Prof. Dr. Sinsi
|
Kazım Koyuncu


Fatih Sultan KAR- Filiz ACAR
Nenask’ani nenaşk’unis ant’alu - Sesin sesimize karıştı
1972 yılının 7 Kasımında dünyaya gelen Kazım Koyuncu, yaşasaydı bugün 34 yaşında olacaktı O, hayallerine ve cesaretine inandığı çocukları, gençleri her zaman kendine arkadaş bilmişti Kim bilir belki de bu yüzden yaşlanmayı beklemedi
Sanatçı duruşunun yanında devrimci kimliği ile de belleklere kazınan Kazım Koyuncu, bir söylevinde kendisini “Bir müzisyenim, ondan sonra bir Karadenizliyim, ama hepsinin ötesinde bir devrimciyim Ve gerçekten doğru bildiğim şeyi ortaya koymaktan çekinmem " sözleriyle tanımlıyordu
Henüz 14 yaşındayken Çernobil yağmurlarında ıslanan Kazım Koyuncu, ilerleyen yıllarda Karadeniz sahil yolu ve Çernobil gibi konularda sembol oldu "Hepimizde tümörler var ve bunlar hayatımızın belirli dönemlerinde radyasyon veya başka etkilerin tetiklemesiyle kansere dönüşüyor” diyen Koyuncu, bu ülkenin yalancı politikacılara ihtiyacı olmadığını haykırıyor, Çernobil’deki nükleer felaketten sonra kameraların karşısında çay içen dönemin yetkililerini halk düşmanı olarak nitelendiriyordu Sanatçı, tedavi sürecinde katıldığı bir panelde ise “Türkiye’de hiç radyasyon olmasa da sistemin kendisi yeter zaten Beni radyasyon değil Türkiye’deki sistem kanser etti” diyordu
Akkuyu'da nükleer, Gökova'da termik, Fırtına vadisinde hidroelektrik santral kurulmasına, Artvin ve Bergama'da siyanürlü altın aramaya, Karadeniz sahil yoluna karşı çıktı Irak'ın işgaline karşı barış için sayısız konsere katıldı Hayatta iken onun yüreğine inanmış, ona yoldaş olmuş insanlardan hatıralarını dinleyip sizlere aktarmak istedik Ailesi ve arkadaşları anlatırken, biz ise dinlerken hüzün deryasında boğulduk
Hüsniye Koyuncu (Annesi)
“Ona “Dina Kaki“ ismini kardeşi Niyazi taktı”
Hangi tarafa baksam Kazım’ı görüyorum O çocukluğunda da adam gibi davranırdı Halasının eşi ona doktorunun adını verdi Onun gibi yüksek bir adam olsun diye O da çok yüksek bir insan oldu İlkokulda öğretmeni onunla arkadaşlık yapardı Bir gün babası öğretmenine “Ya sen bacak kadar çocukla neyi konuşuyorsun’ demiş, o da eşime “İşime karışma, Kazım çocuk değil adamdır” diye cevap vermiş Yaşlı insanlarla konuşmaya bayılırdı Onlara hep bir şeyler sorardı Hep öğrenmek isterdi Bazen öyle sorular sorardı ki insanlar cevap veremezdi, şaşırırdı Ağaçtan gitar, tenekeden davul yapardı Babaannesine, “Bana atma türkülerden öğret” derdi Babaanne ona “atma türki atarum / yüreğuni yakarum / eski çaruklaruni / boğazuna takarum” derdi” Kazım da ona atma türkülerle cevap verirdi Kardeşi Niyazi küçükken Kazım diyemez “kaki, kaki” diye çağırırdı onu İsmi o yüzden “Kaki” kaldı Hastayken İstanbul’a gittiğimizde “sarılamayacağız” dedi Uzaktan el sallardı Maske ile geziyorduk evde Bir keresinde sarıldı öptü beni Kazım “Sarılma” dedim “yok” dedi “anam bi iyi öpeyim” O son öpmesiydi Çocukluğu Pançol’da geçti Çay toplamada yarış yapardı, bizi geçerdi Ağabeyi Hüseyin’i geçer ve ona “tembel” diye takılırdı Bize kıyamazdı, alım yerine bile çayı o getirir satardı
Niyazi Koyuncu (Kardeşi)
“İlk kez sözünü tutamadı”
Bugün 7 kasım Kaki’yi onsuz andığımız ikinci doğum günü… Uyandığımda onun gitarı, onun fotoğrafları ve ondan kalan birçok anı, bu zamansız gidişin verdiği ıstırabı yeniliyor bir anlamıyla Hastane odasında bana verip de tutamadığı, beni ilk kez kandırdığı sözü beliriyor zihnimde: “ On beş sene garanti, hatta 49’u buluruz ” demişti gülerek Köyümüzdeki Nuri Amca’nın lafıydı bu Beni biraz olsun rahatlatmıştı ve gözümdeki yaşlar yerini masum bir sevince bırakmıştı “Yani Niya, anlayacağın hastalığım pek ciddi bir şey değil aslında” On beş sene o kadar kısa bir zaman ki, bu sürede ona nasıl doyabilirdim Ama keşke kırk dokuzu bulabilseydi; ne yazık ki o altı ay yaşayabildi ve bana ilk defa yalan söyledi Seni çok özlüyoruz Kardeşin Niyazi…
Mehmedali Barış Beşli (Arkadaşı - Zuğaşi Berepe)
“O zor günlerin adamıydı”
Kazım’la 1992 yılında Çağdaş Sanat Atölyesinde tanıştık O hem devrimci, hem müzisyen, hem Laz, hem de uzun saçlaydı Bunlar bir araya zor gelecek niteliklerdi Kazım’a Lazca müzik yapan bir grup fikrinden bahsettiğimde çölde suya kavuşan biri gibi benimsedi Zuğaşi Berepe İÜ Öğrenci Kültür Merkezinde böylece hayata geçti Grup, zor günleri hep onun parlak fikirleri sayesinde aştı Mesela Brüksel Live CD’si konser kayıtlarından elde edildi ve 1997 yılında 130 adet kopyalandı CD’ler o zamanın koşullarında bilgisayardan sıcak sıcak çıkıyordu ve biz fırından sıcak ekmek alan çocuklar gibi seviniyorduk Eşimle Kazım’ı tanıştırdığımda henüz evli değildik Kazım eşimin inatçı ve bana söz geçirebilecek bir yapıya sahip olduğunu gördüğünde “Seni bu kızla evlendireceğim, bu kız seni yola getirir ” demişti Meğer yakın arkadaşlara da bu kanaatini açıklamış, ben sonradan öğreniyorum Dermiş ki; benim cimriliğimi(!) göz önüne alarak “Mehmedali bu kızla evlensin yoksa çocuklarına defteri Mahmutpaşa’dan kilo ile alır!”

İsmail Avcı Bucaklişi (Yazar - Arkadaşı)
“Dünyaca ünlü 10 sanatçıya Lazca şarkı okuttuğumuzu düşün  ”
Sene 1993, Pazar belediye düğün salonundayız Zuğaşi Berepe’nin Zuğaşi Berepe adını aldığı ilk konser Benim gözümde sahnedekiler sanki gencecik insanlar değil de bu işi yemiş yutmuş koca adamlar Lazca şarkı söyleyecekler Bu benim hayatımda sahneden dinleyeceğim ilk Lazca şarkılar olacak Konser başlar, bir süre sonra Kazım’ın çaldığı gitarın teli kopar Ne büyük bir talihsizlik Tanrının huzurunda, Lazların karşısında yani kamusal alan denilen mekanda ilk kez Lazca şarkılar söyleniyor ve olacak iş mi, gitarın teli kopuyor  Sene 2004, aylardan Ağustos, yağmur almış başını gidiyor, Hopa’da bir pastanede oturmuş Kazım’la laflıyoruz Lazca ve Lazca gibi yok olma tehdidi altındaki dillere ilgi uyandırabilmek için kafasındaki bir projeyi anlatıyor Kazım: “Dünyaca tanınmış on sanatçıya birer tane Lazca şarkı okuttuğumuzu düşün Bunun Lazca’nın prestijini ve Lazca’ya ilgiyi ne kadar artırabileceğini tahmin edebiliyor musun? Ancak böyle işler çıkararak yok oluşun önüne geçebiliriz  ” diyor Bir Of konseri var ki Kazım’ı en çok sevindiren konserlerden biridir Çoğu müzisyen için Of’ta konser vermek hayal bile edilemezken Kazım, büyük bir kalabalık tarafından karşılanır ve insanlar konser alanını tıklım tıklım doldurur
Tahsin Usta (İşadamı - Trabzonspor Dernekler Birliği eski Başkanı)
“Cerrahpaşa’da onkoloji servisindeki çocuklara konser verdi”
Kazım’la yolumuz ilk olarak 90’lı yıllarda üniversite öğrencileriyle düzenlediğimiz konserde çakıştı Daha sonra 2004 yılında Çernobil’le ilgili Sultanahmet Adliyesi’ndeki basın açıklaması ve suç duyurusunda yeniden bir araya geldik Çevresine duyarlı bir sanatçıydı Günümüzde insanların ramazanda verdiği iftar yemeklerini bile basını çağırarak yayınlattığı bir ortamda o, Cerrahpaşa Hastanesi Onkoloji Bölümünde tedavi gören çocuklara kimse duymadan konser vermeyi tercih etti Yine İTO’daki Cernobil panelinde insanlık dersi verdi Trabzonspor’a yaptığımız iki parça hayatımızın en güzel üretimlerindendi Hatta bir parçaya yaptığımız klip bizi çocuklar gibi sevindirmişti Kimse onu başka yerlere çekmesin, o bize bıraktığı mirasta; devrimciliği, bilimi, özgürlüğü, kardeşliği, direnci, özgür bir ülkeyi adres gösterdi
Aytekin Akay (Editör - Trabzonspor)
“Bizim oralarda Kazım abi gibilere ‘ne ciğerli uşak’ derler”
İkindi yağmurlarını bilir misiniz? İkindi ile başlar ve akşam gün kararıncaya kadar devam eder… Sevgili dost, kardeş, arkadaş, Kazım Koyuncu ile işte böyle bir ikindi yağmurunda tanıştık ve akşam olmadan da ayrıldık… İkindi ile akşam arasında süren arkadaşlığımızın her döneminde ortak nokta Trabzonspor oldu Zaten bizi tanıştıran da Trabzon’daki Trabzonspor oldu O ikili sohbetlerimizin hep üçüncü kişisiydi ve her ikimiz de yüzümüz ona dönük konuşurduk Ali Kemal’i, Şenol’ları, Dozer Cemil’leri konuştuk en çok da… O hep o Trabzonspor’u sevdi; sahada dik duran Trabzonspor’u… Ezilmeden büzülmeden futbol oynayan Trabzonspor’u…O Trabzonspor’u, güçlülerin hep haklı çıkmasına karşı çıktığı için sevdi O Trabzonspor’u, parası olanın değil, yüreği olanın da istediğini yapabildiğini ispat ettiği için sevdi Kazım Koyuncu Trabzonspor’a benzerdi, Trabzonspor da Kazım Koyuncu’ya… ‘Güçlülerin iktidarına karşı hayde Trabzonspor’’a dedi… Bizim oralarda, Karadeniz’de, Kazım abi gibilere ‘ne ciğerli uşak’ derler Yani korkusuz, yardımsever, alçak gönüllü, haksızlıkların karşısındaki delikanlı…
Şehnaz Yaygel (Söz Yazarı)
“Sesimi kaybedersem beni vurun!”
Atatürk Olimpiyat Stadı'ndaki Trabzonspor-İstanbulspor maçına hastalığın tüm risklerini göze alarak sırtındaki bordo mavili formayla gelmişti Trabzonspor aşığı Kazım, maçı izlerken ‘tüm güzel şeylerin sebebi’ diye tanımladığı hayat arkadaşı Gönül, ona ilaçlarını içiriyordu O ise hala "Trabzon" diye bağırmaya çalışıyordu O gün bağırmaktan sesi kısıldı Skor 5-0 olduğunda yüzünü görmeliydiniz Maç çıkışı merdivenleri çıkarken bir kolunu Gönül’ün Bir kolunu benim omzuma attı destek almak için Zorlanıyor ama kalan çok az gücüyle Trabzonspor için ikimizin yaptığı marşı söylemeye çalışıyordu O gün sesinin iyi çıktığı son günmüş bilemedik Üç gün sonra hastaneye yattı ve sesini kaybetmeye başladı Oysa kemoterapiler sırasında "Bu hastalık her şeyimi yok edebilir ama eğer sesimi kaybedersem beni vurun " demişti Ne hazindir ki onu hayata bağlayan sesi ondan önce sustu ve o bizi vurdu Son günlerinde gözleriyle ve yazarak konuşuyordu Bir de hastalığını öğrenmeden bir ay kadar önce, ehliyetini alınca çok sevinçliydi ve bir araba bakmaya başladığını söylemişti Sonra da "Kimse arabama binmek istemiyor, korkuyor" diye espri yapmıştı Ben de üzülme ben binerim, ölmekten korkmuyorum demiştim ve gülmüştük Arabayı alamadı, ehliyeti de birçok şeyi gibi genç kaldı denizin çocuğunun
İlkay AKKAYA (Sanatçı)
“Bir gün dilim sürçtü, Kazım’ım yerine Lazan’ım dedim”
Kazım’ı 1993 yılında tanıdım ve ondan sonra da yakın arkadaş olduk Bizim basçımız askere gidince konserleri Kazım’la birlikte yaptık Ne zaman arayıp gel hadi gel birlikte müzik yapalım desek gitarını kapıp gelirdi Eylem birliğimiz çoktu onunla Evinde çıkan yangında kaybettiğimiz müzisyen arkadaşımız Tuncay’ın ölümü üzerine İngiltere’den apar topar gelen Kazım’ın katıldığı bir televizyon programında gitarı yandı Bir gün önce de evinde ampul patladı Arka arkaya yaşanan bu olaylar için “tesadüf mü sence” diye sormuştu Tuncay’ı toprağa verdikten onbeş gün sonra Kazım’ın teşhisi kondu Onunla ilgili hep eğlenceli şeyler hatırlıyorum aslında Dertlerimizi de paylaşırdık ama bir araya geldiğimizde hep neşeli ve eğlenceliydik Ben ona “Kazım’ım” derdim Yorgun olduğum zamanlarda bazen dilim dolaşır, hecelerin yerlerini değiştiririm Yine böyle bir günde Kazım’ım diyeceğime “Lazan’ım” demişim Sonra düşününce bu kelimenin cuk oturduğunu görerek Lazan’ım demeye başladım Onunla Lazca –Megrelce şarkılarda düetler yaptık O müzikal çizgi ve ezgi diziliminde başarılı olabiliyorum sanırım ama Kazım çok uğraşmıştı bazı sözcükleri söyleyebilmem için Stüdyo kurmuştu, güzel şeyler yapacaktı Biz de yeni düetler ve ortak projeler düşünüyorduk ama bu kadarmış


Kaleminden 
Bu arada; hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlar 'a, ateş hırsızlarına, Ernesto "Ç´e" Guevara'ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz Kötü şeyler gördük Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük Biz de öldük Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik Teşekkürler dünya
Çok iken bir şeydik, bir iken çok şey  Acı biber turşusu yedik Otuz metre karede herşeyle çok seviştik  Toprak sahipleri, çok uluslu şirketleri ve işbirlikçi yerlileri, çete sahipleri ve yalakacıları, baş ve bakanları, miletlerin bekçileri ve sürülerinin olduğu yerde yer kavgası vermedik  Hiçbiryerdeydik 
Aşk, özgürlük düşü yetmez;
özgürlüğün kendisi, hala yetmez;
Hayatın kendisi,
ve en sonunda giderken oradan,
hayattan her şeye bedel,
küçük,
mütevazi,
o en anlamlı tebessüm sizin olsun…
Elbette mümkün değil ama,
her şey gönlünüzce olsun…
…
Neden olmasın? 
|