Prof. Dr. Sinsi
|
Farsça
Kökü itibarıyla dünyanın en eski dilleri arasında yer alan Farsça, milattan yediyüz yıl öncesine ait açık tarihi ve bin yıllık yazılı eserleriyle İranın köklü ve sağlam kültürünü komşu ülkelere kadar tanıtmıştır
Bu eserler İran"ın kültür, sanat ve zevkinin tecelli noktası olmuştur Bu eserlerin benzerlerine dünya edebiyatında pek az rastlanmaktadır Birçok dillerin aksine Farsça, asırlardır ağırlık ve heybetini hiçbir yara almadan korumayı başarmıştır Bu gün kullanılan Farsça, bin yıl önce yazılan İran İslam Cumhuriyeti Asyanın batısında yer alan bir devlet Kuzeyinde Ermenistan, Azerbaycan, Türkmenistan ve Hazar Denizi, doğusunda Afganistan ve Pakistan, batısında Türkiye ve Irak, güneyinde Basra ve Umman körfezleri bulunur
Firdevsinin Asıl adı Ebul-Kasım Mansur olan Firdevsinin yaşamı hakkında yeterli kesin bilgi yoktur Yaşamı çeşitli söylencelere karışmış, eski kaynaklarda bir masal havasında anlatılmıştır Firdevsi Tus kentinde soylu bir ailenin çocuğu olarak doğdu Şehnameden, iyi bir öğrenim gördüğü, eski Farsça ile Arapçayı ustalıkla kullanacak derecede öğrendiği anlaşılmaktadır
Şahnamesinde kullanılan Farsça ile hemen hemen aynıdır Halbuki örneğin, dörtyüz yıl önce Şekspir tarafından eserlerinde kullanılan İngilizce, bu gün aynı dili konuşan insanlar tarafından rahatlıkla anlaşılmamaktadır
Kültürel bağların kurulmasında en önemli etkenlerden ve asıl iletişim aracı olan dil, din, folklor, örf ve adetlerle birlikte, sosyal birliktelerin oluşumu ve yayılmasında önemli rol almaktadır İran kültür ve medeniyetinin asıl taşıyıcısı olan Farsça, sahip olduğu güç ve yetenekleri sayesinde zamanla diğer ulusların, ez cümle Türklerin, dil ve kültürüne nüfuz etmeyi başarmıştır Kültürel ilişkilerde dillerin gücü ve yeteneğini asli unsur olarak göz önünde bulundurursak, bu kadar Farsça sözcüğün Türkçeye geçmesinin nedenini anlayabiliriz
Türkçe, diğer Türk dilleriyle birlikte Altay dil ailesinin bir kolunu oluşturur Bu ailenin diğer üyeleri Moğolca, Mançu-Tunguzca ve Korecedir Japoncanın Altay dil ailesinin bir üyesi olup olmadığı konusu tartışılmaktadır
Türkler, coğrafi konumları, tarihi münasebetleri, kültürel yapıları ve sosyal nedenlerden dolayı İranlılarla devamlı ilişki içerisinde olmuşlardır Kültür tarihi yazarlarından bir gurup, Anadolunun çeşitli bölgelerinde bulunan kitabelere dayanarak, İran kültürünün yüzyıllarca öncesinden beri Türkler arasında yaygınlaştığını ve Anadolunun uzun süre Hahameneşlerin yönetimi altında olduğu kanaatindedirler Ancak kesin olan, İranın Anadoludaki kültürel etkisi gerçek anlamda Selçukluların hükümetinden kısa bir süre önce başlamış ve giderek tüm Rum diyarını kapsamıştır Selçukluların Malazgirt savaşıyla birlikte iktidarı ele geçirmelerinden sonra, ilim dili olarak saygı gösterdikleri Arapçanın yanı sıra Farsçayı da resmi dil olarak kabul ettiler İbn-i Bibî El-Evamirul-Alaiyye Fil-Umuril-Alaiyye adlı kitabında, Selçuklular döneminde Farsçanın, resmî konuşma ve yazışma dili olmakla beraber, çoğunluğu Türk olan sıradan halktan, sultanlar ve vezirlere kadar herkesin ilgi odağı haline geldiğini ve Farçaya hakimiyet konusunda birbirleriyle yarışa girdiklerini gösteren bir olayı nakletmektedir
İslâm medeniyeti, büyük Türk kelimesinin aslı "türümek" fiilinden gelmektedir Bu fiilden türetilmiş, kişi ve insan anlamında "türük" ve nihayet hece düşmesiyle "Türk" kelimesi ortaya çıkmıştır Nitekim Anadolu'da bir kısım göçebeler de yürümekten "yürük" adını almışlardır Türk kelimesi, ayrıca, çeşitli kaynaklarda; "töre sahibi, olgun kimse, güçlü, terk edilmiş, usta demirci ve deniz kıyısında oturan adam" manalarında kullanılmaktadır
Horasandan (İran medeniyetinin merkezi) geçerek Türk topraklarına ulaştığı ve Türklerin İranlılar vasıtasıyla İslâm ile tanışmalarından sonra iki millet arasındaki dostluk bağları daha da pekişerek, o güne kadar sadece maddî menfaatler üzerine kurulan ilişkiler, manevî bir boyut kazandı Türkler İran kültürüne daha fazla ilgi duyarak, duygularını dile getirirken Farsçadan ilham aldılar Eskiden İranda Arapça bilmek bir üstünlük sayıldığı gibi o dönemde de Farsça bilmek Türkler için bir üstünlük aracı olarak görülmeğe başlamıştır Onlar Farsçayı birlik ve beraberliği pekiştirmek doğrultusunda bir vasıta olarak görüp, bu dilin kültürel ve siyasal bir sulta aracı olduğunu hiç bir zaman düşünmediler
Farsça Türk topraklarına geçişte hiç bir engelle karşılaşmamıştır Zira Türkler batıya doğru göç sırasında İranda kalarak Fars dili gibi İran kültürünü oluşturan bazı unsurlarla yakından tanışmışlardır Bu yüzden Farsça başta olmak üzere İran kültürü, çeşitli yollardan Türk kültürüne etki etmiştir İlk olarak, herhangi bir nedenden dolayı kendi diyarlarını terketmek zorunda kalan İranlı alimler yarattıkları eserlerle, Farsçanın ününü artırıyorlardı Örneğin, Moğol zulmünden kaçıp Anadoluya sığınan Fahreddîn-i İrakî ve Seyf-i Ferganî veya Belh halkının eziyeti sonucu, ülkesini terketmek zorunda kalan Necm-i Daye ve Sultanul-Ulema, ya da dinî ihtilaflardan dolayı yar ve diyardan ayrılan Gulşenî ve İdris-i Bidlilî, ve Harzemşahın yenilgisi sonucu ülkesini terketmek zorunda kalan İbni Bibî
İkinci olarak, Türk sultanlarının teveccühü sayesinde Farsça ilgi gördü ve yükselişe geçti Önce, Horasan İran'ın doğusunda ve kuzeydoğusunda yer alan bölgeye verilen isim Farsça bir kelime olan Horasan "Güneşin yükseldiği yer" anlamına gelir Sasaniler zamanında ülkenin kuzeydoğuna bu isim verildi
Melikşah ve Sultan Tuğrul gibi Farsça şiirler söyleyen Selçuklu sultanlarının sarayı, Fars dili ve edebiyatına ilgi duyanların mahfili oldu Harzemşahlar döneminde ise Farsça saray dili olarak kullanıldı ve Atsız, Tekeş ve Alauddin ve Tacuddin adında iki oğlu gibi kimi sultanlar Farsça şiir söylüyorlardı Moğol istilası bir süre duraklamaya sebep olsa da, 600 yıl boyunca Türk topraklarına hükmedecek olan Osmanlının kurulmasıyla Farsça tekrar canlandı Melikşah (Muizzüddin Ebul Feth), büyük Selçuklu hükümdarı (1055-1092) Babası Alparslan tarafından özel olarak yetiştirildi Daha on yaşındayken yönetim işlerinde görev aldı, bazı kalelerin alınmasında yararlı oldu, babası tarafından (daha yaşlı kardeşleri bulunduğu halde), cesareti ve zekâsı yüzünden veliaht ilân edildi (1066)
Veliahtlığı sırasında Harizm, Huzistan, Rey, Şiraz ve İsfahan'da bulundu Babasının ölümü üzerine 18 yaşındayken selçuklu sultanı ilân edildi (1072) Saltanatı
Fatih Sultan Mehmed, Sultan Beyazıt, Fatih Sultan Mehmed (1432 - 1481) 29 Mart 1432'de Edirne'de doğdu Babası Sultan İkinci Murad, annesi Huma Hatun'dur Fatih Sultan Mehmed, uzun boylu, dolgun yanaklı, kıvrık burunlu, adaleli ve kuvvetli bir padişahtı
Yavuz Sultan Selim ve Yavuz Sultan Selim Osmanlı sultanlarının dokuzuncusu, İslam halifelerinin yetmiş dördüncüsü Sultan İkinci Bayezid'in oğlu olup, annesi Dulkadirli ailesinden Aişe Hatundur 1470 yılında Amasya'da doğdu Şehzadeliğinde, devrin alimlerinden mükemmel bir tahsil ve terbiye gördü Arap, Fars dilleriyle yüksek din ve fen ilimlerini öğrendi Askeri sevk ve idare ile devlet yöneticiliğini öğrenmesi için, şehzadeliğinde Trabzon Valiliğine gönderildi
Kanuni Sultan Süleyman gibi bazı Osmanlı padişahları şairleri ve şiir söylemeyi seviyorlardı
Farsçanın canlanmasına sebep olan üçüncü mesele, Türk edebiyatçılarının Farsçaya gösterdiği ilgiydi Farsçanın Türk koruyucuları çeşitli yollardan Farsçayı yaymaya çalışmışlardır Fuzulî gibi bazı Türk edebiyatçıları, Farsçanın ünlü ediblerini izleyerek Farsça divanlar hazırlamışlardır Alişir Nevayi gibi bazıları da Farsça söyleyen şairler hakkında övgü dolu şiirler yazmışlardır Diğer bazıları Fars dilinin ana eserlerini tercüme etmeyi tercih ediyorlardı Yine Surur-î, Sudî, Lamiî ve Şemî gibi bazıları da şerh yazma alanında çalışmışlardır Ve nihayet Şuûrî, Şahidî ve Hilmî gibileri de, iki dilli sözlükler derlemişlerdir
Osmanlı döneminde zirveye ulaşan, ve büyük ölçüde Farsçanın etkisi altında olan ve ondokuzuncu asrın ikinci yarısına kadar, yapısında hiçbir değişme olmaksızın, çok değerli eserler yaratan Divan Edebiyatı veya başka bir deyimle klasik Türk edebiyatı, iki millet arasındaki en önemli ortak noktadır Türk dilinin Farsçadan beslenmesi neticesinde bir çok Farsça sözcük Türkçeye aktarıldı Her ne kadar Cumhuriyetin ilk dönemlerinde Türkçe"nin yabancı sözcüklerden, özellikle de Farsça ve Arapça sözcüklerden arındırılması hareketi sonucunda bir çok yabancı sözcük Türkçeden atılmasına rağmen hala çok sayıda Farsça kelime ve deyim Türkçedeki varlığını korumaktadır Ayrıca, arındırılmış olan kelimeleri bilmeden eski Osmanlı metinlerini anlamak oldukça güçtür, çünkü o sözcükler Türk dili ve edebiyatının temelini oluşturmaktadır Başka bir ifadeyle her ne kadar bu kelimeler, bugünkü Türkçede kullanılmıyorsa da Türk edebiyatının çeşitli sahalarında araştırma yapmak isteyen herkes o kelimelere muhtaç olmaktan kurtulamıyor Hatırlatmak gerekir ki, Moğol hakimiyeti gibi bazı dönemlerde küçük ölçüde de olsa Türkçe kelimeler Farsçaya girmiştir Ancak daha çok hükümet erkanlarıyla ilgili olan bu kelimeler, Moğol istilasının sona ermesiyle etkisini kaybetmiş ve bir kısmı ise Timurlar ve Türkmenler gibi İrana hakim olan bazı Türk kavimleri döneminden bu yana İranlılar tarafından kullanılmaktadır
Farsçanın Türkçe üzerindeki etkisini bir çok sahalarda görmek mümkündür Bunların bazıları şöyle:
1- Edebi kavramlar; (örneğin saçı sünbül ve yılana benzetmek, gözü nergise, yanağı güneşe, boyu selviye benzetmek vb  )
2- İrfanî ıstılahlar; (can, ayîn, çark, çile, destar, destegül, ham, harabat, ve keşkül gibi vb  )
3- Musiki kavramları; (neva, segah, çargah, beste, güfte, bestenegar, ahenk, buselik,vb  )
4- İsimler; (Nuşin, Nesrin, Bihter, Şadıman, Şadi, Şebnem, Turan, Agah, Baran, Nalan vb  )
5- Kuş isimleri; (şahin, bülbül, kumru, horoz, kuğu vb  )
6- Hayvan isimleri; (zurafa, sincap vb  )
7- Sebze isimleri; (yonca, yulaf, şahtere, havuç, turp, terhun, vb  )
8- Çiçek isimleri; (menekşe, lâle, sümbül, şebboy, zanbak, vb  )
9- Ağaç isimleri; (zeytin, serv, badem, vb  )
Türkler ayrıca bazen Farsça kelimelerinin kullanım şeklini veya manasını değiştirerek kullanmışlardır
Kaynak: http://www irankulturevi com
|