|  | Dilenciliğin Tarihi |  | 
|  08-17-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Dilenciliğin TarihiOsmanlı Devleti’nde, “sosyal hayatın bir gerçeği” olarak kabul edilen dilenciliğin değişik türleri vardı  Mezarlıkların kenarında “ıskatçılar”, sebillerin önünde “sebilciler”, sesine güvenen “kasideciler”, mevsimlik işçi gibi çalışan “kabakçılar”, muharrem ayında ortaya çıkan “goygoycular” ve nefsini terbiye etmek için el açan dilenciler   16  yüzyılda “önü alınması gereken sosyal problem”, 19  yüzyılda “patlamaya hazır bomba” haline gelen dilenciler, 2  Meşrutiyet’in ilanıyla Osmanlılar için sorun teşkil etmeye başladılar  Meclis-i Mebusan’ın 10 mayıs 1909’da çıkardığı “serseri kanunu” bile çok köklü geçmişe sahip dilenciliğin tamamen ortadan kaldırılmasına yetmedi  Günümüzde de dilenciler, Osmanlı’dan da miras kalan yöntemlere yenilerini ekleyerek, el açıp para istemeye devam ediyor   Eminönü Belediyesinin hazırladığı “Payitaht-ı Zemin Eminönü: Bir Dünya Başkenti” adlı kitaptaki bilgilere göre, Osmanlı sosyal hayatının bir gerçeği olarak kabul edilen dilenciler, toplumda çok küçük de olsa bir kesim oluşturdukları ve devlete problem çıkarmadıkları için uzun yıllar gündeme gelmedi   Osmanlı Devleti’nde dilenciler bir lonca çatısı altında teşkilatlandırılmaya çalışıldı  Devlet, kanunen dilenmesinde sakınca olmayanlara dilenebileceklerini gösteren “Dilenci Tezkeresi” verdi ve dilencileri bir deftere kaydetti  Aslı kadılıklarda bulunan dilenci defterlerine, dilencilerin hangi millete mensup olduğu, ne zamandır dilencilik yaptığı ve sağlık durumu hakkında bilgiler yazıldı   “Dilenci Tezkeresi” almak, zamanla mafyalaşmanın da kapısını araladı  “Dilenci iratçısı” denilen bazı uyanıklar, bir yolunu bularak aldıkları dilenci tezkerelerini dilencilere günlük kazancının büyük bir bölümünü vermek şartıyla sattı  Tarihçi Reşat Ekrem Koçu’nun tespitlerine göre, 8-10 dilencisi bulunan bir iratçı, kiraya verilmiş birkaç dükkanı olan birinden daha çok gündelik gelir elde ediyordu  Dilenciler için sebil kenarları, cami ve mescit önleri, köprü üstleri, zengin konak önleri gibi mekanlar, günlük cironun en fazla olduğu yerlerdi  İzni olan dilenciler bile buralarda dilenmek için halk arasında “Dilenci Şerefiyesi” denilen rüşveti, bekçilere ve belediye çavuşlarına vermek zorunda kalıyorlardı   Evliya Çelebi’nin verdiği bilgiye göre, 17  yüzyılda dilenci esnafına bağlı 7 bin kişi vardı   DİLENCİ TÜRLERİ Dilencilik özünde “el açıp, para istemek” olarak gözükse de farklı dilenci türleri vardı  Tamamı İstanbullu olan ve dilencilerin en şereflisi kabul edilen “Iskatçılar” özellikle mezarlıkların etrafında dilenirdi  “Yaprak dökümü” dedikleri birinin öldüğü günler, ekmek paralarının çıktığı zamanlardı  Ölüm üzerine geniş bir edebiyat da geliştiren bu dilenciler, ıskat paralarının dağıtıldığı anları dört gözle beklerdi   Sebillerin önünü mesken tutan “Sebilciler” için de günlük su ihtiyacını temin etmek amacıyla her gün su başına giden yüzlerce İstanbullu önemli bir kazanç kapısıydı  “Kasideciler” ise sesine güvenen dilenciler arasından çıkardı  Bunlar, ezan vakitleri acıklı sesleriyle insanı sadaka vermeye teşvik eden ilahi ve kasideler okuyarak, sokak aralarında dolanırdı   “Kabakçı” denilen Sudanlı zenci dilenciler ise mevsimlik işçiler gibi çalışır, Mayıs ayından kış aylarına kadar dilenirdi  “Kabakçı”lar için kış mevsimi safa sürme zamanıydı  Dilenmeye başlayacakları 1 Mayıs günü büyük bir şenlik düzenler ve kabaklarıyla sokakları dolanırlardı   Bunların dışında dilenciliği meslek olarak değil, nefsi terbiye etmek için yöntem olarak gören çeşitli dini zümreler de farklı bir dilenci grubunu oluştururdu  “Keşkül-i fukara” denilen bir çanakla dolaşan bu dilenciler, tüm kazançlarını akşam bağlı bulundukları tekkelere götürürdü ama bazıları bunu dini boyutlarından tamamen uzaklaştırdı  Özellikle Kalenderiler ve bazı medrese talebeleri halktan zorla para toplar hale geldi   Dini hüviyetlerini öne çıkararak dilenen bir başka grup ise Araplardı  Araplar, akşam üzerleri sokaktan geçenlere bir limon veya nar gibi ürünler uzatarak fiyatının bir kaç katı para isteyerek dilenirdi   İSTANBUL’A MAHSUS ‘GOYGOYCULAR’ “Goygoy” veya “Hoygoycular” olarak adlandırılan dilenciler de İstanbul sokaklarında boy gösteren başka bir dilenci grubuydu   Osmanlı Devleti’nin son dönemine kadar varlıklarını devam ettiren Goygoycular, Muharrem aylarında ortaya çıkardı  Teşkilatları gereğince 6’şar kişilik gruplara ayrılan ve birbirlerini omuz başlarından tutarak tek kol nizamında yürüyen “goygoycular”, başlarında yemeniden bir sarık, sırtlarında bezden cübbe, ellerinde değnek, ayaklarında yarım bir pabuç, yarım mest, omuzlarında ortasından bölünmüş biri önde biri arkada iki ağızlı beyaz bez torbalar asılı gezerdi  “Goygoycular”ın topladığı erzak, Şehzade Camii’ndeki karargaha toplanırdı  Muharrem ayının 10  gününden sonra ortadan kaybolan bu dilenciler, o devrin maçsız, sinemasız çocukları için bir eğlence ve hareket kaynağı olurdu  Tarihçi Ragıç Akyavaş, bu orijinal dilenciliğin imtiyazının sadece İstanbul’a mahsus olduğuna dikkati çekiyor   16  YÜZYILDA SAYILARI ARTIŞ GÖSTERDİ 16  yüzyıldan itibaren devletin dilencilerle olan ilişkilerinde değişiklikler görülmeye başladı  Celali isyanının yarattığı terör ortamından kurtulmak için İstanbul’a gelenlerle dilenci sayısı hızla arttı  Dilencilik önü alınması gereken sosyal bir problem olarak görülmeye başladı ve fermanlarla kanunlara aykırı biçimde dilenenler engellenmeye çalışıldı   Dilencilerle ilgili 1567’de çıkarılan ilk fermanda, mezarda dilenmenin önüne geçilmesi istendi  Bir yıl sonra çıkarılan bir diğer fermanda da özellikle İstanbul’da dilencilik eden Araplar’ın takip edilmesi, sokak sokak dolaştırdıkları bazı hasta ve borçluların sırtından geçinenlerin men edilmesi emredildi  Fermanlar üzerine harekete geçen Subaşılar, dilencilerin “Dilenci Tezkeresi” olup olmadığını kontrol etmeye başladı  Tezkeresi olmayanlar ve bedenen sağlam olanlar ya hapsedildi ya da İstanbul dışına sürgün edildi   Kocaeli Sancağı Paşası ile İzmit Kadısı’na 1759 tarihinde gönderilen ve “Cümle azaları tam ve sıhhati yerinde olduğu halde İstanbul’da dilenmekte olan 43 dilenci toplanıp bir kayığa koyularak İzmit’e gönderildi  Her birini farklı işlerde kullanmak üzere köylü ve sanatkar yerine amele ve ırgat olarak dağıtın ve kaçmamaları için gereken tedbiri alın” denilen fermanda, İstanbul’dan sürülen dilencilere ne yapılması gerektiği açıkça belirtildi  Dilenciler ile işsiz, güçsüz takımı 16  yüzyıldan itibaren sadece Osmanlı Devleti’nin değil, Fransa, İngiltere, Hollanda gibi Avrupa devletlerinin de korkulu rüyası olmaya başladı   DİLENCİ KETHÜDALIĞI” DA İŞE YARAMADI Savaş sonrasında İstanbul’a yoğun göç yaşanması, işsiz sayısının da artmasıyla 19  yüzyılda dilencilik “patlamaya hazır bomba” haline geldi  Bunun üzerine idareciler durumu kontrol altına almak için “Dilenci Kethüdalığı” kurdu  Kethüdalığın başına getirilen kahyalar yolsuzluk yapmaya başlayınca bu kurum da beklenen başarıyı sağlayamadı   Osmanlı Devleti’nde İstanbul dilencileri ile ilgili en kapsamlı çalışmalardan biri, 2  Abdülhamid’in 1896’de Darülaceze’yi açması oldu  Ancak sorun darülacezenin açılmasıyla halledilecek türden değildi  Tüm Osmanlı topraklarıyla bağlantılı olan bu sorunu, devletin borç bataklığına sürüklendiği bir dönemde Avrupa’daki gibi iş-evleri açarak çözmek de mümkün olmadı  Böylesi zor şartlar altında üretilen çözüm yolları yamalardan meydana getirilen bir bohça olmaya mahkumdu  2  MEŞRUTİYET DÖNEMİ Dilencilik ve işsiz güçsüz takımı, İstanbul için asıl 2  Meşrutiyet’in ilanı döneminde sorunlara neden oldu  2  Abdülhamit’e jurnallenme korkusunun ortadan kalkması ve af çıkması üzerine dilenciler, her köşe başını işgal etti  Bunun üzerine Meclis-i Mebusan, 10 Mayıs 1909’da “Serseri Kanunu”nu kabul etti   Çalışma gücü varken dilencilik yapanları da “serseri” olarak kabul eden kanun, bu insanların işe alıştırılmaları ve meşgul edilmeleri gerektiğini hüküm altına aldı  Kanun gereği, İstanbul’daki devlet işletmelerinde yer bulunamayan dilenciler, taşrada çalıştırılmak üzere önce vapurlarla İzmit’e gönderildi  İzmit mutasarrıfları, dilencileri gönderecek yer bulamayınca şehir dilenci ve serseri kaynamaya başladı  Bunun üzerine dilenciler çeşitli bahaneler üretilerek tekrar İstanbul’a gönderildi  Taşrada farklı bölgelere gönderilenlerin akıbetleri de farklı olmadı  Taşrada kabul görmeyen dilenciler, işsizliğin artmasına da yol açtıkları gerekçesiyle ilk fırsatta İstanbul’a gönderildi   Osmanlı Devleti zamanında yapılan yasal değişiklikler çok köklü bir geçmişe sahip dilencilik mesleğinin tamamen ortadan kaldırılmasına yetmedi  Günümüzde de dilenciler, Osmanlıdan da miras kalan yöntemlere yenilerini ekleyerek, el açıp para istemeye devam ediyorlar  | 
|   | 
|  | 
|  |