Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Kültür - San'at & Eğitim > Kültür-Sanat > Köşe Yazıları

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
dair, hayata

Hayata Dair

Eski 10-14-2008   #1
cansel

Hayata Dair



Hayata dair (1)
Zamanımızda “başarı denilen virüs” öylesine yayıldı ve herkesin içine yerleştirildi ki, insanları böyle bir yaşamın tersinin mümkün olduğuna bile inandırmak güçleşiyor

Sanki “başarılı olmak” gereği her zaman ve herkes için geçerliymiş gibi algılanıyor

Artık günümüzün romancıları, şairleri, düşünürleri, bilim adamları bile “başarı” peşinde koşuyorlar

Herkesi, Amerikalıların kafalarımıza soktuğu “kazanan” ve “kaybeden” kavramlarına göre yargılıyoruz

Peki Yunus Emre başarılı olmak için mi yazmıştı şiirlerini, Mevlana sema dönerken “başarı” peşinde miydi?

Çarmıhta can veren İsa kazanan mıdır, kaybeden mi?

Ne demişti Peygamber: “Her şeyi kaybeden, her şeyi kazanır


***

Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, insanlığın binlerce yıl içinde geliştirdiği temel kavramları ters yüz edemezsiniz

Bazı toplumlar, belirli dönemlerde insani gelişimin dışına düşer ve bunu da kalıcı sanırlar ama sonunda evrensel kurallar galip gelir ve o toplumu bir düzeltmeye tabi tutar

Bir düşünelim: Güzel sanatlar nedir?

Eskiden “bedii zevk” denilen yüksek estetik kaygılar ne için toplumlarda bu kadar önemli yer tutmuştur?

Niye birçok gelişmiş ülke, genç kuşakların zevklerinin incelmesi için çalışmıştır?

Ekonomik olarak gelişmiş ülkelerde tiyatro, resim, edebiyat, bale niçin bu kadar önemlidir?

Bu ülkeler zengin oldukları için mi yüksek zevklere yönelmiştir, yoksa bu birikim mi onları zengin etmiştir?

Bunlar önemli sorular

Ve cevapları belli

Dünya uzun vadede güzeli, doğruyu, iyiyi arar

Belki çok acı çekilir, çok kişi bu yolda kırılır ama eninde sonunda iyi, güzel ve doğru olan kazanır


***

Roman kahramanlarını, hep şişeden çıkmayı bekleyen cinler gibi düşünmüşümdür

Oradadırlar, sizi beklemektedirler, şişeyi okşadığınızda çıkıp geleceklerdir

Çağırmadığınız zaman ise yokturlar, şişe alelade bir şişe olarak durur

Kitaplar da öyle değil mi?

Birbirine yapışık durumda bekleyen binlerce, yüz binlerce sayfa cansızdır, kupkurudur

Zamanla tozlanmaktan, küflü bir koku edinerek sararmaktan başka bir işe yaramaz

Önce havayla en çok temas eden kenar bölümleri sararır, sonra içlere doğru yayılır

Okumayanlar için kitaplar, ölü birer selüloz katmanından başka nedir ki?

Ama bir kez elinize alıp okumaya görün O cansız sayfalardan süzülen ruhlar, ete kemiğe bürünür, capcanlı görünürler size

Onlarla dertlenir, onlarla sevinir, onlarla kıskanırsınız

O andan itibaren kitabın küf kokusu da bir alışkanlık olur sizin için, her ülke kağıdının değişik kokusunu içinize çekersiniz

Sararmalar, eski ve çok sevilen bir dostun saçlarına düşen ak gibidir

Selüloz katmanlarının arasından fışkıran yakıcı hayatlar, sizi de birlikte sürükler

Lafcadio olursunuz, Raskolnikov, Bovary, Meryemce, Anna Karenina, Lacombe Lucien, Goriot, Jean Valjean, Buendia gibi duyumsarsınız kendinizi

Yaşamı imbikten süzerek size yeniden sevdiren bir büyüdür bu


Hayata dair (2)

Kitaplar sizi daha derin bir anlayışa götürür, hem kendinizi hem de dünyayı daha derinden kavramanızı sağlar

Bir ruh eğitimidir, bir duygular eğitimidir

Birçok olumlu kavram gibi edebiyat hakkında da olumsuz önyargılar yerleşmiş topluma

Bunlardan biri de “edebiyat yapmak” deyimi

Bu deyimle boş konuşmalar, hayal ürünü, hiçbir işe yaramayan düşünceler ve gerçeklere dayanmayan bir değersizlik ortamı kastediliyor

Oysa edebiyat dünyanın en ciddi işidir

Hiçbir gelişmiş toplumda edebiyat böyle bir deyimle kirletilmemiş, aksine hep toplumun en üst değerleri arasında yer almıştır

Bu saygıyı gösteren ve göstermeyen toplumlar arasındaki farkı görmek istiyorsanız, bir Avrupa ülkelerine bakın bir de biz ve Orta Doğu ülkelerine

Durum ortada değil mi!


***

Bazı kişiler eskiyi muhafaza etmek isterler ama kastettikleri eskinin de bir zamanın “yeni”si olduğunu ve daha önceki eserlere karşı bir yenilik mücadelesi vererek varolduğunu unuturlar

Ayasofya binbeş yüz yıllık bir eserdir ama basilika ve kubbe biçimlerini ilk kez birleştiren yani kendilerinden önceki bütün eserlere meydan okuyan iki yenilikçi mimar ve onları destekleyen yenilikçi bir hükümdar sayesinde yapımı mümkün olabilmiştir

Mozart klâsiktir ama kendi dönemindeki “eski”ye karşı mücadele eden bir “yeni” olarak varolabilmiştir

Cervantes de böyledir, Çaykovski de, Frank Lloyd Wright ya da Le Corbusier de

Mustafa Kemal bir devrimcidir, hayatını Tanzimat Fermanı’nı tartışarak değil, geleceği inşa etmeye çalışarak geçirmiştir

Ama bu insanların hepsi geçmişten geleceğe uzanan bir köprü niteliğindedir Kökleri çok derindedir

“Kökü mazide olan atiyiz” yani “Kökü geçmişte olan geleceğiz” sözü bu büyük adamlarda doğrulanır gibidir

Her yenilik tepki görür, her peygamber, her büyük filozof, her büyük sanatçı önce reddedilir, sonra kabullenilir ve klâsik olur

Bu yüzden sanat da hayatın gerçeği gibi devrimcidir


***

Nasıl Descartes’tan “Düşünüyorum o halde varım” cümlesi insanlığa miras olarak kaldıysa İspanyol filozof Ortegay Gasset’ten de böyle bir cümle kalmıştır:

“Ben, kendimin ve çevremin toplamıyım

İlk bakışta “Ne demek bu?” diyenler olabilir Ama biraz düşündükçe her şeyin yerli yerine oturacağına ve sözün derin anlamının ortaya çıkacağına eminim

Aslında bu ülkedeki birçok gelişmiş ve incelmiş insanın dramının temelinde bu cümle yatıyor Çünkü siz kendinizi, beyninizi ve duygularınızı ne kadar geliştirmiş olursanız olun sonunda bu çevrenin bir parçasısınız

Bir yanınız arabesk, bir yanınız eurobesk

Bir yanınız vahşi bir sertlikle ve binbir cambazlıkla sürüp giden siyaset, öteki yanınız her gün ölüp ölüp dirilen, arap sabunuyla kaplı mermer zeminde rugan pabuçla dansetmeye çalışan ekonomi

Bir omzunuza yumuşak bir şefkat tünemiş, ötekine gözü kanlı bir şiddet

Yani ne yaparsanız yapın, kendinizi nasıl tanımlamaya çalışırsanız çalışın, sonuçta bu ülke ortamının bir parçasısınız Eğitimine kafa yorduğunuz çocuğunuz da aynen böyle olacak

Çünkü insanoğlu tek başına varolamıyor


Hayata dair (3)

Sık sık Anton Çehov gelir aklıma, büyük Çehov! Onun dahice örülmüş oyunlarında da her şey olağan gibidir Gündelik yaşam, tembel bir nehir gibi ağır ağır akmakta ve insanlar kendilerini nehrin akıntılarına bırakmaktadır

Yaz bahçelerindeki beyaz giysili insanlar, piyano konserleri, yemekler, fıkralar ve entelektüel tartışmalarla vakit geçirirler

Ama oyun biraz ilerleyince anlarız ki, bu insancıkların hepsi derin bir huzursuzluğun pençesindedir

Durup durup ağlama krizlerine giren kadınlar, ölesiye sarhoş bir doktor, ona umutsuzca sevdalanmış bir genç kız, ölümü bekleyen bir ihtiyar Hepsi de huzursuz ve her an isteri krizlerine açık bir kırılganlıkta yaşamaktadır ama dış görünüşte bunu fark etmeye imkân yoktur

İç huzursuzluğu anlayabilmek için Çehov çapında dahi bir yazarın, insan ruhlarını, sandıktan çıkarılmış gizli bir çeyiz bohçası gibi kat kat açması gerekmektedir

İhtilale yani büyük değişime akan bir toplumdaki derin huzursuzluktur bu

Taşlar yerinden oynamış ve insan ruhları onulmaz biçimde yaralanmıştır


***
Türkiye’de de ekonomik krizlerden daha yoğun olarak yaşanan kriz bence bu Amacını yitirmiş, hayallerini tüketmiş ve yarınına umutla bakamayan bir toplum

Büyük değişimin sancılarıyla kıvranan ve ne olduğunu bir türlü anlayamayan huzursuz insanlar

Yerleşik değerlerin çöktüğü ama bir türlü yeni değerler sistemine geçemeyen insanların iki cami arasında binamaz kalmış hali

Beni en çok bu durum korkutuyor biliyor musunuz!

Bir ülkenin ruhunu yaraladığınız zaman, ekonominin ve siyasetin bu yarayı iyileştirmesi çok zor oluyor


***
Belli bir yaşta insanın kendisini kanıtlama çabası, kendini anlama çabasına dönüşmelidir

Ne var ki bazıları yaşlanır ama olgunlaşamazlar, ömürlerinin sonuna kadar başkalarının kendileri hakkında ne düşündüğü en önemli konu olarak kalır

Beğenilmek, sevilmek ister ve bütün güçleriyle bunu sağlamak için uğraşırlar

Bazıları da belli bir olgunluğa erişince, kendilerini beğendirmeye çalışmaktan vazgeçer ve dünyayı daha rahat bir gözle seyretmeye başlarlar

Bu aşamada kişinin “nasıl göründüğü” sorusu önemini kaybeder, bunun yerine kendisinin “dünyayı ve insanları nasıl gördüğü” öne çıkar

Değeri ölçülmeye çalışılan kişiden, değer ölçmeye geçiş aşamasıdır bu

O kişi artık yarışta değil, jüridedir

Altın değil sarraftır

Aktör değil, yönetmendir

Kıratı ölçülen taş değil, kuyumcudur

Ve bütün bunlar eğer bir iç disiplinin tutarlılığını taşıyorsa, o kişi dünyanın nirengi noktalarından birisi olur

Çevresindeki insanlar için bir ayar haline gelir

Bir terazidir, bir ölçüdür

Bazıları bu noktaya hiç gelemeden ölür ve son sorusu “Acaba beni beğeniyorlar mı?” olur

Bazıları da iç dünya zenginliği sayesinde manevi birer otorite mertebesi kazanırlar

Birinciler telaşlıdır, ikinciler sakin

Birinciler hırsı piriye kapılmıştır, ikinciler evren içindeki insanoğlunu hangi ölçekte değerlendireceklerinin farkındadırlar

Yaş insana olgunluk ve bilgelik getirmeli


Hayata dair (4)

Dünyada yaşayan altı milyar insanın DNA’sı aynı

Maymun DNA’sıyla insan DNA’sı arasında bile kayda değer bir fark yok

Dünyadaki bütün hayvanlar, insanlar gibi yemek yiyor, su içiyor, uyuyor, cinsel ilişkide bulunuyor, kavga ediyor, hasta oluyor ve ölüyor

Memeli hayvanların “tropikal memeli” cinsinden olan insanoğlu da aynen onlar gibi kendi biyolojik kurallarına uygun olarak yaşıyor

Peki o zaman hayvanla insanı ve giderek insanla insanı ayıran fark nedir?

Kültür, sadece kültür!

Bangladeşlilerin Kanadalılardan biyolojik olarak hiçbir farkı yok

Ugandalılarla İsveçlilerin de öyle

Öyleyse bu ülkelerden birini uygar diğerini ilkel, birini yoksul diğerini zengin yapan öğe nedir?


***

Neden dolayı bazı ülkeler yoksullukla, yoksulluğun yol açtığı problemlerle ömür tüketir ve yaşamı cehenneme çevirirken, ötekiler dünya nimetlerinden alabildiğine yararlanan bir cennet yaratmayı başarırlar?

Bir kader midir bu?

Irk özelliği midir?

Hiçbiri değil

Çünkü eğer öyle olsaydı ülkelerin tarihinde iniş çıkışlar olmaz, her şey aynı kalırdı Oysa biz kendimizden biliyoruz ki bir zamanlar cihan imparatorluğu olan bir ülke, daha sonra azgelişmişlik kategorisine sürüklenebiliyor


***

İnsanları ve ülkeleri birbirinden kültürleri ayırır

Eğer kültürü dar anlamıyla alırsanız, sadece sanat çalışmaları akla gelir

Ama kültür, bir toplumun bütün ilişkilerini içine alan ve her şeyin üzerinde yükseldiği bir heykel tabanı gibidir

Bir ülkenin siyaseti, siyaset kültürüne bağlıdır ticareti, ticaret kültürüne

Bugün eğer Türkiye her alanda ilmik ilmik dökülüyorsa, metastaz yapmış kanser gibi her yeri yolsuzluk virüsü sarmışsa insanlar birbirini sevmiyor ve birbirine güvenmiyorsa, bunun nedenlerini kültürde aramak gerekir

Hepimizin gözü önünde toplumun dokusu bozuluyor, insanları bir arada yaşatan değerler sistemi yok oluyor, kısacası çürüyoruz



__________________




worapsow
adige

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.