Prof. Dr. Sinsi
|
Tarihten İlginç Olaylar
Haçlı Seferlerinin Yıkımı
Ortadoğu'ya yapılan Haçlı Seferleri
Kudüs, 1095
Her şey ideallerin en asiliyle, sözde barbar kafirlerin elinde olan kutsal toprakları kurtarmak arzusuyla başladı Bununla da bin yıl süren savaşlar ve bugüne kadar artan bir şiddetle gelen ve tehdit eden, her an patlamaya hazır bir bomba ortaya çıktı Ama bu idealizmin arkasında daha pratik ve ticari sebepler vardı
Avrupa'dan her yıl binlerce turist bölgeyi ziyaret etmeye gidiyor ve ticareti canlandırıyorlardı Avrupalılara ilaveten, yedinci yüzyılda Bizans İmparatorluğu'ndan Kutsal Toprakları alan Araplar da bölgeyi aynı şekilde kutsal sayıyorlar, Kudüs'ü Mekke ve Medine'den sonra üçüncü kutsal şehir kabul ediyorlardı
11 yüzyılda daha dindar bir görüşe sahip olan Selçuklu Türkleri bölgeye geldiğinde işler biraz kızışmaya başladı Artık, ara sıra turistlerin saldırıya uğradığı oluyor, yeni vergiler ödemek zorunda kalıyorlar, katırları kaçırılıyor ve cinayetlere kurban gidiyorlardı Elbette, Avrupa'ya bunların haberi geliyordu Yapılan haksızlıklar anlatıla anlatıla abartılı boyutlara varıyordu Ama aynı şekilde bir gemi dolusu Müslüman on birinci yüzyıl Paris'ine ya da Londra'sına gelmiş olsaydı, başlarına neler geleceğini ancak Allah bilir
Konstantinopolis şehrinin karşı karşıya kaldığı tehlike, endişeyi daha da artırdı Selçukluların Kudüs'ü almasından bir sene önce, 1071'de Bizans ordusu Malazgirt Savaşı'nda ağır bir yenilgiye uğramıştı Sonraki yirmi sene boyunca Türkler Anadolu'nun içlerine doğru ilerlemişlerdi Öyle ki artık Konstantinopolis bile güçlü bir saldırı karşısında teslim olacak gibiydi
Bizans imparatorları, özellikle papaya mektup yazarak Batı'ya acil yardım çağrılarında bulunmaya başladılar Katolik kilisesi ve Bizans İmparatorları arasındaki ilişki yüzyıllardır gergindi Aralarındaki en önemli anlaşmazlık imparatorun papanın üstünlüğünü kabul etmemesiydi Yaklaşan Selçuklu tehlikesiyle imparator köşeye sıkıştı ve papayla anlaşmayı kabul etti Ayrıca, eğer Konstantinopolis düşerse Avrupa'nın kapılarının açılacağını ve yakında Orta Avrupa'nın savaş alanına döneceğim söyleyerek ikna etti
Sonunda, Papa II Urban, tabii başka nedenlerin de etkisiyle 1095'de harekete geçti Bizanslıların öne sürdüğü gibi, şehrin Avrupa savunmasında bir ön cephe olmasının ne denli önemli olduğunu anladı Ayrıca ortalıkta boşta gezen çok fazla zırhlı şövalye vardı ve sadece şiddet kullanmayı biliyorlardı 11 yüzyıl Avrupa'sında baş gösteren sıkıntı, bazı açılardan günümüzün kentlerinin başına bela olan silahlı çetelerin durumuna benziyor, silahsız birçok kişi arada kalıyordu
Katliamın önüne geçemeyen papanın aklına bir çözüm yolu geldi Madem birbirlerini öldürmelerini engelleyemiyordu, belki de onları kafirlerin üstüne salmak daha akıllıca bir fikirdi Hıristiyan olmayanları Tanrı adına öldürmek günah değildi, saldırgan enerjilerini kullanabilirlerdi ve bu arada daha da önemlisi şiddet başka bir yerde olurdu Sonunda, Kutsal Toprakları kurtarmanın çok iyi olacağına ve Tanrının zaferine hizmet edeceğine karar kıldı
Böylece, II Urban 1095'de yaptığı ateşli bir konuşmayla Kutsal Toprakları kurtarmak için Kutsal Savaş ilan ettiğini açıkladı ve o zamana kadar tahmin edilemeyecek büyüklükteki saldırgan bir kitleyi serbest bıraktı
11 yüzyılda lojistik destek sağlamadaki en büyük sıkıntı insan toplamak olduğundan Urban, haçlı seferinin, profesyonel askerlerin yardımıyla iyi düzenlemiş, yirmi, otuz binden fazla olmayan küçük bir ordudan oluşacağını sanıyordu Maalesef birkaç ay içerisinde Keşiş Peter'in yönetiminde neredeyse yüz bin kadar köylü kendi Halk Haçlı Birliği'yle yola çıktı Peter, kullandığı düz bir mantıkla hayli ikna ediciydi; Tanrı'nın basit insanları sevdiği için, Kutsal Toprakları kurtarma onurunu de kesinlikle onlara bahşedeceğini anlatıyordu
Bu güruh Macaristan'a girdiği zaman bir kısmı çoktan açlıktan kırılmaya, diğer kısmı da çapulculuğa başlamıştı Konstantinopolis'e geldiklerinde imparator, hiç bekletmeden köylüleri hemen Anadolu'ya gönderdi Orada kendilerini beklemekte olan Türkler tarafından da hemen kılıçtan geçirildiler
İlk haçlı seferi 1097'de Konstantinopolis'e geldiğinde çok korkmuş imparator Alexius'la karşılaştılar Yüz bini aşan sayıları ne bir düzenlemeyi, ne de yiyecek sağlamayı mümkün kılıyordu İmparator, kendisine sadakat yemini edecek ve esas amacı doğrultusunda, yani Anadolu'yu geri almak için savaşacak küçük, profesyonel bir birlik istemişti Kutsal Topraklar her zaman sadece ideal bir amaç olmuş, ama bunun başarılabileceğine kimse inanmamıştı Şimdiyse on binlerce kavgacı, disiplinsiz şövalyeyle, serflerle ve kibirli prenslerle karşı karşıya kalmıştı Bunların çoğu da daha birkaç sene önce Bizanslılara karşı savaşmışlardı
Bu kalabalığın eline fırsat geçerse kendi tacını başından alacaklarından korkan imparator, şehrin kapılarını kapattırdı Haçlılar da Bizanslılardan hiç hoşlanmıyorlar ve güçlü olmalarından nefret ediyorlardı Bu kadar yolu, sadece bir imparatorun kişisel çıkarları uğruna savaşmak için gelmemişlerdi
Kutsal Toprakları almak, böylece bütün günahlarını affettirmek ve bu uğurda ölüp şehit olurlarsa cennete kesin bir gidiş bileti elde etmek istiyorlardı Bizanslılar bu yeni orduyu beslerken sıkıntılı bir zaman geçmeye başladı Haçlı askerleri bir şekilde çıkar sağlamanın yollarını hızlandırmayı düşünmeye başladılar Yüksek amaçları yavaş yavaş arka planda yerini alıyordu
Sefer sözüm ona Bizanslıların yönetiminde bir sonraki bahar başladı Sonraki iki sene çok kanlı geçti İklim ve bölge Fransız, Alman ve İngiliz askerlerine tamamen yabancı olduğundan büyük sıkıntılar çekildi Yakıcı sıcaktan ve savaşlardan adamların en azından üçte ikisi yolda öldü Sonunda, neredeyse üç sene sonra hedeflerine, Barış Prensinin Kutsal Şehri olan Kudüs'e vardılar
Çatışma başladı, surlarda gedikler açıldı Böylece tarihin en kötü ve en kanlı katliamlarından biri, şehirdeki hemen hemen herkesin kılıçtan geçirilmesiyle gerçekleşti Saldırganlar ruhlarının ebedi kurtuluşla korunduğuna inandıklarından kentin yarısından fazlasının Yahudi ve Hıristiyan olması onları pek etkilemedi
Böylece Birinci Haçlı Seferi sona erdi Çarpışmaların devam etmesine rağmen seksen yıl boyunca Kutsal Topraklar Haçlı eyaletlerine bölündü Papanın planıyla aslında Kutsal Topraklar kurtarılmıştı, ama bu uğurda yüz binlerce insan canından olmuştu
Ama bu arada durum giderek kötüleşiyordu Tarihçiler olayları belli gruplarda sınıflandırmayı sevdiklerinden daha sonra kitaplarda İkinci Haçlı Seferini, Üçüncü Haçlı Seferini okuruz Halbuki hepsi birbiriyle bağlantılı bir sürecin parçasıdır Bölgeye, iki yüzyıldan fazla bir süre Haçlı Seferleri yapıldı Bazıları gerçek dini duygularla, bazıları da günahlarının affolunması için gidiyordu Ama büyük bir kısmını ilgilendiren, toprak ya da elde edecekleri ganimetlerdi
12 yüzyıl boyunca Fransa'dan, hatta Norveç'ten ve Danimarka'dan bile haçlılar geldi İskandinavya'dan gelenlerin çoğu Kudüs'e varabilmek için Rusya büyüklüğünde yol kat ettiler Art arda süren saldırıların en ünlüsü, efsanevi Aslan Yürekli Rişar'ın yürüttüğü Üçüncü Haçlı Seferi'ydi
Üçüncü Haçlı Seferi, gerçekten de akla yatkın bir sebeple başladı 1187'de, kendi Müslüman Haçlı Seferi'ni yapan Selahaddin Kudüs'ü Hıristiyanların elinden geri almıştı Batılı güçlere yapılan bu hakaret karşısında İngiltere, Fransa ve Kutsal Roma İmparatorluğu kralları, eski anlaşmazlıklarını bir kenara bırakarak kutsal seferde bir araya geldiler
Rişar altı yıldan fazla savaştı Savunma o kadar kuvvetli ve akıllıcaydı ki, ancak bir kere Kudüs yakınlarına gelebildiler Sonunda en iyi şeyi yaparak bir barış anlaşmasında karar kıldılar Anlaşmaya göre, Batılı turistler Kutsal Şehir'i ziyaret edebileceklerdi Rişar ülkesine geri dönerken yolda bir düşmanı tarafından pusuya düşürüldü Aslında İngilizler, Rişar'ı kaçırana teşekkür bile edebilirlerdi Çünkü efsanevi olmasının bir nedeni de tahta çıktığından beri İngiltere'ye ayak basmamasıydı İngiltere onun için dipsiz bir para kuyusu ve asil amaçlarını gerçekleştirmek için adam yollayan bir yerdi
Sonunda ülke iflas etti ve kendisi için istenilen fidyeyle daha büyük bir maddi sorun yarattı İşin en garibi, John kardeşini kurtarmaya çalışırken ülkenin kötü bir durumda olmasının tüm suçu onun omuzlarına yükleniyordu Rişar ülkesine döndüğünde, yeni bir ordu hazırlıklarına girişerek ülkeyi daha da fazla borca soktu Sonra da eski müttefiki Fransa'ya saldırdı ve kısa bir süre içinde orada öldürüldü John, hükümdarlığı boyunca yapılan zararı onarmakla uğraştı ve daha da kötü bir üne sahip oldu
Haçlı Seferleri hala devam ediyordu Bir sonraki yüzyılda bir düzineden fazla sefer düzenlendi; bunların arasında en yıkıcı olanı Dördüncü Haçlı Seferi'dir Fransa'dan yola çıkan ordu Venedik'te ulaşım aracı ararken yine tarihte görülmemiş bir "iyi fikir" bulundu Diplomatik zekalarıyla ünlü Venedikliler, Fransızları Kutsal Topraklara götürmeden önce kendi çıkarları için Zara'yı (bugünkü Zadar) Macaristan'dan geri almak için ücretli asker olarak kiralamak istediler
Fransızlar bu anlaşmayı kabul ettiler Zara geri alındı ve yağma edildi Bunun sonucunda Papa tüm orduyu aforoz etti Ondan sonra her şey kötüye gitmeye başladı Venedikliler, kiralık ordularına şimdi de Bizans'taki zenginlikleri anlatmaya başladılar Bizans İmparatoru'nun tahttan indirilen bir akrabasına yardım etmek amacının arkasına sığınan Haçlılar Konstantinopolis'e girdiler Şehri yakıp yıktılar, yağmaladılar ve nüfusun hatırı sayılır bir bölümünü katlettiler Sonra da tahta kukla bir imparator oturttular
Haçlıların esas amacı olan Konstantinopolis'i Türklere karşı korumak tamamen bırakılmıştı ve bu hain saldırının Avrupa'ya da zararı çok büyük oldu Sonunda, eski Bizans İmparatorluğu ailesi yavaş yavaş bu kadim şehrin tahtına tekrar geçti, ama artık eski güç ve pırıltının sadece gölgesi vardı İmparatorluğun çöküşü ise baştakilerin o andan itibaren takındığı tutum yüzünden hızlandı
Dördüncü haçlı ordusu savaştan elde ettikleriyle geri döndü On yıl sonra papa tekrar denedi Bu ordu Mısır'da bir saldırı üssü oluşturmaya çalıştı Bu, sıradışı bir plandı ve sonunda Nil deltasının salgın hastalıklarla dolu ortamında gerçekleşmesi mümkün olmadı
Ama yine de çaba gösterildi 1260'larda bölge Moğol istilasına uğradığında savaşçı olarak yetiştirilen kölelerden gelen bir hanedan, Memlükler Mısır'ı yönetiyordu Kendi aralarındaki anlaşmazlıklar yüzünden haçlılarla işbirliği yapma eğilimindeydiler İki taraf da yakında oraya ulaşması beklenen Moğollara karşı haçlılarla birleşmek istiyordu Ancak buna gerek kalmadı çünkü Moğollar Kudüs'ü geçtikten sonra geri çekildiler
En korkunç haçlı seferlerinden biri çocukların katıldığı haçlı seferiydi Avrupa'nın ortaçağdaki şehirleri yetim ve öksüz çocuklarla doluydu Bazı insanlar, yetişkinlerin yapamadıklarını, çocukların yapacaklarına inanıyordu Çünkü günahsız oldukları için, kutsal topraklara ilerlerken tanrı onları koruyacaktı Binlerce Avrupalı çocuk yollara döküldü Yol boyunca hayatta kalmak için de dileniyor ve hırsızlık yapıyorlardı
Kilise çocukları vazgeçirmek için çaba gösterdiyse de masum bir şekilde kendilerini ortaya atmalarına hiçbir şey engel olamadı İtalya kıyılarına ulaşan çocuklar toplandı ve liderler gemi sahipleriyle çocukları kutsal topraklara götürmeleri için anlaştı Ama bu çocukların hepsi gemilere yüklenip Kuzey Afrika'ya götürüldü Orada da köle olarak satıldı
Haçlı seferlerinden birinde ise Fransa'nın dışına bile çıkılamadı Fransız kralı papayla işbirliği yapıp ülkenin güneyinde yaşayan Albigenlere karşı bir kutsal savaş ilan etti Kuzeyde yaşayan binlerce Fransız asilzadesi de bu savaşa katıldı Oluşturulan güç Provence bölgesine girdi ve Albigen olanları da olmayanları da öldürdü ve topraklarını ellerinden aldı
Haçlı ruhu sonunda 14 yüzyılda, Kudüs'ün Memlûk ve Osmanlı saldırılarına karşı koyamayıp düşmesiyle son buldu, yüzyıl savaşları, İtalyan şehir devletlerinin anlaşmazlıkları ve Büyük Salgın Haçlı Seferlerini bitirdi Sonuç korkunçtu Bizans İmparatorluğu darmadağın oldu Yüz binlerce insan öldü ve Müslümanlar Avrupalıları mutlaka püskürtülmesi gereken işgalciler olarak görmeyi öğrendi Savaş ve özgürleşmenin ardındaki olumlu fikirler her zamanki gibi hırsa, idealizm çılgınlığına, dinsel bir nefrete; zalim ve uzun bir acıya dönüştü
coşkun cünedioglu
Vikingler ve Amerika
Koskoca bir kıtanın kişisel nedenle kaybı
İS 1001
11 yüzyıl Viking halklarının en güçlü olduğu dönemdi Kanunları çok iyi düzenlenmiş, vahşetleriyle ünlenmişlerdi Yöneticileri dünyanın en zengin ve en güçlülerindendi Bizans İmparatorluğu'nun gurur duyduğu şeylerden biri, İmparator Varangian'ın muhafızlarının tamamen Rusya'dan ve İskandinavya'dan gelme Vikinglerden oluşmasıydı Vikingler gemileriyle Dublin'den Kiev'e kadar yelken açarlardı
Ama şaşırtıcı bir şekilde, Amerika kıtasına yerleşmediler Hem de Avrupalılar arasında yerleşme olanağına ilk onlar sahip olmuşken  Vikinglerin toprak hırsları, neredeyse altına duydukları kadardı Nova Scotia kıyılarındaki yemyeşil 'Vinland' harika bir ödül olacaktı onlar için Ayrıca Vikinglerin yerleştiği İzlanda'dan ve Grönland'dan daha iyi bir iklimi vardı Toprağı verimsiz, havanın hep kasvetli olduğu anavatanları Norveç'ten de iyiydi Yerlilerin karşı koyması yerleşmelerine bir engel teşkil etmedi
Amerika'ya yerleşen Avrupalı göçmenlerin yerlilere karşı sahip oldukları tüfek gibi teknolojik üstünlükleri olmasa da zırhları ve çelik silahları yetmişti Hem de pek uzak değildi Grönland'dan Amerika kıyısına gitmek, Norveç'ten İzlanda'ya ya da İzlanda'dan Grönland'a gitmenin yarısı kadardı Bugün bile Nova Scotia'da durursanız, ufukta yüksek Grönland zirvelerinin gölgesini görebilirsiniz Öyleyse Avrupa'nın en yayılmacı, en dinamik insanlarından olan Vikingler yağmaya böylesine hazır bu kıtayı neden tercih etmediler?
Bunun yanıtı, Viking tarihinin en ünlü iki adamının karanlık geçmişlerinde yatıyor Birisi Kızıl Eric, ya da nam-ı diğer Kanlı Eric; diğeri de oğullarından Leif Ericson'du
Vikingler, tecavüz ve çapulculukta kötü bir üne sahip olsalar da, Kızıl Eric onlar için bile çok vahşiydi Norveç'te ufak bir kavga sonucunda silahsız bir komşusunu öldürdüğü için önce Norveç'ten İzlanda'ya sürgüne gönderildi Orada oğlu Leif doğdu İzlanda'ya yerleştikten sonra yeni bir kavgaya tutuştu ve orada uzun süredir yaşayanlardan birini öldürdü O sıralar onu sürgüne gönderecek başka bir yer olmadığı için, Eric'e birkaç komşusunun olduğu İzlanda'nın batı kesimine yerleşmesi emredildi Bu da bir işe yaramadı
982 yılında Eric yeniden kavga sonucunda birisini öldürmesiyle 'Kanlı' lakabıyla anılmaya başladı Böylece Eric İzlanda'dan da uzaklaştırıldı Ama katil aynı zamanda insanları etkilemesini de biliyordu Etrafına bir grup memnuniyetsiz, sıkılmış Viking'i topladı Uzun yola dayanaklı gemiler inşa ettiler ve batıya doğru yelken açtılar
Eric ve arkadaşları, kara görene kadar beş yüz mil yol aldılar Eric, yeşil ülke anlamına gelen Grönland adını, buzla kaplı bölgeye yeni insan çekmek için koymuştu Eric ve arkadaşları İzlanda'ya geri döndüler ve orada bir koloni kurmak üzere birkaç yüz Vikingli aileyi ikna ettiler Hava kötü, toprak kayalık olmasına rağmen burada yaşayan başka kimsenin olmaması her şeyi katlanılır kılıyordu Böylece Eric'in bilfiil komutası altında belki de beş yüz kişiden oluşan bir koloni Grönland'e yerleşti
1001 yılında, o zamanlar bütün Vikingleri çeken gezi tutkusu Eric'in oğlu Leif in de kanına girdi Ama gitmek için kesin bir hedef belirlemişti Çeşitli belirtilere ve söylenenlere göre daha batıda başka bir ada daha vardı Babası hala Grönland'ın yöneticisiydi ve bu da Leif'in gemisine adam topla****** bu adayı keşfetmek üzere yelken açmasına olanak verdi Şaşırtıcı bir şekilde kısa süren bir yolculuktan sonra Nova Scotia'nın kıyısına vardılar Babası gibi, Leif de iyi bir ismin insanları çekeceğini bildiğinden buraya Vinland adını verdi
Vinland'ın anlamının üzümle pek bir ilgisi yoktu, doğru tercümesi "bereketli" ya da "dostane" ülke olabilir Sonra, artık bin beş yüz kişilik kalabalık bir topluluğa sahip Grönland'a döndü Babası gibi o da Vinland'ın keşfini duyurmak, yerleşecek insan çekmek ve babasının Grönland'da yaptıklarını yapmak istiyordu
Ama kader buna izin vermedi Kızıl Eric tahtını Leif'e bırakarak öldü Anladığımız kadarıyla Grönland'ı iyi yönetmiş ve liderliği zamanında koloni genişlemişti Ama Leif, yönetiminin ilk birkaç yılında ülkesiyle ilgilenmekten Vinland'a hiç vakit ayıramadı Bu yüzden Vinland'la ilgilenme görevini kız kardeşi, Freydis'e verdi
Freydis'in araştırma gezileri sonucunda ilk kez Vikingler ve Amerika yerlileri birbirleriyle karşılaşmış oldu Vikingler taş ev yapmaya başladıklarında kalmaya karar verdikleri anlaşılınca, yerliler çevrelerinde küçük bir kontrol halkası oluşturdular Bir araya geldiler ve elli kadar Vikingi gemisini geri püskürttüler Vikingler kaybetmiş olsa da Freydis bu kaybedilen çatışmada bile bir kahraman olmuştu Geri dönüp yerlilerin üstüne vahşi bir şekilde saldırarak, gemiler güvenle yola çıkana kadar geri çekilmelerini sağlamıştı
Freydis, birkaç yıl sonra daha büyük bir grupla geri döndü Bu sefer daha iyi silahlanmışlardı, sayıca daha fazlaydılar Ama koloninin kaderi çoktan kötü çizilmiş gibiydi Freydis'in gemisi karaya ilk çıkanlardan değildi Freydis geldiğinde, sahiplenmeyi düşündüğü eve daha önce gelen iki erkek kardeş ve ailelerinin yerleştiğini gördü
Babası, Kanlı Eric'in geleneğini sürdüren Freydis bunu kabullenemedi Her iki kardeşi birden öldürdüğünde kimse araya girme gereğini duymadı Ama karılarının ve çocuklarının da öldürülmelerini emrettiğinde kimse bunu yapmaya yanaşmadı Öfkeden deliye dönen Freydis, eline bir savaş baltası aldı ve bu işi de kendi halletti
O yıl sömürgeciler kışı geçirmek için Grönland'a döndüler İki ailenin katlinin duyulmaması için çaba harcandı ama birileri yine de konuştu Bu, Leif'i çok zor bir duruma soktu Kız kardeşi nedensiz yere, Leif'in korumakla sorumlu olduğu kadınları ve çocukları öldürmüştü Kurallara göre katili öldürtmesi gerekiyordu, ama aynı zamanda kendi kız kardeşini ölüme göndermesi Viking kurallarını çiğnemesi anlamına geliyordu Sonunda, üzüntüyle ve kendini zorlayarak Leif bir çözüm buldu, kız kardeşini sürgüne gönderdi ve Vinland'a gidilmesini yasakladı
Belki de, Vinland'da hiç yerleşim olmazsa, hafızalardan bu kötü anıyı silebileceğine ve kız kardeşini geri getirebileceğine inanıyordu Ya da bu fiyaskodan o kadar hayal kırıklığına uğramıştı ki, katliamın gerçekleştiği yerin bir daha ne adını duymak, ne de görmek istiyordu
Böylece yıllar boyunca yasak sürüp gitti Hatta Leif'in ölümünden sonra kötü hasatlar, zor kışlar yaşanmasına rağmen koloniyi batıya, Kuzey Amerika'ya doğru yaymamaları, bunu akıllarına bile getirmediklerini gösteriyor Bunun yerine birçok kişi Grönland'da kalmalarının olanaksızlığını anladılar ve tekrar İzlanda'ya döndüler Birkaçı kalmaya devam etti, ama iki yüz elli yıl sonra Grönland, tekrar kıta Avrupasından kimsenin olmadığı bir yere döndü
Bu arada bütün bu yıllar sırasında, sadece ailede bir katil olduğu için Leif'in Vinland'a koyduğu yasak saygı gördü Sonuç olarak, dönemin en dinamik ırkı Kuzey Amerika'yı işgal etme şansını kaçırmış oldu Eğer Eric'in oğlu, kız kardeşinin gözden düşürdüğü topraklara gitmeyi yasaklamasaydı, bugün dünya ne kadar farklı olurdu?
Ama o zaman, yapılacak en iyi şey gibi görünmüştü
Jul Sezar'ın Seçilmesi
Tirana ölüm, yaşasın yeni imparator
İÖ 10, Roma
Jul Sezar'ın yönetimi altındaki Roma savaş ganimetleriyle güçlenmiş ve zenginleşmiş bir imparatorluğun merkeziydi, yüzyıllarca önce Roma'nın soylu ailelerinin yaşadıkları ve hatta üzerinde tarım yaptıkları toprakları, şimdi zengin Romalı senatörler köle çalıştırarak işletiyorlardı İmparatorluğun özgür vatandaşları yoksullaşıyordu Ne çiftlikleri onların verimli topraklarıyla, ne de güçleri köle fabrikalarının üretimiyle boy ölçüşebilecek durumdaydı
Roma şehrinde yaşayanların sayısı birkaç bin kişiden iki milyonun üstüne çıkmıştı Bu kadar insanı beslemek şimdiden hazineye ve tüccar denizcilere zor geliyordu Şehir halkını beslemek için gereken tahıl, Mısır'ı ve bugün Balkanlar diye bilinen Romalıların Panoria adını verdikleri bölgeyi fethetmelerinin önemli bir nedeniydi Her iki bölgede de tahıl bol miktarda vardı Nüfusu artan, aç Roma kendisini yönetenlerden çok şey bekliyordu
Bütün hükümetlerde olduğu gibi bürokrasi kendi kendine varolmaya başlamıştı Rüşvet yeme toplumun her kesiminde almış başını gidiyordu Genellikle rüşvet, alınmamasını kontrol etmekle görevli zengin senatör aileleri tarafından destekleniyor ve korunuyordu Lejyonlar az sayıda İtalyan, daha çok da yeni fethedilmiş ülkelerin vatandaşlarının egemenliğindeydi
Ortalıkta huzursuzluk hakimdi; itfaiyecilik bile bir sorundu Roma genellikle birkaç katlı tahta evlerden oluşan bir şehirdi İtfaiyecilik, şehir için çok önemliydi Ama aynı hükümet gibi, o da çürümüş bir kurum haline gelmişti Geniş alanlar fahiş fiyatlarla özel şirketlere ruhsatlanmıştı
Bunlar da karşılığında, bir yangın çıktığında evlerini kurtarmak ya da korumaya çalışmak için her bir ev sahibiyle anlaşmaya başladılar Çoğunlukla bu şirketler ev tam yanarken geliyorlar ve yangını söndürmeye çalışırken ek bir para talep ediyorlardı
Politikacılar da intizamsız ve kuralsız ortamda siyasi katillere dönüşmüşlerdi Özel çeteleri, hizipler ellerinde tutuyorlardı Hatta ordu bile bağımsız hareket ediyordu Senato, orduyu kontrol altında tutmak için çoktan bir yasa koymuştu Buna göre hiçbir kumandan, senatonun izni olmadan Rubicon nehrini aşarak ordusunu başkente yaklaştıramayacaktı  ki hiçbir zaman da böyle bir izin verilmedi
Birkaç general Roma'ya girecekleri tehdidinde bulundular; hatta bir tanesi ordusunu yasal sınır olan Rubicon nehrinin ilerisine geçirdi Bu general, Roma'nın çoğunluğunu oluşturan pleplerin desteğini almış Jul Sezar'dı Ama Lepidus gibi diğer liderlerin kendi lejyonları vardı Mesela Crassus'un emrinde imparatorluğun zenginliğinin büyük bölümünü ellerinde bulunduran bir grup adam bulunuyordu
Önde gelen liderler haricinde, politikacılara yapılan suikastlar çok artmıştı Bir zamanlar son sözü söyleme yetkisine sahip olan Senato hızla güç kaybediyordu
Zengin ailelerin ve önemli işlerin başında olan senatörlerin bir karar vermeleri gerekiyordu Daha fazla demokrasi halk tarafından kontrol edilmek demekti Pleplerin zengin elit zararına kendi şartlarını iyileştirmek için hareket etmeleri önlenemezdi Diğer yandan, Sezar gibi liderlerde güçlü bir temel, zenginlik ve halkı yönetmek için gerekli yetenek vardı Bu, bütün yetkilerin bu liderlerden birine verilmesi demekti Bu değiş tokuş sayesinde huzur gelecek, bu da zenginlerin mali ve sosyal pozisyonlarını sağlama alacaktı
Ya da Senato, birçok üyesinin önerdiği gibi, geleneklerin yanında yer alabilir ve imparatorluğun kontrolünü elinde tutmaya çalışabilirdi Ama varolan durum Senato'nun halktan hiç destek almadığını ve çatışan güçler tarafından yakında bir kenara atılacağını gösteriyordu
Böylece senatörler bir araya geldiler ve en az karşı çıkmayı getirecek olan çözümde karar kıldılar Jul Sezar zaten birinci konsüldü, eşit konumda olanlar arasında en önde olandı Zengin ve soylu bir aileden geliyordu, kendi ordusu vardı ve geçmişte Galya savaşlarında gücünü kanıtlamıştı Eğer Senato imparatorluğu yönetmek için güçlü birisini seçecekse en uygunu oydu Jul Sezar'ın başa geçmesi ve huzur ortamı yaratması her şeylerini kaybetmelerinden daha iyiydi Jul Sezar'ın hayat boyu birinci konsül seçilmesinin, en azından kendileri için barış ve refah sağlayacağını düşünüyorlardı
Böylece, Roma'nın soylu aileleri, bir kriz sırasında değil de, barış zamanında bir diktatörün başa geçmesi için oy verdiler Jul Sezar bunun nasıl bir başlangıç olacağını biliyordu Bu nedenle üç kez, Roma sisteminin esasını oluşturan kuralları değiştirmek istemiyormuş izlenimini bırakarak kendisine yapılan teklifi reddetti Aslında bu mevkiye gelmek için ne kadar uğraş vermişti
Sonunda kabul etti ve Senatodaki herkes rahat bir nefes aldı Sadece birkaç gelenekçi tüm sisteme ihanet edildiğini düşünüyordu Bu adamlar 1776'da Amerika Birleşik Devletleri'nde Sam Adams'ın ve Kurucu Ataların yaptığı gibi bütün Romalıların haklarından ve Senatonun kutsal yönetme yetkisinden bahsettiler ve yapılacakları kendi başlarına yapmaya karar verdiler
Tarihi kaynaklara göre Sezar'ı uyaran herhangi bir kehanet yoktu Günlerden 15 Mart'tı, kayıtsız şartsız kabul edilmesi gereken yasa taslaklarıyla birlikte Senato Salonu'na doğru ilerledi Kısa bir zamanda Jul Sezar Roma İmparatorluğu'nun her yerinde mutlak güce sahip olmuştu Sonraki birkaç yıl boyunca da Pompeius ve diğer askeri tehdit oluşturan rakiplerini tasfiye etti Barış ve huzur kısa bir süreliğine geri geldi ama örnek oluşturan bir Senato'nun ortadan kalkmasına ve Roma İmparatorluk Sistemi'nin kurulmasına mal oldu
Bundan sonrasında gerçekleşenler ise iyi kaydedildi ve Shakespeare'in yazdığı oyunla ölümsüzleşti Gelenekçiler, sorumluluklarını tekrar üstlenmesi için Senato'ya gözdağı vermek ve Sezar'ın başa geçmesinin verdiği zararları telafi etmek üzere Birinci Konsülü öldürdüler
Öyleyse yapılması gereken ve en iyi olduğu düşünülen iki karar vardı ortada; birincisi, Jul Sezar'ı hayat boyu diktatör olarak atamak, ikincisi de Konsülün hayatına son vererek bu kararı tersine çevirmekti Birinci kararın başarılı olabilmesi için Sezar düşmanlarını yenmeli ve gücünü pekiştirmeliydi Bunun sonucunda lejyonlar arasında tarihte o zamana kadar görülmemiş çapta bir dizi savaş oldu Sezar öldürüldüğünde, düzeni sağlamak için güçlerini devrettikleri diğer liderlere dönmekten başka çare kalmadı Senato açısından Sezar'ın ölümünden sonraki birkaç yıl hemen bir iç savaş ortamı egemen oldu Önce üçer liderden oluşan iki grup birbirleriyle savaştı
Augustus, Anthonius ve Crassus diğerlerini yendikten sonra bu sefer birbirleriyle savaşmaya başladılar Heba edilen insan sayısı ve maddi hasar inanılmaz boyuttaydı Diğer üç lider de birbirleriyle savaşa başladıklarında iç savaş daha da derinleşti Sonunda Augustus Caesar galip geldi ve sonraki bir yüzyıl boyunca barış hüküm sürdü Tabii ki imparatorluk da bir kişinin keyfi yönetimine kaldı Ama iç savaşların sonuna doğru Roma artık yayılmacı politika izleyen bir imparatorluk olmaktan çıkmıştı
Birbiri ardına elde ettikleri zaferler de geçmişte kalmıştı Zamanla daha az yetenekli imparatorlar başa geçmeye başladı Sonraki iki yüzyıl boyunca değişen koşullara bağlı olarak imparatorlar da değişiyordu Yönetim sistemi içinde hiçbir denge kalmamıştı Senato önemini kaybetti ve sadece bir paravan olmaya başladı Kısa bir denge dönemi için imparatorluk diktatörlük yönetimine dönmüş ve hatta Caligula gibi bir deli imparatorun eline geçmişti
Çoğu kişi tarafından sevilmeyen Brütüs ve suikastçı grubu Senato adına yaptıkları suikastlarıyla işleri daha da içinden çıkılmaz hale getirmeyi başarmışlardı Beş yüzyıl sonraki çöküşlerine kadar, imparatorlardan hiçbiri ne düzenli olarak Senato'ya başvurma, ne de tavsiyelerine uyma ihtiyacı hissetti Belki de Caligula, bir zamanların güçlü kurumuna atını tayin ederek en iyi açıklamayı yapmış oldu
Ama Sezar'ın seçimi, hatta öldürülüşü bile o zamanlar çok doğru bir fikir gibi gözükmüştü
Kral Henry ve Kilise
Papa VIII Henry'yi Bağışlamayı Reddeder
1533, Roma ve İngiltere
Papanın bağışlamaları, Tanrının kanunlarına karşı gelen insanları affetmenin bir yoludur ve sık sık gerçekleşmemesi gerekir
Ancak Katolik Kilisesi standartlarını çok yüksek tutamamıştı O çağda papaların metresleri, gayri meşru çocukları oluyordu Bu şartlar altında bağışlanma kağıtları Vatikan hazinesine yapılan bağışlarla kolaylıkla elde edilebiliyordu
1503 yılında İspanyol Ferdinand kız kardeşi Katherine'in 11 yaşındaki İngiltere Prensi Henry ile evlenmesi için Papa II Julius'dan izin istedi Bir bağışlama gerekiyordu çünkü Katherine zaten Henry'nin ağabeyiyle evliydi ancak kocası ölmüştü Papa ise Hıristiyanlığın bir adamın kardeşinin karısıyla evlenmesini yasakladığını ve bu tür birleşmelerin Tanrının onlara çocuk vermemesiyle lanetleneceğini açıkladı
Ama Papaya müttefiklik sözü verilip büyük bir çeyiz sunulunca -bu çeyiz doğrudan Papanın sandıklarına gitmişti- Papa bağışlamayı kabul etmişti İngiltere'nin gelecekteki kralı Henry Tudor iki yıl sonra kendinden beş buçuk yaş büyük Aragon'lu Katherine ile evlendi
İspanya, İngiltere ve Roma bu evliliği pek ciddiye almadı ve elde ettikleri maddi kazanımlarla ilgilendi Düğün ise planlanandan dört yıl sonra 11 Haziran 1509'da gerçekleşti Henry düğünden iki ay önce İngiltere kralı olarak taç giydi Genç çift için her şey toz pembe görünüyordu
Henry iyi bir kraldı Bir sanatçı, sporcu ve bilgili bir adamdı İhtiraslı, yaşama sevinciyle dolu, kendinden önce gelen krallar kadar iyiydi Katherine ise tutkulu bir şekilde onu yaptıklarında destekliyordu Öyle ki, verimlilik simgesi olan narı kendi sembolü olarak kullanıyordu 1518'e kadar altı kez hamile kalmış ve üç kız, üç erkek doğurmuştu Ne yazık ki, bunlardan sadece bir kız hayatta kalmıştı Bu kızın adı Mary idi
Arkasından gelen bir oğlunun olmaması Henry'nin hoşuna gitmemişti Ayrıca kendinden beş yaş büyük olan, hem de altı doğumdan sonra iyice yaşlı görünmeye başlayan bir kadınla evli olmak da onu sıkıyordu Çirkinleşmiş ve kendini iyice dine vermişti Katherine Genç ve tutkulu Henry'nin yüzünü bir arayış içinde genç kadınlara dönmesi kaçınılmazdı, başka bir seçeneği yoktu Çünkü halkına bir prens borçluydu
Henry'nin ilgisi sarayda Anne Boleyn adıyla bilinen bir genç kadına yönelmişti Henry bu kadını "bir meleğin ruhuna sahip, tahta yakışan bir genç hanım" olarak tanımlıyordu Ama Anne hırslı bir kadındı ve kralın metreslerinden biri olmaya hiç niyeti yoktu Anne kraliçe olmak istiyordu, Henry de taht için erkek varisler Bu kusursuz bir eşleşmeydi Ancak bir sorun vardı, Henry hala Katherine ile evliydi ve Katherine'in Henry'yi bırakmaya hiç niyeti yoktu
Sorun değil, diye düşündü Kral
Kralın danışmanlarından biri olan Kardinal Wolsey hernen yeni papa Clement'e bir başvuru yaptı Henry'nin Katherine ile olan evliliği geçersiz sayılmalıydı, çünkü ilk bağışlama hatalıydı! Bu "hata"nın düzeltilmesi Katherine'in kızı Mary'nin de tahtın varisi olmadığı anlamına gelecekti Çünkü geçersiz bir evlilikten doğan bir çocuk muamelesi görecekti
Katherine'in ajanları ve ailesi çoktan Vatikan'la bağlantı kurup kralın bu bağışlamayı sadece kişisel zevkleri için, ona layık olmayan bir kadınla beraber olmak için istediğini açıklamıştı Wolsey ise olaya, tahta bir erkek varisin gerekliliği, Anne Boleyn'in erdemleri ve Katherine'in hastalığı yüzünden krala karşı olan karılık görevlerini yerine getiremediğinden bahsederek yaklaşmıştı
Konuşmalar, anlaşmalar uzadı ve tüm Avrupa'yı politika, maliye ve sosyal çatışmalar açısından karıştıracak hale geldi Bunlarda Anne'in reformcu inançlarının da etkisi büyüktü Anne ile ilgili haberler İspanyol elçileri tarafından hemen Roma'ya uçuruldu Katherine'in kraliçe olarak kalması onlar için gerekliydi
Bir süre sonra Henry'nin sabrı taştı Roma, İngiltere ile olduğu kadar İspanya ile de arasını iyi tutmaya çalışıyordu Esas sorun Clement'in kendinden önceki bir papanın aldığı kararı bozmak istememesiydi
Anne'in acele ettirmesiyle ve taht için gerekli bir erkek varis beklentisinin verdiği tutkuyla sonunda Roma ile giriştiği tüm görüşmeleri kesti ve yeni bir kilise kurdu Anglikan Kilisesi Hemen kendisini kilisenin başı ilan etti, Anne ile evlendi ve ilk evliliğini geçersiz ilan etti
Henry aforoz edildi ancak bu çok umurunda değildi çünkü artık kendi kilisesi vardı ve istediğini yaptırabilirdi
Anglikan kilisesinin ömrü Anne Boleyn ile yaptığı evliliğin ömründen daha uzun sürdü Anne 19 Mayıs 1536'da idam edildi ve böylece Henry serbest kaldı Henry ile aşağı yukarı üç buçuk yıl evli kalmışlardı Ardında sadece bir kız evlat bıraktı Erkek varis doğuramamıştı Papanın aforoz etmeden birkaç yıl önce "İnancın Savunucusu" unvanını verdiği Henry'nin Anne Boleyn'le evlenme fikri tarihin büyük fiyaskolarından biri oldu
Alıntı
|