Prof. Dr. Sinsi
|
İmanin Tadi
İMANIN TADI
Euzü billâhi mineş-şeytànir-racîm
Bismillâhir-rahmânir-rahîm
Elhamdü lillâhi rabbil-àlemîn  Vel-àkıbetü lil-müttakîn  Ves-salâtü ves-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn  
İ'lemû eyyühel-ihvân  Enne efdalel-kitâbi kitâbullàh  Ve enne efdalel-hedyi hedyü seyyidinâ muhammedin sallallàhu teàlâ aleyhi ve sellem
Ve şerrel-umûri muhdesâtühâ  Ve külle muhdesin bid'ah  Ve külle bid'atin dalâleh  Ve külle dalâletin fin nâr  Ve bis senedil-muttasıli ilen-nebiyyi sallallàhu teàlâ aleyhi ve selleme ve ennehû kàl:
a İman ve Hayâ
RE 193/1 (El-îmânü uryânün ve zînetühül-hayâ', ve libâsühüt-takvâ, ve mâlühül-fıkh )
Bugün yine dersimiz bu iman bahsinde olacak Cenâb-ı Peygamber Efendimiz imanı bize tarif ederken, imanın uryan, çıplak bir şey olduğunu bildiriyor Bunun sıfatlanması, kalıplanması hayâ ile  Bu iman nimetinin zînete, mala, esvaba ihtiyacı var Rasûlüllah SAS, "İman nimetinin zîneti hayâ, esvabı takvâ, malı da fıkıhtır " diyerekten bildirdi
Bu hayâ niçin zikredildi? Başka birçok sıfatlar var Meselâ, hayânın yanında cömertlik var, şecaat var, adalet var, birçok güzel evsaf var Fakat, onların birisini söylemedi de zîneti hayâdır dedi, yalnız hayâdan bahsetti
Çünkü, (Liennel-hayâi a'zamü ahlâkıl-enbiyâ') "Hayâ enbiyâlarda en büyük bir vasıf, en üstün mertebedir (Lienne bil-hayâ' vecede halâvetel-îmân) Ancak imanın tadı bu hayânın sayesinde bulunur Hayâ sende ne kadar varsa, imandan o kadar tad alırsın İmandan alınacak tad, hayâdaki nisbete bağlıdır Hayâsı çok olan insan, imanın tadını çok alır "
Meselâ, sağlam bir insan baklava yedi miydi, bayılır; bala bayılır, tatlılara bayılır  Niçin? Sıhhati yerindedir, canı ister Ama sıhhati bozuk olursa, tatlıları istemez; tatlıya da acı dediği olur bazan  
Onun için hayâ, imandaki tadı tattırıyor bize Hayâ olmasa, imandan tad bulamıyoruz İmanın yolunda gidemiyoruz, yamuk yumuk yollara gidiyoruz; çünkü tadını tatmamışız Sebebin birisi hayâsızlıktır
Hayâ geniş bir ders, şimdi onun üzerinde durmayacağım Kısacık tabiri ile, bizim bildiğimiz utanma  Ama asıl utanma Allah'tan olması lâzım! Ekmeğini yiyoruz, suyunu içiyoruz, havasını alıyoruz, mülkünde yaşıyoruz; yaşadığımız mülkün sahibine karşı geliyoruz Bu en büyük hayâsızlıktır Hayâsızlığın başı burdan başlar
Yâni utanma deyince, işte o kızların utanması gibi değil O da utanma ama, asıl utanma Allah-u Teàlâ'nın mülkünde yaşayıp da, kimin mülkünde yaşadığını ve kimin ekmeğini yemek suretiyle yaşadığını bilerekten ondan utanmak, onun emirlerini dinlemeye bağlıdır Allah-u Teàlâ'nın emirlerini terk, hayâsızlığın başı oluyor Allah-u Teàlâ'nın emirlerini tutmak da, hayâdan ileri geliyor Hayâ yaptırır bunları  
Demek ki, imanda bir tad var O tad da ancak hayâ elde edilirse, oluyor Hayâ elde edilemezse, o taddan haberimiz olmadan, kuru kuru gelip gidiyoruz bu alemden
İkincisi de takvâ idi Takvâ da böyledir Takvâ sahibi imanın tadını bulur Takvâ onu salih amellere sürükler "Haydi durma, bunu da yap, bunu da yap! " diye iyi amellere zorlar Saadet-i dâreyn neyi icab ediyorsa, onları yapar
Şimdi gelelim mevzûya: Hayâyı, takvâyı nereden bulacağız? Şu bakkallarda, eczanelerde satılıyorsa, gideriz oradan alırız; istediğimiz kadar kullanırız Ama hayâ ve takvâ ne bakkalda bulunur, ne çarşıda, ne şunda, ne bunda?
b Veysel-Karânî Hazretleri
Bu sabah bizi Hırka-i Şerif'in açılma merasimine çağırdılar; Allah kabul etsin, gittik Şimdi o zâttan biraz bahsetmek isterim Rasûlüllah'ın hırkasını hediye bıraktığı o zât, Veysel-Karânî Hazretleri'dir
Veysel-Karânî Hazretleri, ne bir üniversite mezunu profesördür, ne de servet sahibi bir insandır Ne de bir şânı şöhreti olan bir zâttır Paşalık, beylik gibi böyle bir mevkii de yoktu O ancak bir çoban idi, deve güderdi Bu esnada hurma çekirdeklerini yerden toplar, o topladıkları çekirdekleri satmak suretiyle hem kendi maîşetini, hem de ana-babasının maîşetini temin ederdi Bir üçüncü kısmını da tasadduk eder, hayra ayırırdı Buna bunu kim yaptırıyordu acaba? 
Veysel-Karânî'nin çok güzel duaları vardır kitaplar içerisinde  Hayran olursunuz, "Bu mektep görmemiş, medrese görmemiş çöl adamı, çoban, bunları nereden buldu da çıkardı?" dersiniz Allah'a öyle güzel münâcaatı, öyle güzel yalvarışları var ki, hayran olur bayılırsınız Bizim ağzımıza bile yakışmıyor onları konuşmak  Ona çoban iye hiç kıymet vermiyoruz ama, bugün onun nâil olduğu saltanata, hattâ üzerindeki o hırkaya bak! Bbugün elhamdü lillâh müslümanlar aşk ile, şevk ile ziyaretine koşuyorlar
Veysel-Karânî öyle bir insan ama, içindeki ateşin, iman ateşinin şevki dünyayı doldurmuş; kıyamete kadar onun ismi böyle yaşar durur insanların arasında  İnsanın böyle bir imana sahi olabilmesi, ne kadar mutlu bir şey!
Onun hakkında Cenâb-ı Peygamber derdi ki:
"--Bana Yemen'den Rahman'ın kokusu geliyor "
Veysel-Karânî'deki imanın kokusu ta Rasûlüllah'ın burnuna kadar geliyor Mekke-i Mükerreme'ye  Bugün biz de Hırka-i Şerif'in bulunduğu tablonun kapağını açarken, "Koklayın o kokuyu!" dediler Orada koku kokuyor O hırka kaç bin küsür senelik bir hırka  Bir küsür senelik bir hırkanın üzerinde ne koku olacak? O bugün elyafı bile dökülmüş, hiçbir şey kalmamış durumda; ama, o olduğu gibi güzelce duruyor, muhafaza edilmiş
Onun kokusunu tabii, herkes kendi nisbetinde alabilir Burnu koku almayan insan da, bir şey alamadan döner, gider
Şimdi bu imandaki hayâ ve takvâ nümûnesi olan Veysel-Karânî; mektepte okumamış, servet sahibi değil, bir mevkî sahibi de değil  İşte develerini gütmekle geçinen bir insan  Kur'an'ı da ne kadar bildiğini bilmem Bakınız Rasûlüllah SAS'in ziyaretine geliyor Fakat anası da diyor ki:
"--Oğlum, bulursan ziyaret et; bulamazsan, dön gel!" diyor
İtaate bak! Geliyor, bakıyor Rasûlüllah SAS başka bir yere gitmiş, yok orada  "Bekleyeyim, gelsin de ziyaret edeyim!" demiyor; "Anam bana bu kadar izin verdi, ben fazla duramayacağım Yok mu bir emaneti, göreyim hiç olmazsa? " diyor Uhud'da kırılan mübarek dişini getiriyor, gösteriyorlar "Ona dayanamayaraktan, ağzındaki dişlerin hepsini çıkarıp atıvermiş " derler Allah şefaatine nâil eylesin  
Şimdi ondaki imanın ölçüsü ile, bizim imanımızı ölçecek olsak  Bizde para da çok, bilgi de çok, her şey çok; bugün rahatlığın en alâsı var, cennet gibi memleketimiz, her şey bol, istediğimiz gibi  Fakat ondaki imanı zerresi var mı acaba? Zerresi var mı? Onun imanı ile ölçecek olsak, bizimki sıfırdadır; bir bile zor tutar
Allah affetsin, tevfikını refîk eylesin  
c İman ve Takvâ
Şimdi bu iman pazarda bulunmaz, çarşıda pazarda bulunmaz, şuradan buradan da alınmaz Bu imanın bir alınacak yeri var, o da Allah-u Teàlâ ve Tekaddes Hazretleri'nin zikri  Allah-u Teàlâ ve Tekaddes Hazretleri'nin zikriyle ne kadar çok meşgul olursan, o meşguliyetin dolayısıyla Allah verir sana o takvâyı; başka yerde bulamazsın!
Ashab-ı kiramın böyle tesbihleri filân yok Çünkü Rasul-ü Ekrem önlerinde Onun yüzüne bakışları kâfî geliyor onlara O bakış, içerisini nur ile dolduruyor, öyle çalışmaya lüzum yok  Menba'dalar, baktılar mıydı, olan nur içlerine doluyor da, taşıyor da  Zamanındaki müslümanların hepsinin hâli böyle
Ama bize gelince, biz bin sene geriye kalmışız Bize onun nurunu alabilmek için; zikrini ve onun salât ü selâmını çok okumak lâzım! Ona olan salât ü selâmı ne kadar bol edebilirsek; Allah-u Teàlâ ve Tekaddes Hazretleri'nin zikrini ne kadar bol edebilirsek ve başka işlerimize tercih ederek onunla meşgul olursak; çalışmamız nisbetinde o takvâ hàsıl olur Nasıl ki;
(Ve en leyse lil-insâni illâ mâ saà ) buyruluyor ya Ne kadar çalışırsa, o kadar kazanır diyorlar Allah'a karşı ne kadar hizmet edebilirsek, o kadar Allah-u Teàlâ bize hayâ verir, o kadar takvâ verir, o kadar da fıkıh verir
Fıkıh denince zannetme ki, işte Arapçayı bilir de burda okur, mânâ verir O değil ha! Arapçayı öğrenirsin, okursun, mânâsını da verirsin Bugün, aziz kardeş hepiniz biliyorsunuz: Arabistan denilen memlekette Yahudi de var, Ermeni de var, Rum da var, Süryanîsi de var, daha kim bilir kimler de var  Bunlar Arapçayı bizden çok iyi bilirler Yahudidir ama, memleketi olmak dolayısıyla Arapçayı öğrenmiştir Ermenidir ama, memleketi olmak dolayısıyla Arapçayı iyi bilir Rumdur ama, memleketi olması dolayısıyla Arapçayı iyi bilir  İyi bilir ama, hiç faydası yoktur kendisine; gâvur, gâvurdur yine 
Sarığın bu kadar olur, cübben gayet sırmalı olur, iş yok onda  İş iman ile hayâda, hayâ ile takvâda  Hayâ ile takvâyı da; kim Allah'a boyun büker, hizmet ederse, hizmeti nisbetinde Allah ona verir
Yalnız şu kadar var ki, haramlardan ve günahlardan da sakınmak şartıyla Meselâ geceleri uyumazsınız, sabaha kadar da ibadet edebilirsiniz Tesbihi hiç elinizden bırakmamak sûretiyle akşama kadar da tebih çekebilirsiniz Fakat haramdan korunmadığınız zaman, bunların hiç birisi makbul olmaz Nasıl bir evi yaparsınız, güzel; fakat ona bir kibrit değdi mi bakarsınız birden yanar gider Hiç kıymeti yok Yapmak değil hüner, onu muhafaza etmektir hüner  Onun muhafazası da, günahlardan korunmak ve sakınmaktır
Onun için size bir misâl söyleyeeyim şimdi: Rasûl-ü Ekrem SAS Efendimiz zamanında tabii muharebeler oluyor O muharebeler olurken, bir muharebede dediler ki Rasûlüllah'a, tekmil veriyorlar:
"--Yâ Rasûl, filân şehid, filân şehid, filân şehid  "
"-- Cennetlik, cennetlik, cenetlik  "
"-- Filân da şehid  "
"-- O cehennemlik  "
"-- Yâ Rasûl, o neden şehid değil?"
"--ÊO ganimetten çaldı "
Ganimetten bir aba almış; veya iki aba Bu onun şehadetinin kıymetini düşürüverdi "Cehennemliktir " dedi iki cihan serveri  Sebebi İslâm'n davasında sadakat göstermedi Bir taraftan ibadet ediyor ama, bir taraftan da beytül-maldan çalıverdi, aldandı Beytül-mâl da değil, daha ganimet taksim olmamış, taksim olmamış ganimetten hakkı olmadan aldı Bu alış, kendisinin şehadeti, cennete girmesini ve bütün günahlarınnı affını icab ettirirken, bu hareketi onu cehennemlik yaptı Vay bizim halimize! Faizlerle para kazanacağız, onunla han, hamam, apartman yaptıracağız, çalımımızdan kimse yanımıza sokulmayacak, sonra biz de cennetin baş tarafına gidip, içerisine oturacağız Heyhât!
Onun için aziz kardeş, haramdan sakınmak için takvâ lâzım Takvân olmadıkça haramdan sakınamazsın O Allah korkusunun mektebi yok, medresesi yok  
Bir numûnesi daha sana: Hazret-i Ömer Efendimiz'in oğlu, Medine-i Münevere'den, Mekke-i Mükerreme'ye gidiyormuş Yolda canları et istemiş, acıkmışlar Bir çobana rastgelmişler Demişler ki çobana:
"--Şurdan bize bir koyun ver, kaç paraysa verelim sana!"
Demiş ki:
"--Koyunlar benim değil, ağanındır; onun izni olmadıkça ben size burdan koyun veremem!"
Onlar da onu tecrübe etmek için demişler ki:
"--Ağana kurt yedi dersin, yahut kayboldu dersin; bir şey dersin işte, ne olacak "
Çoban:
"-- Efendi, ya Allah'ı ne yapalım?" demiş
Bizim bilgin, deveyi hamuduyla beraber yutuyor O bilmeyen, Allah'tan korkaraktan yapamıyor
Onu Allah'tan korkutan, ona onu yaptırmayan kim? İçindeki iman kuvveti  İşte o devrin nîmetlerine mazhar olmuşlar Bizde bugün hepsi çok, çok ama gözümüz de, karnımız da doymuyor Ne gözümüzün doyduğu var, ne de karnımızın doyduğu var Allah affetsin kusurlarımızı  
M Zahid KOTKU (Rh A)
|