Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
hakkı, kelimei, tevhidin

Kelime-i Tevhidin Hakkı

Eski 04-04-2009   #1
meLankoLik_asaLet
Icon1861

Kelime-i Tevhidin Hakkı



Rahman ve Rahîm olan ALLAH'ın adıyla
Bütün övgüler âlemlerin Rabbi olan yüce ALLAH'a mahsustur Hayırlı son ALLAH'tan korkan müttakî kullaradır Salât ve selâm O'nun peygamberi Hz Muhammed'e (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ve tüm aile fertlerine olsun Âmin!

Ey kardeşim;Tevhidi sermaye yap! Lüzumsuz şeylerden arın! Asıl zenginliği fakirlikte (ALLAH'a boyun bükmede), azizliğini ise O'na karşı zelilükte ara Zikrullahı şiar edin! İlâhî muhabbet, kaftanın; takva, gömleğin olsun! Azığa, bineğe ve emniyete ihtiyacın varsa, fakirliği azık, kalp kırıklığını binek, zikri emniyet edin! Muhabbetullahı yegâne dost bil! Yolculuğunun maksat ve gayesi O'na yaklaşmak olsun
Eğer ALLAH ile yaptığın bu ticarette kâr ettinse bil ki her şeyi kazanmış; zarar ettinse her şeyi kaybetmişsin demektir
Yapmış olduğun bu ticarette, canını ve malını alıcı mı, yoksa satıcı mı olduğunu bir düşün Şayet alıcı olup canını ve malını O'na vermekten kaçınmış isen zarar etmişsin demektir Şu âyet bu kimselerin halini anlatır:
"İşte onlar, hidayeti (hakkı) bırakıp sapıklığı aldılar da alışverişleri kâr getirmedi Zaten doğru yolu bulamamışlardı"
Eğer, canını ve malını ALLAH'a satıcı isen kâr etmişsin demektir; işte o zaman şu âyetin müjdesine erersin:
"Hiç şüphesiz ALLAH, kendi yolunda Sallallahu Aleyhi ve Sellemşıp, öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını cennete karşılık satın almıştır ALLAH bunu Tevrat, İncil ve Kur'an'da üzerine bir hak olarak vaad etti Verdiği sözü ALLAH'tan daha çok tutan kim vardır! Öyleyse yaptığınız alışverişe sevinin, bu büyük bir kazançtır"

Hangi gruba dahil olduğunu anlamak istersen şu âyeti oku:
"Müminler, ALLAH anıldığı zaman kalpleri titreyen, O'nun âyetleri okunduğunda imanları artan, rablerine güvenen, namazlarını dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz nzıktan yerli yerince sarfedenlerdir"

Eğer, O anıldığında kalbin titriyor, azaların ürperiyorsa, "Onların bedenleri ve kalpleri ALLAH'ın zikriyle yumuşar" âyet’inin sırrına mazhar olmuşsundur Bu durumda sen, kendini ALLAH'a satıcılar topluluğuna dâhil olan kimselerdensindir
Yok eğer senden bu gibi haller sâdır olmaz, "lâ ilahe illallah" sözü duvar veya tavan gibi herhangi bir sözden farksız olursa, bil ki sen, hidayeti ve hakkı terkedip nefsinin keyfini alan gruptansın
Şu âyet sana veyl okumaktadır:
"ALLAH'ı anmak hususunda kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsunl İşte bunlar apaçık bir sapıklık içindedirler"
ALLAH'ın âyet’lerinden nasibi olmayan kimsenin "lâ ilahe illallah" demesi ona fayda sağlamaz Zira kalbi mânadan yoksun olan, âyetlerden nasibi olmayan kimsenin, puta ve haça tapan kimseden, taştan veya kumdan hiçbir farkı yoktur Şu âyet seni düşündürmeli:

"Sonra yine kalpleriniz katılaştı, taş gibi hatta daha katı oldu Nitekim taşlar arasında içinden ırmaklar çağıldayan, yarılıp su çıkanlar vardır ALLAH korkusundan yuvarlananlar vardır ALLAH yaptıklarınızı bilmez değildir
Müslümanın kalbi, âyette belirtildiği üzere, taş gibi kaskatı olursa kâfirin kalbi nice olur Tevhid ehli ve O'nun zikriyle meşgul olan kimse bu durumda olursa, kâfirlerin ve gafillerin halini artık sen düşün
Gaflet uykusundan uyandığın, sarhoşluk batağından kurtulduğun anda, bu anlattığımı anlayabilir, söylediğimi bilebilirsin Şüphesiz ki sen önce anlayıp sonra anlatmakla ve ilkin bilip sonra bildirmekle emrolundun O halde bilmediğin şeyi söyleme, anlamadığın şeyi anlatma
Kelime-i tevhidi iyice anlamadan, kalbinde özümlemeden söylüyorsan hakikatte onu söylemiş olmazsın Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de, "Vay o namaz kılanların haline ki, onlar kıldıkları namazdan gafildirler" buyurulmuştur
Öyleyse, ALLAH'ı zikrettiğinde her yerin kalp kesilmeli; O'nun için konuştuğun vakit her yanın dil olmalı, O'nu her tarafın kulak kesilmiş bir vaziyette dinlemelisin ki, soğuk demire çekiç vuran kimse gibi, boşuna yorulmuş olmayasın
Bir şair demiş ki:
Ölürüm aşkınla seni her zikredişimde, Gafletinle düşerim mahrumiyet ve hüzne Kalp kesilirim gönlümün her titreyişinde; Ne acı kalır, ne elem, yanar ateşinde…

Dirayet, ayrı bir sanattır Dirayet, feraset ister Feraset, işin iç yüzüne bakmak, hakikatine nüfuz etmek, saklı şeyleri görmek, gördüğünü anlamak, anladığını kavramak, kavradığını yaşamak ve yaşayarak gerçeğe ulaşmaktır Bunun sonucu, hakikate hayran kalmak, Hakk'ın muhabbetine dalmak, bu aşk ile yeni bir can bulup kâmil insan olmaktır Vesselam

Muhtemel hatalarımız kasıttan değil, kulluk vasfımızdandır ALLAH için bizi uyaran, hatalarımızı gösteren ve bizlere hayır dua desteği veren kardeşlerimizden ALLAH razı olsunEn iyisini yüce ALLAH bilir

Alıntı Yaparak Cevapla

Kelime-i Tevhid'n Manası

Eski 05-09-2009   #2
meLankoLik_asaLet
Varsayılan

Kelime-i Tevhid'n Manası



KELİME-İ TEVHİDİN MÂNASI
Kelime-i tevhid, iki lafızdan oluşur Birinci kısmı "lâ ilâhe"dir Mânası, "hiçbir ilâh yoktur" demektir Bu kısmında kalmak küfürdür İkinci kısmı "illallah’tır Mânası, "ilâh olarak ancak ALLAH vardır" demektir Bunu söylemek imandır Kâfir ve münafıklar "lâ ilahe" kısmında kalıp küfre düştüler Oysaki onlara, "Kapıda durmayın, içeriye geçin (hakka ulaşın) denilmişti
Kur'ân-ı Kerîm'deki şu âyeti bu mânada anlamalıdır:
"Ey iman edenler! ALLAH'a, peygamberine, ona indirdiği kitaba ve daha önce indirmiş olduğu kitaplara inanın Kim ALLAH'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr ederse, şüphesiz koyu bir sapıklığa dalmıştır^
Gerçek müminler, aslî vatana (hakikate) ulaşmış, yani "illallah" menziline varmış kimselerdir Onların durumu şu âyetle anlatılmıştır:
"Peygamberler ve müminler ona rabbinden indirilene inandılar Hepsi ALLAH'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler"^
"Lâ ilahe" diyerek cehennemliklerden olanların ilki lanetlenmiş ve kovulmuş şeytandır "İllallah" diyerek iman bahçesine giren ve cennetlik sınıfına dahil olan ilk kimse ise Hz Âdem'dir Bu nedenle cehenneme gireceklerin listesinin en başında şeytanın, cennetliklerin başında ise Hz Âdem'in (as) ismi yazılıdır
Şimdi "lâ ilahe" menzilinde durup da küfre düşen şeytana mı, yoksa "illallah" diyerek imana eren Âdem'e (as) mi katıldığını iyice düşün Sakın şeytana uyma! Eğer şeytanın yolundan gidersen Âdem'in yolundan sapmış olursun, onunla olan bağın kopmuş olur ki o vakit şeytanî sıfatlarla sıfatlanmış olursun Bu durumda sen şu âyette anlatılan kimselerden olursun:
"ALLAH, İblîs'e, 'Haydi git! Onlardan sana kim uyarsa bil ki cehennemde hepiniz tam bir ceza ile cezalandırılırsınız Vesveselerinle gücünün yettiğini yerinden oynat, onlara karşı yaya ve atlı askerlerinle haykırarak yürü, onların mallarına ve çocuklarına ortak ol, onlara vaadlerde bulun' dedi Ama şeytan sadece onları aldatmak için vaadde bulunur
Şayet ALLAH Teâlâ sana adaletiyle muamele edecek olursa seni âlem-i adle (cehennemliklere) ait listenin başına kaydedip iblîs'in ordusuna dahil eder Yok eğer fazl ve keremiyle davranacak olursa seni âlem-i fazlın (cennetliklerin) defterine yazıp Hz Âdem'in safına katar
"Lâ ilahe" lafzı "illallah" lafzına bağlı olup, ikisi, birbirinden ayrılmaması gereken tek bir sözdür "Lâ ilahe" zehir ise, "illallah" panzehirdir Panzehiri olmayan zehri içen kimse nasıl helak olursa, aynı şekilde "lâ ilahe" deyip "illallah" demeyen kimse de helak olur Kuşkusuz zehirden sonra panzehir içen kimse nefsini dizginlemiştir Nefsine sahip olan kimse ile, nefsini helak eden kimse birbirinden çok farklıdır
"Lâ ilâhe"yi "illallah" çizgisine kavuşturmadıkça, sen, kelime-i tevhid kalesinin dışındaki harabelerinden birinde kalırsın "Lâ ilahe" kalenin yarısı olduğu için diğer yarısı olmaksızın kale tamamlanmış olmaz Nitekim ALLAH Teâlâ, "Lâ ilahe illallah benim kalemdir"buyurmuştur O halde sen "lâ ilâhe"yi "illallah"a bağladığında, bu kale tüm rükün ve kısımlarıyla tamamlanmış olur Zira her kalenin dört rüknü vardır Aynı şekilde "lâ ilahe illallah" dört kelime olup, her bir kelime tevhid kalesinin bir rüknüdür Maddî şekil olarak durum böyle olduğu gibi, mâna yönüyle de böyledir
Tevhid kalesinin rükünlerini şöylece sıralamak mümkündür: Namaz, oruç, hac, zekât, (bir de kale olarak nitelendirdiğimiz) kelime-i şehâdet İslâmiyet bu beş esas üzerine kurulmuştur
Ey kardeşim, bilmiş ol ki, insanlık şehrindeki tevhid kalesi kalbin korumasındadır Bu şehrin sakinlerinden olan kulak, göz, el ve ayak
kalbin kölesi ve hizmetçisi olup istemeseler de kalbin emirlerine uymak mecburiyetindedirler Evet, bu uzuvlar kalbin isteklerini yerine getirmek, ona muhalefet etmemek üzere yaratılmışlardır Kalbin emretmesi üzerine göz bakar, kulak duyar, el tutar, ayak yürür Eğer kalp bu uzuvlara bu hareketlerin aksini emrederse yine yaparlar Kısaca, bunlar kalbe itaat etmek zorundadırlar
Şayet kalp mülkünde zulmediyorsa, emrindeki uzuvları zulüm, fesat, muhalefet ve inat gibi kötü işlerin yapılmasında kullanır Meselâ, göze haram şeylere bakmasını, kulağa kötü sözleri dinlemesini, el ve ayağa haramla meşguliyeti emreder ki böylece onlar hakikati göremez ve duyamazlar Şu âyetler, insanın bu halini anlatmaktadır:
"Onlar, manen sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler Bu sebeple doğru yola dönmezler"
"Andolsun ki, cehennem için de birçok cin ve insan yarattık Onların kalpleri vardır, ama anlamazlar; gözleri vardır, ama görmezler; kulakları vardır, ama işitmezler Bunlar hayvanlar gibidirler; hatta daha da aşağıdırlar İşte gafil olanlar bunlardır"
Kalp kendi memleketinde adaletle hükmederse, bu uzuvları taat ve ibadet etmekte kullanır Yani, göze iyiye, güzele bakmasını; kulağa faydalı şeyleri dinlemesini, diğer uzuvlara da hayır işlemelerini emreder ki bunun neticesinde bereket hâsıl olur, kalbin meydanı temizlenir, saflaşır Kalbin bu haline Peygamber Efendimiz (sav) şöyle işaret buyurmuştur:
"Bedende bir parça et vardır ki o iyileşince bedenin hepsi iyileşir, o hastalanırsa bedenin hepsi hastalanır İşte o, kalptir"
Kelime-i tevhid; kapısı, kapıcısı ve bekçisi olan sağlam bir kale olup, kapıcının hakkını vermeden içeri girmek mümkün değildir Yani "lâ"nın sırrından geçmeden "illa"nın ispatına varamazsın
Gerçekte bir şeyi yok etmek veya var etmek senin işin değildir Çünkü mevcut olmayan bir şey zaten yoktur Aynı şekilde, var olan bir şeyin de ispata ihtiyacı yoktur Varlığı bulunmayan bir şey, mevcut değildir; var olan da zaten mevcuttur
"Lâ ilâhe illallah" dört kelime, on iki harf gibi görünmesine karşın gerçekte bir kelime ve dört harften ibarettir
ALLAH lafzı mutlak bir doğru olup, inkârı ve nefyi mümkün değildir "Lâ ilahe" ifadesi de mutlak mânada bir nefiydir Zira bir şeyin sübûtu ve vücudu tasavvur edilmedikçe nefyedilemez Nitekim "lâ" harfi, sübûtu ve vücudu tasavvur edilebilen bir şeyi nefyetmek için kullanılır
Yani bu, başka tanrıların mevcudiyeti mânasında olmayıp; eşi ve benzeri, ortağı ve zıddı olmayan ALLAH'ın varlığını tekit ve ispat için kullanılmıştır Bunun aksini düşünen kimse müşriktir

Alıntı Yaparak Cevapla

Kelime-i Tevhidin Meyvesi

Eski 05-09-2009   #3
meLankoLik_asaLet
Icon1861

Kelime-i Tevhidin Meyvesi



KELİME-İ TEVHİDİN MEYVESİ
"Lâ ilahe illallah", ilâhî sırların perdesini açar ve kalbi, onu kirletip yüce Hakk'ın tecellilerini perdeleyen tozlardan temizler Kalp arşını temizleyerek onu Cenâb-ı Hakk'ın tecellisine mahzar ve nazarına layık bir mahal yapar Bu itibarla ALLAH Teâlâ, Davud'a (as), "Ey Dâvûd! Bana kalp evini temizle de orada bulunayım Gökler ve yer beni içine alamazken mümin kulumun temiz kalbi beni içine aldı'' buyurmuştur(Yani bir kimse, ALLAH'tan başka ilâh yoktur derken, O'nun tek ilâh olduğunu ifade etmiş ve ispatlamış olur Kelime-i tevhidle, başka ilâhlar var da onları inkâr edip ALLAH'ı kabul etmek anlatılmıyor Yüce ALLAH'ın yanında başka ilâhlar kabul etmek şirktir Lâ ilahe illallah "tek ilâh var, o da ALLAH'tır" demektir )
Mâsivâya (ALLAH'tan gayrisine) nazar edip kirlendiğin, ilim ve derece üstünlüğüne güvendiğin ve varlık âleminde ALLAH'tan başkasını gördüğün sürece "lâ ilahe" nefyi senin içindir Ne zaman eşyayı her şeyin sahibi olan ALLAH'ın birliğine (tevhid) delil kılıp, onlarda hakkı görürsen işte o an "lâ"dan kurtulur "illa’ya ulaşırsın
"ALLAH de, sonra da onları bırak, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar"Bu âyette belirtildiği gibi sen ne zaman fâni şeyleri anmayı bırakır, baki olan ALLAH'ın zikriyle meşgul olursan kelimenin tam anlamıyla ALLAH demiş olur, mâsivâdan yüz çevirirsin
"ALLAH" kelimesini oluşturan "elif, lâm ve hâ" harflerinden her birinin özel bir mânası ve işareti vardır
Elif, ALLAH'ın kendi zâtıyla kaim olduğuna, varlığının mahlûklardan hiçbirine bağlı olmadığına işarettir Lâm, mülkiyet ifade eder; Cenâb-ı Hakk'ın tüm mahlûkatın gerçek sahibi olduğunu gösterir Hâ harfi ise, hidayeti simgeler; göklerde ve yerde olanların hepsine hidayet eden, yani onların yolunu gösterenin, yapacağını öğretenin ALLAH olduğunu belirtir Bu konuda Kur'ân-ı Kerîm'de, "ALLAH göklerin ve yerin nurudur (yani yerde ve gökte ne varsa hepsine hayat veren, yol gösteren ALLAH'tır)" buyurulmuştur
Bunları şöyle anlamak da mümkündür: Elif, Cenâb-i Hakk'ın kendi nimetini her tarafa yaymak suretiyle halk ile ülfet ettiğine; lâm, halkın Hak'tan yüz çevirdiğine; hâ, ALLAH dostlarının aşk ve muhabbet içinde kaldıklarına işarettir Şairin biri bu nükteleri şu şekilde mısralara aktarmıştır:
Elif, halkla ülfet etmek; Lâm, kınamaktır şeytanı Hâ, O'nun aşkıyla coşmak; Ve Uyarmaktır insanı Basiret gözünü aç! Âlemdeki her şey "lâ ilahe illallah" der Sen şu âyetin haberine kulak ver:
"Yedi gök, yer ve bunların arasında bulunanlar O'nu teşbih eder O'nu hamd ile teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur Fakat siz, onların teşbihini anlamazsınız O, gafur ve halîmdir"^ Bu hakikat şairin mısralarında şöyle dile gelmiştir:
Her şeyde vardır apaçık bir âyet; O'nun birliğine eder delâlet Tevhid güneşinin sadece senin üzerine doğduğunu mu sanırsın? Bu iş senin bildiğin gibi olmayıp, kuşlar dahi O'nun için saf saf olmuş, O'na dua ve teşbih etmektedirler Sizin diğer mahlûklara kıyasla daha üstün, daha azametli ve faziletli oluşunuz mükellef olmanızdandır Yoksa size ihtiyaca binaen bu özellikler verilmiş değildir İyilik ve üstünlük ALLAH tarafından verilmiş bir nimet olup, Kur'ân-ı Kerîm'de bu nimet şöyle hatırlatılmıştır:
"Andolsun ki, biz insanoğlunu şerefli kıldık Onların çeşitli vasıtalarla karada ve denizde intikalini sağladık; onları temiz şeylerle rızıklandırdık ve yarattıklarımızın pek çoğundan üstün kıldık"'
ALLAH Teâlâ sizi ademiyet (yokluk) sırrından varlık sahasına getirmiş ve size, kulluk vazifenizi yerine getirerek, ALLAH'ın bir tek olduğunu anlamanızı emretmiştir Sizlere vücut verilmiş olması herhangi bir ihtiyaç sebebiyle veya ilâhî sıfatların size muhtaç olduğundan ve vahdâniyyet sıfatının sizin şehâdetinize bağlı bulunduğundan dolayı değildir Zira O'nun sıfatları hiçbir şahidin şehadetine bağlı değildir ve inkarcının inadıyla da gizli ve kapalı bir hale gelmez
Yarasalar dahi güneşin varlığını bilirler Fakat gözlerinin kusurlu olması sebebiyle onu göremezler Güneş doğunca yerlerine çekilip uyurlar Onlar gecenin varlığının da farkına varırlar Yarasaların güneş ışığını görememesi güneş ışıklarından kaynaklanmaz; onların gözlerinin bu ışıkları görebilme kabiliyetinin olmayışından kaynaklanır
ALLAH Teâlâ ezelî ve ebedîdir İster şehadet edin, ister inkâr edin; yani isteseniz de istemeseniz de bu böyledir Eğer şehadet ederseniz bu, O'nun ezeliyet sıfatının bir tecellisi olarak size ikram edilen nasibinizdir Yok eğer inkâr ederseniz, bu hiçbir şey ifade etmez Çünkü ezelî ve ebedî olan bir şeyin varlığı, hadis olan (sonradan yaratılan) bir şeye bağlı değildir Bilakis hadis olan bir şeyin mevcudiyeti kadîm olana bağlıdır Bütün varlıkların O'na muhtaç olduğu Kur'ân-ı Kerîm'de şöylece ifade edilmiştir:
"Ey insanlar! Siz fakirsiniz ALLAH ise zengindir, her türlü hamde ve övgüye lâyıktır O dilerse sizi yok eder ve yerinize yeni kimseler yaratır Bu ALLAH'a zor değildir" ^
Eğer sen fakir isen, ALLAH'ın huzuruna zenginler gibi; zelil isen azizler gibi; zayıf isen güçlüler gibi gelme! ALLAH'ın divanına aczini, fakrını itiraf ederek gelirsen bilmiş ol ki sabreden fakirler O'nun yanında olurlar Zelil ve kalbi kırık bir vaziyette varırsan şüphesiz O, kalbi kırık olan kimselerle beraberdir O'nun huzuruna O'nu zikrederek gidersen O da seninle birlikte olur Nitekim âyette,
"Beni anın ki ben de sizi anayım" buyurulmuştur
O'na muhabbetin varsa, "ALLAH onları sever, onlar da ALLAH'ı severler"' âyetinin müjdesine ulaşırsın
O'na yakınlık peyda ederek geldinse, "Kim bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım, kim bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak gelirim Kulum nafile ibadetlerle bana yaklaşır, ben de onu severim Sevdiğim zaman onun gören gözü, duyan kulağı, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum Kulum artık benimle görür, benimle duyar, benimle tutar, benimle yürür^4kudsî hadisinin sırrına mazhar olursun
Şu hadis de O'na yakın olan kulların haline işaret etmektedir:
"ALLAH kıyamet gününde, 'Ey âdemoğlu, aç kaldım beni doyurmadın, hasta oldum halimi sormadın' der Bunun üzerine kul, 'Yâ rabbi, sen âlemlerin rabbi iken ben seni nasıl doyurayım, sana nasıl su vereyim!' diye sorar; ALLAH da, 'Benim kullarımdan biri hastalandı, sen onun hal ve hatırını sormadın İzzet ve celâlime andolsun ki, onun hal ve hatırını sormuş olsaydın beni onun yanında bulurdun' der"

Alıntı Yaparak Cevapla

Kelime-i Tevhidin Hakimiyeti

Eski 05-09-2009   #4
meLankoLik_asaLet
Icon1861

Kelime-i Tevhidin Hakimiyeti



"Lâ ilahe illallah" bütün mâna ve hakikatiyle sana hâkim olduğu zaman kalbinin içerisinde yegâne hükümran o olur Artık hiçbir yabancı kalp evine giremez Kendi evinde nefsinin hükmü geçmez Orada kalıp kalmama hürriyetin elinden alınır Malûm olduğu üzere hükümdar bir şehri ele geçirdiği zaman oranın altını üstüne getirir, oranın azizlerini zelil kılar
Aynı şekilde, kalbin tam manasıyla kelime-i tevhidin hükmü altına girince, senin de sıfatların değişir; kibrin tevazuya, malla gururlanma azla kanaat etmeye, varlığın yokluğa, baki olma hevesin fâni olmaya, tüm kötü sıfatların iyiye inkılâp eder Zahirî üstünlüğün hakiki üstünlüğe döner Çirkin sıfatların ağacı kökünden kesilir, küfür ve atalet dikenleri ezilir, teşbih ve temsil kabukları temizlenir; oraya iman ve tevhid tohumu dikilir Orada ALLAH'ı tenzih ve tefrîd fidanları yeşerir Böylece senin güzel sıfatların çoğalır ALLAH Teâlâ'nın şu âyeti bu meseleyi veciz şekilde açıklamaktadır
"Verimli toprak rabbinin izniyle iyi ürün verir Çorak toprak kötü ürün verir İşte biz, şükreden bir topluluk için âyetleri böyle yerli yerince açıklarız"^
Her sultanın saltanatı ve hükümranlığı belli bir müddet devam eder Lâkin "lâ ilahe illallah" bunun dışındadır Onun saltanatı ilelebet devam edecektir Hükmü öncekilerin ve sonrakilerin isteğine bakılmaksızın herkesi kuşatmış, göklerde ve yerde olanların hepsini kaplamıştır Kur'ân-ı Kerîm'de buna işaretle,
"Göklerde ve yerde bulunan herkes kul olarak rahmana gelir" buyurulmuştur
Bunların bazısı aşk ve şevkle, itaat etmiş bir halde; bazısı da istemeyerek, zoraki bir şekilde O'nun huzuruna gelirler "Göklerde ve yerde olanların hepsi ister istemez sadece ALLAH'a secde ederler Gölgeleri de uzayıp kısalarak O'na secde etmektedir" âyet-i kerimesi bu konuda söylenen şeyleri özetle ifade etmektedir
Herkesin O'na teslim olduğunu ifade eden bir diğer ayet şudur:
"Rabbin âdemoğlunun belinden zürriyetlerini almış ve, 'Ben sizinrabbiniz değil miyim?' diye onları kendilerine şahit tutmuştu 'Evet buna şahidiz'dediler Kıyamet günü, 'Biz bundan habersizdik' dememeniz için sizinle bu anlaşmayı yaptık"
Bu âyeti şu şekilde tefsir etmek mümkündür:
Âlem-i fazl (gerçek müminler) isteyerek, âlem-i adi (kâfirler) ise istemeyerek, "Evet, sen bizim rabbimizsin" dediler
ALLAH Teâlâ, onları Âdem'in (as) belinden çıkardıktan sonra iki fırkaya ayırdı Âlem-i fazl (cennetlikler) Âdem'in (as) sağında, âlem-i adi (cehennemlikler) ise solunda yer aldı Bunun akabinde ALLAH Teâlâ her iki gruba da anlama, işitme ve konuşma melekesi verdi Daha sonra onlara hitap etti ve onları kendilerine şahit tuttu "Her insanın amelini boynuna dolarız ve kıyamet günü, onun için açılmış bir kitap çıkarırız 'Kitabını oku! Bugün hesap görücü olarak senin nefsin sana yeter' deriz" ^
ALLAH Teâlâ, seni nefsin üzerine şahit tutarak, verdiğin sözü unuttuğunu, zalim ve cahil olduğunu sana hatırlatır Böylece sen ikrardan inkâra düştüğünü kabul edersin

Alıntı Yaparak Cevapla

KALPLE NEFİS ARASINDAKİ İNCE FARK

Eski 05-09-2009   #5
meLankoLik_asaLet
Varsayılan

KALPLE NEFİS ARASINDAKİ İNCE FARK



KALPLE NEFİS ARASINDAKİ İNCE FARK
"ALLAH şüphesiz ALLAH yolunda savaşarak öldüren ve öldürülen müminlerin nefislerini ve mallarını cennete karşılık satın almıştır" âyetinde "kalbin" değil de "nefsin" satın alınması dikkati şayandır Zira kalp yaratılmış olan hiçbir şeye köle olmaz Mevcudattan hiçbir şey onu çalamaz Çünkü kalp Hak'tan gayrisiyle ünsiyet kurmaz, ALLAH'ın zikrinden başka birşeyle tatmin olmaz Kalp bu konumu itibariyle alınıp satılamayan, ALLAH'tan başkasına boyun eğmeyen hür bir kimseye benzer
Nefis ise böyle değildir O, şehvanî şeylerle tatmin olur Zevk ve lezzetlere olan meyli sebebiyle onların esiri olur Esirin ise alım-satımı caizdir
Bu anlatılanlar şeriat kabının zahirinden taşan birkaç damla, zahirî ilmin bazı kırıntılarıdır Bilindiği üzere, sözün akışı vaktine göredir Sen arındığın zaman sözün de arınır, sen bulandığın an o da bulanır
Nefis ve kalp meselesine şu şekilde de yaklaşılabilir: Kalp halkla değil Hak'la; nefis ise Hak'la değil halkla meşgul olduğu için, kalp yerine nefis satın alınmıştır
Nefis kötü sıfatlar ve bayağı hasletler üzere yaratılmış olduğu için âfet bölgesi, muhalefet yurdudur Kalp ise güzel sıfatlar ve iyi huylar üzere yaratılmış olduğundan itaat ve ibadet beldesi hüviyetindedir İşte nefsin kötü vasıflarının iyi vasıflara, kalbî özelliklere inkılâp etmesi için nefis satın alınmıştır
Nefis alım-satım kefesine konulup teslim işlemleri yapılınca, ALLAH Teâlâ nefsi hayra çağırmakla görevli bir meleği ona gönderir Melek onu daimî surette hayra davet edip serden men eder Bu hal aralarında bir dostluk kurulana kadar devam eder Nefis vakur, boyun eğecek bir vaziyete gelince, melek ondan tüm kötü sıfatları alır ve onu güzel sıfatlarla donatır Böylece o, küfür karanlığından iman aydınlığına, tüm kötü sıfatların zulmetinden iyi sıfatların nuruna ulaşır
Nefis, küfür karanlığı ve onun vasıflarından kurtulup, muhalefet ve inadından vazgeçince, ilâhî emre boyun eğer; ALLAH Teâlâ da ondan razı olur
Nefis bu vakur ve mutmain tavırlarıyla ALLAH'ın kulları arasına girer ve, "Ey nefs-i mutmainnel Rabbini razı edecek bir halde ve sen de rabbinden razı olacak bir vaziyette O'na dön Kullarımın arasına ve cennetime gir"^
âyetinin müjdesine mazhar olur
Âlem-i adi (kâfir ve münafıklar), kudret âlemi hakkında nifaka düşüp, âlem-i hikmeti inkâr etmesi sebebiyle onların nefisleri satın alınmaya lâyık görülmemiştir
ALLAH Teâlâ onların nefislerini muhafaza etmeyip, onları şeytanın vesveseleriyle baş başa bırakmıştır Böylece şeytan onları daima şerre, kötülüğe çağırır, kötü işlerle onları aldatır; mayalarındaki bozuk şeylere, şehvete, isyana, ALLAH'ın buyruklarına karşı çıkmaya davet eder Bunların neticesinde nefis âdeta şeytanlaşır, kötülüğü emredip, iyiliği nehyeden bir hale gelir Nefsin bu sıfatı, "Şüphesiz nefis devamlı kötülüğü emreder" âyetinde belirtilmiştir Şeytan böylece o nefislerin en kuvvetli yardımcısı ve en yakın dostu olur Bu husus Kur'ân-ı Ke-rîm'de, "Kim rahmânm zikrine karşı kör oiursa, ona şeytanı arkadaş ederiz" ^ âyetiyle beyan olunmuştur
ALLAH Teâlâ, âlem-i fazlı (müminleri) kendi nefislerine şahit tutup,,onlara tevhid ve takvayı ilham etti Aynı şekilde âlem-i adli de (kâfirleri) kendi nefislerine şahit tuttu Fakat onlara fücur
ve mâsiyeti ilham etti "Nefse ve onu biçimlendirene, ona isyanı ve itaati ilham edene andolsun" âyeti buna işaret etmektedir Demek ki, ALLAH Teâlâ'nın fazl ve keremiyle muamele edip hidayete erdirdiği kimselere âlem-i fazl; adaletiyle muamele edip terkettiği, haktan uzaklaştırdığı kimselere âlem-i adi denir
Korku, akıbetin kötüye gitmesinden değil, daha çok işlenen kötülüklerden kaynaklanır

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Kelime-i Tevhidin Hakkı

Eski 05-09-2009   #6
meLankoLik_asaLet
Varsayılan

Cevap : Kelime-i Tevhidin Hakkı



HİDAYET NURUNUN MİSALİ
Bir hadiste şöyle buyurulmuştur "ALLAH , Teâlâ insanları zulmet içinde karanlıkta yaratıp, onların üzerlerine nurundan serpti O nurun isabet ettiği kimseler hidayet buldu, isabet etmediği kimseler dalâlette kaldı"
Şüphesiz ALLAH Teâlâ insanları adaletli bir şekilde yarattıktan sonra onların üzerine fazilet nurunu saçmıştır, işte bu nurun dokunmuş olduğu kimseler cennetlik; dokunmadığı kimseler cehennemlik oldu
Bu nur, suret ve eşyada yansıyan bir ışık olmayıp, insanların kalplerine ve ruhlarına yayılan hidayet nurudur Bu konuda âyette şöylebuyurulmuştur:
"ALLAH, göklerin ve yerin nurudur O'nun müminlerin kalplerindeki nuru, içinde lamba bulunan bir kandile benzer O lamba cam fânus içindedir; cam ise sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır O, ne doğuya, ne batıya mensup olan mübarek bir zeytin ağacının yağından yakılır Ateş değmese bile neredeyse yağın kendisi aydınlatacak bir durumdadır O, nur üstüne nurdur ALLAH dilediğini nuruna kavuşturur ALLAH insanlara misaller verir O her şeyi bilendir" Kandil, senin beşeriyetin; lamba, tevhid nurun, cam ise kalbin yerindedir Kandilin beşeriyete benzetilmesi yoğunluk ve kapalılık sebebiyledir ki, kapalı yer karanlık olur Karanlıktaki lamba daha fazla ışık verir, aydınlığı daha çok kendini gösterir
Tevhid nurunun, lambanın ışığına benzetilmesi içeriyi ve dışarıyı aydınlatması nedeniyledir Kalbin ise cama benzetimesi, camın şeffaf
ve latif olmasındandır İçinde ışık bulunan cam fanus nasıl her yeri aydınlatıyorsa, aynı şekilde kalp de içindeki tevhid nuruyla diğer uzuvlara ışık verir, aydınlatır Resûlullah Efendimiz (sav), kalpte bulunun bir şeyin diğer azalara sirayet ettiğini ifade için,
"Kalbinde huşu olan kimsenin diğer uzuvları de huşu (huzur) içinde olur" buyurmuştur Yine camın inci gibi bir yıldıza benzetilmesi onun ışık yaymasına ve parıldamasına; bu yıldızın inci gibi oluşu cevherinin saflığına, parlaklığının ziyadeliğine işarettir
Doğuya ve batıya nisbet edilemeyen zeytin ağacından bahsedilmesi, onun üstün nitelikli saf yağa sahip oluşu ve iyi yanmasından ötürüdür Tevhid ağacıda böyle olup doğuya ve batıya nisbet edilemez Yani o, putperestlik, yahudilik, Hıristiyanlık, Dehriyye, Müşebbihe, Kaderiyye, Mu'tezile, Cebriyye gibi birtakım fırkalara ait bir şey olmayıp, yüce İslâm dinine özgü olup bütün kâinatı saran bir şeydir
Zeytin ağacının doğuda ve batıda bulunmaması demek, tevhid ağacının semavî, arzî, arşî, ferşî, ulvî veya süflî olmaması demektir Tevhid nuruyla aydınlanan kalp; halktan ayrılıp, büyük bir istekle Hakk'a doğru uçmaktadır Bu da onun halktan ayrı, Hak ile beraber olduğu mânasını taşır
Yine bu ağacın [tevhid ağacı] doğuda veya batıda olmaması, tevhide ulaşan kimsenin, dünyayı, dünyevî şeyleri, âhiret ve onun nimetlerini istemeyip sadece ALLAH'ın cemâlini arzuladığı anlamına gelir
Bunu şu şekilde anlaman da mümkündür: Tevhid ehli mümin, cenneti arzulamaz, cehennemden korkmaz Korku ona galip gelmediği için ALLAH'ın rahmetinden ümidini kesmez Ümit ona üstün gelmediği için ALLAH'ın mekrinden (imtihanından) emin olmaz Yani o, korku ile ümit arasındadır Bu bakımdan mümin bir kimsenin korku veya ümidi tartıldığı takdirde, her ikisinin de birbirine eşit olduğu görülür
"Ateş değmese bile neredeyse yağın kendisi aydınlatacak" âyeti, bu yağın saflığını ve parlaklığını; "nur üstüne nurdur" ifadesi de yağın nurunun kandilin nuruna, kandilin nurunun da camın nuruna eklendiğini belirtir Şüphesiz ALLAH Teâlâ dilediğini nuruna kavuşturur
Tevhid (birlik) güneşi varlık semasından senin kalp topraklarında parlayınca nefsanî arzuların söner, beşerî karanlıkların yırtılır
Bu konuya işaret olarak: "O gün yeryüzü, rabbinin nuruyla aydınlanır" buyurulmuştur O günde, ALLAH'ın muhlis kullarının ve sair peygamberlerin kendilerine tâbi olan topluluklarla beraber "lâ ilahe illallah" bayrağı altında yürüdüklerini görürsün ALLAH için söyle, senin onlar arasında yerin var mı? Veya onlar arasında atılmış bir adımın mevcut mu? :' Elbette hayır! Sen onlara uymak için bir adım dahi atmadın, kendi nefsini hiç kontrol etmedin Bilakis ibadetlerinden nefsanî hazların kokusu yayılmaktadır Halvetin kin ve garaz doludur Zikrin nice gafletlerle karışmıştır Her hâlinde edepsizlik kokmaktadır Bilmem farkında mısın, namaz kılarken, "Ben yüzümü gökleri ve yeri yaratan ALLAH'a çevirdim" dediğin halde, O'ndan başkasına iltifat etmektesin Bu halinle O'na mı yönelmiş oluyorsun? İbadet maksadıyla değil de, âdet olduğu üzere yeme ve içmeden elini çektiğin vakit, bu halin ALLAH için midir?
Elbette ki değil! Bir hadis-i şerifte bu duruma şöyle dikkat çekilmiştir:
"Nice oruç tutan kimse vardır ki, onun orucu ona açlık ve susuzluktan başka bir şey sağlamaz Nice gece kalkıp (gaflet içinde) namaz kılanlar vardır ki, onların namazından ellerinde kalan ancak uykusuzluk ve yorgunluktur"
ALLAH'a yemin ederim ki, yalnızca şekil ve söz kâfi değildir Kur'ân-ı Kerîm'de, "Münafıklar sana gelince, 'Senin ALLAH'ın peygamberi olduğuna şehâdet ederiz' derler ALLAH, senin kendisinin peygamberi olduğunu, bunun yanında münafıkların yalancı olduğunu bilir" âyeti, bu hususu açıklar
Söz, ağacın yaprağıysa, kelime-i tevhid ağacın kendisidir Güzel bir kelime güzel bir ağaç gibidir Tasdik bu ağacın kökü, ihlâs gövdesi, ameller dalları, sözler yapraklarıdır Nasıl ki bir ağacın en değersiz şeyi yapraklan ise, imanın en düşüğü de yalnızca sözle olanıdır
Ey kardeşim, bilmiş ol ki, "lâ ilahe illallah" ağacı mutluluk ağacıdır Eğer onu tasdik toprağına diker, ihlâs suyu ile sular, iyi amellerle korursan, onun kökleri tâ derinlere iner, gövdesi sağlamlaşır, yaprakları yeşillenir ve yenilmesi hoş meyveler bitirmeye başlar Kur'ân-ı Kerîm'de buna işaretle şöyle buyurulmuştur:
"Bak ALLAH hoş bir söz (kelime-i tevhid) hakkında nasıl bir misal yaptı O, kökü yerin derinliklerinde iyice sabitleşmiş, dalları göğe doğru yükselmiş, -Rabbinin izniyle her zaman meyve veren- hoş bir ağaca benzer"^
"Bu ağacın meyvesi nedir?" diye soracak olursan, sana derim ki; onun meyvesi kalbin uyanması, tövbe, zühd, iffet, tevekkül, teslimiyet, her şeyi ALLAH Teâlâ'ya ısmarlamak, batınî ve ruhanî bütün güzel sıfatlar ile cismanî ve zahirî olan tüm iyi huylardır
Bu ağaç ALLAH'ın izniyle her an meyvesini vermekte olup diğer ağaçlar altı ayda bir meyve verirler Ayrıca bunun meyvesi ruhlar âleminin, diğerlerininki ise cisimler âleminin gıdasıdır Biri mâna ve esrar âleminin, diğeri suret ve gölgeler âleminin besinidir
Tevhid ağacını yalan ve kötülük toprağına diker, riya ve nifak suyu ile sular, kötü ameller ve çirkin fiillerle onu korumaya kalkışır, ahdi bozmak ve emaneti zayi etmekle büyütmeye çalışırsan; onun üzerine vefasızlık suyu akar ve o, kötü söz ve hezeyan aşısıyla aşılanır Böylece o ağacın meyveleri olumsuz bir şekilde etkilenir, yaprakları dökülür, gövdesi çürür, kökleri kopmaya başlar ve bir gün kader rüzgârı onu paramparça eder Bu hale Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle işaret edilir; "Yaptıkları her işi ele alırız da onu toz gibi yok ederiz"
Tevhid ağacının gölgesinde gölgelenen kimse zafer kazanmış, ondan uzak kalan kimse hüsranda katmıştır Ona yapışan ebedî saadete erişmiş, tutunmayan azaba düşmüştür Onun dallarından birine tutunan yüksek derecelere çıkmış, onu bırakan en alt derekelere yuvarlanmıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Kelime-i Tevhidin Hakkı

Eski 05-09-2009   #7
meLankoLik_asaLet
Varsayılan

Cevap : Kelime-i Tevhidin Hakkı



KELİME-İ TEVHİDLE GELEN SAADET
"Lâ ilahe illallah" yüce, değerli, paha biçilmez bir sözdür ki ona yapışan selâmete kavuşmuş ve azaptan korunmuş olur Bir hadis-i şerifte, "İnsanlar 'lâ ilahe illallah' diyene kadar onlarla savaşmakla emrolundum Bunu dedikleri zaman kanlarını benden korumuş olurlar" buyurulmuştur
Burada bahsedilen koruma dünyayla alâkalı olup âhiretteki azaptan korunma daha önemlidir
Kelime-i tevhidin faziletini ifade eden şu hadisleri de burada hatırlatmak yerinde olacaktır: "ALLAH Teâlâ buyurur ki: Lâ ilahe illallah benim kalemdir Bunu söyleyen kimse bu kaleye girer Bu kaleye giren kimse de azabımdan kurtulur"
"Lâ ilahe illallah diyen ve bu iman üzere ölen kimse, cennete girer"^
Bu sözün son durağı vahdâniyyetin bilinmesi, semeresi ise O'nun bir tek olduğunun her şey tarafından ikrar edilmesidir Mevcudata vücut verilmesi ve kâinatın yaratılması bu sebepledir Eğer vahdâniyyetin marifeti ve ikrarı olmamış olsaydı mevcudata vücut verilmez, yokluktan varlık çıkmazdı Bu konuda Kur'ân-ı Kerîm'de, "Ben insanları ve cinleri, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım" ^ buyurulmuştur
Yani ALLAH Teâlâ kullarını, kendisinin bir olduğunu bildirmek için yaratmıştır Ulvî, süflî âlemler ile onların arasındaki tüm mevcudatı da kulları için yaratmıştır Bunun için gök seni gölgelendirir, yer taşır, melekler korur, ay, güneş ve yıldızlar seni aydınlatır Süflî varlıklar da senin tasarrufun altındadır Kısacası her şey senin için yaratılmış, sen de O'nun için, yani O'nun bir tek olduğunu idrak etmek için yaratılmışsındır Öyleyse diyebiliriz ki, tüm mahlûkat O'nun bir tek olduğunu bilmek ve ikrar etmek üzere yaratılmıştır Nitekim bir kudsî hadiste şöyle buyurulmuştur:
"Ben gizli bir hazineydim; bilinmek için mahlûkatı yarattım" ?
Şüphesiz ki ALLAH Teâlâ tüm eşyayı kulları için, kullarını da kendisi için yaratmıştır Oysaki sen nimet vereni unutup nimetle meşgul oldun, nimeti verene şükretmedin, onun sana niçin verildiğini düşünmedin ALLAH'ı unutturan her nimet sıkıntı, O'nu hatırlatmayan bütün ihsanlar belâdır
"Nimetin şükrü nedir?" diye merak edecek olursan cevap olarak deriz ki: Şükür, nimeti vereni, sana nimet verdiği için, hamdü sena etmek ve O'na yönelmektir Bunu şöyle de ifade edebiliriz:
Şükür, O'nun nimetleriyle O'na itaat etmek, O'nu unutmamak ve nimette nimet vereni görmektir
Nimetin şükrü nimeti artırır, basireti açar, berekete vesile olur Nimete nankörlük etmek ise helaki hazırlar, zevali getirir, azaba yol açar Bu nedenle Kur'ân-ı Kerîm'de,
"Eğer şükrederseniz nimetimi artırırım Nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok çetindik buyurulmuştur
Ey insanlar! İyice biliniz ki ALLAH Teâlâ dilediğini yapar, istediği gibi hükmeder, sebepsiz verir, zamana bağlı olmaksızın men eder, hiçbir illet olmaksızın mesut eder, yaratmaya ihtiyaç duymaksızın yaratır ve yine şükre ihtiyacı olmadığı halde şükür ile imtihan eder
Şüphesiz ki yüce ALLAH, sebep ve illetlerden uzaktır EğerO'nun iradesi, bir sebebin etkisiyle olsaydı, dilemesine başkası karışmış olurdu Şayet, O'nun dilemesi bir hadiseye bağlı olarak gerçekleşseydi, bir sebeple bağımlı olurdu Oysaki O'nun iradesi bütün bu hallerden uzaktır O, sebep ve illetleri yaratandır Nitekim âyette, "O yaptığından sorumlu değildir; onlar ise sorumlu tutulacaklardır"^ buyurulmuştur
Varlık âleminde esasen sadece O vardır Öyleyse sen ALLAH'tan başkasıyla meşgul olma! O'ndan başkasına yönelme! O'na ulaştığında her şeye ulaşmış, O'nu kaybettiğinde her şeyi kaybetmiş olursun Kâinatın zirvesine yükselsen, en yüce yerlere çıksan, her iki âlemin hazinelerinin anahtarları sende olsa, her iki dünyanın da mahsulâtı sana verilmiş olsa, eğer sen bunlardan biriyle meşgul olup aldanırsan bilmiş ol ki, ALLAH'ı unutmuş ve O'ndan başkasıyla meşgul olmuş olursun
Sadece dünya nimeti ister ve onunla yetinirsen helak olmuşsun demektir Bu konuda Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur:
"Dünya hayatını ve güzelliklerini isteyenlere, işlediklerinin karşılığını orada onlara tam olarak veririz Onlar orada bir eksikliğe uğratılmazlar Âhirette onlara ateşten başka hiçbir şey yoktur İşledikleri şeyler orada boşa gitmiştir Amelleri de iptal edilmiştir"
Aynı şekilde yalnızca âhiret nimetini ister ve ona kanaat edersen bilmiş ol ki sen aklını kullanmayan birisisin Çünkü, sadece kendi eviyle meşgul olup yanındaki komşusunu unutan kimse de akılsızdır Rızık ile meşgul olup onu veren yüce rezzâkı unutan kimse de böyledir
Yalnızca dünya nimetinden faydalanırsan âhiret nimetini, sadece âhiret nimetinden istifade edersen dünya nimetini kaybedersin Öyleyse gerçek mutluluk, dünya ve âhireti birlikte yürütmekte ve sadece ALLAH'ın rızasını istemektedir Aksi takdirde O'nun emrinin dışına çıkar, ALLAH'ın iradesinin dairesine giremez, O'nunla ve O'nun için olamazsın Bu konuda bir şair şöyle der:
Gördüm ki aşk köprüsü uzamakta bizden
yana;
"Haydi geçin" diye nida olundu âşıklara
Köprüyü geçmek için yanlarına yürüyünce
Köprü koptu ve ben yuvarlandım
mahrumiyete
Dalgalar her yanımdan tutup sardığında
beni;
Sabır tükenmiştir "artık göç" dedi bir
münâdî
Ya bu kararı böylece kabul edersin ya da ihtiyar kadınların dinine tâbi olup aczini itiraf eder, evin arka odasında oturur, bir köşede pineklersin ve şu ilâhî hitaba muhatap olursun:
"Siz ilk önce yerinizde kalmaya razı olmuştunuz Öyleyse geri kalanlarla beraber oturun"
Dünyayı veya âhireti arzulayan birçok kimse vardır Lâkin Hakk'ı isteyen kimse çok azdır ve onlar hürmete lâyıktır
Müridin değeri muradına göredir, isteğin değeri de istenilen şeyin değerine bağlıdır Halkın değeri az olduğu için onu arzulamanın ve arzulayanın da değeri o nisbette azdır Değerli ve önemli olan Hak olduğundan, elbette O'nu istemenin ve isteyenin değeri de o oranda büyük olur
Hükümdarın sarayına girmek ve onun sofrasına oturmak isteyen kimse ile, onun çöplüğüne atılmış bir leşi arzulayan kimse bir değildir
Yine hükümdar ile, onun özel odasında oturup konuşmayı isteyen kimse ile, sıkıntılarından kurtulmak için onunla salonda görüşmeyi isteyen kişi eşit olmaz
Yakın olan şeylerin birbirine tesiri vardır Bazı yakınlıklar insanı yükseltirken, bazıları da alçaltır Hükümdarla salonda oturmakla, özel odasında oturmak aynı değerde olmayıp her biri için farklı dereceler mevcuttur Bu hakikat Kur'ân-ı Kerîm'de (meleklerin ağzından) şöyle dile getirilmiştir:
"Bizden herkesin belli bir makamı vardır" ™
Bazı gruplar bu dünyaya bağlandıklarından beşerî karanlıklar onları kaplamış ve basiretlerini kör etmiştir Böylece onlar ulvî (yüce) âleme değil, süflî (basit) arzularını tatmin ettikleri âleme yönelip bütün himmetlerini, çöplüğe atılmış leş değerinde olan dünya zevklerini ele geçirmeye sarfetmişlerdir
İşte böyle insanların amelleri boşa gitmiş, emelleri yok olmuştur Onlar, her an iki azap içindedirler Biri, elde ettiklerinden ayrılık ateşi, diğeri de ileride tadacakları cehennem ateşidir Şu âyet onlardan bahsetmektedir:
"Âhirette onlara ateşten başka hiçbir şey yoktur İşledikleri ameller orada boşa gitmiştir Zaten yapmakta oldukları da bâtıldır"
Bazı topluluklar da bu âlemden kopmak, beşerî karanlıklardan kurtulmak için gayret ettiler Riyazetle meşgul olup nefislerini terbiye ve tezkiye ettiler Böylece manevî yolda mesafe katederek, dünya ziynetlerini terkettiler Lâkin üzerlerinde bulunan tabiat ve beşeriyete ait kalıntılar nedeniyle, Hakk'ın iradesine, lütuf ve ihsanına tamamen mazhar olamadılar Fakat cehennemden kurtuldular
Bir grup kendilerine korkunun galip gelmesiyle eziyet yeri olan cehennemden kurtulmuş, bir diğeri ümidin galip gelmesiyle, ikram yeri olan cenneti kazanmıştır
Bu fırkalar, güzel halin en yükseğini bırakıp ondan daha düşük olanla, en mükemmeli bırakıp ondan daha aşağıda olanla, en değerliyi
terkedip ondan daha alt seviye olan hallerle meşgul oldukları için ilerideki cehennem azabıyla cezalandırılmasalar dahi, her an hissettikleri ayrılık ateşiyle cezalandırılmışlardır Nitekim dostlar nazarında ayrılık ateşi, yakıcı ateşten daha şiddetlidir
Bir şair demiş ki:
Eğer musallat edilse ateş-i hicran; Elbet bir gün erirdi cehennem ateşi
Soğuklardı yalazlarla kavrulan mekân; Ciğerler kor olurdu ve sarardı seni
Diğer bir grup da beşeriyet ve tabiat âleminden ayrılıp mâna âlemine kanat açtı Onların üzerinde beşeriyet âlemine ait herhangi bir şey kalmamış, onlar kâinatı aşmış, mevcudatı geçmiş, halktan uzaklaşmıştır Kalpleri ALLAH'a bağlı olup onların tüm istek ve arzuları Hak'tır Bu gibi kimselerin dili Hakk'ın dili olduğu için
onlar konuştuklarında âdeta Hak Teâlâ konuşmaktadır Onlar derler ki:
"Dünya ve ukba, cennet ve cehennem ile meşgul olmayız ALLAH Teâlâ bizden razı olduktan sonra biz ne diye bunlarla uğraşalım O, her şeye kadirdir; dilerse cehennemde de bize nimet verir, ikramda bulunur Eğer bize azap etmeyi dilerseki bundan ALLAH'a sığınırız cennette de eder Bizler O'nun cennetini arzuladığımız veya cehenneminden korktuğumuz için ibadet etmiş olursak, tereddütlü ve tek taraflı ibadet edenlerden oluruz Böyle bir tutum içinde bulunan kimseler Kur'an'da yerilerek haklarında şöyle buyurulmuştur:
"İnsanlardan öyleleri vardır ki ALLAH'a tereddütlü ibadet ederler Kendisine bir hayır dokunursa yatışır, başına bir belâ gelirse yüzüstü dönerler Böylece dünyayı da âhireti de kaybederler Bu ise apaçık bir ziyandır"™ Bunun için bizler O'ndan başkasına ibadet etmeyiz
İşte bu gruba dahil olan insanlar sadece ALLAH'ın rızasını arzular Bunun için ALLAH Teâlâ onlara dünya ve âhiret mülkünü vermiştir Onlar fakirlik kaftanı giymiş mâna sultanlarıdır

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Kelime-i Tevhidin Hakkı

Eski 05-09-2009   #8
meLankoLik_asaLet
Varsayılan

Cevap : Kelime-i Tevhidin Hakkı



GERÇEK SEVGİ
Bütün derdi yeme ve içme olan bir kimsenin ALLAH'ı sevdiğini söylemesi yalandır Bunun gibi cennet nimetlerini düşünen, onlarla meşgul olan kişi de sevgisinde yalancıdır
Gerçek mânada kul olanlar yalnızca ALLAH için kalkar, oturur, konuşur, her şeyi O'ndan alır ve yalnız O'na bakarlar Gözlerini ALLAH için kapatırlar Böylece O'nunla görür, O'nunla işitir, O'nunla konuşur, O'nunla tutar ve O'nunla yürür bir hale gelirler Bu durum bir kudsî hadiste şöyle ifade edilmiştir:
"Ben bir kulumu sevdiğim zaman onun kulağı, gözü, eli ve ayağı olurum Kulum benimle duyar, benimle görür, benimle tutar, benimle yürür"™
ALLAH Teâlâ, diğer insanlara vaad ettiği birtakım şeyleri bu kullarına peşinen vermiştir Başkalarına gaib olan şeyi onlara ayan beyan göstermiştir Diğerleri, bir köşeye serilmiş bulunan seccadeleri üzerindeyken, onlar şarkta, garpta, arş ve terstedirler Bedenleriyle olmasa da sırlarıyla maddî âlemi aşmışlar, Hak Teâlâ'yı gözleriyle olmasa da sırlarıyla görmüşlerdir Onlar Hakk'ın güzide kulları ve kâinatın yaratılış sebebidirler Halk onların bereketi sayesinde rızka kavuşur, onların duaları ile nice şeyler yaratılır Onlar, sadece ALLAH'a kulluk eder, sırf O'nun birliğini ikrar ve ilân ederler Bu güzide insanlara ve onlara tâbi olanlara ne mutlu!
Cenâb-ı Hak, onların bu halini överek peygamberine şöyle buyuruyor: "Rablerinin rızasını dileyerek sabah akşam O'na yalvaranları kovmal Onların hesabından sana bir sorumluluk yoktur Senin hesabından da onlara bir sorumluluk yoktur Dikkat et, onları üzersen zalimlerden olursun"

İRADE NEDİR?
Bana, "İrade nedir?" diye soracak olursan, cevabım şu olur:
İrade, kalbi, âlemlerin rabbi olan ALLAH'ın sevgisine, rızasına, isteğine bağlamak; malı mülkü terkedip fâni ve helak edici şeylere hükmetmek; rahatı terketmek, mubah şeylerden yüz çevirmek; ALLAH'ı arzulamak ve O'nun muhabbet ateşinde yanmaktır
Bir pervanenin bile kendini mum ışığında yaktığını görmüyor musun? Miskin bir pervane bile kendini ateşe atıp yakıyor da bu yanıştan bir hayat umuyor O küçücük haliyle, canını sevgilisinin kollarına atıp feda ediyor da sen, üstün bir varlık olarak, mükemmel bir sevgili için nefsini harcamakta, varlığını ona armağan etmekte tereddüt ediyorsun Sonsuza kadar bu fâni dünyada yaşayacağını mı zannediyorsun! O küçücük pervane tüm varlığını sevgilinin ateşinde yakarak yeni bir hayata doğacağını biliyor da, sen yücelerden gelen, "ALLAH yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetmeyin Onlar diridirler" sesini duymana rağmen hâlâ duraklamaktasın
Bu gibi insanlar, iradelerinde sadık olmayan, yalancı kimselerdir Onların hakiki (manevî) lezzetlerden hiçbir nasibi yoktur
Şüphesiz nefsini harcamadıkça ve varlığını yok etmedikçe ALLAH'a kavuşamazsın Nefis perdesini kaldırmadıkça O senin için, sen de O'nun için olamazsın Varlığını yok edersen, O'nunla baki olursun Her kim ki varlığını O'na feda ederse ALLAH Teâlâ onu kendine dost edinir, halef yapar
Nefsin her şeyden hakir; muradın her şeyden aziz olduğuna göre, değersiz ve hakir bir şeyi, kıymetli ve aziz bir şeye değişmedikçe Hakk'ın müridi ve talebesi olamazsın
O halde varlığını O'na sun, nefsini O'na feda et Bak, Resûl-i Kibriya ile özel konuşmak isteyenlere ne buyuruluyor:
"Onunla konuşmadan önce sadaka veriniz" İşte, Cenâb-ı Hakk'a kavuşmanın bedeli, O'na canı hediye vermektir
Bunu yaptığında, eğer mürid isen murad, talip isen matlûp, habîb isen mahbûb olursun İşte o zaman sende, "ALLAH dilemedikçe dileyemezsiniz" âyeti tecelli eder
Ey insan, ALLAH'tan başkasına yöneldiğin ve iltifat ettiğin müddetçe sürekli "lâ ilahe illallah" de ki kötü sıfatların gitsin, iyi sıfatların artsın
Sende, iyi ve kötü olarak iki türlü sıfat vardır, iyi sıfatlar ALLAH'ın ihsanı, kötü sıfatlar ise adaletinin gereğidir
Bu iyi ve kötü sıfatların değişik kısımları vardır
Kötü ahlâkların temeli yedi şeyden meydana gelip bunların her birinin arkasında şeytan vardır Bu yedi şey; kötü his, kötü meşguliyet, hevâ, nefis, fâsid nefis, beşerî haller ve kötü huydur
Güzel sıfatların temeli sekiz şeyden oluşup bunların her birinin arkasında melek vardır Bunlar, his, fehim, akıl, gönül, kalp, ruh, sır ve himmettir
Bunlardan her biri bir diğerine tekabül etmektedir Şöyle ki, kötü olan his iyi olanın, kötü meşguliyet fehmin, hevâ aklın, nefis fesadı gönlün, beşerî haller ruhun, kötü huy sırrın karşılığı olup şeytan da meleğin karşılığıdır Yalnız güzel sıfatların sekizinci sırasındaki himmetin karşılığı yoktur
Güzel sıfatların sekiz, kötü sıfatların yedi oluşu cennet ve cehennem kapılarını simgelemektedir Zira cennet "ilâhî ihsan evi", cehennem "adalet evi"dir ALLAH Teâlâ,
"Cehennemin yedi kapısı vardır" buyurmuştur
Güzel sıfatlar, sana bu dünyada verilmiş küçük bir cennettir Kötü sıfatlar da sana bu dünyada verilmiş küçük bir cehennem sayılır Bu küçük cennet ve cehennemin her bir kapısı hakiki cennet ve cehenneme açılır Âyette,
"Her kapı onların gireceği bir kısma açılır"^ buyurulmuştur

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Kelime-i Tevhidin Hakkı

Eski 05-09-2009   #9
meLankoLik_asaLet
Varsayılan

Cevap : Kelime-i Tevhidin Hakkı



TEVHİD NURUNUN YANSIMASI
Kelime-i tevhidin nuru güzel sıfatlardan birinin üzerine doğacak olursa onun karşılığı olan kötü sıfatlardan birinin karanlığı gider
Meselâ, tevhidin nuru sır üzerine yansırsa tabiat aydınlanır Tevhid nuru ruhu aydınlatırsa beşeriyet aydınlanır Onun nuru kalbe doğarsa nefsin karanlığı gider Zira güzel sıfatlar letafet açısından şeffaf bir cevher gibi olup karşılığı olan şeyleri de aydınlatır Karanlık bir odadaki kandil içinde bulunan lambanın ışığı kandilden geçerek nasıl tüm odayı aydınlatırsa, aynen bunun gibi, güzel sıfatlara doğan tevhid nuru da onun karşısındaki kötü sıfatları aydınlatır
Kelime-i tevhid lamba, güzel sıfatlar kandil, kötü sıfatlar karanlık bir oda mesabesindedir
Lambanın ışığının kandili, kandilin ışığının odayı aydınlattığı gibi, kelime-i tevhid nuru da güzel sıfatlar üzerinden kötü sıfatlara ulaşıp onların karanlığını giderir Buna işaretle Kur'ân-ı Kerîm'de,
"O'nun nuru içinde lamba bulunan bir kandile benzer O lamba cam içindedir Cam ise sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır" buyurulmuştur
Bu hususu açıklayacak bir misal de ışık yansımasıdır Karşılıklı bulunan cisimler birbirlerinden aldıkları ışıkları yansıtırlar Nitekim güneş ışığı bir duvara vurduğunda, duvar almış olduğu bu ışığı karşısında bulunan şeye, o şey de başka bir şeye yansıtır Bu yansıma kesif bir cisim tarafından ışığın emilmesine kadar devam eder Bu olay bu dünyada bu şekilde olur Gayb âleminde ise daha üst bir boyutta tecelli eder Yani bu dünyadaki yansıma gayb âlemindekine göre küçük ve basittir Kâinatta yansıma nasıl gerçekleşiyorsa küçük bir kâinat niteliğinde olan insanda da bu durum aynen gerçekleşir
Kelime-i tevhid nuru, güzel sıfat ve latifelerden birini aydınlattıktan sonra onun yanındaki diğer latifeleri de aydınlatır Örneğin, önce himmeti aydınlatır, oradan sırra, sırdan ruha, ruhtan kalbe yansıyarak diğer kısımları dolaşır Çünkü bu kısımlardan her biri bir diğerinin karşısındadır Daha önce belirttiğimiz gibi, ışığın yansıması için cisimlerin karşılıklı durması lâzımdır
Güneş ışığının kesif bir cisme vurduğunda, ışığın bu cisim tarafından emilmesi gibi, sendeki kötü sıfatlar da bazan bu nurun yansımasına engel teşkil eder
Göğün latif oluşu nedeniyle güneş ışınları bu dünyaya ulaşabilmektedir Eğer güneş ışığının önüne bulut gibi kesif bir şey geçerse, ışık bu tabakadan öteye geçemez
Güzel sıfatlar ve manevî cevherler, ulvî âleme ait şeylerdir Kötü sıfatlar ise süflî âlemi oluşturur İnsanın manevî yönünü oluşturan sıfatlardan himmet, ulvî âlemdeki arş hükmündedir Diğer yedi manevî sıfat ve cevherler de yedi kat sema mesabesindedir
İnsanın kötü tarafını oluşturan sıfatlar da yedi kat yer gibidir
Ulvî âlem gayet latif olduğu için ışığın bir kısımdan diğerine geçmesine mâni olmaz Bu sebeple güzel sıfatlar ulvî âleme nisbet edilir Süflî (maddî) âlem son derece kesif (yoğun, katı, donuk) olduğu için ışığın bir kısımdan diğerine geçmesine engel olur Kötü sıfatlar da bu yüzden süflî âleme benzer
Manevî cevherlerin hepsi nurdur; kötü sıfatların hepsi karanlıktır Bu iki âlem gölgenin güneşi, gecenin gündüzü takip etmesi gibi birbirini izler Gündüzden giden her parçayı gece, geceden giden her parçayı da gündüz izler
Böylece ALLAH Teâlâ, "Geceyi gündüze, gündüzü geceye katar"
Senin gecen, kötü sıfatların sana hâkim olmasıdır Gündüzün de güzel sıfatların ve manevî cevherlerinle yaşadığın güzel haldir "Lâ ilahe" sözü ile kalınıp "hiçbir ilâh yoktur" diyerek kul şirk karanlıklarına düşerse, bu karanlık ondaki güzel sıfatların nurunu yok eder Böylece güzel sıfatlar, kötü sıfatlara dönüşür
Vahdâniyyet güneşi ferdâniyyet burcundan illallah semalarında parlayıp, karanlıktan ibaret olan kötü sıfatları aydınlatacak olursa karanlıklar o an söner; kötü sıfatların gider, yerine güzel sıfatların gelir Demek ki "lâ ilâhe"nin meskeni adlî varlığın; "illallah"ınki ise fazlî varlığındır "Lâ ilahe" karanlık olduğu için senin karanlık yerinde, "illallah" nur olduğu için senin nurlu yerindedir
"Lâ ilahe" çizgisi "illallah"ın ispat çizgisine bitiştiğinde ispatın nurları inkârın karanlıkları üzerine yansır Böylece ikisi birden nur ve ispat olur inkârın karanlıkları ispat nuruyla gider Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de, "Hakkı bâtılın başına çarparız ve onu paramparça eder Böylece bâtıl ortadan kalkar" buyurulmuştur
İşte, nefyin (inkârın) karanlığı isbatın nuruyla silindiğinde kötü sıfatların, varlığın aydınlanır ve tüm kısımlarıyla güzel sıfatlara intikal eder Böylece kötü his iyi hisse, meşguliyet fehme, hevâ akla, nefis fesadı gönüle döner Nefis, kalp olur Beşerî haller ruha, kötü huy sırra, şeytan meleğe intikal eder Peygamber Efendimi z'in, "Benim de şeytanım vardı, fakat müslüman oldu"0* sözü buna işaret eder
Ey kardeşim, bilmiş ol ki, sâlik için üç mertebe vardır Bunlardan birincisi âlem-i fena, ikincisi âlem-i cezbe, üçüncüsü âlem-i kabzadır
Eğer sen âlem-i fenada isen "lâ ilahe illallah", âlem-i cezbede isen "ALLAH", âlem-i kabzada isen "hüve" zikrine devam et
Âlem-i fenada yürüdüğün müddetçe kötü sıfatların sana galip gelir Âlem-i cezbe yolunu takip ettiğin müddetçe güzel sıfatların sana galebe çalar Seni boyunduruk altına alan şey adlî varlığın ve kötü huyların olduğu için âlem-i fenada zikrin "lâ ilahe illallah" olsun Âlem-i cezbede ise zikrin "ALLAH" olsun Çünkü seni egemenliğinde bulunduran şey fazlî varlığın ve iyi huylarındır
"Lâ ilahe illallah"ın özelliği her türlü kötü sıfatları yıkması ve yok etmesidir "ALLAH" kelimesinin özelliği, iyi sıfatları takviye etmesi ve onu çirkin davranışlardan arıtmasıdır
Âlem-i fenada olduğun müddetçe şana galip olan kötü sıfatları yıkmaya ve yok etmeye ihtiyaç duyarsın Âlem-i cezbede bulunduğun zaman, takviye ve tenzihe ihtiyaç hissedersin Çünkü sana galip gelen iyi sıfatlardır
Âlem-i kabzada "hüve" demelisin Çünkü bu âleme ulaştığın anda sendeki kötü sıfatların bulanıklığı gitmiş, güzel sıfatların ışıkları seni aydınlatmış demektir Burada Cenâb-ı Hak vasıtasız olarak sana tasarruf eder Bundan sonra sen kendine nisbetle yok, O'na nisbetle varsındır Kendine nisbetle fâni, O'na nisbetle bâkisindir Sen bu âlemde zikrini "hüve" yap Zira mevcut ve baki olan "hüve"dir
Bizim âlem-i fena dememiz sâlik ve müridlerin nefislerini orada fâni kılmaları ve kötü sıfatlarını yok etmeleri nedeniyledir Âlem-i cezbe olarak adlandırışımızın sebebi ise müridin orada yüce melikin cezbesine kapılmasıdır Âlem-i kabza ise müridin ALLAH'a teslim olduğu ve Hak Teâlâ'nın onda vasıtasız tasarruf ettiği makam demektir İşte bu saydıklarımız müridin mertebe ve makamlarıdır

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.