Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Genel Kültür & Serbest Forum > ForumSinsi Ansiklopedisi

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
ataturku, taniyalim

Ataturku Taniyalim

Eski 08-16-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ataturku Taniyalim





ATATÜRK’ÜN KİŞİLİĞİNİN İLGİNÇ YÖNLERİ




önsöz


Ulu Önder Atatürk'ün hayatını, yaptıklarını ve başarılarını bir yazının veya bir kitapçığın satırları arasına sığdırmak mümkün değildir Olsa olsa O’nu yakından tanıyabilmek için, yaşantısından bazı kesitler alarak O’nu ve kişiliğini küçük bazı pencereler açarak izlemek yolunu seçebiliriz Bu bağlamda, Atatürk'ün kişiliğini yakalayabilmek için, anektodlar çok işimize yarayabilir Ancak, Atatürk'ü bir tüm olarak ele alıp, O’nu bütün heybeti ve haşmeti ile daima göz önünde bulundurmadıkça, bütününü bırakın ayrıntıları bile zor yakalayabiliriz Bakınız, O’nu yakından tanıyan ve hakkında ciltler dolusu kitap yazan bir edibimiz ne diyor!


(Falih Rıfkı Atay, 'Çankaya', 1968, s 13)


"Herkes gibi Atatürk'ün insanlığı iştahlardan, hırslardan, heyecanlardan, gurur ve öfkelerden, zaaf ve kuvvetlerden, iç varlığın düzlerinden, iniş ve çıkışlarından yoğrulmuştur Eseri bu insanlığın derinliklerinden gelme, kaynaklarından doğmadır Atatürk'ü ayıklayarak değil, bir tabiat parçası gibi, toplu ve tam ele almalıdır"


Dolayısı ile, anektodlara geçmeden önce, O’nu bir bütün olarak ele almalıyız Her şeyden önce, O engin bir Türk Milliyetçisi ve bir Türk Hümanisti idi Sıksanız her damlasından buram buram Türklük akardı İkinci en önemli belirgin özelliği tüm insanları ve tüm diğer milletleri de sevmesi ve sayması idi Bu konuda şunları söylemiştir:


Bilelim ki, milli benliğini bilmeyen milletler başka milletlere yem olurlar


Gerçi bize milliyetçi derler Ama, biz öyle milliyetçileriz ki, işbirliği eden bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz


Onların milliyetlerinin bütün icaplarını tanırız Bizim milliyetçiliğimiz her halde hodbince ve mağrurca bir milliyetçilik değildir


Askerliğe de, savaşlara da, hep mecbur olduğu için girmişti Türk milliyetçiliğinden sonra derdi, günü hep evrensel barıştı O’nun için kurtuluştan hemen sonra 'Yurtta sulh! Cihanda sulh!' O’nun ilk özdeyişlerinden biridir İşte bu yönü ile, ebedi insan sevgisi ile dolu evrensel bir hümanistti Ona hangi pencereden bakarsanız bakınız, O’nun sözlerinin ve yaptıklarının, daima biri Türk Milliyetçiliği, diğeri evrensel barış olmak üzere iki belirgin kalıtımsal özelliğin ışığı ve bu iki temel kişilik yapısının güdümü altında olduğunu görürsünüz


Ulu Önder Atatürk'ün söz ve eylemlerinde Türk Milleti sevgisi bir yandan, insan sevgisi ve evrensel barış diğer yandan olmak üzere, daima bu iki engin sevgi yumağının etkisi vardır İşte bu yoğun sevgi ve inanç yumağı, kısacık ömrü içinde, O’nu bir değil beş kere 'dahi' yapmıştır, O’na beş ayrı lider vasfı kazandırmıştır


"Dahi odur ki, ileride herkesin takdir ve kabul edeceği şeyleri ilk ortaya koyduğu vakit, herkes onlara delilik der", 1926 (Mustafa Kemal Atatürk)


Mısır'da, MÖ 15OOO' lerde yaşadığı rivayet edilen ve Kuran’da kendinden iki yerde sitayişle bahsedilen Hz İdris (Hermes) 'e de, Lâtince trimegistus, yani üç kere majestik denilirdi Çünkü, Hermes hem bir devlet adamı, hem bir dini lider ve hem de bir bilim adamı olarak üç ayrı mümtaz vasfı birden üzerinde taşıyordu İşte bu nedenle, Antik Mısır tarihinden esinlenerek , Atatürk'e de Lâtince quintimegistus yani beş kere majestik demek yanlış olmaz Atatürk'ün beş kere majestik olduğu özelliklerini kısaca şöyle sıralayabiliriz:


1 Atatürk askeri bir 'deha' idi

2 Türkiye Cumhuriyeti O’nun 'Dehası’nın eseridir

3 Barışçı, örnek ve 'dahiyane' bir devlet adamı idi

4 Atatürk 'dahiyane' bir devrimci idi

5 Atatürk kalıcı ve yaşayan bir dehadır


Atatürk'ün belli başlı bu beş deha özelliği, sözlerinden ve başarılarından alınan bazı kesitler yardımı ile, aşağıda sırası ile açıklığa kavuşturulacaktır Atatürk'ün Türk gençliğine çeşitli zamanlarda verdiği şu öğütler bile aslında O’nun eylem plânını ve başarıya ulaşmadaki sırlarını veciz bir şekilde özetler :


"Kalbinde ve vicdanında manevî ve kutsal değerlerden başka zevk taşımayan insanlar için, ne kadar yüksek olursa olsun, maddi makamların hiç bir kıymeti yoktur Bir insan, hayatında büyük bir muvaffakiyet gösterebilir, fakat yalnız onunla övünerek kalmak isterse, o muvaffakiyet de unutulmaya mahkûm olur Onun için çalışmak ve daima muvaffakiyet aramak herkes için esas olmalıdır"


"Ben bir işte nasıl muvaffak olacağımı düşünmem O işe neler mani olur diye düşünürüm Engelleri kaldırdım mı, iş kendi kendine yürür "


"Verdiğiniz emrin yapılmasından emin olmak istiyorsanız, tâ en son gerçekleşme ucuna kadar kendiniz onun başında bulunmalısınız"


"Muhterem gençler, hayat mücadeleden ibarettir Bundan dolayı hayatta yalnız iki şey vardır Galip olmak, mağlup olmamak Size, Türk gençliğine devir ve emanet ettiğimiz vicdani görev, yalnız ve daima galip olmaktır ve eminim daima galip olacaksınız Milletin yücelmesi uğrunda yapılacak işlerde, atılacak adımlarda katiyen tereddüt etmeyin Milleti o yüce hedefe götürmek için konulacak engellere hep birlikte mani olacağız Bunun için dimağlarınıza, malûmatınıza, icap ederse bileklerinize, pazılarınıza, bacaklarınıza müracaat edecek, fakat neticede mutlaka ve mutlaka o gayeye varacağız"


"Her gün, sabah, akşam, gece, ne zaman sırasına getirebilirseniz bir çeyrek, yarım saat, ne kadar vakit ayırabilirseniz kendi içinize çekilin, o gün yaptığınız işi göz önünden ve düşüncelerinizin tartısından bir defa geçirin, ne ettiğinizi, ne işlediğinizi her gün bir defa kendi kendinize yoklayın Şuurunuzdan alacağınız cevapların ne kadar faydalı olacağını tasavvur edemezsiniz "


"Büyüklük odur ki, kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın, memleket için hakikî mefkure ne ise onu görecek, o hedefe yürüyeceksin Herkes senin aleyhinde bulunacaktır, herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır İşte sen bunda mukavemetli olacaksın Önünde namütenahi manialar yığılacaktır Kendini büyük değil küçük, vasıtasız, hiç telâkki ederek, kimseden yardım gelmeyeceğine kani olarak bu maniaları aşacaksın, ondan sonra sana büyüksün derlerse, bunu diyenlere güleceksin"




1 ATATÜRK ASKERİ BÎR DEHA İDİ


Atatürk, Filistin, Trablus garp, Bin gazi, Muş, Suriye cephelerinde, daha sonra Ana fartalar, Arı burnu, Sakarya ve Dumlupınar savaşlarında, daima başarılı ve çarpıcı komutanlıklar sergiledi Daha genç bir subay iken, kendi ülkesinde ve Avrupa'da katıldığı çeşitli manevralarda gösterdiği ustalıklar ve uyguladığı taktikler, verdiği emirler ve harp sahalarında kazandığı zaferlerle Atatürk, ne kadar başarılı bir komutan olduğunu tarih sayfalarına altın harflerle yazdırmıştır Şu altı küçük anekdot bu askeri dehanın emarelerini bütün çıplaklığı ile yansıtmaktadır:


11 "Az olur!"


(Falih Rıfkı Atay, 'Çankaya', 1968, s89)


Aşağıdaki anekdot, Atatürk'ün ağzından kaleme alınmıştır:


Karargâhı ( Eceabat İlçesi ) Yalova'da bulunan Ordu Komutanı Liman Von Sanders Paşa telefonla beni aradı Konuşmamıza aracılık eden Kurmay Başkanı Kâzım Bey idi Sorduğu şu idi: "Durumu nasıl görüyorsunuz ve nasıl tedbir almayı düşünüyorsunuz? " Durumu nasıl gördüğümü ve nasıl tedbirler almak gerektiğini çoktan bütün ilgili olanlara belirtmiştim Hepsi cevapsız kalmıştı, dedim ki;


- "Durumu nasıl gördüğümü çoktan size bildirmiştim Şimdi alınabilecek tek bir tedbir kalmıştır!"

- O tedbir nedir?

- Bütün komuta ettiğiniz kuvvetleri emrime veriniz Tedbir budur!

Alaylı bir sesle,

- Çok gelmez mi?

- Az gelir ! dedim


Telefon kapandı 8/9 Ağustos gecesi saat 21:50'de bana Anafartalar Grubu Komutanlığına tayin edildiğimi bildirdiler Gerçi böyle bir sorumluluğu almak basit bir şey değildir Fakat, ben vatanım yok olduktan sonra yaşamamaya karar verdiğim için bu sorumluluğu yüklendim! Daha önce kararlaştırdığım saldırıyı kendim yöneterek düşmanın üstün kuvvetlerini gerilettim 10 Ağustos sabahı tan yeri ağarırken düşman üzerine süngü ile atılmak için hazırladığım asker saflarının önüne geçerek kuvvetlerimi düşman üzerine attım Düşman ortalık ağardıktan sonra Conkbayırı'nı denizden ve karadan büyük çapta toplarla dövmeye başladı Bütün Conkbayırı dumanlar ve ateşler içinde kaldı Herkes tevekkülle sonunu bekliyordu Etrafımız şehitler ve yaralılarla doldu Olan bitenleri seyrederken, bir şarapnel parçası göğsümün sağ tarafına çarptı Cebimdeki saati paramparça etti Etime giremedi Yalnız deride bir kan lekesi bıraktı Bu parçalanmış saati sonra bu günün hatırası olarak Liman Von Sanders Paşaya verdim O da aile armalı saatini bana hediye etti


12 "Zaferini tebrik ederim Paşam!"


(F Rıfkı Atay, 'Çankaya', 1968, s 293)


Sakarya muharebelerinin sonlarına doğru idi Erkân-ı harp zabiti cepheden alınan son malûmatı umutsuz bir ses tonu ile, kaburgaları kırık olduğu için yatakta yatan Başkumandan Müşir Gazi Mustafa Kemal'e okuyordu Malûmat meyanında, cephe kumandanlarından biri Seyit Gazi veya Döğer'in şark veya şimalinde düşmanın taze kuvvetler aldığından ve yeni bir düşman fırkası görüldüğünden bahsediyordu Paşa kaşlarını çatarak " Hayır! Orada düşman fırkası olamaz ve yoktur! Yazınız, iyi baksınlar ! " dedi Başkomutan, raporu verenin, Yunan cephesinin bir kanadından diğer kanadına geçen kuvvetleri yeni kıtalar sanmış olduğunu anlamakta gecikmedi Bu aktarma ancak bir çekilme hareketi olabilirdi Erkân-ı harp zabiti dışarı çıktıktan sonra Başkomutan İsmet Paşaya dönerek ; " Zaferinizi tebrik ederim Paşam! Hemen karşı taarruz emri veriniz!" dedi Erkân-ı harp zabiti gittikten sonra orada iki saat daha kaldı Öğle yemeği yenilirken zabit tekrar geldi "Haber aldım, filhakika orada düşman fırkası yokmuş efendim!" dedi Cephedeki kumandan gözle görülen bir düşman fırkasından bahsederken, Gazi Paşa yattığı yerde, altı yüz kilometre uzaktan, orada düşman fırkası olmadığım görüyor ve ihtar ediyordu


13 Yerine Çavuş gönderirim !"


(F Rıfkı Atay, 'Çankaya', 1968, s 293)


Sakarya muharebeleri sırasında bir kibrit kıvılcımından atı ürkünce, Atatürk yere düşüp kaburgalarını kırmıştı Başkomutan cephede, oradan oraya sedye ile dolaştırılıyordu Savaşın kritik bir anında, yukarıdaki anekdotta adı geçen hemen karşı taarruz emri verildikten çok kısa bir süre sonra, Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa ( Çakmak ) odasına geldi Kolordu Komutanı Kemal ettin Sami Paşadan bahisle ; "Kendisini taarruza kaldıramıyoruz Emri doğru bulmuyor Sedye ile de olsa telefon başına kadar gidip konuşabilir misiniz ? "dedi Sedye ile telefon başına giden Başkomutan, Kolordu komutanına hitaben ;" Taarruz olacaktır ! Sen olmazsan yerine bir çavuş gönderirim, gene taarruz ettiririz! " dedi Mustafa Kemal Paşanın biraz sertçe olan sesini tanıyınca Kemal ettin Paşa, " Ya Böyle mi tensip buyurdunuz, emredersiniz ! " dedi Kolordu taarruza geçmiş ve sonuç alınmıştır


14 "Emrim kemiklerinin orada gömülmesidir!"


(F Rıfkı Atay, 'Çankaya1, 1968, s 299)


Sakarya savaşı sırasında bir defa, İsmet Paşayı telefonla arayan Yusuf İzzet Paşa (Tengirşek), lüzumu halinde, geri çekilmenin nereye kadar ve nasıl olacağı hususunda bilgi alamayınca, Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek istediğini söyler Telefonu Mustafa Kemal'e verirler ;

- "Beni aramışsınız, buyurun!"

- "Gizli emirlerinizi bildirmediniz Yani, geri çekilme lâzım geldiği vakit istikametimiz ne olacaktır?"

Pek kızan Mustafa Kemal, daha savaşa girmeden kaçmayı düşünen bu komutana :"Paşa ,paşa! Gizli emrim senin kemiklerinin orada gömülmesidir!" der Başkomutan, o meşhur "Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır O satıh bütün vatandır Vatanın her karış toprağı şehit kanı ile sulanmadıkça, o yer terk edilemez !" emrini Yusuf İzzet Paşa ile yaptığı bu telefon görüşmesinden sonra vermiştir


15 "Eğri bıçaklarla hücum etsinler!"


(F Rıfkı Atay, 'Çankaya', 1968, s 299)


Sakarya muharebeleri sırasında düşman hatlarımızda tehlikeli bir gedik açmış, genişletiyordu Bu gedik hemen kapatılmalı, düşman süngü hücumu ile geri çevrilmeli idi İhtiyat kuvvetlerinin hemen oraya gönderilmesini istedi İhtiyat kuvvetimiz kalmadığı cevabını verdiler Yalnız, Giresunlu Osman Ağanın çetesi vardı Onların da süngüleri yoktu Mustafa Kemal Paşa :

"Süngüleri yoksa bellerinde bıçakları vardır, düşman üzerine atılacaklar, onu eski yerine kovacaklardır!" diye haykırdı! Bu kahraman çocuklar eğri bıçakları ile Yunanlıları eski yerlerine kadar sürmüşlerdir


1 6 "O halde düşmanı 20 km içinde tepeleyin!"


(F Rıfkı Atay, 'Çankaya', 1968, s308)


Büyük Taarruz öncesi Afyon'un Çay ilçesinde Kolordu ve Ordu Komutanları toplanmış, Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşanın ( Çakmak ) saldırı plânını dinliyorlardı İsmet Paşa saldırı plânına karşı olduğunu beyan etti Atatürk' ün Harp Okulu'ndan tabiye hocası, çok sevdiği, takdir ettiği ve kendisine "Hocam" diye hitap ettiği Yakup Şevki Paşa, milletin varını yoğunu zar gibi atmanın tarihçe cinayet sayılacağını söyledi Mustafa Kemal:

- Milletin varı yoğu bundan mı ibarettir Hocam ?

- Evet!

- O halde kesin sonucu bununla almak zorundayız! Kolordu Komutanı Kemalettin Sami Paşada bizim geri teşkilâtının düşmanı yirmi kilometreden fazla kovalayamayacağını söyleyince ;

- Bizim geri teşkilâtımız düşmanı yirmi kilometreden fazla kovalayamaz mı?

- Hayır Paşam !

- O halde düşmanı yirmi kilometre içinde tepelemek zorundayız!


İkinci Ordu Komutanı Nurettin Paşa ise, cepheye henüz yeni geldiğinden, bir fikri olmadığı cevabını verir Bu arada, belki ikisi arasında bir tertip eseri olarak, Fevzi Paşa " Madem ki, Ordunun bana güveni yok, ben çekiliyorum !" diye istifasını verir Mustafa Kemal de, Genel Kurmay Başkanı çekildiğine göre kendisinin de Baş Komutanlık görevinde kalamayacağını belirtir Telaşa düşen İsmet Paşa şöyle der ; "Efendim bize fikrimizi sordunuz, söyledik Yoksa, hepinizin emrinizdeyiz, ne yolda isterseniz öyle hareket ederiz ! " Taarruz sürpriz bir şekilde kuzeyden değil, güneyden, dağlık bölge üzerinden yapılır ve sonuç kesin zaferdir




2 TÜRKİYE CUMHURİYETİ ATATÜRK'ÜN SİYASİ DEHASININ ESERİDİR!


Altı yüz yıllık Osmanlı İmparatorluğunun enkazından, yepyeni bir devlet, Türkiye Cumhuriyeti'ni kurdu Birinci Dünya Harbi başında 1914, yılında Osmanlı hükümranlığında bulunan topraklar 17 milyon kilometrekare idi ve 22 milyon nüfus yaşıyordu Orduları her cephede yenik düşmüş Osmanlı Hükümeti'ne 1918 yılında imzalattırılan Sevr Muahedesine göre, topraklar Ankara ve çevresindeki 100 bin kilometrekarelik bir yöreye, nüfus ise 1 milyon kişiye düşüyordu Atatürk'ün dahice yürüttüğü Kurtuluş Mücadelesi'nin ve O’nun siyasi dehasının eseri olarak, Sevr altüst oluyor, 1923'de Lozan Antlaşması ile yaklaşık 770 bin kilometrekarelik bir arazide, 10 milyon nüfusun yaşadığı yeni bir Türkiye Cumhuriyeti kuruluyor ve tüm dünya ülkeleri içinde şerefli ve saygınlıklı yerini alıyordu




3 ATATÜRK EVRENSEL BARIŞI SEVEN BİR LİDERDİ!


31 İngiltere Başbakanı Loyd George'un sözleri


(Niyazi Ahmet Banarh, 'Fıkra ve Nüktelerle Atatürk' 1954, s 93)


Çeşitli yazarlar, O’nun dönemini yaşamış siyasi ve askeri yetkililer, tarihçiler ve Türkologlar tarafından ulusal ve uluslararası ortamda Atatürk hakkında yazılan araştırma, hatıra ve biyografiler 2400 cildi aşan dev bir kitaplık oluşturur Atatürk'ü dost olduğu kadar düşman ülkelerin liderleri de övgü ile andılar, O’nun örnek devlet adamlığım veciz bir şekilde dile getirdiler İşte birkaç örnek;


Türk orduları İzmir'e girer girmez, 1922 yılının Ekim ayında İngiliz parlamentosu fevkalade bir toplantı yaptı Lordlar kamarası üyeleri yerlerini aldılar Büyükelçiler de bu tarihi oturuma iştirak ettiler İlk defa kürsüye İşçi Partisi lideri McDonald çıkarak ;- " Hükümetten şunu sormak istiyorum Hükümet Anadolu'yu galip devletler arasında paylaşmak maksadıyla Hazineden on binlerce altın aldı İstanbul ve Boğazlar Büyük Britanya'nın olacak, İzmir Yunanlılara , Antalya ve Konya İtalyanlara, Adana ve havalisi Fransızlara verilecek, Doğuda bir Kürdistan ve müstakil bir Ermenistan kurulacaktı Ne yazık ki, bunların hiç birisi olmadı, bu taksim projesini Mustafa Kemal'in süngüleri alt üst eti Bu hususta Hükümetten izahat istiyoruz" dedi O zaman Başvekil bulunan Loyd George ağır, ağır kürsüye gelerek: "İnsanlık tarihi bir kaç asırda ancak bir dahi yetiştirebiliyor Şu talihsizliğimize bakınız ki, beklenilen O dahi, bugün Türkiye' de doğmuştur, elden ne gelebilirdi?" diyerek kürsüden indi Bu cevaba bütün İngiliz Milleti baş eğmek zorunda kaldı Bundan sonra Loyd George Başvekillikten istifasını verdi


32 Diğer devlet adamlarının sözleri


"Sizlere şunu söyleyeyim ki, ben Atatürk'e sekreter olmak isterdim Sebebi de, O’nun her akşam sofrasında bulunup yüksek fikirleriyle beslenmek dileğinde oluşumdur", 1933

Edward Herriot, Fransa Başbakanı


"Norveç Nobel Komitesi Başkanlığı'na ;

"Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuyla bölgedeki istikrarsız durum sona ermiştir Teokratik bir rejimle yaşayan, din ve hukuk kavramlarının birbirine karıştığı, çökme sürecindeki bir İmparatorluğun yerini, güç ve hayat dolu, modern ve milli bir devlet almıştır Barış dünyasına bu değerli katkı, Türkiye Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa sayesinde yapılabilmiştir Bu nedenle, Yunanistan Hükümeti Başbakanı sıfatıyla, Mustafa Kemal Paşanın Nobel Barış Ödülü'ne adaylığını takdim etmekten şeref duymaktayım" 1211934

Venizelos, Yunanistan Başbakanı


"Sovyet Cumhuriyetler Birliği Dışişleri Bakanı Litvinof, bana Avrupa'nın en kıymetli devlet adamının , Avrupa'da değil, Boğazların gerisinde, Ankara'da yaşadığını, Türkiye Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal olduğunu söyledi" , 1937 Franklin D Roosevelt, ABD Başkanı


"Savaşta Avrupa’ yı kurtaran, savaştan sonra da milletini yeniden dirilten Atatürk'ün ölümü, yalnız yurdu değil, Avrupa için de büyük kayıptır", 1938

Winston Churchil, İngiltere Başbakanı


Atatürk 1938 başlarında manevi kızı Ülkü ile Florya'daki bir yaz günü yaşantısını 20 dakikalık kısa metrajlı bir film olarak F D Roosevelt'e gönderdi ve O’nu Türkiye'ye davet etti Aralarında bir süre sonra hediyeler teati edildi Atatürk ona bir pul koleksiyonu , ABD Başkanı da Atatürk'e o zaman için çok orijinal olan bir müzik dolabı ( Şişli Atatürk Müzesi'nde en üst katta sergilenmektedir) gönderdi Atatürk'ün vefatı üzerine, ABD Başkanı gönderdiği mesajda özetle şunları yazdı;

"Üzüntüm iki katlıdır Birincisi, güvenilir bir dostumuzu ve çağın en büyük devlet adamını kaybettiğimiz için, ikincisi ise böyle bir devlet adamıyla şahsen tanışma fırsatını ebediyen kaçırdığım için", 1938

Franklin D Roosevelt, ABD Başkanı


"Tarih çok büyük adamlar gördü İskender'leri, Napolyon'ları, Washington'ları gördü Ancak, yirminci yüzyılda büyüklük rekorunu Atatürk, bu Türk oğlu Türk kırdı", 1938 L'illustration Dergisi, Paris


"Atatürk, tarihte görülmüş olan büyük adamların hiç birine benzemez Çünkü, O’nun yaptıkları Adem oğullarının yapabilecekleri şeylerden değildir O büsbütün başka bir insandı" 1938

El Mısri Gazetesi, Kahire


"Atatürk, geride Türkiye' yi etrafında hiç bir düşman devlet kalmaksızın bırakmıştır Bu, zamanımızda hiç bir liderin başaramadığı bir şeydir" 1938

Völkischer Beobachter Gazetesi, Almanya


"Bu müstesna adamın benzerinin bir daha dünyaya geleceğini sanmıyoruz O’nun gerçek büyüklüğünü zaman gösterecektir" 1938

Deutsche Allgemeine Zeitung Gazetesi, Almanya


"Türkler Mustafa Kemal'e yanlışsız ve eksiksiz bir demokrasinin temellerini atığı için minnettardır", 1944

Kont Sforza, İtalya Dışişleri Bakanı


"Atatürk asrımızın dâhi bir devlet adamıdır", 1950

Albert Einstein


(İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Fakültesi Dekanı Prof Dr Münir Ülgür'ün anlattığına göre, 1950 yılında USA' da Albert Einstein' ı evinde ziyaret ederler Onları kapıda karşılayan A Einstein, Türkiye Delegasyonu'na özel bir ilgi gösterir ve ilk iş olarak yukarıdaki sözlerle Atatürk hayranlığını belirtir)


"Atatürk, gençlik günlerinde benim kahramanımdı O, çağın yapıcılarından biridir O’nun en büyük hayranları arasında bulunmakta devam ediyorum" , 1963

Pandit Nehru, Hindistan Başbakanı


4 ATATÜRK 'DAHİYANE' BÎR DEVRİMCİ İDİ!


Atatürk, 1923 ilâ 1928 yılları arasında, beş sene bir ay gibi kısa bir süreye, Batının yüz yıl süren Rönesans’ını sığdırdı ve dev bir çağdaşlaşma hareketi yarattı Reformlarının başlıcaları şunlardır;


4 l Milliyetçilik duygusundan doğan reformlar


Milli Egemenliğin ve tam bağımsızlığın sağlanması,

Büyük Millet Meclisi'nin kurulması,

Hilâfetin ve Saltanatın kaldırılması,

Milli Ekonomi' nin kurulması,

Türk tarihinin, Orta Asya'daki yataklarına kadar genişletilmesi,

Ulusal dil ve ulusal tarih eylemleri,

Ümmet felsefesi yerine, millet felsefesinin Türk Milliyetçiliği için esas alınması


42 Çağdaşlaşma ülküsünden doğan reformlar


Lâikliğe ait bütün reformlar,

Din ile devlet işlerinin ayrılması,

Şeyhülislâmlık kuruluşunun kaldırılması,

Medreselerin ve Şer'i mahkemelerin kapatılması,

Tekke ve zaviyelerin kapatılması,

Eğitim birliğinin kurulması,

Medeni hukukun kabulü,

Kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi,

Kaç, göç ve çok kadınla evliliğin yasaklanması,

Fesin yasaklanması ve şapka giyilmesi,

Lâtin harflerinin kabulü,

Batı takviminin , saatinin ve pazar tatilinin yerleştirilmesi,

Batı musikisi, resim, heykel, tiyatro, bale ve tüm güzel sanatların geliştirilmesi,


Kısa sürede uygulamaya konulan bu devrimlerin hazırlanmasında olduğu kadar, geniş halk kitlelerine benimsetilmesinde ve toplum yaşamına adapte edilmesinde 'kişisel olarak Atatürk, insan üstü bir gayret ve çaba gösterdi Türk ekonomisi ve sanayiinin gelişmesi için, bankacılık (İş Bankası), sigortacılık (Anadolu Sigorta), havacılık ( Türk Kuşu , Tayyare Cemiyeti, Türk Hava Kurumu), alt yapı hizmetleri (demiryolları, barajlar), fabrikalar (şeker, tekstil, demir ve çelik fabrikaları) hep O’nun eseridir Lâtin harflerinin, her kesimden insana, tarladaki kadına kadar öğretilmesi, çok sesli batı musikisinin, operanın ve balenin halka gene sevdirilmesi hep O’nun kişisel çabalan ile olmuştur Günümüzde (2001), bazı kırsal kesimlerde ve bazı Büyükşehir varoşlarında görülen küçük çaplı, gerici ve tutucu söz ve davranışlar ile, çok küçük bir azınlık dahi olsa, bazı genç kızlarımızın Üniversitelerimizde ısrarla çağ dışı başörtüsü ile dolaşma istekleri dışında, Atatürk reformları tam bir başarıya ulaşmıştır Bu reformların kanunlarını 1924'lerin Millet Meclisi'nden çıkarabilmek bir dehanın , çıkmış kanunları topluma benimsetmek ikinci bir dehanın , hele, hele bu devrimlerin, aradan geçen 75 sene sonra bile, eksiksiz uygulanıyor olması ve bu devrimlerden hiç bir suretle taviz verilmesine izin vermeyecek olan Türk Gençliğinin her zamankinden daha azimli ve kararlı olması ise üçüncü bir dehanın eseridir


5 ATATÜRK KALICI VE YAŞAYAN BÎR LİDERDİR!


Ne Hitler, ne Tito, ne Musolini, ne Lenin, ne Stalin ve ne Mao artık yok, yaşamıyorlar ve anılmıyorlar! Tarihin karanlık sayfalarına gömüldüler Hitler, intihar etti, insanlık suçu işlediği için kendi ülkesinde bile lanetlendi Tito'nun Yugoslavya'sının yerinde bugün yeller esiyor Yugoslavya içinde etnik çatışmalar, boğaz boğaza kavgalar, büyük bir istikrarsızlık hâlâ devam ediyor Musolini'yi İtalyan halkı, yani kendi milleti linç etti Lenin'in heykelleri her yerde kırıldı Lenin, artık rehber alınacak lider değil! Stalin, gizli polis teşkilâtı vasıtası ile yaptığı kirli işlerden dolayı hem Rus halkı hem de tarih nezdinde karanlık sayfalara gömüldü Kremlin'de Presidyum Başkanları için ayrılan heykel sergisinde, ona ayrılan kaidenin üzerine büstünü bile koymadılar Kaide boş duruyor! Mao'nun sosyalist liderliğinden artık söz bile edilmiyor Çin artık serbest piyasa ekonomisine geçti


Atatürk ise, dimdik her gün ayakta Gün geçtikçe kıymeti daha iyi anlaşılıyor Atatürk, "Ben size hiç bir dogma veya doktrin bırakmıyorum Benim doktrinim müspet ilimdir! " demiştir Atatürk, işte bunun için kalıcı ve yaşayan bir lider olmuştur (Falih Rıfkı Atay 'Çankaya', 1968, s13)


"Atatürk toplam hesaplaşmasında, içinde göründüğü bütün olayların üstünden bakar olur Dikeni, çalısı ayağınızı yalayarak indiğiniz bir dağ gibi, geri dönüp baktığınızda O’nun ancak yüceliği altında ezilirsiniz! "


Gelin bir de, unutturulmak konusunda Atatürk kendisi için neler söylemiş, O’nu dinleyelim :

(Münir Hayri Egeli'nin hatıratından, 1937)


"Bir zaman gelir, beni unutmak veya unutturmak isteyen gayretler belirebilir Fikirlerimi inkâr edenler ve bana taan edenler çıkabilir Hatta bunlar benim yakın bildiğim ve inandıklarım arasından bile olabilir Fakat, ektiğimiz tohumlar o kadar özlü ve kuvvetlidir ki, bu fikirler Hind'den, Mısır'dan döner, dolaşır gene gelir, feyizli neticeleri kalpleri doldurur" 1937, Atatürk


6 ATATÜRK'ÜN KİŞİLİĞİNİN İLGİNÇ YÖNLERİ


Atatürk'ün başarısının sırlarını araştırırken, O’nun söylediklerini, yazdıklarını ve yaptıklarını tarayınca, çok belirgin bazı karakter yapıları ile karşı karşıya kalırız Atatürk'ün kişiliğinde gördüğümüz ve yukarıda açıklamaya çalıştığımız beş ayrı cinsteki 'dahi' insanın oluşmasında, bu çok belirgin karakter yapısının büyük rolü olmuştur Başka bir deyimle, Atatürk'ün karakterindeki bu çok belirgin özellikler, O’nun başarılarının altında yatan en önemli sırlar ve unsurlardır


O’nun sözleri, yazıları ve yaptıkları incelendiğinde, karşımıza çıkan karakter yapısının en ilginç yönleri aşağıda başlıklar halinde sıralanmıştır Ayrıca ilerleyen sayfalarda, kişiliğinin karakteristik yönlerini ayrı, ayrı ve belirgin bir şekilde açıklayıp anlatabilmek için, seçilen her konuda O’nun yaşantısından ilginç kesitler, anekdotlar ve belgesel bilgiler sunulmuştur Atatürk'ün karakterinin ilginç yönleri ana başlıklar halinde şöyle özetlenebilir :


01 Askerliği ulvi gördü! Esas misyonu devrimciliği ve devlet adamlığı idi!


02 Geçmişi kucaklayan, fakat çağını aşan bir kültüre sahipti Tüm güzel sanatları sevdi, kurdu, korudu ve milletine sevdirdi!


03 Arkadaşları ve kültürlü insanlar Ona yetişmekte, O’nu anlamakta, O’nu takip etmekte ve O^na ayak uydurmakta zorluk çektiler !


04 Olağanüstü bir zamanlama üstadı idi Bazen Hz Eyüp sabrı vardı, bazen de aculdü! Meyveyi olgun yerdi ama çürütmezdi!


05 Eğilmezdi, çok gururluydu ve kendinden çok emindi!


06 Ateşli bir Türk milliyetçisi ve tutkun bir Türk hümanisti idi! Sıksanız her damlasından Türk ve Türklük akardı!


07Ölüme karşı şanslıydı Yedi kere ölümün eşiğinden döndü!


08 Şefkatli ve akik kalpli, merhametli ve yardımseverdi! Savaş meydanlarında ise kaskatı ve acımasızdı! Fakat, başarılı bir "Barış Kurdu" oldu!


09 Hazır cevaptı! Muhatabını ve özellikle muhalifini anında ikna ederdi!


10 Dinlemesini severdi, bir dinleme üstadı idi! Başarılarının sırrı olarak bu özelliğini sayardı!


11 Başarılarını kendisi üstlenmez, onları ya Mehmetçik'e veya Millete mâl ederdi Bazen de, "Millet böyle istiyor!" diye, O’nun sözcüsü durumuna geçer ve gücünü Türk Milleti'nin manevi şahsiyetinden alırdı!


12 Çok örgüt kurdu! Örgütlerle çalışmayı, demokrasiyi ve meşruiyeti severdi!


13 Kızar, tehdit eder, uzak kalır, ihtar eder, haykırır, ikna eder, susar, ama TBMM' siz yapamazdı!


14 Devrimlerinin acımasız takipçisi idi! Onlardan asla taviz vermezdi!


15 Çok ileri görüşlüydü! Yargıları hep doğru çıkmıştır! Durum değerlendirmesinde, strateji oluşturmada, düşmanı tartmakta çok mahir bir taktik ustası idi!


16 Yorulmadan çok uzun saatler ve günlerce uykusuz, duraksız çalışabilirdi Yoğun konsantrasyon yeteneği vardı!


17 Etrafındakileri sürprizlerle etkileme üstadı idi! Kin tutmazdı, bağışlayıcı idi! Gürültülü, tabancalı ve olağandışı bir barışma stili vardı!


18 Halk adamıydı! Halka ve Mehmetçik'e düşkündü!


19 Misafirlerine çok kıymet verirdi! Onları olağanüstü ağırlamayı severdi! Yabancı ülkelerin haysiyetlerine aşırı saygılı idi!


20 Halkın ve O’nu temsil eden saygın kişilerin nabzını ve kalp atışlarını iyi dinlerdi !


21 Doğayı ve yeşili sever ve korurdu! Bir ağaç dalı için bir binayı yürütmüştü!


22 Bazı sözleri hümanizm tarihine geçti! Çanakkale Şehitleri için söyledikleri düşmanlarını kendisine aşık etti!


23 Manevi evlat edinmeyi çok severdi! Onların yetişmesi, mutlulukları ile çok yakından ilgilendi!


24 Aşkları da oldu, evliliği de! Ama Fikriye'yi sevdi Fikriye' de O’nun ile olamadığı için intihar etti!


25 Sofraları bir eğitim meclisi idi! Sofralarına dil uzatanlara cevabı keskin oldu! Yalnız adamdı! Ailesi olmadı Aile hayatını çok özledi!


26 Hataları ve zaafları da vardı! Kesin prensipleri ve tereddütleri de! Ağladığı anlar da, kahkaha ile güldüğü anlar da oldu! Özel meclislerinde şarkıyı, zeybeği, neşeyi, içmeyi ve içirmeyi severdi!


27 Biyografisinin "gerçekçi" yazılmasını, Kurtuluş filminin çekilmesini çok istiyordu !


28 "Fes" e karşı büyük bir antipatisi vardı!


29 Çok tutumlu idi! Daima, kendi masraflarını kendi öderdi! Zaman zaman etrafındaki ihtiyaçlılara belli etmeden para yardımında bulunurdu! Yerli malı haftalarını çok tutardı !


30 Para alıp vermelerde, malları ile ilgili hususlarda veya yakınlarının haksız tasarrufları konusunda hiçbir dedikoduyu hazmedemezdi! Hemen gereğini yapardı!


31 Kendisine rakip birisinin çıkmasına asla tahammül edemezdi!




01 ASKERLİĞİ ULVİ GÖRDÜ


011 Askerliği ulvi görür, siyaseti severdi!


Askerlik mesleğini, vatanı kurtarmak amacı ile, mecbur kalındığı için yapılan ulvi bir görev olarak görürdü Esas misyonu devrimciliği ve devlet adamlığı idi Dikkat edilirse, Atatürk askeri dehasını daima anavatan toprakları üzerinde, istilâcılara karşı yaptığı savaşlarda göstermiştir Çanakkale savaşı öyledir, Kurtuluş savaşı da Hep düşmanı vatanın bağrından söküp atma savaşlarıdır bunlar Hiç bir zaman, toprak hırsı ve yeni yerler almak için yapılmamıştır İşgal altındaki Doğu Trakya, bir kurşun dahi sıkılmadan kurtarılmıştır Hatay'ı almak için, blöf yapmıştır ama bir kurşun dahi sıkılmasına müsaade etmemiştir Hatay'ın bize verilmesinde Fransa'nın gösterdiği diplomatik oyalama taktiklerine çok üzüldüğü sıralarda kendisine "Paşam ne üzülüyorsun, bir alay asker gönderip hemen ilhak edelim " diyenlere," Hayır bunu yapamayız! Bir alay askerle Hatay'ı anavatana katarız ve Fransa bu kadar uzaklardan müdahale etmeyi göze bile alamaz, doğru! Fakat, büyük bir milletin Onuru söz konusudur Onların Onurunu kırmış oluruz Ya bunu bir Onur meselesi yaparlarsa? Onun için, bu işi barış yoluyla halletmeliyiz !" demiştir


012 Büyük Taarruz Zaferi'nin sevincine hüznü karıştı!


(Yurdakul Yurdakul, 'Atatürk' 1999, s 75 )


1922 yılı Ağustos'unun 26'sında şafakta başlayan Büyük Taarruz altı gün altı gece devam etmiş ve Mehmetçiklerin aslan gibi saldırmalarıyla düşmanın büyük bir kısmı kılıçtan geçirilmiştir 31 Ağustos'ta güneş Türklerin büyük zaferini kutlamak için doğmuştu sanki Atatürk'ün yaveri Muzaffer Kılıç anlatıyor; Aynı günün sabahı Atatürk harp sahasını dolaşıyordu Etraf binlerce insan ve hayvan ölüleriyle adeta bir mahşer yerini hatırlatıyordu Büyük asker bu manzara karşısında çok rahatsız oldu ve " Bu feci manzara, bütün insanlık için utanç verici bir olaydır Ama biz vatanımızı korumak için gerekli savunmamızı yaptık Buna bizi zorladılar!" demiş ve ölüler kaldırılıp gömülünceye kadar hiç bir yerli ve yabancı gazetecinin bölgeye sokulmamasını kesin olarak emretmiştir Görülüyor ki, Büyük Taarruz sonunda, büyük bir zafer kazanmış olmanın sevinci değil, adeta hüznü vardır içinde Çünkü, yerlerde yatan cansız düşman askerlerinin feci durumu O’nu ziyadesiyle üzmüş, "Biz isteyerek yapmadık, bizi buna mecbur ettiler! " diyerek kendini teselli etmiştir


013 Madam Corinn'e ihtiraslarından bahsediyor!


(Emre Kongar, 'Atatürk' 1980, s 180)


1914 yılı Ocak ayında Sofya'dan Madam Corrin'e yazdığı bir mektupta Mustafa Kemal hırslarını tümüyle şöyle tanımlıyor:


"Benim ihtiraslarım var, hem de pek büyükleri, fakat bu ihtiraslar, yüksek mevkiler işgal etmek veya büyük paralar elde etmek gibi maddi emellerin tatminine taalluk etmiyor Ben bu ihtiraslarımın gerçekleşmesini vatanıma büyük faydaları dokunacak, bana da liyakatle ifa edilmiş bir vazifenin canlı iç rahatlığını verecek büyük bir fikrin başarısında arıyorum Bütün hayatımın prensibi bu olmuştur Ona çok genç yaşımda sahip oldum ve son nefesime kadar da onu muhafaza edeceğim "


014 Enver Paşanın O’nun için söyledikleri


(Emre Kongar, 'Atatürk', 1980, s229)


1917 Çanakkale savaşlarından sonra Doktor Nazım ve bir başka nüfuzlu İttihat ve Terakki üyesi komutan aralarında konuşmakta iken, Enver Paşa birden içeri girince susmuşlar Başkumandan ( Enver Paşa) merakla: "Herhalde bana dair bir şeyden bahsediyordunuz? Söyleyin bakalım! demiş "Mustafa Kemal'in niçin terfi ettirilmediğini konuşuyorduk !" cevabını vermişler Enver Paşa: "İşte!" demiş ve cebinden Çanakkale kahramanını tuğgenerallik rütbesine çıkaran tezkeresini göstermiş, sonra şunu ilâve etmiş : "Ama biliniz ki, O hiç bir şeyle memnun olmaz! General olur, korgenerallik ister! Korgeneral olur, orgenerallik ister! Orgeneral olur, müşirlik ister! Müşir yapsanız, bununla da yetinmez, Padişahlık ister!" Şevket Süreyya Aydemirin hatıralarında yazıldığı üzere, Mustafa Kemal'e Enver Paşanın bu sözleri nakledildiği zaman kahkahalar ile gülerek cevabı şu olmuştur; 'Ben, Enver'in bu kadar zeki ve ileri görüşlü olduğunu bilmezdim!"


015 Tanrıdan Kurtuluşa kadar ömür niyaz etti!


(Niyazi Ahmed Banoğlu, 'Fıkra ve Nüktelerle Atatürk' 1954, s,316)


Erzurum'da ilk kongreyi kurmakla meşgul iken, İstanbul Hükümeti de, durumdan fena halde kuşkulanarak, Sivas, Bitlis, Van ve Erzurum Vilâyetlerine "Mesleki askeriden müstafi sabık paşa Mustafa Kemal efendi elyevm nerededir? Ne ile meşguldür? Ne tavır ve meslek takip etmektedir? Serian işarı!" diyen telgraflar çektiği zaman, Erzurum Vali Vekili bulunan Kadı Mehmet Hilmi Efendi de telâşa düşmüş, ne cevap vereceğini bilemeyerek, bir yandan İstanbul Hükümeti'ne ; "Hal-i hazırdaki vaziyetine nazaran, kendisi ikametgâhında bulunarak, hususat-ı şahsiyesiyle meşgul olduğu ve hariçle nadiren ihtilâtta bulunduğu anlaşılmıştır" diye cevap verirken, aynı zamanda, meseleyi Mustafa Kemal Paşaya da bildirmişti


Bu cevabı görünce gülen Mustafa Kemal Paşa "Hocam, cevabın güzel ama, bakalım inandırabilecek misin?" demişti "İstanbul'dakiler de, vakıa, içleri rahat etmek için böyle bir cevap isterlerse de beni bilirler Benim hususat-ı zatiyem, milletin işlerinden ibarettir Yoksa, yazdığın gibi, evime çekilir, yan gelir yatardım Ne çare ki, yatsam da, milletin mukadderatını düşünürken gözüme uyku girmez Ama sen tekrar sorarlarsa yine böyle de Hatta sizlere ömür, vefat etti de" Bu söz üzerine teessürle Kadı Mehmet Hilmi Efendi: "Allah esirgesin Paşam ! Öyle söz olur mu? İnşallah daha çok yaşarsınız! " deyince, Mustafa Kemal Paşanın cevabı şu olmuştu ; "Daha pek çok değil, yalnız milleti ve vatanı kurtarıncaya kadar Allah'tan başka bir şey istemem!"


Gerçekten, Atatürk 57 sene gibi kısacık ömrü içinde, hem Kurtuluş mücadelesini başarı ile sonuçlandırdı hem de "En büyük eserim!" dediği Cumhuriyeti kurdu Bunlar da yetmedi, odak noktası lâiklik olan, çağdaşlaşma reformlarını çok kısa bir zamanda ard arda gerçekleştirdi Herhalde arzu ve emellerinin çoğunu gerçekleştirmiş olduğu için, ebedi istirahatine huzur içinde çekildi, "gözleri açık olarak " değil!


016 Kâzım Karabekir Paşaya sürpriz çıkışı


(Niyazi Ahmed Banoğlu, 'Fıkra ve Nüktelerle Atatürk', 1954, s 40)


Atatürk, 1923 Mart'ında Konya'ya gitmişti! Halka yol göstermek, onları yapacağı devrimlere hazırlamak için her fırsatta nutuk söylüyor ve bunları o zaman Anadolu Ajansı'nı temsil eden muharrir İsmail Habib not ederek kendisine götürüyor, okuyor, sonra Ankara'ya telliyordu Konya'dan ayrılacağı gece İsmail Habib, Atatürk'ün son nutkunun temize çekilmiş şeklini Ona götürdü Atatürk, bu nutku evvelkilerden daha çok beğenmiş olacak ki karısına;" Çocuğa kadeh getirsinler!" dedi Fakat, o sırada Bayan Lâtife, Atatürk'ün içki kullanmasını hoş görmüyor, vazgeçirmek, hiç olmazsa azaltmak istiyordu Bunun için yumuşak bir sesle cevap verdi; "Gece yarısı buradan gidilecek diye bütün şişeleri trene yollamıştık !"


Atatürk köpürdü "Nasıl olur? Misafirimize karşı da mı?" İster istemez şişeler getirildi Bu sırada Atatürk'ün eski ve teklifsiz arkadaşlarından Bay Muhtar geldi Ona İngiliz Muhtar derlerdi Atatürk, ona: "Dinle bak, Muhtar, nutuk nasıl söylenirmiş! " dedi ve İsmail Habib'e de nutku okumasını emretti Bay Muhtar aldırmadı "Dinlemeye lüzum yok; çok güzeldir" dedi Atatürk: "Neden?" diye sorunca, Muhtar: "Aksini söylemek ne haddimize?" diye cevapladı Atatürk: "Zevzekliği bırak da dinle! " diye kestirip attı Nutuk okunduktan sonra Bay Muhtar bu sefer gayet ciddi bir tavırla hükmünü verdi: "Sahiden çok güzel!" Atatürk, içki verilmesini söyledi İngiliz Muhtar kadehini kaldırdı: "Yaşasın Başkumandan!" diye haykırdı Atatürk'ün kaşları çatıldı ve sesi yükseldi: " Niçin, Mustafa Kemal demiyorsun? " İngiliz Muhtar :"Hele, ne olur ne olmaz, daha epeyce zaman Başkumandanlık sizde kalsın!" deyiverdi


O sıralarda, ortalığı bulandırıp külah kapmak isteyenler, din ve şeriat perdesi ardında şahsi ihtiraslarını dolu dizgin koşturanlar vardı Atatürk büsbütün sinirlendi ve meydan okudu: "Sen kuvveti Başkumandanlıktan mı aldığımı sanıyorsun? Dinle bir hatıramı anlatayım; Hani ben 1919'da Erzurum'da Ordu Müfettişliğinden, askerlik mesleğinden çekilip de milletin bir ferdi olarak kalmıştım ya Oradaki Ordu Komutanı (Kâzım Karabekir Paşa) artık emirlerimi dinlememeğe başlamasın mı? Hemen makama gittim: Paşa, Paşa, dedim, size o emirleri bu omuzdaki yıldızlar vermiyordu! Mustafa Kemal veriyordu! O yine karşınızdadır, yazınız! Yazdı ve emrim yerine getirildi Fakat, oradan ayrıldıktan sonra kendi kendime sordum: "Ya bu adam zile basıp da gelen askere Tosta, şunu dışarı çıkar!' deseydi" Atatürk koltukta doğruldu ve sesini yükselterek ilâve etti: "Fakat diyemezdi, Muhtar! Karşısında Mustafa Kemal vardı!" Bay Muhtar kadehini tekrar kaldırdı ve haykırdı: "Yaşasın Mustafa Kemal!"


017 Askeri elbiselerini hibe etti


(Yurdakul Yurdakul, 'Atatürk', 1999)


Türkiye Büyük Millet Meclisi Ona Mareşal unvanını vermişti ama, askeri manevralar hariç Mareşal üniformasını hiç giymedi Halbuki, Fransız Devlet Başkam Mareşal De Gaulle, asker üniforması ile Fransız halkını daha çok etkileyeceğim düşünürdü Bu yüzden de, bütün TV konuşmalarını Mareşal elbisesi ile yapardı Atatürk, 1929 yılında Yüksek Askeri Şûra üyelerine verdiği bir akşam yemeğinden sonra konuşurken; "Benim artık askerliğim kalmadı!" diyerek beraberinde getirdiği askeri elbise ve teçhizatını Yüksek Askeri Şûra üyelerine hatıra olarak bir, bir dağıttı Yakasında Mareşal arması olan peleriniyle, süvari Kolordusunu Ilgın’da teftiş ederken taktığı işlemeli gümüş kılıcı ve altın işlemeli hançeri de Orgeneral Fahrettin Altay'a verdi




02 ÇAĞINI AŞAN BİR KÜLTÜR'E SAHİPTİ


021 "Sanat toplumun hayat damarlarından biridir!"


Atatürk, nihayet İdadi ve Harp Okulu mezunu bir Osmanlı Paşası'dır Ama çok gezmiş, çok okumuş ve çok değerlendirmiştir Picardi manevralarına katılmak için Fransa'da bulunduğu sırada, ateşe mili ter olarak Sofya'da yaşadığı dönemde, Veliaht Vahdettin'in yaveri olarak katıldığı Almanya seyahatinde ve mide rahatsızlığının tedavisi için Avusturya'nın Karlsbad ve Viyana şehirlerinde bulunduğu dönemlerde ve özellikle Madam Corinne ile dostluk ilişkileri süresince, daima kültürünü zenginleştirmiş, batının sosyal ve kültürel yaşantısını çok yakından gözlemlemiş ve ileride uygulama fırsatı bulursa gerçekleştireceği reformların düşünce alt yapısını oluşturmuştur


Atatürk, her devrimim bilinçli ve plânlı yapmıştır Operayı da, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nı da, Güzel Sanatlar Mektebi'ni de O kurdurtmuştur Tiyatro sanatçılarının hazır bulunduğu bir toplantıda : " Efendiler ! Siz hayatınızda Paşa, Mebus olabilirsiniz ! Vekil olabilirsiniz ! Hattâ Reisicumhur olabilirsiniz ! Ama hiçbir zaman sanatçı olamazsınız ! Sanat toplumun hayat damarlarından biridir!" demişti


022 Sanayii Nefise Mektebi


Atatürk, güzel sanatların gençliğe öğretilmesi ve halk içinde yaygınlaştırılması için Sanayii Nefise Mektebi'ni kurmuştu Almanya'da güzel sanatlar tahsil ederek yurda dönen genç müzikolog Cevat Memduh Altar'ı bir gazete haberi üzerine, bir sinemada film seyrederken buldurtarak, ona yeni kurulan " Sanayii Nefise Mektebini emanet etmişti Cevat Memduh Altar'dan dinlediğimize göre, masasında, çağının en kıymetli tarih, musikî ve güzel sanatlar arşivinin yanı sıra, " La Music " adlı genel müzik ansiklopedisi sürekli açık duruyordu


023 Arap şarkıcı Cemaliye'ye önerisi


(Cemal Oranda, "Atatürk'ün Uşağı idim", 1973, s 119)


Atatürk, sık, sık Saray burnuna giderek halkın arasına karışmayı ve onlarla beraber müzik dinlemeyi çok severdi Mısırlı muganniye Cemaliye’ yi ilk kez orada, Park Gazinosunda görüyorduk Kadının sesi gerçekten güzeldi Kadın Atatürk'ü selamlayarak billur gibi sesiyle Arapça şarkılar söyledi Konserinde büyük bir başarı kazanıp bol, bol alkışlandı Atatürk hiç konuşmadan büyük bir dikkatle dinledi Şarkı bitince kadını yanımıza çağırdı Batı müziğini de öğrenmesini öğütledikten sonra, "Bu sesle bütün dünya seni dinler O zaman işte şöhretini tam yaparsın!" dedi Kadın da teşekkür ederek ayrıldı


O zaman, Atatürk'ün bu sözleri Mısırlı muganniyeye niye söylediğini anlayamamıştık Biz her alanda büyük bir devrim yapmış, Arap dünyasından ayrılıp batıya yönelmiştik Acaba, Atatürk doğu dünyasının kültür ve sanat alanında bizi izlemesini mi hatırlatmak istemişti? Yoksa, Atatürk Türk musikisini sevdiği halde, müzik devrimimizin ancak, Batı müziğini benimsemek ve uygulamakla gerçekleşeceğine mi inanıyordu? Evet, yoksa bunu düşünerek mi Mısırlı hanendeye yol göstermek istemişti ? Bunu daha sonraları çok iyi anladım!


024 "Türk Milleti artık şen olacaktır !"


(Cemal Oranda, 'Atatürk'ün Uşağı idim', s 123)


Gül hane Parkındaki şenliklerde Mısırlı muganniyeden sonra, alafranga müziğe geçildi ve coşkulu müzikle halk doyasıya dans etti Daha sonra, Eyüp sultan Cemiyeti öğrencilerinden kurulu ve Kemani Mustafa Beyin Fasıl Heyeti konserine başlandı Heyetteki sazcılar, kadın olsun, erkek olsun rast gele giyinmişler, böyle seçkin bir toplantıya yakışıksız elbiselerle gelmişlerdi Bu hal Atatürk'ün gözünden kaçmadı Canının sıkıldığı belli oluyordu Bunu da, onları dinler gibi görünürken önündeki gazeteye dalmış olmasından anlıyordum Atatürk, bir ara Fasıl Heyetinden programlarını istetti Olmadığını öğrenince üzüntüsü daha da arttı Fasıl Heyetini zor durumdan kurtarmak için tutup sevdiği şarkılardan bir liste yapıp, sahneye gönderdi Listenin başında galiba, Faize Hanımın bestesi olan Şataraban makamında, "Bade-i vuslat içilsin kâse-i fağfurdan" şarkısı vardı Atatürk, bu şarkıyı çok severdi ve sofrada keyifli zamanlarında kendi sesiyle okurdu Fasıl Heyeti bu şarkıyı da iyi çalamayınca Atatürk sinirlendi Konserden sonra mikrofona gelerek şunları söyledi:


"Her zaman, her yerde olduğu gibi bu gece de burada aziz Milletimizle karşı karşıya geldiğim anda büyük bir kuvvetin etkisi altında kaldığımı duyuyorum Bu kuvvet nedir? Türk halkının, Türk toplumunu meydana getiren yüksek insanların halk kaynaklarından yükselen hislerin, arzuların, heyecanların, hazların bir noktada, bir hedefte, bir gayede birleşmesidir Bu kuvvetin bu kadar ortaklaşa olabilmesi, O’nun çok temiz, çok asil olduğunu göstermektedir


Bu gece burada Doğunun en seçkin iki musiki heyetini dinledim İlk olarak sahneyi süsleyen Mısırlı muganniye, sanatkâr olarak başarılı idi Fakat, benim Türk duygularım üzerindeki görüşüm şudur ki, artık bu basit musiki, Türklüğün çok gelişmiş ruh ve duygularını kandırmağa yetmez ! Arada medeni dünyanın müziği de işitildi Bu ana kadar Şark musikisi karşısında uyuşuk duran halk, hemen ayağa kalktı Hepsi neşe içinde oynadı Tabiatın icabını yaptı


Türk, yaradılış olarak şen ve satırdır Eğer Türkün bu güzel hasleti şimdiye kadar fark olunmamışsa, kendisinin kusuru değil, acı felâketlerin sonucudur Türk milleti işte bunun için gamlı görünüyor Fakat, artık hatalar düzeltilmiştir Türk milleti artık şen olacaktır!"


Böylece, alaturka âşıklarına batı musikisi devrimini de kabul ettirmek istiyordu!


025 Alaturka musiki yasaklanıyor!


(Cemal Oranda, "Atatürk'ün Uşağı İdim" isimli kitaptan, 1973, s 122)


Aslında, Atatürk kendisi de alaturka musikiden çok hoşlanırdı Hattâ, çoğu geceler sevdiği şarkıları sanatçılarla birlikte seslendirirdi Ancak, kendi beğeni ve isteklerini bile sırası gelince devrimler uğruna çiğnemekten kaçınmazdı Dil konusunda olduğu gibi, müzik alanında da kendi beğeni ve alışkanlıklarını çiğnemiş, alaturka müziği sevdiği ve sofrasından hiç eksik etmediği halde, Batı müziğine inanmış, Batı müziğinin gelecek kuşakların müziği olduğunu söyleyerek, Devlet Konservatuarlarının temellerini attırmıştır 1924'de kurulan Musiki Muallim Mektebi, 6 Mayıs 1936 yılında, Atatürk' ün buyruğuyla Ankara Devlet Konservatuarı halini almış ve yurtta Batı müziği kültürünü eğitim yoluyla yerleştirmeye başlamıştı


Özel hayatında alaturkalıktan kurtulamayan Atatürk, Batı musikisinin ve operanın toplum içinde iyice yaygınlaşmasını ve Türk müzik kültürüne iyice yerleşmesini sağlamak ve bunu pekiştirmek üzere, 1934 yılında gazinolarda ve radyolarda Türk müziği çalınmasını ve alaturka şarkı söylenmesini yasaklayacak kadar ileri gitmişti Ancak, radyolardan alaturka müziği kaldırması tepkilere yol açmış, alaturka sevenler bu hale çok üzüldüklerini, Türk müziği duyamamaktan kulaklarının paslandığını söylemekten bile çekinmemişlerdi Bir gece Dolma bahçe Sarayında Yunus Nadi, Atatürk'e bu konuda yakınmaları sıralayarak şöyle demişti: “ Paşam ne olur alaturka şarkılardan bizi mahrum bırakmasınlar Zevkimize, duygularımıza el attığı için çok üzülüyor ve inciniyoruz" Atatürk, bu sözlere şöyle karşılık vermişti: "Alaturka şarkılardan ben de hoşlanıyorum Fakat, unutmamak gerekir ki, devrim yapan bu nesil, bazı fedakârlıklara katlanmasını bilmelidir! Ancak, millî türkülere yer verilmelidir!"


026 Alaturka musikiye konulan yasak kalkıyor


Alaturka musikinin radyo ve gazinolarda yasaklanmasından sonra, Münir Nurettin, Hafız Burhan ve Safiye Ayla gibi şarkıcılar tango söylemeye başladılar Her birinin 78 devirlik tango plâkları dahi çıkmıştı Fakat, bir akşam Atatürk'ün canı Türk musikisi istiyor O zaman Ankara'da musikişinas ve bestekâr Dr Sıtkı Falay ve tamburi Osman Pehlivan var "Hadi!" diyor Atatürk "Onlara gidelim!"


Gece 22:00 sularında Dr Sıtkı Falay’ın evine gidiliyor Sıtkı beyin udu, Osman Pehlivan'ın tamburu ve Sıtkı Beyin eşi Vasfiye hanımın güzel sesi eşliğinde, Rumeli türküleri de araya girerek, coşkulu bir alaturka müzik ziyafeti veriliyor Atatürk, "Bir daha! Bir daha!" diyerek tekrarlatınca, Osman Pehlivan'ın "Paşam siz emredince dinliyorsunuz, ama bunları dinlemek isteyen binlerce insan var! "yakınmasına," Doğru söylersin Osman!" karşılığını veriyor" Hemen Radyo evine gidin ve fasıl yapın!" diye ekliyor


Ercüment Behzatlar Radyoevi Müdürü'nü arıyor Radyoevi Müdürü çok şaşırıyor ve yasağın kalktığına inanamıyor Köşke telefon ediyorlar Atatürk'ün emir verdiğini neden sonra öğrenip, ancak saat 23:00'te fasıl başlatıyorlar Böylece, klâsik Türk musikisi üzerine konulan yasak, kısa bir aradan sonra tamamen kaldırılmış oluyor


027 Yirmi günde opera!


(Cemal Oranda, "Atatürk'ün Uşağı İdim" 1973, s 345)


Atatürk, Türk-İran dostluğunun gelişmesine büyük önem verirdi Bunu İran Şahı Rıza Pehlevi'nin Türkiye'ye yaptığı ziyaret sırasında daha iyi anladım Şahın geleceği kesinleştiği sıralarda Türklerle İranlıların soy ve kültür bakımından kardeş olduğunu, sırf bir mezhep savaşı yüzünden ayrıldıklarını belirten bir piyes yazılıp, bunun opera olarak oynanmasını istedi Bunun için Münir Hayri Egeli'yi çağırıp gerekli emri verdi


Ankara'da bütün müzisyenler seferber edildi İstanbul'dan Nimet Vahit Hanım ve tüm orkestra, Ankara'dan Musiki Muallim Mektebi elemanları bulduruldu İzmir'e gitmekte olan bestekâr Ahmet Adnan Saygun trenden indirilip Ankara'ya getirildi Dördüncü gün operanın ilk besteleri provaya konuldu Yirmi gün içinde "Özsoy” operası bitirildi Atatürk provalara geldi Ankara Halkevi binasının bir bölümü değiştirilerek özel bir daire haline getirildi Her eşyanın yerini Atatürk kendi seçti Bahçeye büyük ağaçlar getirildi ve dikildi İşte "Özsoy" operası böyle meydana geldi Hem de ne geliş Yirmi günde yazılıp, bestelenerek, oynanması şartıyla Üstelik başarıyla da oynandı ve Rıza Şah Pehlevi çok hoşlandı


Aradan uzun bir zaman geçmişti Atatürk, kısa bir zamanda yapılmasını istediği bir işi bir Bakandan isteyip de çeşitli mazeretler duymaya başlayınca: " Efendi sen ne söylüyorsun ! Biz yirmi günde opera yazmış, bestelemiş, oynatmış bir milletiz Elverir ki, elebaşı davasına inansın!" diye çıkışıyor


028 Güzel sanatlar ve sanatçılar için söyledikleri


Atatürk, çeşitli zamanlarda güzel sanatlar ve sanatçılar için övgü dolu sözler söylemiştir Bu sözlerden bazıları aşağıda verilmiştir:


"Bir millet sanattan ve sanatkârdan mahrumsa tam bir hayata malik olamaz Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur", 1923


"Hayatta musiki lâzım mıdır? Hayatta musiki lâzım değildir Çünkü, hayat musikidir Musiki ile alâkası olmayan mahlûkat insan değildir Eğer mevzu-u bahis olan hayat insan hayatı ise, musiki behemehal vardır Musikisiz hayat zaten olamaz!", 1925


"Sanayi-i nefiseyi ihmal eden dini biz kabul etmeyiz ", 1926 "Efendiler! Siz hayatınızda mebus olabilirsiniz ! Vekil olabilirsiniz! Hattâ Reisicumhur olabilirsiniz ! Fakat, hiç bir zaman sanatkâr olamazsınız ! Binaenaleyh bu çocukların kıymetini bilelim", 1927


"İnsanlarda bir takım ince, yüksek ve temiz duygular vardır ki, insan onlarla yaşar İşte o ince, yüksek, derin ve temiz duygulan en ziyade duyabilen ve diğer insanlara duyurabilen şairdir", 1928


UZUN BIR YAZI ONDAN BUKADAR

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.