Prof. Dr. Sinsi
|
Tanzimat-İ Hayriye
Tanzimat-ı Hayriye, Osmanlı devletine batı anlamında bir şekil vermek ve özellikle Fransız ihtilâli ile ortaya çıkan insan haklan ilkelerini, Osmanlı ülkelerinde yaşayan halka da tanıtmak ve uygulamak içinOsmanlı Devleti, 13 yüzyıl sonlarından 20 yüzyılın ilk çeyreğine değin varlığını sürdüren Türk devleti Anadolu'da kurulmuş, sınırları tarihi boyunca çok değişmekle birlikte en geniş döneminde bugünkü Arnavutluk, Yunanistan, Bulgaristan, Yugoslavya, Romanya ye Akdeniz'in doğusundaki adaları, Macaristan ve Rusya'nın bazı kesimlerini, Kafkasya, Irak, Suriye, Filistin ve Mısır'ı, Cezayir'e kadar tüm Kuzey Afrika'yı ve Arabistan'ın bir bölümünü kapsamıştır
3 kasım 1839'da
Gülhane Hattı Hümayunu'nun ilânından itibaren girişilen devrim hareketi
Gülhane Hattı Hümayunu, Tanzimat devrini başlatan ferman (3 kasım 1839) Abdülmecid çok genç yaşta Osmanlı tahtına geçtiği vakit (1832-1861), kendisini iki güç iş bekliyordu: Mehmed Ali Paşa meselesi ve Osmanlı devlet yönetimine yeni bir düzen verme ihtiyacı
Abdülmecid'in saltanatının ilk günlerinde Osmanlı ordusu Nizip'te mısır kuvvetlerine yenildi Bunun hemen ardından Firari Ahmed Paşa bütün Osmanlı donanmasını Mehmed Ali Paşa'ya teslim etti Böylelikle Osmanlı devleti bir anda ordusuz ve
Mahmud II'nin, Yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra giriştiği ıslahat hareketlerinin maddi ve manevi hedefi, Osmanlı devleti kurumlarını ve teşkilâtını batı metotlarına göre modern bir duruma getirmekti Bunların hemen hepsini uygulamayı da başardı Ancak hareket, ülkede bir devrim olarak resmen ilân edilmedi
Sultan İkinci Mahmut'un karşılaştığı en büyük güçlük, yeteri kadar ehliyetli ve ıslahatın gerekliliğine inanmış bir kadronun bulunmamasıydı Yüksek derecedeki devlet adamlarının bir kısmı padişaha bağlılıklarından, bir kısmı da, korkup çekindiklerinden bu hareketlere taraftar görünüyorlardı Bunların arasında hareketin tek samimi taraftan Mustafa Reşid Paşa idi Mustafa Reşid Paşa, devlet memurluklarında yavaş yavaş yükselmiş, özellikle dışişlerinde uzmanlaşmıştı İlk hariciye nazırlığı sırasında (1837) Avrupa'da gördüklerini anlatarak Mahmud II'yi bu yenilikleri uygulamaya teşvik etti
Bu arada Avrupalıların Osmanlı devletine düşman olmalarının başlıca sebebinin Müslüman ve Hıristiyan teba arasında eşitlik gözetilmemesi olduğunu söyledi; bunun özellikle Fransa ve İngiltere gibi ülkelerde insan haklarına saldırı sayıldığını ve bu yüzden Osmanlı devletinin bir Avrupa devleti olarak kabul edilmediğini belirtti
Bu sırada Akif Paşa, büyük düşmanlık beslediği Pertev Paşanın idam edilmesini sağladı Mahmud II, sonradan bu değerli devlet adamının idamına izin verdiğine pişman oldu Mustafa Reşid Paşa bundan yararlanarak padişaha, kimsenin yargılanmadan idam edilmemesi, hattâ bir cezaya uğratılmaması gerektiğini söyledi
Vergiler, askerlik hizmeti, devletin ve halkın karşılıklı hak ve sorumlulukları gibi birçok konunun Batı'da nasıl anlaşıldığını, ne şekilde uygulandığını anlattı Bunların Osmanlı ülkesinde de kabul edilerek bir hattı hümayunla ilân edilmesinin gerektiğini ileri sürdü Osmanlı devletinin bu davranışlarla itibarının artacağını, Avrupa devletleri topluluğuna alınacağını ve siyasi varlığının devamı için bunun şart olduğunu belirtti
Osmanlılara cephe alan batı dünyasıyla mücadeleye imkân kalmadığını; Avrupalıların, Osmanlı devletini kendilerinden saymadıkça, yaşamaya devamına izin vermeyeceklerini açıkladı Mahmud II, bütün bunları kabul etti ve Tanzimatın ilânına karar verdi Ancak, meseleyi ayrıca Akif Paşaya danışmayı gerekli buldu Akif Paşa, bu düşüncelerin kaynağını sezdiği için bunlara şiddetle karşı koydu Mahmud II, kendi hükümdarlık haklarından bir kısmından vazgeçmeye hazırdı Nitekim 1837'de çeşitli devlet işlerini görüşmek ve karara bağlamak için «Meclisi Yâlâyı Ahkâmı Adliye» adlı daimi bir meclis kurarak, devlet yönetiminde yetki ve sorumluluğun paylaşılması yönünde bir adım attı
Mustafa Reşid Paşanın ileri sürdüğü ilkelerin ilânını erken bulan padişah, toplumun bunları benimseyecek olgunluğa henüz ulaşmamış olduğunu düşünüyordu Ayrıca kendisi için bazı zararlı sonuçların doğmasından endişe duyarak, bu hareketi geri bıraktı Mustafa Reşid Paşa, bunun üzerine ileri düşüncelerinin uygulanmasında en büyük engel gördüğü ve ayrıca koruyucusu Pertev Paşanın idamına sebep olduğu için nefret ettiği Akif Paşa ile mücadeleye girişti Sonunda onu azlettirmeyi ve devlet hizmetinden kesinlikle uzaklaştırmayı başardı
Mustafa Reşid Paşa bundan sonra istediği hattı hümayunun çıkarılması için yeniden uğraştıysa da başaramadı; fakat, sürekli ısrarları üzerine Mahmud II, bir gün yabancı elçileri kabul ederek, onlara «Ben tebaamın Müslümanını camide, Hıristiyanını kilisede, Musevisini de havrada görmek isterim Aralarında başka bir fark yoktur Hepsi hakkında sevgi ve adaletim kuvvetlidir ve hepsi de gerçek çocuklarımdır» dedi
Fakat tanzimat yeniliklerinin bir hattı hümayunla ilânı Mahmud II'nin ölümünden sonra yerine geçen oğlu Abdülmecid zamanında gerçekleştirilebildi Hattı, Reşid Paşa kaleme aldı; hükümdara okuduktan ve onun onayını aldıktan sonra, ilân kararlaştırıldı Hattı hümayunun okunarak Tanzimat devriminin resmen ilân edileceği gün, Mustafa Reşid Paşa, bir Meclisi Hassı Vükelâ mazbatası (Bakanlar kurulu kararı) hazırladı Böylece Tanzimat ilânının resmi ve hukuki dayanağını meydana getirmiş oldu Hattı hümayun Gülhane meydanında okundu; bu yüzden bir adı da Gülhane Hattı Hümayunundur
Hattı hümayunun 3 kasım 1839 pazar günü Mustafa Reşid Paşa tarafından okunmasıyla, Tanzimat ilân edildi Padişah, hattı hümayunun okunuşunu Gülhane meydanına bakan bir köşkten izledi Bütün devlet ilerigelenleri, yüksek memurlar, ilmiye sınıfının yüksek dereceli görevlileri İstanbul'da bulunan yabancı elçilerle elçilik mensupları, bütün gayri Müslim cemaat temsilcileri, esnaf kethüdaları ve şehrin ilerigelenleri bu törende hazır bulundular
Gülhane Hattı hümayunu şu ana ilkeleri kapsar:
1 Osmanlı ülkelerinde her çeşit din ve ırka mensup bütün tebaanın can, ırz ve mal güvenliği olacaktır;
2 Bunların hepsi mülkiyet hakkına sahip olacak ve bu hak kişinin yararına devlet tarafından savunulacaktır;
3 Vergiler için belirli ve âdil oranlar tayin edilecek ve vergi yükümlülüğü eşit olacaktır;
4 Devlet masrafları bir gider bütçesiyle sınırlanacaktır;
5 Askerlik görevi için belli bir süre ve her yerin nüfusu oranında yükümlülük konulacaktır;
6 Suç işlediği ileri sürülenler hakkında kovuşturma, açık olarak yapılacak ve bunlar açık olarak yargılanacaklardır;
7 Hiç kimse hakkında, mahkeme hükmü olmadan gizli veya açık idam cezası uygulanmayacaktır;
8 Suçlu sanılan veya mahkûm olanların mirasçıları miras haklarından yoksun bırakılmayacaktır;
9 Mahmud II devrinde kurulan Meclisi Vâlâyı Ahkâmı Adliye'nin üyeleri artırılacak; vekiller ve ilerigelen devlet memurları belli zamanlarda toplantılara katılarak bütün bu meseleler hakkında kanunlar ve bu arada bir ceza kanunu hazırlayacaktır;
10 Devlet memurlarının hepsine maaş bağlanacaktır;
11 Rüşvet, kesin olarak kalkacak ve buna cesaret edenler şiddetle cezalandırılacaktır;
12 Başta hükümdarın kendisi, bu esaslara uymayı ve bunlara aykırı davranışlarda bulunmamayı kabul ettiği gibi, devlet ilerigelenleri ve ulema bu hususta yemin edecektir
Mustafa Reşid Paşa hükümdarı ikna ettiği bir sırada onun, herhangi bir etkiyle bundan vazgeçmemesini sağlamak için Tanzimatın ilânında acele etmiştir; iç ve dış olayların da kendisini ayrıca böyle davranmaya zorlamış olduğunu, bu yüzden metnin kaleme alınışını kısa bir süreye sığdırmak durumunda bulunduğunu da belirtmek gerekir
Osmanlı imparatorluğunda ilk olarak Mehmed II devrinde derlenip düzenlenen kanunnameler, zaman zaman yeniden düzenlenmişti Kanunnameler dışında eyaletlerin ayrı Medeni kanunu, Ceza kanunu, Vergi ve Ticaret kanunları vardı Bunların ortak nitelikleri olmakla birlikte, ayrıntılarda ve uygulamada her biri daha önce ayrı devlet olan bu eyaletlerin mahalli özellik ve ihtiyaçlarına uygun olarak birbirinden farklıydı Ayrı din, mezhep ve milletlerden meydana gelen ülkelerin, aynı kanunlarla yönetilmesi mümkün değildi
Fetihler devri kapandıktan sonra bu ülkeler Osmanlı toplumu içinde uzun süre birarada yaşadıktan sonra ortak özellikleri artmaya başladı; ortak ihtiyaçlar ortaya çıktı XIX yy da Macaristan Erdel, Kırım, Besarabya, Mora gibi birçok bölge elden çıkmış ve Müslüman tebaanın yaşadığı yerler, Hıristiyan tebaanın yaşadığı yerlere oranla hızla artmıştı Böylece imparatorluk, bütün eyaletlerinde aynı kanunlarla yönetilebilecek duruma geldi
Bu arada mahalli eyalet kanunları unutularak, uygulamadan fiilen kalkmış ve yerlerini idari tasarruflar almıştı Mahmud II devrinden başlayarak Tanzimat'ın ilânıyla ortaya konulan mesele, bu idari ve bazen keyfi tasarrufların yerine, bütün imparatorlukta geçerli olacak kanunların meydana getirilmesiydi Tanzimat hareketini tenkit eden bazı Türk yazarları Müslüman, Hıristiyan eşitliği ilkesine şiddetle saldırdılar
Osmanlı devleti, aslında milli kuruluşunu tamamlamadan imparatorluk dönemine geçtiği için, Türk topluluğu devlette hâkim unsur olma imtiyazını elinde tutamadı Oysa, meselâ Roma imparatorluğunda ve daha sonra kurulan birçok imparatorlukta durum bunun tersiydi ve kurucu unsur, esas ve hâkim unsur olarak kalmıştı Osmanlı devletinde buna karşılık hâkim unsur çeşitli milletlerden meydana gelen Müslüman unsurdur
XIX yy dan sonra İslam toplulukları arasında bile milliyetçi akımlar ortaya çıktı; ayrıca Müslüman-Hıristiyan eşitliğinin ilânı, Türk unsurunun imparatorlukta bir azınlık haline gelmiş olduğunu ileri sürenlerin tenkit ettiği bir hareket oldu Bundan başka, Tanzimat ile birlikte Batı'ya karşı saldırıların artmasına karşılık, Batı'yı yüksek bir düzeye ulaştıran esasların Osmanlı toplumunda çok yavaş yerleşmesi, Tanzimat hareketinin başarısızlığı sayıldı
Batılı ülkelerin milli bir unsura dayandığı; milli şuur ve kültürün bu ülkelerde yerleştiği; bağımsız düşünce, adalet ve eşitlik kavramlarının benimsendiği belirtilerek, bu özelliklerden yoksun olan Osmanlı devletinde gerçekten batılı bir sistemin yerleşmesinin mümkün olmadığı ileri sürüldü Bununla birlikte can, ırz ve mal güvenliğinin sağlanacağının belirtilmesi iyi karşılandı
Hıristiyan tebaa da bu haklardan yararlandı; Müslümanların devlet yönetimi, askerlik, ziraat gibi işlerle uğraşmalarına karşılık, Hıristiyanlar elde ettikleri birçok bağışıklıktan yararlandılar; esnaflık, ticaret ve küçük sanayiyle uğraşarak, imparatorluğun en kalkınmış zümresi haline geldiler Şehir ve kasabalarda yaşayan Hıristiyanlar, rahat bir hayata kavuştular
Hıristiyan köylü zümresi de askerlik yükümü altında olmadığı için iyi şartlar içinde yaşamaya başladı Tanzimat, onlara her türlü can, ırz ve mal güvenliği veriyor; ayrıca, Müslümanlarla eşit haklar tanıyordu Artık onlar için Müslümanlardan farklı elbise giymek, şehir içinde ata binememek, «gâvur» diye *******li şekilde anılmak gibi durumlar da ortadan kalktığı gibi, kendilerine bundan böyle devlet memurluklarının kapısı da açılıyordu
1856'da çıkarılan Islahat fermanı ve 1876 Anayasası, Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında tam bir eşitlik kurdu, birçok devlet görevi Hıristiyanlara verildi Bunların daha önce Müslümanlar hakkında tanıklıkları bile kabul edilmezken, gayrı Müslimler mahkemelerde hâkimlik ettiler; büyükelçilik, nazırlık gibi makamlara yükselmek imkânlarına kavuştular Ayrıca, cemaatleri için çeşitli imtiyazlar elde ettiler Tanzimatın ilânının Avrupa'daki tepkisi olumlu oldu; Londra, Paris ve Viyana gazeteleri bu hareketi iyi karşıladılar
Gerçi Osmanlı devletinin düşmanları Babıâli'nin sıkışınca ıslahat yapacağına söz verdiğini, sonra bundan caydığını ileri sürerek bu yeni hareketin değerini düşürmek istemişlerse de, Mustafa Reşid Paşayı yakından tanıyan batı devletleri, onun kişiliğine güvenerek Tanzimatın sürekli olacağına ve durumun ciddiyetle ele alındığına inanıyor, Osmanlı devletini destekliyordu Nitekim Tanzimatın ilânından on beş yıl sonra Rusya'nın Osmanlı ülkelerine karşı harekete geçmesi üzerine batılılar, Osmanlı devletiyle birleşerek ortak bir zaferin kazanılmasını sağladılar
Ülkede Tanzimat hareketine karşı olanlar, devlet adamlarının çoğunluğunu meydana getiriyordu Mısır meselesi çözümlenince de hemen gizlice Mustafa Reşid Paşanın aleyhine harekete geçtiler Onun, Mehmed Ali Paşadan çıkar sağladığını yeniden ileri sürdüler
Mustafa Reşid Paşa aslında Mısır valisinin büyük rüşvet tekliflerini kabul etmemişti Londra'da toplanan konferans sonunda, Osmanlı devleti, elde edebileceği bir sonuca ulaşmıştı Mehmed Ali Paşanın imtiyazlarını genişletmek için direnmeye devam edişi ve bunun Mustafa Reşid Paşa tarafından kabul edilmemesi, yeni bir buhran doğurdu Reşid Paşanın düşmanları ve Tanzimata karşı olanlar bu fırsattan yararlanarak meselenin kesin çözümü için, onun azlinden başka çare bulunmadığını ileri sürdüler
Bu arada, İngiliz siyasetine, onun eğilimini bilen ve bu tutumu kendi devletinin çıkarına aykırı gören Avusturya elçisi de ağırlığını koyunca, Mustafa Reşid Paşa 31 mart 1841'de hariciye nazırlığından azledildi ve Edirne valiliğine tayin edildi; yerine Rıfat Paşa getirildi Ancak, Mustafa Reşid Paşanın azliyle yenilenme hareketlerinin durdurulmayacağını belirtmek için Abdülmecid Babıâli'ye bir hattı hümayun göndererek Tanzimat hareketinin devam edeceğini bildirdi
Tanzimatı Hayriye'nin ilânından Birinci Meşrutiyetin ilânına kadar (23 aralık 1876) geçen sürede (Tanzimat devri) Osmanlı imparatorluğunda yenilik hareketleriyle ilgili şu olaylar meydana geldi:
1 Mahmud II, kendi saltanatı sırasında vilâyetlerdeki ayan denilen mütegallibeye karşı çetin bir mücadeleye girmiş ve onları sindirmişti Tanzimat devrinde de ayanlara göz açtırılmadı; bazı valilerin isyanları bastırıldı, vilâyetlerin idari ve mali işleri merkeze bağlandı ve devlet gelirinin ziyan olması önlendi Tanzimat, imparatorlukta bir programla bütün eyaletlerde uygulandı ve çeşitli sebeplerle ortaya çıkan direnmeler kırıldı;
2 Tanzimat hareketi dış siyasette başarılar sağladı Bunun en önemli sonucu Rusya'nın Osmanlı imparatorluğuna saldırması üzerine Avrupa devletlerinin yardım etmesidir Türkiye üzerinde, Rusya gibi emeller besleyen ve Rusya ile müttefik olarak daha önce Osmanlı imparatorluğuna karşı savaşan Avusturya'nın çekimser davranışına karşı, İngiltere, Fransa ve sonra Piemonte Türkiye'nin yardımına geldiler Ayrıca, zaferden sonra imzalanan 1856 Paris antlaşmasıyla Osmanlı devleti, Avrupa devletleri topluluğuna alındı, toprak bütünlüğü garanti edildi ve devletler hukukundan yararlanması kabul edildi
Ancak, Avrupa devletleri, ellerinde bulunan çeşitli imtiyazlardan vazgeçmeye yanaşmadıkları için, kapitülasyonlar olduğu gibi kaldı Toprak bütünlüğü garantisi geçici oldu Abdülaziz devrinde, özellikle Tanzimat döneminde yetişen büyük devlet adamlarının ölmesinden sonra devlet yönetiminin kötüye gidişi, Batı'yı hayal kırıklığına uğrattı ve 1877-1878 Savaşında Osmanlı devletini savunmadıkları gibi barış antlaşmasında onun toprak bütünlüğünü korumadılar
Aslında İngiltere, Tanzimat hareketine rağmen Osmanlı imparatorluğunun devam edeceğine inanmadığı için, tedbirlerini buna göre alıyor; Ortadoğu'daki çıkarları için gerekli gördüğü siyaseti takip ediyordu;
3 Tanzimat devrinde miri toprak sistemi yavaş yavaş değişti; bunun yerine toprağın işleyenlere ait olduğu esası yerleşti 1845 ve 1847 tarihli iradelerle başlayan bu değişim, 1849 tarihli irade ve 1858 tarihli Arazi kanunnamesiyle sona erdi Böyle miri ve kişilere ait olan toprakların kesin hukuki durumu belirlendi; toprakta özel mülkiyete geçişin temelleri atıldı;
4 Tanzimat devri, aynı zamanda yeni bir «kanunlaşma devri» oldu 1840 ve 1851 tarihlerinde hazırlanan Ceza kanunlarıyla modern hukuk anlayışı Osmanlı ülkelerinde yer aldı 1852 Tarihli Arazi kanunnamesi de bu devrin ürünü olduğu gibi, Cevdet Paşanın çalışmasıyla meydana getirilen ve medeni kanun demek olan Mecellei Ahkâmı Adliye de bu devrin önemli eserleri arasındadır
Bundan sonra Fransız kanunları esas alınarak hazırlanan kanunlar gelir Bunlar da 1851 tarihli Ticaret kanunu, 1861 tarihli Usulü Muhakemei Ticaret nizamnamesi, 1862 tarihli Usulü Muhakemei Hukukiye kanunu ve 1879 tarihli Usulü Muhakemei Cezaiye kanunudur 1840 ve 1851 tarihli Ceza kanunu da Fransa'dan alındı, fakat bunlar aslına göre büyük değişiklik ve eklerle düzenlendi Bu arada Fransız Medeni kanununun da alınması düşünüldü; fakat bu düşünce gerçekleşmedi;
5 Tanzimat devrinde yeni bir adliye teşkilâtı kuruldu Bunlar, şer'i davaların dışında kalan ve yukarıda anılan kanunların hükümlerine uyan davalara bakacaklardı Nizamiye mahkemeleri adını alan bu kuruluşlar, din hukukuna göre çözümlenmesi gereken davalara bakmaya yetkili değildi Bu konularda, şer'i mahkemeler faaliyete devam edecekti
İlk nizamiye mahkemesi, 1861'de Ticaret kanununa ek bir nizamnameyle kurulan Ticaret mahkemesidir Ancak, ticaret davalarında, davacılar isterlerse şer'i mahkemelere de başvurabilmekte serbest bırakıldılar, ceza davalarında şer'i mahkemelerden ayrılık 1853 tarihli Ceza kanunuyla başlar Bunun ilk uygulaması Meclisi Zabıta, Divanı Zaptiye ve Meclisi Tahkik'tir
Ticaret işlerinin dışında hukuk davalarının görülmesi amacıyla 1867'de yayımlanan nizamnamesiyle, nizamiye mahkemeleri şer'i mahkemelerden ayrıldı Ancak, bu ayrılış biçim bakımından olduğu için, bunların görev ve yetkileri kesinlikle ortaya çıkmadı ve bu durum Cumhuriyet devrinde şer'i mahkemelerin kaldırılmasına kadar sürdü 1865 Tarihli nizamname ile kaza merkezlerinde Deavi meclisleri, sancak merkezlerinde birer Meclisi Cinayet ve Meclisi Hukuk, vilâyet merkezlerinde bunların üstünde olarak Meclisi Kebiri Cinayet ve Meclisi Temyizi Hukuk ve İstinaf mahkemeleri kuruldu; sonra son iki dairenin birleştirilmesiyle Divanı Temyiz meydana getirildi
1867'de İstanbul'da bunların hepsinin üstünde olan, verdikleri kararları incelemek yetkisi bulunan ve bugünkü Yargıtayın işini gören Divanı Ahkâmı Adliye kuruldu Aynı zamanda şer'i mahkemelerin kararlarını inceleme yetkisi de bulunan Meclisi Tahkikatı Şer'iye meydana getirildi;
6 Tanzimat devri, milli eğitim için de bir aşama dönemi oldu Bu aşama aslında Mahmud II devrinde başladı Onun son dönemlerinde Imamzade Esad Efendi, mekâtibi rüştiye (ortaokullar) nazırlığına tayin edildi ve hazırladığı lâyihaya göre rüştiye mekteplerini bitirenlerin devlet memurluklarına öncelikle alınmalarına karar verildi
Sultanahmet camii içinde öğretime başlayan ve Maarifi Adliye ve Ulûmı Edebiye adlı iki bölümü bulunan Mektebi Maarifi Adli (ilk rüştiye mektebi) çok tutuldu; 2 nisan 1841 günü yapılan bitirme imtihanına her iki bölümden 400'den fazla öğrenci katıldı Ülkenin her yanında yeni okullar açılmasını isteyen Abdülmecid, 1845'te öğretim ve eğitimin yaygın duruma getirilmesi için her yerde okullar açılmasını ve cehaletle mücadeleye girişilmesini emretti Bunun üzerine ülkenin eğitim işlerini belli bir programa bağlamak amacıyla Muvakkat Meclisi Maarif adlı bir komisyon kuruldu
Bu komisyon ilkokulların düzenlenmesini, devlet denetimine bağlanmasını, rüştiye mekteplerinin ders programlarının Avrupa'dakilere benzer duruma getirilmesini ve medresenin dışında, onun her türlü etkisinden uzak bir darülfünun (üniversite) kurulmasını öngören bir lâyiha hazırlayarak, tasarıyı bir yıl sonra kurulan Daimi Meclisi Maarife verdi Ertesi yıl da ayrıca Maarifi Umumiye nezareti kuruldu 1848'de Maarifi Umumiye nezareti kaldırılarak, Mekâtibi Umumiye nezareti meydana getirildi
1846'da Darülfünun binasının temeli atıldı ve rüştiye mekteplerine öğretmen yetiştirmek üzere de Dârülmuallimin açıldı, öte yandan, rüştiye mezunlarının darülfünun derslerini takip edemeyecekleri düşünülerek 1849'da idadi (lise) seviyesinde ilköğrenim kurumu olan Valide mektebi açıldı Sonradan Dârülmaarif adını alan bu okul ve zamanla açılan benzerleriyle üç yıllık lise sistemi kuruldu 1851'de Dârülfünun'da okutulacak dersler için eserler hazırlanmak üzere Encümeni Dâniş adlı ilk Osmanlı İlimler akademisi kuruldu Ancak Darülfünun bütün çabalara rağmen Abdülmecid devrinde açılamadı; buna karşılık 1858'de memur yetiştirmek üzere Mülkiye mektebi kuruldu Darülfünun ancak serbest dersler şeklinde, 1862'de açılabildi
1859'da ilkokullardan rüştiyelere imtihanla öğrenci alınması usulü konuldu İstanbul dışındaki vilâyetlerde otuz bir rüştiye açılmasına ve İstanbul'da kızlar için yedi rüştiye kurulmasına karar verildi
1868'de Avrupa tarzında bir orta ve lise öğretimi verecek ve Fransızca öğretim yapacak olan Galatasaray sultanisi kuruldu Bütün bu okullara Türklerden başka gayri Müslim çocukların alınması da ayrı bir özellikti 1869'da Maarifi Umumiye nizamnamesi yayımlanarak eğitim hizmetleri toplu ve genel bir devlet hizmeti şeklini aldı Bundan bir yıl önce de ilköğretimi zorunlu kılan bir beyanname yayımlandı; fakir yetimleri okutacak Dârüşşafaka'nın temeli atıldı;
7 Yeniçeri ocağının kaldırılmasıyla düzenli bir milli ordu kurulmuştu Bu orduya girenler en az on iki yıl askerlik yapardı Ayrıca askere alınacaklarda yaş sırasına ve kura usulüne bakılmazdı, ülkenin her yanında vücut yapısı askerliğe elverişli fakir ve kimsesiz gençler yakalanarak kışlalara hapsedilirdi
Bunlar, genellikle terhis olmaz; yaşları ilerledikten sonra emekli edilirlerdi Bu durum, Tanzimatın ilânından sonra ele alındı; belirli bir yaşa gelenler arasından kura ile gerekli oranda asker alınması ve bunların beş yıl sonunda terhis edilmesi kabul edildi Bununla ilgili nizamname 1847'de çıkarıldı Buna karşılık daha önce beş yılını dolduranlardan isteyen terhis edilerek bunların yerine gönüllüler ve eyaletlerdeki redif askerleri alındı 1843'te bütün kara kuvvetleri 6 ordu halinde teşkilâtlandırıldı
Bunlar, merkezi İstanbul olan Hassa ordusu, merkezi Üsküdar olan Dersaadet (eski Mansure) ordusu, merkezi Manastır olan Rumeli ordusu, Merkezi Erzincan olan Anadolu ordusu, merkezi Şam olan Arabistan ordusu ve merkezi Bağdat olan Irak ordusuydu Bu orduların toplam muvazzaf kadrosu 36 piyade alayı, 36 talia taburu, 26 süvari alayı, 7 sahra ve 4 kale topçusu alayı, 2 istihkâm ve l sanayi alayından meydana geliyordu Redif denilen ihtiyat kadrosu da 800 mevcutlu 120 taburdu Redif birliklerine her yıl otuz bin kişi katıldığından ilk yedi yıl sonunda bunların mevcudu 200000'i aşmış bulunuyordu;
8 1845'te alınan bir karar üzerine, Tanzimatın ve mülki ıslahatın uygulanması için her bölgenin ihtiyaç ve özelliklerini yakından tanımak amacıyla her ülkenin işe yarar ve güvenilir kimselerinden ikişer İçişi seçilerek İstanbul'a gönderilmesi ve bunların Meclisi Vâlâ üyeleriyle birlikte toplanarak bölgelerinin durumu ve ihtiyaçları hakkında bilgi vermeleri kararlaştırıldı
Bütün bunlar, düzenli tutanaklara geçirildikten sonra, her eyalete devlet merkezinden birer geçici heyet gönderilmesiyle ve mahalli istek ve ihtiyaçların onlar tarafından da incelenerek tespit edildikten sonra Babıâli'ye bildirilmesine karar verildi İlk heyetler önce Konya, Hüdavendigâr (Bursa) ve Bolu, Sivas ve Ankara, Diyarbakır, Erzurum, Vidin ve Niş, Çirmen, Silistre, Üs-küp, Selanik, Tırhala ve Yanya'ya gönderildi
Bunlar bölgelerini yedi sekiz ay kadar dolaşarak, verilen talimata göre hazırladıkları raporları Babıâli'ye gönderdiler Raporlar, Meclisi Vâlâ'da görüşüldü; yapılması mümkün olan işler tespit edilerek, birinci derecede ihtiyaç görülen yollar, köprüler ve limanların projelerinin hazırlanması ve faaliyete geçirmesi için mühendislere gerekli emirler verildi; fakat bundan kesin bir sonuç alınamadı Bu arada yapılmasına başlanan Trabzon-Erzurum ve Bursa-Gemlik yollan da yarım kaldı Sultan İkinci Mahmud (1785 - 1839), 20 Temmuz 1785 tarihinde İstanbul'da doğdu Babası Sultan Birinci Abdülhamid, annesi Nakşidil Valide Sultan'dır Orta boylu, geniş omuzlu, beyaz sakallı, zarif ve sevimli yüzlüydü Diğer Osmanlı padişahları gibi kuvvetli bir tahsil gördü Öğrenimi ile Sultan Üçüncü Selim padişahlığı sırasında bizzat meşgul olmuştu
|