Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Genel Kültür & Serbest Forum > ForumSinsi Ansiklopedisi

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
haşişiler

Haşişiler

Eski 08-20-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Haşişiler




"İS 632 yılında, Batı'daki Reform hareketinden de büyük bir ayrılık İslam'ı parçaladı İslam dinini oluşturan iki büyük mezhep bir daha birleşmemek üzere ayrıldılar Şiiler, İslam'ın önderliğinin Peygamber'in ailesinde kalması konusunda ısrarcıydılar ve bu nedenle, Muhammed'in ölümünden sonra Peygamber'in amcasının oğlu Ali'nin halife olmasını arzu ettiler"

"Ali, İS 661 yılında öldürüldü Ancak Şii teolojisine göre, Ali ve onun soyundan gelenler İmam'dılar; yani Tanrısal esine sahip önderler, Tanrı ile insanlar arasında aracılık edebilen İsa benzeri kişilerdi En sonuncusu İS 940 yılında ortadan kaybolana kadar tam on iki imam gelip gitmişti Şii inancına göre, kayıplara karışan sonuncu imam, geniş Arabistan çöllerinin birinde gizlenmekte ve yeniden ortaya çıkıp, adaletli ve arı bir İslam yönetimini kuracağı uygun zamanı beklemektedir Geri döndüğü zaman imam, Şiilerin yüz yıllar sonrasında verecekleri en şiddetli kutsal savaşı, büyük cihadı başlatacaktır"
"Şia'nın kurduğu en başarılı örgütlerden biri Kahire'de üslenmişti Aslında bu örgüt, taraftarlarını kutsal ve çok özel bir göreve bağlayabilen, bunun için en şaşırtıcı yöntemleri uygulayabilen bir eğitim odağıydı Amaca ulaşabilmek adına, yetenekli eğitmenler, İslam'ın özgün demokratik fikirlerini yıkarak, o dönemde Mısır'da hüküm süren Fatımi halifesinin emirlerini yerine getirmeye çabalıyorlardı"

"Şia'nın temel öğretisi "talim"e, yani disiplinli eğitime dayanır Bu eğitimden doğrudan imam sorumludur ve hiçbir sapmaya göz yumulmaz Şii imamların Ali'nin soyundan gelmekle üstlendikleri rol ve yetkilerinin temeli tümüyle bu eğitim sayesinde gerçekleşmiştir"
"Sünni'ler ile Şii'ler arasındaki temel ayrılıklardan biri de, yetkinin talimden mi, yoksa akıldan mı kaynaklandığı tartışmasında yatmaktadır"
Edward Burman, The Assassins-Holy Killers of Islam
"Tasavvufun, en iyi bilinen mistik simgeciliğinin büyük bölümü, genellikle Ömer Hayyam'ın Rubaileri sayesinde herkesin öğrendiği kadarı, İsmaili'ler tarafından sahiplenmiştir Şia ile tasavvufu, şaşırtıcı ve benzersiz biçimde kaynaştırarak, kendi şeyhlerine sıkı sıkıya bağlı kapalı bir mistik topluluk oluşturmuşlardır Diğer taraftan, mistik esrikliğe ulaşmak için haşhaş ya da başka uyuşturucuların kullanılması tasavvufta olağan uygulamalardandır"



(2) Şeyh-ül Cebel (Dağların Şeyhi)
"1074 yılında, ermeni asıllı Akka valisi Bedr ül Cemali, halifenin çağrısı üzerine, ordusuyla birlikte Suriye'den Kahire'ye gelir ve kontrolu ele geçirir Bu andan itibaren, halife el-Mutansır'ın gücü tümüyle sınırlanır Gerçek yönetici ordu komutanıdır, artık Fatımi halifeleri birer kukla olmaktan öteye gidemezler"
"Halife el-Mutansır'ın 1094 yılında ölmesi üzerine, yeni ordu komutanı Bedr ül Cemali'nin oğlu el-Efdal, el-Mutansır'ın oğlu Nizar'ın halife olmasına karşı çıkar ve onun yerine Nizar'ın kardeşi el-Mustali'yi halife yapar Doğu'da, İran'da bulunan İsmaili'ler bu oldu bittiyi kabul etmezler, el-Mustali'nin halifeliğini reddederek Kahire ile tüm ilişkilerini keserler Fatımi egemenliğine böylece karşı çıkan bu grup, Nizar'a bağlı olduklarını ilan eder İşte bu sebeple, tarihte sonradan Haşişi'ler olarak ün salacak olan bu yeni akımın üyeleri, ilk zamanlarda Nizari İsmaili'ler olarak bilinirler"


"Arapçada 'asessen' sözü 'koruyucu, bekçi' anlamına gelir Kimi yorumcular 'gizlerin koruyucusu' deyiminin gerçek kökenini bu kelimede bulur"
Arkon Daraul, Secret Societies
"Hasan Sabbah, Nizari İsmaili'lerin yeni öğretisini, yani 'dava'yı örgütleyen ve uygulamaya geçiren devrimci bir dahiydi Kahire'deki Fatımi İsmaili'lerin davasının yerine, Hasan Sabbah kendi öğretisini koymayı başardı1060 Yılında, Tahran'ın yüz elli kilometre güneyindeki Kum kentinde dünyaya gelmişti"
"İnce bir zekası, mükemmel bir teoloji bilgisi, idealini uzun yıllar boyunca bıkmadan izleyecek olağanüstü bir irade gücü vardı Tıpkı bir zamanlar kendisinin eğitildiği gibi, sabırla, dinsel kuşkuları ortaya çıkarıp yeni bir seçeneğin olası olduğuna ikna edinceye kadar ısrarla, Daylam'lıları etkisi altına almış ve inançlarını değiştirmeye razı etmişti"
"Teolojik tartışmaları ustaca kullanarak, inatçı bir mantıkla Şia öğretisini titizlikle irdelemeyi başarmış, İsmaili'lerin fesatçı doğası ve geleneksel gizliciliğine dayanan, çok güçlü bir ayrılıkçı topluluk duygusu yaratmayı bilmişti"
"Elbruz sıradağları Damavend yanardağı ile 6000 metrede en yüksek noktasına ulaşır ve Hazar kıyıları ile Merkezi İran yaylası arasında aşılması zor bir engel oluşturur Tahran'dan pek uzak olmamasına karşın, bu dağlık ve ıssız bölge daima ulaşımı zor ve gözlerden ırak kalmıştır Bu nedenle, bir çok Şii tarikatı, gizlenen İsmaili'ler ve diğer din sapkınları için yüzyıllar boyunca dağlık Daylam bölgesi bir sığınak olmuştur"
"Marco Polo'nun 1273 yılındaki ziyareti ve bunu daha sonra kitabında, "Dağlar Şeyhi ve Aşişin'ler" olarak anlatması, Hasan Sabbah'ı ve yüksek bir vadide bulunan Alamut kalesini Batı'da bir efsane biçimine dönüştürdü"

"Şeyhin maiyetinde, gelecekte fedaileri olacak, oniki yaş civarında bir çok genç vardı Onlara içmeleri için haşhaş veriliyor ve üç gün süreyle uyuduktan sonra dörtlü, onlu ya da yirmili gruplar halinde, şahane bir bahçeye bırakılıyorlardı
Bahçede kendilerine gelen gençler, cennete geldiklerini sanıyorlardı Etrafları müzik, şarkı ve rakslarla onları eğlendiren, gönüllerini hoş tutan genç kızlarla çevriliyordu Gençlerin her türlü arzuları anında yerine getiriliyordu Öyle ki, kendi rızalarıyla bu bahçeden ayrılmayı kesinlikle istemiyorlardı"
"Şeyh, bir düşmanını öldürtmek isteyince, gençlerden birini yanına çağırtıp "cennete geri dönebilmen için, düşmanımı öldürmelisin" diyordu Böylece, katiller gidip hevesle, gönüllü olarak görevi yerine getiriyorlardı"

"Bir çok tarihçinin uzun yıllar tartıştığı, ancak bugün kesinlikle kanıtlandığı şekliyle, "haşhaş içenler" ya da "haşhaş yutanlar" deyimleri, asla İslam kaynaklarında rastlanılmayan, tümüyle yanlış bir adlandırmadır Küçük düşürücü bir anlamda, "kötü üne sahip kişiler" ve "düşmanlar" deyimlerinin yerine kullanılmıştır Deyimin bu anlamıyla kullanımı günümüze kadar süregelmiştir 1930'lu yıllarda Mısır'da gündelik dilde "Haşişin" sözü sadece "gürültücü ve huzur kaçıran" anlamında kullanılmıştır Özdenetim sahibi olduğu her bakımdan anlaşılan Hasan Sabbah'ın uyuşturucu kullanmak gibi bir aşırılığa kapılacağı hiç akla yakın değildir Alamut kitaplığı ve gizli arşivlerinde dahi, İran Haşişi'lerinin uyuşturucu kullandıklarını ima eden tek bir satır bile mevcut değildir"
"Güvenli ve sürekli bir üsse sahip olmayı başardıktan sonra, Hasan Sabbah dailerini (İsmaili misyonerleri) Alamut kalesinden dört bir yana gönderdi Aynı zamanda, topraklarını genişletme politikası izlemeye başladı Yeni kaleler inşa ettirdi, propaganda ya da kuvvet kullanarak, başka kaleleri ele geçirdi Bu dönemde, Alamut ve diğer kalelerde yaşam, sonsuz bir disiplin ve ciddiyet içinde geçmekteydi"
"Hasan Sabbah'tan önce, İslam dünyasında politik cinayetler yok değildi Daha eski tarikatlar da, suikastı bir siyaset yöntemi olarak kullanmışlardı Hatta, Muhammed bile, düşmanlarının yaşamaya layık olmadıklarını söyleyerek ve inançlı yandaşlarının bu imayı anlayacaklarını bekleyerek, rakiplerini yoketme yoluna gitmiştir"
"Haşişi "Assassin" (katil) sözü, Batı dillerinin kelime dağarcığına, Dante tarafından kullanıldığı zaman katıldı İlahi Komedya, Cehennem, XIX Kitap'ta, Dante kendini, "kötü assassin'in günahını çıkartan bir keşiş" olarak betimler

Eserin bu kısmında, günah çıkartan suçlu kafası aşağıda olarak canlı canlı toprağa gömülmektedir Bu sebeple, mümkün olan en büyük suçu işlemiş olmalı; yani, özellikle dehşet verici bir günahın sahibi olmalıdır Kötülük olgusuyla, "assassin - katil" sözü arasında Dante tarafından kurulan bağ, kesinliği ve berraklığı güçlendirir ve işte bu anlamıyladır ki, "assassin" sözü tüm Batı dillerine yayılmıştır"


İsmaili'lerin Kaderi
"1256 yılında Alamut kalesinin, Moğol komutanı Hülagu tarafından yıkılmasıyla, Nizari İsmaili'lerin bir çoğu Afganistan'a, Himalaya'lara ve özellikle Sind'e kaçtılarBazı gruplar, zaten daha XI yüz yıl kadar erken bir dönemde Hindistan'da etkinlik gösteriyorlardı Burada, "Bohra"lar adıyla bilinen İsmaili tarikatı mevcuttu Bu tarikatın kurucusu, henüz 1067 yılında, Cambay'a göç eden ve buradan Gujerat'a geçen, Abdullah adında bir Yemenliydi Bugün de, Bohra'lar hala bu bölgede gizli varlıklarını ve güçlerini sürdürüyorlar"
"Bir diğer büyük kol, bugün özellikle Pencap'ta etkin olan "Hoca"lar tarikatıdır Bu tarikatın geleneklerine göre, kurucuları kuzeybatı Hindistan'a XIII yüz yıl başlarında gelen, "Satagut" (gerçek ışığın öğretmeni) adında bir daidir"
"Ağa Han önderliğindeki, çağdaş İsmaili'lerin dayandığı temel "Hocalar" tarikatıdır ve doğrudan Nizari İsmaili'lerin yani Haşhişi'lerin soyundan gelmektedir"
"Bugün, Ağa Han, tam olarak Prens Kerim el-Hüseyni, Ağa Han IV, İsmaili'lerin, kırk dokuzuncu imamı olup, doğrudan Muhammed'in soyundan geldiğini ileri sürmektedir Tüm dünya üzerindeki tahmini yirmi milyon İsmaili'nin lideri olup, sadece bağışlardan oluşan, yıllık gelirinin, 1985 yılı için 75 milyon Sterlin olduğu açıklanmıştır"


Devrimci bir dahi olarak kabul edilen Hasan Sabbah'ın teolojik ve politik görüşleri, ülkesinin Araplar tarafından fethedilmesi ve buna bağlı olarak İslam dininin kabul edilmesinden sonra, İran'a özgü ilk dinsel ve politik yaratımdır Bu geniş anlamda, Haşişi'lerin kurucusunun düşünce ve öğretilerinin Orta Doğu'daki politik akımlar ve dinsel yaşantı üzerinde uzun menzilli bir etkisinin bulunduğu söylenebilir Hasan Sabbah'ın mirası, bugün bir yandan Ağa Han tarafından, diğer yandan Lübnan ve İran'da bulunan devrimci gruplar tarafından paylaşılmaktadır


Haşişi'lerin Gizli Öğretileri
Düşünce Okulları
"Genel olarak İsmaili'lerin, özel olarak da Nizari İsmaili'lerin asıl sorunu, her dönemde resmi İslam tarafından sapkın kabul edilerek baskı altında tutulmak istenmeleridir (Mısır Fatımi halifelerinin yönetiminde İsmaili inancının resmi dinsel görüş olarak kabul edildiği dönem dışında) Bu baskının sonucu olarak, Haşişi inancının herkesce anlaşılabilir bir açıklaması hiç yapılmamıştır Haşişi'ler kendi öğretilerini gizli tutmuşlar, düşmanları ise, sapkın oldukları gerekçesiyle, inceleme araştırma yapmadan onları neredeyse yok
"Hasan Sabbah, sıradan kişilerin bilgi edinmesine engel olmuş, her kitabın tehlikesini ve her yazarın dağarcığını zaten bilenler dışında, bilginlerin eski kitapları incelemelerine izin vermemiştir Yandaşları ile birlikte, teoloji alanında, "Allah'ımız Muhammedin Allah'ıdır" demekten öteye geçememiştir"

"İslam bir mesih dini değildir ve bir kurtarıcı-mesih kavramına yer vermez Yine de, büyük olasılıkla Hıristiyan etkisi altında, İslam'da Peygamberin soyundan gelen bir kişi ya da yeniden dünyaya gelen İsa kişiliğinde, "imanın eskatolojik onarımcısı" yani "Mehdi" (Tanrısal Rehber) kavramı zamanla gelişmiştir İsa'nın ortaya çıkmasıyla, "son yargı" dönemi başlayacaktır İyiler cennete giderken, kötüler cehenneme atılacaklar; cennette ödüller, cehennemde ise cezalar olacaktır Böylece öngörülen "Son"dan önceki dönem de oldukça karamsardır: Kabe yol olacak, Kur'an sayfaları boş kağıda dönüşecek, Kur'an'ın buyrukları belleklerden silinecek, Allah bile "Tanrısal Söz"ü (logos-kelam) terkedecektir İşte o zaman kıyamet kopacaktır"

"Çesitli duygu yüklü isimler altında, İsa'dan Kur'an'da tam otuz beş kez sözedilir; "Allah'ın Habercisi" ve "Mesih" gibiAma, Kur'an'ın hiç bir yerinde İsa, ölümlü bir peygamberden, Muhammed'in yolunu açan kişi ve tek yüce Allah'ın bir sözcüsü olduğundan daha farklı bir niteliğe sahip değildir Tıpkı Basilides ve Mani'nin söyledikleri gibi, Kur'an İsa'nın çarmıhta ölmediğini yazar; "Onu öldürmediler, onu çarmıha germediler, öyle yaptıklarını zannettiler" Bu pek de açık olmayan sözler dışında başka bir yorum yoktur Ancak İslam yorumcularına göre, ölmek üzere İsa'nın yerine geçen bir başkası vardır Her zaman olmasa da, bu kişinin Sirene'li Simon olduğu ileri sürülür Bazı İslam Yazarları, İsa'nın bir duvar girintisine gizlenerek, tıpkı Nag-Hammadi yazıtlarında da belirtildiği gibi, taklidinin çarmıhta can verişini izlediğini yazarlar"

"Yeniden Doğuş" öğretisi, ya da daha doğrusu "ruh göçü" kavramı, İran'da geniş kabul görmüş ve İslam'daki Mehdi inancına evrimlenmiştir Bu öğretinin, İsmaili versiyonu iki ayrı düşünce okulu biçiminde ortaya çıkmıştır İlki, İsmail"in kendisini doğrudan ölümsüz ve dolayısıyla Mehdi olarak kabul eder İkincisi, İsmail'in oğlu Muhammed'in Mehdi olduğunu ve tüm dünyayı fethetmeden önce ölmeyeceğini ileri sürer
Dürzi'ler "yeniden doğuş"u kendi inançlarının temel ve ayırd edici bir ilkesi olarak benimserler Dürzi'liğin kurucusu Hakim'in on ikinci imamın ruhuna sahip olduğuna inanırlar Hakim'in tüm dinsel yetkisi de bu olgudan kaynaklanmaktadır Haşişi'lere oranla daha fazla bilgi sahibi olduğumuz Dürzi'lerin öğretileri aslında hemen hemen Haşişi'lerin öğretisiyle eştir: "tüm ruhlar hep bir anda yaratılmışlardır, sayıları sınırlıdır Her ruh bir dizi ruh göçü ile gelişir ve mükemmelliğe doğru yükselir"


Haka'ik - İçrek Gerçekler
"İnsanlığın dinsel gelişiminin, her biri yedi yıl süren, yedi ayrı peygamber döneminde gerçekleştiği tasavvur edilmektedir Bu yedi peygamberin ilk altısı: Adem, Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed'tir Bu Tanrı habercilerinin her biri, sıradan insanların bile anlayıp yorumlayabileceği bir dinsel yasa ortaya koymuşlardır Buna "zahir", yani dış görünüş denilebilir Ancak, bu peygamberlerin verdiği her bir mesajın bir de, içrek, gizli gerçekleri vardır Bu içrek gerçekleri ancak az sayıda aydınlanmış kişi anlayıp yorumlayabilir Buna da "batın", ya da içrek gerçek adı verilir"
"Haka'ik (içrek gerçeklerin bütünü), bu yedi peygamberi izleyen birer "Vasi" (elçi) ya da "Samit"(suskun) tarafından açıklanabilir Bu kişinin görevi kutsal yazılar ve kurallardaki batını izah etmektir Her bir vasiden sonra, ayrıca yedi tane imam dünyaya gelir Yedinci imam bu dizgedeki yeni peygamberdir ve böylece çember tamamlanır Son döneme damgasını vuracak olan Mehdi, herkese tüm içrek gerçeklerin açıklamasını yapacak ve böylece Tanrısal bilgi dönemini başlatacaktır"
"İsmaili teolojisi, işte bu denli "vahiyci" (revelationary) bir nitelik taşır İnsan aklından aşkın olup, insanın anlayamayacağı düşünülen haka'ik, aslında gnostik öğretiden türetilmiştir Tümüyle Neoplatoncu değerlerden yola çıkarak, maddi ve manevi dünyanın ilkelerini açıklama iddiasındadır Gnostikler, maddi dünyanın ikincil bir tanrı tarafından yaratıldığını düşünürler Bu Eski Ahit'teki Yahova'dır Yahova, gerçek Tanrının dünyayı yanlış inançlardan temizlemek için İsa'nın bedeninde oğlunu göndermesine kadar, belirli bir özgürlüğe sahip olabilmiştir

"İsmaili haka'ikinin özü, "İlk Neden" olarak Tanrı'nın reddedilmesinde ve kendi içinde belirli bir akılcılığa yönelmesindedir Bu öğreti aynı zamanda İsmaili'lerin sapkınlığının temelidir Onlara göre "İlk Neden" evrensel akılla birleşen Tanrısal buyruk yani Tanrı Sözüdür (logos-kelam) Bu yüzden, İsmaili'lerin buyruk-düzen-yasa hakkındaki düşünceleri, içrek öğretilerinin çekirdeğini oluşturur ve Neoplatoncu felsefe ile İslam'ın sentezini gerçekleştirir Hasan Sabbah'ın gücü ve fedailerinin bağlılığı, Tanrı'nın aşkın doğası hakkında İsmaili öğretisinin kategorik ısrarından kaynaklanır Böylesi mutlak bir Tanrı ve mutlak bir imam, mutlak bir inanç ve itaat gerektirir"
1-İmam (Ali ve Nizar'ın soyundan)
Tam Aydınlanmışlar:
2-Dai'd-D'uat (Baş Dai)
3-Dai'l-Kebir (Büyük Dai)
4-Dai
Yarı Aydınlanmışlar:
5-Refik
6-Lasik
7-Fedai
"Her ne kadar, aydınlanma derecelenmelerinin ayrıntıları, 1332 yılında Dürzi'ler hakkında kaleme alınmış tarihi bir belgeden aktarılmışsa da, Haşişi'ler ile asıl fark, derece sayısının Dürzi'lerde, belki de dokuz göksel cisimle uyum sağlamak için, dokuza yükseltilmiş olmasındadır"

Dokuz Derece
Adaylar, yaşam boyu kendilerini de öğretmenleri kadar önemli kılacak olan, ebedi bilgelik ve gizli güç sahibi olacaklarına inanarak örgüte katılırlar ve dokuz dereceden oluşan bir aydınlanma sürecinden geçirilirler
İlk Derece
İlk derecede, öğretmenler adayları, tüm önceden öğrenip kabul ettikleri dinsel ve siyasal düşünce ve yargılardan kuşku duyma durumuna düşürürler Daha önce kendilerine öğretilen her türlü bilginin önyargılı ve sarsılabilir olduğuna, olası her çeşit tartışma tekniği kullanılarak, inandırılırlar Arap tarihçi Makrızi'nin aktardığına göre; bunun sonucu, öğrencilerin her sorunun en doğru yorumunu yapabilen tek gerçek bilgi kaynağının öğretmenleri olduğuna inanmaları ve öğretmenlerinin kişiliklerine bağımlı duruma gelmeleridir Öğretmenler, aynı zamanda, formel bilginin aslında, hazır duruma geldiklerinde öğrenecekleri, gerçek, gizli ve güçlü sırrın sadece bir örtüsü olduğu hakkında sürekli ipuçları verirler Bu akıl bulandırma tekniği, öğrencinin bir öğretmene körü körüne bağlılık andı içecek hale gelmesine kadar sürdürülür
İkinci Derece
Öğrencilere bu derecede, korunması İmama teslim edilmiş olan içrek bilgiler olmadıkça, bu içrek öğretinin basit birer simgesi durumunda olan dinsel kurallar izlenerek Allah'ın rızasına ulaşmanın imkansız olduğu öğretilir
Üçüncü Derece
Bu derecede, gelmiş geçmiş imamların sayısı ve kişilikleri, yedi sayısının maddi ve manevi dünyadaki anlamı aktarılır Artık, kesinlikle "Onikiimamcı" inanç ve görüşlerden uzaklaşılarak, son altı imamın saygı duyulmaya gerek olmayan, manevi bilgilerden yoksun, sıradan insanlar oldukları öğretilir
Dördüncü Derece
Öğrenciye, yedi "Natık" (bildiren-peygamber) dönemleri, onları izleyen altı "Samit" (suskun imamlar) ve her yeni natığın kendinden önce gelenlerin dinsel öğretisini nasıl değiştirdiği öğretilir Bu eğitim, Muhammed'in son peygamber ve Kur'an'ın da Allah'ın son vahyi olamadığının kabul ettirilmesini içerir ki, tüm bunlar öğrenciyi İslam dininden çıkarır Bu derecede ayrıca, yedinci ve son natık, "Sahib-ul-Amr" (varlıkların sahibi) İsmail'in oğlu Muhammed'in "Eskilerin Bilimi"ni (Ulum-ul Evvelin) tamamlayıp, içrek öğretinin bilimi olan "Tevil" bilimini (Allegorik yorum) kurduğu aktarılır
Beşinci Derece
Bu derecede, geleneklerin tümü terkedilerek, "Sayılar Bilimi" ve "Tevil" uygulamalarının öğretimine başlanır Sürekli konuşulan konu dindir Kur'an'ın sözcük anlamına giderek daha az önem verilirken, İslam dininin tüm kural ve koşulları ortadan kaldırılmak istenir On iki sayısının anlamı ve on iki "hucca" (kanıt) öğretilir Bu "hucca"lar, imamların propagandasına temel oluşturan ve onların kişisel öğretilerini yönlendiren kanıtlardır Aynı zamanda, "hucca" sözcüğü, her imam tarafından, baş dai olarak atanan kişilere de ad olarak verilmiştir Sonradan, oniki "hücce" insan omurgasındaki oniki sırt omuru ile bağdaştırılır; yedi kafa omuru (cervical) ise yedi peygamberi ya da yedi imamı simgeler
Altıncı Derece
İslam dininin koşulları (namaz, oruç, hac, zekat, kelime-i şehadet) ve tüm diğer ritlerinin allegorik anlamları bu derecede öğrenciye aktarılır Görünümde uygulanan bu koşul ve ritlerin temelde önemsiz olduğu ve bilgiye ulaşmış kişilerin bunlardan vazgeçebileceği öğretilir Çünkü bu uygulamalar, kurnaz yasa koyucular tarafından, cahil ve kaba halkı yönetmek için konulmuştur
Yedinci Derece
Bu ve bundan sonraki derecelere, öğretinin gerçek yapısı ve amaçlarını kavrayabilen önde gelen kişiler kabul edilir "Önceden varolan" (Pre-existent) ve "Sonradan ortaya çıkan" (Subsequent) kavramları ve bunların dualist yapısı bu derecede öğretilir ve böylece, kişinin Tek Tanrı öğretisine olan inancının yıkılması amaçlanır
Sekizinci Derece
"Önceden var olan"-"Sonradan ortaya çıkan" ikili öğretisi geliştirilir, öğrenci tarafından derinlemesine kavranmasına çalışılır Ayrıca, en önemlisi, bu iki kavramın da üzerinde, ne adı, ne nitelikleri bilinebilen, hakkında hiç bir bilgi bulunmayan, tapınmak bile mümkün olmayan bir yüce Varlık olduğu hakkında ilk bilgiler verilmeye başlanır Bu isimsiz Varlık, Zerdüşt inancındaki, "Zervan Akanana"yı (Sonsuz Zaman) andırmaktadır Ancak, öğretinin bu noktasında, İsmaili'ler arasında farklı anlayışlar, çatışma ve karışıklıklar ortaya çıkmıştır Yine de, Nuveyri "bu fikirleri kabul edenlerin yeri, dualistlerin ya da maddecilerin yanından başka bir yer olamaz" diyerek tümünü aynı sepete yerleştirmiştir Bu derecede, öğrenciye peygamber olmak için, mucizeler yaratmaktansa politik, sosyal, dini ve felsefi bir sistem yaratıp uygulamak kabiliyetini göstermek gerektiği öğretilir Ayrıca, dünyanın sonu, yeniden doğuş, cennet-cehennem gibi allegorik kavramların yanısıra çeşitli "kıyamet" doktrinleri de aktarılır


Dokuzuncu Derece
Aydınlanma'nın bu en son derecesinde, tüm dogmatik din kurumlarından sıyrılan kişi artık, en saf ve basit anlamıyla, bir filozof olmuştur Kendi arzusuna ve keyfine uygun düşen, düşünce sistem veya karışımını istediği gibi kabul etme özgürlüğüne kavuşmuştur

Okült Gelenek
Şeyh-ül Cebel Sinan'a duyulan büyük saygının hatırı sayılır bir bölümü, herkesçe bilinen telepati ve durugörü gücünden kaynaklanmaktadır Ebu Firaz tarafından aktarılan öyküde, bahçede bulunan bir kişinin düşüncelerini okuyarak, aklından geçirdiği sorulara cevap verebildiği anlatılmıştır Hasan Sabbah da döneminin tanınmış bir simya ustasıdır Haşişi'lerin günümüzde okült uygulamalar olarak bilinen, karanlık konularla uğraştıkları su götürmez Zaten, o zamanlar, simya ve astroloji felsefe eğitiminin ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilirdi
alıntı

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.