|  08-17-2012 | #1 | 
	| 
Prof. Dr. Sinsi
 | 
				  Felsefenin Dünya Barışına Katkıları Üzerine 
 
              
 Yirminci yüzyıl insanlık târihi açısından çok büyük felâketlerin yüzyılı oldu
  Savaşlar, ideolojik dalaşmalar, ekonomik bunalımlar; vahşî kapitalizmin ekonomik, siyâsî ve sosyâl sömürüsü bu felâketlerden birkaçı  Karamsar bir tablo çizmek istemem; ama sanırım yirmi birinci yüzyıl daha da büyük felâketlere gebe  Hâl böyle olunca dünyâ barışı düşünsel bir odak noktası hâline geliyor ve Felsefe’nin buna kayıtsız kalması da pek mümkün görünmüyor  
 
 İmdi Felsefe’nin dünyâ barışına katkısı üzerinde konuşmadan önce ilk olarak yapılması gereken: dünyâ barışı hakkında, bunu yapmak için de öncelikle barış hakkında düşünmek olsa gerek
  Pekî şu barış da neyin nesidir acabâ? Efendim bana sorarsanız barış: belirli bir durumun adıdır; kendine özgü koşulları ve özellikleri olan belirli bir durumun adı  Pekî nasıl bir durumdur bu? Başka deyişle bu koşullar ve özellikler nelerdir? Bana sorarsanız çatışan güçlerin olmadığı ve adâletin tesis edildiği belirli bir ortamdır  Örneğin birbiriyle çatışan iki kişinin aralarında barış yaptığı söylendiğinde aslında bu kişilerin çatışmayı bıraktığı ve aralarındaki ilişkide adâleti tesis ettiği söylenir  Veya birbiriyle çatışan iki devletin aralarında barış yaptığı söylendiğinde de kezâ bu durum geçerlidir  Örnekleri çoğaltabiliriz; ama buna gerek yok  Ancak tüm bu örnekler bizi hep aynı yere götürür; imdi barış: belirli bir ilişki içinde şu ya da bu nedenle bozulan adâletin yeniden tesis edildiği durumdur  
 
 Pekî adâlet nedir? Ben bu konuda Platon’la hemfikîrim: hakkı olana hakkını vermektir
  Demek ki barışa giden yol: belirli bir ilişkide hakkâniyet esâsını gözetmekten geçiyor  Dolayısıyla hakkâniyet esâsının gözetilmediği bir ilişkide çatışan güçlerin ateşkes hâline geçmesi barışı sağlamıyor  
 
 O hâlde dünyâ barışına giden yol da dünyâ devletlerinin birbirleri arasındaki ilişkilerde hakkâniyet esâsını tesis etmekten geçiyor, bir kez tesis edildikten sonra bunu korumak gerekiyor
  
 
 Pekî bu noktada Felsefe’ye düşen görev ne ola ki? İmdi efendim Felsefe bir nelik araştırması etkinliğidir; bir şeyi tam da o şey yapan şeyin ne olduğunu araştırma işidir
  Öte yandan dünyâ devletlerinin birbirleri arasındaki ilişkilerde hakkâniyet esâsını tesis edecek ve koruyacak kurum da kuşkusuz siyâset kurumudur  Siyâset kurumunun işleyişi de birtakım kavramlara ve ilkelere dayanır; söz gelişi bağımsızlık, özgürlük, eşitlik vb  bu kavramlara örnekken; çağdaş demokrasi, liberal demokrasi, sosyâl demokrasi, muhafazakâr demokrasi vb  de bu ilkelere örnektir  Gerek bu kavramlar gerekse bu ilkeler belirli ideâllere göndermede bulunur ki siyâset kurumu da bu ideâlleri gerçekleştirme mücâdelesinin yapıldığı kurumdur  Ne var ki bu kurumun işleyişi pek çok nedenden dolayı pek çok defâ, bunları gerçekleştirmeye mâni olabilmekte; hem üstelik bu tür faaliyetlere meşruiyet elbisesi de giydirebilmektedir  Söz gelişi özgürlük adına yapılanlar özgürlüklerin daha fazla zarar görmesine neden olabilmekte veya çağdaş demokrasi adına yapılanlar çağdaş demokrasiye zarar verebilmektedir  
 
 İmdi efendim bu gibi konularda Felsefe’nin yapacak olduğu çözümlemelere duyulan ihtiyaç da bu gibi faaliyetlere karşı çıkma çalışmalarının sağlam temellere oturtulmasına duyulan ihtiyaçtan gelir
  Bu bakımdan dünyâ barışına engel olan faaliyetlerin, hakkında olduğu sanılan ideâllerle ilişkisini kesmek ile bu kavram ve ilkelerin neliklerini ortaya koymak da dolayımsız bir ilişki içindedir  Felsefe’nin dünyâ barışına katısı da bu dolayımsız ilişkiden gelir 
 | 
	|  |   |