Prof. Dr. Sinsi
|
Sizin Dininiz Size, Benim Dinim De Bana
D Ü Ş Ü N C E Ö Z G Ü R L Ü Ğ Ü VE İ S L Â M
ALPEREN GÜRBÜZER
DEĞİŞMEYEN HAKİKAT: VAHYE TESLİMİYET
Batının filozları, akıldan hareketle ilginç sonuçlara var¬mışlardır Bakın, J J Rousse: “Tefekkür hali, tabiata aykırı olup, in¬san soysuzlaşmış hayvandır” der Montaigne ise; insanı hasta hayvan, hakeza Marks’ta insanı kol ve kas gücünden ibaret gö¬rerek hepsi koro halinde insanı hayvan olarak ilan ederler adeta
Akıldan hareket eden batı mütefekkirleri kendi aralarında anlaşmışçasına insanı; hayvanın seviyesine indirmekte yarışıyorlar sanki Neyse ki bunun yanı sıra, Avrupa’da Henry Linck, Alex Carrel gibi müspet düşünen aydınlar da var Üstelik Henry Linck “Dine dönüş çağrısı” yapar da Dr A Carrel ise insanlara “Uyanın çağrısı” yaparak hürriyete davet eder adeta İslâm, ta baştan insanı “Eşref-i mahlûkat” olarak ilan etmiştir zaten Vahiy, böylece insanı hürriyete kavuşturur Filozoflar beşeriyeti hayvan olarak nitelemekle hümanist olduklarını sanıyorlar Dahası ahlâksızlık, özgürlük olarak takdim ediliyor Oysa bu hürriyet değil, düpedüz nefsin hürriyetidir Bazı aklıevveller toplumca kabul görmüş kaide ve kuralların tarih boyunca değişme¬den yoluna devam ettiğini bilmedikleri için özgürlüğün sınırsız olduğundan dem vuruyorlar Bu arada yüksünmeden küçümser edayla bizlere ‘neymiş o değişmeyen normlar’ diye sual edebiliyorlar da O halde buna verilecek cevap; değişmeyen bazı normlar sadece toplumun temel direği denilebilecek nitelikte ki iffet, namus, ahlak, inanç vs gibi kavramlar deriz Hatta En az sınırsız özgürlüğü savunmak kadar, bu kavramların içini boşaltmakta cinayettir mesajının veririz
Batı aklın egemenliğini kurdu ama, inanç daha fazla aklın kölesi olmaya dayanamadığından dolayı, batı geçte olsa ruhunda bir şeylerin eksik olduğunu hissetmeye başlayarak düşünce köleliğinin maddeye bağımlı kölelikten daha tehlikeli olduğunun farkına vardılar nihayet Gerçekten de düşüncesini ve ruhunu esir eden her kim olursa olsun şahsiyetinden eser kalmayacağı muhakkak İslâmiyet’te insan Allah’a “abd” olmakla şahsiyet kazandığı gibi, gerektiğinde kâinata meydan bile okuyabilir Nasıl mı? İman insanı sultan eder çünkü İmandan yoksun akli donanım ise insanı köle yapar Demek ki; tek hakikat, Vahye teslimiyettir Vahiy, insanı bir kelebek misali kayıtsız şartsız denilen “Mutlak Hürriyet”e yelken açtırır Şu fani dünyada her şey değişir, ama değişmeyen ve eskimeyen tek olgu hakikat güneşidir Derler ki; İslâm toplumunda felsefe yoktur, bu tespit doğrudur Elbette felsefenin olmaması bir eksiklik değil İlla da fel¬sefeden söz edilecekse Müslüman’ın felsefesi yine vahiydir deriz Vahiy her şeyi kuşatır gerçeği varken aşağılarda oyalanarak boşuna ömrü heba etmeye ne gerek var ki
Tabular ve düşünceyi mahkûm etmek devri gerilerde kaldı artık Tabuların düşünce hürriyetinin önünde en büyük engel olduğu anlaşılmalıydı oysa Bugünümüzü ve yarınımızı tabular üzerine kuramayız çünkü Her şeye angaje olmamız, ya da tabuların esiri olduğumuz için hür olamadık maalesef Cemil Meriç; “Tabular, tabular, tabu¬lar her adımda şuura dur emrini veren jandarma neferleri  ” der¬ken ne kadar haklıymış meğer Tarih hem tabu dikme hem de tabu yıkma serüveni yaşıyor Bilge insan Sokrat, ta¬bucu zihniyetlerin kurbanı oldu ama, bugün o düşüncesiyle yaşıyor Maalesef Sokrat düşüncesinden dolayı ölüme mahkûm edilmiştir Tabular birer birer yıkıldıkça insanoğlu çok daha hür hissedecektir kendini Şahıslar ya da kurumları her ne varsa tabulaştırma girişimleri özgürlükleri yok ettiği gibi, bu arada toplumun inançlarına da büyük bir darbe vuruluyor O halde gerek resmi tarih, gerekse resmi ideolojiyi tabulaştırmamalı veyahut ta tek hakikatmiş gibi dayat¬mamalı Önemli olan ön görülen fikrin halkın kabulünü kazanıp kazanmamasıdır İşte bu noktada diyoruz ki; gerçek demokratikleşme özgürlüklere kota koymamaktan geçer Demek ki fikirlerin konuşulmasın¬dan korkulması, ya da düşünceye karşı yasak kurallar konulması hürriyetsizlik doğuruyor Tek tip düşünce mekanizmaları oluşturmak çoğulcu demokrasiye darbedir, aynı zamanda geleceğimizi karartmaktır Artık güçlü fikirlerin serbest ortamda gelişebile¬ceğini anlamamız gerekiyor Gerçek hürriyet bu noktada düğümlüdür Şöyle ki; Rasûlullah (s a v ) Medine sözleşmesiyle, farklı düşüncede ve farklı kimliklere sahip topluluklarla beraber nasıl yaşanabileceğinin formülünü vermiştir insanlığa Peygamberimiz (s a v ) Medine’de gayri Müslimlerle bir arada yaşama ahdini gerçekleştirdiği za¬man, Müslümanlar sayıca yüzde 10’a tekabül ediyordu Müslü¬manlar bu durumda, diğer zümrelere nazaran azınlıkta idi Bu nokta da Resûlüllah’ın (s a v ) azınlık durumunda iken nasıl yaşanılır, nasıl ilişkiler kurulabilmenin metotlarını “Medine Vesikası” ile kayıt altına almıştır Mekke’nin fethi gerçekleştiğinde ise yüzde yüz Müslümanların hâkim olduğu belde haline gelince bu durumda Peygamberimiz (s a v ) inananların kendi aralarında kardeşçe nasıl hayatlarını idare edilebileceklerinin metotlarını ve uygulamalarını vahiy ışığında göstermiştir Demek ki temsil noktasında Mekke yüzde yüz Müslümanların, Medine ise yüzde doksan fark¬lı kimliklere sahip topluluklarla bir arada bulunmanın ve onlarla nasıl yaşanabileceğinin örneğini teşkil eder Şu halde bu gerçeklerden hareketle günümüzde de var olan çeşitliliklerimizi hayata ve siyasete yansıtmaktan ve farklı eğilimlerin varlığından korkmamak gerekiyor Burada dikkat edilmesi gereken bütünü karşıt hale getirmeden bir arada karşılıklı saygı çerçevesinde yaşayabilme ortamını hazırlamayı başarabilmektir Maalesef dünyaya tek pencereden bakıp tekelci görüşlerin etkisiyle kendi kendimizi “Sevr”e mahkûm ediyoruz adeta Üstelik tek tip düşüncelerle geleceğimizi aydınlatamadığımız gibi, habire tota¬liter anlayışların türemesine bilerek veya bilmeyerek de olsa yardımcı oluyoruz Öteden beri totaliter rejimlerde çoğulcu fikirlere özgürlük tanınmadığı bir sır değil, onların genlerinde mevcut bu hastalık, kazınamaz da Şu halde, bari onların değirmenine su taşımaktan uzak kalalım, o bile faydalı olur sanırım
Allah (c c ) Kur’an-ı Ke¬rim’de, “Renklerinizin birbirine uymaması Allah’ın ayetlerinden¬dir” (Er-Rum 12) buyuruyor Bütün bu gerçekler ışığından hareketle farklılıkları tabii karşılamalı Özgürlük insan şahsiyetinin güç¬lenmesini sağlayan en etkili unsur olup, tek hakikat benimkidir duygusundan sıyrılarak kendi dışındaki insanları da anlamaya çalışmasını sağlar İslâmiyet’in özgürlükle problemi yok, bilakis fikir hürriyetini irşâd vasıtası olarak görür dinimiz
Birlik ve bütünlük güzel bir olgudur Aynı zamanda birlikte olmak farklılıkların bir bütünüdür Sosyal hayatta farklı düşünceler, fark¬lı fikirlerin olması tabiidir, her daim var olacakta Çoğunluğa dayanan fikirler azınlıklara karşı tahakküm ve dayatma kurmaya kalkıştığında, orada ne fikir özgürlüğünden ne de de¬mokrasiden bahsedilebilir O halde hürriyet ortamını oluşturmalı ve özgürlük uygulamalarına bir an evvel geçilmeli ki; aklı hür, vicdanı hür nesil doğabilsin Aslında problem özgürlükte değil, tüm mesele devletin birey karşısında kendisini güvence altına alıp, bireyin devlet karşısında özgürlüğünü tam anlamıyla elde edeceği yasaların çıkmamasında, ya da çıkan yasaların tat¬bikata konulamamasında kilitli her şey Yukarıda izah etmeye çalıştığımız “Medine Vesikası”ndaki mesajı iyi anlamak gerekiyor Osmanlı, Resûlüllah’ın (s a v ) özgürlük uygulamalarını kavrayabilmiş ve farklı kim¬likteki toplulukları 600 sene idare edebilmiştir bu sayede Amerika’da 167 din, bir o kadar da dil’i olan insanı bağrında taşımaktadır ABD’de de Osman¬lı’yı örnek almıştır, ama ne yazık ki kendi coğrafyası dışında özgürlüğü diğer ülkelerden esirgemiştir
Etnik farklılıklar bölücülük olarak telakki edilmemeli bu yüzden Azınlıklar bir bütünün parçaları olarak algılan¬malıdır Elbette alt birimler tek başına millet olamaz, ama azınlıkların da varlığından gereksiz yere endişe ve kaygıya kapılmamalı Yasak kurallarla bir yere varılamayacağını ve dayatmacı yöntemlerin kitleler üzerinde tahrik edici etki yaptığını idrak etme¬liyiz artık Fikirlere pranga vurmakla düşman etkisiz duruma gelmez, aksine yeraltına çekilmelerini¬ ve örgütlenmelerini sağlamış olursunuz Nasıl ki Anadolu da dokunan her bir kilimin ayrı ayrı desenleri varsa, her ülkenin de farklı kimliklere sahip topluluklarının da olması tabiidir Madem kilim üzerindeki farklı desenleri normal karşılıyoruz, o halde bir milletin bağrında yaşayan fark¬lı kimliklere ve farklı kültürlere sahip topluluklara da aynı gözle bakmak mecburiyetindeyiz, hepimiz insanız çünkü Farklılıkların, bölücülük olmadığı ya da ayrı-gayrı nitelenmediği ortamlar, sağlıklı ve daha çoğulcu demokratik ortamlar¬ olduğu gerçeğini yaşamak bugün değilse, ne zaman?
Başkalarını cennetlik görmedikçe, kendimizi cehennemlik endişesi kaplayacak, hakeza başkalarını cehennemlik görmekte, kinimizin ve öfkemizin dışa yansıması anlamına gelecektir Bu yüzden İslâm tasavvufunda, “Her geceyi Ka¬dir bil, her gördüğünü Hızır bil” düsturu esastır Başkalarını cehennemlik görmek düşüncesi kararmış ruhun bir yansıması olarak meydana gelen bir hürriyetsizliktir İnsanları Hızır olarak algılamakla insan şahsiyetinden değer kaybetmez, bi¬lakis yücelir, kelebek misali ötelere uçarız Hatta Hızır algıladığımız kişilerden biri Hızır çıkarsa çok da faydasını görürüz Nasıl mı? Arifler der ki: “Veliyi görende Velidir ” Bu güzel veciz söz, müjde niteliğinde olup etrafımıza, çevreye ve Allah dostlarına hüsnü bakışımızın velayete sebep teşkil edilebileceğinin ifadesidir Batının sözde hümanistle¬rinin bizim engin tükenmez sevgi dolu kaynaklarımızdan birçok alması gereken insanlık dersleri var Hala Batı klasikle¬rinde geçen başkaları cehennemliktir düşüncesi hâkimdir Nitekim Marksizm batı klasiklerinin daha da ilerisine giderek, başkasının ölmesinde hayat buluyor ideolojisini Başkaları da bu öğretilerden yola çıkarak ister istemez düşüncelerini silah namlularının üzerine kuruyor Bu yüzden ‘Devrim kanla yazılır’ sloganına sarılmışlardır Vahyin ışığında Müslümanların bakışı böyle değil Onlar en son rahmet Peygamberinden aldıkları feyizle “Başkalarını cennetlik görmedikçe, kendilerini cennetlik görememek” düşüncesini ilke edinirler hep Onun için diyoruz ki, bütün insanlığın İslâm’a ihtiyacı vardır İnsan sadece İslâmiyet’te eşrefi mahlûkattır, yani yaratılmışların en üstünüdür Mevlana’nın Kur’an ışığında insanlığa; ‘Ne olursan ol Yine gel’ çağrısı yapması manidardır Gerçek manada Hümanizm de bu¬dur zaten
HÜMANİZM
Batı, kaybettiği dinlerin yerine bir put icat etmiş, o da hümanizmdir Çirkinliklerini, işledikleri sayısız cinayetleri ve zulüm¬leri örtbas etmek için ileri sürdükleri bir kavram oysa Kavramdan çok bir kılıf, istediği ortama göre renk ve şekil alan bukalemun bir kelime sanki İslâmiyet’te insan Allah’ın bir mukaddes emaneti olup, balçıkla ilahi ruhun birleşiminden meydana gelmiştir Allah (c c ) meleklere, “Yeryüzünde kendime bir vekil yaratacağım” beyan buyurarak insanın görevini belirlemiş böylece Bu ilahi hitap karşısında insan bir cihetiyle zirveye (ruha), bir yönüyle de aşağılığa (çamura) gi¬den yol ayırımında, o halde tercihini ve tavrını ortaya koymak zorundadır Allah’a kul olmanın idrakinde olan bir insan yüceliğe, maddeye tapınma durumda olan insan ise çürü¬meye ve durgunluğa meyleder O halde ne yapmalı? Elbette ki insanın biricik yapması gereken “Emri bi’l ma’ruf ve nehyi ani’l münker”dir Allah insanı iki kutuplu yaratıp sonra ona isimlerini öğretmiştir Artık insan, bu isimler sayesinde eşrefi mahlûkat olabilmiştir İşte âdemoğlunun ateşten yaratılan meleklere üstünlüğü bu noktada düğümlüdür Bu noktada insana üstünlük kazandıran sırrın isim sahibi olmasından dolayıdır İsim, aynı zamanda bilgi demektir İnsan iyi analiz edildiğinde Allah’ın isimlerinin tecellisini insanda görmek mümkündür Kul mümin olunca gerçek kimliğine kavuşur çünkü Beşeri münasebetlerde tek başına mevki ve makam belirleyici üstünlük değildir İnsana üstünlük veren tek öğe takvadır Dilenciyi halifeye eşit kılan güzellik, insanın mümin olmasında gizli… Yani Mümini mümine eşit kılan Müslüman olma şerefidir İn¬san eşref-i mahlûkattır diyor İslâmiyet zaten İnsanlaşmak ırk ve kan kanunlarından sıyrılmak demektir Allah Resulü (s a v ), Veda Hutbesinde; ne Arap’ın Acem’e ne de Acem’in Arab’a üstün olamayacağını bildirmiş ve tek değerin “Takva” olduğunu vurgulamıştır Hümanizm biyolojinin hego¬manyasından kurtulduğu takdirde bir değer ifade eder Hâlâ insanları ırkı, dini ve kültürel farklılıklarından dolayı kınanıp bu uğurda kan dökülüyorsa, hüma¬nizm kavramı bir maske olmaktan öteye geçemez Oysa kan ve ırk daha çok biyolojik mefhum Kardeşliğin ölçüsünü kan ve ırk belirleyemez, kitleleri millet yapan kan değil inançtır, bu böyle biline
Şeytan yüksek bir tepeden Âdemoğluna bütün ihtişamını göstererek şöyle çağrıda bulundu; “Bana secde et, bu nimetlerin hepsi senin olsun” diye Hele şükür Hz Âdem (a s ) bu çağrıya boyun eğmedi, ama günümüz insanı Âdem (a s)’ın karşı tavrından ziyade şeytanın sesine kulak veriyor sanki Gerek İzm’lerin türemesi gerekse maddeye bağımlı insanların çoğalması, şeytanı rehber al¬malarına neden oluyor Marksizm, kapitalizm ve faşizm gibi ideolojiler fikir kulübü olmaktan öte, her biri şeytanın çağrısını kabul etmiş ürünler olarak misyonlarını devam ettirmeye çalışıyorlar Bu yüzden eko¬nomik buhranların ve maddi ihtirasların çocuğu olan ideolojiler, insanlığa kan, zulüm ve gözyaşı getirmekten başka bir şey katamıyorlar Kapitalizm burjuvaya dayalı sömürüsü düzenini örtbas için, komünizm köleciliğini saklamak için, faşizm de lidere tapınmayı gizlemek için hep bir ağızdan koro eşliğinde “Hümanist” olduklarını beyan etseler de inandırıcı gelmiyor kitlelere Kimileri “Yenidünya Düzeni’’, kimileri de “Glasnost-perestroyka’’ sloganlarıyla hü¬manist tavır sergiliyorlar Nitekim Kapitalistler kitlelerin “özgürlük” ih¬tiyaçlarını, sosyalistler de “sosyal adalet” isteklerini istismar ederek bugüne kadar bu işi yürütmeyi kısmen de olsa başarabildiler Şimdiler de ise yeni istis¬mar kaynakları bulmuşlar olacaklar ki kan ve revan içinde yüzen insan¬lığın huzur ihtiyacını gidermek adına “Hümanizm” ve ‘Yeni Dünya Düzeni’ kılıfı ile kitleler yönlendirilmeye çalışıyorlar
İslâm insanı komünizm gibi cemiyete kurban etmemekle beraber, burjuva patronlarına da esir bırakmaz Zira Dinimiz “Allah’ın eli toplu¬luk üzerine’’ düsturu ile toplumculuğu, “Müminler omuz omuza yas¬lanmış binalar gibi’’ buyurarak da bireyciliği esas almıştır İslâ¬miyet ne sırf toplumcu, ne de fertçidir Her ikisinin de birlikte, bir arada işlerlik kazanması İslâm’ın tasvibidir İnsanlar kabiliyetleri çerçevesinde değere hak kazanmalı Sosyalistlerin, liyakatleri göz ardı ederek tam eşitliği savunmaları abesle iştigaldir Dolayısıyla realite eşitlik kabul etmez, fırsat eşitliğinden söz edilebilir ancak
Faşizmde “führer” kabul ettiği lideri tabulaştırarak insanların insanlarla ilgisini kesmeye çalışmıştır Çağımızda Faşizm ve Nazizm özentilerine benzer hareketler yeniden “şefe tapınma” duygusunu doğurabileceğe benziyor Tarih tekerrür ediyor, bir yandan put dikme bir yandan da put yıkma şeklinde tezahür ediyor Lider sultacılığının hüküm sürmesi, geleceğimizi karar¬tıyor Eskiden insanların kendi eliyle yaptıkları heykellere tapınma duygusu, şimdilerde lidere tapınma şekline dönüşmüş gibi
Batı, Rönesans’la aklın hâkimiyetini kurdu Fakat in¬anç aklın egemenliğine dayanamadığından sonunda batı hüma¬nizm putuna sarıldı Hümanizm kuru kavram görevi ifa ettiği için insanlığın susuzluğunu gideremiyor hala Batı inançtan boşalan yeri hümanizm ve politika bezirgânlığı gibi kavramlarla doldurmaya çalışıyor habire Bir türlü “vahy”e yönelemiyorlar Aklın esaretinden çıkıp da akıl üstü hakikati göremiyorlar hala Yine de batıdan gelen birtakım sinyaller, insanlığın yeniden “din”e döneceklerini gösteriyor Çünkü Resûlüllah (s a v ); “Bir gün gelecek bütün insanlar Müslüman olacaktır” buyurmakta Bernad Shaw ise “Müstakbel Avrupa’nın dini İslâm’dır” diyor Bernad Shaw’¬ın aksine “Biz hayvanız korosu” çalan aydınlar da var Nitekim J J Rousseu, tefekkür halinin tabiata aykırı olduğunu, insanı soysuz¬laşmış hayvan olarak niteler Montaigne de; “İnsan hasta hayvan” der ve Freud ise insanın yüce değerlere doğru meylini patolojik bir hastalık olarak değerlendirir Psikoloji dalında ün yapmış İvan Pavlov ise ruh, şuur, düşünme gibi kavramların yerine şartlanmayı oturt¬muş, Marksistler de insanı kol ve bilek gücünden ibaret görmüşlerdir Bütün bu olumsuz beyanlara rağmen Hunry Zinck gibi “Dine dönüş çağrısı” yapan düşünen aydınlar ile Dr Alex Carrel gibi “Ey İnsanlar uyanın’’ çığlığıyla seslenen bilge dahiler de var Düşünen insana hürmetimiz sonsuz Ama şartlanmış ve programlanmış insana asla Resûlüllah (s a v ), bütün sahte mabutlardan insanlığı kur¬tararak yüzümüzü Allah’a döndürmüştür İnsanların gönlüne hâkim olama¬yan sahte “Hümanist”ler insanın bedenini hayvanla eş değer muame¬leye tabii tutmaktadırlar Oysa insan tek başına fuar gibi, hem nur hem de nardır Şeytanların hepsi isyankâr, insanlar ise hem asi hem de itaatkârdır Dahası insan bir isim değil pek çok isimlerin mu¬hatabı Onun için melekler hep masum ve günahsızdırlar Yani insanı melekten ve şeytandan ayıran nokta hem celal hem de cemal sıfatlarına sahip olmasıdır Şeytan yalnız celal sıfatına haiz, melekler ise cemaldirler İnsan dünyaya teşrif eder etmez cemal Habil’de, celal ise Kabil’de zuhur etmiş Hz Mevlâna bu konuyu şu güzel sözleriyle açıklıyor: ‘’İnsanın ruhunu iki emdiren unsur var; biri melektir, biri de şeytandır ” Gerçekten, insanı sırf hayvan olarak görmek isteyen bir kısım maddeci batı aydınlarıyla, insanı bütün yönüyle eşrefi-i mahlûkat olduğunu açıklayan Mevlâna çok farklı Yine Mevlâna; “Hayvan hayvanlığı ile melek melekliği ile kur¬tuldu İnsan ise ikisi arasında yalpalayıp duruyor” beyanıyla meseleyi vuzuha kavuşturuyor
Bugünün insanını imandan alıkoymak için önüne konulan her türlü tuzaklara rağ¬men, inanan insanı yok edemediler Müslüman sonsuzluğa vurgundur, tabiî ki yok edemezler Kutsala dönüş olacak mı sorusuna, Daniel Bell; “Hiç şüphem yoktur’’ cevabını vermiştir İşte bizim hümanizmden anla¬dığımız bu sözlerde gizli Kutsala dönüş elbet olacak ve Allah (c c ) nurunu tamamlayacağını vaat ediyor çünkü
BUHRANLARIN VE TEZATLARIN ÇOCUĞU BATI DÜŞÜNCESİ
Hz Mevlâna mesnevide özetle şöyle der: “Düşünce kınan¬maz” (muafaze edilmez) İnsan içi hürriyet âlemidir Düşünceler latiftir, onlar hüküm olunamaz: “Biz görünene hükmederiz, sırları ancak Allah bilir’’ (hadis) buyrulmuştur Düşünceler, içimizde oldukça adları sanları ve alametleri yoktur Bu yüzden de onların ne kâfirlikleri ne de Müslümanlıkları hakkında hüküm verilmez Hiçbir kadı var mıdır ki?
—Sen içinden böyle geçirdin (yahut) gel, içinden böyle düşünmediğine yemin et desin Diyemez Çünkü kimsenin içine hükmedilemez Düşün¬celer havadaki kuşlar gibidir Cümle, ibare ve söz haline geldiği andan itibaren iyiliğine ve kötülüğüne hüküm olunabilir Allah (c c ) ise bütün âlemlerin fevkindedir ve ne içte ne de dıştadır Hintli, Kıpçak, Anadolu ve Habeş hepsi de mezar¬larında bir halde ve aynı renktedirler “En güzel şekil olan insan şekli arştan da üstündür, düşün¬ceye de sığmaz ” (Bkz Mesnevi, C 1)
Mevlâna, ne güzel ifade ediyor Mesnevi okuyucuya, in¬sanlığa hürriyet dersi veriyor ve insanın iç dünyasını hürriyet âlemi olarak ilan ediyor Adeta düşünce dersi veriyor, düşüncenin kınanmayacağını vurguluyor Ancak, düşüncelerin söz, cümle, ke¬lime, yazı haline geldiğinde hakkında yorum yapılabileceğini be¬lirtiyor Ayrıca bütün etnik farklılıkların toprakla aynı renge bürüne¬ceğini ve insanın düşüncenin de ötesinde olduğunu bildirerek, gerçek “Hümanizm”’i ortaya koyar Batıda hümanizm sözde insanlık olarak ileri sürülür Kelimeden çok bir oyun sanki Belki de tarih boyunca işledikleri cinayetleri örtbas için uydurulmuş yeni bir put Batı, ilk önce aklın kuyruğuna takıldı Sonra aklın hâkimiyeti altında köle olunca kaybettiği ruhun yerini dolduracak bir aradı Güya aradığını buldu; Hümanizm! Vahye inanmayanlar ister istemez bir din peşinde koşacaklardır, bu kaçınılmaz da Bu gidişle ilahi dinlerden uzaklaşan insanoğlu suni dinler icat etmeye devam edeceğe benziyor, tıpkı komünizm, faşizm, hümanizmde olduğu vs gibi Şu bir gerçek ki; “İslamiyet” tek sönmeyen ışık olarak kıyamete kadar devam edecektir Kur’an düşüncedir, ışıktır, hatta musikidir Ondan bütün insan¬lığın alacağı birçok ışık vardır her daim Ruhunun susuzluğunu gidermek için Kur’an’ın kelamına ihtiyaç var Kur’an kelamı önce Hıra’da “oku” emri ile yankılandı, Mekke’de kıvılcımlandı ve oradan da bütün Asya’ya yayılmış, şimdi de bütün dünyayı aydınlatıyor Kur’an, bütün âlemi susuz¬luktan kurtaran, milyonlarca insanı kurtaran engin kaynak İslâm, ırk¬lar arasında, inançlar arasında bir arada nasıl yaşanabileceğinin formüllerini asırlar öncesinden ilan etmiş ve böylece yetiştirdiği ulemaların hemen hepsi insanlığın gönül sultanı olmuşlardır Bizdeki insan sevgisi şuuru ile batıdaki hümanizm (sözde insaniyetçi) anlayışı çok farklı Batı hümanizmi; kaba ve yapmacık olup, tüm düşünceleri dünyanın dörtte üçünü kirlettiği kölelik siste¬mi üzerine kuruludur
Vahyin soluğu, sevgilinin bakışlarındaki pırıltı, gönüllerdeki heye¬can ve karşılıksız sevgidir İşte gerçek hümanizm budur Doğu’yu batıdan ayıran bariz fark sevgidir Yani, sevgisiz akıldan mahrumiyet batının içine düştüğü çıkamadığı bir gayya kuyudur Oysa hoşgörüsüz akıl neye yarar ki? Hatta bizde Cebir’in, batı da ise Geometrinin neşvünema ve filiz vermesi bunun ispatıdır Anlaşılan biz şekilden ziyade öze önem vermişiz
Osmanlı tefekkürde “tek”di Dolayısıyla düşünceye ihtiyacı yoktu, Kur’an ve sünnet ona fazlasıyla yetiyordu Osmanlı yaptığını kaleme, yazıya dökmemiş, ama teşkilatıyla, icraatıyla, fiiliyatıyla, yaptıklarıyla “düşüncesini” ortaya koymuştur Bir nevi düşünce uygulaması göstermiştir tüm dünyaya Osmanlı da sadece düşünce adamına sıkıntılı dönemlerde, yani çöküş sürecinde ihtiyaç duyul¬muştur
Osmanlı gevezeliği vakarına yakıştırmaz, daha çok “Ayinesi iştir, lafa bakılmaz” düsturunu esas almıştır kendine Kelimenin tam anlamıyla Os¬manlı, düşünce kalıbına da sığmaz, düşüncenin üstüne de çıkmayı bilmiştir O insanlığa bir ahlâk ve icraat dersi verir adeta Onun için Osmanlı’nın düşünceye mahkûm değildir Hatta kullandığı argümanların hiçbiri düşünce taşımıyordu, sadece fikir ihtiva ediyordu Fikri de zikrinin gülü olarak değerlendirip irşâd vasıtası olarak görüyorlardı Cemil Meriç; “Düşünce, buhranların ve tezatların çocuğudur’’ derken bu gerçeğe işaret eder Avrupa, buhranlı ve tezatlı dönemlerin girdabında yaşadığı için sürekli bir yandan filozof, diğer yandan da felsefe ürettiler Ürettikçe de şüphe girdabından çıkamadılar Doğu’da ise şüphecilikten pek eser görülmez, Pey¬gamber nefesi ve kokusu doğu insanına yetiyor, artıyordu bile Onun için bir tarihçi; “Peygamberler Asya’nın, yorumcular Avrupa’nındır” der Avrupa kesretten vah¬dete ulaşamadığından huzursuzdur Doğu gönlünde vahdeti yaşamıştır hep Nitekim Osmanlı’nın yükselişinde vahdet sırrı söz konusudur Batı’da ki fi¬lozofların birçoğunun hayatı incelendiğinde her birinin zıtlıklarla dolu ortamın ürettiği çocuklar olduğu görülecektir Onların kurdukları sistemlerde zaten çelişkiler üzerine kurulu olduğu için insan¬lık ellerinde oyuncak misali huzura kavuşamadığı gibi har vurulup harman savruluyorlar da Felsefeleri adeta yalanlar zinciri ağı ile örülü Her icat edilen felsefe bir öncekini yalanlayarak kuruluyor çünkü Böylece yalan ve uyduruk reçetelerle oyalatılıyor insanlık Felsefe; belki aklı fethetti, ama gönlü fethedemedi Zaten isteseler de fethedemezler, kalpler katılaşmış çünkü Bu yüzden akıl gönlü idrak edemez, zira vahiy değil ki Vahiy her şeyi kuşatır, akıl bütün değil parça(cüz)dır Kur’an aklı, düşünceyi fethettiği gibi gönülleri de ihata eder Dolayısıyla gerçek bilgeliğin marifet, vuslat ve aşk olduğunu Kur’an sayesinde öğrendik Demek ki; kurtuluş kesretten vahdete geçişle mümkün olabiliyor Hâsılı; Huzur Vahdette 
İsl¬âm düşüncesinin en büyük zaferi, değişmeyeni kavra¬masıdır Batıda felsefeler sürekli değişmiştir Denemedikleri bir şey kalmadı, bir türlü ideale ka¬vuşamadılar İslâm ise tek değişmeyen hakikat olmuştur Bütün çağlara hitap eden ve çağlar üstü şemsi bir güneştir İnsan, İslâmiyet sayesinde Ahsen-i takvime (yaratılmışların üstünü) yükselip, batının felsefesiyle de Esfel-i safiline (hayvandan da aşağı) inmiştir Hayvan ruhu hayvani aşkla, insan ruhu ilahi aşkla dirilir Allah aşkı var oluş sebebidir İnsan kendi “ego”sunda boğulmak için yaratılmamıştır Aynı zamanda Allah’a “abd” olmak var oluştur, gerçek hürriyette budur zaten Felsefeciler bugüne kadar bol bol ideoloji ürettiler de ne oldu? Her üretilen ideoloji barış ve huzur getiremedi insanlığa Onların savaşının yemişi kan’dır Bizim savaşımız ise ilay’ı kelimetullah için Nizam-ı âlem’dir, barış ve huzurdur Batıda inançtan boşalan yeri felsefe ve ideoloji ile telafi edilmeye çalışıldığından dolayı kanayan yara devam edeceğe benziyor İdeoloji¬ler bir vasıtalar bütünü olması gerekirken, günümüzde fikirleri, ülkeleri maşa ve alet olarak kullanılan bir silah adeta Belki de insanlığın kurtuluşu deli gömlekli ideolojiler ve “izm” illetlerinden kurtulmakla sağlanacaktır Bütün “izm”lerin korkusu İslâm’ın yeniden medeniyet olarak doğma endişesi galiba, ideolojilerin bütün telaşı bu Çünkü izm’ler özden mahrum oldukları için insanlığa huzur veremiyorlar Nasıl versin ki, bir kere düşüncelerinin metafiziği yok, üstelik ellerine tutuşturulmuş ve ufuklarını kilitleyen bir sürü broşürleri var Bu yüzden İdeolojiler her zaman hakikatin söylenmesine izin vermez de Çünkü düşünceleri yalan üzerine kurulu Kurdukları sistemlerle dünyayı gözyaşına, kan gölüne vs çevirdiler İzm’ler yönetiyor insanları, namlular tek ko¬nuşan rehberleri Aydın hep ezberlediği nakaratları durmadan tekrarlıyor Oysa evren çok sesli senfoni: Aydının tek bildiği şey, kendi çalıp kendi dinlediği çalgısı, Va¬hiyden bihaberler!
Düşünce tek tip olamaz, âlemşümuldur Düşünce yerli olamaz, hem alınır hem verilir Bizim düşüncemiz; Vahiy Batı düşüncesi ise felsefe üzerine kurulu olduğunu belirtmiştik Batıda fel¬sefe, doğuda aşk, sevgi, müzik ve ruha ait her şey var İşte batı ile doğuyu ayıran iki çizgi; biri fıtri olanı, diğeri sonradan icat edileni ölçü alması İlla da felsefe deniliyorsa, yukarda da belirttiğimiz gibi, bizim felsefemiz Vahiy’dir Batıda felsefe vardı da neyi hallettiler ki? Grek medeniyetinde düşünce gelişmiş, ama adalet geliş¬emedi, insanlık kan ağlıyor hala Adalet ancak İslâmiyet’le mümkün, cahiliye dönemi katı kalpli Hz Ömer’i adalet timsali yapan ruh bizatihi
İslam’ın tılsımıdır
GELECEK İLİM VE TEFEKKÜRDEDİR
Düşünce bütünü kucaklayabilirse bir anlam ifade eder Bütünü kucaklayamayan fikirler düşünce olmaktan çıkıp zıvana rol oynarlar Tek tip düşüncenin tek meşalesi gevezelik olur sadece Düşünce, dünü yarına bağla¬yabiliyorsa İslâmiyet’in kabulüdür
Bütünlükten mahrum düşünce sistemleri birbirini yalanla¬yarak ideoloji üretmişler sürekli Karalama yoluyla hiçbir yere varılamaz Batının nassları akıl, ideoloji, felsefe vs İslâm’ın nassları ise Kur’an ve hadistir Aslında her ikisi de nass (prensip) sahibi, ama Kur’an ve hadis bütünlük arz eder, yani dünü yarına bağlar, diğeri ise bütünden bihaber! Her devirde batı düşünce sisteminin her biri ayrı bir ekol, köksüz ve ge¬lenekten uzak nass’lardır Oysa yaşayan toplum “Kökü mazide olan ati”dir Toplum bile her zaman bütünlük arz eder Öyleyse, bütüncül fikirler topluma nakşedilmeli İnsanı hiçe sayan ideolojilerin varacağı tek yer, insafsız avcıya hizmet olacaktır elbet
Batı, Hümanistleri tarif ederken Yunan metinlerini tercüme eden arayıcılar olarak tanımlar Hatta Rönesans’ın, Hümanistler sayesinde gerçekleştirildiğinden bahsedilir Doğruluk payı var olmasına var ama, bir şey eksik, o da Hümanistlerin söz konusu metinleri kimden aldıkları gerçeği Bilindiği gibi Roma Yunan’ı mahvetmiş, barbarlar da Roma’yı yıkmış Dolayısıyla Hümanistler bu iki yıkılan Roma ve Yunan medeniyete ulaştırıcı vesikaları Araplardan alarak ülkelerine taşıdılar, şayet o kaynakları kendi ülkelerine taşımasalardı Rönesans gerçekleşemeyecek dal budak salamayacaktı Oysaki Rönesans bizim eserimiz olmalıydı Nitekim Avrupa, ortaçağında Rönesans’ını gerçekleştirirken, biz gelişme çağlarında ortaçağımızı hazırlayarak inişe geçmişiz Batı, bizim klasikleri¬mizi tercüme ederek dirilişini gerçekleştirirken, biz ise medeniyet bilincimizin kaynakları olan kla¬siklerimizi kütüphanenin tozlu raflarına kendi ellerimizle itiverdik Avrupa’yı yeni fe¬tihlere kanatlandıran El-Bruni gibi Harzemşahların tercüme eser¬leridir oysa Batı bu klasikleri büyük aşkla okudu, okudukça da ufukları açıldı ve böylece gelişmenin merkezi oldular Malum olduğu üzere Rönesans ortaçağ zihniyetine tepki idi Esasen batı medeniyeti Grek-Romen-Hıristiyanlık üçgeniyle üçlü bir sentezdi Bizim yapımızda ise Avrupa özü yok, fakat dokumuzla batıya yapışığız hala Bakın Japonlar, hiyeroglif alfabesini ve Şintoizm olan dinlerini değiştirmediler, ama bugün gelinen noktada adından süper devlet olarak söz ettiriyorlar Bizim yarı aydınlarımız batıyı tek örnek, tek rehber olarak görmeye devam ediyorlar hâlâ Onlar Margaret Thatcher’in şu sözlerin¬den bile uyanmazlar bir türlü Bakın Thatcher; “Güttüğüm ekonomik po¬litika tamamı ile Hıristiyan ilkelerine uygundur” diyor Bu sözlerden de anlaşıldığı üzere her me¬deniyet dine dayanarak ayakta duruyor Bu yüzden yeniden, kendine dön¬meye ve gelişmeye Rönesans (yeniden doğuş) diyoruz Dolayısıyla tekrardan Osmanlı ülküsünü hayata geçirmeli ve çaba sarf etmelidir Nasıl ki, batı kendi greko-latin kültüründen güç alıp Rönesans’ını kurdu iseler, pekâlâ bizde kendi Nizam-ı Âlem kültürümüzden kuvvet bulup yeniden doğuşumuzu gerçekleştirebiliriz Neden olmasın ki? O halde tarihi genlerimizde mevcut olan gerçek hürriyetin ne olduğunu cümle âleme göstermeliyiz
Türkiye’yi hangi hür fikir kurtarır soruları hep soruldu durdu, bu soruların karşılığını bulması açısından denemediğimiz reçete kalmadı Her görüş kendi dar dünyasını tek hakikatmiş gibi ileri sürüp karşıt fikirleri yok saydılar hep Hatta zorla tepeden inmeci yöntemlerle fikir dayatmalarına tevessül edilip jakobence uy¬gulamalar servis edildi topluma Jakoben varı tavırlarla hürriyeti zindana attılar, düşünceye de kement vurdular Bir yandan da hem insan kafası ile düşünür, kalbi ile inanır derler, hem de ardından da düşüneni bir kaşık suda boğarlar Sonra da bizde ilim adımı yetişmiyor serzenişinden bulunurlar Bu kafayla tabiî ki bizde düşünce adamı ye¬tişmez, fikir özgürlüğü verilmezse olacağı buydu Bir rejim sadece polis kuvvetiyle ayakta kalamaz Güveni sağlayacak özgürlüğe de ihtiyaç vardır Ne yapıp edip yeniden özgür dünyanın hür düşünce merkezi olmalıyız Nasıl ki dünyaya bir zamanlar “Nizam- âlem ülküsü” gereği adalet götürmüşsek, bugün de hür tefekkürün ve Mutlak hürriyetin metotlarını insanlığa sunabiliriz pekâlâ İslâm gelişme içinde hürriyeti telkin eder sürekli çünkü
“Mutlak Hürriyet” bizim zengin kaynaklarımızda mevcut zaten Asr-ı Saadet’te düşünce adamı yoktu Niye olsun ki? Gerekte yoktu Çünkü Kur’an ve Allah Resulü onlara yetiyordu Her şeyi birinci kaynaktan kana kana içiyorlardı Bu yüzden Ashabın hayatında bunalım görülmez Bu örnekten dolayı düşünceye karşı tavır gibi anlaşılmasın Zaten istesek de düşünmeden edemeyiz Çünkü zaten dünyanın bugünkü şartları “Asr-ı Saadet” gibi değil, ister istemez düşünmek ve fikir üretmek zorundayız Bu şartlarda geleceğimizi sloganda değil ilim ve tefekkürde aramalı! İs¬lâm’ın buyruğudur ilim Kur’an-ı Mu’ciz’ül Beyan da Allah (c c ); “İnananlar ayakta iken, otururken, yanları üstüne yatarken, daima Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaradılışı hakkında ince¬den inceye düşünürler” (Al-i İmran/191) beyan buyuruyor çünkü
Düşünce hürriyeti ile mevzuumuzu Kâfirun Suresini mealen zikrederek bağlayalım: “Ey Muhammed! Sana bir yıl bizim put¬larımıza ibadet et Biz de senin ilahına bir yıl ibadet edelim, diyen kâfirlere de ki; Ey inkâr eden kâfirler! Ben sizin tapmakta olduğunuz putlara tapmam Siz de benim ibadet etmekte olduğum (Allah’a) ibadet edicilerden değilsiniz Zaten ben, sizin tapmış olduklarınıza tapan değilim Siz de (hiç bir zaman) benim ibadet etmekte olduğuma ibadet edicilerden değilsiniz Sizin dininiz size, benim dinim de bana ”
***alıntıdır***
|