Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
felsefesinin, haldun, ibni, kurucusu, sosyolojinin, tarih

İbni Haldun ; Tarih Felsefesinin Ve Sosyolojinin Kurucusu...

Eski 08-20-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İbni Haldun ; Tarih Felsefesinin Ve Sosyolojinin Kurucusu...




İbni Haldun ; Tarih Felsefesinin ve Sosyolojinin Kurucusu


İsim:İbn Haldun
Doğum tarihi:27 Mayıs, 1332
Ölüm tarihi:19 Mart, 1406
Okul/gelenek:İslam Düşünürü
Etkiledikleri:İslam, Yunan Düşünürleri
Katkıları:ekonomi, sosyoloji, nufus bilimi, tarih, felsefe, siyaset bilimi, sosyal bilimler


İbn Haldun, 1332-1406 (Hicrî 732 / 808) yılları arasında yaşamış bir İslam bilginidir Tam adı Abdurrahman b Muhammed b Ebu Bekr Muhammed b Hasan?dır
İbn-i Haldun, 1332 yılında Tunus?ta, nesli sahabilerden Vâil b Hacer?e uzanan, Arap bir ailede doğdu Aslı Yemen kabilelerinden Hadramut?a kadar uzanır Dedelerinden, ilk olarak Halid b Osman,Endülüs?teki Karmuna?ya hicret etti Endülüs halkının âdeti olarak Halid olan ismine u ve n harfleri eklenerek ismi Haldun?a dönüştü
Babası fakih idi ve kendini fıkıh ile edebiyata adamıştı İbn'i Haldun, Tunus?ta Kur?an-ı Kerimezberleyerek ve tecvit öğrenerek yetişti Aynı zamanda babasından Arapça ilimleri, İslam hukuku veArapça dersleri aldı Babası, İbn Haldun?un dönemindeki en iyi âlimlerden ders almasına özen gösterdi
İbn-i Haldun hayatının ilk dönemlerinde uzun bir süre hükümette memur olarak çalıştı İbn Haldun, az sayıda eser bırakmıştır El-İbar, Divan-i Mübteda, el-Haber fi Eyyamu?l-Arab, el-Acem ve el-Berber eserlerinin en meşhurlarıdır Türkçe'de bilinen en ünlü eseri Mukaddime'dir Hicri takvime göre, 808 yılının ramazan ayında Mısır?da vefat etti ve burada defnedildi


Seyahatleri
İbn'i Haldun Tunus?u bırakıp Cezayir?deki Biskra?ya giderek yerleşti Biskra?dan da yine Cezayir?dekiKonstantin?e geçti Daha sonra ailesini Konstantin?de bırakarak Fas?a geçti
İbn-i Haldun, o dönemde Batı İslam dünyasının başkenti olan Fas?a yerleşip orada kaldı İbn Haldun,Fas?ta kaldığı müddetçe kendini tefsir ve kıraate vererek Magrib ve Endülüs halkından ilim adamları ile karşılaştı Okumak ve ilmi isteklerini gerçekleştirmek için Fas?taki kütüphanelere gidiyordu Bu dönemde el-İbar isimli kitabının giriş bölümünü yazdı
Endülüs?e gitti ve daha sonra Cezayir?e döndü Kasabe camiinde hatip olduğu bir dönemde saray nazırlığı görevine getirildi Siyasi görevinin yanı sıra camiide ders vermeye devam etti
Yedi yıl sonra ailesi ile birlikte Tilmisan?a sonra da Fas?a gitti Fas?ta ilim öğrenmeye ve öğretmeye devam etti Sonra ailesini Fas?ta bırakıp tekrar Endülüs?e döndü Granada?da bir müddet kaldıktan sonraMagrib?e geldi
Tilmisan?da bir kez daha ailesi ile bir araya geldi Bir müddet kitap telifi ve okumak için burada kaldıktan sonra Cezayir?deki Seleme Oğulları kalesine gitti ve burada dört yıl kaldı Bu dönemde el-İbar isimli kitabını düzenledi ve daha sonra kontrolden geçirip milletler tarihini ilave etti Ve sonra tekrar Tunus?a döndü


Yaklaşımı

İbn-Rüşt?ün öğrencisi olan İbni Haldun, yaşadığı sürece İspanya?daki son müslüman devletlerin ortadan kalkışını belirleyen olaylara, Kuzey Afrika?daki toplumsal karışıklıklara tanık olmuş, Timur istilası sırasında doğuda bulunmuştur İbn- Haldun?un en önemli eseri olan ?Mukaddime��? onu çağdaş toplumbilimlerin öncülerinden biri olmasını sağlamıştır
İbn- Haldun?un toplumbilimsel tarih tanımı önemlidir; tarihin gerçek konusu bize insanın toplumsal durumunu, yani uygarlığını anlatmak ve buradan ona bağlanan olguları; gelenekleri, aile ve kabile hayatını, hükümdar ailelerinin doğuşuna neden olan üstünlüklerini, toplumsal tabakalar arası ayrımları, insanların geçimlerini sürdürmek için yaptıkları uğraşları kısacası nesnelerin doğası gereği toplumun yapısında meydana gelen değişmeleri öğretmektir Görüldüğü gibi İbn-i Haldun tarih incelemesi ile aslında bugün bizim toplumbilimsel konularımızın bir kısmını irdelemektedir
Nesnel bir tavırla siyasal egemenliklerin kaynaklarını ve işleyiş süreçlerini incelemiştir Onun için asıl sorun insan iradesinden bağımsız olarak meydana gelen çevrimsel (cyclique) bir olguyu açıklamak ve bu düzenli akışın nedenlerini belirlemektir Ortaya çıkardığı kuram, Platon?un açıkladığı çevrimler kuramını hatırlatmaktadır İbn-i Haldun için de kral ailelerinin ve yönetici aristokrasilerin evrimini kuşaklar arasındaki psikolojik açıdan görülen farklılıklar açıklamaktadır Toplumsal hayat doğal bir olgudur Yaşam koşulları, özellikle coğrafi ortamın ve iklimin şartlarına bağlı olarak şekillenmektedir Bu koşullar ise siyasal olgulardan daha kararlı ve süreklidir
İbn- Haldun?a göre insan, otoriteye gereksinim duyan tek canlıdır; otorite olmazsa anarşi ve düzensizlik hüküm sürer, insandaki kötü güdüler öne geçer Otorite ise güçle kurulur ve cesaretleri, kendi aralarındaki birlikleri sayesinde onu elde etmeyi başaran topluluklara aittir İktidarı ele geçirme davranışını yaratan nitelikler göçebe hayatı ile kazanılmıştır Buna örnek olarak İbn- Haldun, en büyük fetihleri yapanlara göçebe ya da yarı göçebe toplumlar olan Germen, Hun, Arap ve Moğolları gösterir
İbn- Haldun otoritenin ele geçirilme nedenini belirledikten sonra, bir kral ailesinin, bir partinin, bir grubun egemenliğinin ortalama yaşama süresini inceler ve bunun genellikle üç kuşak yani yaklaşık bir yüzyıl sürdüğünü iddia etmiştir Buna neden olarak da iktidarın yürütülmesinin umutsuz ve düzensiz kuşaklardan alınıp güçlü gruplara devredilmesini göstermiştir İktidarı ellerinde tutanlar sonunda sahip oldukları iktidarı/otoriteyi fetihlerle, ispat ettikleri cesaret ve yeteneklerinin bir ödülü olarak değil de, doğumlarıyla ya da aile bağlarının bir devamı olarak sahip olduklarını düşünmeye başlarlar İbn- Haldun?a göre böylece de kendilerini yıkılmaya elverişli bir duruma getirirler
İbn- Haldun otoritenin değişme sürecini incelerken, özellikle maliye ve para sistemlerinden gelen ekonomik kaygılar ile bu çözülme sürecinin daha da ağırlaştığını görmüştür Her siyasal yıkılışın kamu borçları ile özel borçlar için bir çözüm getirdiğini, yani her yıkılışın aslında mali yönden tam bir hesap tasfiyesi anlamını taşıdığını ileri sürmüştür Ona göre toplumlardaki pek çok ayaklanma ve zorbalık olayının temelinde borçlanmanın getirdiği sıkıntılar yatmaktadır İbn- Haldun ayrıca imparatorlukların son günlerinde nüfusun iyice artmış olmasının ve bunun gitgide ekonomik güçlükleri de arttırmasının da çözülme sürecinde etkili olduğunu söylemiştir
Özellikle köy-kent farklılaşması hakkında toplumsal çözümlemeler getirmiştir Ünlü eseri Mukaddime'nin 2 bölümünde, göçebe-köy toplumsal yaşamı ile yerleşik-kent toplumsal yaşamı arasında önemli saptamalar yapmıştır Ona göre, göçebe-köy toplumsal yaşamı, yerleşik-kent toplumsal yaşamından önce başlamıştır Köy halkı, kent halkından daha sağlam, mert, özgüveni daha fazla, özgür, köklü ve az bozulmuştur Köy aile yaşamı, kent aile yaşamından daha dengeli, daha sağlam ve daha huzurludur Toplumsal bilinç ve duyarlılık, karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma köy toplumsal yaşamında daha fazladır Ayrıca yaşlılara ve kadınlara verilen saygı ve değer de çok daha fazladır

Ekonomik Görüşü
Ticaret ve İş bölümü
İbn Haldun ticaret ve iş bölümü üzerinde durur Ticaret cesaret işidir, çünkü risk almak gerekir İş bölümü insanların değişik mal ve hizmetlere olan ihtiyaçlarında doğmuştur İş bölümü verimi ve üretimi arttırır, pazarları genişletir Ticaret ise malı ucuza alıp daha yükset fiyata satmaktır Bazende fiyatlar yükselene kadar mallar depoda saklanabilir Alış fiyatı ile satış fiyatı arasındaki farka kar denir Kar tacirlerin geçim kaynağıdır İş bölümü gelirleri ve üretimi arttırdıkça lüks mallara olan tüketim miktarıda artar İş bölümü piyasaları genişlettiği gibi, piyasanın genişliğide iş bölümünü etkiler İş bölümü maliyetleri ve dolayısıyla fiyatları düşürerek talebi uyarabilir İş bölümü ile ilgili görüşleri Adam Smith ile paraleldir

İktisadi Kalkınma ve İmar

Toplumun kalkınması yeni üretim araçları bulup yerleşik hayata geçmesi ile başlar Yerleşik hayata geçmesi imarı arttırır İbn Haldun, Fransız düşünür Montesquieu'den önce iklim ve coğrafya faktörlerinin insanın fiziksel ve zihinsel gelişimi üzerine etki yaptığını ileri sürmüştür her ulusun farklı karakterlerinin olması bununla açıklanabilir İklimin üretim miktarına nasıl etkisi varsa insanların üzerinede etkisi yüksektir Örnek olarak soğuk ve dağlık kesimlerde yaşıyanlar, düz ve sıcak yerlerde yaşıyanlardan daha çalışkan olurlar çünkü ısınmak ve biyerden biyere gitmesi için daha fazla çaba göstermesi gerekmektedir

İbn Haldun iktisadi gelişme ile durgunluk arasında diyalektik ilişkiler kurmuştur örnek olarak, bürokrasiyi daha güçlü ve yetenekli kişiler, daha iyi çalıştırabilir Bu da iktisadi faaliyetleri uyarır, üretimi arttırır ve ekonomik büyümeyi hızlandırır Yöneticiler beceriksiz ve yeteneksiz iseler işler doğru düzgün yüriyemez Aynı şekilde, kamu borçları ve vergiler artıyorsa, dengeli bir para politikası uygulanmıyorsa, devlet zayıftır ve ekonomik durgunluğa doğru gider

Devlet Üzerine Düşünceleri

İbn Haldun'a göre her toplum, kendisini oluşturan insanların niteliği ve özelliklerini taşımaktadır O halda, devletin temeli ve özü insandır Devleti anlamak için, insanı gerçek yaşamı içersinde analak gerekir Devlet, gerçek yaşamı içersinde bulundurduğun insanların niteliklerini taşır Bunun içindir ki, insan küçük devlet, devlet büyük insandır

İktisadi kalkınma ve sosyal huzurun arasında yakın bir ilişki vardır Güçlü devlet iktisadi kalkınma için uygun zemin hazırlar, iç ve dış güvenliği sağlar İbn Halduna göre, devlet ekonomik hayata müdahale etmemelidir Devlet müdahale ederse ve vergileri arttırırsa, kişilerin yaratıcılık arzuları kırılır, üretim azalır ve neticede hem fertlerin hem de devlerin geliri azalır Bu bakımdan, İbn Haldun, liberal bir iktisat politikası ve özgürlükten yanadır

Devletin zenginliği toplumun zengiliği sayılır Devletin geliri azalınca yöneticilerinin, askerlerinin ve memurlarının geliride azalıcak demektir; bu sebepten dolayı devlet gelirleri ile toplumun geliriri doğru orantıdadır Para ve servet devlet ile fertler arasında el değiştirir

Devlet bir insan gibi doğar, büyür, yaşlanır ve ölür Devletin oluşmasının ilk aşaması göçebeliktir, yeni üretim araçları keşfedildikçe yerleşik hayata geçilmeye başlar İnsanın ihtaiyaçlarının artması işbölümünü doğurur, iş bölümü üretimi arttırır, üretim artışı tüketim artışı ve refah artışıdır Refah artıkça lüks malların tüketim artar, böylece israf artmış olur Devlet ihtiyacını karşılamak için daha fazla vergi almaya başlar ve daha fazla vergi alması toplumun iktisadi faliyetlerini zayıflatır ve böyle devam ederse yıkılır

Devlet, din ile uğraşmamalı diyen İbn Haldun, din devletine ve teokratik görüşlere karşı çıkar

Emek ve Üretim

Emek sahibine gelir sağlayan en önemli sermayedir ve değer ölçüsüdür Böylece İbn Haldun değeri, emek le açıklamış ve emek değer teorisinin temellerini oluşturmuştur Elde edilen ürürnün değeri o ürün için harcanan emeğin değerinden fazladır Bu artı değer ürünüdür Karl Marks bu artı değere plus-value demiştir


Felsefesi

(1333 -1406) İslâm-Yahudi felsefesinin yine Batı bölümünden olan bir başka düşünür İbni Haldun'dur İbni Haldun'un kişiliğinde, ilk kez gerçek bir "tarih filozofu" ile karşılaşıyoruzİlkçağda tarih felsefesi, hemen hemen, yok gibidir
Antik dönemin filozofları daha çok doğa ile ilgilenmişler, tarihe fazlaca ilgi duymamışlardırOrtaçağın başlarında bu durum tümüyle değişti Tarih felsefesinin Augustinus'un sisteminde ne kadar geniş yer aldığını hatırlayacağız

Ancak Augustinus'un tarih felsefesi, tümüyle dini temellerden çıkarılmış olan bir tarih yapısalcılığıdır Oysa İbni Haldun'un, tarih felsefesi karşısındaki tutumu tamamen farklıdır O, tarih felsefesini "empirik" bir temel üzerine kurmaya çalışmıştır

Birçok tarihi incelemeler yapmış olan ve özellikle İslâm devletlerinin tarihini çok iyi bilen İbni Haldun'un araştırmalarında şu durum dikkatini çekmiştir: İslâm devletleri kuruluyor, belli bir gelişme dönemi yaşıyor, sonra da yıkılıyor İbni Haldun'a göre tüm devlet kuruluşlarının kaçınılmaz sonu budur Acaba bunun nedeni ne olabilir?

Devletlerin önce yavaş yavaş yükselip , sonra da gerilemesi neden kaynaklanıyor? İbni Haldun bu sorundan önce bir başka konuyu ele alıyor: İnsanları bir devlet halinde birleştiren sebep nedir? Bu soruya verdiği yanıtta İbni Haldun, "dayanışma" kelimesiyle karşılayabileceğimiz bir kavramı, açıklamaları içine alıyor

Tarih felsefesini, ilk olarak, tarihi olaylara dayandıran İbni Haldun, İslâmfelsefesinin en dikkat çekici isimlerinden biridir İbni Haldun öncelikle şu soruyu soruyor: Bir devlet olarak yanyana yaşayan insanların bu birliktelikleri neye dayanır? Bu soruyu İbni Haldun, "dayanışma" kavramı ile yanıtlıyor

Ona göre toplum yaşamında ancak "dayanışma bilinci"nin bulunduğu yerde, yani bireylerin birbirini karşılıklı olarak destekledikleri yerde dayanışma olanağı vardır Acaba dayanışma duygusu neye dayanır? Bu duygu çeşitli etkilere, söz gelişi ortaklaşa ırk birliğine, dinbirliğine, tarihi kader birliğine dayanabilir

İbni Haldun için önemli olan nokta, tüm bu temellerden "önce" insanda bir topluluk bilincinin var olması gerekir Yani insan öteki insanlarla akraba olduğu için değil, akrabalık "bilincini" duyduğu için dayanışma duygusu taşır Ya da insan aynı dine bağlı olduğu için değil de, böyle bir bağın bilincine sahip olduğu için kendisini ötekiler ile dayanışma içinde duyar
O halde bir bağın var olduğuna ait olan bilinç, bağlılığın kendisinden daha önemlidir Çünkü söz gelişi aynı kandan gelindiğine dayanan bir dayanışma bilinci, bu ortak biyolojik birlik, yalnızca bir yanılgı olsa bile, yine de, gelişme olanağı bulur Bir başka deyişle diyebiliriz ki:Devlet biyolojik bir birlik olmayıp "ruhsal" bir birliktir Devleti ayakta tutan "bilinç"tir Bu bilincin dışında kalan bağların gerçekten var olup olmadığı konusu, ikinci derecede önem taşır

İbni Haldun'a göre her devlet, belli bir şablona göre "gelişir" Her devlet başlangıçta, köylü sınıfına dayanan "tarım" devletidir Nüfusun artması ile devlet şekli değişme gösterir Devlet köyden "kent"e bir gelişme içindedir
Başlangıçta devleti sırtlayan sınıf köylülerdi Yavaş yavaş devleti ,kent halkı taşıyacak duruma geldi Ancak devletin köyden kente geçişi, köylülerden kentlilerin eline geçişi, kaderci(fatal) bir yapıya sahiptir Çünkü bu gelişme, zorunlulukla, bireyciliğe yol açar

Bir başka deyişle: Devletin köyden kente geçmesi, devletin asıl temeli olan dayanışma duygusunun "gevşemesine", zayıflamasına neden olur Kent yaşamı bireyleri birbiriyle yarışmaya ve mücadeleye sürükler, bireyler zengin olmaya eğilimlidirler Böylece bu gelişim devletin şeklini zorunlu olarak değiştirir

Her devlette, devletin bir "yönetici" sınıfı vardır Köy devletinde yönetici sınıf köylünün "güvenine" sahiptir Yönetici sınıf ile devleti sırtlayan sınıf arasında bir güvenin bulunması, köy devletlerinin karakteristik özelliğini oluşturur Fakat devlet köyden kente geçtikçe, halkın devlete ve onun yöneticilerine olan güveni kaybolmaya başlar ve bu gibi devletler daha çok "dikta"ya yönelir Ancak; bu durum ile devletin göçmesine doğru bir adım atılmış olur

Tarihî araştırmalardan İbni Haldun, bir devletin ancak "dört kuşak" yaşayabildiği sonucunu çıkarır Devletlerin kurulmaları, bir yükselme dönemi yaşamaları ve sonunda batmaları, "genel bir yasa "dır Bu yasa, devletin bir organizma olduğu anlamına gelmez Aksine devletlerin gelişimi "psikolojik" bir temele dayanır Böylece İbni Haldun, tarih felsefesini temelinde psikoloji bulunan ve gözlemlerinin ürünü olan bir sosyolojiye dayandırmış oluyor

İbni Haldun'un yaşadığı dönem (1300 - 1400), aynı zamanda Batıda da tarih felsefesinin konu edilmeye başlandığı bir zamana rastlar Nitekim İbni Haldun'dan biraz sonra, Batıda "Makyavelli" yetişmiştir
Bundan önce de değindiğimiz gibi, özünde doğayla ilgilenen antik dönem, tarih felsefesiyle ilgili konulara oldukça yabancıdır Ortaçağ ile bu konu değişmiştir Söz gelişi Augustinus'un felsefesinde doğa konularından çok tarih konuları ön plândadır

Ancak Augustinus'un tarih felsefesi din kitaplarından yararlanmış tarih bağlantılarıdırAugustinus tarih felsefesini, daha çok, pek yakın olduğuna inandığı kıyameti anlatmak için yazmıştır Gerçekten deneye dayanan bir tarih felsefesini ise, ancak Ortaçağın sonlarında buluruz


Sosyolojinin kurucusu?
Tarih felsefesinde deha
Psikoloji usullerini tarihe uygulayan ilk âlim?
Bundan altı asır evvel, Hicri 732 miladi 1332′de Tunus?ta doğdu Babasından ilim tahsil etti İlk önce Kur?an?ı ezberledi Yedi kıraat şeklini öğrendi Edebiyat, fıkıh ve hadis ilimlerini öğrendikten sonra aklî ilimleri de tahsil etti Genç yaşında âlimlerin meclisine girdi Bilgi ve faziletlerinden istifade etti Herbirinden icazetnameler aldı Bir seyahatte, Fas Emiri Ebu İnan?ın veziri oldu Kendisini kıskanan memurların iftiraları yüzünden hapsedildi Ebu vefat edince yeni Emir onu serbest bıraktı ve umumî kâtipliğine tayin etti Kabilelerin isyanı üzerine Emir iktidarı kaybetti Bunun üzerine İbn-i Haldun Gırnata?daki Beni Ahmer devletine gitti ve burada tarih çalışmaları için müsait zemin buldu

Kastil Kralı?na elçi olarak gönderildi Vezir İbn-i Hatip?in rekabeti yüzünden Gırnata?dan ayrılmaya mecbur oldu Becaye Emiri Ebu Abdullah?ın davetini kabul etti ve ona vezirlik yaptı Becaye ile Constantin arasındaki gerginlikleri gidermeye çalıştı Siyasî hayatın istikrarsızlığı onu ilmi çalışmaları için Telemsan?da yerleşmeye zorladı Fakat idarî kabiliyetinden faydalanmak üzere davet edenlerin çokluğu onu tekrar faal hayata soktu Telem san Sultam Ebu Hama onu hudutları koruyan kabilelere başkan tayin etti Bu askeri vazife münasebetiyle İbn-i Haldun sahra halkını tanıma ve göçebeler hakkında derin tetkikler yapma fırsatını buldu Zaten tarihle ilgili görüşlerini bu tecrübeler vasıtasıyla kristalize etti

Tunus?ta, Fas?da, Cezayir?de ayrı hanedanlar hüküm sürüyordu Köylerin ve kervanların kabilelerce yağma edilmesi, hanedanlar arası savaş, şehirlerin emniyetsizliği, sahradaki otorite boşluğu istikrarlı bir hayatı engelliyordu 47 yaşma gelmişti ve devamlı okumaları, siyasî tecrübeleri ile büyük bir malumat, bilgi biriktirmişti Siyasî hayatı bırakarak kendi tabiri ile ?yeni bir ilim��? yazmaya karar verdi Bu suretle Selâme Oğullan Kalesi?ne çekilerek dört yılda meşhur ?Mukaddime��?sini yazdı Eserini Sultan?a ithaf etti ve yazma nüshayı kütüphaneye verdi İbn-i Haldun neticeyi beklemeden Hacca gitmek için Tunus?tan gemiye bindi Dönüşünde onu hayranlıkla karşılayan Mısır?a yerleşti El-Ezher?de ders verdi ve Kadı?ül-Kudat (kadıların kadısı) tayin edildi Timurlenk Beyazıt?ı yendikten sonra Mısır?ı zapta kalkmıştı Melik Nasır tehlikeyi atlatmak için İbn-i Haldun?u Şam?a elçi olarak gönderdi Vaktinde yapılan bu hareket tesirini gösterdi ve Mısır?ı istiladan kurtardı

Mukaddimesinde modern tarih felsefesine ve modern sosyolojiye rehberlik yapacak bir tarih teorisi ortaya koydu İbn-i Haldun tarihte iki manzara görüyor Birincisi: Kronik İkincisi: Asıl tarih Kronik, vakaların tasviridir ve yalnızca edebî değeri vardır Tarihin ise bazı prensipler ve sebeblerin yorumlanmasına ve muhakemeye ihtiyacı vardır İşte buradan tarihin hakikati doğar Tarih yalnız gerçek hâdiseler değildir; aynı zamanda bunların gerçekleşmesini gerektiren şartların tahlilidir Bu şartların tetkiki çok geniş olabilir ve insan cemiyetinin bütün manzaralarını kuşatabilir İnsan cemiyeti bütünlüğü ile ele alınmıştır

İbn-i Haldun?un hükümdarlar katında dolaşmasını bir kusur olarak isnad edenler, ıstıraplar ve kargaşalıklar içinde çalkalanan o devrin Endülüs?ü ile Batı Afrikası gibi ülkelerde yaşayanlar için bunun bir kusur teşkil etmeyeceğini unutuyorlar Birbiriyle çekişen bu hükümdarlar arasında bulunmanın, bir ilim adamı ve bir müşahedeci olarak İbn-i Haldun?a çok yönlü faydaları olmuştur Sanki hükümdar ve idareciler İbn-i Haldun için bir tecrübe tahtası olmuştur Devletlerin hallerini gözleriyle görmüş, yüksek dehası ile hâdiselerin sebeb ve amillerini incelemiş ve bu incelemeler, eserini bu metoda göre yazmasına da bir amil olmuştur Eğer İbn-i Haldun?un bu renkli hayatı olmasa idi Mukaddime?sini bu şekilde mükemmel olarak yazamazdı

İbn-i Haldun görüş ve düşüncelerini müşahede ve tecrübeye dayandırmıştır Günümüzde Sosyal Psikolojinin söylediklerini altı asır öncesinden söylüyor: İnsan alışkanlıklarının ve kazandı ki an nın mahsulüdür Yoksa tabiat doğuştan mizacının eseri değildir Kavimlerin karakterleri varsa, bunlar da onların kazandıklarının eseridir Bundan dolayı âdetler insan tabiatını değiştirirler Bir şeye alışılınca o görenek ve âdet olur Âdet de tabiat (huy) olmaya kadar gider Böylece insan karakterlerini sosyal faaliyette kazanır

Sosyal hâdiseler üzerinde coğrafi tesire büyük ehemmiyet vermektedir İklimin kişiliğe, coğrafyanın aktiviteye; gıdaların yine insan karakterine tesir ettiğini söyler Batıda bu anlayış, fazla abartılarak, ?insan yediğidir��? denmiştir Dağlılar sert, mert ve az konuşan insanlardır Sahillerde yaşayanlar yayvan ve nemli vücutlu olurlar Aşın iklimler toplumun refahına elverişli değildir Bundan ötürü medeniyetler mutedil iklimlerde kurulmuştur Bu medeniyetler daha istikrarlı ve çevreye intibaklıdırlar Modern sosyoloji ve coğrafyacı ekol de aynı kanaat ve görüşlere iştirak etmektedirler Zencilerin hafifmeşrep, oyun ye eğlence düşkünü olmalarını iklimlerinin fazla sıcaklığının beyinlerine olan tesirinde görür Ona göre kanaat, darlığa ve yoksulluğa tahammül, sade yaşayış, kişiler için en güzel faziletlerdendir Kendisi göçebe hayatına düşkündür Göçebelerin ahlâk, terbiye, mertlik, insaniyet, kahramanlık, bahadırlık ve cesaret bakımından şehirlilere nispetle çok yüksek bir derecede bulunduğunu bu eserinin birçok yerinde tekrarlar Şehirlere yakın, tekellüflü yaşayışın itiyat ve icaplarına düşkün olan kavimlerle temasta bulunan göçebelerin mertlik, fedailik ve bahadırlık meziyetleri o nisbette eksilir

Devletlerin kuruluş çağı fedaîlik, hamiyet ve kahramanlık devresi olduğu için tekâmüle doğru yürüme çağıdır Servet kazanılmış olduğu için ikinci devre rahatlığa ve tekellüflü hayatın âdet, itiyat ve israflarına dalma çağıdır, üçüncü devre, tekellüflü hayatın neticesi olarak yorulma, yıpranma ve ihtiyarlama çağıdır, ihtiyarlık bir kere çöktü mü artık ondan kurtuluş yoktur Ancak taze kuvvetler kullanmak suretiyle tamir ve revizyon sayesinde devletlerin ömürleri uzatılabilir Fakat her halde yıkılma mukadderdir İnsanlar ölümden kurtulamadıkları gibi, devletler için de yıkılmaktan kurtuluş yoktur Her kemalin bir zevali vardır

Medenî hayatın lezzet ve nimetleri içinde yaşayarak yıpranmamış olan kavimlerin diğerlerine nispetle devlet kurmaya ve memleketler fethetmeye daha muktedir olduğunu söyler Cenab-ı Hakkın, İsrail Oğullarını kırk yıl Tin Sahrasında dolaştırmaktan maksadının; onları istiklâl kazanmaya ve korunmaya alıştırmak; kendilerine va?dedilen mukaddes toprakları fethedebilmeleri için şecaatli ve cesaretli olarak yetiştirmek; zillet ve hakirliğe alışmış olan neslin yerine dayanıklı, mert ve cesur yeni bir nesil yaratmak olduğunu ileri sürer

İbn-i Haldun?a göre tebaa veya hükümdar olmak izafi şeylerdir Hükümdar halkın maslahatına riayet etmeye mecburdur Hükümdarın kıyafetinin, şekil ve suretinin, akü ve fikrinin keskinliğinin halk için ehemmiyeti yoktur Hükümdar demek, halkının iş ve maslahatına bakan, tebaa ise, başlarında işlerine bakan hükümdarları bulunan cemiyettir İdaresi, güzel ve halkı için faydalı olursa, hükümdardan maksad ve gaye meydana gelmiş olur Aksi halde hükümdarın vücudu, halk için zararlıdır

İbn-i Haldun?a göre, hükümdarın ve memurların ticaretle meşgul olması, tebaa için zararlıdır Çünkü bunların ticaretle meşgul olmaları zulme yol açar Zulüm ise sosyal hayatın düzenini bozar, medeniyetleri ve mamureleri yıkar Halka ağır vergiler yükletmek ve mecburi hizmetlere tabi tutmak zulümdür, bu da sosyal hayatın düzenini bozar, halkın çalışma duygusunu öldürür

İbn-i Haldun?un şehirlerin kuruluşu hakkındaki fikrini okuyan kimse yirminci asırda yetişen bir sosyolog ve şehir işleri uzmanının ilmî bir raporunu okuyormuş gibi bir hisse kapılabilir

Birinci kitabın, dördüncü bölümü, beşinci fasılda, şehirler kurarken şartlara riayet etmemiş oldukları için Arablar tarafından kurulmuş şehirlerin yıkılmış olduğunu söyler O, şehirlerin kuruluşunu ve istihsal, sanat ve zanaattan da kendi iktisadi nazariyesine dayanarak gözden geçirir

İbn-i Haldun, sosyolojinin kurucusudur Her ne kadar ondan önce Farabi?nin eserlerinde, bilhassa sosyal ve siyasî hayatın kanunlarına ait ilk temellerin atılmış ve tohumlarının ekilmiş olduğu görülürse de bunların hiçbiri İbn-i Haldun?un ortaya koyduklarını ve dehasını küçültmez, bu ilmi müstakil bir hale getiren ve koyduğu kanunlara göre inceleyen odur Ayrıca İbn-i Haldun?u Osmanlı Sultanlarının en çok okudukları bir şahsiyet olarak görüyoruz

İbn-i Haldun, kazanç ve hayatta faydalandığımız herşeyin insanın emek ve çalışmasının kıymeti olduğunu söylemekle yeni bir nazariye ortaya atmış oluyor Emek hakkındaki bu görüşlerine bakarak onu sosyalistlere yaklaştırmak isteyenler vardır Hâlbuki o, mülk ve sermayeler meşru yollarla elde edildikten sonra masundur, ne devlet ve ne de cemiyet bu sermaye ve mülklere el azaltamaz demektedir İbn-i Haldun, emek ve çalışmaya bu yolla kıymet biçtikten sonra, kazanan çeşitlerini, kazanç temin eden hüner, sanat ve zanaatları anlatmaya başlar Sanayinin inkişafının en mühim amillerini anlatır İhtikârcılığı, ilmî fakat şiddetli bir dil ile kötülüyor İhtikâr yapmanın neticesi, muhtekir için çok kötü olacağım anlatıyor Sanat ve zanaatın, bilhassa sanayin inkişafını ihtiyaç ve kültür bakımından çok güzel ve çok ilmî bir şekilde izah ediyor

İbn-i Haldun?a göre ilim ve fenlerin gelişmesi ve ilerlemesi, sosyal ve medenî hayatın inkişafına bağlıdır Yani sosyal hayat geliştikçe onlar da gelişecektir

Avrupalılar gerek İbn-i Haldun?un şahsına ve gerek tarihine ve bilhassa Mukaddime?sine pek büyük ehemmiyet vermişlerdir Avrupa dillerinde yazılan büyük ve küçük hacimdeki ansiklopediler başta olmak üzere İbn-i Haldun?dan ve Mukaddimesinden bahsederler Arab ve Arab edebiyatı tarihine dair eserler yazan bütün yazarlar, İbn-i Haldun ve eserleri hakkında bilgi vermişlerdir

Onun tarih tenkidi ve içtimai mevzularla ilgili yazılarından bazı misaller verelim: ?Çok vakit, haber ve? hadiseleri işiten kimse vukuu mümkün olmayan haberleri kabul etmektedir Nitekim Mesudi, deniz hayvanları İskenderiye?nin binasına mani oldukları vakit, İskender?in ağaçtan bir tabut yaptırarak içine camdan bir sandık koymuş ve bu sandığın içine girerek denizin içerisine dalmış olduğuna dair vukuu mümkün olmayan bir haber nakletmektedir Bu habere göre İskender, deniz altında gördüğü şeytanlardan ibaret olan bu hayvanların şekil ve suretlerini madenden yaptırarak binaların karşılarına diktirmiş, Öteki hayvanlar denizden çıkarak bu heykelleri gördüklerinden kaçmışlar, bu suretle bunların saldırılarından kurtulduktan sonra İskender, şehrin yapışım tamamlamıştır Hikâye uzun ve hurafeler kabilinden olup camdan yapılan bu tabut, billurdan olduğu için; denizin dibine kadar (basınçla sıkışıp kırılmadan) ulaşması, dalgalara, (taş ve kayalara) çarpmadan sağlam kalması mümkün değildir;

hükümdarlar kendilerini böyle tehlikelere atmazlar; denize dalan kimse, sandık içinde olsa dahi normal olarak bu sandık nefes alması için ona dar gelecek ve havasızlıktan Ötürü ölecektir Bu bakımdan önce, haber verilen bir şeyin hadd-i zatında mümkün olup olmadığı itibariyle doğru olması şarttır��?

?Açlık yularında ölenleri açlık öldürmez, onları alışmış oldukları tokluk öldürür Az katık ve az yağla geçinerek, bu yaşayışı itiyat haline getirenlerin ise, normal olan rutubetleri artmadan eski halini muhafaza eder ve tabii olan her türlü yemeği kabul eder Bu gibi insanların yemeklerinin değişmesi bağırsaklarda kuruma husule getirmez, itidalden uzaklaşmaz Bolluk ve genişlik içinde yaşayarak her türlü katık ve yemekleri yiyenler, açlık çağlarında çok ölürlerse de darlık içinde yaşamaya alışmış olanlar sağ kalırlar, ölmezler Bunların hepsinin de asıl sebebi, şudur; besinlere alışmak veyahut besinleri bırakmak bir alışkanlık işidir Çünkü nefis bir şeye alışırsa, o iş nefis için bir tabiat olur Nefis her renge girer Doktorlar: ?Açlık helak edicidir��? derler Onların vehimleri, kendilerini birdenbire yemekten mahrum ederek aç bırakmak manasına hami edilmelidir Bu takdirde açlığın tesiri ile bağırsaklar kesilir, helak etmesinden korkulan hastalıklara tutulur Fakat sofilerin yaptıkları gibi, riya-zatla ve yavaş yavaş yemekleri azaltmak suretiyle olur ise, helaki mucip olmaz Riya-zatı bırakarak eski hale dönülmek istenildiği vakit dahi tedrice riayet ederek yavaş yavaş geçiş yapılmalıdır Birdenbire eskisi gibi yemek yemeğe başlandığı takdirde, riayet etmeyen kimsenin ölümünden korkulur Biz 40 gün ve bundan daha fazla açlığa dayanan kimseleri gözümüzle gördük��?

?Yenilen kimse yanlış fikre kapılarak, bütün iş ve hareketlerinde kendisini yeneni örnek edinir ve ona benzemeye çalışır Onun galebesinin, alıştığı âdetten, meslek ve mezhepten ileri geldiği vehmine kapılır bunu da galebesinin sebepleri ile karıştırır Oğulların babalarına benzemeleri hususundaki hallerine dikkat edersen, oğulların daima babalarım kendilerine rehber edinmekte olduğunu görürsün Bu da oğulların babalarının olgunluk ve üstünlüklerine inanmalarından ileri gelmektedir Bu hal çağımızda Endülüs?te gözükmektedir Bu ülkedeki müslümanlar kendilerine galebe çalmakta olan Gal?leri kendileri için rehber edinmektedirler Giyim ve kuşamları, birçok âdet ve halleri itibariyle onlara benzemeye çalışırlar, onlar gibi duvarlarına ve su havuzlarının ve evlerinin duvarlarına resim ve heykelleri çizerler ve koyarlar Bunları gören bu hallerin istila vesikası olduğunu hikmet gözü ile görebilirler Bu halleri gören : ��?Halk hükümdarın dinindendir��? sözünün manasım anlar Çünkü bunlar bu kabilden olan şeylerdir Hükümdar, idaresi altında bulunanlardan üstündür��?

?Bir devlette halka yüklenen vergilerin miktarı az olursa, halk çalışarak para ve servet kazanmaya heves ve rağbet eder, memleket mamur, hale gelir Vergiler azalınca istihsal (üretim) artar, mal ve para kazanmanın yollan, çoğalır Bir memleketin iman, bayındırlığı artar; vergileri azalırsa, o devletin hâkimiyeti devamlı ve istikrarlı olur��?

?Tekellüflü yerleşik hayatın ihtiyaç ve taleplerinin çeşitleri çoğalmakla masraflar çoğalır Pazarlardan satılan şeylerden vergiler alınması pahalılığı artırır Çünkü tacirler ve halk vergi nisbetinde satılık eşya ve maddelerin fiyatlarını yükseltmektedirler Bunlar bütün masraflarını hatta kendilerinin geçinme masraflarını dahi satılık mallara yüklemektedirler Masrafların artması itidali aşarak israf derecesini bulur Zaruri olmayan ihtiyaçları, zaruri hale getirip böyle yaşamaya alışan insanlar bunları temin etmek için bu sefer kendilerini zorlarlar Normal kazanç yetmez olur Bunun tesiri ile fısk ve fücur artar, meşru ve gayr-i meşru yollarla geçinme vasıtaları elde etmek üzere türlü çarelere başvurulur Fakirler bunu düşünmekle meşgul olur, bunun vasıta ve hilelerini arar Neticede yalancılık, kumar, aldatma, hırsızlık, yalandan yemin etme, ihtikâr hüküm sürer Bu ahlâksızlık ve onun namus ve şerefe dokunan kötülükleri herkesin gözü önünde açık bir surette işlenir Ahlâksızlık ve çirkin işler çoğalınca, değişmeyen ilahî kanun kendisini gösterir: ?Bir şehir ve bölgeyi helak etmek istediğimizde, biz onun bolluklar içinde yaşayan cebbarlarına, kötülüklerden sakınmayı emrederiz Onlar bizim buyruğumuzun tersine olarak fasık kesilirler ve bununla cezaya çarpılmaya müstahak olurlar Biz artık o şehri ve bölgeyi, yer ile düz bir hale getiririz��? (k)

Kaynak: Mukaddime (3 cilt, çev Zahir Kadiri Ugan 1954-57, 1%8); Şifa?al-Sail li Tahzip al-Masa?il (yay Muhammed Tawit at-Tanjî, 1958)
NOT: İbn-i Haldun?un bazı görüşlerini olduğu gibi aktarmaya çalıştık Ebetteki büyük düşünür kendi devrinde cereyan eden olaylardan sıyrılamamıştır Bu bakımdan, durumun okuyucularımız tarafından göz önünde bulundurulması gerekir

alıntı


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.