İstanbul Boğazı Geçmişi |
08-20-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
İstanbul Boğazı GeçmişiGeçmişi Bizans dönemi ve öncesi İstanbul Boğazı kıyılarında ilk yerleşim yeri İÖ 685 yılında Megara'dan gelen Yunanların günümüzde tarih yarımada olarak adlandırılan bölgeye gelmesiyle kurulmuştur Bu yerleşim yeri günümüze pek çok kez el ve ad değiştirerek gelmiştir Bunu, yine yakın dönemlerde Dorların Anadolu Yakası'nda günümüzde yerini Kadıköy ilçe merkezinin aldığı Kalkedon kentini kurması izlemiştir[46][47] Günümüzde yerinde Üsküdar ilçesinin bulunduğu alanda kurulmuş olan Skutari şehri de Boğaziçi'nin en eski yerleşim birimlerinden biridir[48] Boğaz, ilk çağda Karadeniz kıyısında kurulmuş olan kolonilere ulaşma açısından önemli bir suyoluydu İÖ 493'te İskit seferine çıkan Pers imparatoru I Darius İstanbul Boğazı'nı yüzlerce gemiyi yan yana sıralayıp yüzer bir köprü oluşturarak geçmişti[49][50] İstanbul'un Bizans dönemindeki hali Doğu Roma İmparatorluğu kurulduğunda Boğaz kıyısında bu üç şehir dışında önemli bir yerleşme yoktu ve küçük kıyı köylerinde insanlar balıkçılıkla uğraşırlardı Boğaz çevresinde nüfus arttıkça ve şehirler büyüdükçe Boğaz önem kazanmaya başladı Özellikle Marmara Denizi, İstanbul Boğazı ve Haliç ile çevrili olan ve güçlü surlarla korunan Konstantinopolis şehri bölgede önemli bir güçtü Doğu'da Müslümanların ilerlemeleriyle birlikte Boğaz ve kıyıları dönemin çok kutuplu dünyasında kilit bir önem kazandı Bu dönemde Katolik Avrupa, kutsal sayılan Kudüs şehrini ele geçirmek için Müslümanlar üzerine seferler düzenliyordu 1204 yılında Konstantinopolis üzerinden gerçekleştirilen dördüncü seferde Katolikler Ortodoksluğun merkezi olan bu şehri ve çevresini de ele geçirdiler ve burada Katolik Latin İmparatorluğu'nu kurdular[51][52] Bu olayın ardından Konstantinopolis ve Boğaz, 57 yıl boyunca Latin İmparatorluğu yönetiminde kaldı[53] Bölgenin egemenliği 1261 yılında Bizans imparatoru VIII Mikhail Palaiologos'un şehri ele geçirmesiyle yeniden Ortodokslara geçti[54] Dönem dönem Arapların ve Bulgarların da Boğaz üzerinden akınlar düzenlediği Konstantinopolis'e 15 yüzyıldan itibaren ise Türkler saldırıda bulunmaya başladı[55] Bu saldırılardan kapsamlı olarak yürütülen ilki, II Murad komutasındaki Osmanlı ordusunun, 1422 yılında II Manuel Palaiologos yönetimindeki Bizans İmparatorluğu üzerine yaptığı akındır Şehri ele geçirmek amacıyla yapılan bu kuşatma Osmanlı Devleti'ndeki iç karışıklıklar nedeniyle Türkler adına başarısızlıkla sonuçlanmıştır[56] Konstantinopolis'in düşüşü ancak 1453 yılında II Mehmed'in kuşatmasıyla gerçekleştirilebilmiştir[57] II Mehmed, şehri ele geçirebilmek için önce Boğaz çevresindeki bölgeleri ele geçirmiş, sonra da buradaki mevcut kaleleri güçlendirmiştir Boğaz'ın en dar noktasına Anadolu Yakası'nda I Bayezid tarafından yaptırılan hisarın karşısına ise yeni bir kale yaptırmıştır Rumeli Hisarı ve Anadolu Hisarı olarak adlandırılan bu yapılar günümüzde hala ayaktadır[58] [59] Osmanlı dönemi Konstantinopolis'i fethetme düşüncesiyle ön hazırlıklar yapan Osmanlı sultanları öncelikle İstanbul Boğazı çevresini ele geçirmişler ve buralarda iskan politikası yürütmüşlerdir Bu dönemde ilk kez Boğaziçi'nde Türk köyleri de kurulmuştur Konstantinopolis şehrinin 53 gün süren kuşatma sonucu 29 Mayıs 1453 tarihinde düşmesiyle yeni köyler de kurulmaya devam etmiş, mevcut köylerin nüfusları hızla artmıştır [60] İstanbul Boğazı Türk kültüründe ve günlük yaşamında 18 yüzyıldan itibaren etkili olmaya başlamıştır Boğaziçi'nde pek çok noktada Osmanlı sultanlarına avlaklar, hasbahçeler, gezi parkurları oluşturulmuştur[61] Özellikle Lale Devri süresince Boğaz'ın en seçkin noktalarına kasırlar yaptırılmış, Boğaz kıyıları dönemin ileri gelenlerinin yaptırdıkları yazlık konaklarla dolmuştur[61] Sayfiye yeri olarak öne çıkan Boğaz kıyılarının belirli noktalarında kadınlar ve erkekler için deniz hamamı denen ayrı kumsallar açılmış, Boğaz'da kayıklarla yapılan mehtap sefaları moda olmuştur[62][63][64] İstanbul Boğazı 19 yüzyılda da bu dönemde kazandığı önemini korumuştur Boğaza nazır tepelerde oluşturulan korular, parklar ve kıyılara yaptırılan mimari bakımdan batı esintileri taşıyan sahilsaraylar bu dönemin en belirgin özellikleridir[65] Dolmabahçe Sarayı, Beylerbeyi Sarayı ve Çırağan Sarayı bu dönemden günümüze gelen en bilinen yapılardır Boğaz'ın asker ve politik bir sorun olarak yeniden gündeme gelmesi 20 yüzyılda Osmanlı Devleti'nin eski otoritesini yitirdiği dönemde ortaya çıkmıştır[66] Birinci Dünya Savaşı sırasında tarafsızlık politikası güden Osmanlı Devleti, yönetimini elinde bulundurduğu Boğazlara savaş gemilerinin girmesine izin vermiyordu ancak kendisine sığınan Almanya bandıralı SMS Goeben ve SMS Breslau gemilerine barınma hakkı vererek tarafsızlık politikasını terk etti[66] Uygulamada ise bunu sürdürmek için gemileri satın aldığını ve adlarını Yavuz ve Midilli olarak değiştirdiğini bildirdi[66][67] Bu gemiler Osmanlı yetkililerin bilgisi dışında Boğaz'ı geçerek kuzey Karadeniz'de Rus limanlarını topa tuttular[66][67] Bu ve bunun sonucunda gelişen olaylar nedeniyle savaşa dahil olup, yenilen Osmanlı Devleti Boğazların egemenliğini tümüyle yitirdi[67] Yenik Osmanlı Devleti ile kazanan taraflar Mondros Antlaşması'nı imzaladılar ve antlaşmanın imzalanmasından kısa süre sonra, 13 Kasım 1918 günü Osmanlı Devleti toprakları işgal edilmeye başlandı[68] İstanbul Boğazı'na ilk yabancı ülke donanmaları bu tarihte girdi 22 İngiliz, 12 Fransız, 17 İtalyan ve 4 Yunan gemisinden oluşan 55 birimlik müttefik donanması Dolmabahçe ve Sarayburnu önlerinde demirledi[68][69] Gemilerden çıkan askerler, İstanbul'da gerekli görülen stratejik noktalara konuşlandırıldılar Bir grup asker ve gemi ise Boğaz'daki istihkamları ve tersaneleri boşaltıp teslim aldılar[68] Bu tarihten başlayarak 20 Temmuz 1936 tarihine dek Boğazlar önce savaşı kazanan devletlerce, daha sonra ise uluslararası bir komisyonca yönetildi[70]<br clear="all" />Cumhuriyet dönemi Osmanlı Devleti'nin ve müttefiklerinin Birinci Dünya Savaşı'nda yenilmesinin ardından sırasıyla Mondros[71], Sevr[72] ve Lozan Antlaşmaları imzalandı[73] Mondros Antlaşması uyarınca başkent İstanbul ve taşra toprakları işgal edilirken, Sevr Antlaşması ise yürürlüğe girmedi Sevr Antlaşması'nda Türk Boğazlarının Milletler Cemiyeti bünyesinde oluşturulacak uluslararası bir komisyon tarafından yönetilmesi öngörülüyordu Komisyon başkanları ve temsilcileri üye ülkelerden seçilecek ancak Türkler bu komisyona başkanlık edemeyecekti[74] Sevr Antlaşması uygulamaya konulmadığı için Boğazları ilgilendiren bu hükümlerde devre dışı kaldı Bu dönemde Türklerin direniş başlatarak bağımsızlık kazanması üzerine Türkiye Cumhuriyeti kuruldu Lozan Antlaşması ise kazanan devletlerle yeni Türk devleti arasında yapıldı Bu antlaşmada Türkiye'nin uluslararası alanda birçok diplomatik kazanımı olsa da Boğazların egemenliği tam olarak Türk tarafının lehine sonuçlanmayan en önemli konulardan biriydiLozan Antlaşması'nı imzalayan Türk heyeti Lozan Antlaşması'na göre Türkiye'nin sınırları ve Boğazlar Komisyonu yetki alanı Montrö Boğazlar Sözleşmesi Sevr Antlaşması ile kurulamayan uluslararası komisyon, Lozan Antlaşması ile kuruldu ancak bu kez komisyona Türk tarafından seçilen bir kişi başkanlık edecekti Boğazların tüm ticaret gemilerine açık olması, barış zamanında da savaş gemilerinin belli bir sınırlamayla serbestçe Boğazlardan geçmesi öngörülüyordu Savaş zamanında Türkiye tarafsızsa Boğazlardan geçişleri engellemeyecek, savaşa katılmışsa karşı devletlerin gemilerine istediği biçimde müdahalede bulunacaktı Savaş zamanı tarafsız devletlerin ticaret gemileri yardım götürmüyorsa yine serbestçe Boğazlardan geçebilecekti Boğaz çevresinde kritik noktalar *****sızlandırılacaktı[73][75] Boğazlar, 20 Temmuz 1936 tarihine dek bu koşullar altında yönetildi İkinci Dünya Savaşı öncesinde gerilmeye başlayan siyasi ortamda, Türkiye güvenlik kaygıları olduğunu dile getirerek Boğazlar üzerinde yetkisini arttırmak için harekete geçti[76] Konuya hakim bir heyet tarafından bir taslak hazırlandı ve Türk tarafının bastırması sonucu İsviçre'nin Montrö kentinde Boğazların durumu için Karadeniz'e kıyıdaş olan ya da Boğazlarla ilgili olan devletler arasında görüşmeler başlatıldı[76] Görüşmeler sırasında Türkiye'yi dönemin dışişleri bakanı Tevfik Rüştü Aras, Londra Büyükelçisi Fethi Okyar, Paris Büyükelçisi Suad Davaz, Genelkurmay ikinci başkanı Asım Gündüz ve Türkiye'nin Milletler Cemiyeti sürekli delegesi Necmettin Sadak'ın içinde bulunduğu 24 kişilik bir grup temsil ediyordu[76] Türk tarafı, gemiler için işlemekte olan geçiş serbestisine karşı çıkmıyor ancak asker gemilerin geçişleri süresince ulusal güvenliği sağlamak için yetki istiyordu[77] Karadeniz'e giren savaş gemilerinin sayısına ve Karadeniz sularında kalış süresine sınırlama getirilmesi de Türkiye'nin istekleri arasındaydı Türk tarafına Boğazlar üzerinde tam egemenlik hakkı veren bu istekler Karadeniz'e kıyısı olan diğer ülkelerin çıkarlarına da uyduğu için söz konusu ülkelerce desteklendi[77] Yetkilerin komisyon tarafından sürdürülmesi konusunda bastıran Birleşik Krallık'ın görüşleri kabul görmedi ve imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile Türkiye güvenlik konularında Boğaz üzerinde tam yetkili oldu[76][77] Boğazların egemenlik hakkı Türkiye'ye tanındıktan kısa bir süre sonra İkinci Dünya Savaşı patlak verdi Savaşın sonuna dek katı bir tarafsızlık politikası izleyen Türkiye, ilgili antlaşmalar ve sözleşmeler uyarınca Boğazları tüm muharip ülkelerin savaş gemilerine kapalı tuttu[78] Türkiye'yi Alman ve İtalyan savaş gemilerini ticaret gemisi sayarak Boğazlardan Karadeniz'e sokmakla suçlayan Sovyet Rusya, Türkiye'ye nota verdi[79] Boğazların Karadeniz'e kıyıdaş ülkelerce yönetilmesini öngören bir yönerge taslağıyla sözleşme değişikliği isteminde bulundu ancak Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık Türkiye'nin itirazlarını destekleyince Rusya'nın önerisi görüşülmeden bırakıldı[79] Türkiye, Boğazalarda İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra güvenlik tehdidi olarak değerlendirilebilecek herhangi bir olay yaşamadı ancak özellikle son 50 yıl içinde Boğazlardan geçen ve akaryakıt taşıyan gemilerin yaptığı kazalar nedeniyle çevre felaketlerinden zarar gördü[80] Boğazlarda egemenlik ve savaş gemilerine kapalı olma konuları 2008 yılındaki Güney Osetya Savaşı'nda yeniden gündeme geldi Gürcistan'a insan yardım götürmek amacıyla NATO adına USNS Comfort ve USNS Mercy adlı ABD savaş gemilerinin Boğazlardan geçmesi Türkiye'de Montrö Boğazlar Sözleşmesi'nin ihlal edildiği konusunda hararetli tartışmalara yol açtı[81] Yabancı ülke savaş gemilerine kapalı olan Boğazlarda özel günlerde Türk *****lı Kuvvetleri'nin kutlama etkinlikleri yürütülür Zafer ve Kabotaj bayramlarında fırkateynler, denizaltılar ve hücum botları simgesel top atışlarıyla İstanbul Boğazı'ndan geçer[82] Kaynak : Wikipedia |
|