VANDETTA
|
Yavuz Sultan Selim ve Anadolu Birliği
Sultan Selim'in sefer tuğları, 1514 yılı Mart ayının yirminci günü Üsküdar da sahrasına dikilmişti Dokuz tane beyaz at kuyruğundan yapılmış zarif tuğ, tam bir ay müddetle nazlı nazlı dalgalandı Bu dalgalanışta, bütün Doğu devletleri için bir tehdit gizliydi…
Daha kışın son günlerinde tuğların Üsküdar’a dikilmesi, Asya tarafına bir seferi hümayûnâ işaretti Bütün Avrupa Tuna yalılarında Alpler'e kadar, rahat nefes aldı İki yıl önce atalarının tahtına oturan yeni hakanın ne kadar yavuz bütün dünya biliyordu İlk seferi,heyecanla bekleniyordu
Birinci Sultan Selim Han 44 yasında, olgun bir adamdı İkinci Bayezid'in 8 oğlunun dördüncüsü olarak Amasya'da dünyaya gelmişti Annesi Dulkadiroğlu Ayşe Hatun'du Sultan Selim,daha küçücük bir şehzade iken bir ara İstanbul`a gelmiştir
Büyükbabası Fatih Sultan Mehmed'in huzuruna çıkmış, elini öpmüştü Fatih, torununu kucağına almış, sevmiş, okşamıştı Son derece heyecanlı olan küçük şehzade, bir an cesaret etmiş, başını kaldırmış, kucağında oturduğu dedesinin yüzüne bakabilmişti, Fakat gördüğü simayı, hiç bir zaman unutmadı
Yavuz'un da yüz çizgileri ve bedeni, büyükbabasını andırıyordu Fatih'in şahın burnu onda da vardı Uzuna yakın orta boylu, yuvarlak yüzlü, siyah kaslı, eli gözlü, büyük başlı, uzun boyunlu, uzun bacaklı idi Çok seyrek gülerdi Bir istisna olarak, tahta geçince sakal bırakmamıştı Heybetli siyah pos bıyıkları, biraz hülyalı çok sert bakışlı gözleri vardı Kısa ve kesin konuşuyordu Zekâsından ve asabî mizacından, bazen aynı kelimeyi birden fazla tekrar ediyordu
Sultan Selim, Kırım hanı Mengli Giray' in kızıyla evli idi Yarım asra yakın Kırım tahtında oturan kayınpederi, ağabeylerini alt edip tahta geçmesi için, damadı Yavuz'a çok yardım etmişti Yavuz, bu mücadele içinde bir ara Kırım'a da gitmişti
Daha şehzadeliğinde, karakterinin çetinliğinden dolayı halkın 'Yavuz' dediği ve tam adı Selim-Sah olan Sultan Selim, zevk ve safadan uzak bir hükümdardı Her zaman ve daima, başında bulunduğu yeryüzünün en kudretli devletinin işleriyle uğraşıyordu Nadiren Harem'e giderdi Tek oğlu vardı: Ulu Şehzade Sultan Süleyman Onu gözbebeği gibi seviyor, en büyük özenle yetiştiriyordu
Her gece mutlaka birkaç saat Türkçe, Farsça Arapça bir kitap okurdu Okurken gözlük kullanırdı, hipermetrop idi Onu bu mütalaa sırasında, basit elbisesi içinde, hükümdarlığa işaret eden en küçük bir alâmet olmaksızın görenler, muhterem bir ilim adamı sanırlardı Dünyanın en yavuz hükümdarı olduğunu akıldan geçiremezlerdi Divân-ı Hümâyun'daki yırtıcılığı ile özel hayatındaki sessizliği arasındaki çelişkiyi açıklayamazlardı Törenlerde bile çok sade giyinirdi Süslü giyinmeye meraklı olan Cihan Tahtı'nın varisi biricik oğluna, erkek gibi giyinmesini ihtar etmişti
Sultan Selim'i ağabeyleri Sultan Ahmed'le Sultan Korkut'u bertaraf edip Osmanoğulları tahtına oturtan sebep, asker ve politik dehâsı idi 24 yıl kesiksiz Trabzon sancakbeyliği yapmıştı Trabzon, Kommenoslar'ın tahtı idi İstanbul gibi, dedesi Fatih tarafından Bizans imparatorluğunun bîr parçası olarak fethedilmişti Bir sancak beyinin sınırlı imkânlarıyla çok defa imparatorluk bakanlar kurulu olan Divân-ı Hümayun'un, hattâ babası Sultan Bayezid'in muhalefetine rağmen, Anadolu'yu kana bulayan Şah İsmail'e karşı seferlere çıkmış, zaferler kazanmış, kaleler almıştı Şah'ın kardeşi İbrahim Mirza’yı esir ederek Trabzon'a getirmiş, İstanbul’dan aldığı emir üzerine salıvermişti Sah'ı Karadeniz'den uzaklaştırmak için, Gürcistan'a seferler düzenlemişti
Sah ve Padişah
Şah İsmail, Yavuz'dan 17 yas gençli Çocuk yaşında Safevî tarikatının şeyhlik postuna oturdu Koyu Sünnî olan ve Timur'un bile dergahlarını saygıyla ziyaret ettiği bu tarikat, Şeyh Cüneyd zamanında aşırı Şiîliğe kaymıştı Cüneyd, İsmail'in büyükbabası idi İsmail, anne tarafından Uzun Hasan Bey'in torunu idi İran, Irak ve Güney Kafkasya'nın Akkoyunlu hakanı Sultan Uzun Hasan Bey'in kızı Halime Beğim, Şah İsmail'in annesi idi
Anadolu'dan birkaç on bin mürit toplayarak İran'ın Türklerle meskûn eyaletine geçti Merkezî Osmanlı yönetiminde eski feodal otoriteleri koruyamayan bir çok Türkmen beyini kandırmış, onları imam olduğuna inandırmış, Şiî yapmıştı Dedesi Uzun Hasan'nın taht şehri olan Tebriz'e girdi, 1501 Ağustos'unda kendisini şah ilan etti Sünnîlikte direnen Uzun Hasan kızı annesini öldürtmekle tereddüt etmedi Kan ve ateşle ülkeleri Şîileştirdi Akkoyunlular'ın yerine geçti İran, Irak, Güney Kafkasya Doğu Anadolu'yu ele geçirdi Diyarbakır'la Taşkent arasında uzanan ve önem bakımından hemen Osmanlı Türkiyesi`nden sonra gelen dünyanın ikinci kudretli devletine sahip oldu
Türkistan hakanı Cengizoğulları’ndan Özbek Türkleri'nin hükümdarı Şaybak Han'ın üzerine yürüdü Tâhirâ-bâd meydan muharebesini kazandı, Şaybak'ı öldürdü Kafatasını altınla kaplatıp, bu garip tasla şarap içmeyi âdet haline getirdi Bana karşı koyanların akıbeti budur demeye getiriyor, bütün Orta Doğu'yu tehdit ediyordu Böylesine gaddar, böylesine merhamet duygusundan nasipsiz bir gençti Büyük hedefi Anadolu idi Osmanlı'yı Rumeli'ne atmak istiyordu Bu hususta dedesi Sultan Uzun Hasan'ın Fatih Sultan Mehmed tarafından akamete uğratılan hedefini izliyordu Ama bu defa Sünn-î Türkmen olarak değil, Şii Türkmen olarak, Anadolu'yu istiyordu “Hatâyî” mahlasıyla, halkın konuştuğu Türkçe ile çok etkili şiirler yazıyor, bunlar Anadolu köylerinde, obalarında, çadırlarında okunuyordu:
Yavuz zamanında Kürtler ve beyleri, çoğunlukla Sünnî-
Şafiî idiler Ancak Sünnî-Hanefî, Şiî, hatta Yezidî olanları
vardı Osmanlı kumandanı Bıyıklı Mehmed Paşa, Safevî
mukavemetini kırdı ve Musul, Kuzey Irak dahil, Güneydoğu
Anadolu'yu Osmanlı birliğine kattı Anadolu bütünlüğü geniş
ölçüde gerçekleşti Kanunî Sultan Süleyman devrinde ise son
rötuşlar yapıldı
Gel bir şaha kul olagör
Hergiz mûzûl olmaz olan
Bir eşiğe yaslanagör
Kimse elden almaz ola
Bir işi bitirmek gerek
Eksiğini yitirmek gerek
Yâr ile oturmak gerek
Hiç siteme göymez ola
Bir soyu saylamak gerek
Bir boyu boylamak gerek
Bir sudan sulamak gerek
Feriştehler bilmez ola
Kus oluben uçmak gerek
Ovalara göçmek gerek
Bir doludan içmek gerek
İçenler ayılmaz ola
Bahçelere girmek gerek
Güllerinden dermek gerek
Bir gülü koklamak gerek
Hergiz ol gül solmaz ola
Bu sihirli mısralara kananlar için ne âlâ Kanmayanları, Şah'ın keskin kılıcı bekliyordu Şah, Hazret-i Ali'den indiğini iddia eden düzme şecereler bile uydurmuştu Anne tarafından hanedanı olan Akkoyunlu prensleri ve beyleri, fevc fevc Osmanlı toprağına can atıyor, Sünnîlikte direnen bu binlerce Türkmen'i, Yavuz Sultan Selim, Trabzon çevresine iskân ediyordu
İşte Osmanoğlu Selim Han'ın sefer tuğları, böylesine kan dökücü, mağrur, büyük asker ve büyük şair, Türkmen hakanı İsmail'e karşı açılmıştı Safevîler`e o çağda Türkmen Devleti deniyordu Avrupalılar`a göre ise Osmanoğlu Büyük Türk, Şah ise Küçük Türk idi İkisinin didişmesi, Avrupa'ya çok rahat nefes aldırıyordu Ancak Sultan Selim'de, bu nevzuhur ve sahibzuhûr şeyh bozması şaha, Anadolu'yu Şiîleştirip ikram ederek Rumeli'ne çekilecek hal yoktu Dünyanın birinci devleti bunu nasıl yapardı?
Orduyu Hümâyûn, hazırdı Sultan Selim Han, 20 Nisan günü her zaman sarayına yeğlediği otağ-ı hümâyûnuna geçti Üç gün sonra da Üsküdar'dan hareket etti 28 Nisan'da yeryüzünün en kudretli ordusu İzmit'te ve Haziran'ın ilk günü Konya'da idi Yavuz, Mevlana'yı ziyaret etti Sandukasının saçaklarını öptü Temmuz'un ikinci günü Sivas'a geldi Burada 40 bin yorgun, hasta, acemi ve yaşlı askerini bıraktı Geri kalan 100 bin askerle yoluna devam etti Şah'tan edepsizce bir nâme geldi: Atası Yıldırım Sultan Bayezid, Timur'un karşısında hangi duruma düşmüşse Sultan Selim'in de kendi karşısında benzer duruma düşeceğini, yani tutsak edileceğini bildiriyordu Ancak Şah, kendi dedesi Uzun Hasan’ın 41 yıl önce Sultan Selim'in dedesi Fatih'in karşısında Otlukbeli'nde düştüğü hali unutmuştu
Sultan Selim, 24 Temmuz'da Erzincan'da ve 5 Ağustos'ta Erzurum'da idi Azerbaycan'ın güneyine geldi Çok yıpratıcı bir yürüyüştü Şah, Osmanlı Ordusunu bu yürüyüşle helak edeceği fikrinde idi Ancak Osmanlı, taht şehri Tebriz'e çok yaklaşmıştı Çaldıran sahrasında padişahı karşılamaya karar verdi (Doğu Anadolu'daki Çaldıran değildir) 23 Ağustos 1514 sabahı  Türkiye'nin kaderi Çaldıran sahrasında karara bağlanacaktı  
Çaldıran
Tebriz'e doğru çıktı sefer sâhrâhına Ervâh peyrev oldu Cihan Padişahına Hengâm- ı rezmi bildiren âvâz-ı hatifi Aksetdi her tarafta cibâlin cibâhına Sahrâ-yı Çaldıranda gazâ vardır erteye Ey berk müjde ver feleğin mihr-ü mâhına
Şah, 2 bin 500 kilometre yol yürümüş Osmanlı ordusunu en azından püskürtüp, Orta Anadolu'yu İran kültürü etkisinde, Şiî, feodal ve Ortaçağ temsilcisi Safevî devletine katacağına emindi Savaş talihi yüzüne gülerse, belki Adalar Denizi'ne, Marmara'ya, Boğazlar`a dayanır Osmanlı'yı Rumeli'ne bile atabilirdi! 
Niğbolu sancağı akıncıları  Bolu ve Kastamonu sancakları tımarlı sipahileri  Merkezde yeniçerilerin tüfekli ağır piyade tümeni  Arkalarında gizlenen 300 korkunç sahra topu  Sah, Osmanlı'nın bütün bu şevketini gözleriyle gördü İnancı sarsılmadı Topu ve tüfeği yoktu ama önemsizdi! Kendi Türkmen atlıları daha yiğit, daha inançlı idiler Yeniçerilerin ağır ve hantal tüfeklerini kaldırıncaya kadar, ok yağmurunu izleyen kılıç darbeleri arasında can vereceklerine emindi Top da neyin nesiydi? Safevî atlarını sesleriyle ürkütmesin yeterdi  
Osmanlı tümenleri, hilâl seklinde açıldı Merkezde Sultan Selim atının üzerinde, kısa ve kesin cümlelerle emîr veriyordu Osmanlı hassa subayları, emirleri kanatlara ulaştırıyorlardı Rumeli'nden geçirilmiş akıncılar taarruza geçti Orta Avrupa'daki akınlara benzemiyordu Türkmen atlıları, sert karşılık veriyor, son nefeslerini solumadan kılıç bırakmıyorlardı  
Akıcılarının döküldüğünü gören Sofya akıncı sancak beyi (komando tümgenerali) Malkoçoğlu Dâmad Ali Bey, ön safta çıktı Osmanlı soyluluğunun doruğunda, genç, fakat Avrupa serhadlerinde pişmiş bir subaydı Varşova Fâtihi Malkoçoğlu Gazi Koca Paşa’nın oğluydu Yavuz'un ağabeyi Sultan Korkut'un kızı Ferahşâd Sultan'la evliydi Ön saffa çıkar çıkmaz vuruldu,derhal şehit oldu Ağabeyinin şehadetini gören Silistre akıncı sancak beyi Tur-Ali Bey, hemen yetişip yerini aldı 30 dakika geçmemişti ki, o da şehadet şerbetini içti Sultan Selim'in kirpiklerinden yaş düştü  
Ama Şah İsmail, kılık değiştirip kaçtı Hazinesini, zevcesini, otağını, taht şehrini Osmanlı'ya bıraktı Anadolu Birliği parçalanmaktan kurtulmuştu 16 Eylül'de Yavuz, o çağda İstanbul'dan bile kalabalık olan bir milyon nüfuslu Tebriz'de idi En küçük karşı koyma olmadan şehre girdi Şah'ın annesinin babası Hasan Padişah Camii'nde Sünnî hutbesini okuttu
Lâkin yeniçeriler serkeşlik etti İran içinde ilerlemekten vazgeçti Döndü bütün Diyar-ı Arab'ı fethedeceği ikinci, seferine çıkmaya karar verdi Cezayir ve Yemen dahil, Arap ülkelerini Osmanlı'ya katacaktı Hind Okyanusu'na uzanacaktı Cihan Devleti'ni gerçekleştirecekti Bunların hepsi, kısa saltanatı içinde oldu İslâm Halifeliği'ni 29 Ağustos 1516 günü Haleb Ulu Camiindeki Cuma hutbesinde kendisinin ve Osman oğulları’nın üzerine aldı Beş gün önce Memlûk Sultanı, meydan muhaberesinde ölmüş, Abbasi halifesi esir düşmüştü Sultanların hükmündeki kukla halifeler dönemi sona erdi Artık en kudretli Müslüman devletinin hükümdarı, hilafet-i islamiyeyi üstlenecekti
Yavuz ve Anadolu Birliği
Yavuz Sultan Selim Han'ın fetihleri, asrının en büyük cihangiri olarak sayfalara sığmaz Onun, Anadolu Birliği için gerçekleştirdiklerini vurgulayarak yazıma son vereceğim
Dedesinin dedesinin babası olan Yıldırım Sultan Bayezid Han (1389-1402) Yavuz'unki gibi kısa olan saltanatında, Anadolu birliğini sağlamaya çok yaklaşmıştı Malatya'yı ve Erzincan'ı aldı Az bir şey kalmıştı Daha doğudaki ve güneydeki Anadolu toprakları, diğer Türk devletlerinin, Timurluların Karakoyunlular'ın, Akkoyunlular'ın,Memlukler'in, Artukoğulları'nın elinde idi Ancak Yıldırım, 1402 Ankara darbesini yedi Osmanlı, bir çok Anadolu toprağını, diğer Türk devletlerinin lehine kaybetti Zaten İstanbul, Trabzon gibi şehirler daha Bizans egemenliğinde idi
Ankara felâketi öylesine bir darbe idi ki Doğu Türklerine bir şey kazandırmadı Biz Batı Türkleri'nın Anadolu birliğini yapmamızı yarım asırdan fazla geciktirdi Yarım asır ne demek  
Yıldırım'ın ilhak ettiği öyle yöreler vardı ki, ondan bir asırdan fazla bir zaman sonra ancak Yavuz döneminde devlete katılabildi
Güneydoğu Anadolu'da yer yer Kürt beyleri yaşıyordu Küçük hanedanlar kurmuşlardı Bir kısmı Türkmen beyleri iken,dil ve örf bakımından Kürt'leşmişlerdi Tarihte bağımsız bir Kürt devleti yoktur Kürt beyleri, daima Güneydoğu Anadolu'ya hâkim Türk devletlerinin tebeası idiler 11 asırdan beri böyleydi Bu bölge Akkoyunlu Türkmenleri'nden Safevî Türkmenleri'ne geçmişti Irak da aynı şekilde Akkoyunlular'dan Sah İsmail'e intikal etmişti Bölgede ayni zamanda nüfuzlu şeyhler bulunuyordu Her yörede Kürt ve Türk karışık yasıyordu Arapça ve Süryânice, Ermenice konuşanlar da vardı Kapalı bir Ortaçağ hayatı idi Bu Kürt beylerinin hanedanlarını ben "Devletler ve Hanedanlar" başlıklı kitabımın 2 cildini oluşturan Osmanlı aileleri bahsinde, geniş ölçüde Bitlis beyi Şeref Han'ın "Şeref nâme"sine dayanarak sıraladım
Yavuz zamanında Kürtler ve beyleri, geniş ölçüde Sünnî-Şafiî idiler Ancak Sünnî-Hanefî, Şiî, hatta Yezîdî olanları da vardı Safevî Türkmenleri yalnız Diyarbakır gibi büyük kalelerde Osmanlı'ya karsı koydular Ancak Akkoyunlu beylerinden olan Osmanlı kumandanı Bıyıklı Mehmed Paşa, Safevî mukavemetini kırdı ve Musul, Kuzey Irak dahil Güneydoğu Anadolu'yu Osmanlı birliğine kattı Anadolu bütünlüğü geniş Ölçüde gerçekleşti Kanunî Sultan Süleyman devrinde son rötuşlar yapıldı
Bölgede yaşayan Türkmenler gibi Kürtler de Osmanlı'ya karşı koymaktalar Bu hususta İdris-i Bidlîsî, büyük başarı gösterdi İdrîs, Akkoyunlu imparatorluğunda nişancılık görevinde bulunan bilgin bir yüksek bürokrattı Çok iyi Türkçe, Farsça, Arapça muhtemelen Kürtçe biliyordu ve kuvvetli ihtimalle Kürt asıllıdır 1501’de Şah İsmail, Akkoyunlular'ı yıkınca şiîlikten nefret eden İdrîs, İstanbul'a geldi Başta "Heşt-Behişt" adlı büyük Osmanlı tarihi ve "Selim-nâme" olmak üzere bir çok eserin yazarıdır yavuz'dan birkaç gün sonra İstanbul’da öldü ve eşi Zeynep Hatun'un yaptırdığı camiin haziresine gömüldü
Yavuz Sultan Selim, Güneydoğu Anadolu'nun ve halkının Osmanlı Türkiye ve Anadolu birliğine katılmaları misyonu ile bu tarihçi diplomat görevlendirdi Mevlânâ İdrîs, Kürt beylerini ziyaret etti Onlara şunları söyledi: "Bir kaç yıl öncesine kadar Akkoyunlu sultanlarının adına yönettiğiniz yörelere şimdi şah İsmail el koydu Siz Sünnisiniz Sünnî olmayanlarınız için de bir şey değişmez Osmanlı yönetiminde zorlanarak din ve mezhep değişikliği istenen tek olay yoktur Şah İsmail ise, hepinizin Şiî olmasını şart koşuyor Atalarınızın mezhebi neyse, onu bırakacak Şah'ın pençesine mi düşeceksiniz? İşte Osmanlı Padişahı'nın bana verdiği ferman Benî bütün bu ülkelerin Osmanlı düzenine girmesi ile tam yetkili kılıyor Osmanlı ilkesine göre herkesin toprağı, malı, mülkü kendinde kalır Eskiden nasıl yaşıyorsanız, devam edeceksiniz Yalnız devlete ve padişaha mutlak sadık kalacaksınız  "
Kürtler, kabul ettiler Dostça ve isteyerek Osmanlı devletine katıldı Vicdan hürriyeti tanımayan İran tarafından olmak istemiyorlardı Gerçi Osmanlı yönetiminin merkeziyetçiliğini biliyorlardı Ancak nimetleri ağır basıyordu Hiç bir Kürt beyi ve aşireti, Osmanlı yönetimine karşı koymadan Türkiye'ye katıldı Yalnız büyük kaledeki Safevi askeri mukavemet etti, mukavemetleri netice vermedi Zaten halk, Osmanlı'yı istiyor, Safevîlerden ürküyordu
O zamandan beri Kürtçe konuşan kardeşlerimizle birlikte yasıyoruz  
Tarih ve Medeniyet Dergisi, Mart 1994,S:1,s:7-8-9-10
Yılmaz ÖZTUNA
|