Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Biyografiler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
1873, 1936, akif, ersoy, mehmet

Mehmet Akif Ersoy ( 1873- 1936 )

Eski 05-02-2008   #1
[KAPLAN]
Varsayılan

Mehmet Akif Ersoy ( 1873- 1936 )



MEHMET AKİF ERSOY
( 1873- 1936 )



Yirminci yüzyıl ideal Müslüman'ı
Şiirde, Türk edebiyatına yeni bir fasıl açan şair Büyük vatansever, ince bir fikir adamı, faziletli vatandaş İnançlarına hayatını, hayatına inançlarını koymuş örnek sanatçı Aruz veznini mahalle kahvesi konuşmalarına kadar her yerde başarı ile kullanan nazım ustası Mehmet Akif Ersoy, 1873'de İstanbul'da doğdu

Babası, Fatih dersiamlarından "İpekli Hoca" diye bilinen, Tahir Efendi'dir Aile içinde etraflı bir din eğitimi görmüştür Babasından ve başka hocalardan din dersleri, Arapça, Farsça dil dersleri aldi Ayrıca Fransızca öğrendi Fatih Rüştiyesi ve İstanbul İdadisi'nde okudu Daha sonra, Halkalı Baytar Mektebi'ne girip burasını da bitirdi İlk memuriyeti Orman ve Ziraat Nezareti'ndedir

İLK ŞİİRİNİ İSTANBUL IDADİSİ'NDE OKURKEN YAZDI
İstanbul İdadisi'nde okurken, ilk şiirlerini yazdı Bu okulda hocası, ünlü şair Muallim Naci'dir Bu büyük nazım ustasından Mehmet Akif çok yararlanmış ve derslerinden aldığı bilgilerle şiirde kendisini aramıştır Muallim Naci, bu yetenekli öğrencisi ile ayrıca ve şahsen ilgilenmiştir "Bu çocukta gördüğüm cevheri, kimsede görmedim" diyordu

Baytarlık görevi ile Osmanlı İmparatorluğu'nun birçok bölgelerini gezdi Anadolu'da, Rumeli'de, Suriye'de bulundu 1908 devriminden sonra baytarlık mesleğini bıraktı Bundan sonraki hayatı, İslâmiyet'in gelişmesi ve çağdaşlaşması için çalışmak, şiir yolu ile Osmanlı aydınını etkilemek, çatırdayan ülkenin çöküşünü engellemek için her vasıtaya başvurmakla geçti İstanbul Üniversitesi'nde ve Halkalı Ziraat Okulu'nda edebiyat dersleri verdi Günün tanınmış dergilerinden "Sırat-ı Müstakim" ve "Sebilü’r-Reşad'da manzumeler, şiirler, yazılar yazdı
Mehmet Akif, Osmanlı İmparatorluğunun İslâmiyet temelleri üzerinde yükselerek kurtulacağına ve yaşayışını sürdüreceğine inanıyordu Ancak İslâmiyet'in de çağdaşlaşması, bilimle güçlenmesi gerekirdi Bu inanç yolunda fikirlerini yaymak için, yazılar yazdı, camilerde vaazlar verdi, sohbetler yaptı

Birinci Dünya Savaşı içinde Almanya'ya gitti Batı uygarlığını ve yarattığı hayat biçimini gözleri ile gördü Dönüşte, "Berlin Hatıraları" adı altında uzun bir manzume ile izlenimlerini anlattı Gezi edebiyatımızda büyük yeri olan bu manzumesinde Mehmet Akif, Batı uygarlığı ile İslâm dininin kolayca bağdaştırılabileceğini savunuyor ve uygarlığın, İslâm ahlâkı ve gelenekleri üzerinde daha kolay ürün verebileceğini anlatıyordu

Savaş içindeki Osmanlı Devleti'nin, Arabistan'da başlayan milliyet cereyanları ve bağımsızlık istekleri karşısında bazı sıkıntıları vardı O günün istihbarat örgütü olan ‘Teşkilat-ı Mahsusa’nın başında bulunan Kuşçu Eşref, Necid Emiri İbnürreşid'in yola getirilmesi için, Mehmet Akif'in Necid'e gitmesini teklif etti Birlikte yola çıktılar

ÇANAKKALE ZAFERI'NDEN SONRA «ÇANAKKALE DESTANI»NI KALEME ALDI

Necid’e giderken, evinin geçimi için bir miktar altın vermek isteyen Kuşçubaşı Eşref'e, Akif'in verdiği cevap onun ne çeşit bir vatansever olduğunu ortaya koyar; "Bırakınız altınları Eşref Bey” demişti, “biz hizmetimizi altınla kirletmeyelim"

Necid çöllerinin amansız güneşi altında bin zahmetle yapılan seyahat sırasında, Çanakkale savaşlarının zaferi haberi, kendilerine ulaştı Mehmet Akif, Çanakkale Zaferi'nden öylesine bir heyecan duydu, öylesine bir şükran duygusu ile doldu ki, çadırının önündeki kumda secdeye vardı ve ellerini Allah'ına açarak gözyaşları içinde dua etti Kuşçubaşı Eşref, sabahleyin Mehmet Akif'i uyandırmak için çadırına girdiği zaman, titrek bir mumun ışığında şairin hâlâ birşeyler yazmakta olduğunu gördü ve sabaha kadar gözünü kırpmadığını öğrendi Necid Çölü'nün bir uzun gecesinde, "Çanakkale Destanı" yazılmıştı

"Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın!
Gömelim, gel seni tarihe desem, sığmazsın!"

Bu gezisi sırasında Hz Peygamber'in türbesini de ziyaret etmek fırsatını bulan şair, "Necid Çöllerinden Medine'ye" adlı uzun şiirle izlenimlerini manzum olarak dile getirmiştir

İSTİKLAL MARŞIMIZI YAZDI
Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik çıkmamız ve Mondros Mütarekesi'nin imzalanması, Mehmet Akif'i can evinden vurdu "Üç bin yıldır hür yaşamış ve medeniyet öncüsü olmuş bir millet kefenlenemez! Buna kimsenin gücü yetmeyecektir" diyor, bütün gücü ile savaşını sürdürüyordu Anadolu'ya geçti Birinci Büyük Millet Meclisi'ne Burdur Milletvekili olarak katıldı Meclis Başkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın ve milletvekili arkadaşlarının ricası üzerine "istiklâl Marşı"mızı yazdı:

"Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak
O benimdir, o benim milletimindir ancak"

1 mart 1921 tarihli Büyük Millet Meclisi celsesinde Akif'in yazdığı marş, Hamdullah Suphi tarafından kürsüde okundu ve "Milli Marş" olarak kabul edildi

Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Akif Mısır'a gitmiş ve bir dostunun (Abbas Halim Paşa) Kahire çevresindeki Halvan Köyü'nde 11 yıl yaşamıştır Yurda döndüğü zaman "Mısır'da 11 yıl yaşadım Fakat daha 11 gün yaşasaydım, herhalde çıldırırdım" diyordu 1936 haziranında yurduna dönmüştü Aynı yılın 27 aralık tarihinde gözlerini hayata yumdu Bir resminin arkasına şu kıtayı yazmıştı:

"Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince
Günler, bu heyulayı da er geç silecektir
Rahmetle anılmak Ebediyyet budur amma,
Sessiz yaşadım, kim beni nerden bilecektir"

Mehmet Akif, sessiz yaşadı ve sessiz öldü Fakat büyük sanatkâr, büyük insan, büyük vatanseverin şiirlerine ve hayatına koyduğu ölümsüz uğultu, Türk milleti ile birlikte yaşamaya devam edecektir

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Mehmet Akif Ersoy ( 1873- 1936 )

Eski 01-14-2010   #2
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Mehmet Akif Ersoy ( 1873- 1936 )







HAYATI

Fatih’te Millet Kütüphanesi’nin bitişiğindeki Ahmet Emin Efendi Sokağından Kıztaşı’ na doğru inerek ve Sa- rıgüzel’e doğru ilerleyerek Sari Nasuh sokağına vardınız mı, Fatih yangınında kül olan ve bu gün meçhul bir şahıs tarafından ekildiği göze çarpan bir arsa ile karşılaşırsınız Mehmed Akif ’in doğduğu ev, burada idi Bu ev Akif’in annesi Emine Şerife Hanım’a aitti, Hala da Akif’in veresesi ile hemşiresi Nuriye Hanımın ‘ ın uh desindedir



AKiF’iN VALiDESİ

Akif’in doğduğu sırada bu ev yedi sekiz odalı, beşyüz arşın bahçeli bir konakcıktı ve bu konakcık, Akif’in annesine, ilk kocası Şirvan’li Derviş Efendi’den kalmıştı
Akif’in annesi Emine Şerife Hanım aslen Buhara’lıdır Bizzat Akif’in ona dair verdiği malumata göre bundan bir buçuk asir kadar evvel Hekim Haci Baba isminde bin, Buhara’dan Anadolu’ya gelerek, Boyabat’ta evlenmis, sonra karısını alıpTokat’a gitmis ve orada yerlesmisti Akif’in anneannesi, bu ana babadan Tokat’ta dünyaya gelmişti Akif’in anneannesi, evlenme çağına gelince Buhara’dan gelen tacir Mehmed Efendi’ ye varmış ve annesi bu izdivacın mahsülü olmuştuAkif’in annesi, hem baba tarafından, hem ana tarafından Buharalı’dır Fakat kendisi Anadolu’da doğmuş ve büyümüş- tür Akif’in annesi, Tokat’ta yetiştikten sonra Şirvan’lılardan Derviş Efendi ile evlenmiş, sonra ko- casıyla birlikte Amasya’ya, daha sonra İstanbul’a gelerek Sarıgüzel’deki evine yerleşmişti

Şerife Hanım’ın Derviş Efendi’den iki erkek, bir kız çocuğu doğduysa da, erkeklerin vefatından sonra babaları da rahmet-i Hakk’a kavuşmuş ve Şerife Hanım genç yaşta dul kalmıştıAkif’in baba sı, Mehmed Tahir Efendi, bu sıralarda ona talip olmuş ve onunla evlenmiştiEmineŞerife Hanım tam manasıyle, Islam Türk kadını idi Sağlam bünyeli, sağlam seciyeli, anlayışlı, tecrübeli ve derin görüş lü bir kadındı İtikadı bütün bir Müslümandı Beş vakit namazını ihmal etmez, ibadetlerin den haz duyar, itikatlarini yaşar, feragat ruhunu canlandırır, iyilik etmekten, iyilik etmek için koşmaktan bahti yarlık duyar, ince hisli, yüksek ruhlu bir insandı

Emine Şerife Hanım İpek’li Tahir Efendi ile evlendikten sonra, ilk kocasının son yadigarı olan kızını da kaybetmiş, fakat Şerife Hanım bu acıya da tahammül ettikten sonra, Akif’i doğurmuş, bu oğlu nun doğması ona en büyük teselliyi vermiş ve geçen matemlerini unutturmuştu


AKiF’iN BABASI

Akif’in babası Mehmed Tahir Efendi, Fatih dersiasamlarındandı Kendisi Ipek’in Şusişe köyündendi ve Nureddin Ağa’nın oğlu idi Tahir Efendi, Ipek’te biraz okumuş, sonra İstanbul’a gelmiş, Yozgat’lı Mahmut Efendi’den ders görmüş ve icazet almıştı Onun Şerif Efendi’den mücaz olduğunu da, eski Diyanet İşleri Reisi Profesör Şerafeddin Yaltkaya söylemiştiYani İpek’in köylüsü,ve Akif’in (ASIM) adlı eserinde, Köse İmam’ın Mübalağalı diliyle anlattığı vechile, (ümmi, yarıvahsi adamın oğlu, kendi sa’yü gayretiyle, kendi sebat ve ikdamıyle büyük bir gayeyi gerçekleştirmişti: Çünkü 0 zamanın telakkisine göre ilim Fatih’te idi ve Fatih müderrislerinden olmak,gıptaya değer bir gaye idiİlim, Fatih’ ten öteye, mesela şehzadebaşı’na veya Beyazıd’a inmeye tenezzül etmezdi Buralara ancak ilmin serpintileri varolabilirdi İlmin asılkaynağı ise Fatih’te idi Bu telakkiyi göz önünde tutacak olursak, Ipek’in köylüsü ünmi, yarı vahşi bir adamın oğlu olarak İstanbul’a gelen, hiçbir hamisi bulunmayan ve yalnız kendi emeğine, kendi gücünene ve kendi seciyesine güvenen Tahir Efendi’nin Fatih Mü derrisliğine yükseldiği günü, hayatının en bahtiyar günü saymak icap eder Çünkü Ipek’in köylüsü, verese-i enbiya (nebilerin varisi) makamına ermiş ve köyünden çıktığı gün tasarladığı gayeye var mıştı Kuvvetli bir adam olduğu muhakkaktı


Tahir Efendi’nin arkadasları arasında şöhreti, onun seciyesi hakkında bize mühim bir ipucu veriyor cünkü aynı adı taşıyan Tahir’lerden ayırt edilmek için Temiz Tahir Efendi)) diye anılıyordu Demek ki tahsil için medresede geçirdiği seneler sırasında temizlik ile temayüz etmişti Medrese hayatında temizlik ile temayüz etmek ise kolay bir iş değildi Çünkü bu temizliği, bizzat temin etmek ve onun icap ettirdiği bütün zahmetlere doğrudan doğruya katlanmak zarureti vardı Üstünü başını yıkamak, velhasıl temizliği bütün zahmetlerine katlanmak lazımdı Tahir Efendi, bunların hepsini yaptı işin arkadaşları arasında temizliğiyle temayüz etmis ve sonuna kadar Temiz Tahir Efendi diye tanın mıştır Ihtimal ki, onun Emine Serife Hanımla evlenmesini kolaylaştıran en bellibaşlı sebeb bu adın dan kazandığı söhrettirÇünkü Emine Serife Hanım da her inanışıyla temiz bir kadındı ve karı koca her bakımdan birbirlerine denktiler


AKİF’İN DOĞUMU:


Tahir Efendi ile Şerife Hanımın evlenmelerinin ilk semeresi, Mehmed Akif’ti Akif Hicretin 1290 (1873) yılında, şevval ayında demin tarif ettiğimiz evde doğdu Babası, ebced hesabıyle Ragiyf ismini vermistirEv ve mahalle halkı bu ismi anlayamamış ve onu Akif’e çevirmiştir Yalnız Akif’in babası onu ((Rağıyf)) diye çağırmaya devam etmiştir


AKİF’İN TAHSİLİ:






Merhum Akif, tahsil hayatı hakkında şu malumatı veriyor:
Ilk tahsile Emir Burhan mahalle mektebinde ve dört yaşmda başladım Hocamı şahsen hatırlarım; fakat ismini hatırlyamıyorum Burada iki sene kadar bulundumFatih’te muvakkithanenin yanıbaşındaki iptidai mektepte ilk tahsile devam ettim Bu mektep, Maarif Nezaretine bağlı bir mektepti Birçok hocaları vardı Hem bu mektebe gidiyordum,



hem de pederim bana yavas, yavaş Arapça okutuyordu Bu mektebe sene devam ettim(Rüşdiye mektebim, Fatih’te Otlaklı Yokuşunda bulunan Fatih Merkez Rüşdiyesi’dir) Buradaki muallimlerinden hatırladıklarım, başmuallim Hoca Süleyman Efendi, ikinci muallim Mustafa Efendi, üçüncü’ muallim Hafız Osman Efendi Diğer hocalar seyyar idiler Bu seyyar hocalarin en mühimi, son sınıfta kendisinden Türkçe okuduğum Hoca Kadri Efendi’dir Hoca Kadri Efendi, Abdühamit devrinin hürriyetperver şahsiyetlerindendir 0 devirde evvela” Mısır’a kaçtı Orada Kananu Esasi gazetesini cıkardı Sonra Paris’e gitti Paris’te Harbi Umumi ortalarına kadar yaşadı İlmen ve ahlakan cok yüksek bir zattı Aslen Hersek’lidir İngiliz Kerim Efendi’den, Hoca Tahir Efendi’den okumuş; Arapçası, Farsçası çok kuvvetliydi Fransızca da öğrenmis, Paris’te ilerletmisti Bu zat lisan itibariyle üzerimde çok müessir oldu 0 kadar yüksek bir adamın alelade bir nasihati bile tesir yapar

Rüşdiye tahsiline devam ederken babamndan yine Arapça okuyordum ve iyice ilerlemiştim Seviyem, mektep programından cok yüksekti Babam, o zamanın usulünü ve kitaplarını takip ediyordu Mektepte okunan Farisi ile iktifa edemezdim Fatih Caminde ikindiden sonra Hafız Divanı gibi, Mesnevi gibi muhalledatı okutan Esad Dede’ye devam ederdim Rüşdiye tahsilinde zaten en çok lisan derslerine temayülum vardı Dört lisanda (Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızca) birinci idim ve şiiri cok severdim okuduğum şiir kitabi Fuzuli’nin Leyla” ve Mecnun’ u dur Babam, bu temayülüme ses çıkarmazdı

Rüştiyeyi bitirince, pederim, meslek ve mektep tercihini bana bıraktı Ben de 0 zaman parlak bir mektep olan Mülkiye’yi tercih ettim 0 vakit Rüşdiye’den Maliye ‘ye talebe alınırdı, fakat benim Rüş diye’den çıktığım sene Mülkiye teşkilatı ta dahil olundu Beş senelik tahsil ikiye ayrıldıÜç senelik idadi, Iki ahi senelik kısım Rüşdiye’den çıkınca bu teşkila’ta gö’re Mülkiye’nin idadi kısmına girdim Üç sene sonra şeha”detname aldım Ahi kısmına geçtim Ahi kısmın birinci sınıfına devam ederken pederimin vefati, sonra yegane varlığımız olan evimizin yangını üzerine zaruret içinde kalmıştım Iki sene sebat edip Mülkiye’yi’ bitirmek kabildi


Lakin 0 aralık mezunlara ya bir vazife verilemiyor, yahut onları gayet cüz’i bir maaşla istihdam ediyorlardıBu sırada, ilk defa olarak Mulkiye Baytar (Veteriner) Mek-tebi ihdas olundu Birkaç arkadaş Bu mektep yenidir, çıkanlara memuriyet verecekler diye Mülkiye’yi terk ettik, yeni mektebe girdik 0 zaman Baytar Mektebi iki sene gündüz, iki sene gece ci olmak üzere dört senelikti Biz gündüz kısmını bitirince Halkalı’ dan leyli kısmına geçtik Baytar Mektebi’nde yine en cok lisan derslerinde iyi idim şiirle iştigalim Baytar Mektebi’nin son iki senesinde hızlandı çok manzum parçalar yazdımSonra bunlann hepsini imha ettim Alakamı artırmak için orta ve yüksek tahlisilde yeni bir müessir çıkmnamış; eski temayülüm inkişaf etmiştir Baytar Mektebi’nde hocalarımızın coğu doktordu Bunlar hem mesleklerinde yüksek, hem dini satabet erbabı idiler Bunların telkinleride dini terbiyem üzerinde müessir olmuştur Iclerinde bakteriyoloji muallimi Rıfat Hüsameddin Paşa gibi kıymetli hocalarımız vardı Baytar Mektebi’ni birincilikle bitirdim


MEMURİYET HAYATI

Akif, memuriyet hayatina girişini şu şekilde anlatıyor
Mektepten çıkıncaca, beni ve benden sonra gelen ikinciyi – ki Simon Efendi isminde bir Ermeni genciydi Ziraat Nezareti Umur-u Baytariye Şubesinde alıkoydular, yedi yüz elli kuruşluk bir memuriyete tayin ettiler



Vazife merkezi Nezaret olmakla beraber, dört sene kadar Rumeli’de, Anadolu’da, Arabistan’da sari hayvan hastalıkları işi üzerinde hayli dolaştım Köylü ile de bu müddet zarfında gayet sıkı temas ettimAkif, memuriyet dolayısıyle, Rumeli’de dolaştığı sırada Ipekteki akrabasıyle temas etmek üzere bu taraflara uğradı ve amcalarından birkaçını buldu Bunlar onu izaz etmişler ve amca oğullarından Fazil Efendi namında biri istanbul’a gelerek medreseye yerleŞmek istediğinden, Akif, Istanbul’a döndükten sonra onu getirtmiş ve medreseye yerlestirmiştiAkif’in memuriyet hayati 1893 ten başlar ve 1913 tarihine kadar devam eder 1913 te memuriyetinden istifa ettiği zaman, Umur-u Baytariye Müdür Muavini)> idi Bir taraftan da Halkalı Ziraat Mektebü’nde kitabet ve Darulfünun (üniversite) de edebiyat dersleri veriyordu Balkan Harbinden sonra Ziraat Nezaretindeki memuriyetinden ve Darülfünun’dan istifa etmiş, yalnız Halkalı’daki vazifesine devam etmişti


EVLENMESİ

Akif, 1314 senesinde Ismet Hanım’la evlendi Ismet Hanım Tophane-i Amire veznedarı Mehmed Emin Beyin ve Hamdi Efendi kizi Hasibe Hanımın kızıdır Mehmed Emin Bey, hali vakti yerinde kibar ve değerli bir adamdı Hırka-i şerif’teki konağı Veznedar Konağı diye maruftu Akif’le Ismet Hanımın düğünleri bu konakta yapılmış, karı koca bu konakta bir ay kadar yaşamışlar, daha sonra kendi evlerine, yani Emine Serife Hanım’ın, yangından sonra muceddeden inşa olunan evine geçmisler ve izdivaclarının ilk yılında birinci çocukları olan Cemile doğmuştuİsmet Hanım, tam manasıyla kibar bir istanbul kızıydı Alımlı, derin duygulu, ince ruhlu, zeki ve görgülü bir kadındı Akif’le evlendikten ve cocukları doğduktan sonra, Şerife Hanımın küçük evi aileye dar geldiğinden, karı koca bu evden ayrılmak zorunda kalmışlar ve İstanbul’un muhtelif semtlerinde ikamet etmişlerdir Merhum Akif, İstanbul’da ikamet etmediğim bir semnt kalmadı diyerek sık sık ev değiştirdiklerini anlatırdı

İsmet Hanım, ilk çocuğu olan Cemile’yi doğurduktan sonra; Feride’yi, sonra Suad’ı doğurmuş, daha sonra sıra erkeklere gelmiş, evvela Ibrahim Naim’i doğumuşsa da bu çocuk bir bucuk yaşında ölmüş daha sonra Emin ile Tahir’i doğurmuştur; Akif’in bütü’n hayatında ona eş ve can yoldaşı olmuş ve evlilik hayatları kırk sene kadar devam etmiştir
İsmet Hanım Akif’in 1936 da vefatından sonra 1944 senesinin 19 nisan günü akşam üzeri vefat etmiştir


ÇALIŞMALARI

Akif tahsil hayatı sırasında mektepte öğrendikleriyle kanmıyarak, mektep dışında ve evinde de çalısarak tahsilini tamamlamaya bilgisini genişletmeye uğraştığı gibi, memuriyet hayatına geçtikten sonra da resmi vazifelerini ifa ile iktifa etmedi Resmi vazifelerini yaptiktan başka, muallimlik ederek ve şiir yazarak, edebi vazifeler ifasına da gayret etti Fakat onun neşriyat a1emine girişi daha fazla Meşrutiyetin 1908 de ilaniyle başlar

Akif, 1908 senesine kadar yığın yığın yazdı Fakat yazdıklarının birçoğunu ya kendine, yahut mahdut tanıdıklarına neşretti Meşrutiyet, Mehmed Akif’i gazete sütunlarına, mecmua sahifelerine kavuşturdu ve Türk halkının karsına çıkardı Gerçi Mehmed Akif, Resimli Gazete’de bazı şiirlerini neşretmişti, fakat daha sonra tam on sene matbuat aleminden çekildiğini ve 1324 Meşrutiyetine kadar bir şey neşretmediğini görüyoruz Meşrutiyet, onun hayatında bir yeni doğuştur Onun en kıymetli eserleri bu devirden itibaren intişara baş1adı

Mesrutiyetin ilanı üzerine şiirlerini Sirat-ı Mustakim’de neşre baş1amakla beraber, memuriyetine devam ediyor, ders veriyor, Arapça’dan kitaplar tercüme ediyor ve onun bu faaliyeti fasıla ve tatil tanımıyordu 1913 te memuriyetinden aynlması dahi onun resmi vazifelerine nihayet vermemiştiÇünkü mekteplerde ve medreselerde muallimlik ediyordu Hatta Mısır’da geçirdiği son on sene zarfında dahi buna muvaffak olamadı Çünkü orada da Mısır Üniversitesi Edebiyat Fakütesi Türkçe Müderrisliği (Profesörlüğü) ne tayin olundu ve bu işle meşgul oldugu senelerde vaktinin en büyük kısmını Kur’an tercümesine ayırdı


SAFAHAT ŞAİRİ

Mesrutiyetin ilani, Osmanlı imparatorluğunu dertlerinden kurtaramadı Memleket, bu yüzden güçlük- lerle, buhranlarla karşılaşıyordu ve kurtuluşu ve çaresini arayıp bulmak, bu çareye dört elle sarılmak en büyük meselesini teşkil ediyordu Bu mesele, Mehmed Akif’i SAFAHAT şairi olmaktan ayırdı ve vatan şairi yaptı Onun için birinci SAFAHAT’tan sonraki bütün eserleri, vatan eserleri dir Süleymaniye Kürsüsünde, Hakkın Sesleri, Fatih Kürsüsünde, Hatıralar, Asım; hep vatan eserleridir ve bu sanat eserlerinin hedefi memleketin kurtulus çaresini belirtmek, bu çarelere basvurulmasını, bu çarelerin gerçekileştirilmesini temin etmektir

Akif, bütün eserlerini, memuriyet, muallimlik, muharrirlik vazifeleri arasında yazıyor, bir milletin bütün ızdıraplarını yürekten haykırıyor, yol gösteriyor, gecenin karanlığından sabahın aydınlığına kavuşmak için çırpınıyordu


SEYAHATLERİ

Akif merhum, tahsilini bitirdikten sonra, memuriyetleri dolayisiyle, iki sene kadar Rumeli’de, iki sene kadar Arnavutluk’ta, Arabistan’da dolaşmıştır Daha sonra geçen Harbi umumi-den kisa bir zaman önce Mısır’a gitti (23 birincikanun 1328)
Kendisiyle bu Mısır seyahati esnasında Kahire’de tanıştım Memuriyetleri mani olmasaydı Mısır’da daha fazla kalacak, Medine’den sonra Mekke’ye gidecek ve doya doya gezdikten sonra geri dönecekti Fakat koparabildiği izin, galiba bir aydan ibaretti
Akif bu sevahatlerinden geri döndükten birkaç ay sonra Umumi Harp koptu ve kendisi buharp sırasında sırasında ikinci seyahatini yaptı Birinci Seyahatinde berlin’i görmüştü ikincisinde Necid’e gitti ve Necid’den Medine’ye uğradı Bu iki seyahat de Türk ve islam menfaatlerine hizmet için yapılmıstı Çanakkale Harbi, onun Berlin’de bulunduğu sıraya tesadüf etmiş ve sair o günlerin istirap ve heyecanını orada yaşamıştıŞair, bu iki seyahati iki ölmez eserle yasatmistir Berlin Hatıra1arı ,Necid çöllerinden Medine’yedir
Umumi Harbin son senesinde, muhterem dostu Profesör Ismail Hakki Izmirli ile birlikte Lübnan’a gitti ve orada Mekke Emiri Ali Haydar Paşa’nın misafiri oldu


MÜ’TAREKE VE MİLLİ MÜCADELE

1914 Harbi, 1918 de imzalanan Mütareke ile nihayet bulduktan sonra, galip devletler, Osmanlı Devletini tasfiye ile kalmıyarak, yurdu parçalamak niyetiyle hareket ettiklerini göstermişler ve Türk yurdunun her tarafına saldırmağa başlamışlardı Umumi Harpten son derece bitkin bir halde çıkan Türk milleti, bu muameleyi mukavemetle karşılamak zorunda kalmış ve bu yüzden memleketin her tarafında ayaklanmalar olmuştu
Akif, bu ayaklanmaların değerini anlatmakta dakika kaçırmıyarak evvela Balikesir’e koşmuş ye oradaki mücahitlerle görüşmüş, orada hitabeler iradet etmiş; halkı ayaklanmaya ve istiklalini kurtarmak savaşmaya çağırmıştı Istanbul Hükümeti onun bu hareketinden kuskulanmış, onu Darül-Hikmet’den azil ile mukabelede bulunmuştu Fakat Akif, derslerine ve yazılarına devam ediyordu

Anadolu kıyamının ve Milli Mücadele ruhuunun bütun memleketi kaplaması üzerine, Anadolu’ya iltihaka karar verdiği gibi erkenden yola çıktı Üsküdar Parkında yol arkadaşlarıyla buluştu ve Memda yolunu tuttuktan sonra deniz kıyısına vardı, oradan bulduğu vasıta ile inebolu’ya çıktı ve Inebolu’dan Ankara’ ya hareket etti Bir Müddet sonra Ankara’da çıkan yeni Günde onun muvasalat haberini okumuş ve menzil-i maksuda selametle vardığını anlamıştık

Üstad, Ankara’ya yerleştikten bir müddet sonra ailesinin de Ankara’ya gönderilmesini istedi Refikasi validesi ve çocukları da yola çıktılar ve ona iltihak ettiler
Üstad’ın Ankara’ya varmasından sonra Konya isyani kopmuş o da bu dalaletle mücadele etmek üzere Konya’ya koşmuş; isyanın bertaraf edilmesine yardim etmiş, sonra Ankara’ya gelmiş, Ankara’dan Kastamonu’ya gitmis, burada Nasrullah Caminde, apayrı büyük bir eser olan, bir mevize irad etmiş ve galiplerin Türkiye’ye yüklemek istedikleri Sevr Muahedesinin getirdiği agır yükü kimsenin kalbinde zerre kadar şüphe bırakmıyacak kesinlikle anlatmış, bunu kabul etmenin esaret, zillet ve izmihlali kabul etmekten başka bir şey olmadığını bütün açıklığıyla göstermiş ; bütün Kastamonu muhiti bu sayede layikiyle aydınlanmış, daha sonra bu çalışmaları basılmış memleketin hertarafına dağıtılmıştır


İSTİKLAL MARŞI


Akif, Kastamonu’dan Ankara’ya döndü (1336)Kendisi, Burdur Mebbusu sıfatıyla Birinci Büyük Millet Meclisine seçilmiş ve bu Meclisin bütün mesaisine iştirak etmiştir1337 senesinin 17 subat günü Istiklal Marşını yazdı ve kahraman ordumuza ithaf etti Büyük Millet Meclisi 12 Mart 1337 gunü bu marşı kabul etti ve Akif, marş için açıln müsabakayı kazanacak olana tahsis edilen 500 lirayı da orduya hediye ettiSakarya Harbi’nin en buhranlı sıralannda, her ihtimalee karşı Ankara’dan hicret başladığı zaman, Sakarya’nın düşmana mezar olacağı hakkındaki kanaati sarsılmamış ve Ankara’dan ayrılamamişti
Birinci Meclis’in vazifesinin, zaferi kazanmakla son bulması üzerine, istanbul’a geldi ve Abbas Halim Paşa’nın daveti üzerine, 1339 da Mısır’a gitti 0 kışı Mısır’da geçirdikten sonra, baharda döndü, Artık her yıl kışı Mısır’da, yazı İstanbul’da geçiriyordu Prens Abbas Halim Paşa, onu maişet derdinden kurtarmayı taahhüt etmiş, onun huzur içinde calışmasını ve istediği eserleri yazmasını temin etmek istemişti


Paşa, bu suretle Türk irfanina ve edebiyatina büyük bir hizmet ediyordu, Akif, Mısır’a ilk gittiği’ seneyi, gezip dolaşmakla geçirdi ve ilkbaharda Istanbul’a dönünce, kendi evine çekilip çalışmayı umdu Fakat burada da esleri dostları imkan vermediler Aynı yılın kışı yine Mısır’da geçirdi ve çalısmaya başladı Firavula Yüzyüze eseri, onun hakikaten çalışamaya başladığını ispat ediyordu Fakat ertesi yaz İstanbula geldiği zaman, yeni bir resmi vazife ile karşılaştı Diyanet işleri Riyaseti, Kur’an Kerim’in tercümesini ona, tefsirlerini merhum Elmalili Hamdi Efendiye vermek teşebbüsünde idi Akif’in niyeti, kendi eserlerini, bilassa İkinci Asımı yazmak ve Milli Mücadelemizin destanını yaratmaktıBirinci Asım’ın intişarı üzerine bizzat kendisi bu tasavvurunu bana söyiemiş, Birinci Asım’ın intişarını Tevhid-i Efkar’a yazarken, İkinci Asim’a işaret etmemi istemiş, ben de onun dediğini yapmiştım


Kendi eserini yazmayı, Kur’an-ı Kerim’i tercümeye tercih etmesi bahis mevzuu değildi Fakat bu işi deruhte ederse, bütün vaktini bu işe verirse, muvaffak olamıyacak, muvaffak olamamak yüzünden, sarfettiği vakit ve emek boşa gidecekti Ondan sonra asıl yazmak istediği eserlere vakit kalıp kalmıyacağını Allah bilirdi Akif, bunu anlatmak için ne kadar uğraştıysada muvaffak olamadı Çünkü herkes onun muvaffak olacağına kaniydi ve onun bu işi üzerine alması için israr ediyordu


Neticede Akif bu işi üzerine aldı ve bu işi üzerine aldıktan sonra altı, yedi sene çalıştı Hilvan’da adeta inziva hayatı geçirerek uğrasti ve sonunda memnun olmadı, isi başardığına inanmadığından kendini bu mesuliyetten ibra ettirmek için çalıştı Diyanet işleri Reisliği de tercüme ile birlikte tefsir işini merhum Elmalili Hamdi Efendi’ye devretti ve Akifi ibra etti Bircoklari onun bu sirada mahsus şapka giymemek için Mısır’a kaçtığını yazarlar Hakikatte Akif, altından kalkamayacak derecede büyük ve ağır bir işe, bütün varlığını vermiş ve alti yedi senesi, bu işin azameti karşısında eriyip gitmişti Sonunda iyi yapamamis olduğuna inanmış ve bu altı yedi sene içinde yapabileceği iş de ikinci bir Akif’in yetişmesine kalmıştıOnu Mısır’da yakalayan ikinci bir resmi iş, Mısır Üniversitesinin Edebiyat Fakültesinde Türkçe Profesörlüğü idi

1926 dan başlayarak, Mısır Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Türk Edebiyatı okuttu Haftada iki saatten ibaret olan derslerinden geri döndükçe Kur’ an tercümesiyle meşgul oluyordu Kur’ an tercümesinin müsveddelerini tamamladıktan sonra eserin üzerinde yeniden çalıştı Fakat bu sırada, siroz’ a tutulmuştu Hastalığın ehemmiyetini birdenbire anlayamamış ve bunun bir hava tebdili ile geçeceğini sanarak Lübnan’a gitmiş, buradan ağustos 1936 da Antakya’ya gelmiş, fakat Mısır’a hasta olarak dönmüştüArtık Mısır’dan da sıkılmıştı ve memlekete dönmeyi özlüyordu Siroz, onu harap etmiş, bir deri bir kemik haline getirmişti İstanbul ‘a geldiğinde en yakın dostları bile onu tanımakta
güçlük çekmişlerdi Bizzat kendisi Canlı bir cenazeden farksızım diyordu

İstanbul’ da gayet ciddi bir tedavi gördü Hastanede yattı, Mısır apartmanında kaldı, Said Halim Paşa’ nın köşkünde ikamet etti Fakat hastalığının önüne geçilemediNihayet, Üstad, 27 Aralık 1936 akşamı saat yirmiye doğru fani dünyaya gözlerini yumdu ve ertesi gün Türk Edirnekapı’daki şehitliğe defnedildi

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Mehmet Akif Ersoy'un sosyal kişiliği

Eski 01-14-2010   #3
Şengül Şirin
Varsayılan

Mehmet Akif Ersoy'un sosyal kişiliği



MEHMET AKİF ERSOY’UN SOSYAL KİŞİLİĞİ






Mehmet Akif, 1873-1936 yılları arasında yaşadı Onun hayatını, düşüncelerini ve eserlerini anlayabilmek için de bu dönemi, çeşitli yönleri ile incelemek gerekir
Mehmet Akif, İslam dünyasının son kalesi olan Osmanlı İmparatorluğu’nu savunurken, aslında mazlum ulusları da yüreklendirmektedir Mehmet Akif sadece bir imparatorluğun değil , 1400 yıllık görkemli bir medeniyetin kendisini savunduğu, kanla, canla savunduğu bir dönemin insanıdır…

Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar
“Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?
Derken Mehmet Akif, mazlum uluslara seslenmektedir İnsan onurunu yücelten, insanı insan yapan değerlerin en öldürücü silahlar karşısında durabileceğini savunan bir yazardır O


Mehmet Akif , bir medeniyetin diğer bir medeniyeti yok etmeye yönelik saldırısının, o zamanın avrupalısı tarafından “kültürün vazgeçilmez bir ürünü; medeni milletlerin gücünün ve canlılığının bir ifadesi” olarak algılandığının bilincindedir “Medeniyet” kavramının bu yorumuna karşı çıkar “Medeniyet”, onun şiirlerinde “Emperyalizm” in bir simgesidir Sömürgeciliğin “keşif kolu” olarak bilinen psikolojik savaşı, tüm ayrıntıları ile izleyen, toplumunu uyaran ve tedbirler öneren bir düşünürdür Mehmet Akif
Mehmet Akif Ersoy aynı zamanda Türk tarihinin belki de en bunalımlı döneminde yaşadı O’ nun yaşamı, Osmanlı İmparatorluğu’ nun çöküş ve Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuş devresine rastlar Bu dönemde önce Bosna – hersek, sonra Bulgaristan, daha sonrada Sırbistan birer birer imparatorluktan koparlar Akif henüz dört yaşındayken 93 harbi diye bilinene Osmanlı – Rus Harbinin’ nin dehşetini yaşar Arkasından Kıbrıs’ın işgali gelir Akif sekiz yaşındayken Fransızlar Cezayir’i İngilizler Mısır’ı işgal ederler Osmanlılar’ ın Girit ve Yanya’ yı Yunanistan’a teslim ettikleri yılda Akif 24 yaşında bir delikanlıdır Trablus ve balkan felaketlerinin ardından 1 Dünya Savaşı gelir…Düşman orduları artık Anayurt kapılarına dayanmışlardır


Mehmet Akif önce milletçe gafletten kurtulmamız gerektiğine inanarak, der ki :
Cihan alt- üst olurken seyre baktın öyle durdun da
Bugün bir serserisin, derbedersin kendi yurdunda
Bu dizeler, Akif’te uyanan milli mücadele şuurunun ifadesidir aslında
Sonra Akif’in milletimizin başına gelen felaketlerin nedenlerini araştırdığını ve baş neden olarak da cehaleti gördüğüne şahit oluruz :
Ey hasını hakiki, seni öldürmeli evvel
Sensin bize düşmanları üstün çıkaran el




Mehmet Akif, aynı zamanda ciddi bir öz eleştiriden yanadır İslam medeniyetinin nicedir tek bir bilim adamı yetiştirmediğinden yakınır :
O buhara , o mübarek, o muazzam toprak,
Zilletin koynuna girmiş ,uyuyor müstağrak
İbn-i sina’ ları yüzlerce doğurmuş iklim
Tek çocuk vermiyor aguşuna ilmin, ne akim
Görüldüğü gibi Mehmet Akif çağının ilerisinde bir “aydın” dır O, toplumuna tepeden

bakmayan,toplumunu hor görmeyen, Batı’ yı kuru bir hayranlık yerine, kritik bir takdirle izleyen, kendi toplumuna yabancılaşmamış çağdaş Türk aydınının simgesidir
“Safahat”, memleket meselelerimiz üzerinde düşünenlerin asla ihmal edemiyeceği bir kaynaktır Bugün bile çözülmesi için uğraşıp durduğumuz bütün milli meselelerimiz ,davalarımız bu yedi ciltlik kitapta,isabetli görüş ve düşüncelerle dile getirilmiştir Yurt ve millet meselelerini,dertlerimizi bu kadar canlı, kuvvetli ve etraflı şekilde söyleyen ,anlatan; bunlar için çareler, tedbirler düşünen başka bir şair yoktur Yalnız kendi devrinin değil, geleceğin meselelerine de tercüman olan “safahat”, önem ve değerini hiçbir zaman kaybetmeyecektir


Akif cemiyetçi bir şairdir Konularını topluluktan almıştır Sanatı sanat için değil, cemiyet için yurt ve millet için yapmıştır Bununla beraber sanat hususunu da hiç ihmal etmemiştir Konularını Görüş ve düşüncelerini çok sanatkarane bir şekilde ve çok güzel bir Türkçe’yle ifade etmesini bilen, şair,sanat gayesinden de ayrılmamış demektir Eserlerinin sanat bakımından da yüksek değer taşıması,, Akif’in görüş ve düşüncelerinin daha ilgiyle karşılanmasına, daha fazla tesir meydana getirmesine sebep olmuştur
Akif’ in milliyetçiliği ile bugünkü milliyetçi görüşümüz arasında fark olabilir Fakat hangi şiirimiz bu vatan ve bu milletin mukadderatiyle onun kadar ilgilendi “ Safahat” ı baştan aşağı okuyun, onun şahsi dert ve duygularını anlatan kaç mısraa rastlarsınız? Akif, ağlamışsa veya sevinmişse, muhakkak milletin ızdırabı ve sevinciyle hareket etmiştir



“Safahat”, milletimizin 1908-1923 yılları arasındaki durumunu, sevinçli ve acıklı taraflarıyla bütün hadiseleri anlatır Balkan harbi facialarına gözyaşı döken kimdir? Umumi harp felaketini o yazmadı mı? Kahraman Mehmetçik’ in Çanakkale harikasını destanlaştıran Akif değil midir? İstiklal savaşında, İstanbul’ dan Ankara’ ya giden yollarda iman aşılayıcı konuşmalar yapan ve Sevr paçavrasının parçalanacağını müjdeleyen ondan başkası mıdır? Bursa ’nın işgali üzerine duyulan matemi “Bülbül” şiiriyle dile getiren o değil miydi? Doğacak hürriyet ve istiklali terennüm eden ölmez “istiklal Marşı” nı Akif yazmadı mı?


Mehmet Akif, 1908’ den sonraki şiirimizin en önde gelen simalarındandır Ahmet Haşim ve Yahya Kemal’ in yanında bir başka şiir anlayışının temsilcisi olarak Akif’e önemli bir yer vermek, edebiyat tarihçisinin ihmal edemeyeceği bir husustur
Akif’ i şair, fikir adamı , müstesna bir seciye ve ahlak sahibi ve bir idealist olarak ele almak gerekir Şair Akif, aruzu çok iyi kullanan şekil ve kafiye yeniliklerinde usta bir nazım olarak karşımıza çıkar Aruzla Türkçe’yi en iyi şekilde bağdaştırması yanında, sade yazısını, halk dilini bütün özellikleri ve tabiriyle şiire yerleştirmesini önemle belirtmeliyiz Şiir dilimizin sadeleşmesi işinde, onun rolü azımsanmıyacak derecede büyüktür Akif realist bir şairdir:


“Hayır, hayal ile yoktur benim alış verişim
İnan ki, her ne demişsem görüp de söylemişim”
Der Akif gördüğünü iyi anlatan bir şairdir Müşahedeki bu kuvveti ve teferruatı feda etmek istemeyişi şiirlerini zaman zaman lüzumsuz tafsilatla dolu olmaktan alıkoymakla beraber, anlatışındaki güzellik bu eksikliği daha doğrusu fazlalığı hoş göstermektedir
Akif’ in şiirleri konu itibariyle içtimai ve dinidir O, Türk halkının ve İslam aleminin meselelerini ele alır Milletimizin üzüntülerini, dertlerini uğradığı felaketleri dile getirirken, bir yandan da derhal uyanmak, çağdaş medeniyet seviyesine çıkmak gerektiğini belirtir Gayesi, her türlü ilerilik ve yükseklikten mahrum olan halkımızın ve diğer ülkelerdeki Müslümanların yüzyıllar boyu süren gerilikten kurtulmaları, kalkınmalarıdır



Akif, çalışmayı, iyi ahlakı, üç asırlık ilim kaybının telafisini öğütler Müslümanların hürriyete, istiklale kavuşmasını ister Akif ‘in cemiyette gördüğü belli başlı kusurlar bilgisizlik, göreneklere körü körüne bağlılık, tembellik, ahlaksızlıktır Doğunun “marifetten de faziletten de uzak” olduğunu söyler “İlimler asrı” diye adlandırdığı 20 Asrın icaplarına uygun hale gelmemizi arzular Akif, zamanının hatta bugüne göre çok ileri bir din anlayışına sahiptir Hurafelere, batıl inanışlara, taassuba şiddetle çatan Akif, İslamiyet’in öz kaynağından uzaklaştığına inanmaktadır “Beşer dini, hayat dini” olan İslamlığın beşeriyetle beraber yürümesi gereğini ileri süren şair, yedi yüz yıllık fıkıh eserleriyle bu dinin bugünkü ihtiyaçlarını karşılamanın imkansız olduğunu söyler Akif’e göre yapılacak iş, ilhamı doğrudan doğruya kur’ an’ dan alıp çağımızın anlayışıyla birleştirmektedir


Akif, şair ve fikir adamı olmak dışında yüksek bir seciye ve ahlak sahibi olarak da büyük önem taşır Doğruluk, şahsi menfaatlerden uzak oluş, vefakarlık, doğru bildiği yoldan asla inhiraf etmemek, prensipler hususunda hiçbir taviz ve fedakarlıkta bulunmamak, özü sözü tok ve uzak bulunmak, dalkavukluktan tiksinmek, mevki hırsından uzak bulunmak, engin vatanseverlik, memleket meselelerinde feragat ve fedakarlık Akif’ in seviyesinin ana çizgilerini teşkil eder Onun gibi idealistlere cemiyetimiz bugün her zamankinden daha, muhtaçtır

SAYGILARIMLA

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.