|
![]() ![]() |
|
Konu Araçları |
‘büyük, borçludur, cumhuriyet, devlet’, osmanlı’ya, statüsünü |
![]() |
Cumhuriyet, ‘Büyük Devlet’ Statüsünü Osmanlı’Ya Borçludur! |
![]() |
![]() |
#1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
![]() Cumhuriyet, ‘Büyük Devlet’ Statüsünü Osmanlı’Ya Borçludur!Cumhuriyet, ‘büyük devlet’ statüsünü Osmanlı’ya borçludur! Artık biliyoruz: Kopuş söylemi ile gerçekten kopmak arasında dağlar kadar fark var ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Peki biz Osmanlı’dan koptuk mu sahiden de? Yoksa o dağıldı da dağılan parçalardan biri mi olduk? Yani biz Osmanlı’ya isyan edip ondan ayrılmak istedik de mi koptuk yoksa dağıldı da kalan parçalarından birine mi sarıldık ve kurtulduk? Hangisi? Eğer hakikaten bir kopma vaki olsaydı, yani biz ‘Türkler’ kalkıp da “Hayır biz artık Osmanlı idaresinde yaşamak istemiyoruz, o bizi sömürmüştü vs ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Daha önce verdiğim bir örneği tekrarlamanın tam yeridir: Oliver Baldwin adlı soylu bir İngiliz siyasetçisi 1922 Nisan’ında Erzurum’u ziyaret eder ve bize ilginç görünen ama o vakitler için vukuat-ı âdiyeden sayılmak gereken bir olaya tanık olur ![]() ![]() “Padişahın doğum günü şerefine büyük bir merasim düzenlenmişti; askeri birlikler flamalarıyla geçit resmi yapıyor, idarecilerinin (yani Vahdettin’in) iyilikleri ve Mustafa Kemal Paşa’nın dehası üzerine nutuklar çekiliyordu ![]() ![]() Demek ki 1922 Nisan’ında Erzurum’da, kısa bir süre sonra hain damgası yiyecek olan Vahdettin’in doğum günü tebrikleri, gönderdiği paşası Mustafa Kemal’de adresini buluyordu! Bu o günler için garip görünmeyen ayrıntı, bugünkü ‘kopuş’ söylemi taraftarları için anlaşılmaz bir tutumdur ![]() Demek ki, biz Cumhuriyet’in Osmanlı’dan koptuğu yaygarasıyla yetiştirilen nesilleri, yakın tarihimizde pek çok sürpriz, biraz da tebessümle beklemektedir ![]() ![]() Hep Cumhuriyet’e Osmanlı’dan borçlar ve harap olmuş bir ülkeden başka miras kalmadığı söylenir ya, miras sahibinin olumlu yönleri görmezden gelinir ısrarla ![]() ![]() ![]() Yılmaz Öztuna’nın “Diplomatik temsil” adlı yazısında yakaladığım bu ayrıntıya göre, Türkiye Cumhuriyeti daha kurulur kurulmaz, o devirde sadece büyük devletlere mahsus olan büyükelçi gönderme hakkını kazanmıştır ![]() 1918 yılına, hatta 1945’e kadarki diplomatik teamüle göre yalnızca büyük devletler kendi aralarında büyükelçi (ambassadeur: sefîr-i kebîr) teati ederler, diğer devletler birbirlerine ve büyük devletlere ancak ortaelçi, yani “ministre” veya bizim deyişimizle “sefîr” gönderebilirlerdi ![]() ![]() Mesela Türkiye Cumhuriyeti, İsrail’i ilk tanıyan devletlerden biri olmuş ama büyükelçi göndermemiş, ortaelçi göndermekle yetinmişti ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Görüldüğü gibi bazı ender durumlarda büyükelçilik yerine ortaelçilik veya daha alt diplomatik temsilcilikler hâlâ söz konusu olabilmektedir ![]() Ne diyorduk? Evet, 1945’e kadar ancak büyük devletlerin büyükelçi atama hakları vardı ![]() ![]() ![]() Şimdi bu “büyük devlet” olma ayrıcalığı Osmanlı’dan Cumhuriyet’e nasıl intikal etmiş, ona bakalım ![]() Türkiye Cumhuriyeti’nin diplomatik ilişkiler alanında Osmanlı İmparatorluğu’ndan kopan diğer devletler (mesela Bulgaristan veya Yunanistan) gibi sıradan bir ülke muamelesi görmemesi ve daha kurulur kurulmaz diğer imparatorluklar gibi büyük devlet statüsünde diplomatik temsilciler gönderip kabul etmesi, aslında bal gibi Osmanlı’nın devamı olduğunu göstermektedir ve bundan hiçbir Cumhuriyet idarecisinin gocunduğu da söylenemez ![]() ![]() Düşünün ki, bu sırada yüz milyonlarca nüfusa malik Çin bile büyük devlet kabul edilmiyor, ortaelçilikle idare ediyordu ![]() ![]() Şimdi bunlar ışığında yeniden soralım mı? Biz Osmanlı’dan sahiden koptuk mu? Ben söylemlerin eylemleri saklamaya, örtmeye yaradığını düşünenlerdenim ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
|