Prof. Dr. Sinsi
|
Descartes
RENÈ DESCARTES:
Descartes'in yaşarken birçok kez portresi yapılmıştır Descartes'in Flaman sanatçı Frans Hals'a (y 1580-1666) hiç poz vermediği bilinmekle birlikte, bu portrede Hals'in üslubu fark edilir 1596’da Fransa’da doğdu Cizvitlerin elinde, felsefe ve matematik dahil mükemmel bir eğitim aldı Daha sonra, doğduğu yer olan Poitiers’deki Poitiers Üniversitesi’nden mezun oldu Parlak bir öğrenci olarak, çeşitli yetkelerin ileri sürdüğü, tek tek incelediği savların çoğunun geçersiz olduğunu fark etmekle birlikte , çoklukla neye inanacağını bilemedi Kendi dediğine göre, eğitimini tamamlamak için orduya katıldı ve hiçbir savaşa tanık olmamakla birlikte Avrupa’yı bir asker olarak köşe bucak dolaştı Bu yolculuklar ona insanın dünyasının kitaplarda anlatıldığından çok daha çeşitli ve çelişkilerle dolu olduğunu öğretti Emin olabileceğimiz, kesin olarak bilebileceğimiz bir şey olup olmadığı sorusu kafasına böyle takıldı Hollanda’ya yerleşti O sırada Hollanda Avrupa’nın en geniş ifade özgürlüğüne sahip ülkesiydi Descartes, araştırmalarını felsefe, matematik ve bilim alanlarında sürdürerek insan düşüncesinin temellerini incelemeye burada girişti Kabaca 1629-1649 arasında niteliği çok yüksek özgün eserler verdi Felsefede en önemli eserleri, 1637’de yayımlanan Yöntem Üzerine Konuşmalar ile, 1641’de yayımlanan Meditasyonlar ’dır 1649’da İsveç Kraliçesi Kristina, kendisine felsefe öğretmesi için Descartes’i Stockholm’e davet etti İsveç’in sert kışları yüzünden ciğerlerinden hastalanan Descartes 1650’de öldü
Felsefenin Öyküsü Bryan Magee
Descartes da yöntemli bir kuşkuculuk yaklaşımı ile , kesinliğinden kuşku duymayacağı bir “ilk bilgi” nin olanaklılığını arıyordu sanırım Bildiğiniz gibi Descartes matematik eğitimi almıştı ve bu konuda çok iyi idi Analitik Geometri’yi temellendirdi Düşüncesini matematiğin kurgusu etkiledi Matematiğin apaçıklığından kuşku edilmeyen aksiyomları gibi , “gerçeklikler temel ve kuşku duyulmaz önermelerde başlayıp , türetilmiş önermelere doğru dizgesel olarak ilerleyerek düzenli bir yolda tanıtlanmalıydı ” Başlangıçta , dayanacağı çıkış noktası için, kendinden önceki tüm otoriteleri bir kenara bıraktı Deyim yerindeyse sıfırdan başlamalıydı Başlangıç için “düşünmeyi” diğer bir deyişle “us” u seçti Usun bilgi elde yöntemi üzerinde düşündü Doğuştan düşüncelerin açık ve seçikliğine inanıyordu Ki bu düşünceler duyular tarafından henüz bulanıklaştırılmamıştı Kendisi bir katolikti İnancı tamdı Çıkış noktasında tüm otoriteyi akla vermekle, gelecekte bunun nelere yol açacağını ne kadar öngörmüştü bilemiyorum
Cogito, ergo sum; je pense, donj je suis "
Düşünüyorum, öyleyse varım
Kesin olan bir şey var
Bir şeyin doğruluğundan şüphe etmek
Şüphe etmek düşünmektir
Düşünmekse var olmaktır
Öyleyse var olduğum şüphesizdir
Düşünüyorum, o halde varım
İlk bilgim bu sağlam bilgidir
Şimdi bütün öteki bilgileri
Bu bilgiden çıkarabilirim
Bizim çıkış noktamız bireyin öznelliğidir
Çıkış noktamızdan bakıldığında
‘düşünüyorum öyleyse varım
gerçeğinden başka bir gerçek olamaz
Herhangi bir gerçekten önce,
bir mutlak gerçek olmalıdır
Bu gerçeği kavramak basittir,
zira bireyin varlığında mevcuttur
~ Rene Descartes ~
On yedinci yüzyıl, Descartes’in yüzyılı, bir çelişkiler yüzyılıydı Hoşgörüsüzlük çağıydı Ama aynı zamanda düşünce ve sanat devlerinin çağıydı Çağdaş akılcı, bilimsel düşünceyi başlatan Descartes gibi büyük filozoflar çağıydı Gelileo ve Descartes bütünüyle açıklık ve yararlılık anlamında bilimin güçlü rönesansını kendi kendilerine başlattılar Rönesansın yeniden canlanma hızı, Descartes’in, bir böcek bilimcinin kelebeği örnek dolabına iğnelemesi gibi, tek bir itişle ortaçağı duvara çivilemesiyle korundu Ulusların “tibetleştirilme”sine, orijinal Avrupa kavramı, karışık uluslar çeşitliliğine dönüştürmeye eğilimli ulusçuluğun gelişmesine karşın, Descartes, pozitif bilimlere, özellikle matematiğe yönelmesiyle, Avrupa’nın bütünü için ortak bir payda sağladı: bilimsel düşünce, akıl Ölümünden sonra Newton tarafından mükemmelleştirildiği zaman, Kant henüz – her ne kadar bu ciddi filozofu öyle canlandırmak olanaksız gibi görünse de- ergenliğin olgunlaşmamış dürtülerine boyun eğen bir gençken, fizik rehberlik konumuna çıktı Paradoks şundadır: Bütün bunları başlatan Descartes, insanı yalnızca akıl olarak – hayvanları da makine- kavramış ve insanın bedeni olmasını yalnızca olumsuz anlamda kabul etmiştir Filozoflar için insan bedeni ilgi alanı olmaktan çıkmıştı Descartes penceresinin önünden gelip geçen insanları görmüyordu, bütün gördüğü “ chapeaux et manteaux, rien de plus” tü (Şapka ve manto, başka bir şey yok) Tanrıbilim büyük ilgi görüyordu ancak akılla uyum sağlaması gerekmişti Descartes –simgesel olarak- yeşil ipek giysilerini, siyah giysiyle (İspanyolların da giydiği) değiştirmiş, giysisinin sadeliğini kolalı bir yaka ve gümüş kabzalı bir kılıçla güçlükle gidermişti Ona göre res cogitans (düşünce) res extensa’ya (beden) karşıtlık oluşturduğundan, bedenini siyah giysilerle örterek onu reddetmeye çalışmış ve ruhunu geliştirmek için, düşünmeye çekildiği yanan sobanın yanındaki köşesinde onu açılan kanatları üstünde uçmaya bırakmıştı Descartes çağdaş devirleri başlatan adamdı Descartes, Aristoteles tarafından önerilen çokluk yerine tek ve mükemmel scientia anlayışıyla çağdaş insanın işini basitleştirdi Rönesansın çelişkileri ortasında yitmiş Avrupalı insanı Descartes’in sadeleştirme yeteneği kurtardı Descartes önemli olan mitos değil, sade, açık ve bağımsız düşünce olduğunu kabul ettirdi Akıl kullanarak, insanların yeniden kendi kendilerine olan güvenlerini kazanmalarına, tarihten ve tarihte yaşamalarına yardım etti İnsan yaşamı geçmişten geleceğe taşındı Yirmi yaşından itibaren Descartes’in yolu çizilmişti Bunu yazdığı bir nottan biliyoruz; “ Hayatta hangi yolu izleyeceğim?” Ne iyi ki, düşünme mesleğini seçti ve Peguy’un sözleriyle, “çok akıllıca bir adımla işe koyulan Fransız centilmeni” oldu; Galileo gibi, dünyanın mekanik ve insanın idealist yorumunu başlattı Descartes’e göre, dünya saf bir işleyiş, makinelerin makinesi, modern teknolojimizin tohumuydu Descartes yeniçağda Batı’nın en büyük dahisiydi, yüzlerce yıl önce Miletli filozofların kendi kendimize korkulan soruları sormamızı öğretmiş oldukları gibi, asıl Avrupa gerçeğini yumuşak bir sesle ifade etmiş ve hepimize düşünmeyi öğretmiş bir gentilhomme’du Descartes, yaşamda yittiğini hissetti; kendini kuşkulardan kurtulmuş hissetmek için gerçeklikle buluşmak istedi Ama kuşku etmek düşünmektir- diye düşündü Descartes- ve ben ne düşünüyorsam oyum ( “je ne suis qu’une chose que pense”) ( Düşüncemin hazinesi) Ona göre, düşünmek var olmaktı, ve düşünce varolan tek gerçeklikti Onun, res cogitans’ı (düşünen özne) res extensa’yla (beden) zıttı Onun idealizmi, Leibniz’de, Barok düşüncenin doruğunda kendini buldu Dekartçı düşüncenin hatası, insanı akılcı ve bu nedenle özgür olarak tasarlamasıydı Bilinçaltı kavramını açıklamak için Freud ve Jung’u beklemek gerekliydi Gerçek şu ki, Descartes’in düşüncesi en üstün biçimde bir matematikçinin düşüncesiydi ve geometrik kuramları öznel gerçekliğini geliştirmek için ona yeterince yer bırakmadı Yirmi yaşından itibaren Descartes’in yolu çizilmişti Bunu yazdığı bir nottan biliyoruz; “ Hayatta hangi yolu izleyeceğim?” Ne iyi ki, düşünme mesleğini seçti ve Peguy’un sözleriyle, “çok akıllıca bir adımla işe koyulan Fransız centilmeni” oldu; Galileo gibi, dünyanın mekanik ve insanın idealist yorumunu başlattı Descartes’e göre, dünya saf bir işleyiş, makinelerin makinesi, modern teknolojimizin tohumuydu Descartes yeniçağda Batı’nın en büyük dahisiydi, yüzlerce yıl önce Miletli filozofların kendi kendimize korkulan soruları sormamızı öğretmiş oldukları gibi, asıl Avrupa gerçeğini yumuşak bir sesle ifade etmiş ve hepimize düşünmeyi öğretmiş bir gentilhomme’du Descartes, yaşamda yittiğini hissetti; kendini kuşkulardan kurtulmuş hissetmek için gerçeklikle buluşmak istedi Ama kuşku etmek düşünmektir- diye düşündü Descartes- ve ben ne düşünüyorsam oyum ( “je ne suis qu’une chose que pense”) ( Düşüncemin hazinesi) Ona göre, düşünmek var olmaktı, ve düşünce varolan tek gerçeklikti Onun, res cogitans’ı (düşünen özne) res extensa’yla (beden) zıttı Onun idealizmi, Leibniz’de, Barok düşüncenin doruğunda kendini buldu Dekartçı düşüncenin hatası, insanı akılcı ve bu nedenle özgür olarak tasarlamasıydı Bilinçaltı kavramını açıklamak için Freud ve Jung’u beklemek gerekliydi Gerçek şu ki, Descartes’in düşüncesi en üstün biçimde bir matematikçinin düşüncesiydi ve geometrik kuramları öznel gerçekliğini geliştirmek için ona yeterince yer bırakmadı Descartes bize, matematiği kesin ve ince, biyolojiyi el yordamıyla ve iğrenç bulan Kant gibi, sorgulayıcı bir entelektüel olarak görünür; bu nedenle canlı varlıkları makinelere çevirerek biyolojiyi daha kesin hale getirmeye çalıştı Descartes, gerçek dünyanın nicel ve sınırlı, geometrik ve gürültüleri ve renkleriyle çevremizdeki dünyanın nitel, aracısız ve aldatıcı olduğunu düşündü Özünde o, Maya’nın Vedacı öğretisi, duyumsal dünyanın aldatıcı göreceliğidir Descartes yargıda fazlasıyla katıydı Bütün insanlar için “akıl” ortaktır diye kabul ettiği zaman, hataların yalnızca özgür iradeyle işlendiğini de kabul ediyordu Onun akılcılığı tarihe karşıttı; tarihten yoksundu Bilimsel yeniliğiyle büyülenmiş biçimde, kuşkulu her düşünce ya da inancın, yalnızca mutlak mükemmeller arasında hareket eden “saf düşünceyle” ya da akılla (kavrayış) kurulmadığını savladı Bu nedenle, Descartes doğa üzerinde zafer kazandı ama insana özgü işlerde başarısız oldu Descartes evrene meydan okudu Ona göre, bilmece yani çözülemez bir şey yoktur ve hiçbir şey “keşfedilemeyecek kadar uzak olamaz” Fransız filozof için gerçeklik dünyası ve düşünce dünyası birbirine olağanüstü bir temel anahtar, matematiksel usavurumla bağlı iki evrendir Descartes’la birlikte yaşamda bir telaş başlar, birşeyler yapmak, insanın yazgısını açıklamak telaşı, ona göre, şeyler yalnızca düşünüldükleri zaman varolurlar ve düşünmeler olarak yeniden hayat bulmak için gerçeklikler olarak ölebilirler
Felsefe Öyküleri
Fèlix Marti - İbánez
DESCARTES’İN KRONOLOJİK YAŞAM ÖYKÜSÜ
1596, 31 Mart, Touraine, La Haye’de doğdu; aristokrat bir ailenin dördüncü çocuğuydu 1606 Jesuitler’in 1604’te La Flëche’de açtıkları Kraliyet Kolejine gönderildi ve 1614’e dek orada eğitim gördü 1614-16 Paris’te geçirdi ve zamanının çoğunu okul arkadaşı Mersenne ile birlikte matematik çalışmaya ayırdı Ayrıca matematikçi Mydorge ile tanıştı 1616 Kolej eğitimini bitirdikten sonra Poitiers Üniversitesine girerek tüze ‘derecesi’ aldı Ama hiçbir zaman avukatlık yapmadı O sıralarda toplumsal konumu olan bir insan genellikle ya kiliseye ya da orduya katılırdı Descartes ikincisini seçti 1617-29 Gezilerle geçirdiği ‘‘dünyanın kitabı’’ndan öğrenme dönemi; ilkin Hollanda’ya gitti 1618 Hollanda’yı İspanyollardan kurtarmaya çalışan Protestan Orange Prensinin ordusuna katılarak Hollanda’nın Birleşik İller (Nassau) Prensi Maurice’in hizmetine girdi —ardından Orange Prensinin ordusundan ayrılarak Danimarka, Danzig, Polonya ve Almanya’yı dolaştı —sonra otuz yıl savaşlarında Bavyera’nın Katolik Dükünün ordusuna katıldı (ordu yaşamı döneminde Descartes’ın herhangi bir çarpışmaya girmediği düşünülür; kendisi askeri yaşamı ‘‘büyük bir tembellik ve derbederlik’’ olarak görür) —aynı yıl 10 Kasımda Hollanda’da bir kolej müdürü olan doktor ve matematikçi Isaac Beeckman ile tanıştı (Beeckman’ın Descartes’ın matematik ve felsefeye yönelmesinde etkisi çok büyüktür) 1619 10 Kasım, güney Alman kenti Ulm yakınlarında sıcak bir odada kalırken daha sonra yaşamında dönüm noktası sayacağı düşünü gördü (bu ünlü düş yorgunluk, hazımsızlık, ateş gibi nedenlere bağlıdır ve onun için salt simgesel önemi vardır) 1621 Macar İmparatorluk ordusuna katıldı 1622 Fransa’da kaldı (Britanny ve Paris) 1623 Poitou’da annesinden ona kalan mülkü sattı (27,000 livre) ve geçimini güvence altına alacak düzenlemeler yaptı 1623-25 İtalya gezisi 1625 Paris’te Mersenne (kolejden arkadaşı) ile yeniden buluştu 1628 Kardinal Bérulle ile karşılaştı ve ondan yeteneklerini kullanması konusunda olanaklı en büyük moral desteği aldı (1629 ve 1630’da sırasıyla Franeker’de ve Leyden’de olgunluk (matrikülasyon) sınavlarını almasına karşın bir aristokrat için gereksiz gördüğü herhangi bir dereceyi almakla ilgilenmedi) 1628-49 Kendini yalıtmak için Fransa’yı terkederek Hollanda’ya yerleşti ve yoğun bir düşünme ve araştırma dönemine girdi Kafa dinginliğine çok önem verdiği için, bu önlemi özellikle oradaki ilk kışı sırasında kağıda geçirilen Kurallar’ında sık sık yakındığı litterati ile, yarı-felsefeciler ile ilgili olarak almış olmalıdır Başka bakımlardan kaygısı yoktu, ve bir tecim ülkesi olan Hollanda’da bir çöldeymiş gibi yaşadı Orada Mersenne ile yazışmayı sürdürdü, Beeckman ile dostluğu ve ayrıca Mydorge, Hortensius, Huygens and Frans van Schooten (büyük) ile ilişkileri sürdü 1629 Kurallar’ı yazıya geçirdi (1701’de basıldılar) 1633Le Mond’un taslağının tamamlandığı sırada Mersenne’den aldığı bir mektupta Galileo olayını öğrendi ve özgürlüğünü ve boş zamanını korumak için çalışmasını bastırmaktan vazgeçti 1635 Birlikte yaşadığı Hollandalı hizmetçisinden (Helen) bir kızı oldu 1637 Söylem Fransızca’da anonim olarak yayımlandı 1640 Çok sevdiği kızını beş yaşında yitirdi; acısının çok derin ve yıkıcı olmuş olduğu söylenir; Meditasyonlar yayımlandı (çalışma yedi yıl sonra Fransızca’ya çevrildi) 1642 Ateizm ile suçlandı; Utrecht yerel yetkeleri tarafından mahkum edildi 1643 Bir kez daha mahkum edildi; Prenses Elizabeth ile karşılaştı ve aralarında kurulan dostluk geometriden politik bilime, tıptan metafiziğe dek çeşitli konuları tartıştıkları mektuplarla sürdü (Prensesten parasal destek almadı; aslında Prensesin böyle bir olanağı da yoktu) 1644Felsefenin İlkeleri Amsterdam’da yayımlandı (Elizabeth’e adanmıştır) 1645 Utrecht üniversitesi ‘nötral sansür’ uyguladı (yandaş ya da karşıt tüm yorumlar yasaklandı) 1647 Aynı şey Leyden’de uygulandı; Felsefenin İlkeleri Fransızca’ya çevrildi; Paris’e gitti ve Pascal ile buluştu; İsveç kraliçesi Kristina Descartes’ın kitaplarını okumaya başladı 1648 Bir kez daha Paris’e gitti ve Gassendi, Hobbes ve ölmek üzere olan Mersenne ile görüştü; bir yurtluk ve yıllık gelir teklifini (Montmor’dan) yine özerklik kaygısıyla kabul etmedi 1649Ruhun Tutkuları yayımlandı Kasım ayında İsveç kraliçesi Kristina’nın çağrısı üzerine ‘‘kışın insanların düşüncelerini donduran’’ Stokholme’e, ‘‘kayalar ve buzlar arasındaki ayıların ülkesi’’ne gitti 1650 1 Şubat zatürreye yakalandı ve on gün sonra, 54 yaşında, öldü Son sözlerinin şunlar olduğu söylenir: ‘‘İşte böyle ruhum, ayrılma zamanı geldi’’; 1667’de mezarı Paris’e taşındı
KARTEZYEN ŞÜPHE
Descartes, bir matematik dehasıydı ve bu alanda cebirin geometriye uygulanmasından oluşan yeni bir kod buldu Bu kol, analitik geometri ya da koordinat geometrisi olarak çeşitli adlar altında bilinir Descartes, aynı zamanda, diyagramı da buldu Bir diyagram üzerinde yer alan herkesin bildiği o iki çizgi onun adını taşımaktadır Bunlara Kartezyen koordinatlar denir; Kartezyen de, Descartes adından türetilmiş bir sıfattır Matematiğin apaçık ve tümüyle güvenilir kesinlikleri Descartes’i heyecanlandırmaktaydı Böylece, matematiğe kesinliğini veren şeyin, bilginin öteki alanlarına uygulanıp uygulanamayacağını düşünmeye başladı Eğer bu mümkün olabilirse, hiçbir şeyin kesin olarak bilinemeyeceğini savunan Septikleri kolayca çürütebilecek bir şey olacaktı elimizde Fakat, bundan da önemlisi, modern anlamıyla bilimin üzerinde inşa edilebileceği dünya hakkında kesin bilgi elde etmenin bir yöntemine kavuşabilecektik Descartes, matematiğin, kesinliğini şu bir dizi nedene borçlu olduğunu sonucuna vardı Matematik tanıtlamalar, son derece basit az sayıda öncülden başlamaktaydı; bu basitlik, (iki nokta arasındaki en kısa mesafe düz bir çizgidir önermesinde olduğu gibi) o denli temel ve apaçıktı ki onlardan şüphe etmek olanaksızdı Daha sonra, her seferinde mantıksal bir adım atılarak bu tanıtlamalardan tümdengelimsel biçimde ilerlenirdi Her adım, yanlışlanamaz, çok basit ve yine kesindi Daha sonra, –ki bu matematiğin büyüsüne kapılmış herkesi kendinden geçiren bir şeydir – her biri basit ve apaçık olan öncüllerden yine her biri basit ve apaçık olan mantıksal adımlarla ilerlerken, ne basit ne de apaçık olan sonuçlara vardığınızı fark edersiniz: Önünüzde öngörülmemiş buluşlarla dolu bir dünya açılmaya başlar Bu buluşların çoğu şaşırtıcıdır ve uygulamada büyük yararları vardır; ayrıca hepsinin doğruluğuna güvenilebilir İnsana, keşfedilmeyi bekleyen bu dünyanın bir sonu yokmuş gibi gelir Descartes’in yaptığı gibi, matematikçiler beklenmedik yeni yollar açmışlar hep Şimdi, bu yöntemi matematiksel olmayan bilgilere tastamam uygulamak mümkün müdür, diye sorar Descartes Matematiğin dışında doğruluğundan şüphe edilemez önermeler bulabilirsek, onları, tümdengelimsel kanıtlamalarda öncül olarak kullanabiliriz; bu durumda, onlardan mantıksal olarak çıkarsadığımız herşey doğru olmak zorundadır Bu bize, bilgi yolunda buluşlarına yüzde yüz güvenebileceğimiz yöntemsel bir temel sağlayacaktır Fakat, böyle öncüller var mıdır? Yoksa, matematik ve mantık dışında, kesin olarak bilebileceğimiz bir şey yok mudur? Bu tür kesin öncüller arayışında Descartes üç evreden geçti İlkin, doğrudan ve dolaysız deneyi önüne koydu Çıplak gözle kilise kulesine ya da bir bölümü suya batmış şu ağaca baktığımda, elbette duyularımın dolaysız tanıklığına güvenebilirim Ama heyhat! Araştırma sırasında, doğrudan gözlemin bizi sık sık yanılttığı ortaya çıkmaktadır Gündüz altın gibi parlayan, günbatımında kızıllaşan şu kilise kulesi, diğer zamanlarda gri görünmektedir Suya girdiği noktada eğik görünen şu dalın, sudan çıkartıldığında düz olduğu görülüyor Dolayısıyla, onlara ne kadar doğrudan baksam da, aklım ne kadar uyanık ve tetikte olsa da, gerçekte şeylerin bize göründüğü gibi olduklarından asla emin olamayız
Felsefenin Öyküsü
Bryan Magee
DESCARTES’İN BİR MEKTUBUNDAN ALINTI
Prenses Elisabeth'e
Egmond, 6 ekim 1645 Madam,
Bazen şöyle bir şüpheye düştüğüm oluyor: elimizde bulunan nimetleri olduğundan daha büyük ve daha değerli hayal ederek, elimizde bulunmayan nimetleri de bilmeyerek veya gözden geçirmek için üzerinde durmayarak, memnun ve neşeli olmak mı yoksa her ikisinin de gerçek değerini tanımak için, fazla bilgili ve düşünceli olarak, kederli olmak mı daha iyidir? Üstün iyinin neşe olduğuna inansaydım ne pahasına olursa olsun, neşeli olmaya çalışmak gerektiğinden şüphe etmezdim ve can sıkıntısını şarapta boğan yahut tütünle uyuşturanların kabalığını doğrulardım Fakat fazileti işlemekten yahut da (aynı şey olan) elde edilmesi irademize bağlı bulunan bütün nimetlere sahip olmaktan ibaret olan üstüm iyi ile, bu nimetleri elde etmeden sonra gelen memnunluğu birbirinden ayırıyorum Bundan ötürü, zararımıza da olsa, hakikati bilmenin, bilmemekten daha büyük bir olgunluk olduğunu göz önüne alarak, az neşeli fakat çok bilgili olmanın daha iyi olduğunu kabul ediyorum: Böylece ruhumuzun en memnun olduğu an, en neşeli olduğumuz zaman değildir; tersine büyük neşeler genel olarak donuk ve ciddidir, kahkahalı neşelerse, ufak ve geçicidir: Bunun için boş, hayaller peşinde koşarak yanılmaya düşmeyi asla doğru bulmam; zira bundan gelen bütün zevk ancak ruhun dışına dokunabilir, halbuki içi, yalancılıklarını görerek, acı duyar Ruhumuz durmaksızın başka şeylerle uğraşırken, bunun farkına varmayabilir, fakat o zaman da adı geçen saadete kavuşamaz, çünkü saadet hareketimize -bağlıdır, halbuki böyle bir hal ancak talihten gelebilir Fakat, bazıları bizi memnun olmaya götüren, bazıları da tersine, memnun olmaktan alıkoyan aynı derecede doğru, birçok düşüncelerle karşılaşmak imkanı olduğu yerde, bana öyle geliyor ki, tedbir daha çok memnunluk verenleri kabul etmemizi emrediyor; hatta dünyadaki şeylerin hemen hepsine iyi veya kötü görünen bir yandan bakmak mümkün olduğuna göre, herhangi bir şeyde maharetimizi göstermek gerekiyorsa; o da onlara, bilhassa en çok lehimizde görünen seviyeden bakmayı bilmektir, sanırım, elverir ki bunu aldanmadan yapalım insanın kendinden çok başka insanlara iyilik etmesi daha yüksek ve daha şerefli bir şey olduğuna göre, buna en fazla meyledenler ve sahip oldukları nimetlerden en az bahsedenler, gene en yüksek ruhlardır Ancak zayıf ve alçak ruhlardır ki kendilerine gerektiğinden fazla değer verir, ve üç damla su ile ağzına kadar dolan vazolara benzerler Altesinizin bunlardan olmadığını biliyorum, bu alçak ruhları ancak, kendileri için bir menfaat göstererek, başkaları için zahmete teşvik etmek mümkün olduğu halde, Altesinizin menfaati için, kendilerine, ancak kendisini ihmal ettiği takdirde, sevdiklerine uzun zaman faydalı olamayacağını göstermek; ve sağlığıma bakmasını yalvarmak gerektir Benim de yaptığım budur Madam, Altesinizin, Pek saygılı ve pek itaatli Hizmetkârı Descartes
*Descartes, Ahlâk üzerine Mektuplar, (Çeviren Mehmet Karasan), İstanbul, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1992, sf 53-54, 620
DESCARTES ve TIP
Descartes’in felsefeye katkıları , Vesalius’un anatomiye, Harvey’in fizyolojiye, Galileo’nun fiziğe katkılarına eşit tutulur ve Descartes’in kusursuz mantığı ve anlaşılması kolay tarzıyla onlardan ilerde olduğu sonucuna varılır Deneyden çok sezgi ve mantığa güvenmekle, elbette kimi yanlışlar yapmıştır Hapşırma sırasındaki kalp hareketlerini açıklarken –Harvey’in yeni kuramını desteklemesine karşın –bunun nedeninin beyin boşluklarının içerdiği balgamın burun deliklerinden geçmesi olduğunu ve esnemenin de beyin zarından havanın atılmasıyla oluştuğunu ileri sürmüştür Ama bu tür hataların yanında, ruhun işlevleriyle –düşünme yeteneği olan tinsel bir akıl(res cogitans) bedenin işlevleri –yalın bir uzamsal varlık (res extensa) –arasında kesin bir ayrım yapması yatmaktadır; düşünce ruhtan, ısı ve hareket bedenden çıkmaktadır, ruh bedende, “kaptan köprüsündeki pilot gibi” yerleşmiştir ve ansefalin ortasında bulunan conarium ya da epifiz bezinden geçerek işlevlerini yerine getirir; ruh bezdeki yerinden, hayvan ruhu aracılığıyla bedenin kalanını harekete geçirir; bedensel hareketi, duyarlılığı hatta kanı harekete geçiren bu hayvansal ruhtur Bu Dekartçı fizyolojik mekanizma, insan ve ruh arasındaki uyumlu ilişkiyi her zaman idare eden Tanrı tarafından yönetilir Descartes’in bu küçücük bezi seçmesinin nedeni, ansefal içinde eşi olmayan –ruh ve düşüncede olduğu gibi tek ve bölünemez –bir yapı olduğunu düşünmesiydi, herhalde, ona hazine dairesinin en derin köşesinde gömülü bir inci görünümünü veren beyin içindeki belirsiz yeri de Descartes’ın merakını uyandırmıştır Leyden’de bir kadının gövdesinin incelenmesi sırasında, Descartes’ın epifiz bezini görmek ve dokunmak istediği tek zamanda onu bulmayı becerememesine kadar ironiktir! Biyolojik mekanizmalar anlayışı bütün fizyolojik görüngüleri hareket yasalarına uygun biçimde işleten kalp ateşine bağlamış ve abartıya yol açan Aristotelesçi kalp ateşi kavramı lehine dokuların kendilerine özgü işlevlerini reddetmiştir Bezlerin işlevlerini, bezlerdeki damar ağızları yoluyla kanda oluşan basınca ve burada maddelerin süzülmesine, sindirimi de mekanik ve termal görüngüye bağlamıştır Descartes ayrıca, bütün hastalıkları kalp damarları işlevlerindeki karışıklıkların neden olduğu kan dolaşımı yetersizliğinin kanda yarattığı değişikliklere bağlayarak, sinir sistemi, hayvan ruhu ve enfeksiyonları –bu “patolojik yangınlar” –üzerine de çalıştı Optik ve göz bilgisi üzerine çalışmaları dikkate değer Tıp bilgisinin dogmatik ve sezgisel olduğu gerçeğine karşın, Descartes çağdaş bilimsel düşünce biçimine dayanan bir fizyolojik öğreti kurdu Öncellikle, hiç kimsenin önce Konuşma sının içerdiği yönteme baş vurmadan onun (Descartes’ın) doğrularının bile şaşmaz olduğunu kabul etmemesini öğretti Houssay’ın dediği gibi, “Onun fizyolojik öğretisinin temeli günümüzün mekanik ya da fizyokimyasal öğretilerinden çok da farklı değildir ” İçten gülüşlü ve kara kara düşünür görünen kara giysili gentilhomme ’a doktorların ödenemez tarihi borçları vardır
Felsefe Öyküleri
Félix Marti İbánez
1637'de Yöntem Üzerine Konuşma'da Descartes çalışmalarının amacını etkileyici bir biçimde ortaya koyuyor: "Bizi doğanın efendisi yapabilecek pratik bir felsefe ve fizik " Descartes , insanın işleyerek üzerinde 'efendiliğini kurabileceği üç alanı belirlemeye yöneliyor: Fiziksel çevre, insan bedeni ve bedene yakından bağlı olan ruh Felsefesinin bunlara karşılık gelen ve ancak 1647'de belirlenen üç' ürünü; mekanik, tıp ve "diğer bilimlerin tam bilgisini önvarsayan ve bilgeliğin en son aşaması olan en yüksek ve en yetkin ahlâk sistemi"dir Söz konusu pratik anlayışa nasıl ulaşabileceğini önce 1619'da kehanetimsi bir rüyada görüyor ve sonra, 1620'lerde buna ilişkin görüşünü açıklıyor: Aklın Idaresi İçin Kurallar da °bilim birdir" diye yazıyor, çünkü neyi incelerse incelesin, bilen zihin birdir Dolayısıyla, doğada da yalın yöntemsel yaklaşımın geçerli olması gerekir Bunun dışında, doğa felsefesi tümüyle matematik -şekiller ve sayılar- cinsinden yapılabilir Bu gereklilik basit bir akıl yürütmeyle doğrulanır: Sayılar ve şekiller bizim gerçekten akledebileceğimiz şeylerdir -daha sonra ifade edeceği gibi bunlar 'açık ve seçik'tir Pratik doğrulaması da aynı derecede basittir: Eski bilim dalları arasında fizik başarılı olamazken, matematiksel olarak yapılan mekanik başarıya ulaşmıştır Akılsal olanla pratik olan arasındaki bu uyum, evrensel yöntemi bulduktan tam on yıl sonra, 1629-30'da keşfettiği derin metafizikle açıklanabilir Benim aklım ve doğal dünya aynı yaratıcının ürünüdür Demek istediği, dünyanın benim akledebileceğim bir şey olduğudur Tanrı'nın dünyayı insanların anlayabilecegi gibi yaratmasının bir sebebi -1641'de Altıncı Meditasyon'da bunu, a priori degil, empirik olarak keşfettigimizi yazar - insanın mutluluğuna büyük değer vermesidir
Descartes Sözlüğü'ne "Önsöz"
Prof Dr Stephane Voss
MEDİTASYON
Descartes'ın, kendi metafiziksel dizgesinin nihai sunumu için "Meditasyonlar" başlıgını seçmesinin büyük bir önemi var Öncelikle, bu çalışmanın ele alınış tarzı, on altıncı yüzyılda ve on yedinci yüzyılın başında ibadete ait geniş bir yazı topluluğunun etkilerini gözönüne sermektedir, örnek olarak Cizvit Tarikatı kurucusu Ignatius Loyola'nın (1491- 1556) yazıları verilebilir Spiritual Exercises adlı yazısında Ignatius "tinsel deneyim"i şöyle tanımlıyor: "Kendi bilincini meditasyon yoluyla, temaşa ya da ibadet yoluyla sessizce ya da yüksek sesle inceleme yolu" ve şöyle devam ediyor Loyola, "ruhun gereksinimleri genellikle olgularla doyurulmaz, daha çok içsel duyuyla ve şeyler için duyulan arzuyla olur" (Execitia Spiritualia (154, çev Loongıidge, s 4 ve 7) Yeni kurulmuş olan Cizvit koleji La Fleche'te, Cizvitler tarafından eğitilmiş olan Descartes, kendi "Meditasyonlar" ını açıkça durağan olgu kümeleri olarak tasarlamamıştır, etkisi yalnızca yazarı izlemeye hevesli ve metinde bulunan düşünümleri içselleştirenler tarafından duyulabilecek bir dizi devingen deneyim olarak tasarlamıştır: "Benimle birlikte ciddi bir şekilde meditasyon yürütmek isteyen ve yürütebilecek olanlar dışında kimseyi bu kitabı okumaya zorlamıyorum" (Meditasyonlara Önsöz AT VII 1 1 : CSM II Karizmatik Başlangıçtan itibaren bu içsel ya da öznel yönelim ortadadır Düşüncenin akışı, dünyadan soyutlanmış yalnız düşünürün düşünümlerini izlemektedir: "Bugün zihnimi her türlü kaygıdan arındırdım ve kendim için esnek bırakılmış serbest bir zaman ayırdım Burada tamamiyle yalnızım" (AT VII 17-8: CSM 11 12) Ner "Meditasyon" bir günü kaplayacak şekil- de tasarlanmıştır ve her biri, bir sonraki keşif aşaması başla- madan önce, o ana dek kazanılmış olan içgörüleri yineleyen bir özetle son bulmaktadır
Descartes Sözlüğü
John Cottingham
Doruk Yayıncılık
ZİHİN VE BEDEN
Descartes 'zihin' (fransızca esprit, Latince mens) ya da 'ruh' (Fransızca ame, Latince anima) terimini bilinçli, düşünen ben'e işaret etmek için kullanır Yöntem Üzerine Konuşma'da belirttiği gibi (AT VI 330: CSM I 127) "sayesinde benim ben olduğum bu 'Ben' " Daha sonra, Meditasyonlarda bu kavrayışı daha tam hale getirir: İkinci Meditasyon'da 'Öyleyse ben neyim?' diye sorar ve yanıt verir: "Ben kati anlamıyla yalnızca düşünen bir şeyim (res cognitans), yani ben bir 'zihin veya zekâ veya akıl veya ratioyum* (mens, sive animus, sive intellectus, sive ratio, AT VII 27: CSM II 1 Daha sonra, 'düşüncenin' tanımı iradi ve akli faaliyetleri içerecek şekilde genişletilir: "Öyleyse ben neyim? Düşünen bir şey Bu (şey) nedir? Kuşku duyan, idrak eden, evetleyen, redde den, isteyen ve istemeyen bir şey   " (AT VII 28: CSM II 19 bu pasajda, imgeleme ve duyusal algıya sahip olma 'düşünen bir şeyin' yaptıklarının listesine eklenir, ancak bu son iki yeti daha sonra, Altıncı Meditasyon da kendilerine ait özel bir kategoride incelenmeyi (ele alınmayı) gerektirir hale gelir; Descartes'ın "düşünce" genel yaftası altında sınıflandırdığı akli ve iradi faaliyetler hakkında Meditasyonlar ın sonunda ortaya çıkacak merkezi olgu bunların cisimden tamamıyla ayrı bir töze ait olduklarıdır "Bir yandan, yalnızca düşünen, uzama sahip olmayan bir şey olduğum denli, kendimin açık ve seçik bir ideasına sahibim; ve diğer yandan yalnızca uzama sahip, düşünmeyen bir şey olduğu denli, açık ve seçik bir cisim ideasına sahibim" (Altıncı Meditasyon, AT VII 78: CSM Ii 54; Descartes 'ın zihnin cisimsel olmadığı tezi, zihnin bedenden özsel ayrıklığı, en çarpıcı ve ihtilaflı öğretileri arasındadır Muhtelif sebeplerden ötürü bu teze doğru yönelişi görülmesine rağmen, bu tez için verdiği saf metafiziksel uslamlamaları zayıftır Varolduğundan kuşku duyamazken bir bedene sahip olduğundan kuşkulanmaya muktedir olmasının "[kendisinin) bütün özü ya da doğası düşünmek olan bir töz olduğunu ve varolmak için herhangi bir yere ya da maddi şeye gerek duymadığını ve   beden varolmasa dahi ne ise o olmaktan çıkmayacağını" gösterdiğini ileri sürer ( Yöntem Üzerine Konuşma, Bölüm IV, AT VI 33: CSM I 127)
Descartes Sözlüğü
John Cottingam
KÖTÜ CİN
Bu bizi Descartes’in düşüncesinin ikinci ayağına getirir Bir şey yaptığına kesin olarak inandığını, sonra uyandığında onun bir rüya olduğunu anladığını anlatır sık sık Bazen bu rüyalar günlük faaliyetleri hakkında basit rüyalardır Rüyasında ateşin başında oturup okuduğunu ya da masasında yazdığını görür; bütün bu sürede aslında yatakta uyumaktadır Tam o anda rüya görmediğinden nasıl emin olabilir? Bütün bunlar, rüya, sanrı ya da buna benzer bir şey görmediğinden asla kesin olarak emin olamayacağını göstermekteydi Descartes şüphe edilmezlik arayışında neredeyse umutsuzluğa kapılmak üzereyken, şeytanca bir niyetle değneği başka bir yöne eğdi ( Bu da düşüncesinin üçüncü evresiydi) Bendeki bütün yanlışların ve yanılsamaların, benim bilmediğim, tek amacı beni aldatmak olan ve üzerimde insan üstü bir güç uygulayabilecek –beni uyutabilecek, sonra uyanıkken olduğu kadar canlı rüyalar görmemi veya gördüğüm her şeyin bana başka bir şeymiş gibi görünmesini sağlayabilecek ya da iki kere ikinin beş ettiğine beni inandırabilecek –daha yüksek bir ruhun varlığından kaynaklandığını varsayalım, dedi Böylesine kötü bir ruhun bile beni hakkında aldatamayacağı bir şey var mıdır? Descartes böyle bir şeyin var olduğu sonucuna vardı: Bilincimin ürünleri, her ne olurlarsa olsunlar, vardırlar Onlardan her zaman yanlış çıkarımlar yapabilirim; örneğin, gerçekte böyle bir şömine yokken, rüyamda bir şöminenin yanında durduğumu varsayabilirim Kendimi şöminenin yanında duruyor varsaymam, yani böyle bir varsayımda bulunmuş olmam, kaçınılmaz olarak gerçektir Dolayısıyla, bu ve diğer bütün örneklerde bir şey vardır ki ondan sarsılmaz biçimde emin olabilirim: Bu deneyimlerde bulunan benim İşte buradan mutlak kesinliğe sahip bir şeyler çıkartabilirim Her şeyden önce bu, kendimin, var olan, yaşayan bir varlık olduğunu bildiğim anlamına gelir Doğamı bilemeyebilirim; daha doğrusu, bu doğanın neliği hakkında tümüyle yanlış düşüncelerim olabilir; fakat, var olduğum kesindir Üstelik, başka hiçbir şeyi değilse bile en azından bilinçli deneyimleri olan bir varlık olduğumu, özgül bilinçli deneyimlerim olduğunu mutlak bir kesinlikle bilirim Descartes bu sonucu, o zamandan sonra çok ünlü olacak şu Latince sözcüklerle dile getirdi: Cogito ergo sum Pek uygun olmamakla birlikte bu ifade genellikle şöyle çevrilir: “Düşünüyorum, öyleyse varım ”
Felsefenin Öyküsü
Bryan Magee
AKIL VE MADDE
İnsanın indirgenemez niteliğinin, akıl sahibi bir varlık olmasında yattığı yolunda Descartes’ın vardığı sonuç, onu şu dünya görüşünü geliştirmeye yöneltti: İnsan, iki farklı tözden, yani akıldan ve maddeden oluşur Descartes insanları, kendileri dışında var olan, gözlemledikleri maddi nesnelerden oluşan, bir dünyayı deneyimleyen özneler olarak gördü Doğanın böyle – akıl ve madde, özne ve nesne, gözleyen ve gözlemlenen olarak – iki tür varlığa ayrılması, batılı insanın dünyaya bakış tarzının yapısal bir parçası haline geldi Bugün filozoflar bundan “ Kartezyen ikilik” olarak söz ederler Descartes ile 20 yüzyıl arasında bu ikiliği kabul etmeyen (en itibarlıları Spinoza ile Schopenhauer olan) pek az filozof vardır Bu ikiliğe ancak 20 yüzyılda yaygın biçimde itiraz edilmiştir, bazı filozoflar bu ikiliğe bağlı kalmayı sürdürmüşlerdir) Batıdaki insanları bu dünyayla ilgili bilgilerimizle kesinliğin olanaklı olduğuna ikna etmekte Francis Bacon ile Galileo bile Descartes’ın gerisinde kalır kesin bilgiye ulaşmak için size gereken, doğru yöntemi izlemektir; ancak bunu yaparsanız, size kaya gibi sağlam, güvenilir bilgiler verebilecek sarsılmaz bir bilim kurabilirsiniz Bilimi, eğitimli batılı insana “beğendiren” herkesten fazla Descartes oldu Kesinlik arayışı, büyük oranda onun etkisiyle batıdaki düşünsel etkinliğe egemen olmaya başladı ve yöntemle ilgili düşünceler bu arayışın merkezine yerleşti; çünkü, Descartes kendini bu tür kesin bilgiler veren değil, bu bilgiye nasıl ulaşılacağını gösteren biri olarak görmekteydi En eski, yani Sokrates öncesi filozofların, “Var olan nedir?”i, ya da “Dünya neden oluşur?” kendilerine temel soru olarak aldıklarını anımsayacaksınız Sokrates, onun yerine farklı bir soruyu geçirmişti: “ Nasıl yaşamamız gerekir?” Bu sorular ve onlardan türeyenler yüzyıllar boyunca felsefeye egemen oldu Fakat daha sonra Descartes geldi ve onların yerine yine farklı bir soru koydu: “Ne bilebilirim?” Böylelikle, bilgikuramı felsefenin merkezine yerleşti ve üç yüzyıl boyunca orada kaldı; öyle ki sonra gelen filozofların çoğu, felsefenin temelde bilgikuramından oluştuğunu düşünmeye başladılar Bu nedenle, Descartes’ın ilk modern filozof olduğu düşünülür ve üniversitelerde felsefe eğitimi gören öğrencilerin çoğu zaman işe Descartes’in eserleriyle başlamaları gerekir Bunun başka bir nedeni daha vardır Şüpheyi bir yöntem olarak kullanmakla –mantıksal açıdan kuşku duyulması olası bir şeye bağlanmayı sistemli olarak askıya almakla, böylelikle alıştığımız fikirleri ve varsayımları kat kat soymakla –Descartes bizi dosdoğru her şeyin başına, başlama çizgisine götürür Sorunun birinci tekil şahıs biçiminde sorulması, onun keskin kenarıdır: “Biz insanlar için neyi bilmek olanaklıdır?” değil, “ Ne bilebilirim?” Bu gençlere bir çağrıdır ve doğrudur
|