Prof. Dr. Sinsi
|
Helal Yoldan Kazanılan Mal Günahlara Kefaret Gelir Mi
Derd-i Maişet ve Allah’la İrtibat
İşte bu açıdan meseleye bakıldığında, evvela bilinmesi gerekir ki, hadis-i şerifte geçen, “humum” kelimesinin ifade ettiği mânâ, sadece geçim derdi neticesinde insanın yaşadığı üzüntü ve sıkıntı olarak anlaşılmamalıdır O, daha geniş ve şümullü bir çerçevede ele alınmalıdır Evet, insanın geçim yolunda, harama düşmemek için kılı kırk yararcasına bir hassasiyet içinde hayatını sürdürme düşüncesi ve bu istikamette içten içe duyduğu dert ve ızdırap da hadis-i şerifteki “humum” ifadesinin muhtevasına dâhildir Tarih boyu Allah dostu pek çok büyük zat böyle bir endişeyle tir tir titremiş ve bu sebeple rızık endişesinin; kulluklarına, Allah’la irtibatlarına bir mani teşkil etmemesi için Cenâb-ı Hakk’a dua ve tazarruda bulunmuşlardır Meselâ Hasan Şazilî, Abdülkadir Geylanî ve İstanbul’un âbide şahsiyetlerinden biri olan Ebu’l-Vefa Hazretleri, kendilerini rızık hemminden halas eylemesi için Cenâb-ı Hakk’a yalvarıp yakarmışlardır Çünkü rızık endişesi, bir yönüyle, “bugünüm, yarınım” dedirtmek suretiyle insanın Allah’a karşı olan/olması gereken tevekkülünü sarsabilir; sarsıp onun Rabbisiyle olan münasebetine zarar verecek bir noktaya gelebilir Böylece insan, daha bugünden, yarının, ertesi günün korkusunu yaşamaya başlar, hatta aklı-zihni yarınları bırakıp öbür günler endişesiyle dolup taşar Bu korku ve endişeler secdede bile onu rahat bırakmaz Öyle ki insan, Allah’a en yakın olduğu secde anında dahi, bir taraftan Allah’a dua ederken, diğer yandan da maişet derdi kafasını meşgul eder Hani, konuyla alâkalı Ebu Hanife Hazretleri’nin bir menkıbesi anlatılır: O dönemde Hazret-i İmam-ı Hümam yaptığı içtihatlarla öyle meşhur olmuştur ki, kimin ne problemi varsa çözüm adına hemen ona müracaat etmektedir Bir gün, eşyasını kaybeden bir şahıs, ona gelerek yitiğini nasıl bulacağını sorar Hz İmam onu dinledikten sonra, “Git, abdest al, iki rekât namaz kıl, sonra gel!” buyurur O zat abdest alıp namaza durduktan sonra, kaybettiği şey her ne ise, orada hemen aklına geliverir
İşte bu menkıbede olduğu gibi, kafanızdan silinip gitmiş bazı şeyler vardır ki, kendinizi ibadet ü taata verdiğiniz esnada şeytan uzaktan lümme-i şeytaniyenize oklar atar ve sizi onunla meşgul eder Normal zamanlarda aklınıza gelmeyecek şeyler namazda geliverir Aynı husus rızık düşüncesi için de geçerlidir O da sizinle namazınızın arasına girerek, kalblerin Allah’la buluşmasına mani olabilir Hâlbuki Râbiatü’l-Adeviyye felsefesiyle meseleye baktığımızda, bugün yiyecek bir şeyi olan kimsenin yarın ne yiyeceğini düşünmesi Allah’a karşı tevekkülsüzlük demektir Bu açıdan o büyük zatlar Allah’tan (celle celâluhu) içlerindeki böyle bir arzu ve duyguyu izale edip, bunun yerine kalblerinde sadece
إِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ
“Bütün mahlûkların rızkını veren Rezzak-ı âlem, kuvvet ve metanet sahibi Hazreti Allah’tır ” (Zâriyât sûresi, 51/58) hakikatinin yer almasını istemişlerdir Evet, o büyük kametler, rızıklarını verenin Rezzâk-ı Kerîm olduğu gerçeğini her zaman içlerinde duymayı, o duyguyla dolmayı ve böylece kalb ve zihinlerinin sadece ve sadece O’nunla meşgul ve meşbu olmasını dilemişlerdir Eğer insan, böyle bir tecrit mülâhazasıyla, rızık talebinin, Allah’la irtibatın yerini almaması, O’nunla münasebeti zedeleyecek, çatlatacak bir unsura dönüşmemesi için Cenâb-ı Hakk’a yalvarıp yakarıyor ve bu hedef istikametinde içten içe dert ve ızdırap duyuyorsa işte bu, bir yönüyle orucun da, namazın da, haccın da önüne geçebilir
Tabiî helal rızık talebi peşinde bulunuyorken, insanın yaşadığı her sıkıntı, meşakkat ve hüzün bu çerçevede olmayabilir Çünkü her ibadetin bir dış rükün ve şartları; bir de hudû ve huşû gibi iç zenginlik ve iç derinliğine ait hususiyetleri vardır Zahire göre hükmetme mecburiyetinde olan bizler, zahirî şart ve rükünleri yerine getirilen bütün ibadetlerin sahih olduğuna itimat eder; onların iç derinlik ve keyfiyetiyle alâkalı herhangi bir değerlendirmede bulunmayız Meselâ namaz kılan bir insanı gördüğümüzde, zahiren kıldığı namaza göre hüküm veririz Yoksa bu şahıs, ‘namazını içten, samimi bir kulluk edasıyla kıldı mı; kıyamdayken tam bir kemerbeste-i ubudiyet içinde hakikaten kimin karşısında olduğunu hissetti mi, rükûda Allah karşısında bir asa gibi iki büklüm olduğunu duydu mu, secdesinde Allah’a en yakın olduğu hâlin bu hâl olduğu şuuruyla hareket etti mi?’ ve benzeri hususların değerlendirilmesi bizi alâkadar etmez Zira biz,
نَحْنُ نَحْكُمُ بِالظَّاهِرِ
kaidesi gereğince insanların zahire yansıyan davranışlarına bakar, ötesine karışmayız/karışamayız
Helal Rızık ve Aile Fertleri
Saniyen, günümüzde olduğu gibi helal rızkın kazanılmasının çok zorlaştığı, her şeyin haramın kir ve levsiyatına bulaşıp öyle bir kanalın içinden çıkıp geldiği dönemler olabilir Hâlbuki haram-helal mevzuu dinimizde o kadar önemlidir ki, fukaha-i kiram Müslümanlığın helal ve haramdan ibaret olduğunu söylemişlerdir Bir insan namazını kılıp orucunu tutsa da, eğer helalinden rızkını kazanma hususuna dikkat etmiyorsa ona kâmil bir Müslüman denemez Evet, kâmil bir Müslüman, rızkının nereden ve nasıl geldiğine çok dikkat etmeli, onun içine bir arpa ağırlığı ölçüsünde dahi haramın girmesine asla meydan vermemelidir İşte bir insan, helal kazanç noktasında şartların ağır olduğu böyle bir zamanda, bu mevzu üzerine yoğunlaşır, dikkat kesilir, edip eylediği her şeyin helalinden olmasına azamî derecede hassasiyet gösterirse, Cenâb-ı Hak da, bir yönüyle onun bu dert, gayret ve ızdırabını namaz, oruç ve hac gibi kabul buyurur
Salisen, bizim İslamî geleneklerimiz ve aile yapımız açısından bir insan, kendisinin olduğu gibi, uhdesine aldığı kimselerin rızıklarının helal olmasına da azamî derecede dikkat etme mecburiyetindedir Onun için kütüb-i fıkhiyede, helal yoldan ailenin maişetini temin edip edememe durumuna göre, ferdin izdivacının hükmü ele alınmıştır Buna göre bazı Hanefi fukahasınca harama girecek bir insanın evlenmesinin farz olduğu; ciddi harama girme ihtimali bulunmayan fakat kendini kontrol edememe durumunda olan bir kimsenin ise izdivacının vacip olduğu ifade edilmiştir Buna karşılık harama girme endişesi bulunmayan ve kendini de kontrol etmesi kavi görünen bir kimse için izdivacın sünnet olduğu dile getirilmiştir Çünkü Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem):
تَنَاكَحُوا تَكْثُرُوا فَإِنِّي أُبَاهِي بِكُمْ الْأُمَمَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ
“Evlenin, çoğalın, zira ben, kıyamet gününde sizin çokluğunuzla iftihar ederim ” (Abdürrezzak, el-Musannef 6/173) buyurmuştur
|