mãdenî küçük ziller takılmış deri gergili kasnaklı bir vurmalı sazdır  Batı Müziğinde karşılığı Tamburin        olmaktadır  Birtakım eski deflerin 4 veya 8 köşeli olduğu anlaşılıyor  ØDãire Halka halka mãdenî küçük çıngıraklar takılmış deri kaplı yuvarlak ve büyükçe bir deftir  Özellikle çıngıraksız        olanı Mazhar diye anılmaktadır 7  Batıda çıngıraklısına       Simbalum, çıngıraksızına Timpanum denmektedir   ØDavul Büyük çapta, ancak kısa boyda silindirik bir yapıya sãhip deri gergili vurmalı çalgıdır  Anadolu’da kayışla boyunda        taşınarak, Zurna eşliğinde bir yanına çomakla (tokmakla), diğer        yanına çubukla (değnekle) vurularak çalınır  Kelime kökeni Tabl ile        aynı olup, Mehterhãne çalgılarındandır  Çeşitli boylarıyla Batı        Müziğindeki Kaba Davul’a  ve Trampet’e mütekãbildir   ØDünbelek Birçok çeşidi vardır  Mısır’da        îcãdedildiği söylenen ve dipdibe bitiştirilen iki üstü deri gergili        çömlekten yapılan Çömlek Dünbeleği, Mekke’ye giden Mahmil        alayınca çalınırmış  Bir de cam kasnaklı yapıldığı düşülünen Cam        Dünbeleği zikrediliyor  Ayrıca, muhtemelen çıngıraklı olan Yemen        Dünbeleği; çift olarak çalınan Mukarran Dünbeleği ve tãrifi        meçhul Eyyûb Dünbeleği vardır  Günümüzde Darbuka ile        eşanlamlı kullanılmaktadır   ØKös Mehteranda kullanmış olan, üstü kalın deri gergili pirinç kazanlardan yapılan meşhur vurmalı sazdır  Evliyã        Çelebi’nin mizãhî bir üslupla “her biri hamam kubbesi kadardır” dediği bu        ãlet, ucu keçe kaplı tokmaklarla çalınır  Batı Orkestralarında günümüzde        kullanılan Timpani adlı vurmalı çalgı, kösten türemiş kabul        edilmektedir  ØKudüm Hûşeng Şah tarafından îcãdedildiği söyleniyor  Çomak biçiminde değnekler (zahmeler)        ile çalınan, küçük çapta ve farklı ebatlarda bir çift köstür  Hz  Muhammed ile Hz  Hatice’nin zifaf gecesinde ney ve rebab        eşliğinde kullanıldığından dolayı, derviş tekkelerinden eksik olmamıştır        deniliyor   ØNakkãre Hãris-i Yemenî tarafından îcãdedildiği ve Arabistan kahvehãnelerinde çalındığı söylenmektedir  Mehteranın tanınmış bir vurmalı        çalgısıdır  İki küçük değnekle çalınan, elle tutulur ölçüde ufak, üstü        deri kaplamalı bir çift kâsedir  İki parçası da bitişik olduğunda ve sol        elde tutulup veya boyna asılıp sağ elle ve tek değnekle çalındığında,        Çifte Nakkãre denir  Türk Çingeneler arasında Nağra diye        tanınır   ØTabl-ı Baz (Davlunbaz?) Atların eyerlerine takılan veya elde tutulup kösele bir kayışla çalınan küçük köstür  Gürültü yaparak av        hayvanlarını ürkütmekte, onları sakladıkları yerden çıkartmakta ve baz        türü doğana avını yakalaması için yardımcı olmakta kullanıldığından dolayı        bu ismi almıştır  Bir çeşidinin, 19  yüzyılda Tabl adı altında        Mûsıkã-yı Hümãyûn bandosunda kullanıldığına rastlamaktayız   ØZil Evliyã Çelebi ismini vermiş, ancak tanımlamamıştır  Askerî Mûsîkîde ve Dervişlerin dînî ãyinlerinde        kullanılan, birbirlerine vurularak çınlayan bakır, pirinç yãhut tunç        malzemeden îmâledilmiş iki yassı yuvardan ibãret çalgı türüdür   | 
|   | 
|  | 
|  | Cevap : 16. ve 17. Yüzyıllarda Türk Çalgıları |  | 
|  04-07-2009 | #3 | 
| 
[KAPLAN]
 |   Cevap : 16. ve 17. Yüzyıllarda Türk Çalgıları       ÜFLEMELİ        ÇALGILAR ØBoru Batı Müziğinde Trompet ile Korno gibi Borazan-vãrî çalgılara denk olduğu hâlde, birçok çeşidi vardır: Boynuzdan yapıldığı anlaşılan Derviş Borusu, avlanmakta kullanılmak üzere Îran hükümdãrı Menûçihr tarafından îcãdedilmiş; Eyyûb Borusu’nun Sinan Şah tarafından îcãdedildiği ve içi dilcikli kamıştan bir borucuk olduğu söylenmekte; Afrãsiyab Borusu (Îran ya da Acem Borusu), aynı ismi taşıyan Îranlı hükümdar tarafından télif edilmiş; Pirinçten Mehter Borusu, Selçuklu Sultan Alp Arslan tarafından Konya’da îcãdedilmiş olup Osmanlılar da kullanmıştır deniliyor; Bundan başka Venedik îcãdı olduğu anlaşılan çevgân gibi eğri Şişe Borusu varmış; Nefir adındaki sipsili kamıştan boruyu da Isfahanlı Hûdãdãd îcãdetmiş, ki Mehteranda kullanılmıştır; Prag’da îcãdedildiği söylenen Turumpata Borusu ise, bilinen Avrupa Trompeti’nin atası olmalıdır; Sonra, pirinçten büklümlü bir boru olarak tãrif edilen İngiliz Borusu’nun içinde ince pirinç diller varmış, ki Batı Müziğindeki Sürgülü Trompet’e denk olması muhtemeldir; Yine pirinçten îmãledilen Lituriyan Borusu adındaki bir Flaman çalgı da Hıristiyan gemiciler tarafından çalınırmış; Erganun Borusu adındaki bir Alman çalgı, manda boynuzu inceltilip içine tel diller koyularak çalınan dãvûdî bir ãlet olarak geçiyor; Ayrıca, Evliyã Çelebi Kerrenay (Kurrenay – Parlak Ney) adında pirinçten veya gümüşten bir boru da zikrediyor ki, “eşek anırması” gibi bir sesi olduğunu mizãhî bir anlatımla söyleyip, bu ãleti, Erivan seferinden dönerken IV  Murad’ın İstanbul’a        getirdiğini belirtiyor   ØDuduk (Türkmence’si Tutik-Tütek, Farsça’sı Tutak) Dilli bir çalgı ãilesinin genel adıdır ve birçok çeşidi vardır: Cafer Şah tarafından Musul dolaylarında îcãdedildiği ve şimşir ağacından yapıldığı söylenen Kaba Duduk; Nablus’ta îcãdedildiği ve Kudüslü Kumãme rãhipleri tarafından çalındığı söylenen Arabî Duduk; Erdel’de bir rãhip tarafından îcãdedildiği ve içinde ağarmış saç gibi teller olduğu söylenen Macar Duduğu; Nasreddin Tûsî tarafından îcãdedildiği ve Mehter takımında tãlim için kullanıldığı söylenen Mehter Duduğu; Üsküp’te îcãdedildiği ve kaz ya da turna kemiğinden yapıldığı söylenen Çağırtma Duduk; Trabzon Lazlarıncaîcãdedildiği, 9 deliği olduğu ve ses kutusu içinde danak (tãnecik) bulunduğu düşünülen Danakyu Duduğu; Rum çobanlar tarafından îcãdedildiği ve iki bitişik kamıştan yapıldığı söylenen Dilli Duduk ve Romenlerin kullandığı, parça parça kamıştan yapılan ve 7 parmak ile 1 başparmak deliği olan Mizmar (Duduğu), Evliyã Çelebi’nin bahsetmiş olduğu türlerdir  Bir de Şiraz’da îcãdedildiği        anlaşılan Balaban (Mey) adında bir çalgı vardır ki, özellikle        Azerîler ve Türkler tarafından çokça kullanılan dar kalaklı, sipsili bir        tür duduktur  15  yüzyılda yaşamış olan İbn-i Gaybî, bu çalgıdan        Nây-ı Balaban diye sözetmiştir  Duduk ãilesinin, genel olarak Batı        Müziğinde eskiden kullanılan Rekorder ve Flajole gibi        çalgılara benzediği anlaşılmaktadır   ØErganun (Organun) Avrupa ülkelerinde, kilise ve manastırlardaki mahfillere kurulu Org adlı büyük çalgıdır  Evliyã        Çelebi, Erganun dediği Orgu tãrif ederken, üçyüz adet rüzgâr düdüğü        olduğu hãlde, her biri onar rãhip tarafından hareket ettirilen manda        derisiyle kaplı bir çift körükle çalıştığından bahsetmektedir  Bir körük        inip, bir körük kalkarken basılan hava, boruların çarklarına erişip hãzin        bir ses ile Rehãvî makãmından çalarmış  Bunu duyan rãhipler de o        sâdãya uyup, körüklerin üzerine beşer beşer çıkıp, körüklerle inip        kalkarlarken aynı makamdan Zebur ãyetlerini okumaya başlarlarmış  Manzarayı gören ve müziği duyan insan şaşkına döndüğü gibi, kendinden        geçercesine mest olup hayran kalırmış  Ayrıca Hz  Dãvud’un        Erganun’u îcãdettiğinden, bu ãleti Ruhã’da, yãni Urfa yöresinde peydah        ettiğinden ve bu sebeple Ruhã şehri ve Rehãvî makãmı dendiğinden        bahsedilmektedir  Ne ki, Evliyã Çelebi, Orgun mãlûm klavye mekanizmasından        sözetmemektedir  Mizaç dolu karakteriyle yaptığını anladığımız gözleminden        etkilendiği için olsa gerek, bu çalgıyla ilgili daha derin teknik        ayrıntılara girmeyi ihmâl ettiğini düşünüyoruz  ØKaval 9 deliği olan bu çoban çalgısının Fisagor tarafından îcãdedildiği söyleniyor  Sürüleri otlatan        çobanların kullandığı bir tür üflüttür  Bãzılarının 6 parmak deliği ve 1        başparmak deliği, diğerlerinin 7 parmak deliği ve 1 başparmak deliği        olduğu görülmektedir   ØKurnata (Kırnata) İngilitere’de îcãdedildiği, boynuzdan yapıldığı ve Kudüslü Kumãme rãhipleri tarafından çalındığı söylenmektedir  Suriye’de sipsili duduk ailesine genel olarak bu isim verilmekte imiş  Donuk bir tınıya sãhip Serpent yãhut Kılârinet isimli Batı        çalgılarına denk olduğunu düşünmekteyiz   ØMiskål (Mûsîkål-Mûsîkar) Dik üflenerek çalınan, dizi dizi ve farklı boylarda kamışlardan müteşekkil bir çalgıdır  Batı Müziği’nde Pan-fülüt       olarak tanınır  Farklı boylarda iki cins daha miskål varmış ki, bunlar        battal (kaba-büyük) ve girift (cura-küçük) miskållermiş  ØNey Saz kamışından çeşitli boylarda kesilip 6 parmak deliği ile 1 baş parmak deliği açılan ve dudak kenarıyla hafif yatık üflenerek çalınan başpãreli (ağızlıklı) üflüttür  Ulvî bir tınıya        sãhip olan Ney, geleneksel mûsîkîde ve özellikle de Mevlevî        ãyinlerinde oldukça sık kullanılır  En büyüğünden en küçüğüne doğru        günümüzde bilinen çeşitleri şunlardır: Dãvud, Şah, Mansur,       Kız, Müstahzen, Bolãhenk ve Süpürde  Bu        cinsler, yaklaşık olarak tam sesler hãlinde tizleşirler  Arada kalan yarım        sesleri tamamlayan diğer neyler Mãbeyn takısı alırlar (Şah        Mãbeynî, Kız-Mansur Mãbeynî    gibi)  Bir sekizli tiz ses veren        neyler ise Nısfiye takısı alırlar (meselâ Bolãhenk Nısfiye,        ki bugün sãdece Bolãhenk olarak anılır)                       Evliyã Çelebi oniki çeşitten bahsetmekte ise de sãdece şu isimleri        vermektedir: Battal, Dü-heng, Nây, Girift,        Mansur, Şah, Bol ãheng, Battãl-ı Dãvûdî, Ser-heng        ve Süpûrdã  Amasyalı Şükrullah’tan öğrendiğimize göre, eskiden        Ney yerine geçen, 7 veya 9 delikli Pîşe adlı kamıştan bir çalgı        kullanılırdı 7  Benzer olarak Mizmar adlı bir çalgı da        mevcut idi  Günümüzde kullanılmayan Girift ise, küçük bir ney        olmakla berãber, 7 parmak deliği ve 1 baş parmak deliğine sãhip olduğundan        dolayı ney ãilesinden ayrı tutulmuştur   ØTulum Duduğu Rus îcãdı olduğu, Rus çobanların çaldığı söylenen kamışlı deri-tulum çalgı imiş  İskoçya’daki çeşidine Gayda        denir  Türklerde, Trakya ve Doğu Karadeniz yöresine özgü bir çalgı        olmuştur   ØZurna (Surnây) Birçok çeşidi olan sert-dilli bir çalgı olup Mehterhãnenin baş çalgısıdır  Efes’te gömülü olan Cemşid        tarafından îcãdedildiği söylenen, ağaçtan oyma geniş kalaklı sipsili bir        sazdır  Batı Müziğinde Şavm ve Obuğa olarak adlandırılan        çalgılara benzerliği vardır  Evliyã Çelebi’nin kaydettiği Zurna        türleri ise şunlardır: Yarım metreden daha uzun olan Kaba Zurna;        davul eşliğinde çalınan ve oldukça yaygın olan Cura Zurna; Basra        vãlisi Tayyar Mehmet Paşa’nın ağası Ãsaf Ağa tarafından îcãdedilmiş        olan Ãsafî Zurna; Mağripli Şeyh Şihab tarafından îcãdedilmiş        olunup Fas’ta çalınan Şihãbî Zurna; Suriyeli Ali Nãd        tarafından îcãdedilmiş olup Suriye ile Mısır’da çalınan Arabî Zurna        ve Kaba Zurna’dan daha kalın ses veren Âcemî Zurna   | 
|   | 
|  | 
|  | Cevap : 16. ve 17. Yüzyıllarda Türk Çalgıları |  | 
|  04-07-2009 | #4 | 
| 
[KAPLAN]
 |   Cevap : 16. ve 17. Yüzyıllarda Türk Çalgıları       TELLİ        ÇALGILAR ØÇartar Acem diyãrında, Şeyh Safî’nin gözetiminde Kemâl Ãhî tarafından télif edilmiş olduğu söyleniyor  İsminden de        anlaşılabileceği gibi, Çartar’ın dört telli ve perdeli bir saz        olduğu düşünülmektedir  Evliyã       Çelebi, Çartar gibi dört telli olan        ve Türkmenler arasında yaygın olan Şarkî adında bir başka saz da        zikretmektedir, ki bu çalgının Bosna-Hersek’te bilinen Sargija        olması muhtemeldir  Oysa, günümüzde Çartar tedãvülden kalkmış görülüyor  Evliyã Çelebi, bir de, Arapgirli Şükrullah Bey’in télifi olan,        Rüdã isimli, Çartar’a benzeyen, beş telli, perdeli, levendãne        bir sazın, kendi zamãnında îcãdedildiğini yazmaktadır  Günümüzde, beş        telli benzer bir çalgı günümüz Özbekleri arasında yeğ tutulmakta imiş   ØÇeng Süleyman Peygamber zamanında Fisagor tarafından îcãdedildiği, “fil hortumu şekline sãhip” 40 telli dikey bir çalgı olduğu, dinleyene hayat ve zevk aşıladığı söylenmektedir  Mısır,        Fars, Hint ve Çin medeniyetlerinde, bu çalgının akrabãsı olduğunu        anladığımız tãrihî çalgılara çokça rastlanmaktadır  Çeng’in, Batı        Müziğindeki Arp adlı çalgının atası olduğu anlaşılmaktadır  Onun,        İbn-i Gaybî zamanında 17, Amasyalı Şükrullah zamanında 24 telli olduğunu        öğrenmekteyiz  Bununla berãber, Manisa’da îcãdedildiği söylenen 24 telli        Muğni adlı bir çalgı da, yassı yüzlü ve kambur gövdeli dik bir saz        olan Çeng’e benzemektedir  Evliyã Çelebi’nin tãrif ettiğine göre,        Nîhãnî Çelebi’nin “saznãme”sinde yer vermediği Muğni, Tire, Manisa,        Aydın, Saruhan, Karabiga, Sığla ve Menteşe yöresince çokça bulunan        levendãne bir müzik ãleti; başka kaynaklara göre ise, Safiyüddin Urmevî’nin       Rebab, Kãnun ve Nüzhe gibi çalgıların özelliklerini        birleştirerek Îran’da geliştirdiği 39 telli bir saz olmaktadır   ØÇeşde Selânikli Benlişah’ın îcãdı olduğu hâlde, Çöğür gibi beş kirişli, ancak kısa saplı ve sık perdeli, küçük ve yuvarlak karınlı, gür sesli bir saz olduğundan bahsedilmektedir  İstanbul-Balat çingeneleri arasında yaygın olduğu        söyleniyor  Günümüzde tedãvülden kalkmıştır  ØÇöğür Germiyan beyi Kütahyalı Yãkup Germiyãnî’nin îcãdı olduğu söylenen bu çalgının, tahta göğüslü, beş ya da altı telli, yirmialtı perdeli, büyük gövdeli bir saz olduğu ve Yeniçeri Ocağı’na mahsus olduğu söylenmektedir  Sûndar (Sürder) adlı bir Kürt        çalgısının da, tıpkı Çöğür gibi bir saz olduğu, ancak  gövdesine on tãne        demir tel bağlandığı ve güzel yakıcı bir ses verdiği söylenmektedir  Bir        de Hamdioğlu Şemsi Çelebi’nin télif ettiği söylenen,        Yûnkar (Yonkar) adlı, üç telli bir sazdan bahsedilmiştir, ki harem        ağalarının çaldığı söylenen bu ãletin büyüğüne Çöğür denmekteymiş  Yunan Müziğinde Kithãrã adlı çalgıya benzeyen bu sazların her üçü        de artık tedãvülden kalkmıştır   ØKãnun Müellifi belirgin değildir  Bãzı iddialara        göre Fãrãbî’nin, diğerlerine göre İbn-i Hallegan’ın        îcãdıymış  Çeng’e bezerliğiyle dikkat çeker, ancak aksine yatay çalınır  Pãdişah huzurunda rağbet gören, diz üstüne konup iki elin parmaklarındaki        bağa ile çalınan, iki köprüsü arasına 9 ilâ 60 mãdenî tel gerilen        üçgenimsi bir saz olduğundan sözedilmektedir  Ayrıca, Safiyüddin        Urmevî’nin îcãdı olduğu anlaşılan, üçer üçer gerili 81 telden müteşekkil       Nüzhe, yapısal özelliği îtibãriyle Kãnun ile özdeştir  Gãyet eski bir çalgı olduğu anlaşılan Kãnunun, İstanbul’da 15  yüzyılda        revaçta olduğundan, ancak 18  yüzyılda kullanımının seyrekleştiğinden, 19  yüzyıl sonrasında ise tekrar tedãvüle girdiğinden bahsedilmektedir  Oysa,        Kãnunun 18  yüzyılda bilhakis revaçta olduğuna dair görüşler de vardır  Kãnun, Batı Avrupada Klavikord, Klavsen,        hatta Piyanoforte gibi çalgıların atası; Avusturya’da Zither,        Macaristan’da Simbalon ya da Dulçimer, Doğuda Santur,       Biva ve Koto gibi çalgıların akrabãsıdır  Batıda Kanon        yãhut Psalteri adlarıyla tanımlanmaktadır  Eskiden perde ayarları,        tellerin kenarına sol elin başparmağı ile basılarak yapılmakta iken,        günümüzde, 19  yüzyılın ikinci yarısından beri yürürlükte olan mandal        sistemiyle berãber, üçer üçer gerili 72, 75 veya 78 telden müteşekkil        kãnun modeli kullanılmakta ve bu meşhur ãlet, her iki elin işãret        parmaklarına takılan yüksüklere sıkıştırılmış bağdan mızraplarla        çalınmaktadır  Güncel Geleneksel Türk Mûsîkîsi topluluklarının vazgeçilmez bir sazıdır   ØKopuz Sultan II  Mehmet’in vezirlerinden        Hersekzãde Ahmet Paşa’nın îcãdı olduğu söylenmektedir  Üç telli bir        saz olduğundan, Bosna, Budin, Kanlıcı, Eğre ve Temeşvar gibi yörelerde        çokça çalındığından bahsedilmektedir  Evliyã Çelebi, mizãhî bir üslupla        “aygır gibi kişneyen levendâne şeştar yavrusu” dediği bu çalgıya        Anadolu’da hiç rastlamadığını ifãde etmektedir; ki bu bilgiler, Türklerin        ata çalgısı olduğu iddia edilen Kopuz sözkonusu olduğunda hayli        ilginçtir  İbn-i Gaybî’ye göre ise, 15  yüzyılın başında, özellikle nãzım        ve nesir türünden Türk masallarına eşlik etmede kullanılan ve muhtemelen        günümüzde Bağlama, Bozuk ve Meydan Sazı 7        olarak bildiğimiz türlere benzeyen Ozan adlı bir Türk sazı yanısıra,        bir de Küpüz-u Rûmî adlı deri karınlı ve beş çift telli bir Anadolu        sazı mevcuttur  Bundan başka, bir de Karadüzen adı verilen bir tür        vardır ki, Evliyã Çelebi bu sazın, Kãnûnî Sultan Süleyman’ın hışmından        korkup Anadolu’yu terkeden şehzãde Bãyezid ile berãber Acem diyãrına        sığınan Kuduz Ferhat isimli bir müellifin îcãdı olduğunu,        Tanbura şeklinde, üç kirişli, sürãhi gövdeli ve perdeli bu çalgıyı        ismi geçenin Isfahan’da peydah ettiğini ve bilhassa taşralı ayakkabıcılıar        arasında yaygın olduğunu yazmaktadır  Kopuz’un Macaristan’da        kullanılan Kobza adlı çalgıya, Karadüzen’in, Arnavutluk’ta        kullanılan Düzen adlı saza denk olması muhtemeldir  Evliyâ Çelebi,        ayrıca Muğla’da îcãdedildiğini zikrettiği Barbut (Berbat) adında        kopuz-vãrî bir sazdan bahsetmektedir; ki yazılana göre, bu çalgının düz        bir sapı, kiriş tellerinin her iki yanında ayrıca mãdenî telleri ve        tellerden aşağı dört burgusu varmış  Orta Asya’da ise Kopuz, özellikle        Kırgız, Altay ve Kuzey Türkleri arasında, Oklu Kopuz veya Yaylı        Kopuz gibi yaylı çalgıları belirtmede kullanılmaktadır   ØSantur Evliyâ Çelebi adını vermişse de tanımlamamıştır  Ses tahtası üzerine mâdenî teller gerili bir İbrãnî        çalgısı olduğundan bahis vardır  Kãnunun akrabãsı olduğu açıktır  Eskiden        ibrişim teller ile çalınmakta imiş  Tevrat’ta Psanterin adıyla        geçen saz olduğu düşünülmektedir, ki muhtemelen Santur kelimesi        buradan kök almıştır  Safiyüddin Urmevî’ye ait olduğu söylenen Nüzhe        adlı çalgının , Santur’dan türemiş olduğu kabûl edilmektedir  Santurun, 11  yüzyıldan sonra, çeşitli tasarılarda Avrupa’ya yayılmış        olduğu ve özellikle Macaristan’da, gümüş sarmalı çelik tellere sãhip        Dulçimer adlı çalgının oluşumunu tetiklediği anlaşılmaktadır  Bugün,        dünyadaki “etnik-otantik sazlar” arasında en önde gelen bir çalgı ãilesini       Santurgiller oluşturmaktadır  İkizkenar bir yamuk şekline sãhip        olan geleneksel Türk ve Îran Santurları, üçer üçer gerili olan 72 sarı        pirinç tele, ucu keçe yãhut tülbent sarılı zahmeler (veya mızraplar) ile        vurularak çalınır  19  yüzyıl sonuna gelindiğinde, İstanbul’da Alla        Turka ve Alla Franga şeklinde iki tür Santur kullanılmıştır  Hamãilî Santur da denilen Alla Franga Santur, beşer beşer gerili, üç        oktavlık kromatik ses alanına sãhip 160 telden, Alla Turka Santur ise, iki        buçuk oktavlık “noksan bir ses sistemine” sãhip üçer üçer gerili yaklaşık        96 telden müteşekkildir  Bu ãleti geliştirebilmek üzere sarfedilen bir takım çabalara rağmen, 20  yüzyılda yeterince rağbet görmeyen Santur, artık Geleneksel Türk Mûsîkîsi        çalgı topluluklarında kullanılmamaktadır   ØŞeşhãne Şirvanlı Rızãeddin’in îcãdetmiş olduğu söylenen, ud gibi burgu yerleri eğri, ancak uzunca saplı, perdesiz, balık kursağından ya da ibrişimden yapılan altı telli bir çalgı imiş  Anlaşıldığı kadarıyla, zor bir ãlet olduğu hâlde, tüm makamlar        çalınabiliyormuş  Günümüzde tedãvülden kalkmıştır   ØŞeştar Tebrizli Ali Han’ın îcãdettiği söylenen bu sazın, Çartar gibi perdeli, ancak isminin de işãret ettiği gibi altı telli olduğu yazılıdır  Deriden karınlı Şeştar,        günümüzde Îran, Azerbaycan ve Kafkasya yöresinde kullanılmakta imiş  İbn-i        Gaybî’nin tanımladığına göre, farklı ebatlarda Uda benzeyen üç ayrı        türü varmış ki, bunların telleri, çifter çifter akord edilirmiş   ØTanbur (Tanbura) Birkaç çeşidi olan uzun saplı ve mâdenî telli meşhur sazdır  Türk Tanburu denilen çeşidi günümüzde en çok        bilinenidir  Bir diğer çeşit ise, Şirvan Tanburu olmaktadır  İbn-i        Gaybî’ye göre, ilkinin gövdesi daha küçük ve sapı daha uzun idi ve buna        iki ya da üç kiriş tel takılırdı  Diğeri de iki telli olmakla berãber,        armut şeklindeki gövdesiyle Türk-Îran sanatında çokça resmedilmiştir  Fãrãbî, Horasan Tanburu adını verdiği bir başka türden        sözetmektedir  Yunanlıların İçitali adını verdikleri iki telli tanburun 18  yüzyıl        ortalarına kadar revaçta olduğunu anlamaktayız  Bunun dışında,        Kütahyalı İftedlioğlu’nun télif ettiği söylenen Tel Tanbur        zikredilmektedir, ki zampara çalgısı olduğu, mahalle aralarında kadınları        pencerelerden sarkmaya dãvet ettiği, üç teli bulunduğu ve muhtemelen        mızrapla çalındığı ifãde edilmiştir  Günümüzde, yarısı bakır yarısı çelik        olmak üzere 8 telli olan Tanbur, bağa adı verilen kaplumbağa        kabuğundan bir mızrap ile çalınmaktadır  Geleneksel Türk Mûsîkîsinin        vazgeçilmez sazı Tanbur, Batıda Pandor diye anılmaktadır ØUd Fisagor veya Eflâtun tarafından îcãdedildiği rivãyet edilen Ud, Fãrãbî’ye, Amasyalı Şükrullah’a ve İbn-i Gaybî’ye göre, ibrişimden 5 telli, armut şeklinde, perdeli, kısa kollu, burgu kısmı kıvrık bir sazdır 7  Evliyã Çelebi’den anladığımıza göre, onun zamanında        Tanbur halk tarafından daha çok sevildiği için, Ud pek revaçta        olmayan bir çalgı idi  11 ilâ 13  yüzyıllar arasında “Endülüs        Müslümanları” ve Hıristiyan haçlı seferleri aracılığı ile Avrupa’ya        tanıtılmış olan Ud, 19  yüzyılda Lâvta        adında ve şeklinde Anadolu’ya dönmüştür, ki beşli aralıklarla akordedilmiş        4 tãne çift tele sãhip olan “tampere perdeli” Lâvta’nın gelişi, zãten        bilinen Udun yapısını dönüştürmüş, Ud, bugün bildiğimiz, perdesiz ve 11        telli şekle bürünmüştür   ØYelteme (Yeltme) Şemsi Çelebi’nin îcãdettiği söylenen Yelteme, tanbur cüssesinde, ama daha kısa boylu ve çift bamlı, kiriş telli bir saz olarak geçiyor, ki hâl-i hazırda Îran, Kafkasya ve Türkistan coğrafyasında sevilen bir saz olduğunu öğreniyoruz   | 
|   | 
|  | 
|  | Cevap : 16. ve 17. Yüzyıllarda Türk Çalgıları |  | 
|  04-07-2009 | #5 | 
| 
[KAPLAN]
 |   Cevap : 16. ve 17. Yüzyıllarda Türk Çalgıları       YAYLI ÇALGILAR Mısırlı Mansûr-i Reşîdî tarafından télif edildiği, Arabistan ve Türkistan diyãrında revaçta olduğu, Rumların asla kullanmadığı, Kemençe gibi üçer telden ibàret çok tiz perdeli “Oklu” mãnãsında küçük bir keman olduğu söylenmektedir  Amasyalı Şükrullah’a        göre, ayaklı ve dik çalınan iki telli bir sazdı 7  Kıyak,       Gıjak, Yaylı Kopuz, Kabak Kemãne, Kemençe ve       Eğit gibi ãletlerden oluşan Türk Yaylı Çalgılar ãilesinin eski bir        ferdidir 14   ØKemençe Nahçıvan’da gömülü olan Fãriyãbî’nin télif ettiği yazılıdır  Farsça “yay” demek olan “keman” kelimesinden        türemiştir  Iklığ’a benzediği anlaşılıyor, ancak üç veya dört tellidir ve diz üstünde,        tırnaklarla tellere değilerek çalınır  Yunanlıların Lira,        Macarların Hegedü, Bulgarların Gadulga dedikleri çalgıdır  Karadeniz yöresinde ise Tırnak Kemençesi olarak anılır ØRebab Hz  Süleyman huzurunda çalınmış ve        Abdullah Fãriyãbî’den kalmış olan, ibrişimden üç telli kadim bir saz        olduğu ve Hz  Muhammed döneminden önce haram sayılmadığı yazılıdır  Tãrihte birçok defã Iklığ ve Kemençe ile bir tutulmuştur  Eskiden bir tür        Uda bu ismin verildiği anlaşılıyor  Günümüzde ise yayla çalınan Kemençe-vãrî        bir saz olup, üç,dört, hatta beş telli türleri vardır 7,14   OYUN        ÇALGILARI Lehistan’ın Danzig vilãyetinde îcãdedildiği söylenmektedir  Batı’da Yahudi Arpı veya Krembalum        adıyla anılan, demir gövdeli ve dilli bir çalgı olarak tãrif edilmektedir  Telli tanburla alâkası yoktur  Muhtemelen çocuk çalgısı olup, günümüzde        bildiğimiz düdüklere benziyordu   ØFilcan (Fincan) Saz İçlerine farklı oranlarda su doldurulmuş çini kâseler oluduğu hãlde, Hint îcãdı olduğu söyleniyor  Günümüzde Halk        Müziğinde kullanılmaktadır   ØKamış Mizmar Şeyh Şüşterî tarafından gölge oyununda kullanılmak üzere télif edildiği, kamıştan dilim dilim yarılmış bir saz olduğu söyleniyor  14  yüzyılda yaşamış olan        Muhammed Şüşterî’nin, Çin gölge oyununu ve muhtemelen Çin Şengi        denilen bu müzik ãletini Türkiye’ye getirdiği sanılmaktadır  İbn-i Gaybî,        Çince adıyla Hşao-Hşeng diye bilinen bu çalgıdan Çubçik (Çıpçık-Çapçak)        olarak sözetmektedir  Günümüzde Karagöz oyununda kullanılan Narake        adlı çalgı olabileceği düşünülmektedir  İbn-i Sina’ya ait        “Al-Nacat” başlıklı risãlede Mizmar kelimesine, yine kendisine ait        “Danişnãme” adlı farsça eserde Nây kelimesine rastlanıyor  Ayrıca        “Mãfãtih ål-Ulûm” adlı bir başka eserde: “Mizmar nãy’dır” şeklinde bir        ibãre bulunmaktadır ØSafir (Islık) Kuklabaz çalgısı olduğu anlaşılıyor  İki        kemik parçası arasına deri konup ağızla çalınırmış  Çok muhtemelen güldürü        amaçlı kullanılıyordu  ØSafîr-i Bülbül (Bülbül Islığı) İbn-i Sînã tarafından bülbülün ötüşünü taklit etmek üzere îcãdolunduğu söyleniyor  Muhtemelen ağzına düdük eklenmiş su dolu pirinç yãhut bakır bir kaptan        ibãretti  Kalabalık bir güruh çalgıcı tarafından kullanıldığında, ãdetã        renk renk haykıran bülbül sürüsü acem yoluna düşermiş  Belli ki        şenliklerde ve şölenlerde, gösteriş yoluyla insanları eğlendirmede fayda        sağlıyordu  ØŞãne Arapça tarak demek olan Şãne’nin, pek muhtemelen bir kağıt ile berãber üflenerek, yãhut tırtıkları hızla çekiştirilerek ses vermesi sözkonusu olmaktadır  Kuklabazların bu çalgıyı        güldürü amaçlı kullandıklarını düşünmek caizdir  *        *        *  Evliyã Çelebi’nin, Seyahatnãme’sinde kaydettiği bütün çalgıları böylece özetlemiş bulunuyoruz  Şimdi, biz bu ve        günümüzde mevcut bulunan çalgılar arasından Türk Dünyãsında kullanılmış ve        kullanılmakta olanları, maksatlarına göre dört kategoride toplamayı uygun        görüyoruz: | 
|   | 
|  | 
|  | 16. ve 17. Yüzyıllarda Türk Çalgıları |  | 
|  04-07-2009 | #6 | 
| 
[KAPLAN]
 |   16. ve 17. Yüzyıllarda Türk ÇalgılarıEskiden, tezeneli çalgılar arasından Kopuz, Bozuk ve Çöğür türünden sazların da fasıl heyetlerine dãhil edilmiş olduklarını öğreniyoruz  Oysa Girift, Miskål, Mizmar, Pîşe, Çeng, Lâvta, Muğni, Nüzhe, Santur, Şeşhãne ve Sînekeman artık tedãvülden kalkmış çalgılardır ve Geleneksel Türk Mûsîkîsi topluluklarında bulunmamaktadırlar  Bunun başlıca iki nedeni göze çarpıyor: İlk olarak, Türk tãrihinde, Enderun Saray Mektebi ve Mevlevîhãneler dışında ciddî bir “Çalgı Ekolü” kurumsallaşabilmiş değildir; ki bu, birçok çalgının yüzyıllar içinde unutulmasına sebep olmuş başlıca bir etkendir  İkinci olarak, Tanzimat döneminden îtibãren ve Cumhuriyet dönemi süresince, Batı Müziği çalgıları, Türk Müziği çalgılarını aşama aşama ikame edegelmiştir  * * * Böylece, 16  ve 17  yüzyıllar içinde ismi geçen Türk Çalgılarından bahsetmiş bulunuyoruz  Görüldüğü gibi, adı geçen çalgıların birçoğu bugün tedãvülden kalkmıştır  Ne yazık ki, bu olgunun arkasında olağan bir “çalgı-evrimi süreci” değil, daha ziyãde “tãlihsiz bir ihmâlkârlık” göze çarpmaktadır  Yazılı bir kültürün özlemini çeken Türk Müziği, ancak 20  yüzyıldan başlayarak kurumsallaşabilmiştir  Nedir ki, hâl-i hazırda mevcut Türk Müziği Çalgılarının teknik ayrıntılarını, ses özelliklerini ve notasyondaki karşılıklarını derleyen bir çalışma hâlâ daha gerçekleştirilmiş değildir  Böyle bir çalışmanın eksikliğini çeken Geleneksel Türk Müziği’nin, elbette ki Batı Müziği kadar gelişme sağlaması sözkonusu olamayacaktır; ki Batı Müziği, tã 19  yüzyıldan başlayarak, Berlioz’un “Çalgılama Nazariyatı” isimli eseri ve Korsakof’un “Orkestralama Kaideleri” adlı yapıtı gibi ileri düzey kuramsal çalışmalara geçit vermiş olarak, köklü bir altyapıya sãhip olduğunu tüm dünya nezdinde vurgulamaktadır   Bugün Türk Müziği açısından yapılması gereken, ihmâlkârlıklar sebebîle tedãvülden kalkmış olan değerli Geleneksel Türk Çalgılarının, günümüz teknolojisiyle geliştirilerek yeniden değerlendirilmelerini sağlamak olmalıdır  Bundan da öte bir gereklilik, tüm eski ve güncel Türk Müziği çalgılarının, “ortak bir sistematizasyon” içerisinde, aynı bir müzik eğitim sürecine raptedilebilmeleridir  Bunun için yapılması gereken, aynı bir kurum çatısı altında hem Batı Müziği, hem de Türk Müziği eğitiminin müşterek yöntemler üzerinden sağlanabilmesi ve her iki alana da vãkıf müzik insanlarının yetiştirilebilmesidir  Ancak bu süreçlerden geçtikten ve çokseslilik kadar makam ve usûl bilgisine de sãhip olduktan sonra, Ulusal Müzik yapma iddiasında olunabilinecektir  Herhâlde, Türk Çalgılarının kullanılmadığı bir müzik; her ne kadar Türk ezgilerinden kısmen faydalanmışsa da, Türk Müziği kimliğinden doğal olarak uzak kalmaya mahkûmdur  Beklentimiz odur ki, günün birinde, Türkiye’nin müzik eğitimini ãdetã ortadan ikiye biçen Ala Turka – Ala Franga ayrışması sonlanır da, bu sãyede, hem öz benliği ile buluşan, hem de çağdaşlaşmanın gereklerini kavrayan müzik insanları, dayanışma içerisinde, Türk insanına hitãbeden “Gerçek Çağdaş Türk Müziği Ekolü”nü yaratırlar  Bu istem gerçekleştiği takdirde, Geleneksel Türk Çalgıları ile Batı Müziği Çalgılarının ortak bir zeminde buluşmasıyla yepyeni bir akım yaratılacak ve Türkiye Cumhuriyeti, uzun zamandır özlemini duyduğu Ulusal Müzik Kültürü’ne en nîhãyet kavuşacaktır  Ozan Yarman 23 Aralık 2002 Kaynakça: PHP Kodu: 
			 | 
|   | 
|  | 
|  |