Prof. Dr. Sinsi
|
Sokratese Göre Bilgelik , Erdem Ve Adalet
Sokrat'ın ahlâk felsefesi: Sofistlerin kuşkuculuğu, yavaş, yavaş her türlü ahlaksal kayıtları da yıktığı halde, Sokrat, bunlara karşı bir tepki (reaction) olarak bilimle ahlâkı da birleştirdi Ona göre, hayır (iyi) bilindiği andan itibaren direnilemeyecek bir surette irade ve zihne hükmeder Tüm insanlar, zorunlu olarak kendi büyük hayır ve mutluluklarını isterler Yapılmakta olan özel birtakım eylemler, bu genel amaca ulaşmak için birer aracıdan başka bir şey değildirler Şu halde bireyin (fert) en büyük hayrı, hayır' ın kendisidir Bu gerçeği bilmek, onu yerine getirmek için yeterlidir Her erdem, bir bilimdir; şerri işleyen insan, işlediği amaç için gereken aracıyı seçmekte aldanan adamdır Kötü insanlar istediklerini gerçekten yapamayanlardır; ve yapmış oldukları şeyler de, kendileri için iyi ve hayırlı görünen şeylerdir
Sokrat, "Bilgeliği, bilgece gidişten (conduite) ayırt etmez Gerek güzel ve hayırlı olan şeyleri bilip bunları işleyen ve gerek utandırıcı şeyleri bilip de işlemeyen insan gerne erdemli ve bilgedir" der Ona: "Yapılması gerekeni bilip de aksini yapanlar bilge midirler''" diye sormuşlar Cevap olarak demiştir ki: "— Onlar, izansızlardan daha az bilgisiz değildirler Öyle sanıyorum ki, tüm insanlar, işe yarayacak şeyler arasından, bir şevi kullanmak istedikleri zaman en yararlı olanı tercih ederler Şu halde kötü hareket edenler, gidişlerinin ne bilgini, ne de hâkimidirler Adalet ve tüm diğer erdemler bilimdir Zira adalet ve erdemin oluşturduğu şeyler, güzel ve iyi şeylerdir Bunları bilenler, bunlardan başka bir şey yapamazlar"
Şu ifadeler de gösteriyor ki Sokrat, insan özgürlüğünün bilime bağlı olduğunu sanmaktadır Daha doğrusu, bu özgürlüğü inkâr etmektedir Yani, ona göre: Erdem bir bilimdir; ve erdem bir başkasına öğretilebilir (Eflatun, Protagoras)
Sokrat, bu düşünceden, iyi yapabilmek için, iyi düşünmek gerektir, gibi adi bir anlam çıkarmıyor; bilgi ile eylemin birbirine bağlı olduğunu kabul ediyor Zira, gerçekten iyiyi bilenler, iyiyi yapmanın kendi çıkarları gereğinden olduğunu ve onu yapmak için istemek gerektiğini anlarlar İrade, akla aykırı hareket edemez O, aydınlatıldığı zaman daima doğru hareket eder Onun yaptığı bazı sapmalar, şaşırmalar ancak zihnin yaptığı yanılmalardır Descartes da bu düşünceyi bilgi ve usul bakımından benimsemiştir
Bireyin çıkarı, genelin çıkarına bağlıdır Ona göre hayır, ne hazdır, ne de bireylere göre değeri değişen onur ve zenginlik gibi bir şeydir Belki istisnasızca tüm insanların kutladıkları ve hepsinin iyi ve güzel diye ilân ettikleri, daima evrensel olan itidal ve adalet gibi bir şeydir Hayır, böyle olunca, pek yüksek bir yararı da ilân ettikleri zaman, örneğin, zenginlik gibi birine yararlı ise, diğerine zararlı olabilir veya bir diğerinin zararı ile elde olunabilir Oysaki adalet, böyle değildir O, kayıtsız ve koşulsuz bir hayırdır
Şu halde erdem ve hayır, kendisine çıkarı rehber yapan kimselerin iradesine egemendir Sokrat, namuskârlığı, yararlıdan ayırmak yanılgısına düşen insanı, cehennem tanrılarına adamıştır
Hayır, yararlı olunca, ahlâkın amacı da mutluluk olur Fakat, mutluluğun kendisi de erdeme dönüştürülebilir Ona göre mutluluk; aracısız bir surette erdemde gerçeklenebilir
SOKRATES’ E GÖRE MUTLULUK VE AHLAK
Akıl, bizi, serveti ve tanrıların süreksiz lütfunu anlatan dışsal çıkarlar ve fırsatları hor görmeye yöneltmiştir Akıl, mutluluğu, adi hazları terk etmeyi içeren kutsal bir sevinç gibi kabul etmemizi sağlar
Bundan, pek yüksek bir anlam olmak koşuluyla mutluluğun, kendisine inananları hiç aldatmadığı ve mutlu bir yaşama ulaşmak için biricik aracının gene bir bilimden ibaret olan erdem olduğu sonucu çıkar Erdem, hayrın hem nedeni, hem de genel bilimidir Diğer erdemler ise, her biri bir başka cins iyinin tikel bilgisini kapsayan yargısı içindedir Böylece, ılımlılıkla gerçek iyinin bilinmesi, haz adı verilen sahte iyiye karşı gelmiş olur Görünüşteki (zahirî) serleri doğru takdir etmekten korkmamak gerektir Hastalık ve ölüm gibi kaçınılması gereken gerçek şerler de adaletsizlik türünden olanlardır Nihayet, "Adalet demek, gerek tanrılar ve gerek insanlar tarafından kurulan kanunların yasakladığı ya da izin verdiği şeyleri bilmek demektir"
Eğer mutlulukla erdem birbirine karışıyor, bu itibarla da hiç kimse isteyerek kötülük yapmıyorsa, bunun nedenini Tanrısal güçte aramalıdır Yani, Sokrat' a göre, iyinin kaynağı sofistlerde olduğu gibi, uylaşımlı, keyifsel ve bireysel tutkular değil, akıldır
Görülüyor ki, Sokrat' da ahlâk, amacı iyi ve iyilik olan bir düşüncedir Nasıl kendi kişisel ilişkilerimizde akla uygun olanı uygun olmayana yeğ tutarsak, öylece de, iyiyi kötüye yeğ tutabilmeliyiz Yani, düşüncelerimizle eylemlerimiz yekdiğerine uygun olmalıdır Bunda amaç, genel iyinin, özel iyiden üstün olduğunu kabul etmekten ibarettir Bir insan, hiç bir zaman bile bile kötülük yapmaz Şer, iyinin algılanmamasından (idrak) doğar Yani kötülük, daha iyiyi düşünememekten doğar Esasen hiç kimse isteyerek kötülük yapamaz Zira bu suretle kötülük yapan kimse, iyiliği bilmiyor demektir Yani, iyiliği bilen kötülüğü yapamaz
Aynı zamanda, herkes kendi iyiliğini ister Eylemlerimizin ahlaksal başlangıcı budur Bu nedenden kendimizi en çok memnun edecek ve kendimize en yararlı olan iyilikleri tercih ederiz Bizim için iyi olan şey ise herkes için de iyidir Çünkü, iyinin en büyük özeliği (hassa), bulaşmak (sirayet) ve kaplamaktır (şümul)
Sokrat'a göre bu düşünceden iki sonuç çıkar: Biri şahsımıza, diğeri başkalarına karşı olan ödevlerdir
Şahsımıza ait olan ödevlerde, kanaat ve ılımlılık esastır Buna uymayanlar, başkalarına karşı da ödevlerini yapmamışlar demektir Zira, başkalarına karşı olan ödevlerimizin esası da adalettir Kanaat ve ılımlılık ise, haksızlığa engel olur O, bizi, zorunlu olarak adaletli yapar Asıl sorun, iyiyi bilmek ve iyide mutluluk olduğuna inanmaktır Tüm yanılmalar ve kötü hareketler, bilgisizlikten ve kötülüğü iyilik sanmaktan doğarlar
Sokrat' ın ahlâkı şu altı esasta toplanabilir:
1 Kendimizi bilmek suretiyle elde edebileceğimiz erdem
2 İrademizi erdeme bağlamaktan, ayırmaktan doğan cesaret
3 Duygularımızla irademizin bağlanmasından ve birbirine uymasından doğan dayanma (tahammül)
4 Kendi cinsimizden olanlara karşı ilişkilerimize ait eylemler, yani hak
5 Tanrı ile birleşen irade, yani din
6 Kaynaklarını Tanrısal emirler oluşturan kanunlara uyma
Bu esaslara göre mutluluk, gerçek erdeme bağlanmakta ve ödev ise, iyiyi işlemektedir
SOKRATES’ İN TANRI ANLAYIŞI
Sokrat, bu âlemde insanları yöneten iki kanunun varlığına inanmaktadır Biri: Devlet kanunları, diğeri Tanrısal kanunlar
Bu ikincisi, gizli ve aşikâr her hareket ve faaliyeti izler Birincisi, bilinen kötülüklerin gene insanlar tarafından cezalanmasını emreder Bunlar, ne kadar hatalı olsalar da, onlara saygı duymamak ve itaat etmemek de o kadar hatalıdır Oysaki en soylu kanunlar, Tanrısal olanlardır Bunlar, hem doğaldır; hem de akılsaldır, hem de aklın kendisidir Ve Tanrı, bunları her şeyden önce kurmuştur
Sokrat bir gün Hippias'a soruyor: "— Yazılmamış olan kanunları biliyor musun? — Evet, tüm ülkelerde birbirine benzeyen ve konuları da özdeş olanlarını tanıyorum — Bunları insanların oluşturduğunu söyleyebilir misin? — Bu nasıl mümkün olabilir ki, insanların tümünü bir araya getirmek olanaksızdır Ve hepsi aynı dili konuşmazlar — Şu halde senin düşüncene göre, bunları kim yapmış olabilir? — Bana öyle geliyor ki, bu düşünceyi insanlara tanrılar ilham etmiştir Zira, tüm insanlarda ilk kanun, tanrılara saygı duymak-" tır" (Xenophon: Memorables)
Şu halde yazılmamış kanunlar, tümel bir karaktere sahiptir; Tanrısaldır; onun yaptırımı da Tanrısaldır Gerçekten tanrılar tarafından konulan kanunlara saldıranlar, insanların hafifletmesine olanak bulunmayan cezalara çarpılırlar Oysaki, insel kanunları çiğneyenler,; saklanmak suretiyle çoğu kez cezadan kaçar ve kurtulurlar
Sokrat bu suretle sofistlerin doğal ve olumlu kanunlar arasına koydukları farkı açık ve akılsal bir surette tesis eder Ve onlar, kanunları yıkmaktan başka bir amaç gözetmedikleri halde, Sokrat, yazılı kanunları da Tanrısal kanunlardan çıkarmak suretiyle yüceltir ve güçlendirir Çünkü, ona göre, sonradan konmuş olan kanunlar, Tanrısal kanunlardan çıkar; onlar da evrensel zekâdan bir parça olan özel zekânın, yani toplumun bir eseridir
Her şeyde esasın Tanrı korkusu olduğunu bilen insan, bu ahlâkın amacına ulaşmış olur Şu halde, erdemin bir esası da ibadet ve takvadır Tanrı' yı düşünmek, yüce iyiliği düşünmektir En yüce iyilik, ibadetten önce gelen vatanın kanunlarına saygı duymak ve itaat etmektir
|