|  | Meşrutiyet |  | 
|  08-21-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   MeşrutiyetMeşrutiyet hükümdarların başkanlığı altında anayasalı parlamento idaresi şeklindeki sisteme verilen isimdir  Bu idare şeklinde tamamı veya bir kısmı  halk tarafından seçilen bir Halk bir milleti oluşturan çeşitli toplumsal kesimlerden veya meslek gruplarından oluşan insan topluluğuna halk denir  meclis vardır  Meclis demokrasilerde belli dönemlerde yapılan genel halk oylaması ile seçilen millet vekillerinin oluşturduğu kurul  Meclisler devletin yasama yetkisini kullanan organlardır  Türkiye'de yasama yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce kullanılır  TBMM 5 yılda bir seçilen 550 milletvekilinden oluşur  Meclisler kendi iç tüzüklerine göre yönetilir  Osmanlı tarihinde Osmanlılar ile ilgili olarak aşağıdaki başlıkları kullanarak bilgi alabilirsiniz  23 Aralık 23 Aralık Gregorian Takvimine göre yılın 357  günüdür  Sonraki sene için 8 (Artık yıllarda 9) gün var   1876dan 1876 yılı olayları, ölümler, doğumlar ve diğer önemli gelişmeler 13 Şubat 13 Şubat Gregorian Takvimine göre yılın 44  günüdür  Sonraki sene için 321 gün var (Artık yıllarda 322)  1878e kadar ve 1878 yılı olayları, ölümler, doğumlar ve diğer önemli gelişmeler 23 Temmuz 23 Temmuz Gregorian Takvimine göre yılın 204  günüdür  Sonraki sene için 161 (Artık yıllarda 162) gün var 1908den 16 Mart 1920 tarihine kadar olan iki ayrı devreye meşrutiyet devirleri adı verilir   Batıda demokrasinin gelişimi, halkın çoğunluğuna malolan büyük ve çoğu kanlı mücadeleler neticesinde mümkün oldu  Osmanlı Devletinde ise hiçbir devirde halk, ülke idaresinde söz sahibi olmak için herhangi bir harekette bulunmadı  Çünkü Osmanlı idaresi, bir  hanedan başkanlığında olsa bile, devletin bütün işleri  İslamiyetin emir ve yasaklarına göre yürütüldüğünden, ülkenin her köşesinde  adalet, sulh, sükun ve huzur hakimdi  Avrupadaki hanedanlar ve krallar ise keyfi idareleriyle halkı asırlarca zulüm altında inletmişlerdi  Osmanlı Devletinde  tanzimat ve meşrutiyet hareketleriyse, halktan gelen birer hareket olmadı  Bazı devlet adamları ile Avrupa kültürüyle yetişmiş bir grup insanın, Avrupa devletlerinden de destek görerek sürdürülen faaliyetleri neticesinde ortaya çıktı ve bu durum, ihanete kadar vardı  1850li yıllara kadar Osmanlı  padişahı, devletin ve milletin sahibi olarak, bütün güçleri elinde tutan en yüksek karar organı mevkiindeydi  Ayrı din ve milliyetlerden müteşekkil mütecanis olmayan bir devletin idaresinde bundan başka bir şekil düşünmek de mümkün değildi  Nitekim günümüzde de şekli görüşü ne olursa olsun muhtelif milletlerden meydana gelen devletler için de benzer durum söz konusudur   Osmanlılarda hükümdarın temsil ettiği kuvvetlerin ve sahip olduğu yetkilerin elinden alınarak başka kuruluş ve kişilere verilmesi Batıdaki gibi demokrasinin gelişmesine değil, devletin birlik ve beraberliğinin kaybolmasına yol açtı  Asli unsurunu Müslüman-Türklerin teşkil ettiği Osmanlı Devletinin bünyesinde değişik milletler mevcut olduğu için milliyetçilik hisleri ve demokrasi hareketleri her imparatorlukta olduğu gibi devletin dağılıp yıkılmasında büyük rol oynadı  Nitekim  Yunanistan,  Bulgaristan ve diğer eyaletlerde kiliselerden kaynaklanarak başlayan milliyetçilik hislerinin yabancı devletlerce büyük bir harekete dönüştürülmesi neticesinde, bunlar Osmanlı Devletinden ayrılıp, bağımsızlıklarını kazandılar  Yine, demokrasilerin vazgeçilmez bir unsuru olan  parlamento kurumu ancak milli bir devlet yapısı içinde asli fonksiyonunu kazanabilmektedir  Aksi halde zararı faydasından çok daha fazla olabilmektedir  Mesela,  Birinci Meşrutiyet meclisindeki azınlık mebuslarının seçildikleri bölgeye muhtariyet istekleri gerçekleşseydi, Osmanlı Devleti yarım asır önce tarihe karışır, belki de yerine yeni bir Türk Devleti kurulamazdı   Meşrutiyet rejimi, ona inananlar tarafından Osmanlı Devletini içinde bulunduğu durumdan kurtarabilecek yegane çare olarak görülmekteydi  Osmanlı Devleti tedricen dünya siyasetinde ve iktisadiyatındaki ağırlığını kaybetmeye başlamıştı  On yedinci yüzyılın sonlarına doğru Batı Avrupa ülkelerinin, sanayi inkılabını gerçekleştirip, teknolojik sahada önemli mesafeler almaya başlaması üzerine, dünya siyasetindeki ağırlıkları artmaya başladı  Sanayileşme gayretleri içeriden ve dışarıdan çeşitli şekillerde engellenen Osmanlı Devleti, kendisi dışındaki teknolojik gelişmelere yeterince ayak uyduramadı  Gerilemesinin esas sebebi din ve kültürü değil, değişen dünya şartlarına intibak edememesiydi  Harp meydanlarında başgösteren başarısızlıklar neticesinde devletin tekrar eskisi gibi güçlendirilip yenilenmesi çabaları ortaya çıktı  Türk tarihindeki her ilerici hamle üstten ve idareci zümreden geldiği gibi, bu husustaki ilk teşebbüsler de padişhalar tarafından ele alındı  Padişahlar tarafından çeşitli kereler ıslahat teşebbüslerinde bulunuldu  Genç Osman, Üçüncü Selim, İkinci Mahmud, Abdülmecid ve Abdülaziz hanların başlattıkları yenilikçi gayretlerin temel vasfı, Osmanlı Devlet müesseselerinin, işleyiş şekillerinin, çağın şartlarına uygun yeni fonksiyonlar kazanarak verimliliklerinin arttırılması oldu  Böylece Osmanlı devlet müesseselerinin ortaya çıkan yeni ihtiyaçlara cevap verebilmesi sağlanmak istendi   Ancak her defasında başlatılan çalışmalar dolaylı ve dolaysız yollardan, dahilden ve hariçten gelen baltalamalar sebebiyle akamete uğratıldı  Genç Osman ve Üçüncü Selim Hanın Yeniçeri isyanları neticesinde şehit edilmeleri;  İkinci Mahmud (1808-1839) devrinde devletin karşılaştığı büyük gaileler;  Sultan Abdülmecid (1839-1861) devrinde ise ıslahat hareketlerinin hüviyetinin değiştirilmesi ve  Sultan Abdülaziz tahttan indirilip şehit edilmesinin altında yatan esas sebep buydu  Mesela Sultan Abdülaziz (1861-1876) devrinde alınan borçlarla dünyanın ikinci büyük donanması ve dördüncü büyük kara ordusu kuruldu  Alınan paraların yüzde dördü de demiryolu inşasına harcandı  Ordu ve donanması güçlenen Osmanlı Devleti,  İngilterenin en büyük rakibi olunca; İngilizler, Abdülaziz'in şahsında sömürge imparatorluklarının, dünya hakimiyetlerinin yıkılışını görür gibi oldular  Bu ordu ve donanma, İngilizler tarafından çevrilen çeşitli entrikalar neticesinde Abdülaziz'in şehit edilmesine,  Doksanüç Harbinin de ortaya çıkmasına yolaçtı  Bu harpte Osmanlı ordusu eridiği gibi, aynı orduya bir daha sahip olunamaması sebebiyle Mondrosa kadar gelindi  Abdülaziz Hanın ordu ve donanma için yaptığı borçlar anormal bir yekün teşkil etmemekle beraber, Doksanüç Harbinin getirdiği ekonomik ve askeri yıkımdan dolayı ödenmesinde çok büyük güçlüklerle karşılaşıldı   Meşrutiyetin ilanında, azınlıklara eskisinden daha fazla haklar ve imtiyazlar vererek, bunların ve bunların hamiliğini üstlenmiş olan yabancı devletlerin dostluğunu kazanmak arzusu, önemli rol oynadı  Ancak bu durum, azınlıkların devlete daha çok bağlanması yerine bağımsızlık emellerini kuvvetlendirdi  Osmanlı Devletinin Hıristiyan tebeaya verdiği lütuf ve imtiyazların hak şeklini alarak geri verilmemesi, Avrupa devletlerinin şaşmaz politikası oldu  Osmanlı Devleti zayıfladıkça, yabancı devletlerin azınlıklar üzerindeki tahrik ve teşvikleri arttı  Öyle ki, son yüz yıllık devri adeta bir azınlıklar meselesi asrı olarak geçti  Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan gayri müslimler, bugün birçok medeni devlette bulunan hürriyetten daha fazlasına sahiptiler  Ancak bunun yanında bazı mükellefiyetleri de vardı  Mesela  cizye ve vergi verirlerdi  Devletin son zamanlarında karşılaştığı dahili meseleler adaletli ve istikrarlı bir idare sebebiyle değil, parçalanmasında menfaati olan yabancı devletlerin tahrik ve teşvikleri yüzündendir  Osmanlı azınlıkları üzerinde her devletin tespit edilmiş bir politikası vardı  Fransızlar,  Katoliklerin; İngilizler, Protestanların; Ruslar,  Ortodoksların hamiliğini üstlenmişlerdi  Katoliklik Fransızlarca, İkinci Mahmud devrinde, Protestanlık da 1850de İngilizlerce resmi mezhep olarak tanıttırıldı  Rusya Balkanlarda, İngiltere Yunanistan ve Doğu Anadoluda, Fransa, Suriye ve Lübnanda bölücü faaliyetlere giriştiler  Hıristiyan azınlıkları ilk isyana sevk eden Çar Deli Petrodur  Suriye, Lübnan, Doğu Anadolu, Yukarı Mezopotamyada açılan ABD, İngiliz ve Fransız okulları, azınlıkları eğiterek milliyetçilik hislerini canlandırdılar  Rusya, 1830lardan itibaren Balkanlarda önemli bir nüfuz mücadelesine girişti  İngilizler 1870lerde Midhat Paşanın Tuna Valiliği sırasında her il ve ilçede açtıkları konsolosluklar vasıtasıyla Balkan komitacılığını organize ettiler   Osmanlı Devletinde meşrutiyet konusundaki ilk fikri faaliyetler, Genç Osmanlılar arasında başladı  Ebuzziya Tevfik, Ali Suavi, Namık Kemal, Agah Efendi, Ziya Paşa ve Şinasi gibi batı kültürüne sahip şahıslar, meşrutiyet gelince devletin bütün meselelerinin çözüleceğine dair bir inanç içindeydiler  Devletin, içinde bulunduğu durumdan Batıdaki gibi bir idare sistemini benimserse kurtulabileceğini zannediyorlardı  Batıdaki müesseseleri, kendi tarihi gelişimini göz önüne almadan tatbik etmek için çalışıyorlardı   Bu sıralarda Mısırlı Prens Mustafa Fazıl Paşa, Sadrazam Fuad Paşa tarafından veraset haklarından mahrum edildiği için Parise kaçarak Osmanlı Devleti aleyhine çalışmalara başladı  Matbuat yoluyla meşrutiyet mücadelesine girişmiş olan Genç Osmanlılar Âli Paşanın baskıları neticesinde yurt dışına kaçarak Mustafa Fazıl Paşanın çevresinde toplandılar  Paris ve Londrada çıkardıkları gazeteleri, mecmuaları, yabancı devletlerin özel postahaneleri vasıtasıyla yurda sokarak, meşrutiyetçi fikirleri yaymağa çalıştılar  Ancak Mustafa Fazıl Paşa, Sultan Abdülaziz Hanın Fransa seyahati sırasında padişahtan özür dileyerek kendisini affettirip İstanbula dönünce, desteksiz kalan Genç Osmanlılar, İngiltere ve Fransa tarafından finanse edilmeye başlandılar  1860lardan başlayarak günümüze gelinceye kadar yurt dışına kaçmak zorunda kalan bütün siyasi göçmen gruplarının müşterek hususiyeti, memleketleri aleyhine de olsa, yabancılar tarafından tasvip ve destek görmeleri oldu  Genç Osmanlılar ve Jön Türkler, kendileriyle benzer durumda bulunan İtalyan ve Rus ihtilalcilerinin bu açıdan gösterdikleri şahsiyet ve karakter nümunelerinden mahrum kaldılar   Birinci Meşrutiyet, Genç Osmanlılardan çok, devlet yöneticilerinin çalışmaları neticesinde ilan edildi  Mütercim Rüşdi Paşa ile Serasker Hüseyin Avni Paşa, hükümdarın yetkilerinin sınırlandırılmasına taraftar olmakla birlikte meşrutiyete karşıydılar  Sadrazam Midhat Paşa ve Askeri Mektepler Nazırı Süleyman Paşa ise, meşrutiyet taraftarıydılar  Sultan Abdülaziz'in tahttan indirilip,  Beşinci Murad'ın yerine getirilmesi meşrutiyetçiler tarafından sevinçle karşılandı  Ancak Sultan Abdülaziz Hanın katledildiğini duyan Beşinci Murad Hanın sinirleri bozuldu  Bu sırada vukua gelen Çerkes Hasan Vakası ile Serasker Hüseyin Avni Paşanın öldürülmesi (  Hüseyin Avni Paşa), Midhat Paşa lehine önemli bir gelişme oldu  Osmanlı başşehrinde yaşanan bu karışıklıklar ve vahim olaylar arasında  İkinci Abdülhamid'in 31 Ağustos 1876da padişah oldu  10 Eylül 1876da okunan Cülus-ı Hatt-ı Hümayununla  Kanun-ı Esasinin hazırlanması için Midhat Paşa başkanlığında bir komisyon teşekkül ettirildi  Midhat Paşanın meşrutiyet taraftarlığı İngiltereye olan hayranlığından ve ölünceye kadar sadarette kalmak istemesinden kaynaklanıyordu  Hiçbir devletin anayasasını tetkik etmediği gibi Meşrutiyet idaresi hakkında da esaslı bir fikir sahibi değildi  Başlıca arzusu kurulacak yeni rejimin mimarı olarak kendisini göstermek ve makam sahibi olmaktı   Kanun-i Esasi; on altısı yüksek mülki memur, onu ulemadan, ikisi de Ferik (Orgeneral) rütbesinden asker olmak üzere yirmi sekiz kişilik bir komisyon (Bunların ikisi Hıristiyandı  ) tarafından hazırlandı  Komisyonda Ziya Paşa ve Namık Kemal de vardır  Sadrazam ve bütün nazırların padişah tarafından tayin ve azli, padişaha karşı sorumluluğu prensibi eskiden de olduğu gibi Kanun-i Esaside aynen yer aldı  Osmanlı vatandaşlarının hakları, memuriyet, ayan ve mebusan meclislerinin işleyişi, illerin idaresi ayrı ayrı belirtildi  Heyet-i Vükelaya ( Bakanlar Kuruluna) kanun hükmünde kararname çıkarmak yetkisi verildi  Padişah istediği zaman meclisi toplayıp, dağıtabilmek hakkına sahipti  Kanun-ı Esasi, dar manada kuvvetler ayrılığı prensibine yer vermektedir  Yasama yetkisinin Meclis-i Umumi, yürütme yetkisinin  Heyet-i Vükela ile beraber kullanılmasına karşılık son söz yine Padişaha aitti   Yüz kırk maddeden ibaret olan ön tasarıda Sadrazamlık makamı Başvekalet haline getirilip, nazırların seçimi de ona bırakılıyordu  Heyet-i Vükelayı parlamentoya karşı mesul tutarak Padişahlık makamını tamamen sembolik bir mevki haline getiriyordu  Taslakta yer alan ve her milletin kendi dillerini resmen kullanabileceklerine dair bir madde, Midhat Paşanın ısrarlı tutumuna rağmen kaldırılıp, Türkçenin resmi dil olduğu hakkında bir hüküm yer aldı  Padişaha, siyasi bakımdan mahzurlu görülenleri sürgün etme yetkisi veren 113  madde, bütün ısrarlara rağmen Midhat Paşa tarafından esas metne dahil edildi  Halbuki bu yetki Tanzimat Fermanı ile kaldırılmıştı, ancak tahta yeni geçen Sultan Abdülhamid Han, Midhat Paşayı ikna edemedi  Zira Midhat Paşa, ölene kadar iktidarda kalacağını zannediyordu  Böylece kendi rakiplerini ve muhalif olanları sürebilecekti  Midhat Paşa, Padişahın nüfuzunu ortadan kaldırmak için Kanun-ı Esasiyi Avrupanın büyük devletlerinin müşterek kefaleti altına koydurmak istemişse de bu son derece dehşet verici madde çıkartıldı  Midhat Paşa, buna mani olamadığı için,  Namık Kemal ve  Ziya Paşa başta olmak üzere hayli tenkit edildi  Namık Kemal; "Biz böyle pejmürde bir anayasayı kabul etmeyiz  Taslak ya aynen kabul edilmeli veya meşrutiyetten vazgeçilmelidir  " diyordu   O sırada toplanan Tersane Konferansındaki İngiliz delegesi ve Hindistan Valisi Lord Salisbury, yeni rejim hazırlığı için Babıaliyi tebrike geldi  Kanun-ı Esasi 23 Aralık 1876da Çorluluzade Mahmud Celaleddin Paşa tarafından ulema, askeri erkan, eski ve yeni vekiller, azınlık cemaat reisleri önünde Bayezid Meydanında okundu  Toplar atılarak Kanun-ı Esasi ilan olundu  Hariciye Nazırı Safvet Paşa, yabancı devlet elçilerine Kanun-ı Esasiyi izah etti   Meşrutiyetin mimarı sayılan Midhat Paşa, meclisin açılışından önce, 5 Şubat 1876da sözü geçen 113  maddeye dayanılarak sürgün edildi  Sadrazamlığı esnasında Bosna-Hersek eyaletinde başlayan Hıristiyan isyanını durdurmak için Türk bayrağındaki ay-yıldızın yanına haç ilave edilmesini emretmiş ve tatbik ettirmişti  Ancak isyan durmadığı gibi Müslümanlar da müteessir olmuşlardı  İktidar hırsıyla "Âl-i Osman olur da neden Âl-i Midhat olmasın!" diyerek Hıristiyan ve Müslüman gönüllülerden müteşekkil, kendi şahsına bağlı asker ocağı kurdurup, İstanbul sokaklarında nümayişler yaptırıyordu  Bunu duyan Namık Kemal ve Ziya Paşa onu desteklemekten vazgeçti  Padişahın aleyhinde çeşitli yerlerde ve huzurunda söylediği sözler neticesinde sabrı taşan Abdülhamid Han, İzzeddin Vapuruyla, yanına beş yüz altın vererek onu İtalyaya gönderdi   19 Mart 1877 senesinde Meclis-i Mebusan büyük bir merasimle açıldı  Darülfünun (Üniversite) için yapılan bina, ilk Osmanlı parlamentosuna tahsis edildi  Meclisi bizzat İkinci Abdülhamid Han açtı  Padişahın nutkunu Mabeyn Başkatibi Küçük Said Bey okudu  Mısır, Romanya, Sırbistan, Karadağ, Necd, Umman gibi kendi iç idarelerinde muhtar eyaletler dışındaki yerlerden milletvekilleri iki dereceli bir seçimle parlamentoya girdi  Ahmed Vefik Paşa, ilk Meclis Reisi oldu  Meclisin, hükumeti düşürme yetkisi yoktu  Birinci Meşrutiyetin Osmanlı parlamentosunda ana dili Türkçe olan milletvekili sayısı % 50yi bulmuyordu  Rum, Bulgar, Romen, Ermeni, Yahudi, Sırp gibi gayri müslim milletvekilleri olduğu gibi, Müslüman fakat Türk olmayan ayrılıkçı milletvekilleri de vardı  Bunlardan Rum, Ermeni Patriki Narses, Rus Çarına başvurarak Doğu Anadoluda bağımsız bir Ermenistan Devletinin kurulması için yardım yapılmasını isteyebiliyordu  Türk milletvekilleri de müsbet bir icraat ortaya koyamıyorlardı  Bunun üzerine İkinci Abdülhamid Han, 13 Şubat 1878de Meclis-i Mebusanı süresiz olarak tatil etti  Böylece, Birinci Meşrutiyet 1 yıl 1 ay 21 gün sürmüş oldu  Fakat Doksanüç Anayasası kaldırılmadı  Milletvekillerinin görevleri sona ermesine rağmen, ayan üyelerinin (senatörlerin) görevlerine son verilmedi  Âyan üyeleri, hayatları boyunca "Âyan Üyesi" ünvanını taşıdılar  Bunlardan üç kişi, 1908e kadar hayatta kalabilmiş ve 1908 İkinci Meşrutiyet parlamentosuna dahil edilmişlerdi   Meşrutiyetin ikinci defa ilan edilip süresiz tatile giren Meclis-i Mebusanın yeniden toplanması için ilk faaliyet İttihad-ı Osmani ismiyle birkaç kişi arasında kurulan bir cemiyet tarafından başlatıldı  Bu cemiyet daha sonra İttihat ve Terakki ismini aldı  1885te ismini duyuran cemiyetin fikirleri; Mülkiye, Harbiye ve Tıbbiye talebeleri arasında yayılmaya başladı  Hükumete ve Padişaha muhalif olan bu hareket, haber alınarak dağıtıldı  Sıkı şekilde takip edilmeye başlanınca cemiyet üyelerinin büyük bir kısmı yurt dışına kaçtı  Paris, Napoli, Cenevre ve Londrada çıkardıkları gazete ve dergilerde hükumet aleyhine, Meşrutiyetin ilanı lehine yazılar yazıp, bunları yurda gizlice sokmaya başladılar  Fransız İhtilalinin yüzüncü yıldönümünü kutlama merasimleri dolayısıyla Parise giden Ahmed Rıza da orada kalarak Jön Türk hareketinin liderliğini ele aldı  Çıkardığı Meşveret Gazetesinde ve saraya yazdığı layihalarda o da meşrutiyet, hürriyet kavramını işlemeye başladı  Ancak Jön Türklerin yurtdışı yayınları tenkit ve temennilerden ibaret kaldı  Osmanlı Devletinin sosyal ve ekonomik temellerine dair araştırma ve yayın faaliyetinde bulunamadılar   Jön Türkler yurda döndüklerinde hiçbirisi tecrübe ve tetkik sahibi olmak hüviyetini taşımıyorlardı  Ülkenin ve çağın sosyal, siyasi şartlarından habersiz, gerekli fikir olgunluğundan mahrumdular   İttihat ve Terakki Cemiyeti ilk kongresini 1902de Pariste yaptı  Kongreye İttihat ve Terakki üyeleri Prens Sabahaddin ve taraftarları, Sırp, Bulgar ve Ermeni komitacı reisleri katıldılar  Oy çokluğu ile alınan kararların en önemlileri Meşrutiyetin ilanı için iş birliği yapmak ve Osmanlı Devletinde milliyetlere göre mahalli muhtariyetlerin kurulmasını sağlamak gibi hususlar teşkil ediyordu  Ahmed Rıza ile Prens Sabahaddin arasında kongrede ortaya çıkan anlaşmazlık her ikisinin bir araya geldiği ilk ve son kongre olmasına sebep oldu   Ahmed Rıza, Meşrutiyetin ilanı için yabancı devletlerin müdahalesi fikrini reddederken Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyetçi fikirleriyle meşhur Prens Sabahaddin bunu savunuyordu  Yine bu kongrede hatırat yazılmaması, bu işin teşekkül ettirilecek bir heyet tarafından yapılacağı karara bağlanmış ancak, bu heyet teşekkül ettirilmemiştir  Cemiyetin gizliliği prensip edinmesi ve heyetin de teşekkül ettirilmemesi sebebiyle 1908 öncesine ait İttihat Terakki hakkındaki belgelerin sayısı çok azdır  Almanya 1898den itibaren Meşrutiyet idaresi için İttihat ve Terakki hareketine gizlice yardım etmeye başladı  İttihatçılar kendi aralarında İngiliz ve Alman yanlısı diye ikiye ayrılmaya başladılar  Fakat bu ihtilaf Meşrutiyete kadar pek önemli bir mesele olmadı   Sultan İkinci Abdülhamid'in sarayda bir heyet teşekkül ettirerek, Türklerin hakimiyetinde olan bir meclis yapısına müsait yeni bir anayasa hazırlattırıp, tatbik ettirmeyi düşünüyordu  Ancak buna fırsat kalmadan dağa çıkan üçüncü ordu subaylarından, Enver ve Niyazi Beylerin başlattığı hareket sonucunda  Ferizovik,  Selanik ve  Manastırda 20 Temmuz 1908de Meşrutiyet ilan edildi  Bunun üzerine Sultan Abdülhamid Han 23 Temmuz 1908de Kanun-ı Esasiyi tekrar yürürlüğe koymak zorunda kaldı  Rumelide büyük gösterilerle ilan edilen Meşrutiyet, İstanbul gazetelerinde ehemmiyetsiz bir haber olarak yer aldı  Saraydan vilayetlere gönderilen bir emirname ile Kanun-ı Esasinin yürürlüğe girdiği belirtilerek Birinci Meşrutiyet meclisinin kabul ettiği seçim kanunu mucibince seçimlerin yapılarak mebusların İstanbula gelmesi istendi  İkinci Meşrutiyet bir fikir ve doktrin hareketi değildi  Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu şartlara göre Meşrutiyet geldikten sonra ne yapılacağını kimse bilmiyordu ve tesbit etmek gereği de duyulmamıştır  İttihat ve Terakki hareketinin ise kendine ait bir lideri, programı ve fikri yoktu  Meşrutiyetten önceki gizliliğini sonra da devam ettirdiği için ortaya çıkan otorite boşluğu anarşi ve cinayetlere yol açtı  İttihatçılar yeni kurulan hükumette vazife almayıp, vaziyeti kontrol altında tutmaya çalıştılar  Sultan İkinci Abdülhamid Hanın dönemine büyük bir tepki olarak eski rejimin adamları üç sene içinde tasfiye edildiler  Sultan İkinci Abdülhamid Han muhaliflerini maaşla merkezden uzaklaştırırken, İttihatçılar suikast tertipleyerek öldürmeye başladılar   İkinci Meşrutiyetten bir şeyler bekleyenler, beklediklerini bulamadılar  İlan edilen umumi afla yurda dönen Jön Türkler ve dağlardan *****larını bırakarak inen komitacıların da katıldığı suni kardeşlik havası fazla sürmedi  17 Aralık 1908de toplanan Meclis-i Mebusandaki azınlık mebusları ekseriyette olup, meclis, Birinci Meşrutiyet meclisi gibi azınlıkların mücadele sahası haline geldi  Balkanlarda, Osmanlı Devletine başkaldıran altı Bulgar çete reisi, Sandasky de dahil olmak üzere mebus seçildiler  Sason İsyanı tertipcilerinden Ermeni Komitası Reisi Hamporsam Boyacıyan ve Damadyan, Kozan Mebusu oldular  Balkan Harbinde dünya askerlik tarihinin en son kale müdafilerinden  Hasan Rıza Paşayı  İşkodra Muharebesinde arkadan vuran ve Sultan İkinci Abdülhamid Hanın hallini bildirmeye memur dört kişiden biri olan, Arnavut Draç Mebusu Esad Toptani ise meclisin ateşli hatipleri arasındaydı  266 mebustan sadece 137si Türktü   31 Mart Vakasından sonra Kanun-ı Esaside çok büyük değişiklikler yapılarak padişahın yasama ve yürütme yetkileri önemli ölçüde sınırlandırıldı  Veto yetkisi kaldırılarak, nazırlar parlamentoya karşı mesul duruma getirildi  Bundan sonra padişahlık makamı hilafet ve saltanatın kaldırılışına kadar sembolik yetkileri olan bir mevki haline geldi  Sultan Beşinci Mehmed Reşad, meşrutiyet rejimi içinde tahta geçip, bu dönemde ayrılan tek padişah oldu  | 
|   | 
|  | 
|  |