Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
vehhâbîlik

Vehhâbîlik Nedir?

Eski 08-24-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Vehhâbîlik Nedir?




VEHHÂBÎLİK NEDİR?

Vehhâbîliği kuran, Mehmed bin Abdülvehhâbdır Binyüzonbir 1111 [m 1699] de, Necdde, Hureymile kasabasında dünyâya gelmiş, 1206 [m 1791] de, Der’iyyede ölmüşdür Önceleri, seyâhat ve ticâret için, Basra, Bağdâd, Îrân, Hind ve Şâm taraflarına gitmiş, 1125 de Basrada, ingiliz câsûslarından, Hempherin tuzağına düşerek, ingilizlerin (İslâmiyyeti imhâ) etmek çalışmalarına âlet olmuşdur (İngiliz câsûsunun i’tirâfları) kitâbımızda, Vehhâbîliğin kuruluşu uzun anlatılmakdadır Eline geçirdiği, Ahmed ibni Teymiyyenin, Ehl-i sünnete uymıyan kitâblarını okumuş, (Şeyh-i Necdî) diye meşhûr olmuşdur Düşünceleri, ingiliz paraları ve ingiliz silâhları karşılığında, köylüler ve Der’iyye ehâlîsi ile reîsleri Muhammed bin Sü’ûd tarafından desteklendi Sapık din adamı Ahmed ibni Teymiyyenin fikrleri ile Hempherin yalanlarının karışımına (Vehhâbîlik) denir (Mir’ât-ül-Haremeyn) kitâbının basıldığı 1306 [m 1888] senesinde Necd emîri, Abdüllah bin Faysal idi

Aşağıdaki bilgilerin çoğu (Mir’ât-ül-Haremeyn)den alınmışdır:

Mehmedin babası Abdülvehhâb, iyi bir müslimân idi Bu ve Medînedeki âlimler, Abdülvehhâb oğlunun sözlerinden, yeni bir yol tutacağını anlamış, herkese, bununla konuşmamasını nasîhat etmişlerdi Fekat, [1150] de, Vehhâbîliği i’lân etdi Yazdığı kitâblarda ve hele bunların en meşhûru olan (Kitâb-üt-tevhîd)de ve torunu Abdürrahmân bin Hasenin buna yapdığı (Feth-ul-mecîd) adındaki şerhde, ikiyüzelliden fazla, bozuk inanışları vardır Bunlardan ba’zısı (Üsûlül-erbe’a) ikinci sahîfesinde yazılıdır Bozuk inanışlarının temeli, üç mes’eledir:

1 — Amel, ibâdet, îmânın parçasıdır diyor Bir farzı yapmıyan, meselâ farz olduğuna inandığı hâlde, bir nemâz kılmıyan kâfir olur diyor Bunu öldürmeli, mallarını taksîm etmelidir diyorlar Bunlar (Feth-ul-mecîd)in 17, 48, 93, 111, 273, 337 ve 348 ci sahîfelerinde yazılıdır

2 — Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” ve Evliyânın “kaddesü teâlâ esrârehümül’azîz” rûhlarından şefâ’at istiyen, bunların mezârını ziyâret edip, bunları vesîle ederek düâ eden kâfir olur diyorlar (Feth-ul-mecîd) kitâbının beşyüzüçüncü sahîfesinde diyor ki, (Resûlullah hayâtda iken, düâ etmesini istemek câizdir Hattâ, diri olan her sâlih kimseden, düâ etmesi istenir Nitekim, hazret-i Ömer, Mekkeye ömre yapmağa gideceği zemân, Resûlullah, (Yâ Ömer, bizi düândan unutma!) dedi Dirilerin, cenâzeye ve kabrde olanlara da düâ etmeleri câizdir Fekat, kabrde olandan düâ istemek câiz değildir Allahü teâlâ, işitmiyenlerden düâ istemenin şirk olduğunu bildirdi Ölüler ve gâib olan, uzakda olan diriler, işitmez ve cevâb vermezler Bunların fâide ve zararları olmaz Eshâbdan ve onlardan sonra gelenlerden hiçbiri, Resûlullahın kabrinden birşey istemedi Peygamber öldükden sonra, ondan birşey istemek câiz olsaydı, Ömer “radıyü anh” yağmur yağmasını Ondan isterdi Hâlbuki, kabrine gelip, Ondan düâ, yardım istemedi Diri ve hâzır olan hazret-i Abbâsdan düâ istedi) Yetmişinci [70] sahîfesinde diyor ki, (Ölüden ve yanında bulunmıyanlardan birşey istemek, onu Allaha şerîk yapmak olur)

Vehhâbîlerin bu sözlerini, yine kendi kitâbları yalanlıyor (Feth-ul-mecîd)in ikiyüzbirinci sahîfesinde, (Buhârîde, Abdüllah ibni Mes’ûd diyor ki, yidiğimiz ta’âmın tesbîh sesini işitirdik Ebû Zer diyor ki, Resûlullah “sallü aleyhi ve sellem”, avucuna taş parçaları aldı Bunların tesbîh sesleri işitildi Resûlullahın hutbe okurken dayandığı odunun inlemesi haberi sahîhdir) diyor Demek ki, Resûlullahdan başka mü’minler de, herkesin işitemiyeceği sesleri işitirmiş Bu taşlar hazret-i Ebû Bekrin elinde iken de tesbîhlerinin işitildiği, aynı haberin sonunda bildirilmekdedir Hazret-i Ömerin, Medînede hutbe okurken, Îrânda harb eden ordu kumandanı Sâriyeyi görerek, (Sâriye, dağdaki düşmandan korun!) dediğini ve Sâriyenin işiterek, dağı ele geçirdiğini bütün kitâblar bildirmekdedir Puta tapanlar için gelmiş olan âyet-i kerîmelerle, bu sözlerini isbâta kalkışıyorlar Hâlbuki, mü’minler [ya’nî Ehl-i sünnet], Peygamberlere “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” ve Evliyâya “aleyhirrahme” ibâdet etmez Allahü teâlânın sevgili kulları olduğuna ve Allahü teâlânın, bunların hâtırı ve hurmeti ile, kullarına merhamet edeceğine inanır Zararı, fâideyi yaratan, ancak Odur Ondan başka ibâdete kimsenin hakkı yokdur, der Kabr ziyâretine gidip, kabrdeki zât vâsıtası ile Allahü teâlâya düâ eder

(İbni Âbidîn) nikâh sözleşmesinin son sahîfesinde diyor ki, (Allah ve Resûlullah şâhid olsunlar diyerek evlenmek câiz değildir Hattâ böyle söylemek küfr olur diyenler vardır Resûlullah gaybı bilir demek olur Allahdan başkası için gaybı bilir diyen kâfir olur dediler Hâlbuki, (Tâtârhâniyye)de, (Hucce)de ve (Multekıt)de küfr olmaz diyor Çünki, Allahü teâlâ herşeyi Resûlünün rûhuna bildirir Peygamberler, başkaları için gayb olan birçok şeyi bilirler Cin sûresinin yirmialtıncı âyetinin meâli, (Allahü teâlâ, gaybdan bildiği şeylerden ba’zılarını yalnız Peygamberlerden dilediğine bildirir) ise de, akâid kitâblarında, Evliyânın kerâmetlerinden biri, gaybların çoğunu bilmeleri olduğu yazılıdır Mu’tezile fırkası [ve onların izinde olanlar], bu âyet-i kerîmeye dayanarak, Evliyâ gaybı bilemez diyorlar Bunlara cevâb olarak deriz ki, bu âyet-i kerîme, gaybın vâsıtasız olarak ve yalnız vahy getiren meleğe bildirilmesini haber veriyor Peygamberlere ve Evliyâya diğer melekler vâsıtası ile veyâ başka vâsıta ile bildirilmekdedir (Sell-ül-hisâm-il-Hindî li-nusrat-i seyyidinâ Hâlid-in-nakşibendî) ismindeki kitâbımda Evliyânın kerâmetleri uzun yazılıdır Lutfen oradan okuyunuz!) (Tefsîr-i Mazherî)de bu âyet-i kerîmenin tefsîrinde buyuruyor ki, (Allahü teâlâ, Evliyâsına vâsıtasız da bildirir Hazret-i Ömere Sâriyeyi gösterdi “radıyü teâlâ anhümâ” Mûsâ aleyhisselâmın annesine, oğlunu denize koymasını, yine geriye göndereceğini ve Peygamber yapacağını bildirdiğini haber veriyor Havârîlere vahy gibi bildirdiğini ve hazret-i Meryeme, (Hurma kütüğünü salla; tâze hurma olacak Onları yi!) dediğini haber veriyor Bunlar Peygamber değildi Velî idiler) Fârisî (Usûl-ül-erbe’a fî-terdîd-il vehhâbîyye) kitâbında geniş bildirilmişdir Bu kitâb 1395 [m 1975] de, İstanbulda tekrâr basdırılmışdır Bu kitâbdan bir kısmı terceme edilerek, (Kıyâmet ve Âhıret) ve (Fâideli Bilgiler) kitâblarına ilâve edilmişdir

(Hadîka) ikinci cild, yüzyirmialtıncı sahîfede diyor ki: Resûlullah ile ve Eshâb-ı kirâm ile ve Tâbi’în ile, bunlar öldükden sonra da, Allahü teâlâya tevessül etmek, ya’nî bunların hurmeti için, dilekde bulunmak câizdir ve meşrû’dur Tevessül etmek, şefâ’atini istemek demekdir Ehl-i sünnet âlimleri, bunun câiz olduğunu bildirdi Mu’tezile fırkası ise inanmadı Tevessül edenin düâsının kabûl olması, tevessül olunanın kerâmeti olur Ya’nî, öldükden sonra kerâmet göstermesi olur Bid’at sâhibi, sapık olanlar buna inanmadı İmâm-ı Münâvî (Câmi’us-sagîr) şerhinde, bu câhillere cevâb vermekdedir İmâm-ı Sübkî buyuruyor ki, (Resûlullah ile tevessül etmek, ya’nî istigâse etmek, ondan şefâ’at istemekdir Bu ise güzel bir şeydir Önceki ve sonraki islâm âlimlerinden hiçbiri buna karşı birşey dememişdir Yalnız İbni Teymiyye bunu inkâr etdi Böylece doğru yoldan ayrıldı Kendinden önce gelen âlimlerden hiçbirinin söylemediği bir bid’at çıkardı Bu bid’ati ile müslimânların diline düşdü) Resûlullahın ismi ile kasem ederek, ya’nî Resûlullah hakkı için diyerek, Allahü teâlâdan birşey istemenin câiz olduğunu, İbni Abdüsselâm uzun bildirmekdedir Resûlullahın vârisi olan Evliyâ ile de kasem câiz olduğunu, Ma’rûf-i Kerhî bildirmekde ve (Kuşeyrî) risâlesi yazmakdadır Yüzellibirinci [151] sahîfesinde diyor ki, herhangi bir müctehidin câiz olur dediği birşeyi yapana mâni’ olmamalıdır Çünki, dört mezhebden birini taklîd etmek câizdir Bunun için, kabr ziyâret edenlere, Evliyânın mezârları ile teberrük edenlere, hastası iyi olmak için veyâ gâibi bulunmak için bunlara nezr yapanlara mâni’ olmamalıdır Adak yaparken, Evliyâya adak demek mecâz olup, türbeye hizmet edenlere adak demekdir Fakîre zekât verirken ödünc verdiğini söylemek gibidir ki, böyle söylemenin câiz olduğu bildirilmişdir Burada söze değil, ma’nâya bakılır Bunun gibi, fakîre verilen hediyye, sadaka olur Zengine verilen sadaka da hediyye olur [(VEKÂLET)e bakınız!] İbni Hacer-i Hiytemî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, Evliyânın kabrlerine nezr yapılırken, onun çocuklarına veyâ talebesine yâhud orada bulunan fakîrlere sadaka olması gibi başka bir (Kurbet), ya’nî, başka bir hayr niyyet edilirse, bu nezrin sahîh olacağına fetvâ vermişdir Böyle nezrlerin, niyyet edilen kimselere verilmesi lâzımdır Şimdi türbelere yapılan nezrlerin hepsinde böyle niyyet edilmekdedir Velîye nezr sözünden bunu anlamak lâzımdır Geçmiş Evliyâya dil uzatmak, onlara câhil demek, sözlerinden islâmiyyete uymıyan ma’nâlar çıkarmak, öldükden sonra da kerâmet gösterdiklerine inanmamak ve ölünce velîlikleri biter sanmak ve onların kabrleri ile bereketlenenlere mâni’ olmak, müslimânlara sû’i zan, zulm etmek, mallarını gasb etmek gibi ve hased, iftirâ ve yalan söylemek ve gıybet etmek gibi harâmdır (Hadîka)dan terceme temâm oldu

(Hadîka)da, yüzseksenikinci sahîfede diyor ki, (Buhârînin, Ebû Hüreyreden “radıyü anh” haber verdiği hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, kulum farzları yapmakla bana yaklaşdığı gibi başka şeyle yaklaşamaz Kulum nâfile ibâdetleri yapınca, onu çok severim Öyle olur ki, benimle işitir Benimle görür Benimle herşeyi tutar Benimle yürür Benden her ne isterse veririm Bana sığınınca, onu korurum buyurdu) denilmekdedir Bu hadîs-i şerîf gösteriyor ki, farzlarla birlikde nâfile ibâdetleri yapan, Allahü teâlânın sevgisini kazanır Bunların düâları kabûl olur Sa’îd bin İsmâ’îl Ebû Osmân Hayrî Nîşâpûrî “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyuruyor ki, bu hadîs-i şerîf, onun görmek, işitmek, gitmek, tutmak gibi her çeşid istediklerini, hemen ihsân ederim demekdir) Üçüncü kısmda sonsöz sonuna bakınız! (İşlerinizde sıkışdığınız zemân, kabrde olanlardan yardım isteyiniz!) hadîs-i şerîfi de, Allahü teâlânın, sevdiği kullarına, ölü iken de bu kuvveti vermiş olduğunu göstermekdedir

İmâm-ı Birgivî, (Etfâl-ül-müslimîn) risâlesinde, (Bir mü’minin kabrini ziyâret ederken, yâ Rabbî! Muhammed aleyhisselâm hurmetine, buna azâb yapma denirse, Allahü teâlâ, kıyâmete kadar azâbını durdurur) hadîs-i şerîfini yazmakdadır

Kabrdeki meyyitde his bulunduğunu bildiren çok hadîs-i şerîf vardır Eshâb-ı kirâm ve Tâbi’în-i ızâm (Kabr-i se’âdet)i ziyâret ve istigâse ederdi Bunun için çok kitâb yazılmışdır (Hısn-ül-hasîn)de düâ âdâbını anlatırken (Düânın kabûl olması için, Peygamberleri “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” ve sâlih kulları vesîle etmelidir (Buhârî)deki hadîs-i şerîfde böyle bildirildi) buyurmakdadır

Alî Râmîtenî hazretleri buyurdu ki, (Günâh işlememiş bir dil ile düâ ediniz ki, kabûl olsun!) Ya’nî, Hudâ dostlarının huzûrunda tevâzu’ eyleyiniz, yalvarınız da, sizin için düâ etsinler İstigâse, ya’nî bir Velîye tevessül de, bu demekdir

Abdülvehhâb oğlunun, Ehl-i sünneti, puta ve mezâra tapan kâfirler gibi bilmesi ve Ehl-i sünneti öldürmeğe ve mallarını almağa halâl demesi, nasslara [ya’nî âyetlere, hadîslere] yanlış ma’nâ verdiği içindir (Buhârî)deki hadîs-i şerîfde Peygamberimiz “sallü aleyhi ve sellem”, (Kâfirler, kâfirler için gelmiş olan âyet-i kerîmeleri, müslimânlara yükletirler) buyurdu Bir hadîs-i şerîfde, (Müslimân ismini taşıyanlardan en çok korkduğum kimse, Kur’ân-ı kerîmin ma’nâsını, yerinden değişdirenlerdir) buyurdu Bu hadîs-i şerîfler, böyle zındıkların meydâna çıkacağını ve bunların dalâletde olduklarını haber vermekdedir

Mezârları ziyâret ile tevessül eden kâfir olsaydı, Peygamberimiz ile de tevessül edilmezdi Hâlbuki, O, dünyâya gelmeden önce ve dünyâda diri iken ve vefâtından sonra, hep tevessül edilmişdir (Şevâhid-ül-hak) yüzelliüçüncü [153] sahîfede yazılı, İbni Mâce hadîsinde, Peygamberimiz (Allahümme innî es’elüke bihakkıssâ’ilîne aleyke), ya’nî (Yâ Rabbî! Senden isteyip de, verdiğin kimselerin hâtırı için, senden istiyorum!) derdi ve böyle düâ ediniz buyururdu Hazret-i Alînin “radıyü anh” annesi Fâtımayı “radıyü anhâ” kendi mubârek elleri ile mezâra koyunca (İgfir li ümmî Fâtımate binti Esed ve vessi’aleyhâ medhaleha bi-hakkı Nebiyyike vel Enbiyâ-illezîne min kablî inneke erhamürrâhimîn) buyurduğunu, Taberânî ve İbni Hibbân ve Hâkim ve Süyûtî bildirmekdedir Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden Osmân bin Huneyf bildiriyor ki, iyi olması için düâ istiyen bir a’mâya, abdest alıp, iki rek’at nemâz kılmasını, sonra (Allahümme innî es’elüke ve eteveccehü ileyke bi-Nebiyyike Muhammedin Nebiyyirrahme, yâ Muhammed innî eteveccehü bike ilâ Rabbî fî hâcetî-hâzihî, li takdıye-li, Allahümme şeffi’hü fiyye) okumasını emr etmişdir Bu düâ, (Merâkıl-felâh) ve bunun Tahtâvî hâşiyesi ve türkçe tercemesi olan (Ni’met-i islâm) kitâblarında, (Hâcet nemâzı) sonunda ve (Şifâ üs-sikam) ve (Nûr-ül-islâm)da ve (Dürerüsseniyye)de de yazılıdır Eshâb-ı kirâm “radıyü teâlâ anhüm ecma’în”, bu düâyı hep okurdu Hâkimin bildirdiği sahîh hadîsde buyuruldu ki, Âdem “alâ Nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” Cennetden çıkarılınca, çok düâ etdi Tevbesi kabûl olmadı Nihâyet (Yâ Rabbî! Oğlum Muhammed hurmeti için, bu babaya merhamet et) deyince, düâsı kabûl oldu ve (Yâ Âdem! Muhammed aleyhisselâmın ismi ile, herne isteseydin kabûl ederdim, Muhammed olmasaydı, seni yaratmazdım) buyuruldu Bu hadîs-i kudsî, (Mevâhib) ve (Envâr)ın başında da yazılıdır Böyle olduğunu, Âlûsînin (Gâliyye) kitâbı da, yüzdokuzuncu sahîfesinde uzun bildirmekdedir Bu düâlarda bulunan (hak) kelimesi, hurmet, kıymet demekdir Sevdiklerine verdiği kıymetli dereceler hâtırı için istemekdir Çünki, hiçbir mahlûkun, hiçbir bakımdan, Allahü teâlâda hakkı yokdur

Süâl: O zemân, Muhammed “aleyhisselâm” dünyâda yokdu Üçyüzonüç bin sene sonra dünyâyı teşrîf edecekdi Âdem “aleyhisselâm”, Onu nereden bildi?

Cevâb: Âdem “aleyhisselâm”, Cennetde iken, Cennetin her yerinde ve Arş üzerinde (Lâ ilâhe ill Muhammedün Resûlullah) yazılı gördü Onun, Allahü teâlânın en sevgili kulu olduğunu, bundan anlamışdı Bunlar, oralarda islâm harfleri ile yazılı idi Demek ki, o harfler, insan yapısı değildir Dünyâ ve Âdem yokken, o harfler vardı Bütün kitâblar ve sahîfeler, islâm harfleri ile gönderilmişdir

Bu düâlar gösteriyor ki, Allahü teâlânın sevdikleri ile tevessül etmek, ya’nî onları araya koyarak, onların hâtırı ve hurmeti ile Ondan istemek câizdir

İbni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”, beşinci cild, beşyüzyirmidördüncü sahîfede buyuruyor ki, (Resûlullahı vesîle kılarak Allahü teâlâya düâ etmek güzel olur Önce ve sonra gelen âlimlerden hiçbiri buna karşı birşey demedi Yalnız İbni Teymiyye bunu kabûl etmedi Hiç kimsenin söylemediğini söyliyerek ortaya bir bid’at çıkarmış oldu Böyle olduğunu, İmâm-ı Sübkî güzel açıklamakdadır)

Ahmed bin Seyyid Zeynî Dahlân “rahmetullahi teâlâ aleyh”, Mekkenin müftîsi ve reîs-ül-ulemâsı ve Şâfi’î şeyh-ul-hutebâsı idi Birçok eserleri olup, (Hülâsat-ül-kelâm fî beyân-i umerâ-il beled-il-harâm), (Firredd-i alel-vehhâbiyyet-i-etbâ-ı mezheb-i İbni Teymiyye) ve (Ed-Dürer-üs-seniyye) kitâblarında bunların içyüzlerini açıklamakda, yanlış yolda, sapık olduklarını âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerle göstermekdedir


--------------------------------------------------------------------------------

Alıntı Yaparak Cevapla

Vehhâbîlik Nedir?

Eski 08-24-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Vehhâbîlik Nedir?




VEHHÂBÎLİK VE EHL-İ SÜNNETİN CEVÂBI

Müslimân olduklarını söyledikleri hâlde, Ehl-i sünnetden ayrılanlardan biri de, (Vehhâbî)lerdir Bunlara (Necdî) de denir

Otuzdördüncü Osmânlı pâdişâhı, ikinci sultân Abdülhamîd hân [1258-1336 (1842-1918) İstanbulda sultân Mahmûd türbesinde] “rahmetullahi aleyh” zemânındaki devlet adamlarından Ahmed Cevdet Pâşa, oniki cild (Târîh-i Osmânî) kitâbının yedinci cildinde ve bahriyye mîrlivâsı (Tuğamirali) olan Eyyûb Sabri Pâşa “rahmetullahi teâlâ aleyh” yazdığı beş cildlik (Mir’ât-ül-haremeyn) târîh kitâbının, üçüncü cildi, doksandokuzuncu sahîfesinden başlıyarak Vehhâbîliği uzun anlatmakdadırlar Mir’ât-ül-haremeyn târîhi türkçedir Süleymâniyye kütübhânesinde mevcûddur Aşağıdaki yazının çoğu Pâşanın bu kitâbından alınmışdır Pâşa bu bilgileri, Ahmed Zeynî Dahlânın (Fitne-tül-vehhâbîyye) kitâbından terceme etmişdir 1308 [m1890] de vefât etmişdir

Vehhâbîliği kuran, Muhammed bin Abdülvehhâbdır Hicretin binyüzonbir 1111 [m 1699] senesinde Necdde, Hüreymile kasabasında dünyâya gelmiş, binikiyüzaltı 1206 [m 1792] senesinde ölmüşdür Önceleri, seyâhat ve ticâret için, Basra, Bağdâd, Îrân, Hind ve Şâm taraflarına gitmiş, 1125 [m 1713] senesinde, Basrada, ingiliz câsûslarından, Hempherin tuzağına düşerek, ingilizlerin (İslâmiyyeti imhâ) çalışmalarına âlet olmuşdur Câsûsun yazdırdığı bozuk şeyleri, (Vehhâbîlik) ismi ile neşr eyledi (İngiliz câsûsunun i’tirâfları) kitâbımızda, Vehhâbîliğin kuruluşu uzun anlatılmakdadır Eline geçirdiği Harranlı Ahmed ibni Teymiyyenin [661-728 [m 1328] Şâmda] Ehl-i sünnete uymıyan kitâblarını okumuş, (Şeyh-i Necdî) diye meşhûr olmuşdur İngiliz câsûsu ile birlikde hâzırladığı (Kitâb-üt-tevhîd) kitâbına Mekke-i mükerreme âlimleri, binikiyüzyirmibir (1221) senesinde, çok güzel cevâb yazarak, kuvvetli vesîkalarla red etdiler (Seyf-ül-Cebbâr) ismindeki bu reddiyye, sonradan Pâkistânda basılmış ve 1395 [m 1975] senesinde İstanbulda ofset baskısı yapılmışdır Abdülvehhâb oğlu Muhammedin torunu Abdürrahmân, (Kitâb-üt-tevhîd)i şerh etmiş ve Muhammed Hamîd adında bir vehhâbî, eklemeler yaparak, (Feth-ul-mecîd) adı ile Mısrda basdırılmışdır Abdülvehhâb oğlu Muhammedin düşünceleri, köylülere ve Der’iyye ehâlîsi ile reîsleri Muhammed bin Sü’ûde yayılmışdır Vehhâbîlik ismini verdiği fikrlerini kabûl edenlere (Vehhâbî) ve (Necdî) denir Kendini kâdî, Sü’ûd oğlu Muhammedi emîr ve hâkim tanıtmışdır Kendilerinden sonra, hep çocuklarının bu makâmlara geçmelerini kabûl etdirmişdir

Muhammedin babası Abdülvehhâb, sâlih bir müslimân idi Bu ve Medînedeki âlimler, Abdülvehhâb oğlunun yanlış bir yol tutacağını anlamış, herkese, bununla konuşmamalarını nasîhat etmişlerdi Fekat, binyüzelli 1150 [m 1737] senesinde Vehhâbîliği i’lân etdi Din âlimlerinin ictihâdlarını kötüledi Ehl-i sünnet vel-cemâ’ate kâfir diyecek kadar ileri gitdi Peygamberlerin ve Evliyânın mezârlarına gidip de, ona karşı (Yâ Nebiyyallah), (Yâ Abdelkâdir!) gibi söyliyen müşrik olur, dedi

Vehhâbîlere göre, Allahü teâlâdan başka birşeyin bir iş yapdığını söyliyen, müşrik, kâfir olur imiş Meselâ (Filân ilâç ağrıyı kesdi) veyâ (Filânca Peygamberin veyâ Velînin mezârı yanında Allahü teâlâ düâmı kabûl etdi) diyen müşrik olur imiş Bu düşüncelerini isbât için, Fâtiha sûresindeki (İyyâke neste’în), ya’nî (Biz yalnız senden yardım bekleriz) meâlindeki âyet-i kerîmeyi ve tevekkül etmeği bildiren âyet-i kerîmeleri sened gösterdi Ehl-i sünnet âlimlerinin bu âyet-i kerîmelere verdiği doğru ma’nâlar ve tevhîd ve tevekkül mes’eleleri (Se’âdet-i Ebediyye) kitâbının ikinci kısm, Tevekkül maddesinde uzun yazılıdır Buradan okuyanlar, tevhîdin doğru ma’nâsını öğrenir Kendilerine muvahhid diyen vehhâbîlerin, muvahhid olmadıklarını görür

Âyinesi işdir kişinin, lâfa bakılmaz
Şahsın görünür rütbe-i aklı, eserinde!

(El-Üsûl-ül-erbe’a fî-terdîd-il-vehhâbiyye) kitâbında ikinci aslın sonunda, fârisî olarak diyor ki: Vehhâbîler ve bunlar gibi mezhebsizler (Mecâz) ve (İsti’âne) ne demek olduğunu anlıyamıyorlar Bir kimsenin bir iş yapdığını söylemeğe, bu söz mecâz olarak söylenmiş olsa bile, hemen şirk ve küfr diyorlar Hâlbuki Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmin birçok yerinde, bir işin hakîkî yapıcısının kendisi olduğunu, mecâzî yapıcısının da kullar olduğunu bildirmekdedir En’âm sûresinin elliyedinci âyetinde ve Yûsüf sûresinde, bir âyetde meâlen, (Hükm, ancak Allahındır), yanî hâkim yalnız Allahü teâlâdır, buyuruldu Nisâ sûresinin altmışdördüncü âyetinde meâlen, (Aralarındaki anlaşmazlıklarda, seni hâkim yapmadıkça, îmân etmiş olmazlar) buyurulmuşdur Birinci âyet-i kerîme, hakîkî hâkimin, yalnız Allahü teâlâ olduğunu bildiriyor İkinci âyet-i kerîme ise, insana da, mecâz olarak hâkim denileceğini bildiriyor

Her müslimân, diriltenin ve öldürenin, yalnız Allahü teâlâ olduğunu bilmekdedir Çünki, Yûnüs sûresinin ellialtıncı âyetinde meâlen, (Dirilten ve öldüren, yalnız Odur) ve Zümer sûresinin kırkikinci âyetinde meâlen, (Ölüm zemânında insanı, Allahü teâlâ öldürüyor) buyuruldu Secde sûresinin onbirinci âyet-i kerîmesinde ise, meâlen, mecâz olarak, (Öldürmek için vekîl yapılmış olan melek sizi öldürüyor) buyuruldu [Mâide sûresinin 30cu âyetinde (Âdem aleyhisselâmın oğlu, kardeşini öldürdü) buyuruyor Bu âyet-i kerîme, Vehhâbîleri rezîl etmekdedir]

Hastalara şifâ veren yalnız Allahü teâlâdır Çünki, Şü’arâ sûresinin sekseninci âyetinde meâlen, (Hasta olduğum zemân, bana ancak O şifâ verir) buyuruldu Âl-i İmrân sûresinin kırkdokuzuncu âyetinde ise meâlen, Îsâ aleyhisselâmın, (A’mânın gözünü açarım ve Baras illetini iyi ederim ve Allahü teâlânın izni ile, ölüleri diriltirim) dediğini bildirmekdedir [Baras, ebreş (Vitiligo) denilen cild hastalığıdır Derinin rengi gider Büyük beyâz lekeler olur Yâhud, albino hastalığıdır Vücûdun temâmı beyâzdır] İnsana evlâd veren, hakîkatde Allahü teâlâdır Cebrâîl aleyhisselâmın ise, mecâz olarak, (Sana, temiz bir oğul veririm) dediğini, Meryem sûresinin onsekizinci âyeti bildirmekdedir

İnsanın hakîkî sâhibi Allahü teâlâdır Bekara sûresinin ikiyüzelliyedinci âyetinin meâl-i şerîfi, (Allahü teâlâ, îmân edenlerin velîsidir) bunu açıkca bildiriyor Mâide sûresinin ellialtıncı âyetinde meâlen, (Sizin velîniz, Allahdır ve Onun Resûlüdür) ve Ahzâb sûresinin altıncı âyetinde meâlen, (Peygamber, mü’minlere, kendilerinden dahâ çok sâhibdir!) buyurarak, kulun da mecâz olarak velî olduğu bildirilmekdedir Bunlar gibi hakîkî yardımcı, Allahü teâlâdır Kullarına da, mecâz olarak mu’în demişdir Mâide sûresinin üçüncü âyetinde meâlen, (İyilikde ve takvâda birbirinize yardımcı olunuz!) buyuruldu Vehhâbîler, Allahdan başkasının kulu diyene, meselâ Abdünnebî, Abdürresûl diyen müslimâna müşrik diyorlar Hâlbuki, Nûr sûresinin otuzikinci âyetinde meâlen, (Evli olmıyan kadınlarınızı ve kullarınızdan ve câriyelerinizden sâlih olanları evlendiriniz!) buyuruldu İnsanların hakîkî Rabbi, Allahü teâlâdır Fekat, mecâz olarak, başkasına da rab denilir Yûsüf sûresinin kırkikinci âyetinde meâlen, (Rabbinin yanında beni söyle!) buyruldu

Vehhâbîlerin en çok takıldıkları şey, (İstigâse) kelimesidir Allahdan başkasından yardım istemek, ona sığınmak şirkdir diyorlar Evet, hakîkî istigâse olunacak, yalnız Allahü teâlâdır Bunu bilmiyen hiçbir müslimân yokdur Fekat, başkasından da istigâse olunacağını, mecâz olarak söylemek câizdir Çünki, Kasas sûresinin onbeşinci âyetinde meâlen, (Onun kavminden olan, düşmanına karşı, ondan istigâse eyledi) buyuruldu Hadîs-i şerîfde de, (Mahşer yerinde, Âdem aleyhisselâmdan istigâse edeceklerdir) buyuruldu (Hısn-ül-hasîn)de yazılı hadîs-i şerîfde, (Yardım isteyen kimse, Ey Allahın kulları bize yardım ediniz desin!) buyuruldu Bu hadîs-i şerîf, yanında olmıyan kimseye seslenerek, ondan yardım istemeği emr etmekdedir (El-Üsûl-ül-erbe’a) kitâbından terceme burada temâm oldu Bu kitâb, fârisî olup, 1346 [m 1928] da Hindistânda basılmış, 1395 [m 1975] de, İstanbulda ofset üsûlü ile ikinci baskısı yapılmışdır Bu kitâbın yazarı, imâm-ı Rabbânî hazretlerinin torunlarından Muhammed Hasen Cân sâhibdir “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” Cân sâhib, (Tarîk-un-necât) kitâbında da, vehhâbîlere ve diğer mezhebsizlere kıymetli cevâblar vermekdedir Bu kitâbı, arabî olup, urdu diline tercemesi ile birlikde, 1350 senesinde Hindistânda basılmış ve 1396 [m 1976] da İstanbulda, ofset baskısı yapılmışdır[1]

[Her kelimenin belli bir ma’nâsı vardır Buna hakîkî ma’nâsı denir Bir kelime, kendi hakîkî ma’nâsında kullanılmayıp da, bir bağlantısı, ilişkisi bulunan başka bir ma’nâda kullanılınca, bu kelimeye (Mecâz) denir Allahü teâlâya mahsûs olan bir kelime, mecâz olarak, insanlar için kullanılınca, vehhâbîler bunu hakîkî ma’nâda kullanıldı sanıyorlar Bunu söyliyene müşrik, kâfir diyorlar Böyle kelimelerin, âyet-i kerîmelerde ve hadîs-i şerîflerde de insanlar için mecâz olarak kullanıldıklarını düşünmüyorlar]

Resûlullahdan “aleyhisselâm” ve Evliyâdan şefâ’at istemek, (İsti’âne) etmek, ya’nî yardım istemek, Allahü teâlâyı bırakmak, Onun yaratıcı olduğunu unutmak demek değildir Bulut vâsıtası ile Allahü teâlâdan yağmur beklemek, ilâç içerek Allahü teâlâdan şifâ beklemek, top, bomba, füze, tayyâre kullanarak Allahü teâlâdan zafer beklemek, hep Allahü teâlâdan İsti’ânedir Bunlar sebebdir Allahü teâlâ, herşeyi sebeble yaratmakdadır Bu sebeblere yapışmak, şirk değildir Peygamberler “aleyhimüsselâm” hep sebeblere yapışdılar Allahü teâlânın yaratdığı suyu içmek için çeşmeye, Onun yaratdığı ekmeği yimek için fırıncıya gidildiği ve Allahü teâlânın zafer vermesi için, harb vâsıtaları ve ta’lîm terbiye yapıldığı gibi, Allahü teâlânın düâyı kabûl etmesi için de, Peygamberin, Evliyânın rûhlarına gönül bağlanır Allahü teâlânın elektromagnetik dalgalarla yaratdığı sesi almak için radyo kullanmak, Allahü teâlâyı bırakıp bir kutuya başvurmak değildir Çünki, radyo kutusundaki âletlere o özellikleri, o kuvvetleri veren Allahü teâlâdır Allahü teâlâ, her şeyde, kendi kudretini gizlemişdir Müşrik, puta tapar, Allahü teâlâyı düşünmez Müslimân, sebebleri, vâsıtaları kullanırken, sebeblere, mahlûklara, te’sîr, hâssa veren Allahü teâlâyı düşünür İstediğini Allahü teâlâdan bekler Geleni Allahü teâlâdan bilir Yukarıda yazılı âyet-i kerîmenin ma’nâsı da, böyle olduğunu göstermekdedir Ya’nî, mü’minler her nemâzda Fâtiha sûresini okurken, (Yâ Rabbî, dünyâdaki arzûlarıma, ihtiyâçlarıma kavuşmak için maddî, fennî sebeblere yapışıyor ve bana yardım etmeleri için, sevdiğin kullarına yalvarıyorum Bunları yaparken ve her zemân, dilekleri verenin, yaratanın yalnız Sen olduğuna inanıyorum Yalnız Senden bekliyorum!) demekdedir Hergün böyle söyliyen mü’minlere müşrik denilemez Peygamberlerin, Velîlerin rûhlarından yardım istemek, Allahü teâlânın yaratdığı bu sebeblere yapışmakdır Bunların müşrik olmadıklarını, hâlis mü’min olduklarını (Fâtiha) sûresinin bu âyeti açıkca haber vermekdedir Vehhâbîler maddî, fennî sebeblere yapışıyor, nefslerinin isteklerine kavuşmak için, her vesîleye, her çâreye başvuruyorlar Peygamberleri ve Evliyâyı vesîle edinmeğe niçin şirk diyorlar

Abdülvehhâb oğlunun sözleri nefse uygun geldiğinden, din bilgisi olmıyanlar kolay inandı Ehl-i sünnet âlimlerine, doğru yoldaki müslimânlara kâfir dediler Emîrler, kuvvetlenmek için, vehhâbîliği uygun buldular Arab kabîlelerini, vehhâbî olmağa zorladılar İnanmıyanları öldürdüler Köylüler, ölüm korkusu ile Der’iyye emîri Muhammed bin Sü’ûdün emrine girdi Vehhâbî olmıyanların mallarına, canlarına, ırzlarına, kadınlarına saldırmak için, emîre asker olmak işlerine iyi geldi

Abdülvehhâb oğlu Muhammedin kardeşi şeyh Süleymân efendi, Ehl-i sünnet âlimi idi Vehhâbîliği red eden (Savâ’ik-ul-ilâhiyye firred-i alel-vehhâbiyye) kitâbını yazarak, bu sapık fikrlerin yayılmasını önledi Bu kıymetli kitâb, [1306] senesinde basılmış, 1395 [m 1975] de İstanbulda ofset baskısı yapılmışdır Muhammedin yanlış bir çığır açdığını anlıyan hocaları da, onun bozuk kitâblarına güzel cevâblar yazdılar Onun doğru yoldan sapdığını açıkladılar Vehhâbîlerin âyet-i kerîmelere ve hadîs-i şerîflere yanlış ma’nâ verdiklerini isbât etdiler Fekat, bunların hepsi, köylülerin ehl-i îmâna karşı olan kinlerini, düşmanlıklarını artdırdı

Vehhâbîlik, câhiller tarafından, ilm ile değil, ingiliz parası ve silâhları ile ve zulm ederek, kan dökerek yayıldı Bu yolda ellerini kana bulayan zâlimlerin en taş yüreklisi, Der’iyye emîri Muhammed bin Sü’ûd idi Bu adam, Benî Hanîfe kabîlesinden olup, Müseylemet-ül-kezzâbın peygamberliğine inanan ahmakların soyundan idi 1178 [m 1765] de öldü Yerine oğlu Abdül’azîz geçdi Bu da, 1217 de bir şî’î tarafından öldürüldü Yerine oğlu ikinci Sü’ûd geçdi ve 1231 de öldü Yerine oğlu Abdüllah geçdi ve 1240 da, İstanbulda i’dâm edildi Yerine, Abdül’azîzin torunlarından Terkî bin Abdüllah geçdi 1254 de, bunun oğlu Faysal geçdi 1282 de oğlu Abdüllah emîr yapıldı Bunun kardeşi Abdürrahmân ile oğlu Abdül’azîz Kuveyte yerleşdi Abdül’azîz 1319 [m 1901] de Rıyâda gelip, emîr oldu İngilizlerin yardımı ile Mekkeye saldırdı 1351 [m 1932] de, Sü’ûdî arabistân devletini i’lân etdi Sü’ûdî Arabistân emîri Fahdın, Efgânistândaki Ehl-i sünnet mücâhidleri ile harb etmekde olan Rus kâfirlerine dört milyar dolar yardım yapdığını 1991 târîhli gazetelerde okuduk

Vehhâbîler, Allahın birliğinde hâlis olmak, küfrden kurtulmak yolunda imiş Bütün müslimânlar, altıyüz seneden beri şirk içinde imiş Müslimânları şirkden, küfrden kurtarmağa çalışıyorlarmış Kendilerini haklı göstermek için, Ahkâf sûresinin beşinci ve Yûnüs sûresinin yüzaltıncı âyet-i kerîmelerini de ileri sürüyorlar Hâlbuki, bunlar gibi âyet-i kerîmelerin, müşrikler için gelmiş olduğunu tefsîrler bildirmekdedir Bu âyet-i kerîmelerin birincisinde meâlen, (Allahü teâlâyı bırakıp da kıyâmete kadar hiç işitmeyen şeylere düâ eden kimseden dahâ sapık kimse yokdur), ikincisinde meâlen, (Mekke müşriklerine söyle! Bana emr olundu ki, Allahü teâlâdan başka şeylere, fâidesi ve zararı olmıyan şeylere düâ etme! Eğer Allahü teâlâdan başkasına düâ edersen, kendine zulm etmiş, zarar etmiş olursun) buyuruldu

Vehhâbîlerin (Keşf-üş-şübühât) kitâbı, Zümer sûresinin üçüncü âyetini de ele alıyor Bu âyetde, meâlen, (Allahdan başkasını Velî edinenler, biz bunlara tapınıyor isek, bizi Allaha yaklaşdırmaları için, bize şefâ’at etmeleri için tapınıyoruz derler) buyurulduğunu yazıyor Bu âyet-i kerîme, putlara tapan müşriklerin sözlerini bildirmekdedir Şefâ’at isteyen mü’minleri, bu müşriklere benzetiyor (Müşrikler de putların yaratıcı olmadığını, yaratıcı yalnız Allahü teâlâ olduğunu söylerdi) diyor (Rûh-ul-beyân)da, bu âyet-i kerîmenin tefsîrinde diyor ki, (İnsan, kendisinin ve herşeyin yaratıcısını tanımağa elverişli olarak, yaratılmışdır Yaratıcısına ibâdet etmek ve Ona yaklaşmak arzûsu, her insanda vardır Fekat böyle elverişli yaratılmış olmanın ve bu isteğin kıymeti yokdur Çünki, nefs, şeytân ve kötü arkadaş, insanı aldatarak [yaratılışındaki bu arzûyu yok eder Yâ, yaratana ve kıyâmet gününe inanmaz olur Komünistler ve masonlar böyledir Yâhud] müşrik yapar Müşrik, Allahü teâlâya yaklaşamaz Onu tanıyamaz Şirkden uzaklaşıp, Tevhîde sarılarak hâsıl olan ma’rifet, tanımak, kıymetlidir Bunun alâmeti, Peygamberlere ve kitâblarına inanmak ve bunlara uymakdır İnsan, Allahü teâlâya ancak böyle yaklaşabilir Secde etmek, İblîsin yaratılışında vardı Fekat, nefsine uyarak, secde etmek istemedi Eski Yunan Felsefecileri de, Allahü teâlâya yaklaşmağı, Peygamberlere uyarak değil, kendi akllarına, nefslerine uyarak istedikleri için kâfir oldular Mü’minler Allahü teâlâya yaklaşmak için, islâmiyyete uyuyor Kalbleri nûr ile doluyor Rûhlarına Cemâl sıfatları tecellî ediyor Müşrikler, Allahü teâlâya yaklaşmak için, Peygambere, islâmiyyete uymıyorlar Nefslerine, noksan olan akllarına, bid’atlere uyuyorlar Kalbleri kararıyor Rûhları perdeleniyor Putlara, bize şefâ’at etmeleri için tapınıyoruz demelerinin yanlış olduğunu, Allahü teâlâ, bu âyetin sonunda haber veriyor) Görülüyor ki, Lokman sûresinin yirmibeşinci âyetinde meâlen, (Kâfirlere sorarsan, yeri ve gökleri kim yaratdı dersen, elbette Allah yaratdı derler) ve Zuhruf sûresinin seksenyedinci âyetinde meâlen, (Allahdan başkasına tapınanlara, bunları kim yaratdı diye sorarsan, elbette Allah yaratdı derler) buyuruluyor Bu âyet-i kerîmeleri ele alarak [mezhebsizlerin, (Müşrikler de yaratıcının yalnız Allah olduğunu biliyorlardı Putlarının kıyâmetde kendilerine şefâ’at etmeleri için tapınıyorlardı ve putlara tapındıkları için müşrik ve kâfir oldular) diyerek, müşrikleri müdafe’a etmeleri çok haksızlıkdır]

Mü’minler, Peygamberlere ve Evliyâya tapınmıyor ve bunların Allahü teâlâya şerîk, ortak olmadığını söylüyorlar Peygamberlerin ve Evliyânın, mahlûk, birer kul olduğuna, ibâdet edilmeğe hakları olmadığına inanıyorlar Onların, Allahü teâlânın sevdiği kulları olduğuna, Allahü teâlânın, sevdiklerinin bereketi ile, kullarına merhamet edeceğine inanıyorlar Zararı ve fâideyi yaratan yalnız Allahü teâlâdır Tapınmağa hakkı olan yalnız Odur Sevdiklerinin bereketi ile kullarına merhamet eder diyorlar Müşrikler, yaratılışlarında mevcûd olan ma’rifetden dolayı, putlarının yaratıcı olmadığını söylüyor ise de, bu tabî’î ma’rifeti Peygamberlere uyarak kuvvetlendirmedikleri için, putların tapınmağa hakları olduğuna inanıyor, bunun için tapınıyorlar Putların ibâdet olunmağa hakkı vardır dedikleri için müşrik oluyorlar Yoksa, bize şefâ’at etmelerini istiyoruz dedikleri için müşrik olmazlar [Putlardan şefâ’at beklemek bâtıl, ya’nî bozuk bir inanışdır Böyle inanmak câiz değildir Fekat böyle inanmak şirk de değildir Putlara tapınmak şirkdir] Görülüyor ki, Ehl-i sünneti puta tapan kâfirlere benzetmek, temâmen yanlışdır Bu âyet-i kerîmelerin hepsi, putlara tapınan kâfirler ve müşrikler için gelmişdi (Keşf-üş-şübühât) vehhâbî kitâbı, âyet-i kerîmeyi te’vîl ederek, âyet-i kerîmeye yanlış ma’nâ vererek ve bozuk mantık yürüterek, Ehl-i sünnet olan müslimânları müşriklere benzetiyor


--------------------------------------------------------------------------------

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.