Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Psikoloji / Sosyoloji / Felsefe

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
kimdir, schopenhauer

Schopenhauer Kimdir?

Eski 08-20-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Schopenhauer Kimdir?





Schopenhauer, Arthur (1788-1860)


Hegel'in "iyimserci usçuluk" anlayışına karşı temellendirdiği "kötümserci istenç felsefesi"yle, Tolstoy ile Conrad'dan Thomas Hardy'e, Proust ile Wagner'den Thomas Mann'a, Nietzsche ile Freud'dan Wittgenstein'a dek kendisinden sonraki pek çok yazar, sanatçı ve filozof üstünde derin etkiler bırakmış "Kant sonrası" Alman filozofu

İngiliz dostu olmasıyla tanınan varlıklı ve açık görüşlü bir ailenin oğlu olarak Danzig'de dünyaya gelen Schopenhauer, çocukluğu boyunca ailevi nedenlerle sürekli yolculuk etmek durumunda kalmıştır Nitekim eğitiminin değişik aşamalarını Almanya dışında, en çok da İngiltere ile Fransa'da sürdürmüş olması, klasik diller ile çoğu modem Avrupa dilini iyi derecede konuşabilmesinin başlıca nedenidir Kendisinden sonra yerine geçmeye ısınsın diye, henüz çocuk denebilecek bir yaşta babasının dayatmalarıyla iş yaşamına girmiş olmakla birlikte, babasının ölümünden sonra kendi isteği doğrultusunda tıp eğitimi almak üzere 1809 yılında Göttingen Üniversitesi'ne kayıt yaptırmış; babasından kalan hatırı sayılır mirasla yaşamının sonuna dek en ufak bir maddi güçlük çekmeden yaşamıştır

'Tıp eğitimi almaya daha yeni başlamışken ilgisi bütünüyle felsefeye kayan Schopenhauer, çok geçmeden kendilerine nefret derecesinde tepki duyacağı Fichte ile Scweiermacher'den de dersler aldığı Berlin Üniversitesi'nde iki dönem felsefe öğrenimi görmüştür O bunu hiçbir zaman kabul etmeyecek olsa da özellikle "istenç" anlayışının oluşumu üzerinde Fichte'den aldığı bu derslerin büyük bir payı olduğu kuşku götürmezdir Bu arada annesinin bir romancı olması onun gençlik yıllarını geçirdiği Weimar' da Goethe, Scwegel ve Grimm Kardeşler ile tanışmasına vesile olmuş; 1813-1814 kışında kısa bir süreliğine de olsa Goethe ile düşünsel bir yoldaşlık kurmasına olanak tanımıştır Goethe, en azından başlarda, Schopenhauer'un felsefesi ile Newton'a karşı geliştirdiği kendi "renkler kuramı" (Farbenkhre) arasında birbirini bütünleyen bir ilişki olduğunu belirtmiş; buna karşı Schopenhauer da 1816 yılında tamamladığı "Uber das Sehn und die Farben" (Görme ve Renkler Üzerine) adlı incelemesini Goethe'nin renkler kuramından aldığı esinle yazdığını içtenlikle dile getirmiştir



Irvin Yalom'un yazdığı "Schopenhauer Kürü" isimli kitabın orjnal kapağı


Schopenhauer, bütün düşünsel yaşamı boyunca gerek dönemin egemen felsefesi Hegelciliği gerekse akademik felsefeyi eleştirileriyle yaylım ateşine tutmuştur Nitekim asla vazgeçmediği bu sözünü sakınmayan tavn, onun felsefi çalışmalarının değerinin yaşamının son on yılına gelene dek çok büyük ölçüde gözardı edilmesi ya da kasıtlı olarak görmezden gelinmesi gibi olumsuz bir sonuç doğurmuştur İlginç olanı, kendi ülkesinde ancak yaşamının sonlarına doğru edinebildiği bu seçkinliği de çok büyük ölçüde Almanya dışından bir kaynağa, ingiliz yararcılarının dergisi Westminsler Review'da yayımlanan bir dizi tanıtım yazısına borçlu olmasıdır Bununla birlikte, Schopenhauer'un ulusal boyutta bir tanınırlık kazanmasında, 1848 devrimlerinin başarısızlıkla sonuçlanmasıyla toplumun içine düştüğü genel karamsarlık durumunun da etkili olduğu söylenebilir Nitekim yoksayıcı tınılarının keskinliğiyle dikkat çeken dönemin toplumsal çöküntü ruhu, önce onun kötümsercilik anlayışını, hemen ardından da bir bütün olarak felsefesini popüler bir konuma taşımıştır Yetişkin yaşamının önemli bir bölümünü geçirdiği Frankfurt'ta yazdığı büyük felsefe yapıtlarında istediği yankıyı uyandıramayan Schopenhauer, iki ayrı cilt olarak yazdığı, denemeler ile (s)özdeyişlerden kurulu "Parerga und Paralipomena" (Kalıntılar ile Kırıntılar, 1851) başlıklı yapıtının büyük bir ses getirmesiyle, bir anda bütün Almanya'da tanınan, beğeniyle okunan bir yazar konumuna gelmiştir Söz konusu yapıtta yer alan, kadınların gerçekten anlayabilecekleri tek kitabın yemek kitabı olduğu türünden keskin tümcelerle dolu "Kadınlar Üstüne" gibi ateşli denemeleri, tıpkı kendi döneminde olduğu gibi günümüzde de türlü övgülerle birlikte tüm şimşekleri de üzerine çekmeyi sürdürmektedir



En çok etkisi altında kaldığı felsefe yapıtları arasında Platon ile Kant'ınkilerin yanı sıra Hint felsefesinin temel kaynakları olan Upanişadlar da dikkat çekmektedir Schopenhauer, bu özelliğiyle, günümüzde dahi Doğu felsefesi ile Batı felsefesini başarıyla ilişkilendirmiş az sayıda fılozoftan biri olmayı sürdürmektedir Doğu fılozofları üstüne ayrıntılı çalışmalar yaparak Batı felsefesince alımlanabilir bir biçimde Doğu felsefesini yeniden yapılandıran ve felsefesinin temel öğretilerini Hint dini ile Buddhacılığın öğretileriyle açıktan besleyen ilk Avrupalı filozof olmasının yanı sıra
  • (ı) tarihe mal olmuş pek çok büyük fılozofun tersine, genel felsefe anlayışına olgunluk, yetişkinlik ya da geç (sonraki) döneminde değil, düşünsel yaşamının ta başlarında ulaşmış olmasıylaki ilerleyen yıllarda yazdığı hemen bütün yapıtlar, daha ilk yazılarında ulaştığı bu genel konumun temel eğilimlerini çeşitli bakımlardan açımlamaya dönük bir nitelik sergilemektedirler;
  • (II) "tanrıtanımazcılık"ın metafizik dayanaklarını sağlam bir biçimde, üzerine tanrıbilimin gölgesini düşürmeden ortaya koyan ilk filozof olmasıyla;
  • (lll) acı çekmenin evrenselliğini vurgulayan, acı yaşantısı üstüne kendisinden önceki hiçbir filozofun yapmadığı denli kapsamlı bir açıklama sunan ilk fılozof olmasıyla;
  • (iv) istemenin tüm gerçekliğin ana belirleyeni olduğunu savunan "istenççilik" anlayışım geliştirmiş olmasıyla;
  • (v) usun istencin bir aracı olarak tasarlandığı bir anlayış temelinde bilginin istence tabi olduğunu göstererek bilinçdışı tasarımı ilk kez felsefenin gündemine sokmasıyla
Özellikle Schopenhauer'un "istenççilik" savunusuyla usdışına yönelik yaptığı önemli vurgu, modern felsefenin akış yönünde önemli bir değişiklik meydana getirmiş; Kierkegaard, Nietzsche, Bergson, James, Freud gibi pek çok önemli düşünür, istenç bağlamında sunduğu çözümlemelerle vardığı sonuçları onaylamasalar da, istenç anlayışıyla Schopenhauer'un felsefe tarihinde yeni bir başlangıç noktasının temellerini attığı konusunda en u fak bir kuşku belirtisi dahi göstermemiştir Schopenhauer'un en temel felsefe savunusu, evrendeki her şeyin altında yatan temel gerçekliğin, yani Kant'ın "kendinde şey"inin (Ding an sich), "istenç" olduğunu tanıtlamaya yöneliktir

Bu bağlamda, Kant'ın "kendinde şey (noumenon) dünyası"nın insan bilgisine açık olmadığı savına karşı, Schopenhauer ne düşünsel olarak ne de duygusal olarak kendinde şeyin bilinemez olduğu düşüncesiyle yaşayamayacağımızın altını çizerek kendinde şeyin zorunlu olarak görüngüler dışında doğrudan bilgisine sahip olduğumuz tek şey olan iç deneyimimizin nesnesi "istenç" olması gerektiğini ileri sürmüştür Bununla birlikte Kant'ın kendinde şeyin kendi içinde birlikli bir yapısı bulunduğuna yönelik düşüncesini kabul eden Schopenhauer, bütün görüngülerin temelinde yatan en son gerçeklik olarak istencin de birlikli bir yapısı olduğunu savlayarak buna gerekçe olarak da çokluğun yalnızca uzam ile zaman bağlamında söz konusu olduğunu göstermiştir Ayrıca adı çoğunlukla "kötümsercilik" anlayışının en önemli kurucuları arasında da anılan Schopenhauer, insanın en son anlamda kurtuluşunun ancak usdışı kozmik istenci yenmesiyle olanaklı olabileceğini savunur Schopenhauer, bir yanda insan zihninin uşağı olacak denli bedene ya da fiziksel organizmaya bağımlı olduğuna yönelik savunusuyla, öbür yanda istenç ile tutkuların çoğunlukla us yoluyla bastırılıp çarpıtıldığına yönelik saptamasıyla, Freudcu ruhçözümleme kuramını da öncelemeyi başarmıştır





Schopenhauer’in Jeana üniversitesinde doktora tezi olarak sunduğu "Yeter Neden ilkesinin Dört Saçaklı Kökü, 1813" başlıklı çalışması, pek çok bakımdan yaşamının ilerleyen yıllannda vereceği felsefe yapıtlannın temelini 'oluşturmasıyla oldukça önemlidir Tezin temel savı, Kant'ın "görüngüler (pheinomenon) dünyası"na karşılık gelen "tasarımlar dünyası"nın bütünüyle "yeter neden ilkesi"nce yönetildiğidir Bu ilkeye göre, olanaklı bütün nesneler, hem öteki nesnelerce belirlendikleri hem de kendileri dışındaki bütün öteki nesneleri belirledikleri zorunlu bir ilişki içinde bulunmaktadırlar Dolayısıyla, her bilinç nesnesi ancak öteki nesnelerle ilişkisi doğrultusunda açıkIanabilirdir Bu noktada Schopenhauer, ancak bu durumu baştan benimsemek koşuluyla, Kant'ın tanımladığı anlamda dünyaya ilişkin bir-takım zorunlu sentetik a priori doğruların bilinmesinin olanaklı olduğu saptamasında bulunur

Schopenhauer'a göre "yeter neden ilkesi"nin bütün tasarımların (ya da görüngülerin) kendisine uymak zorunda olduğu dört temel biçimi vardır Schopenhauer, yeter neden ilkesinin kökünü oluşturan bu dört temel biçimi sırasıyla, (ı) "oluş"; (ıı) "varolma"; (ııı) "bilme"; (ıv) "eyleme" olarak belirlemiştir
  • "oluş"ta nedensellik ilkesi diye de bilinen neden sonuç ilişkisini;
  • "varolma"da uzam-zaman ilişkisini;
  • "bilme"de öncül-sonuç arasındaki kavramsal ilişkiyi;
  • "eyleme" de eylem-itki ilişkisini temellendirmektedir
Schopenhauer bu düşüncelerini başyapıtı "İstenç ve Tasarım Olarak Dünya, 1818" çok daha derinlikli bir bakış altında alabildiğine ayrıntılandırmıştır Bu bağlamda Schopenhauer'un gözünde Kant'ın övülmeyi hak eden en büyük başarısı, görüngüler dünyasını kendinde şeyden son derece başarılı bir biçimde ayırarak, insan özgürlüğünü görüngüler alanına değil de kendinde şey alanına yerleştirmiş olmasıdır
  • "tasarım dünyası" ile
  • "istenç dünyası" olarak
ikiye bölen Schopenhauer, ünlü "Dünya tasanmlarımızdan ibarettir" savsözünde de açıkça görülebileceği gibi, dünyanın özne olmadan olamayacağını, dünyadaki her şeyin varolmak için bir özneye gerek duyduğunu düşünmüştür Buna bağlı olarak dünyadaki bütün nesnelerin formlarının, öznede a priori olarak bulunan formlarla açıklanabileceğini savunmuş; bu formları her durumda yeter neden ilkesiyle temellendirme yoluna gitmiştir Nitekim buradan hareketle matematiği, fiziği, felsefeyi ve etiği sırasıyla yeter neden ilkesinin temel görünümleri olan "neden-sonuç", "uzam-zaman",'öncül-sonuç", "eylem-itki" ilişkileriyle tanımlamıştır Ancak tıpkı Kant gibi Schopenhauer da yeter neden ilkesinin görüngüler dünyası ile kendinde şey dünyası arasındaki ilişkiye uygulanmasına kesinkes karşıdır Görüngüler dünyası dünyanın yalnızca dış görünümüdür; dünyanın çekirdeğini oluşturansa istenç dünyasıdır Bu nedenle istenç, zaman ile uzamın dışında bulunmakta, ussal düşünce ile bilgi üzerinde kesin çizgilerle belirleyici olmaktadır





Schopenhauer, büyük uğraşlarla yazdığı bu yapıtın umduğu sesi getirmemesi üzerine, aradan epey bir süre geçtikten sonra kitaba metafiziğinin genel bir değerlendirmesini sunduğu bir ek cilt yazma gereği duymuştur (1844) Bununla birlikte, bu önemli yapıt ilk yayımlandığı sıralarda büyük bir başarı kazanmamış olsa da Schopenhauer'un Berlin Üniversitesi'nde asistanlık almasını sağlamıştır Nitekim elinde bu çalışmasıyla ders vermek üzere Berlin Üniversitesi'ne başvuran Schopenhauer, Hegel'le girdiği tartışma sonrasında isteğini yeterlik değerlendirme komitesine kabul ettirmeyi başararak akademik dünyaya ilk adımını atmıştır Aldığı asistanlıkla burada bir süreliğine felsefe dersleri veren Schopenhauer, aradan çok geçmeden kendisini şarlatan ve sofist olarak tanımlayan dönemin büyük fılozofu Hegel ile açık bir çatışma içerisine girmiştir Nitekim kendisine verilen ders saatlerini değiştirerek, derslerini özellikle Hegel'in ders saatleriyle çakışacak biçimde vermeye başlamış; böylelikle Hegel'in öğrencilerini kazanarak ondan daha üstün bir düşünür olduğunu herkese kanıtlamak istemiştir Ne var ki hemen bütün öğrencilerin Hegel'in büyüsüne kapılarak onu dinlemeye gitmesiyle açık bir başansızlığa uğrayan Schopenhauer, Hegel karşısında büyük bir yıkıma uğramış olmanın verdiği öfkeyle hemen ders vermeyi kesmiş, emekli olacağı 1831 yılına dek insanlardan ve toplumdan uzakta kendini bütünüyle çalışmalarına vermiştir

Schopenhauer bu dönemde onlardan daha üstün olduğunu düşündüğü Hegel, Schelling ve Fichte'yi "çalçene'', "soytarı", "şarlatan" türünden yer yer sövgüye varan ağır bir dille eleştirmiş; onların Kant'ın bıraktığı felsefe kalıtını hakları olmadığı halde zorla sahiplendiklerini öne sürerek, Kant'ın gerçek bir kalıtçısı varsa onun da kendisi olduğunun altını koyultarak çizmiştir Schopenhauer'un hemen bütün yazılannda akaderniye yönelik bu öznel vurgularının önemli bir yeri bulunmakla birlikte, ötekilerle karşılaştırıldığında "Parerga und Paralipomena" içinde yayımladığı "Üniversite Felsefesi Üstüne" başlıklı yergi yazısının başlı başına akademik dünyadaki deneyimlerine dayanan özgeçmişsel bir kökeni bulunmaktadır Bu yazıda bir anlamda kendisini dışlayan akademik felsefeye ve felsefecilere duyduğu bütün yergi dolu selamlarını göndererek boşaltmıştır

Felsefesine geri dönersek, Schopenhauer'un "dünya denen bilmece"ye getirdiği çözümün kalkış noktasını, özünde Kant'a borçlu olduğu ama az çok bozarak benimsediği bir tür aşkınsal idealizm anlayışının oluşturduğunu söyleyebiliriz

Nitekim bu bağlamda kendisini, Kant sonrası filozoflar arasında Kant'ın felsefesini ileriye en çok taşıyan, Kant'ın anladığı anlamda "geleceğin felsefesi"ni en çok gerçekleştiren filozof olarak görmüştür Ancak her görüngüye karşılık gelen bir de içsel gerçeklik bulunmaktadır Bu bağlamda iç deneyimimiz bize şeylerin bu içsel doğasına yönelik belli görüler sunma yetisi taşımalıdırSchopenhauer'a göre bu içsel doğa istençtir; bir ağacın büyümesinden insan davranışlarının doğasına kadar tüm doğal süreçler istencin değişik ölçülerdeki dışavurumlarıdır

Dolayısıyla, iç deneyim aracılığıyla, kişinin kendi bedeninde varolan içsel istenç gerçekliğinden yola çıkarak varolan her şeyin doğasına hükmeden kendinde şeyi, yani istenci dolaysız bir biçimde bilmesi olanaklıdır Hem bir nesne olarak hem de bir istenç olarak yaşamakta olduğumuz bedenimiz, istencimizin nesnelleşmesinden başka bir şey olmayan bedensel deneyimimiz, bize evrendeki her şeyin özünü istencin oluşturduğunu, doğadaki bütün varlıkların evrensel bir istencin nesnelleşmesi olduğunu bildirmektedir Canlı ya da cansız bütün kendilikler istencin değişik biçimlerde ve derecelerde nesnelleşmiş görünümleridir Bu anlamda evrenin en son anlamdaki gerçekliği olan bu istencin yok olup gitmesi söz konusu değildir; yok olup gider gibi görünen bütün varlıklar bir başka istenç görünümü altında varlıklarını sürdümektedirler Bu söylenenlerden de çıkarsanabileceği gibi, evrende değişik türden varlıklar değişik ölçülerde istenç taşımakta, istençlerini değişik yollarla açığa vurmaktadırlar Schopenhauer, görünürdeki bu istenç farklılıklarını Platon'un İdealar Kuramı'na giderek açıklama yoluna gitmiştir Ona göre İdealar, görüngüler dünyasındaki değişik türden nesnelerin evrensel ilk örnekleri olarak bir istenç sıradüzeni meydana getirmektedirler Ne var ki bu sıradüzenin her günkü deneyimlerde çoğunlukla gözardı edildiğine dikkat çeken Schopenhauer, insanların daha çok tikeller ve onların pratikte taşıdıkları değerlere odaklanmayı yeğledikleri saptamasında bulunmuştur

Schopenhauer'un Platonculuğu kendi felsefesine doğal türler açıklamasıyla soktuğu görülmektedir Bütün görüngüsel kendilikler aynı istencin dışavurumları olmalarına karşın bunların değişik türler altında çeşitli kılıklara girdiği görülmektedir İşte bu durumu Schopenhauer, Platon'un İdealar ya da Formlar öğretisini yeniden canlandırmak yoluyla açıklamıştır Bu çerçevede Platon'un İdeaları, görüngüler dünyasındaki gelip geçici tikellerin bengisel ilk örnekleri olarak, bir biçimde istenç dünyasıyla tasanm dünyasını birbirine bağlayan bir köprü görevi görmektedirler Her bir tikel belli bir İdeayı açığa vurmaktadır Nitekim Schopenhauer'un gözünde "estetik deneyim", tikellerdeki tümel İdeaların tanınabildiği bir bağlamdır; kendisine ancak böyle bir bağlamdan bakılan nesne insana "güzel" olarak görünmektedir Schopenhauer'a göre estetik deneyim, "istenç girdabında oradan oraya savrulan ama bir türlü boğulmayan insanın ana istirahatgahıdır"

Estetik deneyimde alınan hazza bağlı olarak bireyliğin, dolayısıyla ben'in anlamı da değişmekte, istençsiz bir bilince, dolayısıyla da tümele giderek daha bir yaklaşılmaktadır Bu noktada Schopenhauer için tümelleri ya da Platoncu Formlar işin içine karıştırmaksızın saltık gerçekliği, tüm gerçekliğin altında yatan istencin asıl doğasını dolay(ım)sız bir biçimde deneyimlememizi sağlayan sanatın en arı biçimi müzik, öteki sanatlarla karşılaştırıldığında bu durumun en iyi yaşanabileceği alandır İstenç sonlu istekleri doğuran en temel metafizik ilke olduğundan, insanların bütün yaşamları istemeyle, dolayısıyla da yaşanan mücadelelerle, çatışkılarla, doyumsuzluklarla ve düş kırıklıklarıyla geçip gitmektedir İstenç bu anlamda bütünüyle bizi biz yapan olsa da çektiğimiz bütün acıların da ana kaynağıdır Bireyler arasında yaşanan çatışkıları ürettiği gibi, kah istediğimizin önemli bir şey olduğuna bizi öyle ya da böyle inandırarak, kah durmadan yeni arzular doğurarak sonunda canımızın yanacağı kötü eylemlerde bulunmamıza ne den olmaktadır Acı çekmeye yol açtığı gibi acıdan kaçınmaya yönelik bütün çabalara da taş koymaktadır İşte istencin insanın başına ördüğü bütün bu sorunlar karşısında, genelde estetik deneyim daha özeldeyse müzik insana belli bir süreliğine de olsa bir soluklanma olanağı tanımaktadır; ama bu süre zorunlu olarak kısa erimli olduğundan, insan her durumda gerisin geriye "evrensel özne" olarak istençsizlik halini yitirerek "isteyen ben"e geri dönmeye yazgılıdır



Tüm felsefesine içkin bir konumda bulunan Schopenhauer'un genel kötümser(ci)liği, yaşamı istencin boyunduruğunda geçen ve geçmeye yazgılı olan hep bir kötülük alanı olarak tasarlamasına neden olmuştur Buna göre, istencin insana bütün buyurduklarının "can sıkıntısı" ile "acı çekmek"ten başka bir yere çıkması ya da bir üçüncü duygu doğurması söz konusu değildir İstencin nasıl gerçekleştiğine, evrenin istenççe nasıl belirlendiğine bakıldığında, yaşam zorunlu olarak kötü olmak durumundadır Bu kötülük ise ancak istencin olumsuzlanmasıyla giderilebilirdir; yani sürekli kötülüklerin ve acıların kol gezdiği bu dünyadan kurtulmanın en güvenilir yolu, istence hayır diyerek yaşamın olumsallıklarından el etek çekmeyi başarabilmekten geçmektedir
  • yaşamak acı çekmektir;
  • acı çekme temelde istemeden kaynaklanmaktadır;
  • acı çekmenin önüne ancak istemeden kurtularak geçilebilir;
  • aşırılıklardan uzak bir yaşam acının sebebi olan istemeden kurtulmanın tek yoludur
Açıkça ayırt edileceği üzere, Schopenhauer'un "yaşama istenci"ni bütünüyle olumsuzlamaya dönük *Nirvana yaşamı savunusu özünde bir tür çileci yaşam etiği üstüne bina edilmiştir Azizlere yakışır bir biçimde yaşayan kimse, evrendeki bütün görüngüleri yönetenin aynı istenç olduğunu, istenç yoluyla gelip geçici yararlar dışında bengisel anlamda hiçbir kazanım elde edilemeyeceğini anlamış; kendisi üstünde hiçbir istenç edimiyle bozulamayacak sağlam bir denetim kurmayı başarmış kimsedir Ne var ki pek çok felsefeci, yaşam öyküsüne bakıldığında Schopenhauer'un öyle hiç de dünyevi hazlardan el etek çekme gayreti içinde olmadığını gerekçe göstererek, bu söyledikleriyle kendi yaşamının büyük bir tutarsızlık sergilerliğine dikkat çeker İntihara bütünüyle karşı olduğu gibi Doğulu felsefelerin temel öğretisi "ruh göçü"nü de yadsıyan Schopenhauer, intihar etmenin bir çıkış olmadığını çünkü intiharın da son çözümlemede istencin istediğinin yapılarak istencin olurlanmasından öte bir anlama gelmediğini öne sürmüştür
  • "felsefece düşünme",
  • "sanat yapıtlarıyla girilen dolayımsız ilişki",
  • birbirimizden yalnızca görünüşte (görüngüsel olarak) ayrı olduğumuz ama gerçekte bir olduğumuz düşüncesinden hareketle "ötekilere duyulan duygudaşlık ya da acıma"
Schopenhauer'un yukarıda anılan yapıtları dışında aber den Wilkn in der Nahff (Doğadaki İstenç Üstüne, 1836) ile aber die Grundlage der Moral (Ahlakın Temeli Üstüne, 1841) başlıklı iki denemesini bir araya getirdiği "Etiğin İki Temel Sorunu, 1841" başlıklı bir de etik kitabı bulunmaktadır Bu bağlamda Schopenhauer' un felsefesinin bir bütün olarak mutsuzluk ile ebedi kurtuluş tasarımları çevresinde yapılanmış olsa da aynı zamanda bir ahlak felsefesi öğretisi de içerdiği düşünülebilir Buna göre, istenç insanda değişik duygulanımlar, eğilimler ya da yönelimlerle ortaya çıkmaktadır Bunlardan hazza ve mutluluğa götürenler "ahlaksal", diğerleri "ahlakdışı" diye nitelene gelmişlerdir Oysa bu nitelendirmeler Schopenhauer'un gözünde bütünüyle bencilce yapılan çıkarsamalar oldukları gibi, istenç gerçeğinin yeterince kavranamadığının da açık bir göstergesidirler Bu anlamda Schopenhauer için ahlakın en temel ilkesini sulandırmadan, olabildiğince yalın biçimde ortaya koymak olanaklıdır: "ahlak hiç kimseye zarar vermemek, başkalarına elden geldiğince yardım etmektir"

Ama buna karşı ahlaka bir temel bulmak hiç de öyle kolay değildir: "Bencil duygulardan, ahlak dışı itkilerden, usdışı eğilimlerden hangi ussal dayanak doğrultusunda bütünüyle sıyrılınabilir?" Schopenhauer için doğrudan ahlakın temeline yönelik böylesi önemli bir sorunun yanıtının bulunabileceği olası tek yer metafiziktir

Schopenhauer'un yazma biçeminin özellikle her biri ayrı bir yazın ustası olan Alman filozoflar arasında ayrı bir yeri ve değeri vardır Nitekim fılozof yapıtlarını dönemin klişeleşmiş söyleme biçimlerinden, yerleşik ağızlarından, bulanık felsefe deyişlerden bütünüyle uzakta, gündelik dilin yalın, duru açık seçildiğiyle kaleme almıştır çoğu yazın kuramcısına göre, getirdiği yazınsal yeniliklerle yeni bir yazın biçeminin muştulayıcısı olan Schopenhauer, "sözlü saldın dili"ni olağanüstü bir güzellikte kullanmıştır Bu bağlamda geliştirdiği yazınsal yeniliklerin kaynağında, duyduğu öfkeyi alabildiğine değişik yollarla dile dökme isteğinin yattığı söylene bilir Yazınsal bir kılığa büründürdüğü öfkesinden, başını Ficlıte, Schelling ve Hegel'in çektiği Alman idealistleri ile dönemin akademik felsefecileri paylarına düşeni fazlasıyla almışlardır Özellikle Parerga und Paralipomena' da ortaya koyduğu (s)özdeyişlerle "(s)özdeyişle felsefe yapma geleneği"nin de ön-cülerinden sayılan Schopenhauer, günümüzde dahi geliştirdiği metafizik öğretilerden çok bu (s)özdeyişleriyle ilgi uyandırmaktadır Bunun yanında Schopenhauer, ele alınan şeyin değerli olup olmadığını, sanıldığı kadar yetkin olup olmadığını sınamaya yönelik olarak uyguladığı "tartıya çıkarıcı" eleştiri biçemiyle yalnızca felsefecilere değil, pek çok büyük yazara da esin kaynağı olmuştur Felsefe tarihinde kendi özgün düşünceleri yanında, özellikle Nietzsche üstündeki etkisiyle de sıkça gündeme gelen Schopenhauer, bir başka büyük fılozof Wittgenstein'ın da bütün yaşamı boyunca beğenerek okuduğu birkaç filozoftan birisi olmuştur Nietzsche, sonradan bütünüyle terk ettiğini söylemekle birlikte, gençliğinde Schopenhauer'a delicesine tutkun olduğunu içtenlikle dile getirmiştir

Öte yanda kimi felsefeciler ile müzik tarihçilerinin Richard Wagner'in Tristan ile Isolde başlıklı ünlü yapıtında Schopenhauer'un kör istencini müzik yoluyla anlatmaya çalıştığına yönelik düşünceleri de ilgi çekicidir
Felsefe Sözlüğü -Abdülbaki Güçlü-Erkan Uzun Bilim ve Sanat Yayınları s1280-1287








Alıntı Yaparak Cevapla

Schopenhauer Kimdir?

Eski 08-20-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Schopenhauer Kimdir?




AŞKIN METAFİZİĞİ

Arthur Schopenhauer

• Bütün aşklar, istedikleri kadar uçarı, tensellikten, dünyevilikten uzak, ayakları, yerden kesik görünsünler, sadece cinsel dürtüde temellenirler; evet, hatta bu âşıklık hali, sadece daha yakından belirlenmiş, daha özelleşmiş, hatta sözcüğün en dar anlamıyla cinsel dürtüdür Bu görüşe sımsıkı sarılıp cinsel sevginin bütün o kademeleriyle ve ayrıntılarıyla, sadece tiyatrolarda ve romanlarda değil, aynı zamanda hayatta da; yani, yaşam sevgisinin yanı sıra, bütün itici güçlerin en güçlüsü ve faali olduğunu ispatlamış olduğu, insanlığın genç kesiminin enerji ve gücüyle birlikte düşüncelerinin yarısını sürekli olarak meşgul ettiği, hemen her insan çabasının nihai amacı olduğu, en önemli meselelerde belirleyici etkiler yaptığı, en ciddi meşguliyetleri ve işleri her saat aksattığı, ara sıra en büyük kafaları bile bir süre için karıştırdığı, devlet adamlarının görüşmelerinin ve bilginlerin araştırmalarının arasına, bunları bozucu şekilde, ıvır zıvırını sokmayı, aşk mektuplarını ve saç buklelerini ta bakanlık evrakının ve felsefi el yazmalarının arasına yerleştirmeyi arsızca becerdiği, aynı şekilde her gün en karmaşık ve en feci kavga dövüşleri körüklediği, en değerli ilişkileri bozduğu, en sağlam bağları koparttığı, kimileyin hayatı ya da sağlığı kimileyin de zenginliği, statü ve rütbeyi ve de mutluluğu kendine kurban seçtiği, hatta aslında merhametli ve dürüst olanları vicdansızlara o zamana kadar sadık olanları birer haine dönüştürdüğü; kısacası, bir bütün olarak, her şeyi tersine çevirmeye, karmakarışık etmeye ve yıkmaya çalışan kötü niyetli, düşmanca bir iblis olarak ortaya çıktığı bu gerçek dünyada da oynadığı önemli rolü incelersek, insan şöyle haykırmadan edemez: Bunca gürültü patırtı niye? Niye (bunca) itiş kakış, tepinme, korku, endişe ve dert? Sonuçta amaç, sadece her bir Mecnun’un kendi Leyla’sını bulması değil midir? Böyle önemsiz bir ayrıntı niçin böylesine önemli bir rol oynasın ve iyi düzenlenmiş insan hayatının içine bitimsiz aksaklık ve kargaşa getirsin? (sf:20)

• Bireysel bilinçte kendini sadece cinsel dürtü olarak ele veren ve öteki cinsin belli bir bireyine yönelmemiş olan şey; bu kendinde şeydir; fenomenlerin, görüşlerin dışında duran yaşama iradesidir mutlaka Oysa belli bir bireye yönelmiş cinsel dürtü olarak bilinçte görünürleşen/ortaya çıkan şey işte bu kendinde iradedir, enikonu belirlenmiş bir birey olarak yaşama isteği anlamındaki iradedir Bu durumda, aslında sadece öznel bir ihtiyaç olan cinsel dürtü, çok akıllı bir tarzda nesnel bir hayranlık maskesini takmayı ve bu yoldan bilinci aldatmasını çok iyi bilir Çünkü doğa kendi amaç ve hedefleri için bu savaş hilesine muhtaçtır Ne var ki bu hayranlık istediği kadar nesnel ve kendisini yüce gösteren bir badananın arkasına saklansın, her âşık olma durumunda, belli bileşim niteliklerine sahip bir bireyin üretilmesinin amaç olarak kovalandığı, sözgelimi karşılıklı sevginin değil de, sahip olmanın, yani fiziksel haz ve zevkin asıl tayin edici olmasından bellidir Bu yüzden de karşılıklı sevginin varlığından emin olma hali, bu hazzın eksikliğini hiçbir şekilde karşılayıp insanı avutamaz Nitekim bu durumdaki pek çok kişi kendini vurmuştur Buna karşılık delice aşık olanlar, aşklarının karşılığını bulamasalar da, sahip olma imkanı sayesinde, fiziksel haz ve zevk duymakla yetinebilirler Bütün zoraki evliliklerin yanı sıra, sık sık görüldüğü gibi, (erkeği) istememesine rağmen, bir kadının büyük armağanlarla ya da başka fedakârlıklarla satın alınan lütfu, hatta tecavüzler bunu kanıtlamaktadır Burada tayin edici etmen, belli bir çocuğun dünyaya getirilmesi, taraflar bilincinde olmasalar da, bütün o aşk hikayesinin gerçek amaç ve hedefidir: Bu amaç ve hedefe hangi yol ve tarzlardan ulaşılacağı işin önemsiz yanıdır (sf: 23-24)

• İşte ancak bu amacı hakiki amaç yerine koyduğumuzda, sevilen nesnenin elde edilmesi uğruna katlanılan onca sonu gelmez zahmet ve dert, onca tatsız ayrıntı, onca zorluk, duruma denk düşen bir görünüm kazanabilir Çünkü bütün o bireysel belirlenmişliğiyle bu gelecek kuşak, onca itiş kakışın, onca çabanın aracılığıyla varolmaya doğru bastıran şeydir (…) İki sevenin birbirine gittikçe artan eğilimleri bile, bunların meydana getirebilecekleri ve getirmeyi arzu ettikleri bu yeni bireyin yaşama isteğidir (iradesidir); hatta daha onların özlem dolu bakışlarının buluşması esnasında bile bu bireyin yeni hayatı uyanır ve ahenkli, bileşimi iyi oluşturulmuş gelecekteki bir birey olarak varlığını duyurur (…) Bunun tersine, bir erkek ile bir kız arasındaki karşılıklı, kararlı ve değişmez inatçı isteksizlik, antipati, nefret ve soğukluk; bunların birlikte meydana getirebilecekleri şeyin, arızalı, fizyolojik yapısı kötü organize olmuş, kendi içinde uyumsuz, mutsuz bir varlıktan öte bir şey olamayacağının göstergesidir (sf: 25-26)

• Son tahlilde iki ayrı cinsten insanı böylesine güç ve şiddetle, bir başkasına değil de birbirlerine yaklaştıran şey, burada varlığının kendi amaçlarına uygun düşen nesneleşmelerinden birini, bu iki sevgilinin meydana getireceği bireyin varlığının içinde (onların bir araya gelmelerinden) önce gören, o bütün insan türü içinde kendini gösteren yaşama iradesidir Anlayacağınız bu birey, babasından iradeyi (isteği) ya da karakteri, annesinden zekayı; beden yapısını ise bu ikisinden alacaktır (sf 27)

• Demek ki insan sadece o taşan kendi hazzının peşinden gittiğini sanırken aslında insanı yönlendiren, tür için en iyiye yönelmiş olan bir içgüdüdür (sf 34)

• Her şeyden önce, erkeğin doğası gereği aşkta vefasızlığa, kadının ise sürekli sadakata eğilimli olduğu gerçeği vardır Erkeğin aşkı, doyum bulduğu andan itibaren belirgin bir biçimde azalır: Hemen hemen bütün öteki kadınlar onu, sahip olmuş olduğu kadından daha fazla çekerler: Erkek değişiklik özler Kadının aşkı ise, özellikle o andan sonra artmaya başlar Bu, türü koruyup onun varlığını sürdürmeye, bu bakımdan da olabildiğince fazla çoğalmaya yönelik doğanın amacının bir sonucudur Bildiğimiz gibi erkek, kendisine yeterince kadın sunulduğu takdirde, kolayca yılda yüz çocuk meydana getirebilir: kadın ise, istediği kadar çok erkeğe sahip olsun, ikiz ihtimalini hesaba katmazsak, yılda sadece bir çocuk dünyaya getirebilir Bu nedenle erkeğin gözü hep başka kadınlardadır; kadın ise buna karşılık tek bir erkeğe sımsıkı sarılır: Çünkü doğa onu içgüdüleri gereği ve hiç düşünmeden, gelecekteki doğumun besleyicisi ve koruyucusunu yanında tutup korumaya sürükler Bundan ötürü erkeğin eşine sadakati yapaydır, kadının ki doğaldır; dolayısıyla da, kadının ihaneti, nesnel olarak, sonuçları bakımından olduğu kadar, öznel olarak doğaya aykırılığı bakımından da erkeğinkinden çok daha az bağışlanabilir bir ihanettir (sf38-39)

• Kadının kazanılmasında etkili olan başlıca özellikler, iradenin sağlamlığı, kararlılık ve cesaret, belki de ayrıca iyi yüreklilik ve dürüstlüktür Buna karşılık erkeğin entelektüel avantajları kadının üzerinde öyle doğrudan ve içgüdüyü etkileyecek zorlama ve güç uygulamazlar; çünkü bunlar babadan (çocuğa) geçebilecek olan özellikler değillerdir Erkekteki akıl kıtlığı, kavrama yetisi yetersizliği, kadınlara zarar vermez: Tersine belki ağır basan zihinsel güç ya da hatta dahi(lik), erkekteki bir anormallik olarak kadının üzerinde elverişsiz etki bile yapabilir Bu nedenle sıklıkla çirkin, budala ve kaba bir erkeğin, iyi yetişmiş, eğitimli, zihinsel yetenekli, akıllı ve sevimli bir adamı kadınlar karşısında saf dışı ettiğini görürüz Hatta zaman zaman zihinsel, entelektüel bakımdan alabildiğine farklı, uyumsuz varlıklar arasında bile aşk evlilikleri yapılır Örneğin erkek, kaba, güçlü ve kifayetsiz; kadın hassas ruhlu, ince düşünen, eğitimli, iyi yetişmiş, estetik duygulu vb olabilir; ya da hatta kadın dahi ve bilgindir o ise bir kaz kafalıdır Bunun nedeni bu bağlamda entelektüel yanlardan çok, farklı yanların göz önünde tutulmasıdır; yani içgüdünün özelliklerinin Evlilikte hedef, entelektüel bakımdan eğlenmek değil, çocuk meydana getirmektir Bu da yüreklerin bir ittifakıdır, kafaların değil Kadınların, bir erkeğin aklına, kültürlülüğüne aşık olduklarını ileri sürmeleri, budalaca, gülünç bir iddiadır; ya da yozlaşmış bir varlığın fantezisinin, hayalinin ürünüdür (sf46-47)

• Anneler kendi kızlarına, onları erkekler için çekici kılmak amacıyla, güzel sanatlar, diller vb eğitimi yaptırırlar; böylece gerektiğinde kalçalara ve göğüslere yapay yollardan zeka aracılığıyla destek vermek isterler Şunu iyice belirtelim ki, burada her bakımdan bireyi tamamen dolaysız (etkisi altına alan), asıl aşkın biricik kaynağı olan içgüdüsel cazibeden söz edilmektedir Anlayışlı, kültürlü bir kadının, bir adamda kavrama yetisine ve ruha (zekaya) değer vermesi; bir erkeğin, mantıklı düşünme sonucunda, eşinin karakterini tartıya vurup göz önüne alması, ona değer vermesi gibi durumların, burada söz konusu olan meseleyle bir alakaları bulunmamaktadır; böyle durumlar, evlilikte mantıklı bir seçimin dayanağını, açıklamasını oluştururlar; yoksa konumuz olan (içgüdünün hizmetindeki) tutkulu aşkın değil (sf 48)

• Her birey, bedeninin her bir parçasında ve uzvunda eksikliklerinin, zaaflarının ve sapmalarının karşı cins üzerinden düzeltilmesi hedefini kovalar; üstelik söz konusu parça ne kadar önemliyse, bu arayış da o kadar kararlı ve ısrarlı olacaktır (sf53)

• Kadının vücudunun her bir parçasını sınarcasına incelememizde ki büyük ciddiyet ve onun da aynı şeyi yapması; hoşumuza gitmeye başlamış bir kadını süzüşümüzdeki eleştirel kuşku; seçişimizdeki inat ve ısrarlarımız; damadın gelini incelerken gösterdiği gergin dikkat; berikinin vücudun hiçbir parçası konusunda aldanmamak için ortaya koyduğu özen ve gayret; karşısındakinin önemli her bir beden parçasının fazlalarına ve eksikliklerine verdiği değer; bütün bunlar amaç ve hedefin önemine tamamen uygundurlar Çünkü yeni dünyaya getirilecek olan (varlık), bütün bir ömür boyu, bu parçalardan herhangi birine benzer bir parça taşıyacaktır (…) Ne var ki bütün bunların (gerisinde ne olup bittiğine) ilişkin bilinçten yoksunuzdur; genelde herkes sadece kendi zevkine göre, gönlünce (hani aslında bu seçimlere katılmış olması imkansız zevkince) o zor seçimi yaptığını sanır Oysa o, bu seçimi, sadece kendi vücut yapısının ve organizasyonunun koşullarına bağlı olarak, tipi olabildiğince katıksız koruma biçimindeki gizli göreve şartlanmış olan türün çıkarlarına nasıl uygunsa tam da öyle davranmıştır (sf 54-55)

• Yaşama iradesi burada, kendini sadece bu erkek ile bu kadının meydana getirebileceği kesinkes belirlenmiş bir birey aracılığıyla nesneleştirmeyi istemektedir (…) Bu arzu, bunu sadece kendileri için istediklerini sanan (vehmeden) geleceğin anne babasının yüreğinden başka bir yerde etkili olabileceği bir alan bulamaz Demek ki ancak şimdi burada mümkün olmuş gelecekteki bireyin, bütün varlıkların o ilk kaynağından doğan, varlığa geçme yönündeki şiddetli, bastıran arzusu, nesneleşmenin içinde kendini gösteren şeydir; yani geleceğin anne babasının, o kendi dışlarındaki her şeye çok az önem veren büyük tutkularıdır Gerçektende eşi, benzeri bulunmayan bir sanı, bir vehim olan bu tutku, böyle bir aşığın, hakikatte kendisine herhangi bir kadından daha fazlasını vermeyen bu belli kadınla yatabilmek için, dünyanın bütün zenginliklerini feda etmesine yol açacak bir tutkudur Tutkunun bu şiddetine rağmen, asıl amacın sadece kadınla beraber olmaya yönelik olduğu, bu yönde tutkunun da bütün ötekiler gibi, tarafları sonunda şaşkınlığa düşürerek hazzın ve zevkin içinde sönüp gitmesinden bellidir (sf: 58-59)

• Sadece tür, sonsuz hayata sahiptir; bu bakımdan da onun sonsuz istekler duyma, sonsuz tatminler yaşama ve sonsuz acılar çekme yeteneği vardır Ama işte bu istek, tatmin ve acılar, burada (dünyada) bir ölümlünün dar yüreğine hapsedilmişlerdir Dolayısıyla da böyle bir ölümlünün sonsuz sevinç ve sonsuz ıstırapla dolduğu yerde çatlayıp parçalanmak ister gibi görünmesine ve bunları ifade edebilecek söz bulamamasına şaşmamak gerekir (sf:61)

• Çünkü bu sonsuz değer verme, bu sınırsız beğeniş, sevilenin herhangi zihinsel, entelektüel, hele hele nesnel, reel avantajlarına dayanmış olamaz; çünkü karşıdaki kişi, çoğunlukla, seven tarafından yeterince tanınmamakta; her şeyiyle bilinmemektedir Sadece türün ruhu tek bir bakışla onun kendisi bakımından, amaç ve hedefleri bakımından, hangi değeri taşıdığını görebilir Büyük tutkular da kuralda ilk bakışta doğarlar: İlk bakışta sevmeden kim aşık olmuştur (Şekspir) (sf:61-62)

• Bir kahraman, aşk yakınmaları, sızlanmaları dışında bütün her türlü yakınmadan, sızlanmadan utanır; çünkü aşk içinde kuyruğunu sallayan onun kendisi değil, türdür (sf63)

• Aşığın kendi alabildiğine fiziksel amaçlarını tamamen gözden kaçırmış gibi görünmesine yol açan durum, aslında dertleri ve işleri, o sadece sıradan bireysel olan bütün dert ve işlerden ölçülmeyecek kadar önemli olan türün ruhunun, onun ruhunu doldurmuş olmasıdır; böylelikle türün ruhunun onu özel görevlendirmesiyle, sınırsız, sonsuz uzunluktaki bir gelecek kuşağın varoluşu, türün, sadece ve sadece baba olarak bu sevgiliden ve anne olarak onun sevgilisinden alabileceği bu bireysel enikonu belirlenmiş yapısal nitelikler ve vasıflar üzerinde temellenir; öte yandan, yaşama iradesinin nesneleşmesi, bu varlığı apaçık talep etmedikçe, böyle bir varoluş ortaya çıkamayacaktır (sf 66-67)

• Aşk çoğu zaman, cinsel ilişki bir yana bırakılacak olursa, sevenin kin duyabileceği, küçümseyebileceği, hatta tiksinebileceği kişilere sararak, sadece dış ilişkilerle değil, sevenin kendi bireyselliğiyle de çelişkiye düşer Ne var ki türün iradesi, bireyin iradesi ile karşılaştırıldığında o kadar kudretlidir ki, seven kişi, kendisine ters gelen bütün özelliklere gözünü kapayabilir; her şeyi görmezlikten gelir; her şeyi bilmezlikten gelir ve kendisini tutkusunun nesnesine sonsuza kadar bağlar Türün isteği yerine gelir gelmez (irade gerçekleşir gerçekleşmez) kaybolup giden ve geride nefret edilen bir hayat arkadaşı bırakan o vehim, o kuruntu öylesine gözlerini kamaştırıp görmezleştirir onu Çoğu zaman, üstün niteliklere sahip, aklı başında, mükemmel erkekleri canavarlara ve iblis kadınlara bağlanmış görüp böyle bir seçimi nasıl olup da yapmış olduklarını kavrayamayışımızı sadece böyle açıklayabiliriz (sf68-69)

• Tutku, sadece tür için değer taşıyan şeyi birey için de değerliymiş gibi gösterip onu kandıran bir vehme, bir kuruntuya dayanmış olduğu için, türün amacına ulaşmasının ardından, yanılsamanın ortadan kalkması şarttır Bireyi eline geçirmiş olan türün ruhu, artık onu tekrar serbest bırakır Tür ruhunun terk ettiği birey önceki (türe göre) sınırlı, yoksul haline geri döner ve öylesine büyük, yiğitçe ve sonsuz çabaların ardından, kendi hazzının payına, her cinsel tatminin ardından kalandan fazlasının düşmediğini şaşkınlık içinde görür Umduğunun aksine, daha önce olduğundan daha fazla mutlu olmadığını, türün iradesinin aldattığı kimse olduğunu fark eder (sf 72)

• Ne var ki bu birliktelik, o tutku halini almış sevginin özü olan içgüdünün hizmetindeki vehim ve sanı üzerinden bir araya getirilmiş çift, çoğu zaman başka özellikleriyle olabilecek en uyumsuz vasıfları, yapısal özellikleri taşıyacaklardır İşte bu uyumsuzluklar, zaten zorunlu olduğu için, onları bir araya getiren kuruntu ortadan kalkınca su yüzüne çıkarlar Bu nedenle aşk üzerine kurulmuş evlilikler kuralda mutsuzluklarla sonuçlanırlar Çünkü onların sayesinde, gelecek kuşaklar, şimdikilerin pahasına özen görür, korunup bakınırlar Aşk nedeniyle evlenen, acılar çekerek yaşamak zorundadır der bir İspanyol atasözü (sf:73)

• Anne babaların seçimiyle yapılan, rahat bir hayat için gerekli bağdaşırlıkları göz önünde tutan evlilikler, aşk evliliklerinin tersine bir durum gösterirler Böyle bir evliliğin temelini oluştururken dikkate alınmış, değerlendirilmiş yanlar, ne türden olurlarsa olsunlar, en azından kendiliğinden ortadan kaybolamayacak gerçek (vehmin, kuruntunun ürünü olmayan) yanlardır Evlilikte dikkate alınmış bu yanlar sayesinde (iradenin ve türün amaçlarına aykırı olarak) şimdi de yaşayanların mutluluğu ama elbette gelecektekilerin pahasına sağlanır; ne var ki bu mutluluk gene de sorunlu bir mutluluk olarak kalır (sf 74)

Çeviren: Veysel Atayman, Bordo Siyah yayınları

Alıntı Yaparak Cevapla

Schopenhauer Kimdir?

Eski 08-20-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Schopenhauer Kimdir?




SANAT ÜZERİNE

Aşkın Metafiziği / Schopenhauer'in Felsefesi Arthur Schopenhauer

Her istek, bir gereksinimden, bir yoksunluktan, bir acıdan doğar; giderildiği zaman insan yatışır Ama yatışmış bir kişiye karşılık, nice yatışmamış ve duygunluğa erişmemiş insan vardır Üstelik, istek uzun sürer, gerekli olan şeylerin ardı arkası kesilmez; oysa duyulan haz, kısa ve ölçülüdür Yeryüzünde hiçbir şey yoktur ki, şu iradeyi yatıştırabilsin ya da belirli bir biçimde olduğu yerde durmaya zorlayabilsin Alınyazısından kopardığımız herşey, dilencinin ayağı ucuna atılan paraya benzer: verilen sadaka, duyduğu acıların sürüp gitmesini sağlayabilmek için, dilencinin hayatını biraz daha uzatmaktan başka bir iş görmez İşte bundan ötürü, isteklerin ve iradenin boyunduruğu altında kaldığımız; varlığımızı, bizi sıkıştırıp duran umutlara, acı çekmemize yol açan korkulara bıraktığımız ölçüde, ne durup dinlenmek ne de mutluluk söz konusudur İster bir amacı gerçekleştirebilmek için canla başla çalışalım, ister bir tehlikeden sakınmak için çabalayalım, sonuç değişmez: iradenin istek ve gereklerinin başımıza açtığı belalar ne biçim olursa olsun, hayatımızı berbat etmekten ve acı çekmemize yol açmaktan başka bir sonuç vermez Böylece, isteklerin tutsağı olan insanoğlu, İksion'un çıkrığına ebediyen bağlanmıştır; bitimsiz bir susuzluğun kemirdiği bir Tantalos'tur o

Ama kimi zaman, dış bir gerçek, ya da iç uyumluluğumuz, bizi, bir an isteklerin bitimsiz selinden kurtaracak; ruhu, iradenin boyunduruğundan sıyıracak, iradenin yöneldiği nesnelerden uzaklaştıracak ve çevremizdeki varlıklar, istek ve umutlarımıza değer şeyler olmaktan çıkarak hiç bir menfaat duygusuna yer verilmeden düşünülebilen nesneler halinde görülecek olursa; o zaman isteklerin peşinden giderek gerçekleştirmeye çalıştığımız ve hiç bir zaman ulaşamadığımız iç rahatlığı boy gösterir ve huzur duygusunu bütün doygunluğuyla yaşarız Epiküros'un, iyiliklerin en iyisi ve tanrıların bahtlılığı olarak gördüğü şey, işte bu acılardan kurtulma haliydi Gerçekten de, böyle bir durumda, bir an için de olsa, iradenin ağır baskısından kurtulmuş, isteğin zorbalığından sıyrılmış oluruz; İksilon'un çıkrığı durur o zaman Gün batımının, bir saray penceresinden ya da bir hapishane parmaklığı ardından görülmesinin önemi kalmaz

()
Katışıksız düşüncenin istek üzerindeki egemenliği; bu iç bağdaşıklık, her yerde gerçekleşebilir Küçük nesneleri, bunca nesnellikle görebilen ve böylece düşüncelerinin ne kadar bağımsız olduğunu açıkça ortaya koyan o eşsiz Hollandalı ressamları düşünelim Bu resimlere bakan bir kimse, duygulanmadan edemez Bu önemsiz nesneleri, bunca dikkatle canlandırabilmesi için, sanatçının ruhça ne kadar dingin ve yatışmış bir halde bulunması gerektiğini düşünmekten alamaz kendini Üstelik, kendisine dönünce, günlük hayatının endişeleri ve istekleri yüzünden karmakarışık ve anlaşılmaz hale gelen duyguları ile bu dinginliğe erişmiş ressamların ruh hali arasında ne büyük bir fark olduğunu daha iyi görür
()
Nesnelerin çekiciliği, bize dokunmadıkları ölçüdedir Hayat hiçbir zaman güzel değildir; güzel olan, hayat üzerine yapılmış betimlemelerdir sadece Özellikle, şiirin ışığı bu görünüşleri aydınlatıp ışıttığı zaman ve yaşamanın ne olduğunu bilmediğimiz gençlik yıllarında kavrarız bunu
()

Kaçamak esini yakalamak ve onu mısralara dökerek tenleştirmek, lirik şiirin işidir Lirik şairin dile getirdiği şey, insanlığın en iç varlığıdır Geçip gitmiş milyonlarca kuşağın ve gelecek kuşakların, belli koşullar içinde her zaman duydukları ve duyacakları şeyleri dile getirmek ve onlara, aslına uygun canlı bir anlatım kazandırmak şiirle kabildir Şair, evrensel insandır: bir insanın yüreğini kabartan bütün duygular, insan doğasının her koşul içinde duyduğu ve ortaya koyabildiği bütün şeyler, ölümlü bir insan oğlunun gönlünde yer etmiş olan ve oluşup duran bütün izlenimler, onun kendi öz alanıdır Bundan ötürü şair, şehveti de, mistik duyuşu da anlatabilir Angelus Silesius ya da Anacreon olabilir; trajediler ya da komediler yazabilir Yatkınlığına ya da ruhsal durumuna göre, soylu ya da bayağı duyguları dile getirebilir Soylu, yüce, ahlaktan yana, dindar, Hristiyan olmasını; kısacası şu ya da bu olmasını ona kimse söylemez Çünkü şair, insalığın aynasıdır ve insanlığın ne duyduğunu, aslına uygun bir biçimde gösterir insanlığa
()
Trajedinin eğilimi ve son amacı, bizi; razı olmaya yöneltmek, yaşama iradesini olumsuzlayacak hale getirmek olduğu halde, komedi, bunun tam tersine, yaşamaya yöneltir ve yüreklendirir bizi Gerçi komedinin de, bütün öteki hayat betimlenimleri gibi, gözlerimizin önüne bir yığın acıyı ve iğrençliği serdiği doğrudur Ama komedi, bütün bunları geçici kötülükler gibi gösterir bize Sonunda, hepsinin, neşe ile biten şeyler olduğunu, her zaman yengi kazanan umutlar gibi görülmeleri gerektiği anlatılır Bundan başka, hayatın sayısız terslikleri arasından sadece gülünebilecek ve neşelenmeye yol açacak yanları seçer Böylece, koşullar ne olursa olsun, sevincimizi ve iyimserliğimizi sağlamak ister Bütün olarak ele alındığı zaman, hayatın çok iyi olduğunu ve herşeyden önce, eğlenilecek garip bir yanı bulunduğunu ileri sürer Ne var ki, daha sonra neler olup bittiğini görmemiz için, mutlu ve sevinçli bir olayla perdeyi kapamak gerekir Oysa trajedi, artık başka bir olayın ortaya çıkamayacağı biçimde sona erer
()
Müzik, hiçbir zaman fenomeni (görünüşleri) dile getirmez Müziğin dile getirdiği şey, bütün fenomenlerin iç özü ve kendinde varlığıdır; Yani iradenin ta kendisidir Bundan ötürü, müziğin belli bir neşeyi, şu ya da bu hüznü, şu ya da bu tutkuyu, içrahatlığını dile getirdiği söylenmez Müzikte dile gelen şey, her çeşit ruhsal dürtünün ve koşulun dışındaki genel ve soyut özdür Ve müzikte, bu soyut özü, kolaylıkla ve eksiksiz bir biçimde kavrarız
()
Melodinin yaratılması, insan duyarlığının ve iradesinin en derin sırlarının keşfedilmesi, dahinin gerçekleştirdiği temel iştir Dehanın çalışması, burada her yerdekinden daha bağımsız, daha kendiliğinden, daha biliçsizdir Burada gerçek bir esin söz konusudur Olumlu ve soyut şeylerin önceden edinilmiş bilgisi, yani fikir, sanatın her alanında olduğu gibi, müzikte de yetersizdir Çünkü müzikçinin dile getirdiği şey, dünyanın en iç özü ve en derin bilgeliktir Müzik bunları kendisinin de kavrayamadığı bir dille anlatır Bu bakımdan, uyandığı zaman hakkında hiçbir şey bilmediği nesneler üzerine sorulanlara şaşırtıcı cevaplar veren bir uyurgezere benzer Müziğin özü üzerine uzun zaman düşündükten sonra, artık, bu sanattan zevk duymanın en tatlı bir haz olduğunu söyleyebilir ve bu hazzı tatmanızı öğütleyebilirim size İnsanın ruhunu daha dolaysız ve daha derin biçimde etkileyen bir başka sanat yoktur Çünkü hiçbir sanat, dünyanın gerçek özünü, müzik gibi dolaysız ve derin bir biçimde dile getiremez Güzel ve yüce melodiler duymak, ruhu yıkamak gibidir; insanı bütün pisliklerden, bütün zavallılıklardan ve bayağılıklardan arıtır


Aşkın Metafiziği / Schopenhauer'in Felsefesi Arthur Schopenhauer
SOSYAL YAYINLAR

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.