Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#1 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Çocuk MasallarıAHTAPOT 
Gizem dolu, sır dolu, pek çok bilinmezliklerle dolu kainatın bilmem nerelerinde sessizce dönüp durmakta olan sevgili dünyamız   Üzerinde yaşamalarına, hayat bulmalarına, barınmalarına olanak tanıdığın on binlerce yıldan beri her şeyi ile belki de sadece sende var olan canlı varlıklar  Özgün düşünme yetenekleriyle, hayal güçleriyle, inatçılıklarıyla her zaman, her yerde ortaya çıkabilen ve bir bilinmezi bilmek için, problemlerin çözümüne yardımcı olmak için şevkle, istekle; kendilerinin yaşamaları lazım gelen hayatın normalitesinden arınarak, normalitenin bir parça üstüne çıkarak ve o geride bıraktıkları normalitecilerin yararına bir takım çabalar, arayışlar içine giren idealistler  Denizin engin maviliklerinde aylardır pek çok yeri gezip dolaşmasına karşın gördükleri ona hiç de yabancı gelmeyen, o gördüklerine daha önceden biliyormuşçasına ilgisiz ve bu denize sularını akıtan ırmağı ilk fark ettiğinde düşüncesinde oluşan tutkunun harekete geçirdiği, ırmağın çıkışına, kaynağına ulaşmaya karar verdirttiği bir genç ahtapot   Genç ahtapot ırmakta ağır ağır ilerlemeye başladı   Daima yüzeyde bulunmaya özen gösterdiği için, ırmak kenarında bulunan ağaçları, otları, çiçekleri, kuşları ve küçüklü, büyüklü canlı yaratıkları yakından incelemek olanağını buluyordu  Günler birbiri ardına geçip gittikçe, ırmağın genişliği daralmaya, sular daha bir coşkun akmaya ve meyil artmaya başladı  Genç ahtapot, akıntıya karşı yüzdüğü için, her geçen gün biraz daha fazla zorlanmaya başladığını fark etti  Hani sıkıntıya katlanamayıp kendini bırakıverse hiç yorulmadan denize geri dönebilecekti  Fakat, bu onun yapamayacağı bir işti  Mademki bir idealistti ve bir idea uğruna buralara kadar gelmişti, kesinlikle geriye dönüş söz konusu olamazdı  Genç ahtapot çok uzaklarda zorlukla fark edilen karlı dağın yamaçlarına ulaştığında önüne oldukça yüksekten suların döküldüğü bir çağlayan çıktı   Bu çağlayanı aşıp yoluna devam etmesi gerekirdi, ama nasıl? Yaptığı bir iki deneme bu işin şimdilik olanaksız olduğunu gösterdi  Zaten yorgundu  Günlerdir dur durak bilmeden,gücünün sınırlarını sonuna kadar zorlayarak buralara kadar gelmişti   “ Bir zaman için dinlenmeli, gücümü toplamalı, bu çağlayanı aşmayı başarabileceğime inandığım an gelip çağlayanı geçer yoluma devam ederim, diye düşündü  Dün gelirken gördüğüm kollardan birine sapar, orada günlerimi sakin geçirebileceğim bir yer ararım  Çağlayan şimdilik bekleyedursun  “ Genç ahtapot geriye dönüp, ırmağın kollarından birine girdi  Yok şurası, yok burası derken,sonunda bir göle vardı  Genç ahtapotun göldeki sakin yaşantısı oldukça uzun sürdü  Gerçekte bir idealist için zamanın fazla bir önemi yoktu  Zaman bırak geçsindi  Önemli olan geçen zamanı ustaca değerlendirebilmekti  Devamlı olarak fikir bakımından bir büyüme, bir ilerleme içinde olacaktın  Bu idealistçilik zaten sende doğuştan vardı  Sen istemesen de şartlar seni buna zorlardı  Bir ideanın peşinden gitmeye başladığın yani sen bir idealist olduğun zaman, dikkatli bir şekilde geçmişini düşünürdün ve şimdi anımsamak istemediğin o mutsuz, o karamsar, o kederli günlerinin bile seni nasıl eğitmiş olduğunu, deneyim sahibi yaptığını fark eder de şaşar kalırdın  Aradan yıllar geçmiş,geçen yıllarla birlikte genç ahtapot büyümüş,olgun bir ahtapot olmuştu  Gölde ve gölün çevresinde yaşayan canlı varlıklarla daima iyi ilişkiler kurmuş, onların anlattıklarına kendi gözlemlediklerini de ekleyerek epey bir bilgi birikimine sahip olmuştu  Her şey çok güzeldi, belki de çok daha güzel olacaktı  Eğer göl kıyısına insanlar kamp kurmasalardı  Ahtapot insanları göl kıyısında görür görmez, içgüdüsünden gelen dikkat et sesine kulak vermiş, gölün dibindeki mağarasına çekilmişti  Günlerini mağarasında geçiriyor, ara sıra da, gölün derinliklerinde dolaşıyordu  Bazı günler göl yüzeyinde bir iki kayık görüyor, fakat kayıklardaki insanların kürek çekişlerini gölün derinliklerinde yüzerek seyretmekten başka hiçbir şey yapmıyordu  Günlerden bir gün, bir kayık gölün ortalarına yakın bir yerde giderken ortalık kararıverdi   Şiddetli bir yağmur başladı  Gittikçe daha sert esmeye başlayan rüzgar gölde büyük dalgalar oluşturuyordu  Kayıkta bulunan insanların yaklaşan fırtınadan kaçmak için gösterdikleri çabalar boşuna oldu  Kayıklarının alabora olarak batmasını bir türlü engelleyemediler  Ahtapot yaklaşan fırtınayı önceden hissetmiş, kayıkta bulunan insanlar tarafından görülme tehlikesini göze alarak kayığın birkaç metre altına kadar sokulmuştu  Kayık battığında dev dalgalar arasında çırpınıp duran iki insanı güçlü kollarıyla sıkıca kavrayıp, onların boğulmalarına engel olmak için, yüzeye çıktı ve süratle kıyıya doğru yüzmeye başladı  Baygın durumdaki iki insanı kıyıda emin bir yere bırakan ahtapot, gölün derinliklerindeki mağarasına çekildi  Bu olayı takiben geçen on gün içinde göl yüzeyinde hiç kayık göremeyen ahtapot insanların gitmiş olabileceklerini düşünerek yüzeye çıkıp çok uzaklardan kampın bulunduğu kıyıya doğru baktı   İlk dikkatini çeken şey, kıyıdaki kocaman demir kayıklar oldu  İnsanlar ayrıca kampın bulunduğu çadırların yanına tahtadan barakalar yapmışlardı  Çok insan vardı kıyıda  Gölün fazla sularını ırmağa akıtan kola doğru yüzmeye başladı  Kıyıdaki insanlara fark ettirmeden gölden çıkıp gitmeyi planlıyordu  Fakat çıkışa vardığında etrafta gitmesini engelleyen dikenli teller olduğunu üzülerek gördü  Bir hata yapmaktan korkuyordu  Bu dikenli telleri parçalayıp atar, yoluna devam edebilirdi  İşin içinde yaralanmak,çaptan düşmek olasılığı da vardı  Irmaktaki çağlayan zaten yolunun üstünde bir büyük engeldi  Çağlayanın karşısına çıktığında güçsüz durumda bulunmak yakışık almazdı  Sonraki günlerde göl yüzeyi birdenbire hareketlendi   İnsanların göl kıyısına kadar kamyonlarla getirdikleri parçaları birbirine monte ederek yaptıkları gemiler vızır vızır gidip gelmeye başladı  Gemilerden dalgıçlar göle girerek, gölün dibini taramaya başladılar  Dalgıçların ellerindeki zıpkınlar görülür görülmez ahtapota yöneltilecekti  Gölde her kolunun uzunluğu beş metreyi bulan sekiz kollu dev bir ahtapot vardı ve bu ahtapotu öldüren ödüllendirilecekti  İşte burada biraz düşünmek gerekirdi  Katledilmek istenen bu ahtapot fırtınalı bir havada iki insanı mutlak bir ölümden kurtarmıştı  Onlar bayılmadan önce kendilerini kurtaranı görmüşler, ötekileri ahtapotun varlığından haberdar etmişlerdi  Ötekiler ötekilere, ötekilerde ötekilere durumu bildirmişler ve son ötekiler, ortaya bir ödül bile koymuştu  Bu durumu çıkışı olmayan bir labirent biçiminde algılamak gerekmektedir  Ahtapot artık gölde barınmasının olanaksızlığını anlamıştı   Tüm iyi niyetine karşın insanlar onun bu gölde biraz daha fazla araştırma yapmasına izin vermeyeceklerdi  Zaten gölde bir süre daha yaşamak gereksizdi  Öğrendikleri yeter de artardı bile  Ahtapot mağarasından hınçla dışarı fırladı  Korkunç bir süratle kampın önünde demirli bulunan gemilerin tam karşısında su yüzeyine çıktı  Günlerdir arıyordunuz işte buradayım ve sizden korkmuyorum der gibi kabardıkça kabarıyor, gölde yapay dalgaların oluşmasını sağlıyordu  Aniden soluna doğru yöneldi  Kıyıdaki insanların hayret dolu bakışları altında göl çıkışındaki dikenli telleri paramparça ederek kola girdi ve bir süre sonra ırmağa ulaştı  Irmağın akıntılarına rahatça karşı koyarak çağlayanın önüne geldi ve iki kolunu uzatarak oradaki kayalara tutunup yukarıya çıktı  Daha sonraki günlerde ahtapot ırmağın kaynağına ulaşmak için gösterdiği yoğun çabayı devam ettirdi   Kaynağın bulunduğu karlı dağın yamaçlarında daracık boğazlardan zorlukla geçiyor, derinliğin yüzmesine olanak tanımadığı yerlerde de adım adım ilerliyordu  Yamaçlarda yağan yağmur havanın giderek soğumasıyla birlikte kara dönüşüyor, yağan kar altında buz gibi soğuk suda titremek ona dağlarda yaşamın ne derece zorlu olduğunu öğretiyordu  Ahtapot daha ileriye gitmenin mümkün olmadığını düşünmeye başladığı bir sırada ırmağın kaynağını buldu  Kaynak, kayaların arasından, mağara gibi bir yerden, yeryüzüne çıkıp doğuyordu  Ahtapot konuyu özetle toparladı: “ Demek kaynak burasıymış   Su bu daracık yerden yeryüzüne çıkıyor, yağan kar ve yağmur sularıyla besleniyor, çevreden kimi dereciklerin sularını alarak çağlayana kadar iniyor  Çağlayan geçildikten sonra sağdan soldan pek çok kol alan su gittikçe büyüyerek bir ırmak halinde benim doğduğum denize varıyor ve denizle bütünleşiyor  Uzun bir süre içinde yaşadığım göl de fazla sularını ırmağa bir kol aracılığıyla akıtan büyükçe bir su birikintisinden başka bir şey değilmiş  “Dönüş yolunda, çağlayana yaklaştıkça, ahtapotu bir düşüncedir aldı   Acaba insanlar onu oralarda bekleyebilirler miydi? Bu yüzde elliye yüzde elliydi Yani bekleyebilirlerdi de beklemeyebilirlerdi de  Onun orası belli olmazdı Ahtapot, kesinlikle korkmuyordu  Zaten böyle durumlarda bir idealist için korku en son akla getirilecek bir şeydi  Korkmak için hiçbir neden yoktu  Ahtapot, şöyle bir durum değerlendirmesi yaptıktan, ne olursa ne şekilde hareket edeceğini hesapladıktan sonra, çağlayandan aşağı indi  Suların üstünden, göğsünü gere gere yüzerek, gölün ırmakla bağlantısını sağlayan kolun yanından geçti, gitti  Ahtapot, birkaç gün sonra denize vardı   Yıllar önce, genç bir ahtapotken, bir idea uğruna yola çıkmış; yıllar sonra, büyük, olgun bir ahtapot olarak işte geriye dönmüştü  Fakat, idea, ideal değildi henüz  Bir idealist, öğrendiklerini başkalarına da öğreterek, onları da bilgilendirmeliydi  Ben, bana yetecek kadar bilgi sahibiyim fazlasını öğrenmesem de olur diyemediğin gibi, ben herkesten çok daha fazla bilgiliyim varsın benim bildiklerimi başkaları bilmeyiversin de diyemezdin  Ahtapot, kısa bir süre dinlendikten sonra girişimlerine başlamak istiyordu  Öğrendiklerini başkalarına da öğreterek onları da bilgilendirecekti  Beyninde kendisinin bilip de başkalarının bilmediği tek bir bilgi kalmayana kadarSerdar Yıldırım  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#2 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıAK BENEKLİ 
Çoban Ali her gün erkenden kalkar, koyunlarını otlatmaya giderdi   O sabah da şafak sökmeden uyandı  Yatağının içinde iyice gerindi, uzun uzun esnedi  Kuzu postundan yapılmış tüylü yeleğini giydi  Alelacele yalınayak kulübesinden dışarı çıktı  Ağılın kapısını açtı  Sopasıyla birer birer hepsinin kuyruğundan dürttü  - Hadi bakalım tembeller! Düşün yola! Koyunlar, kuzular Ali'yi görünce sevindiler, meleştiler   Ak benekli olanı Ali'nin kucağına atladı, yanaklarını yalamaya başladı  Ali Ak Benekli'yi çok şımartmıştı   Ak Benekli doğduktan iki gün sonra ayağını taşa çarpmış, yaralanmıştı  Zavallı pek minik olduğu için bir türlü iyileşememişti  Ali gece gündüz onun yanından ayrılmamış, aşağı köyde oturan Senem Nine'nin otlardan yaptığı merhemleri süre süre iyi etmişti Ak Benekli'yi  İşte o gün bu gündür Ak Benekli'yi diğerlerinden bir başka tutar, bir başka severdi Çoban Ali  Düştüler yola   Çoban Ali Ak Benekli kucağında, elinde sopa , arkada diğerleri çıngırak sesleriyle kah koştular, kah durdular   Dere boyuna geldiler  Güneş yükseldi; parladı   Çoban Ali “Ah bir ağaç olsaydı sırtımı yaslayacak, gölgesinde serinleyecek! " dedi   Böyle derken Ak Benekli'yi kucağından indirdi  Cebinden kavalını çıkarıp başladı çalmaya  Yere, kuru toprağa çömelmiş, çalıyor da çalıyordu Çoban Ali yanık yanık  Dere boyunda az ilerde Senem Nine'nin kulübesi vardı   Kimsesizdi zavallı kadıncağız  Bir zamanlar Çoban Ali kadar bir torunu olduğunu söylerler köylüler  Kimse bilmez Senem Nine'nin torununa ne olduğunu  Kimi "Öldü; öldü   Ben biliyorum", kimi de "Kayboldu; kaybolmuş galiba " der, ama kimse sormaya cesaret edemez Nine'ye  Bir gün biri soracak olmuş; Nineciğin gözlerinden seller gibi yaşlar akmış akmış da hiçbir şey söylememiş   Yalnız Çoban Ali onun “Ah onlar gelmeden her şey ne kadar güzeldi! Herkes ne kadar mutluydu!" dediğini duymuştu çoğu kez   "Kimler nine? Kimler geldi buraya?" diyecek olsa Çoban Ali, “Hiç, hiç kimse   Sen bana bakma oğulcuğum  Kendi kendine konuşan bir ihtiyarım işte ben " der, geçiştirirdi Senem Nine  Çoban Ali bir yandan kavalını çaldı, bir yandan bunları geçirdi aklından   "Zavallı Senem Nine!" diye mırıldandı  Ak Benekli Çoban Ali'nin üzüldüğünü anladı   Yanına gelip başını onun dizlerine dayadı  Çoban Ali sevdi, okşadı Ak Benekli'yi  Güneş iyice yükseldi   Öğle oldu  Çoban Ali'nin karnı acıktı  Yerinden doğruldu  İki elinin işaret parmaklarını ağzına götürdü, keskin bir ıslık çaldı  Bunun üzerine bütün koyunlar toplaştılar, meleştiler  Çıngırak sesleri birbirine karıştı  Senem Nine kulübesinden çıktı   Elini salladı  - Çoban Ali; gel; taze çörek yaptım   Çoban Ali sevincinden iki kez takla attı   - Yaşşaa nineciğim! Nine iki büklüm, Çoban Ali'ye hizmet ediyordu   Çörekler getirdi, ayran yaptı  Ali ağzını çöreklerle doldurdu   Ak Benekli'yi de yanına çağırdı  Senem Nine onların karşısına geçti, oturdu   Gözlerinden iki damla yaş aktı  - Hey Çoban Ali! Oğulcuğum   Torunum da yaşasaydı, senin kadar olacaktı  Ah onlar gelmeseydi, o adamlar! Her şey ne güzeldi! Çoban Ali yerinden ok gibi fırladı: - Söyle nineciğim   Söyle, kimler geldi? Hangi adamlar? Ne olur anlat nine! Torununa ne oldu? Ali böyle haykırırken Senem Nine'nin dizlerine kapanmış, sımsıkı onun ellerinden tutuyordu   Senem Nine ağlıyor, bir yandan da Çoban Ali'nin saçlarını okşuyordu   - Peki Çoban Ali   Anlatacağım oğulcuğum  Ali ninenin yanına çöktü   Ak Benekli sanki olağanüstü bir şeyler olduğunu anlamış gibi bir nineye, bir Çoban Ali'ye bakıyordu  Çoban Ali Ak Benekli'yi çekti, kucağına oturttu  Nine bir eliyle gözyaşlarını sildi   Başını kaldırdı  Dere boyunun iki yanını gözleriyle uzun uzun taradı  - Çoban Ali, şuraları görüyor musun? İşaret parmağıyla ta uzakları gösterdi   Yine devam etti: - İşte buraları bir zamanlar yemyeşil ormandı   Çamı, kavağı, meşesi; ne ağaçlardı onlar! Dallarında cıvıl cıvıl kuşlar öterdi![]() ![]()   Gölgelerinde köylüler serinlerdi  Mis gibi havasını ciğerlerimize doldururduk  Kuraklık nedir bilmezdik  Bereketli yağmurlar yağardı hep  Kışın kar yağıp da ilkbaharda erimeye başlayınca dere dolup taşardı  Ama o güzelim ağaçlar bizleri selden korurdu  Çoban Ali merakla sordu: - Eee nineciğim, ne oldu o güzelim ağaçlara? Senem Nine hırsla kalktı   Bir elini yukarı kaldırıp yumruğunu sıktı: - Onlar geldiler, o baltalı adamlar Çoban Ali   Yıktılar, devirdiler ağaçlarımızı  Söktüler köklerinden  Sanki canlarımızı da aldılar gittiler  O gün bu gündür bu toprak çorak, bu toprak kurak![]() ![]()   Çoban Ali yine sordu : - Torununa ne oldu nine? Senem Nine yine çöktü yere   Başını iki yana salladı  Kısık bir sesle: - O kış çok kar yağdı Ali buralara, dedi   İlkbahar geldi  Dağlardaki tepelerdeki karlar başladı erimeye  Bu dere doldukça doldu  Doldu da taştı  Sel bastı her yeri  İşte benim minik torunumu da o sel aldı gitti![]() ![]()   Gidiş o gidiş![]() ![]()   Çoban Ali'nin gözleri kocaman açılmış, rengi sapsarı olmuştu   Sanki bir şeylerden korumak istiyormuş gibi Ak Benekli'yi sımsıkı sardı, göğsüne bastırdı  Göz pınarlarından damla damla yaşlar yanaklarına süzülüyordu  "Nineciğim, zavallı nineciğim benim!" dedi  Senem Nine çocuğu üzdüğünü anlayıp gülümsemeye çalıştı   "Hadi Çoban Ali, kalk  Derle toparla sürünü  Seni üzdüm oğulcuğum " dedi  Çoban Ali bugünden sonra Senem Nine'nin anlattıklarını hiç unutmadı   Günler, geceler boyu hep düşündü durdu  Yaz bitti; sonbahar geçti; kış geldi   Lapa lapa kar yağdı  Öyle yağdı ki Çoban Ali günlerce sürüsünü çıkarıp otlatamadı  Yalnızca Ak Benekli'yi yanından hiç ayırmadı  Bazı geceler Çoban Ali neşelenir, ocağın karşısına geçer, kavalını çalardı   Ak Benekli o zaman zıplar da zıplar, onun neşesine katılırdı  Ali'nin canı bir şeye sıkılacak olsa Ak Benekli de hüzünlenirdi  Böyle kuvvetli bir dostluk vardı aralarında  Günler, geceler geçti   İlkbahar geldi  Çoban Ali sevindi  Ak Benekli zıplayıp dans etmeye başladı  Sürü indi dere boyuna  Meleştiler, otladılar  Senem Nine onları gördü; seslendi : - Çoban Ali ![]() ![]()   Gel, çörek yaptım  Sarıldılar, nineyle öpüştüler   Nine "Ak Benekli görmeyeli ne kadar büyümüş! dedi   Güneş parlıyor, karları eritiyordu   Dere coştukça coşuyordu  Ertesi gün Çoban Ali yine sürüsünü otlatıyordu   Öğle vakti yaklaştı  Senem Nine'nin kulübesinin kapısı hala açılmamıştı  Çoban Ali merakla koştu   Kapıyı çaldı  - Nine; benim   Çoban Ali  Aç kapıyı  Biraz sonra nine kapıyı açtı   Yüzü solgun, sapsarıydı  Gözlerinde korku vardı  - Ne oldu nineciğim, hasta mısın? Nine Çoban Ali'nin üzerinden dereye doğru baktı   "Korkuyorum Çoban Ali; korkuyorum!" dedi  - Neden nine? - Dere hoşuma gitmiyor   Taşacak gibi  Yine felaket getirecek gibi  Çoban Ali geriye döndü   Dere gürültülü sesler çıkarıyor, taştıkça taşıyordu  Korkuyla yanına baktı  Ak Benekli yoktu  Koşarak sürünün yanına geldi  "Ak Benekli neredesin? " diye bağırdı  Zavallı hayvanlar derenin sesinden ürkmüşler, taşan sulardan korunmak için bir oraya bir buraya kaçışıyorlardı   Çoban Ali yine seslendi: Ak Benekli ! Ak Benekli! Kavalını çıkardı, çaldı Ak Benekli duyar da gelir diye   Ama ne gelen vardı ne giden  Zaten suyun sesi yükselmiş, hiçbir şey duyulmaz olmuştu  Senem Nine de kulübesinden çıktı; Ali'nin yanına geldi   "Çoban Ali, durma buralarda  Kaç, sürünü kurtar  Sel başladı " diyordu  Bir yandan da “Ah yine o felaket!" diye ağlıyordu  Çoban Ali durmadı, koştu   Dere boyu sulara bata çıka koştu  Hem koşuyor hem sesleniyordu: - Ak Benekli, Ak Benekli! Ak Benekli! O da sulara daldı   Kayboldu gitti ta ki aşağı köylüler onu bulup kurtarana dek  Ak Benekli'yi sel alıp götürmüştü   O günden sonra Çoban Ali'nin yüzü hiç gülmedi  Her gün dere boyuna inip "Ak Benekli! Ak Benekli!" diye ağladı  Yaz geldi, sular çekildi   Çoban Ali yine dere boyuna inmiş ağlıyordu  - Ak Benekli nerdesin? Omuzuna biri dokundu   Çoban Ali sıçradı, döndü  Senem Nine'yi gördü  Senem Nine "Yas tutmayı bırak Çoban Ali   Ağlamakla Ak Benekli'yi geri getiremezsin " dedi  "Ne yapabilirim nine ?" diye ağlamaya devam etti çocuk   - Çok şeyler yapabilirsin   Çok şeyler yapabiliriz Çoban Ali, diye bağırdı nine  Ağaç dikeriz, yeniden ağaçlandırırız buraları  Yemyeşil orman olur zamanla  Eskisi gibi cıvıl cıvıl kuşlar öter dallarında o güzelim ağaçların  Ötmez mi Çoban Ali? Çoban Ali kalktı   Gözyaşlarını siliyor, bağırıyordu   "Öter nineciğim, öter nineciğim " diyordu  Şimdi aradan uzun yıllar geçti   Dere boyu yine eskisi gibi ağaçlık, yemyeşil orman oldu  Kuşlar cıvıl cıvıl  Havası mis gibi  Kimin yolu düşerse, gitsin baksın   Çoban Ali ile Senem Nine'nin kulübesi hâlâ orada duruyor  Hatta bazıları Ak Benekli'nin de meleyişini duyar gibi olduklarını söylüyorlar ![]() Bilinmiyor  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#3 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıAKBABALARIN UMUDU 
Çok eski çağlarda, ülkenin birinde, dinazorların yuvalandığı bir yer vardı   Dinazorlar, yavrulama zamanı geldiğinde, yumurtalarını buraya bırakırdı   Bazı dinazorlar, bırakılan yumurtaların başını bekler, yavruların yumurtadan çıkışında, onların yaşama alışmaları için gereken ilk desteği sağlama görevini üstlenirdi  Bu dinazorlara "Öğretmen" denirdi  Dinazor yavruları, kendi başlarına yaşamlarını sürdürebilecekleri büyüklüğe gelince, yuvadan ayrılıp, ülkenin diğer yerlerine yayılırdılar  Yuvadan çıkan dinazor yavrularının çoğu, ülkenin en verimli topraklarının bulunduğu batıya göç ederdi   Burada, yeşillikler ve bol yiyecek vardı  Batının en verimli alanları, yedi tepeye yayılmış ağaçlık bölgeydi   Buraya "Yedi Tepe Ormanları" denirdi  Dinazor yavruları en çok, Yedi Tepe Ormanları'na giderdi  Yedi Tepe Ormanları'nın nehir gibi akan mavi denizin yanında olması, buraya ayrı bir güzellik veriyordu  Ormandaki hayvanlar, çoğu zaman dinlenmek için deniz kıyısına iner, boğazın diğer yakasındaki ormanlara ve kıyıdaki kumsala bakıp, zaman geçirir, birbirleriyle oynayıp eğlenirdi  Yedi Tepe Ormanları'nda yaşayan dinazorların sayısı çoktu   Dinazorlar, ormandaki ağaçların arasında gizlenerek yaşadıklarından, sayılarının ne denli çok olduğu, diğer hayvanlarca bilinmezdi  İri gövdeli dinazorları görenler, onlardan korkup kaçardı  Gerçi dinazorların çoğu, başka hayvanlara zarar vermeden, ormandaki yiyeceklerle yetinmeye çalışırdı ama, diğer hayvanlar onların ürkütücü büyüklüğünden çekinir, onlara pek yaklaşmazdı  Bazı kurnaz hayvanlar, dinazorların kendilerine saldıracağını düşünüp, orman yasalarını çiğnememeye çalışırdı   Bazıları da, belli etmeden, yasalara aykırı davranışlarını sürdürürdü![]() ![]()   Yedi Tepe Ormanları'nda yalnız dinazorlar yaşamıyordu   Bu ormanın çevresindeki taşlık alanlarda akbabalar da yaşardı  Bilirsiniz akbabalar yeşil alanları sevmezler  Onlar taş ve kum çöllerinde yuvalanırlar  Yedi Tepe Ormanları'nın çevresindeki taşlık alanları kullanan akbabaların gözü, hep Yedi Tepe Ormanları'ndaydı  Burayı nasıl taş çölüne çevireceklerini kuruyordular  Aslında bir çok orman alanını, taş çölüne çevirmeyi başarıp, buralara yuvalanarak sayılarını daha da çoğaltıyordular  Ormandaki ağaçların arasında gizlenmeye çalışan dinazorlar, ormanlar yok oldukça saklanacak yer bulma güçlüğü çekiyordular  Bu nedenle akbabaların taş çölleri, en çok dinazorları huzursuz ediyordu![]() ![]()   Ormanları yok olan diğer hayvanlar, taş çölündeki oyukların arasına saklanıp yaşamlarını sürdürmeye çalışıyor ama, açlıktan güçsüz düşünce, akbabalara yem oluyordu  Yedi Tepe Ormanları'nın taş çölüne dönüşmeye başlaması üzerine dinazorlar yaşamak için kendilerine yeni bir yer aramaya başladılar   Sonunda boğaza bakan yamaçlardan birinde, yeşilliği bozulmamış, ağaçları akbabalarca yok edilmemiş, bir vadi buldular   Bu alana "Yeşil Vadi" adını verdiler  Dinazorlar, buranın da taş çölüne dönüşmemesi için akbabaları Yeşil Vadi'den uzak tutma kararı aldılar  Yedi Tepe Ormanlarında yaşamlarını sürdüren dinazorlar, Yeşil Vadi'yi dinlenme alanı olarak kullanacaktı  Yedi Tepe Ormanları'nı yalnız akbabalar yok etmiyordu   Diğer hayvanların bilinçsizce ağaçları kemirmesi sonucu, ağaçlar yok oluyor, yerini çıplak topraklara bırakıyordu  Yedi Tepe Ormanlarının yer yer kel olup, kabaklaştığı günlerde, Yeşil Vadi'nin el değmemiş güzelliği dinazorları pek sevindirdi  Bu alana kimse zarar versin istemediler  Dinazorların en irilerinden olan iki Trex, Yeşil Vadi'nin yönetimini üstlendiler  Tciretops ve Brantosaurus da onlara yardım etti  Yönetimin ilk işi, Yeşil Vadi'de yaşayan hayvanların türlerini belirlemek oldu  Yeşil Vadi'de ağaçların ve çalıların arasında yaşayan tüm hayvan türlerini belirlemek çok zordu  Trex, burada kaplumbağa yaşadığını öğrendi  Tüm dinazorlar, çevreyi araştırıp kaç tane kaplumbağa yaşadığını bulmak istediler  Gördükleri her kaplumbağa numaralandırıldı ve Yeşil Vadi'de oniki kablumbağa olduğunu anlaşıldı  Söylentiye göre, Yeşil Vadi'de papağanlar ve yılanlar da yaşıyordu  Dinazorlar, bulabildikleri yılanların boyunlarına halka geçirdiler  Papağanları da ayak bileklerinden numaraladılar  Yeşil Vadi'de yaşayan tüm hayvanlar belirlendikten sonra Trex, dinlenmeye gelen dinazorları topladı ve: - Arkadaşlar   Bu alanda yaşıyan tüm hayvanları belirledik  Bu hayvanlar Yeşil Vadi'ye bugüne değin zarar vermemişler, bundan sonra da zarar vermezler  Başka hayvanların bu alana girmelerini engellersek Yeşil Vadi'nin yok olmasını önleriz  diye seslendi   Dinazorlar Yeşil Vadi'de yaşayan hayvanların yaşam koşullarını iyileştirmek ve kendilerine güzel bir dinlence ortamı hazırlamak için Yeşil Vadi'yi onarmaya başladılar  Hayvanların yuvalarının bakımı yapıldı, dikenli çalılar budandı, açık alanlara çiçekler ekildi, yıkılan ağaçların yerine yeni ağaçlar dikildi  Yeşil Vadi daha güzel ve yaşanabilir bir ortam olmaya başladıkça dinazorlar seviniyordu  Yeşil Vadi'nin çevresinde sarp kayalar vardı   Bazı akbabalar, bu kayaların üzerindeki taş yığınları arasına yuvalanmışdı  Bu alanda yaşıyan başka hayvanlar da vardı  Bunlar, arada Yeşil Vadi'ye inip, ağaçları kemirir, Yeşil Vadi'nin küçülmesine bilinçsizce katkıda bulunurdular  Akbabalar, kemirilen ağaçların bulunduğu yerlere taş yuvarlar ve bu alanı taş çölü yapardılar  Çevresi taşlarla çevrilen kabukları kemirilmiş ağaçlar, zamanla ölüp gidince, akbabalar bu taş çölüne inip, hemen yuva yapmaya başlardı  Yeşil Vadi de aynı Yedi Tepe Ormanları gibi taş çölüne dönüşmek üzereydi![]() ![]()   Bu durumu gören dinazorlar, Yeşil Vadi'de yaşamayan diğer hayvanları buradan kovdular   Bu hayvanlar kayaların üzerindeki yuvalarına kaçışıp, öfkeyle Yeşil Vadi'ye bakarak iç çektiler  Akbabalar, sessizce dinazorların çabasına bakıp, diğer hayvanları Yeşil Vadi'den kovuşlarını görünce: - Bir gün buraları da taş çölü olacak, dinazorlar bizimle baş edemezler ![]() ![]()   diye için için güldüler   Akbabalar yalnız gülmekle kalmadı, Yeşil Vadi'yi taş çölüne dönüştürmek için kurnazca hazırlanmış kurgularla taş çölü sınırlarını, Yeşil Vadi'ye doğru ilerletmeye çalışdılar![]() ![]()   Akbabalar, bazen Yeşil Vadi sınırına yuvarladıkları taşların yanına gidip, sınır taşlarının yerini değiştirmeye, Yeşil Vadi'den toprak çalmaya çalışırdılar   Yeni yuvarlanan taşları üst üste dizerek sınır taşlarını eskiden de varmış gibi göstermeye çabalardılar![]() ![]()   Yeşil Vadi'nin adım adım ilerleyen sınır taşlarıyla küçüldüğünü gören dinazorlar, tam taşların yolu üzerine, derin bir hendek kazdılar   Hendeği suyla doldurduktan sonra yakın akrabaları olan timsahları buraya çağırıp, özgürce yaşamlarını sürdürmeyi önerdiler  Timsahlar, hendeğin çamurlu suyunda yaşamaya başlayınca akbabalar, timsahların kendilerini parçalamasından korkup, taş yuvarlamaktan vazgeçtiler  Akbabaların taş çölünü genişletme çabaları engellenince, boyunlarını büküp yeni kurnazlıklar düşünmeye başladılar![]() ![]()   Amaçları Yeşil Vadi'ye yeni kayalar yuvarlayıp toprak kazanmak ve yeni taş yığınları arasında yuvalanmakdı![]() ![]()   Yedi Tepe Ormanları'nı benzer yöntemlerle yok edip, taş çöllerine yuvalanan akbabaların yaptıklarını, Yeşil Vadi'de uygulayamamak, yamaçlara yuvalanmış akbabaları çok öfkelendiriyordu  Beceriksizliklerine gülen Yedi Tepe Ormanları çevresinde yaşıyan diğer akbabaların davranışlarına da çok içerliyordular![]() ![]()   Bir gün, kayalar arasındaki ininden çıkan çakal, boyunlarını büküp Yedi Vadi'ye bakan akbabaların hüzünlü duruşunu görünce dayanamadı ve sordu: - Ne derdiniz var sizin? Niye böyle hüzünlüsünüz? - Şu önümüzde uzanan Yeşil Vadi'ye bakıp iç çekiyoruz   Çakal çok şaşırdı   Daha önce yeşile bakıp da hüzünlenen hayvan görmediğini anımsadı  Gerekçelerini öğrenmek için: - Neden? dediğinde akbabalar üzgün bir tavırla: - Bu vadiyi taş çölüne çeviremedik   Böyle giderse burası hep yeşil kalacak![]() ![]()   - Olsun bazı alanlar yeşil kalabilir   - Akrabalarımız bize gülüyor  Akbabaların yüz karası olduğumuzu düşünüyorlar  Onların arasına girmeye yüzümüz yok![]() ![]()   - Taş yuvarlamayı denediniz mi? - Aşağıda timsahlar var  Hendeklere yaklaşmaya kalkınca bizi havada parçalıyorlar![]() ![]()   - İşiniz zor anlaşılan  Size nasıl yardımcı olabilirim? - Yalan haber yaysak  Yeşil Vadi'de ağaçlar kesiliyor desek, kıyım yapılıyor desek belki diğer hayvanlar ayaklanıp buraya gelir, dinazorları buradan çıkarırlar  Sonra biz burayı taş çölüne çevirebiliriz  - Haberi nasıl yayacaksınız? - Onu bilemiyoruz iste  Senin tanıdıkların var mı? Bize yardım edermisin? - Ben de Yeşil Vadi'deki dinazorlardan hoşnut değilim  Yeşil Vadi'de avlanmamı engelliyorlar  Baykuş'tan yardım alabilir miyiz bir araştırayım  - Çok iyi olur  Sana bir gün borcumuzu öderiz  - Şöyle boğaza yakın bir yerde bir inim olsa iyi olur diyorum  - Söz sana güzel bir in veririz  O gece çakal kimseye görünmeden baykuşun yanına gitti   Ona akbabaların kendisinden yardım istediklerini söyledi  Baykuş, akbabaların ne yapmak istediklerini bildiğinden, onlara yardım etmek istemedi  Çakal, baykuşun yardımını sağlamak için: - Ama dinazorlar Yeşil Vadi'ye yerleştiler   Ağaçları kesiyorlar, doğayı yok ediyorlar![]() ![]()   diye yalanlarını sıralamaya başladı   Önce çakalın söylediklerine kulak asmayan baykuş, ardı arkası kesilmeyen yalanlara sonunda inanmaya başladı  İnandıkça öfkelendi, öfkelendikçe yerinde duramaz oldu  Dayanamayıp: - Bu dinazorlara iyi bir ders vermeli ![]() ![]()   deyince, çakal baykuşu kandırmış olduğunu düşünüp, mutluluk içinde inine döndü   Baykuş, Yeşil Vadi kıyımını dile getiren bir türkü besteledi  Kargaların hepsini yanına çağırdı  Bu türküyü bir çırpıda kargalara ezberletti  Sonra: - Yarın, gün doğunca Yedi Tepe Ormanlarına gidecek, ağaçtan ağaca konup bu türküyü okuyacaksınız   Diğer hayvanlar da dinazorların neler yaptığını öğrensinler![]() ![]()   dedi   Kargalar öğrendikleri türküyü unutmamaya çalışarak uçuştular![]() ![]()   Sabah olunca kargalar daldan dala konarak, dinazorların kıyımını dile getiren türküyü söylediler   Çirkin sesleriyle tüm hayvanlara haykırarak seslendiler: - Kurtarın Yeşil Vadi'yi   Bir çıplak toprak parçasına daha dayanmamız söz konusu olamaz![]() ![]()   dediler   Yedi Tepe Ormanlarında yaşayan tüm hayvanlar kan ağlayıp, çevrelerindeki çıplak topraklara ve taş yığınlarına bakıp üzüntülerini dile getirdiler  Yedi Tepe Ormanlarında bir kıpırdanma başladı![]() ![]()   Karga bu, pek akıllı değildir ya! Bir tanesi uçtu gitti Yeşil Vadi'ye  Bir dalın üstüne kondu  Biraz soluklanıp, dinlendikten sonra, o çirkin sesiyle baykuşun türküsünü söylemeye başladı  Karganın çirkin sesini duyan dinazorlar çok şaşırdılar  Biraz dinleyince, türkünün akbabaların kurnaz oyunlarından biri olduğunu hemen anladılar  Trex, dayanamayıp çığlık atarak karganın tünediği ağacın dibine gitti  Ağacın gövdesini elleriyle tutup sallamaya başladı  Karga çok korktu  Neye uğradığını bilemedi  Karga deprem olmuş gibi sallanan ağacın dalından düşmemeye çalışırken, yaprakların arasından uzanan Brantosaurus karganın uçmasını engelliyordu  Karga artık türküyü dile getirmiyor, sonunun yaklaştığını görüp çevresinden yardım almak için çığlık atıyordu  Onun çırpınışını gören Trex seslendi: - Bu türküyü sana kim öğretti? - Baykuş - Hangi baykuş? - Yedi Tepe Ormanlarındaki Özgürlük Parkı'nda yaşayan baykuş   Trex: - O akıllı bir hayvandır   Böyle bir yalanı nasıl türkü yapmış olabilir? Ne gibi bir amacı vardır? diye söylendi   Bu arada Pterezor gürültüyü duyduğu için kanat çırparak Trex'in yanına geldi  Brantosaurus, kargayı hırpalamayı sürdürürken, Pterezor: - Gidip şu baykuşa sorayım mı? Neden bu türküyü bestelemiş? Brantosaurus: - Bu kargayı ne yapacağız? Trex! kargayı yemek ister misin? - Bırakalım gitsin   Bu küçük karga beni doyurmaz  Onun çirkin türküsüne öfkelenen biri nasıl olsa onu parçalar  Sonu benden olmasın  Brantosaurus kargayı hırpalamayı durdurunca, karga, korkuyla kanat çırpıp yanlarından uzaklaştı  O gece Pterezor, baykuşun yanına gitmek üzere Yeşil Vadi'den havalandı  Baykuş tünediği dalda bestelediği türküleri mırıldanırken kocaman Pterezor'un hemen yanına kanat çırparak konmasına pek şaşırdı  Korkuyla irkildi  Pterezor'un konuşmasını bekledi sabırla  Konduğu dala yerleşen Pterezor kanadını kaldırıp: - Sen! dedi öfkeyle   Sonra devam etti: - O yalan ürküyü kargaların ağzından Yedi Tepe Ormanlarına yayan sen misin? - O türkü gerçekleri dile getiriyor   Yalan değil  diye kendini savunmaya kalkan baykuşa, Pterezor öfkeyle seslendi: - Kimden öğrendin hemen söyle bana? - Yeşil Vadi yamaçlarında yaşayan akbabalar görmüşler   Bana da çakal söyledi  - İnandım mı onların söylediklerine? - Evet - Burada pinekleyip duracağına, uçup gelseydin Yeşil Vadi'ye  Bizim ne yaptığımızı gözlerinle görseydin, bu yalan türküyü bestelemezdin  diye başlayıp, Yeşil Vadi'de neler yaptıklarını anlattı   Hayvanları nasıl koruma altına aldıklarını, ne kadar ağaç diklerini söyledi  Baykuş Pterezor'a inanıp, çakalın kendisini aldatmış olduğunu anlayınca, türküyü yaymış olduğuna çok üzüldü  Pterezor'un anlattıklarını dinledikten sonra: - Bu bir yanılgı   Hemen yeni bir türkü bestelerim  Yarın tüm Yedi Tepe Ormanlarında yeni türkü söylenir  Diğer hayvanları yatıştırmış olurum  - Kargalara öğretme  Artık onlara kimse inanmaz  Hem sesleri de çok çirkin  - Başka kuşlara öğretirim  Sakalara, sığırcık kuşlarına, bülbüllere öğretirim  - Bu olur işte  Pterezor öfkesi yatışınca kanat çırparak baykuşun yanından ayrıldı   Sabah olunca, Yeşil Vadi'deki dinazorlar, derin uykularından kuş cıvıltılarıyla uyandılar   Sesi güzel olan kuşlar bazen bir arada, bazen tek başına uzun uzun dinazorların gerçek öyküsünü dile getiren türküyü söylediler![]() ![]()   Tüm Yedi Tepe Ormanları cıvıl cıvıl öten kuş sesleriyle doldu taştı  Arada kargalar da katıldı onlara  Bazıları yeni türküyü çirkin sesleriyle mırıldanırken, bazıları hala eski türküyü söylemeye çalışıyordu  Ama tüm hayvanlar güzel sesli kuşları dinlerken, kargaların cıyaklamasına kulak asmadılar  Bazıları kovaladılar kargaları![]() ![]()   Baykuş yaptığının ne denli kötü bir davranış olduğunu anlayınca, bir daha gözüyle görmeden, araştırmadan başkasının söylediklerine inanıp türkü bestelemedi   Kuşların güzel türküsünü, geceleri bülbüller sürdürdü   Sabaha değin susmadan öttüler  Kuşlar bundan böyle, neşeyle daldan dala konarken hep bu türküyü söylediler![]() ![]()   Yeni doğanlara ve unutanlara hep aynı türküyle seslenip, dinazorların Yeşil Vadi'de yaptıklarını anlattılar  Yeşil Vadi'nin nasıl taş çölü olmaktan kurtulduğunu dile getirdiler  Dinazorları, Yedi Tepe Ormanlarının kahraman koruyucuları olarak çevreye duyurdular![]() ![]()   Yedi Tepe Ormanlarında yaşayan diğer dinazorlar da Yeşil Vadi'nin güzelliğini görmek için buraya gelir oldular   Burada çoşup, neşeyle dans ettiler![]() ![]()   Akbabalar, dinazorların çalışmalarıyla doğal park biçimine gelen Yeşil Vadi'ye baktılar umutla ![]() ![]()   Belki bir gün, istekleri gerçekleşir, Yeşil Vadi onların beklediği gibi "Taş çölüne" dönüşür diye düşlediler![]() ![]()   Yeşil Vadi yamaçlarında boyunlarını büküp, taşlarda tüneyerek bekleşen akbabalar, yüreklerinde taş çölü özlemiyle dinazorları izleyip durdular ![]() ![]() ![]() Bilinmiyor  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#4 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıAKIL OKULU 
Gecelerden bir gece, sevgili aynacık bakın neler anlatmaya başlamış Birgün ülkenin küçük kasabalarından olan Yitan’da şöyle bir haber yayılmış: - Güzel başkentimizde bir Akıl Okulu varmış   Her kim o okula giderse orada ona akıl öğretiliyormuş  Herkes bu haberi şaşkınlıkla birbirine anlatıyormuş   Şehrin en zenginlerinden olan bir adam da bu haberi duyunca kahkahalarla gülmeye başlamış:- Efendim, hayatımda hiç bu kadar komik bir şey duymamıştım   Bir insan akıllıysa akıllıdır  Sonradan akıl kazanılır mı hiç? Olacak şey midir? Duyulmuş mudur? Görülmüş müdür?Bu adam çok zengin olduğu için çocuklarının hiçbirisini okutmamış   Öyle çok parası varmış ki, istese şehrin tamamını satın alabilirmiş  Fakat çocuklarına devamlı şöyle diyormuş:- Şükürler olsun çok paramız var   Yine de paramıza para katmalıyız  Ne kadar çok kazanırsak o kadar güçlü oluruz![]() Çocuklarından biri ise, babasının bu düşüncesine katılmıyormuş   Devamlı; - Babacığım, okumak gibisi var mıdır, diyormuş   Bak ne çok paramız var  Ama bu parayla bilgi satın alamayız  Buna kimsenin de gücü yetmez  Neden okumayı kötü görüyorsun?Adam, çocuğunun bu sözlerini günlerce, gecelerce düşünmüş durmuş   Sabahlara kadar sayıklar olmuş: Akıl Okulu Akıl Okulu Bir sabah dayanamamış ve kararını vermiş: - Böyle olmayacak   Şu Akıl Okulu neymiş gidip göreceğim![]() Adam yolculuk için hazırlanmış   Atına binmiş ve yola koyulmuş  Günler geçmiş  Geceler geçmiş  Memleketinden ayrılalı tam otuz-iki gün olmuş  Günün birinde, yolda ağır ağır yürüyen bir ihtiyara rastlamış  İhtiyarın gözleri görmüyormuş  Adam bu ihtiyarın hâline acımış  Yanına yaklaşarak; - Ey yolcu, nereye gidiyorsun, diye sormuş   İhtiyar da başkente gitmek istediğini söylemiş   Bunun üzerine adam atından inmiş ve ihtiyarı atına bindirmiş:- Ben de başkente gidiyorum, demiş   Bir günlük yolum kaldı  Birlikte konuşa konuşa gideriz![]() İhtiyar atın üzerinde, adam yaya yolculuklarına devam etmişler   Şehre vardıkları zaman adam ihtiyara;- İşte başkente geldik, demiş   Burada inebilirsin  Fakat ihtiyar, adama şunları söylemiş: - Madem bir iyilik yaptın, bunun gerisini de getir   Beni şehrin meydanına kadar götür  Ondan sonra var git nereye gideceksen![]() Adam hiç karşı çıkmamış ve “tamam” demiş   Beş-on dakika sonra şehrin meydanına gelmişler  Tam bu sırada ihtiyar bağırmaya başlamış:- İmdat! ![]()   Yardım edin  Bu adam atımı çalmak istiyor  Bu garibana yardım elini uzatacak yok mu? İmdat!![]()   Meydandaki insanlar koşa koşa gelmişler onların yanına   İhtiyar kör olduğu için ona acımışlar ve adamı suçlamışlar:- Utanmıyor musun bu yaşta hırsızlık yapmaya   Hem de kör bir adamın atını çalmaya çalışıyorsun  Adam haykırıyormuş: - Hayır, yalan söylüyor   Bu at benim  Onu yoldan ben aldım  İhtiyardır, yorulmasın, bir iyilik yapmış olayım, dedim  Bu at benim  Ben hayatımda hırsızlık yapmadım  O yalancıdır  Fakat gelgelelim insanlar adamı dinlememişler   Atı, kör ihtiyarı ve adamı doğruca şehrin hakimine götürmüşler  Hakim önce kör ihtiyarı, sonra adamı dinlemiş  Ardından da şöyle demiş:- Bana bir baytar, bir nalbant, bir de saraç çağırın   Hemen gelsinler  Bekliyoruz![]() Adam bu üç kişinin neden çağrıldığını bir türlü anlayamamış   Kimseye de soramamış  Mecburen çağırılanların gelmesini beklemiş  Kısa bir zaman sonra da hepberaber gelmişler  Hakim gelenleri tek tek huzuruna kabul etmiş  Önce baytar alınmış odaya  Hakim ona sormuş:- Ata bak   Bu at hangi memlekete aittir?Baytar şöyle karşılık vermiş: - Çok fazla incelemeye gerek yok   Bu at bu şehirden alınmamış  Yitan yöresine ait bir aittir  Adam kendi memleketinin ismini duyunca hayretler içinde kalmış   Bu sefer de hakim nalbantı çağırmış ve ona;- Sen de bu atın nerede nallandığına bak, demiş   Nalbant biraz inceledikten sonra şunları söylemiş: - Bu at burada nallanmamış   Yitan yöresinde atlar böyle nallanır  Bizimkine benzemez  Adam yine şaşırmış   Kendi kendine, “Nasıl bilebilirler?” diye sorup duruyormuş  Hakim son olarak saraca; - Bu atın koşumlarını incele, demiş   Nasıl eyerlenmiş? Saraç hiç beklemeden cevap vermiş: - Efendim, ilk bakışta bizim yöremize ait olmadığı anlaşılıyor   Yitan yöresinin koşum şeklidir bu![]() Hakim cevapları aldıktan sonra atın sahibine dönerek; - Evet, sen doğru söylüyordun, demiş   Bu at senin  Artık atını alıp gidebilirsin  İhtiyara da gereken ceza verilecektir  Hiç meraklanma  Fakat adam dayanamayarak hakime sormuş: - Siz böyle bir şey yapmayı nasıl düşündünüz? Bu adamlar, bu atın Yitan yöresine ait olduğunu nereden anladılar? Lütfen bana söyler misiniz bütün bunlar nasıl olabiliyor? Hakim adamın sorusuna gülerek cevap vermiş: - Ben ve bu gördüğün herkes, bu şehirdeki Akıl Okulu’nu bitirdik   Her şeyi o okulda öğrendik  Orada doğrunun nerede ve nasıl bulunacağı öğretilir  Adam böylece Akıl Okulu’nun ne anlama geldiğini yaşayarak öğrenmiş   Heyecanla memleketi olan Yitan’a dönmüş  Bütün olanları ailesine ve arkadaşlarına anlatmış  Sonra da bütün çocuklarını bu Akıl Okulu’na göndermiş  Anlamış ki, herkeste akıl var, ama onu kullanabilmek için eğitim gerekiyor![]() Naz Ferniba  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#5 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıAKILLI ÇOBAN 
Eski çağlarda Şahimerdan isimli bir hân yaşarmış   Hân, bir gün bütün halkı toplamış ve onlara şöyle bir vazife vermiş:-Şu soruların cevabını en kısa zamanda bulun: Doğu ile batının arası kaç günlük yol? Allah, şu anda ne yapıyor? Bu iki sorunun cevabını üç gün içinde bulamazsanız hepinizin boynunu vururum! ![]() ![]() Hânın fermanına uymak lâzım, yoksa sonunda ölüm var   Ahali, üç gün düşünmüş taşınmış; fakat soruların cevabını bulamamış  Verilen üç gün bittikten sonra cellatlar, halkı sorgu alanına toplamışlar  Fakat, hânın sorularının cevabını hiç kimse bilmiyormuş  Yüce dağın eteklerinde koyun güden bir çoban, ahalinin müşkül hâlini görmüş  Yoldan geçen bir atlıya ne olup bittiğini sormuş  Yolcu şöyle demiş:- Hân, halkına ‘Doğu ile batının arası kaç günlük yol? Allah, şu anda ne yapıyor?’ diye iki soru sordu   Soruların cevabını bulmak için de üç gün mühlet verdi  Bugün belirlenen vakit bitti  Fakat, henüz hiç kimse soruların cevabını bulabilmiş değil  Halkın böyle yorgun, bitkin ve üzgün olmasının sebebi ise ölüm korkusu![]() ![]() ![]() Çoban, bu üzücü durumu öğrendikten sonra atın terkisine binmiş ve ahalinin toplandığı sorgu alanına gelmiş   Bütün halk toplandıktan sonra hân, tahtına oturmuş:- Sorularımın cevabını bulan huzuruma gelip cevap versin   diye buyruk vermiş  Meydana toplananların başları öne eğilmiş, ödleri kopmuş korkudan   Herkes ‘Sonumuz geldi ’ diye düşünürken, üstünde ak kaftanı, başında eski püskü başlığı ile bir genç, kalabalığı yara yara öne çıkmış: -Hakanım, sorularınızın cevabını ben buldum, diyerek hânın huzuruna varmış   Bu durumu gören ahali, şaşkınlıktan âdeta donakalmış  -Sorulara doğru cevap veremediğin takdirde başını alacağımı biliyorsun, değil mi?” diye sormuş hân, sert bir tavırla ![]() - Biliyorum, sultanım ![]() ![]()   - Öyle ise söyle bakalım: Doğu ile batının arası kaç günlük yol? - Yalnızca bir günlük yol, hakanım ![]() - Nereden biliyorsun öyle olduğunu? - Eğer doğu ile batının arası iki günlük yol olsaydı, güneş yarı yolda kalırdı   Fakat öyle olmuyor; güneş sabahleyin doğudan doğuyor, akşamleyin de batıdan batıyor  Demek ki bu mesafe sadece bir günlük yol![]() ![]() ![]() Bundan sonra hân; -Allah şu anda ne yapıyor?” diyerek ikinci sorusuna geçmiş   Çoban bu sefer şöyle cevap vermiş:- Hakanım, tahttan inerek yerinizi bana verin   Yerinize geçerek cevap vermek istiyorum  Hân, çobanın bu ricasını kabul etmiş; yerinden kalkarak aşağı inmiş   Delikanlı, tahtın üstüne çıkarak ahalinin de işiteceği şekilde şöyle demiş:- Yüce Allah, şu anda çobanı hânlığa, hânı da çobanlığa tayin ediyor ![]() Hân, delikanlının bu cevabını da kabul etmiş   “Böyle hazırcevap olana baskı yapılmaz, demiş ve meydana toplanan halkı da dağıtmış  O günden sonra halk, çobana büyük saygı göstermeğe başlamış   Bir müşkülü olan ondan akıl sorar olmuş![]() Bilinmiyor  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#6 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıAL KARA 
Bir zamanlar Guzelistan'da Al Kara adlı bir yürek hırsızı yaşardı   Düş ve gerçeğin bir arada durduğu Basra'dan buraya kah dinlenmeye, kah ticaret yapmaya gelen Ciğerpare ve Yekbun adında iki zengin arkadaş vardı  Yekbun çekingen, mert ve doğru sözlüydü  Ne zaman, nerede ortaya çıkacağı pek belli olmazdı  Ciğerpare ise her sakala tarak uyduran, hangi ipte yürürse yürüsün, yere düşmeyen bir cambazdı  Al Kara'nın camına vuran kelebeklere baktıkça zevklenerek “Ahh" diye iç geçirip hayıflanırdı  "Bir gün ben de, Al Kara gibi, şu güzellere kösnül masallar anlatabilsem, eminim hepsinin yüreği bana akardı  Bizim oralarda zinhar böyle güzel kelebekler ortada görünmez!"Ciğerpare sürmeli kara gözlerini sağa sola devirdiğinde Bin Bir Gece Masalları’nın ünlü kahramanı Simbad'ı andırıyordu   Bazen karası gidip, akı kalıyordu  Ellerini gür bıyıklarına götürüp, onları büktüğünde ise, düş dünyasında nice gezintilere çıkıyordu  Kent ışıklarının gökyüzüne yansıyan, pembemsi morluğunda bir Emir olup halıda uçuyor, bazen ince bir duman olup küpe binerek uzak diyarlarda Dengbejlerle buluşuyordu  Bazen de giz dolu dipsiz mağaralara inerek  bitimsiz sevdalılarla konuşuyor, cennetin anahtarıyla açılan simli kapılardan girip, altın tepside raks edenlerin ışıklı gövdelerinde sabahı sabah ediyordu![]() Güzleistanlı Al Kara'nın ise daha farklı bir öyküsü vardı   O loğusa kelebeklerin amansız takipçisiydi  Bir kelebeğin yüreğini çalmayı, aklına koydu mu, ustaca avının yanına yaklaşır, onu bacaklarının arasında sıkı sıkı sakladığı iğnesi ile uyuşturur, "seni çok seviyorum," diyerek düşüncesini sarsardı  Ardından yüreğini söker, nehre götürür, yıkar, afiyetle yerdi  Yüreği çalınan kelebek acı duymaz, aksine olay karşısında büyülenir, Al'ın peşinde pervane olurdu  Al öyle ustaydı ki bu konuda, birisiyle kucaklaşırken, diğerinin ağzına okunmuş hurma tıkıştırırdı  Böylece ağına takılan kelebeğin kendine güveni gelir, gözleri ışıl ışıl parlar çevresinde olup biteni asla fark edemezdi![]() Yüreğini yitirmiş kelebekler Al Kara'nın artık hizmetine girmişti   Yiyeceğini taşır, işini görürdü  "Sen çok yaşa Yürek Hırsızı e mi!" diyen!er yanında, yüreğini ona ikram etmek için can atan kabuğundan yeni çıkmış tırtıllar bile vardı  Bazen söz birlik etmişçesine Al'ı ziyarete gider, yüreklerini ona yedirmek için yarışırlardı adeta![]() Saydam ve görünmezdi Al Kara   Kelebek koleksiyonu oldukça ünlüydü  İyi bir pazarlamacıydı aynı zamanda  Dişinin kesemediği sert yüreklerle başı derde girdiğinde, bir yolunu bulup bunları it pazarına götürür, pahalı ucuz demeden satardı  Bu kelebeklerin işi bitikti, bellerini bir daha doğrultamaz, anlayamadıkları bir şekilde, kendilerini yeraltı cennetinde bulurlardı  Bunun yanında, gözden çıkardığı kimi uysal kelebeği de, masal dünyasının ünlü prensi Ciğerpare’ye ikram ederek, gönlünü hoş ederdi  O da eline geçirdiği bu garibanların gözünün yaşına bakmadan, ciğerini söküp ateşle közlerdi  Ciğer yemekten göbeği şiş, ağzı kulaklarında, memlekete döndüğünde, yere göğe sığmaz, Güzelistan'daki kelebeklerin minik ciğerlerini nasıl yediğini, ballandıra ballandıra çevresindekilere anlatırdı![]() Ciğerpare Güzelistan'a her gidişinde göz alıcı armağanlar da alırdı yanına   Kelebeklerin en çok rağbet ettikleri bulunmaz Basra kumaşından top top satın alıp, arkadaşı Yekbunla hörgüçlü develere yüklerdi  Onun heyecanını görüp, öykülerini dinleyenlerin, iştahı kabarır bir gün uçan halıya binip Güzelistan'a giderek ciğer yeme düşü kurarlardı![]() Fındıkkurtları kelebekler kadar uysal sayılmazdı   Al Kara'nın son günlerde işi zordu  Gece gündüz onlara oyun hazırlamak için verdiği çabadan ötürü yorgun ve bitkin düşüyordu  Dişleri de iyi kesmiyor, gözleri de iyi görmüyordu  Yüreğini çalmak için uğraştığı bir Fındıkkurdu ile başı dertteydi şimdi  Onu kimseye kaptırmamak için köşe bucak saklıyordu![]() Fındıkkurdu saçına kırmızı kurdele takıp, üstüne al bir yelek giyerdi   Bu göz alıclığıyla yürek hırsızına türlü cilveler yapar, hoş zaman geçirtirdi  Bu usta yürek hırsızı nedense bildiği tüm oyunları, Fındığın yanına gelince unutur, bir türlü onun yüreğine ulaşamazdı![]() Güzelistan’da Ciğerpare’nin burnuna nefis kokular geliyordu yine   Dudaklarını yalayarak Al'ın çevresinde dönenip duruyor, ona Basra'dan, Halep'ten getirdiği değerli armağanları vermeyi de ihmal etmiyordu![]() Al'ın gözü bu kez hiçbir şey görmüyordu   Fındıkkurdu'na güzel masallar anlatıp, güzel bir sofra hazırlamıştı  Ciğerpare’nin getirdiği Halep tatlısını da masaya koymayı ihmal etmedi  Fındıkkurdu, bu değişik ve oldukça lezzetli tatlıyı, nereden satın aldığını Al Kara'ya sordu  Al beklemediği bu soruya yanıt ararken, uzun süre kekeledi  Ciğerpare'den söz etmekten kaçındı  Eğer Ciğerpare ile Fındık bir kez karşılaşırsa işi iyice zorlaşacaktı  Kekeleyerek sözleri birbirine karıştırdı  Fındıkkurdu bundan bir şey anlayamadı, üstelemedi de   Fındık, her seferinde, Al'ı oyalayıp, sabahı sabah ediyor ve yüreğini çaldırmadan yanından kaçıyordu, O gece yarısı sıraya giren yüreksiz kelebeklerin pervane olup cama vuruşlarını şaşkınlıkla ve üzüntüyle izlemişti  Al ile birlikte olmak için birbirlerini çiğniyordu güzel kelebekler, her birisinin elinde, acılı, ekşili ve tatlı yemeklerin olduğu birer sefertası vardı  Birbirine sahte gülücükler, alaycı iltifatlar yağdırıyorlardı  Hepsi de buraya niçin geldiğini çok iyi biliyordu  Fındıkkurdu ise bu karabasan Albastı'dan nasıl kurtulacağını düşünüyordu![]() Al puslu havaları sever, işine gelmediği yerde saydamlaşırdı   Böylece de yürek çalması kolay olurdu  Her yıl bahar ayının on üçünde kelebeklerine davet verip şölen düzenlerdi  Bu yıl nedense bu geceyi unutmuştu  İçeri giremeyen kelebekler, olanları tahmin etse de, getirdiklerini hava ışımadan camın kenarına yerleştirip oradan usulca ayrıldılar![]() Ertesi gün Al Kara, bu güzel ve iyi niyetli kelebeklere, dün gece, acil bir işi olduğunu, bu yüzden eve gelemediğini, bin bir dereden su getirerek, anlatmaya çalıştı   Kelebekler de göz göre göre bu yalana inanmak zorunda kaldı  İçlerinden bazıları, "Üzülme sen Al, sen yaşa bize yeter" diyerek ona sarılıp sarılıp öptüler  Ardından Al Kara'nın unuttuğu geçmiş kelebek şölenini de kutladılar![]() Fındıkkurdu'nun ayakları yere basmadı bir süre   Al Kara'nın ona yağdırdığı iltifatlardan sonra, güzel bir kelebek olmuş uçuyordu  Bazı sözleri ağzına pelesenk etmişti Al  Yanındakini unutup aynı şeyleri bir başkasına da tekrarlıyordu  "Sen" diyordu Fındıkkurdu’na, "Onlara söylediğim sözlere bakma! Sen benim gerçek sevdiğimsin  Senden güzeli yok  Şunlara bak! Hepsinin rengi kaçmış, gözleri belermiş, kanatları koparılmış!![]() ![]()  "Fındıkkurdu çok yorgundu   Dinlediği bu tatlı masala dalıp kendinden geçti  O akşam tepsi gibi çıkan dolunay, pencereden içeriye girecekti neredeyse  Aradan bir yıl geçmiş, yine şölen zamanı gelmişti  Umutla şölene gelen bir kısım kelebek coşmuş şarkı söylüyordu  Onların gürültüsüne Fındıkkurdu sıçrayıp kalktı  Bir de ne görsün Al'ın eli tam yüreğinin üstünde durmuyor mu? Camdan içeri bakan kelebeklere gözü takıldı  Al Fındıkurdu'nun kaygısını anlamıştı  Kulağına, "Neden uyumuyorsun güzel bebeğim?" diye tatlı tatlı fısıldadı  "Bilmem, uykum kaçtı " dedi, tedirginliğini belli etmeden  Sonra toy ve heyecanlı bir sesle "Ben dolunayda uyuyamam![]() ![]()   Şu cama konan böceklere de bak!" diye işaret etti çocuksu bir edayla![]() Al Kara olanları görmezlikten gelerek acımasızca elini salladı: "Aldırma, onlar senin yanımda olduğunu tahmin ediyor ve kıskanıyorlar dedi   "Benden ejderha gibi korkarlar aslında  Senin yerinde olmak için çıldırıyorlar  Hepsinin yüreği midemde "Fındıkkurdu, bu düşmanca sözlerden hiç hoşlanmadı   Ayrıca Al Kara'nın gerçek bir Albastı olduğunu anlamış ve sırlarını da öğrenmişti böylece  "Bak Allah aşkına” diyordu Al, "Birbirlerini nasıl da kıskanıyorlar " Sırıtırken, kan içmekten kırmızılaşmış kazma dişleri de korkunç bir görünümle ortaya çıkıyordu, "içeriyi görmek için cama nasıl da yükleniyorlar" diye Fındıkkurduna sokulup mutluluğunu belirtiyordu  Fındıkkurdu "yazık üşüyecekler dışarıda, aç kapıyı, içeri al onları" dedi  "Almam, ben dert babası değilim!![]() ![]()   Her birisinin yığınla sorunu var  Dertlerini unutmak için buraya gelerek benden medet umuyorlar, akıllı olup yüreklerini çaldırmasaydılar!" dedi ve yutkundu![]() ![]() Fındıkkurdu bütün bunları öğrenince çileden çıktı   Bunun üzerine bir kurnazlık düşündü  Bu arada Al Kara onu uyutup yüreğini çalmak için masalına devam ediyordu  Fındıkkurdu, "Benim uyumam için sadece masal anlatmak yetmez dedi  "Sevgilim gidip bana çaydan elekle su getirir, onu içer, ancak öyle uyurum!![]() ![]()  " Al Kara "Hıh, bundan kolay ne var, kelebeğim kelebeğim” diyerek sarıldı Fındıkkurdu'na  Onu kendine çekerek dudağından öptü  "Bunu neden daha önce söylemedin?" dedi![]() Fındıkkurdu ise çok heyecanlıydı   Her an yüreğini yitireceğini düşünüyordu  Dişi kelebeklerin özellikle yumurtlama döneminde duyarlı olduğunu, fazlasıyla ilgi beklediklerini biliyordu  Al Kara'nın kelebeklerin bu durumundan faydalanarak bir anda saydamlaştığını, avının yüreğini hissettirmeden söküp çıkardığını, onu çaya götürerek sağa sola çarparak yıkayıp yediğini de büyüklerinden duymuştu![]() Fındıkkurdu karşısında bir görünüp, bir yok olan Al Kara'sını düşündükçe ürküyordu   Ne var ki, kendisi de bu amansız yapışkana takılmış, ona az kalsın inanıp yolunu yitirecekti  "Aslında" diye sağına soluna bakınıyordu  "Gerçekten böyle bir karabasan var mı?" Çünkü kendisinin gördüğü bu saydam yaratıkla, diğerlerinin gördüğü Al Kara aynı değildi  Belleğini yokladı  Bu düğümü çözmek için de sabırla direnip onu tesirsiz hale getirmeyi aklına koydu![]() Al Kara duvara asılı eleğini usulca indirirken, "Şimdiye dek hiçbir kelebeğim böyle garip bir istekte yanıma sokulmadı," diye dişlerini sıkarak iç geçirdi   Daha fazla zaman harcamadan doğruca nehre gitti  Eleği suya daldırıyor daldırıyor boş çıkarıyordu  "Hiç elekle su taşınır mı canııım, bende de akıl yok![]() ![]()  " diye başını salladı  Yorulmuş ve acıkmıştı  Metal dişleri birbirine vuruyordu  Canı şiddetle Fındıkkurdu'nun taze yüreğini yemek istiyordu  "Eskiden bu elekle nasıl su taşırdım?” diye söylendi Al Kara  "Tanrı be!ası Fındık, aklımı başımdan aldı  Bir kez yüreğini çalarsam, bir daha o bana bu işkenceyi yapamaz, kuzu olur peşime takılır, işte o zaman da ben ona yüz vermem," diye iç geçirdi  Tekrar tekrar su doldurmayı denedi  "Elekte su taşımak ha, maskara olduk!![]() ![]()  Şimdiye dek hiçbiri beni böyle uğraştırmadı  Böyle ezilip büzülmedim  Canın cehenneme, demiştim pek çoğuna  Eğer bu kez de başaramazsam, onu doğduğuna pişman edeceğim  Rezil olacak sonunda" diyerek sağına soluna bakındı  "Yaşlandım galiba  Hava neredeyse aydınlanacak  Aman Tanrım ” Beni şimdi su yolunda görecekler, hem de don gömlek![]() ![]()   Saydamlaşamıyorum  Çabuk kaçmalıyım buradan!![]() ![]()  "Al Kara'yı alelacele nehre gönderen Fındıkkurdu ışığı açtı   Cama vuran kelebeklere seslendi  "Dinleyin beni" dedi yumuşak ve inandırıcı bir sesle  "Kaçın buradan!" Kelebekler şaşırmış Fındıkkurdu'na bakıyordu "Yoksa Al Kara hepinizi Basra'lı simsara satacak! Yüreğinizden oldunuz  şimdi ciğerinizden de olacaksınız ve daha çok acı çekerek bir işe yaramayacaksınız sonunda!![]()   Burası büyülü bir adadır  Adı da ÇIRA-YANAN  Gördüğünüz bu simli ve esrarengiz ışık bir tuzaktır  Işığı gören sizin gibi iyi niyetli kelebekler, bir şey var diye, koşarak buraya gelir  Dertlerine derman ararken aldanırlar  İkram, ilgi görürler, ışık gözlerini alır sonunda  Aradıklarını bulduklarını düşünerek yüreklerini çaldırır, bir daha ayrılamazlar buradan  Daha ilerde KÖPEK- HAVLAYAN ve KEDİ- MİYAVLAYAN var  Oralar kelebekler için çok daha tehlikelidir  Köpek Havlayan'da tuzağa takıldınız mı işiniz bitiktir  Oranın beyin salatası çok ünlüdür  Burun deliğinden geçirdikleri bir çengelle beyninize ulaşır, onu çekip çıkarıp nehre götürür taşlayarak yıkarlar  Ondan sonra hiçbir şekilde düşünemez olur, sabah akşam demeden havlar durursunuz  Şimdi şu kırmızı kurdeleları alıp, başınıza takın! O sizi kötülüklerden koruyacaktır  Birbirinizden sakın ayrılmayın  Yollar dar ve engebelidir  Çaylar ırmaklar birbirini keser![]() Kelebeklerin çoğu silkelenip kendine geldi, birbirlerine bakıp olacaklardan korkup hemen orayı terk ettiler   Hepsi de başlarına birer kırmızı kurdele taktı![]() Kelebekleri Çıra Yanan'dan uzaklaştıran Fındıkkurdu birden bire yanında Yekbun'u gördü   Heyecanlandı, yüreği kıpırdadı  Yekbun ona "çabuk benimle şu ambara gir!" dedi  Fındıkkurdu şaşırdı, bu da kimdi! "Ama yapacak bir şey yok " dedi içinden  Yekbun'un dediğini aynen yaptı![]() Al Kara nehirden eli boş olarak Çıra Yanan’a dönünce kapısı bacası arkasına kadar açık boş ve buz gibi bir ev buldu   Gözlerini yumarak, metal dişlerini gıcırdattı, sağa sola sopasıyla saldırdı  "Ah rezil Fındıkkurdu" dedi  "Ah, Fındık" dedi "Seni bir elime geçirirsem çiğ çiğ yiyip postunu pazarda satacağım![]() ![]()   Bu oyuna ben nasıl gelirim?" Üzüntüsünden çıldıracak gibiydi  Soluklanmak için, düşünceli düşünceli erzak ambarına sırtını dayadı  Karşısına hangi kelebek çıksa onun yüreğini acımadan yiyecekti![]() Yekbun Fındık'a işaret ederek, kırıp yediği fındıkların kabuklarını Al Kara'nın keline atmaya başladı   Neye uğradığını anlamayan Al sinirlenip başını yukarı kaldırdıkça kafasına bir tane daha iniyordu![]() "Bana bak dişi Fare" dedi Al, "Benimle dalga geçip durma, şimdi yanına gelirsem Fındıkkurdu'nun acısını senden çıkarırım   Fındıkkurdu da Al'ın başına ceviz fırlatmaya başladı bu kez  Böylece serseme dönen Al'ın oyunu bozulmuştu  Durmadan hapşırıyor, başını yukarı kaldıramıyordu  Ona zor zamanlarında yardımcı olan Ciğerpare'ye sesleniyordu:"Yetişşş Ciğerparem! Neredesin!" Bir yandan da elindeki sopasıyla kafasına vurarak, "Ben böyle bir çömezin ağına nasıl düşerim?" diyordu ![]() Yekbun, "Hadi" dedi gölge gibi izlediği Fındıkkurdu'na   Saklandıkları yerden çıkıp, Al Kara'yı derdest edip çuvala tıktılar  Çuvalın ağzını bağladılar  Al Kara böğürdükçe onlar sopayla vurdular![]() Sultan Su Akar  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#7 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıALTIN SAÇLI KIZ 
Zamanın birinde, bundan çok yıllar önce   Saraylarda padişahların yaşadığı, meydanlarda okların atıldığı, pazarlarda altın sikkelerle alış veriş yapıldığı zamanın birinde![]() ![]()   Güzel bir bahçenin tam ortasına kurulu bembeyaz bir ev varmış  Bu evde altın sarısı saçları olan güzel mi güzel, alımlı mı alımlı; al yanaklı, gül dudaklı, boylu poslu, Bukle adında bir genç kız anneciği ile beraber otururmuş  Güzeller güzeli Bukle her sabah, babaannesinden kalma bir kemik tarak ile saçlarını taramayı pek severmiş   Bir saat, iki saat hiç bıkmadan tarar da tararmış yumuşacık saçlarını  Sonra da tarağın dişlerine takılan, bir de yere dökülen tellerini itinayla toplarmış  Onları pembe ipek mendilinin içine sarar bir çekmecede saklarmış  Oturdukları beyaz evin bahçesi öyle güzel çiçeklerle bezeliymiş ki, kokuları siz deyin on mahalle, ben diyeyim yirmi mahalle öteden duyulurmuş   Renkleri o kadar canlı, o kadar başkaymış ki; bahçenin önünden her geçen durup bakar, hayran kalırmış bu güzelliğe  Bukle’nin annesi Menzile, bir çocuk gibi severmiş bu güzel çiçekleri  Okşarmış, öpermiş; her akşam güneş batınca dağların gerisine, ay ışığı altında sularmış tek tek  Laleler onu gördüklerinde daha dik durmaya, menekşeler kokularını her köşeye yaymaya, güller iri iri açmaya çalışırlar; güzellik yarışına girişirlermiş  Hem çiçeklerle yaşamak öyle kolay da değilmiş  Çabuk küser, çabuk solar, çabuk bükerlermiş boyunlarını  Pek nazlı, pek nazenin, pek hassas, pek narin, pek kırılgan imişler  Öyleymişler işte  Sevgi imiş asıl onları besleyip büyüten![]() Menzile haftada bir kere, karanlık çöker çökmez Bukle’nin altın sarısı tellerinden birisini alır, bahçedeki o güzel çiçeklerden seçtiğinin içine usulca koyarmış   Ertesi sabah da aynı çiçek bir altın verirmiş Menzile’ye  Bu, kimseye duyurmak istemedikleri bir sırmış  Anne kız böyle yaşar giderlermiş işte  Kimseye zararları yokmuş  Kimseye de muhtaç değillermiş![]() Ancak insanlar çeşit çeşitmiş   İyiler de çokmuş, kötüler de![]() ![]()   Kimin iyi, kimin kötü olduğunu ise bilebilmek pek zormuş  Günlerden bir gün nasıl olduysa, kadının biri, bir köşede durur iken Menzile’nin çiçekten aldığı altını görüvermiş  Hayret etmiş, gözlerine inanamamış, dönüp bir daha bakmış “gördüklerim doğru mu acep!” diye  Hemen aklında türlü fikirler dolaşmaya, bu fikirler bir kurt gibi beynini kemirmeye başlamış  Sonunda bu fikirlere yenilip de aklınca bir plan hazırlamış  Üzerine eski püskü, yırtık pırtık giysiler geçirip elini yüzünü kire pasa bulayıp, varmış güzel bahçeli beyaz evin kapısına![]() Menzile çıkmış bu perişan görünen kadının karşısına   “Buyrun” demiş gülümseyerek  Kadın iki büklüm durarak, kısık sesle “misafir etseniz beni birkaç gün Allah rızası için” demiş ve kapının önüne yığılıp kalmış  Menzile kadına pek acımış, haline pek üzülmüş  Hemen ana kız içeri taşımışlar kadını  Yatağa yatırıp üstünü örtmüşler  Merakla başında beklemeye başlamışlar  Bir süre sonra kadın açmış gözlerini “su içsem” demiş  Bukle bir koşu su getimiş  “Açım” demiş bunun üzerine kadın  Bu sefer de Menzile koşmuş mutfağa, sıcak çorba getirmiş  Bir güzel karnını doyurmuş kadın  Ardından da açmış elerini, uzun uzun dua etmiş bu güzel insanlara:“Allah ne muradınız varsa versin ![]() Sağlık, mutluluk, huzur dolsun eviniz ![]() Tuttuğunuz altın, sofranız bereketli olsun ![]() Eviniz sıcak, yüreğiniz ferah olsun ![]() Yarınınız güzel, seveniniz bol olsun ![]() Kötülük dokunamadan geçip gitsin çatınızın üzerinden ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]()  ”Bir güzel dualar etmiş ki kadın oturduğu yerden, Bukle ve Menzile pek sevinmişler   Menzile “evin yoksa kal bizimle, yoldaş olursun bize” demiş  Kadın hiç beklemeden hemen atılmış  “Olur olur, kalırım” diyerek bir çığlık bırakmış havaya  Kim ne düşünür nereden bilsin Menzile  Kimin niyeti nedir nasıl bilsin Menzile![]() O günden sonra birlikte yaşamaya başlamışlar beyaz evde   Güzel, temiz elbiseler vermiş Menzile kadına  Birlikte yiyip birlikte içmeye, birlikte gezip birlikte tozmaya, birlikte oturup birlikte kalkmaya kısa zamanda pek alışmışlar  Her sabah Bukle’nin altın sarısı saçlarını o tarar olmuş  Her teli itinayla toplamış, kimse görmeden bir kısmını ayırıp saklamış  Fırsat buldukça bahçeye çıkıp çiçeklere koymuş telleri  Ertesi sabah da bir bir toplamış altınları  Günler geçmiş, haftalar geçmiş, aylar geçmiş   Kadın usanmış bu işten  Yorulmuş, bıkmış, “yeter artık” diyerek bir gece yarısı uyurken Bukle derin derin, mışıl mışıl; almış makası eline, altın saçını kökünden tutup kesmiş bir çırpıda  İşte o an olmuş ne olduysa, altın saçın her bir teli kocaman bir yılana dönüşüp atlamışlar kadının üstüne   Oracıkta sokup öldüreceklermiş neredeyse, Bukle “durun” demeseymiş  Kadın korkudan küçük dilini yutmuş da, bir dahi hiç konuşamamış  Ödü “pat” diye patlamış da aklı yerinden oynamış  O günden sonra da kiminle karşılaştıysa, saçının tellerini yaşmağının ucundan gösterip birşeyler geveler, birşeyler anlatmak istermiş  Lakin kimse ne dediğini bir türlü anlayamazmış bu deli kadının  Acıdıklarından eline ekmek parası tutuşturup yollarına devam ederlermiş  Birgün bir sokağın köşesinde bağdaş kurmuş otururken ak sakallı bir dede gelip durmuş karşısında   Uzun uzun bakmış gözlerine bir şey okur gibi  Sonra da “bir adam vardı buralarda yaşayan” demiş kadına  “Nalbant idi  Herkes sever, herkes hürmet eder, herkes pek güvenirdi ona  Bir sabah senin gibi o da gördü çiçeklerin verdiği altınları  Göz bir gördü mü, akıl bir yazdı mı kenara gözün gördüklerini insan kendini tutamaz olur  Günler boyu eline iş alamadı  Gelip gidenler “niye çalışmıyorsun, hasta mısın?” diye sordular uzun süre  Nalbant kimseyle tek kelime konuşmadı  Gözünün önünden çil çil altınlar gitmiyordu  Bir damla uyku girmedi gözüne  Sonra baktı ki olmayacak; eline koluna, diline kulağına bir de aklına hakim olamayacak  Her bir şeyini, neyi var neyi yoksa olduğu gibi bırakıp çekti gitti buralardan  Kimseler bir daha haber alamadı nalbanttan  Ne nereye gittiğini öğrendiler, ne de neler yaptığını duydular  Ben sana söyliyeyim mi ne oldu nalbanta?” Kadın gözleri yuvalarından fırlayacakmış gibi bakmış dedeye, karşısında duran bir canavarmış gibi   Devam etmiş ak sakallı dede konuşmaya  “Nalbant şimdi padişahın sağ kolu  Vezir oldu memlekete  Eğer senin gibi tutamasaydı kendini, bu şehrin sokaklarında dolaşacak, adı “deli nalbant”a çıkacaktı belki de ”Konuşması bitince dede yürüye yürüye uzaklaşmış kadının yanından   Onun arkasından bakakalan kadın saçını başını yola yola bağırmış da duyanlar gök yarıldı sanmış  Çocuklar öyle bir ağlamış ki üç gün üç gece susturamamışlar  Kediler korkup damdan dama atlaya atlaya başka şehirde miyavlamaya gitmişler  Bukle’nin saçları da kısa sürede uzamış, yine eskisi gibi taranacak hale gelmiş   Açgözlü olmanın, yalan söylemenin, kötü düşüncelerin ne kadar zararlı olduğunu da daha iyi öğrenmiş  Anne kız uzun yıllar mutlu bir şekilde, beyaz evlerinde, güzel çiçekleri ile yaşamaya devam etmişler  Bir daha da kimseye güvenip evlerine almayı hiç düşünmemişlerNaz Ferniba  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#8 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıASLAN İLE FARE  Ormanlar kralı aslan ormanda bir gün avlanmaktan gelmiş, yatmış uyuyormuş    Minik bir fare aslanın üzerinde dolaşmaya başlamış Aslan sinirlenerek uyanıp fareyi yakalayış  Tam öldüreceği sırada fare yalvarmış: -Ne olur beni bırak! Gün olur benimda sana bir iyiliğim dokunur, demiş   Aslan farenin bu sözlerine gülerek: -Sen küçük bir faresin, bana ne iyiliğin dokunur ki deyip,fareye acımış ve fareyi bırakmış   Fare sevinerek oradan uzaklasmış Aradan zaman geçmiş, Aslan birgün avcıların kurduğu tuzağa yakalanmış   Aslan çırpınmış, bağırmış ama tuzaktan bir türlü kurtulamamış   Oradan geçmekte olan minik fare aslanın bu durumunu görmüş  Hemen dişleri ile tuzağın iplerini kemirerek kesmiş  Aslanı tuzaktan kurtarmış  Fare aslana: - Beni küçük diye beğenmiyordun    Bak  senin canını kurtardım, demiş  Aslan, böylece yapılan bir iyiliğin karşılıksız kalmayacağını anlamış ![]() Bilinmiyor 
 | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#9 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıASLANIN SARAYI 
Aslan ormandaki hayvanları sarayına davet etmiş   Hem onlarla tanışmak, hem de ormanın sorunlarını konuşmak istiyormuş![]() İçeri ilk olarak içeri giren ayı saraydaki kokuyu beğenmemiş   Eliyle burnunu tutup yüzünü buruşturmuş  Ağzından da “Öffff çok pis kokuyor ” Sözleri dökülmüş  Aslan bu işe çok kızmış  Sarayını kötüleyen ayıyı bir pençede yere serip öldürmüş  İkinci olarak sarayı giren maymun olanları gördüğü için “Efendim sarayınız mis gibi kokuyor  ” Aslan maymuna da kızmış  Abartıyor, bana şirin görünmek istiyor diyerek bir pençede maymununda işini bitirmiş![]() Bütün bu olayları gören tilki aslanın huzurunda tek bir söz bile söyleyememiş   Bu kez aslan sormuş  “Söyle bakalım sarayımı beğendin mi? Kokusu nasıl? Tilki işi kurnazlığa vurarak   “Sayın kralım ben bu günlerde nezle olmuşumda burnum koku almıyor ” Demiş![]()  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#10 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıAVA GİDEN AVLANIR 
Okumak isteyenlere ve ilgisini çekenlere bir masalım var   Bazı gerçekleri, yeni kuşaklara yansıtmak istiyorum  Yarım yüzyılı geçen yaşamımda gördüklerimi, aile büyüklerimin öykülerini ve ninelerimin soğuk kış gecelerinde soba başında ısınırken, anlattıklarını yazıya dökmek istedim  Çok eskilerden bugüne gelen ve güncelliğini koruyan bir masal oluştu: Vahşi Batının masalı![]() ![]()   Binlerce yıl önce, daha insanların birbirlerini anlamak ve düşüncelerine değer vermek yerine, silahlarıyla, sopalarıyla karşıtlarına saldırıp baskı uygulamaya çalıştıkları zamanlarda, geniş topraklar üzerine yayılmış bir ülke varmış   O zamanlar tüm ülkeleri krallar ve imparatorlar yönetirmiş  Bu ülke, krallıklara baş kaldırıp Dünyaya bağımsızlığını duyurmuş  Ülkede, o günler için tuhaf sayılabilecek bir yönetim biçimi kurulmuş  Burada halk, aralarından birini başkan seçer, ülke yönetimini onun denetimine bırakırmış  Başkanı, krallardan ayıran en büyük özellik; Her konuda özgürce karar alma hakkı olmamasıymış  Bazı önemli karar için ülkenin ileri gelenleri bir araya gelip, tartışır ve oylayarak sonuca bağlarmış![]() ![]()   Ülkede her şey düzenine uygun yürüyor görünürmüş   Bazı anlarda başkan, yapacak iş bulamadığı için çevresine biriken kişilerle eğlence düzenler, keyif içinde yaşamını sürdürürmüş  Ülkede yaşam durgun olduğu için (ya da Başkana böyle yansıtıldığı için) Başkanın eğlence yaşamına dalması çok doğalmış  Bu eğlencelerde başkanın kadınlara düşkünlüğü söylentisiyle ülke çalkalanırmış  Özellikle ülkenin ileri gelenleri (ülkelerinin çıkarı için toplanıp karar alanlar), başka ülkelerin yönetimlerine karışacakları, ya da ülkelerinde insanlık adına kötü sayılacak davranışlara girecekleri zaman, bu tür söylentilerle kendi ülke halkının akılını bulandırır, yaptıkları hoş görüden uzak çalışmaları gizlemeyi sürdürürmüş![]() ![]()   Ülkenin ileri gelenleri, başka ülkelere karışamadıklarında, boş kalıp sıkılmamak için, kendi ülkelerindeki insanları saç kesimine ve rengine göre sınıflara bölüp, bazı sınıfları yok etmeye çalışmayı görev edinmişler   O zamanların yaşam biçimini yansıtan bu davranışlar, kendileri, ya da başkaları için doğal karşılanırmış  Neler yapmamışlar ki? Yönetimde görevli bazı insanlar, geceleri başlarına geçirdikleri külahlarla çevreye dehşet saçmış, evleri yakmış, insanları öldürmüşler   Sonra hiçbir şey olmamış gibi işlerini sürdürüp saygın kişiliklerine bürünmüşler![]() ![]()   Bazıları dağlarda yaşayan kavimlere saldırıp, ateş suyu ve süs eşyalarıyla onları kandırmaya, topraklarını ellerinden almaya kalkışırmış  Sonra aç ve güçsüz kavimlerin sudan nedenlerle kamplarını basıp, çadırlarını yakmışlar![]() ![]()   Derileri kara diye topladıkları köleleri uzun yıllar hayvan gibi kullanmışlar, kişiliklerini oluşturmalarına engel olmuşlar, karşı duranlarla savaşmışlar   Zevk için kara derili köleleri öldürmüşler![]() ![]()   Irkçılık ve soy kıyımı konusunda ellerinden geleni yaparken, düşünebildikleri her tür insanlık dışı işkenceyi uygularken, başka ülkelerin yönetimlerine kendi düşüncelerine uygun insanları getirmek için uğraşmışlar   Kendi yaptıklarının "Moda" olmasını sağlamak istemişler  İnsanlık dışı davranışlarının başkaları tarafından da onaylanmasına göz yumacak yöneticileri bulup ülkelerin başlarına geçirmişler![]() ![]()   O ülkelerin kaderini değiştirecek, ülke içinde binlerin, ya da on binlerin ölümüne neden olacak kıyımlara göz yumarak, kendi düşüncelerini Dünyadaki yaşam biçimiyle özdeşleştirmişler![]() ![]()   Her şeyi kendi düşüncelerine uymayanları düzene sokmak için yaptıklarını söyleyerek, yalnız kendilerini ve kendi yandaşlarını avutmuşlar  Bir de doğal olarak eğlenceye meraklı başkanlarını![]() ![]()   Sayısız insanı öldürmek ve soylarını kurutmak için silah kullanmışlar   Bunca insanın ölümüne neden olan silahlarını her koşulda iyileştirmişler  Daha hızlı ve vurucu silah yapımı en büyük emelleri olmuş  Araştırmaların, yeniliklerin temeli hep silahlarını geliştirmeyi amaçlamış![]() ![]()   Çevrelerinde öldürülecek sınıflar kalmayınca, ya da kalanların öldürülmesinin anlamı olmayınca, silahlarını ne yapacaklarını bilememişler  Başkanlarının da bir çözüm üretecek durumu yokmuş![]() ![]()   O eğlencenin mutluluğunu yaşıyormuş![]() ![]()   Aralarından biri çıkmış: - Başka ülkelerde karışıklık çıkaralım   Silahlanmalarını sağlayalım  Elimizde kalan silahları onlara satalım  demiş   Toplananlar ,düşüncenin parlaklığını görüp konuşmacıyı ayakta alkışlamışlar   Sonra kolları sıvayıp ülkeleri birbirlerine düşürmüşler  Silah, belki korunmak için gereklidir   Ama silahı elinde tutan, onu kullanırken korkar  Vereceği zarardan korkar  Onu kullanmak istemez  Halbuki satıcı, silahın kullanılmasını ister  Kullanılan silah bozulsun, yerine yenisi alınsın  Biri silahını kullanınca, diğer daha güçlü silahla kendisini savunsun  Daha güçlü silah almak istesin![]() ![]()   Silah satıcıları, ülkelerdeki karışıklıklara acımasızlığı aşılamak için ne yapacaklarını düşünürken, bir sözcü: - Irk ayrımı   Irk ayrımını körükleyelim  Siyah için Beyazı, Beyaz için din ayrıcalığını, dindar için toplumcu düşünceyi kötüleyelim   Kin, insanları acımasız yapar![]() ![]()   demiş   Böylece ayrımcılık ülkelerin içine sızmış![]() ![]()   Karşıt görüşlerin düşünceleri acımasızlaşınca, silahların tetikleri işlemiş![]() ![]()   Ortadoğu'da "Kutsal Topraklar" uğruna yıllarca savaşılmış   Kardeş gibi yaşayan etnik sınıflar birden Avrupalıların gözü önünde birbirlerini biçmişler  Ülkelerindeki düzeni korumak için komşu ülkeler savaştan çıkar ummuşlar  Akdeniz'de yan yana yaşayan insanlar ellerinde silahları ilerideki adadan, ya da kara parçasından gelecek saldırıyı bekleyerek, yıllarca savaşın eşiğinde yaşamışlar  Bazılarında halk yönetime karşı ayaklanmış  Daha nice örnekler oluşmuş![]() ![]()   Sonuçta ülkelerin yönetimleri, içten ve dıştan gelecek saldırılara karşı kendilerini korumak için silahlanmışlar  Ordular beslemişler  Kazançlarını silah alımına yönlendirmişler  Satıcılar "Daha iyi silah" satmak istedikçe, gözü dönen yöneticiler de "Daha iyi silah, daha güçlü iktidar" diyerek silahların kölesi olmuşlar![]() ![]()   Dünyamız barut kokusuyla, akan kanlarla kirlenirken, silah satıcıları kazançlarını çoğaltıp ellerini ovuşturmuşlar   Zenginlikleri dillere destan olmuş![]() ![]()   Başka ülkelerde yaşayanlar da onlar gibi zengin olmak isteyince, onlar gibi silah yapmak, ya da uyuşturucu satmak yolunu seçmişler  Onların da amacı kısa sürede, yükselen ceset tepelerin sırtından para kazanmakmış![]() ![]()   Amaçları aynı ama, yöntemleri ayrı olan bu ülkelerin bazılarında baskı yönetimi, silahların gölgesinde gelişiyormuş![]() ![]()   Silahların tetiklerine dokunanlar, yüksek bedelli silahları almak isterken fakirleşmişler![]() ![]()   Gelirleri azalmış![]() ![]()   Zavallı ülkelerin "Uyanıp savaşmaktan vazgeçmelerini engellemek" için Vahşi Batıda yaşayanlar, kirli emellerini gizlemek istemişler  Dış görünüşün hak ve hukuk ilkelerine saygılı olduğunu göstermek için ülkelerindeki yolsuzlukları bulup, Dünyaya sunmuşlar  Yalnız kendi ülkelerinde bu oyunu oynamanın çok da inandırıcı olmayacağını düşünerek, başka ülkelerde de benzeri kurgular yapmışlar![]() ![]()   "Dürüst olmak" gibi tuhaf bir görüntü sergiler olmuşlar![]() ![]()   Parası azalan ülkelere borç vermişler![]() ![]()   O yıllar, çok eskiden yaşanmış yıllar, bugün bizim yaşadığımız Dünyaya benzemiyormuş   O zamanlar insanlar; Kulaktan dolma bilgilerle, saptırılmış görüşlerle yetiniyor, kendilerine anlatılana inanıyormuş![]() ![]()   Bu nedenle insanların birbirlerinden bilgi saklaması çok kolaymış  Bilgisiz insanları, yanlış yönlendirmek, onların düşüncelerini karartmak, yaşamlarını sıkıntılara boğmak kolaymış![]() ![]()   Kısacası insanları kandırmak için emek harcamak gerekmezmiş![]() ![]()   Bir gün eski Dünyanın aydın insanları, vahşi batıdan kaynaklanan ayrımcılığı görebilmişler   "Biz de onlara kendi silahlarıyla saldıralım" diyerek kolları sıvamışlar  Onları birbirine düşürmek için sabırla beklemişler  Bir gün, o ülkedeki yönetim biçimine göre başkanlık seçimi yapılacakken "Tam zamanı" diyerek harekete geçmişler![]() ![]()   Başkanlık seçiminde, halkın önüne çıkarılan adaylardan birinin, külahlı saldırganlara benzeyen, insan öldürmeyi zevk edinen geçmişi varmış   Diğeri de bir bayanmış  Aydın insanlar; "Bayandan başkan olmaz  İnsan öldürmeyi seven başkan olunca ülkeyi kana bular" gibi sözlerle Vahşi Batıdaki halkın aklını çelmişler  Halk kimi seçeceğini bilememiş  Kararsız kalmış  Başka ülkelerdekine benzeyen karışık bir ortam oluşmuş  Seçim günü oy farkı çok az olmuş  Ya geçersiz oylar?![]() ![]()   Onlar seçim sonucunu etkileyen oylardan daha çokmuş  Halk hala yönetim biçiminin hakça olduğunu düşünüp, mahkemelere hücum etmiş  Ama, sonuç alınamamış  Hatta seçimlerin dürüstlüğüne gölge düşmüş  Eski Dünyanın aydınları gülümseyerek: "Öyle olmaz, bizim gibi silahlanıp, gücünüzü gösterin  Karşıtlarınızı öldürün " diye halka akıl vermişler![]() ![]()   O günden sonra vahşi batıda yaşayanlar, başka ülkelere silah satmaz olmuşlar   Eski Dünyanın insanları da silahları olmayınca, savaşmaz olmuşlar  Aralarındaki çekişmelerin tümü son bulmuş  Ya silahlara ne olmuş? Vahşi Batı, silahları kendi içinde kullanmış  Bu silahlarla "Karşıt Görüşlü" toplum katmanları birbirini kırdırmışlar![]() ![]() ![]() Bilinmiyor  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#11 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıAY İLE NYAK 
Gece yirmi saniye sürüyordu, NYAK da yirmi saniye   Yirmi saniye boyunca, kara bulutlara bürünmüş gökyüzü, büyümekte olan altın sarısı Ay'ın, ele gelmeyen bir ayla ile vurgulanmış ayçası, sonra, ne kadar çok bakılırsa, göz alıcı küçüklükleri o kadar irileşip sonunda Samanyolu'nun tozlarına dönüşen yıldızlar görülüyordu, bütün bunlar hızlı hızlı görülüyordu, üzerinde durulmak istenen her ayrıntı, bütünün yitip giden bir bölümü oluyordu, çünkü yirmi saniye hemen bitiyor, Nyak başlıyordu![]() NYAK, karşı damdaki SPAAK-KONYAK reklamının yazısıydı,yirmi saniye yanıyor, yirmi saniye sönüyordu, yandığında da başka hiçbir şey görülmüyordu   Ay birden soluyor, gökyüzünün her tarafı kararıp düzleşiyor, yıldızlar parlaklıklarını yitiriyorlardı, on saniyedir, sürekli sevişme miyavlamaları çıkartarak, damların tepelerinde, oluklarında ağır ağır dolaşıp birbirlerini arayan dişi kedilerle, erkek kediler, şimdi NYAK'la kiremitlerin üzerinde fosfor neon ışığı altında, tüyleri dimdik, büzülüyorlardı![]() Oturduğu tavan arasının pencerelerinden bakan Marcovaldo ailesinde karşıt düşünceler kol geziyordu   geceydi, artık büyük bir kız olan Isolina ay ışığının kendisini kapıp götürdüğünü duyumsuyor, yüreği çözülüyor, binanın alt katlarından ulaşan en cılız radyo sesi bile bir seranadın ezgileri gibi geliyordu ona  NYAK yanınca, radyo sanki başka bir havaya ,caza dönüşüyor, Isolina da ışıklar içindeki dans salonlarını, en üst kattaki tek başınalığını düşünüyordu  Pietruccio ile Michelino gecenin karanlığında gözlerini faltaşı gibi açıyor, haydut dolu bir ormanın orta yerinde olmanın sımsıcak, yumuşacık korkusunun içlerini kaplamasını bekliyorlardı; sonra NYAK! olunca, başparmaklarını havaya kaldırıp, işaret parmaklarını ileri uzatarak birbirlerine ,"Eller yukarı!Nembo Kid geldi!" diye saldırıyorlardı  Anneleri Domitilla, gece ışığın her sönüşünde, 'Artık çocukları almalı, bu hava çarpar  Hele Isolina'nın bu saatte pencerede olması doğru değil!' diye düşünüyordu  Ama sonra herşey , dışarısı içerisi de yeniden aydınlanıyordu, Domitilla kendini bir zengin evinde ziyaretçi gibi hissediyordu  İçine kapalı küçük delikanlı Fiordaligi ise, NYAK her söndüğünde ke'nin bezeme kıvrımı içindeki soluk ışıklı bir pencerenin camının ardında ay rengi, neon rengi, gece ışığı rengi bir kız yüzü, kendisi gülümser gülümsemez, görülemeyecek bir biçimde açılan, sanki bir gülümsemeye dönüşen, daha çocuk sayılır bir kız ağzı görüyordu, karanlığın içinden, birden NYAK'ın insafsız ke'si çıkıp gelince, yüz sınır çizgilerini yitiriyor, tükenmiş, soluk bir gölgeye dönüşüyordu; çocuksu ağzın, gülümsemesine karşılık verip vermediği bilinemiyordu artık ![]() Bu tutkular fırtınası içinde Marcovaldo çocuklarına gök cisimlerinin konumlarını öğretmeye çalışıyordu   "Şu Büyükayı , bir, iki, üç,dört, orası da kuyruğu, şu da Küçükayı, Kutup Yıldızı da kuzeyi gösterir  ""Peki bu nereyi gösteriyor?" "Ke harfi o, yıldız değil   KONYAK sözcüğünün son harfi  Yıldızlar ana yönleri gösterirler  Kuzeyi, güneyi, doğuyu, batıyı  Ay'ın hörgücü batıda![]()   Hörgüç doğuda olursa Ay küçülür ""Peki baba konyak küçülüyor mu? Ke'nin hörgücü doğuda!" "Büyüyüp küçülmez, Spaak şirketinin koyduğu yazı o  ""Ay'ı hangi şirket koymuş?" "Hiçbir şirket   Ay bir uydu, hep vardı ""Hep varsa, hörgücü niye değişiyor?" "Dördünler yüzünden   Yalnız bir bölümü görülüyor ""KONYAK'ın da hep bir bölümü görülüyor  ""Pierbernardi binasının damı daha yüksek de ondan  ""Ay'dan da mı yüksek?" Böylece, NYAK'ın her yanışında, Marcovaldo'nun yıldızları, yeryüzünün işleriyle iç içe giriyor, Isolina mırıldandığı bir mambo'yu inildemeye dönüştürüyor, çatı penceresindeki kız, göz kamaştırıcı, soğuk halka içinde yok oluyor, Fiordaligi'nin sonunda parmaklarının ucuyla göndermek cesaretini bulduğu öpücüğe karşılığını gizliyordu ![]() Filippetto ile Michelino ise, yirmi saniye sonra sönen ışıklı yazıya, yumrukları yüzlerinin önünde "Ta-ta-ta-ta ![]() ![]()  " diye makineli tüfek ateşi açıyorlardı havadan![]() "Ta-ta-ta ![]() ![]()  Gördün mü baba, bir ateşte söndürdüm," dedi Filippetto, ama neon ışığı söner sönmez savaş tutkusu da geçmiş, gözleri uykudan kapanmaya başlamıştı bile![]() "Keşke paramparça olsa!" dedi Marcovaldo yukarıdaki sözler üzerine   "Size Aslan'ı, İkizler'i gösterirdim![]() ![]()  ""Aslan mı? Michelino birden heyecanlanmıştı   Dur! Aklına bir fikir gelmişti  Sapanını aldı, cebinden eksik etmediği yedek taşları yerleştirdi, olanca gücüyle asılıp KONYAK'ı çakıl yağmuruna tuttu![]() Çakılların karşı damın kiremitlerine, olukların çinkolarına düşerken çıkarttıkları sesler, kırılan bir pencere camının çatırtısı, aşağıyı boylayan bir taşın bir lamba çanağını çıtlatması duyuldu, sokaktan bir ses yükseldi: "Taş yağıyor! Hey, yukarıdakiler!, Serseriler!" Işıklı yazı, tam atış sırasında yirmi saniye dolduğu için sönmüştü   Tavan arasındakiler içlerinden yirmiye kadar saymaya başladılar: bir, iki,üç, on, on bir  On dokuz dediler, soluk aldılar ,yirmi dediler, çok çabuk saymış olabiliriz korkusuyla yirmi bir, yirmi iki dediler, ama hiçbir şey olmuyordu  Nyak yanmıyordu yeniden, çardaktaki asmalar gibi kendisini tutan kasaya dolanmış, zor okunur kara bir bezeme kalmıştı geriye "Aaa!" diye bağırdı hepsi, gökyüzü sayılamaz yıldızlarıyla tepelerinde yükseliyordu![]() Michelino'nun kafasının arkasına bir tokat atmak için kaldırdığı eli havada kalan Marcovaldo, uzayda korunurmuş duygusuna kapıldı   Şimdi damlara egemen olan karanlık, sanki görülmez bir engel oluşturarak, sarı, yeşil, kırmızı hiyerogliflerin, göz kırpan trafik lambalarının, ışıkları yanık yol alan boş tramvayların, farların, ışık hunisini önlerinde sürüyen otomobillerin kaynaşmayı sürdürdükleri aşağıdaki dünyayı dışlıyordu![]() Bu dünyadan yukarıya yalnızca bir duman gibi belirsiz, yaygın bir fosfor ışığı çıkıyordu   Artık kamaşmayan gözlerini gökyüzüne kaldırdığında uzamların görünümü uzanıyor, takım yıldızlar derinliğine yayılıyorlardı, gök kubbe dört bir yana dönüyordu, her şeyi içeren ,hiç bir sınırın içine girmeyen bu yuvarın dokusunun bir uzantısı, bir çentik gibi Venüs'e doğru açılıyor, onun, fışkırarak bir noktada yoğunlaşan hüzünlü ışığıyla, Dünyanın çatısı üzerinde tek başına belirmesini sağlıyordu![]() Bu gökyüzüne asılı yeni Ay,soyut yarım ay görünüşünü gösterecek yerde, çevresi, Dünyanın yitirdiği bir güneşin düşey ışınlarıyla aydınlanmış ama yalnızca kimi ilkyaz gecelerinde görüldüğü gibi-yine de sıcak ısısını koruyan, donuk yuvar özelliğini açığa vuruyordu ![]() Marcovaldo, gölgelerle ışıklar arasında bölünmüş bu daracık Ay kıyısına baktıkça, sanki gece bir mucizeyle güneşe boğulmuş bir deniz kıyısına ulaşmanın özlemiyle doluyordu ![]() Çocuklar da, eylemlerinin umulmadık sonucundan korkmuş, neredeyse kendinden geçmiş Isolina, çatı penceresinin cılız ışığını, sonra da kızın aysıl gülümsemesini seçebilen Fiordaligi, tavan arasının penceresine yapışıp kalmışlardı   Annelerinin sesi duyuldu:"Hadi gece artık, ne işiniz var pencerede? Ayışığında hastalanacaksınız!" Michelino sapanını havaya kaldırdı: "Ay'ı söndürüyorum!" deyip yorganın altına girdi ![]() Böylece o gecenin geri kalan bölümünde olsun, ertesi gece boyunca olsun karşı damdaki ışıklı ilan yalnızca SPAAK-KO yazdı ve Marcovaldo' nun evinden gökyüzü görüldü   Fiordaligi ile aysıl kız parmaklarıyla birbirlerine öpücükler gönderdiler, belki de dilsizler gibi konuşarak, buluşmak için sözleştiler![]() Ama ikinci günün sabahı, damda, ışıklı yazının kasnağının arasında , kabloları, kordonları inceleyen, tulumlu iki elektrikçinin görüntüsü görüldü   Marcovaldo havanın nasıl olacağını anlamak isteyen yaşlılar gibi , burnunu dışarı çıkartıp; "Bu gece yine NYAK'lı bir gece olacak," dedi![]() Kapı çalınıyordu   Açtılar  Gözlüklü biriydi  "Rahatsız ediyorum,pencerenizden dışarı bakmama izin verir misiniz? Sağ olun," Sonra da kendini tanıttı: "Doktor Godifredo, ışıklı reklam uzmanı ""Yandık! Zararı bize ödetecekler!" diye düşündü Marcovaldo, gökbilim keyfini unutup öfkeli gözlerle çocuklarına baktı  "Pencereden bakınca, siz de taşların buradan atılmamış olduğunu anlayacaksınız " Ellerini öne uzatmayı denedi  " Çocuklar bazan serçelere taş atıyorlar, ama Spaak'ın ilanı nasıl bozuldu anlayamadım  Ceza verdim hepsine, hem de öyle bir ceza ki! Bir daha yinelenmeyecek, içiniz rahat etsin "Doktor Godifredo'nun yüzü ciddileşti: "Benim SPAAK ile ilgim yok   'Tomawak Konyak' için çalışıyorum Bu dama ışıklı bir reklam yerleştirme olanağını incelemeye gelmiştim  Ama siz anlatın yine de, anlattıklarınız ilginç geldi bana "Böylece Marcovaldo, yarım saat sonra, 'Spaak'ın başlıca rakibi 'Tomawak Konyak' ile anlaşmaya varmış oldu   NYAK yazısının her yeniden yanışında çocuklar sapanla taş atacaklardı![]() "Bardağı taşıran son damla olacak bu," dedi Doktor Godifredo   Yanılmıyordu; aşırı tanıtım giderleri nedeniyle iflasın eşiğine gelmiş olan 'Spaak' en güzel ışıklı ilanının sürekli olarak bozulmasını, kötüye işaret saydı  Kimi kez KOGAK, kimi kez KONAK, kimi kez KONK diye okunan yazı müşteriler arasında, firmanın para sıkıntısı çektiği düşüncesinin yayılmasına yol açtı; bir süre sonra, ilancılık ajansı, eski borçlar ödenmedikçe onarım yapmama kararı aldı; sönen yazı alacaklıların telaşını arttırdı; SPAK iflas etti![]() Marcovaldo gökyüzünde ayın olanca parlaklığıyla yuvarlaklaştığını gördü ![]() Elektrikçiler yeniden karşı dama tırmandıklarında son dördündü   O gece eskisinin iki katı yükseklikte ve büyüklükte ışıklı harflerle KONYAK TOMAWAK yazıyordu, artık ne Ay ne gökkubbe ne gökyüzü ne gece vardı, iki saniyede bir yanıp sönen KONYAK TOMAWAK, KONYAK TOMAWAK, KONYAK TOMAWAK vardı yalnızca![]() İçlerinde en çok zarar gören Fiordaligi oldu; aysıl kızın penceresi, kocaman, içine girilemez bir çifte ve'nin gerisinde yitip gitmişti ![]()  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#12 | 
| 
			
 
su perisi
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıRock_Alltime harikasın valla ![]() ![]() ![]()   Emeğine sağlık![]() ![]()  
 | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#13 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıBAŞINI VERMEYEN ŞEHİT  "  ![]() ![]()  Hak budur ki o gazilerin içinde böyle gaziler olmasa, Zigetvara bu kadar yakında dört yan kafir hisarı iken bekleyiş, duraklama özellikle böyle cenge çalışmane mümkün idi "Peçevî tarihi, s   355Yarın arifeydi    Öbür günkü bayram için hazırlanan beyaz kurbanlar, küçük Grigal palankasının etrafında otluyorlardı  Karşıda![]() ![]()   Yarım mil ötede Toygun Paşa'nınson kuşatmasındân çılgın kışın hiddeti sayesinde kurtulan Zigetvar Kalesi, sönmüş bir yanardağ gibi, simsiyah duruyordu  Hava bozuktu  Ufku, küflü demir renginde,ağır bulut yığınları eziyor, sürü sürü geçen kargalar tam hisarın üstünden uçarken sanki gizli bir kara haber götürüyorlarmış gibi, acı acı bağırıyorlardı  Palanka kapısının sağındaki beden siperinde sahipsiz bir gölge kadar sakin duran Kuru Kadı yavaşça kımıldadı; ikindiden beri rutubetli rüzgârın altında düşünüyor, uzakta, belirsiz sisler içinde süzülen kurşuni kulelere bakıyordu  Bunların hepsi Türklerin elindeydi  Yalnız şu Zigetvar![]() ![]()   yıkılmaz bir ölüm seddi halinde "Kızılelma" yolunu kapatıyordu  Sanki bu uğursuz kargalar hep onun mazgallarından taşıyor, anlaşılmaz bir lisanın çirkin küfürlerine benzeyen sesleriyle her tarafı gürültüye boğuyorlardı![]() Kuru Kadı içini çekti   Sonra "Ah![]() ![]()  " dedi  İncecik, sinirli boynunun üstünde bir taş topuz gibi duran çıkık alınIı iri kafasını salladı  Yeşil sarığını arkaya itti  Islak gözlerini oğuşturdu  Şimdiye kadar, asker olmadığı halde, her muharebeye girmişti  Birkaç bin yeniçeriyle dört beş topu olsa![]() ![]()   bir gece içinde şu kaleyi alıvermek işten bile değildi  Şimdi vakıa müstakildi  Ne isterse yapabilirdi Palankanın kumandanı Ahmet Bey öteki boy beyleriyle beraber Toygun Paşa ordusuna katılıp Kapuşvar fethine gitmiş![]() ![]()   Kapuşvardan sonra Zigetvarı saran ordu kışın aman vermez zoruyla, zaptı yarı bırakarak Budin'e dönünce, o da askerleriyle tekrar palankasına gelmemiş,Toygun Paşa'nın yanında kalmıştı   Bugün Grigal'den altı mil uzaktaydı  Palankaya yalnız Kuru Kadı karışıyordu; esmer, zayıf yüzünü buruşturdu: "Palanka![]() ![]()   ammatopu tüfeği kaç kişi?" dedi   Bütün genç savaşçıları Ahmet Bey beraberinde götürmüştü![]()   Hisardakiler zayıflardan,bekçilerden, hastalardan, ihtiyar sipahilerden ibaretti Hepsi yüz on üç kişiydi! Düşman, galiba öteki palankalardan çekiniyordu: Yoksa burasını bırakmaz, mutlaka almağa kalkardı  Biraz eğildi  İnce yosunlu, soğuk sipere dirseklerini dayadı  Aşağıya baktı  İki üç asker beyaz koyunların arasında dolaşıyordu  Bir tanesi karşısına geçtiği iri bir koçu, başına dokunarak kızdırıyordu, tos vuruyordu  Öbürleri, elleri silahlarında, bu oyunu seyrediyorlardı  Bağırdı:- Oynamayın şu hayvanla ![]() ![]() ![]() Askerler, başlarını tepelerden gelen sese doğru kaldırdılar   Kuru Kadı'dan hepsi çekinirlerdi  Gayet sert,gayet titiz, gayet sinirli bir adamdı  Adeta deli gibi birşeydi   Sabahtan akşama kadar namaz kılar, zikreder,geceleri hiç uyumazdı  Daha yatıp uyuduğunu kalede gören yoktu  Vali Ahmet Bey ona "bizim yarasa" derdi![]() Zavallının sabahı bekleme denilen hastalığını kerametine de yoranlar vardı   Tekrar bağırdı: ![]() - Haydi, artık akşam oluyor, içeri alın onları  Askerler koyunları toplamağa başladılar  Kuru Kadı'nın dirsekleri acıdı  Doğruldu  Tekrar Zigetvar'a baktı  Üst tarafındaki göl, kirli bakır bir levha gibi yeri kaplıyordu  Kargalar, havaya boşaltılmış bir çuval canlı kömür ellemeleri gibi karmakarışık geçiyorlar, sükûtu parçalayan keskin, sivri sesleriyle gaklıyorlardı Kalbinde ağır bir elem duydu  "Hayırdır inşallah" dedi Canı o kadar sıkılıyordu ki![]() ![]()   Elleri arkasında, başı önüne eğik, bastığı siyah kaplama taşlarına görmez bir dikkatle bakarak yavaş yavaş yürüdü  Derin bir karanlık kuyusunu andıran merdivenin dar basamaklarında kayboldu![]() ![]() ![]()   Arife sabahı, herkes uyurken, o, her vakit ki gibi yine uyanıktı! Mescit odasının önündeki taş yalakta, iki büklüm, abdestini tazeliyordu  Giden gece, daha gölgeden eteklerini toplayamamıştı  Bahçeye çıkan kapı kemerinde asılı kandil, sönük ışığıyla, duvarları titretiyordu![]() - Hey, çavuşbaşı ![]() ![]()   Hey!![]() ![]() ![]() Elindeki ibriği bıraktı   Kulak kabarttı  Bu, kuledeki nöbetçinin sesiydi  Kolları sıvalı, ayakları çıplak, başında takke, hemen yukarı koştu  Merdivende çavuşa rastgeldi  Onu itti  Yürüdü  Nöbetçinin yanına atıldı:- Ne var? - Kaleden düşman çıkıyor ![]() Erguvani bir esmerlik içinde siyah bir kaya gibi duran Zigetvara baktı   Bu kayadan yine koyu, uzun bir karartı süzülüyor, palankaya doğru akıyordu![]() - Bize geliyorlar ![]() ![]()   dedi:Çavuşa döndü: - Haydi, gazileri uyandır   Kurban bayramını bugünden yapacağız  Koş  Bana da çabuk topçuyu gönder Çavuş, bir eliyle bakır tolgasını tutarak, koştu![]() Merdivene daldı   Kuru Kadı, uzakta, kara yerin üstünde daha kara bir leke gibi yavaş yavaş ilerleyen düşman alayına dikkatle baktı  Gözlerini küçülttü, büyülttü  Önlerinde birkaç top da sürüklüyorlardı  Binden fazla idiler  Halbuki hisardaki gaziler? Kendisiyle beraber yüz on dört kişi![]() ![]()   "Ama, yine haklarından geliriz!"dedi   Uyanan, yukarı koşuyordu  Hisar kapısının iyice bağlanmasını emretti  Sarığını, cübbesini, kılıcını, tüfeğini getirtti  İhtiyar topçu gelince, ona da, hemen "haber topları"nı atmasını söyledi  Bu bir adetti  Taarruza uğrayan bir palanka hemen "İşaret topu" atarak etrafındaki kuleleri imdadına çağırırdı![]() Biraz sonra düşman hisarın önünde, harp düzenine girmiş bulunuyordu   Zaplar başsız, gür ejderha yavruları gibi siyah ağızlarını bedenlere çevirmişti  Türkçe bağırdılar:- Size teklifimiz var   Elçimizi içeri alır mısınız?Kuru Kadı: - Alırız   Gönderin, gelsin! cevabını verdi Bedenler, kalkanlı, tüfekli, oklu gazilerle dolmuştu Palankanın ruhu, neşesi, keyfi olan iki arkadaş, bu esnada tuhaf tuhaf laflar söyleyip yine herkesi güldürüyordu  Bunların ikisine de "deli" derlerdi: Deli Mehmet,Deli Hüsrev![]() ![]()   Serhatın muharebelerinde, hayale sığmayacak yararlılıklarıyla masal kahramanları gibi inanılmaz bir şöhret kazanan bu iki deli, hiçbir nizama hiçbir kayda, hiçbir disipline girmeyen, dünya şerefinde gözleri olmayan Anadolu dervişlerindendi  Her zaferden sonra kumandanlar onlara rütbe, hil'at, murassa kılıç gibi şeyler vermeye kalkınca gülerler: "İstemeyiz, fani vücuda kefen gerektir  Hil'at nadanları sevindirir![]() ![]()  " derler, hak uğrundaki gayretlerine ücret, mükafat, övgü kabul etmezlerdi  Harp onların bayramıydı![]() Tüfekler, oklar, atılmağa; toplar gürlemeğe; kılıçlar,kalkanlar şakırdamağa başladı mı, hemen coşarlar, kendilerinden geçerler; naralar savunarak düşman saflarına saldırırlar ![]() ![]()   alevi gözlerle takip edilemeyen birer canlı yıldırım olup tutuşurlardı![]() Kuru Kadı, onların herkesi güldüren münakaşalarını, saçma sapan sözlerini gülümseyerek dinlerken, elçiyi yanına getirdi, iki deli de sustu   Herkes kulak kesildi  Bu elçi Türkçe biliyordu  Küstahça tekliflerini söyledi![]() Palankayı saran Zigetvar kumandanı Kıraçin'di ![]() Yanında iki bine yakın savaşçısı vardı   Grijgal'in "Vire ile verilmesini istiyordu  Ateşe, nura, haça, İncil"e, Zebur'a yemin ediyor; çıkıp giderlerken muhafızlara hiçbir ziyanı dokunmayacağına dair söz veriyordu![]() Kuru Kadı: - Pekâlâ! ![]() ![]()   Haydi git  Biz aramızda anlaşalım, kararımızı size öğleden sonra bildiririz! diye elçiyi aşağıgönderip kapıdan attırdı   Sonra etrafındakilere döndü![]() Şöyle bir göz gezdirdi   Sırtının hafif kamburu içeri çekildi:- İşittiniz ya, gaziler! dedi, Kıraçin haini bizim yüzon kişiden ibaret olduğumuzu anlamış ![]() ![]()   üzerimize ikibin kişi ile geldi   Teklif ettiği "Vire"yi kabul etmek isteyenler vârsa ellerini kaldırsın!Kimsenin eli kalkmadı ![]() - Öyleyse hazır olalım   Haydi![]() ![]() ![]() Bir gürültüdür koptu; - Hazırız ![]() ![]() ![]() - Hepimiz, hepimiz ![]() ![]() ![]() - Hepimiz, hepimiz hazırız ![]() - Kılıçlarımız, kalkanlarımız yağlı ![]() -Oklarınız havlı_ - Yatağanlarınız keskin ![]() ![]() ![]() - Bugün nusret bizim ![]() - Amin, amin ![]() ![]() ![]() Kuru Kadı, "Ey alemlerin rabbi" diye ellerini kaldırdı   Bir duaya başlayacaktı  Deli Mehmet yalın kılıç karşısına dikildi  Palabıyık, gök gözlü, geniş beyaz çehresi,yeni doğmuş bir ay gibi parlıyordu:- Duayı bırak, efendi dedi, gaza duadan faziletlidir   Gel![]() ![]()   Lütfet  Bize şu kapıyı aç  Kalbindeki korkuyuat   İşte hepimiz hazırız  Şu ayağımıza gelen gaza fırsatını kaçırmayalım![]() Kuru Kadı'nın elleri aşağı düştü   Deli Hüsrev de arkadaşının yanına sokulmuştu  Bütün gaziler bu iki delinin arkasına üşüştü  Sanki hepsi bir anda deli oldular![]() ![]()   bir ağızdan![]() - Aç bize kapıyı, aç ![]() ![]()   diye bağırmaya başladılar Kuru Kadı'nın iri patlak gözleri yaşardı  Yüzü sapsarı oldu  Uzun siyah sakalı kımıldadı  İki deliyi bile titreten, bütün gazilerin saçlarını ürperten ilahi birağıt ahengi kadar etkili sesiyle haykırdı ![]() - Meydan erleri! Ey mertler! Padişahımız Süleyman Gazi aşkına şu sözümü dinleyin   Benim muradımsizi gazadan engellemek değildir   Bugün can, baş feda olsun![]() ![]()   Özellikle yarın kurban bayramı![]() ![]()   Fakat bakınız maksadım ne? Bugün cuma![]() ![]()   hem de arife  Bugün hacılarımız Arafat'ta, diğer mü'minler camilerde bizim gibi gazilerin zaferi için dua etmekteler![]() ![]()   Bunda şüphesi olan var mı?- Hayır ![]() - Hayır, asla ![]() ![]() ![]() - Hayır ![]() - O halde münasip olan budur ki, biz de namazlarımızı eda edelim   Gözlerimizin yaşını dökelim  Duaedelim   Birbirimizle halelleşelim  Sonra gazaya girişelim  Kalanlarımız gazi, ölenlerimiz şehit olsun! Dünyada iyi nam ile anılalım  Ahirette peygamberimizin âlemi dibinde toplanalım![]() ![]()   Ne dersiniz?- Hay hay! - Uygun ![]() ![]() ![]() - Pekâlâ! Gazilerin hepsi buna razı oldu   Öğleye kadar durdular  Abdest aldılar, namaz kıldılar, tekbir çektiler, helallaştılar  Kıraçin'in askeri, sardıkları palankadan yükselen derin uğultuyu hep teklif ettikleri "Vire" münakaşasının gürültüsü sanıyorlardı![]() Ansızın, uzaktaki Türk kulelerinden atılan "işaret topları" işitildi   Bu, "Biz, dörtnala geliyoruz" demekti![]() Kuru Kadı eliyle hisarın kapısını açtı   Grijal gazileri "Allah, Allah" naralarıyla müthiş bir taşkın deniz gibifışkırdılar   İki koldan hücum olunuyordu  Kollardan birisine Deli Hüsrev, birisine Deli Mehmet baş olmuştu![]() Ovada, Grijgal'e gelen yollardan bir toz dumanıdır kalkıyordu   Nice bin atlı imdada koşuyor sanılırdı  Düşman, bu hali görünce şaşırdı  İki ateş arasında kaldığını anladı  Halbuki toz duman içinde yaklaşan ancak beş on gaziydi![]() ![]() ![]()   Bozgun başladı![]() Deli Mehmet'le Deli Hüsrevin takımları düşmanı kaçırmamak için iyice sarıyordu   Kara Kadı cübbesiniatmış   Elindeki kılıç, cesaretlendirdiği gazileri arkasından yürüyordu  Deli Hüsrev, bir sarhoş gibi Kıraçin'inalayına dalmış kesiyor, kesiyor![]() ![]()   inanılmaz bir çabuklukla kaçanlara yetişiyor, ikiye biçiyordu![]() Kuru Kadı'nın gözleri Deli Mehmet'i aradı ![]() Bakındı, bakındı ![]() Göremedi ![]() Acaba o muydu? Yüreği ağzına geldi   Düşman safına karışıp kaynaşan kolun arkasında iri bir vücut yere uzanmıştı![]() ![]()   Elli altmış adım kadar kendisinden uzaktı![]() ![]()   Siyah, yüksek atlı bir şövalye, uzun bir kargıyı bu uzanmış vücuda saplıyordu  Durmadı  İlerledi  Koşarken ayağı bir taşa takıldı  Yuvarlanıyordu  Kılıcı ile fırladı  Hemen toplandı  Kalktı  Düşen kılıcını aldı  Doğruldu  Koşacağı tarafa baktı  Şövalye atından inmiş,kargıladığı şehidin başını teninden ayırmıştı  Bu anda,bu kestiği baş elinde, yine siyah bir şeytan gibi şahlanan atma sıçradı  Kaçacaktı![]() ![]()   Kuru Kadı, bütün kuvvetiyle ona yetişmek için koşarken, baktı ki sol ilerisinde Deli Hüsrev kalkanını sallayarak, avazı çıktığı kadar bağırıyor,- Mehmet, Mehmet! ![]() ![]()   Canını verdin!![]() ![]()   Bâşını verme Mehmet!![]() ![]() ![]() Bu nara o kadar müthiş, o kadar tesirli, o kadar yanıktı ki ![]() ![]()   Kuru Kadı: "Vah Deli Mehmet'miş!" diye olduğu yerde dikildi kaldı  Durur durmaz, o an, kırk adım kadar yaklaştığı kesik başlı şehidin yerden fırladığını gördü  Nefesi tutuldu  Şaşırdı  Bu başsız vücut uçar gibi koşuyordu  Kendi kellesini götüren zırhlı şövalyeye yetişti  Eliyle öyle bir vuruş vurdu ki![]() ![]()   Lanetli hemen yüksek atından tepesi üstü yuvarlandı  Götürmek istediği baş elinden yere düştü  Deli Mehmet'in başsız vücudu canlıymış gibi eğildi  Yerden kendi kesik başını aldı  Hemen oracığa yorgun bir kahraman gibi, uzanıverdi  Bunu Kuru Kadı'dan başka kimse görmemişti  Herkes kaçan düşmanı kovalıyordu  Yalnız Deli Hüsrev,- Yüzün ak olsun, ey yiğit! diye bağırdı   Sonra Kuru Kadı'ya doğru koşarak sordu![]() - Nasıl, gördün mü bu civanı? - Görmedin mi? Kuru kadı sesini çıkaramadı   Gördüğü harika onu dondurmuştu  Olduğu yerde öyle dimdik kaldı  Sankiölmüştü   Deli Hüsrev, onu hızla sarstı![]() - Ne durursun be can! Ne olsun, haydi gazaya ![]() Düşman kaçıyor ![]() ![]()   Deli Hüsrev'in kalkması Kuru Kadı'yı baştan can verdi, "Allah Allah" diyerek ileri atıldı![]() Mücahitlere karıştı ![]() Cenk akşama kadar sürdü ![]() Er meydanının kanlı yüzüne "gece siyah saçlarını" dağıtırken çağırıcının - Gaziler hisara! Sesi duyuldu   Dönen gaziler içinde kılıcından kanlar damlayan Kuru Kadı, birkaç sipahi ile dışarıda kaldı  Yaralıları taşıttı  Şehit olanları saydırdı  Bunlar tam ondokuz kahramandı :  Düşman altmış dört ceset bırakmış, diğer ölülerinin hepsini kaçırmıştı  Kuru Kadı sabahtan beri yemek yememiş, su içmemiş, durup dinlenmemişti![]() ![]()   Toplattığı şehitleri hisarın önündeki meydana yığdırdı  Şehit Deli Mehmet'in cesedini kendi buldu  Kesik başı koltuğunda, uyur gibi, sakin yatıyordu![]() Olduğu yerde gömdürdü   Sonra yanındakileri  savdı  Butaze mezarın başına çöktü  Ezberden "Yasin" okumağa başladı  Dışarılarda kimse yoktu, yalnız uzakta palanka kapısındaki nöbetçi dolaşıyordu  Kuru Kadı okurken, önündeki mezarın birden yeşil yeşil nurlarla tutuştuğunu gördü  Sesi kısıldı  Dudaklarını oynatamadı Çeneleri kitlendi  Bu yeşil nurun içinde Deli Mehmet'in kanlı boynuna sarılmış beyaz kanatlı bir melaike, hem onu nurdan elleriyle okşuyor, hem açık alnını öpüyordu  Bu sıcak, bu yeşil nur büyüdü, taştı, bütün âlem bu nurun içinde kaldı  Kuru Kadı'nın gözleri kamaştı  Ruhu yandı  Kendinden geçti![]() Onu, daha ilk defa böyle derin bir uykuya dalmış gören yoldaşları zorla kaldırdılar   Koltuklarına girdiler:- Haydi, kapı kapanacak dediler, içeri gir ![]() Kuru Kadı'nın dili tutulmuştu   Cevap veremedi![]() Sarhoş gibi sallana sallana hisara girdi   Hâlâ titriyordu  Palankanın içinde Deli Hüsrev'in menzilinden geçerken durdu  Kulak verdi; ağlıyor mu, inliyor mu diye![]() ![]()   Hayır, Deli şıkır şıkır atını kaşağılıyor, keyifli bir türkü söylüyordu  Seslendi:- Hüsrev ![]() - Efendim? ![]() ![]() ![]() Kapı açıldı   Kaşağı elinde, kolları, paçaları sıvalı,başı kabak Deli Hüsrev![]() ![]()   daha Kuru Kadı bir şey sormadan,- Gördün mü Deli Mehmet'in zevkini? dedi![]() - Siz de benim gibi buradan gördünüz mü? - "Gözlüye hotti gizli yoktur!" Küttedek kapıyı, kapadı   Yine türküsüne başladı![]() ![]() ![]() ![]() Kuru Kadı palankada sabahı dar etti   Güneş doğmadan, Deli Mehmet'in mezarına koştu  Artık bütün günlerini bu mezarın başında geçiriyordu  Bu mezarın daimi ziyaretçisi oldu  Büyük bir taş yontturdu  Yazdırdı  Başına diktirdi  Beş vakit namazlarını bile cemaatine bu kabrin başında kıldırmak isterdi  Artık ne hacet dilese, ona nail oluyordu![]() Grijgal'de, komşu palankalarda Kuru Kadı için "Deli oldu" diyorlardı   Her an "sonsuzluk" badesini içmişezeli   bir sarhoş gibi nihayetsiz bir kendinden geçme,sonsuz sınırsız bir şevk, sükûn bulmaz bir heyecan içinde yaşıyordu  Fakat nasıl "deniz çanağa sığmaz"sa,onun büyük sırrı da ruhuna sığmadı  Taştı  Huruç günü gördüğü harikayı herkese anlatmağa başladı  Hattadaha ileri gitti, çok iyi okuduğu "Mevlid-i Şerif" lisanıyla o gün gördüğünü yazdı   Yüzlerce beyitlik bir destan düzdü![]() Ama o eski şevki kayboluverdi   Ruhuna koyu bir karanlık doldu  Kalbine acı bir ağırlık çöktü  Artık Deli Mehmet'in yeşil nurdan mezarı içinde sürdüğü ilahi zevki göremez oldu  Bu mahrumiyet onu delirtti  Yemekten içmekten kesildi  Bir gün, yine perişan kırlarda dolaşırken Deli Hüsreve rast geldi  Meğer o da geziniyormuş  Elindeki yayıyla yavaşça Kuru Kadı'nın arkasına dokundu![]() - Ahmak, dedi, niye gördüğünü halka söyledin? Adam gördüğünü kaale geçirirse kazandığı hali kaybeder   Eğer sussaydın, gördüğün keramete ölünceye kadar şahit olacaktın![]() ![]() ![]() Kuru Kadı yere diz çöktü, ağlamaya başladı: - Çok perişanım diye inledi, lütfet   Gel, beni gaflet uykusundan uyandır  Benim o görnüş olduğum durum ne hikmettir? İçinde benimle senden başka onu gören oldu mu?- Bir gören daha var   O "can" herkese görünmez![]() - Kimdir? - Bilemezsin ![]() ![]() ![]() - Başkaları görmedi de, biz ikimiz niçin gördük? - o şehitlik müjdesidir!" İkimiz de mutlaka şehit düşeceğiz! ![]() ![]() ![]() Kuru Kadı, gittikçe öyle serseri, öyle perişan, öyle berbat oldu ki ![]() ![]()   kendisini o kadar seven Vali AhmetBey bile Budin'den gelince, onun hallerine dayanamadı  Nihayet "bu deli bir kişidir  Palankada hizmetinden istifade olunamaz" diye geriye göndermeye mecbur oldu Aradan epey zaman geçti  Serhadde değil, hatta Grijgal hisarında bile herkes Kuru Kadı'yı unuttu  Yalnız yazdığı destan okunuyor, hiç unutulmuyordu![]() On iki sene sonra ![]() ![]() ![]() Zigetvarın zaptı akabinde yaralılar toplanırken, meşhur kahraman Deli Hüsrevin bir gülleyle parçalanmış cesedi yanında, uzun boylu, ak saçlı, ak sakallı,yeşil cübbeli bir şehit buldular   Kıbleye yüzükoyun uzanmış yatan bu şehidin büyük, yeşil sarığı, henüz bozulmamıştı  Üzerinde hiçbir silah yoktu  Yarası neresinden olduğu belli değildi  Günlerce süren kuşatma esnasında hiç kimse böyle bir adam görmemişti  İnceden inceye araştırma yapıldı  Kim olduğu bir türlü anlaşılamadı![]() O vakit birçok gazilerin "gayb ordusundan imdada gelmiş bir veli" sandıkları bu şehit, acaba, Grijgal hisarının o eski deli kadısı mıydı? ![]() ![]() ![]() Bilinmiyor 
 | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#14 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıBAŞKA BAYRAM  Bir bayram sabahı imiş    Günlerden Cuma, aylardan kasım, mevsimlerden de sonbaharmış  Havada yağmur bulutları geziyormuş  Herkes ve her şey bayram olduğu için çok mutluymuş  O sabah Efil erkenden uyanmış    Akşamdan hazırladığı bayramlıklarını sandalyenin üzerinden özenle almış  Beyaz çorabını, kırmızı çiçekli pantolonunu, pembe çizgili kazağını önce okşamış, sonra da giymiş  Yeşil fiyonklu ayakkabılarını da unutmamış  Hemen aynanın karşısına geçip saçını taramış  Ortasında kocaman bir gül olan tokasını takıp kendisine gülümsemiş  “Merhaba Efil” demiş hefifçe öne eğilerek  “Bayramın kutlu olsun ”Efil neşeyle etrafında dönmüş    Kendisini bayramlıkları gibi yepyeni hissetmiş  Sonra odasına göz gezdirmiş  Bayram için odasına astıkları rengarenk balonları tek tek saymış  “Tam otuz-yedi balon” demiş heyecanla  Pencereye doğru koşup yavaşça perdeleri çekmiş  Vakit çok erken olduğu için gökyüzü çok aydınlık değilmiş  Bir de yağmur bulutları griye boyamış gökyüzünü  Efil gri yağmur bulutlarının bayramını da kutlamış    Pencerenin önünde duran çiçeklerine “günaydın” dedikten sonra onların da bayramını kutlamış  Bu sırada Efil odasında bazı fısıldaşmalar duymuş  Dikkatle dinleyince odada bulunan her şeyin bayramlaştığını görüvermiş  O da bu bayramlaşmaya katılmış  Odadakiler Efil’in etrafında dönmüşler, dönmüşler, dönmüşler  “Bayramın kutlu olsun Efil” demişler  Sonunda hepsi de çok yorulmuş  Halının üzerine uzanıp dinlenmişler  Efil masasının başına geçip “bir bayram sabahı” resmi çizmeye başlamış  Efil resmini çizerken içeriden gelen sesleri duymuş  “Uyandılar, uyandılar” diye bağırmış ve koşa koşa annesiyle babasının yanına gitmiş  Önce babasına sarılmış, elinden öpüp “Bayramın kutlu olsun babacığım” demiş  Sonra da annesine sarılıp onun da elini öpmüş  Efil’e bayram parası vermişler    Efil parasını hemen kumbarasına atmış  Babası Efil’e “Ben eve dönünce hep beraber bir yere gideceğiz” demiş  “Orada bir sürü çocuk var  Onların bayramını kutlayacağız  Yanımızda onlar için hediyeler de götürürsek iyi olur  Sen de düşün ve verebileceğin hediyeler varsa hazırla ”Efill babasının dönüşünü beklerken odasında oturup uzun uzun düşünmüş    Ama bir türlü ne verebileceğini bulamamış  Bir ara yeleklerinden turuncu olanı raftan atlayıp “beni versene” demiş  “Bayramda bir çocuğu sevindirmek ne güzel olur ” Birden odada bir kargaşa olmuş  Herkes “beni de, beni de” diyerek zıplıyormuş  Efil şaşakalmış  Bütün oyuncaklarını büyük bir çantaya doldurmuş  Masal kitaplarını, küçük gelen kıyafetlerini, tokalarını, şapkalarını da başka bir çantaya koymuş  Babası geldiğinde Efil hediyeleriyle birlikte hazır bekliyormuş![]() Kahvaltıdan sonra hiç zaman kaybetmeden Efil annesi ve babasıyla bereber kimsesiz çocukların kaldığı yere gitmişler    Orada o kadar çok çocuk varmış ki Efil hayret etmiş  Ne diyeceğini bilememiş  Bu sırada içinden bir ses ona “Hadi onların bayramını kutla” demiş  O an Efil getirdiği çantaları açıp her çocuğa bir hediye vermiş  O gün Efil çok farklı bir bayram görmüş    Bayramların başka başka yaşandığını, herkesin bayramının değişik olduğunu anlamış  Böyle bir bayramdan sonra Efil kıyafetlerini daha temiz giymeye, oyuncaklarıyla daha dikkatli oynamaya başlamış  Çünkü onlara ihtiyacı olan sayısız çocuk olduğunu artık biliyormuş![]() Naz Ferniba 
 | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#15 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıBENİM BİR AĞACIM VAR  O gün çok güzel bir gündü    Gökyüzünde kuşlar sevinçle uçuşuyorlardı  Ağaç dallarının arasında birbirleriyle şakalaşıyorlardı  Bazen de kavga ediyor olmalıydılar ki, çok fazla gürültüleri yükseliyordu havaya  Bir taraftan da hoş bir melodi gibi arı vızıltıları geliyordu kulağa  Her şey uyanmış, işinin başına geçmişti anlaşılan  Rengarenk benekli kelebekler de boş durmuyorlardı  Onlar da çiçekten çiçeğe konmak için yarış ediyorlardı sanki birbirleriyle  Bir yandan da evin yan tarafından akan dereden güzel bir su sesi geliyordu  Serpil güzel ve rahat bir uykudan uyanmıştı    Evin avlusundaki çeşmeden ellerini ve yüzünü yıkadı  Sonra da annesinin hazırladığı kahvaltıdan yedi afiyetle  Her şey çok güzeldi  Güneş onun için gülümsüyordu sanki  Kuşlar onun için cıvıldaşıyorlardı  Kelebekler en güzel renklerini ona göstermek için yarışıyorlardı  Ya şu dereden gelen su sesine ne demeli? Çok güzel bir gündü  İşte bu güzel gün, Serpil’in içini coşturmuştu    Oyun oynamak için sabırsızlanıyordu  Ama arkadaşlarının hiçbirine ulaşamazdı bu saatte  Bu duyguyu yaşayınca içinde garip bir acı duydu  Çünkü Arkadaşlarının çoğu şimdi tarlada ya da bahçede ailelerine yardım ediyorlardı  İçinden, "Şu tatilleri de sevmiyorum  Bütün arkadaşlarımın işleri var  Onlarla şu güzel günde bir araya gelip oynayamıyoruz bile  Oysa okulda hep birlikteyiz  Hiç olmazsa teneffüslerde dilediğimiz gibi oynayabiliyoruz " dedi![]() Bir müddet, "Acaba ne yapsam?" diye düşündü    "Biraz kırlarda dolaşıp, çiçek toplayayım  Topladığım güzel çiçekleri vazoya koyarım " İçinden muzip muzip güldü  "Acaba ninemi ikna edip, halatları ondan nasıl alabilirim? Eğer onu ikna edip, halatları alırsam güzel bir salıncak kurdururum dedeme  Oh ne güzel bir düşünce" diye geçirdi içinden  Ama önce kırlarda biraz dolaşsam iyi olur" dedi  Sonra da, içinden şarkılar söyleyerek zıplaya zıplaya kırlara doğru koşmaya başladı  Şimdi kendini çok daha mutlu hissediyordu![]() Topladığı bir demet kır çiçeğiyle eve döndü    Dedesi avluda bir şeylerle uğraşıyordu  Dedesini görünce çok sevinmişti  Dedesini çok seviyorduSerpil   Çünkü dedesi onun en iyi dostuydu  Masal arkadaşıydı  Dedesinin elinde bir tutam uzun uzun çubuklar vardı  Yanına yaklaştı  Sevinçle, "Nasılsın Dedeciğim? Bak çiçeklerime? Ne kadar güzel  Dede ninemden halatları istesek acaba verir mi? Çok güzel bir gün  Ben de çok mutluyum, ama benimle oynayacak hiç arkadaşım yok  Çok yalnızım ve sıkılıyorum  Eğer ninem halatı verirse, bana salıncak kurar mısın? Dedeciğim elindeki çubuklar da ne acaba?""Ohhh!! Hele şükür elimdekileri fark edip sordun    Kızım bir soru sorulduğunda ya da konuşulduğunda, karşılığını almadan başka bir soru sorulmaz  Ya da farklı bir konudan bahsedilmez  Ben şimdi senin sorduğun soruların hangisine cevap vereyim bilemiyorum?""Oh, evet haklısın dedeciğim    Özür dilerim  Kendimi çok yalnız hissediyordum  Ne yapacağımı bilemiyordum  Bu yüzden de kendi kendime oynayacağım oyunlar düşünmüştüm kafamda  Seni de görünce hepsini birden sıralayıverdim  Kusura bakma  Şey, en son sorduğumdan başlayabilirsin  Elindeki çubukların ne olduğunu sormuştum ""Peki tamam    Yalnızken insanların kendini nasıl hissettiklerini çok iyi bilirim  Bu yüzden içindeki sıkıntılı duyguyu anlıyorum  Elimdekiler birer çubuk değil  Bunlar birer fidan ""Fidan mı?"  "Evet, bunlar; erik, kayısı ve badem fidanları    Bunları bugün bahçemizin kenarlarına dikeceğim  Büyüyünce, hepsi birer meyveli ağaç olacaklar ""Ama dede, madem meyveli ağaç olacaklar    O halde bahçenin iç kısımlarına dikmen daha doğru olmaz mı? Hem gelen geçen çocukların ve hayvanların meyvelerine uzanmasından korunmuş olmazlar mı?""Hah ha ha  ![]()   İlahi kızım  Hiç senin gibi düşünmemiştim  Senin söylediğin gibi de düşünülebilir, ama ben öldükten sonra da arkamdan dua edilmesini istiyorum  O yüzden bu fidanları bahçe kenarına dikiyorum ""Bahçe kenarında olduğu için neden sana dua etsinler ki dede? Doğrusu hiçbir şey anlamadım   ""Bak şimdi    Ben bu fidanları bahçenin kenarına ektiğimde büyüyüp, meyveli birer ağaç olacaklar değil mi?""Evet   ""Bunlar büyüdüğünde, çocuklar geçerken yiyecekler    Bahçenin kenarından geçen yolcular yiyecek  Sonra, yoldan geçen hayvanlar, ağacın dibine düşen meyvelerini yiyecekler  Böylece benim dikmiş olduğum bu ağaçtan, bir çok şey faydalanacak  Mutlu olacak  Bu yüzden de, ben ölsem bile, Allah bana sevap yazacak  Böylece ben sürekli sevap almış olacağım  Hem belki de yoldan geçen ve aç olan bir yolcu yiyecek bu ağaçların meyvesinden  O yolcunun, açken bir meyve yemesi ve şükür etmesi ne kadar güzel değil mi? Arkasından da, "Bu ağacı eken her kimse Allah ondan razı olsun  Allah onun ruhunu şad etsin" diye dua etmesi bana yeter kızım  Ben bu ağaçları bunlar için dikeceğim zaten ""Anladım dede    Sen hem ahirette, hem de dünyada meyvelerinden yiyeceksin diktiğin ağaçların ""Ah benim akıllı kızım    Ne de çabuk anladın  Şimdi sen de, her iki yerde de meyve verecek olan bu ağaçlardan dikmek ister misin?""Tabiî isterim dede   ""Öyleyse hadi gel bakalım    Şu fidanları daha fazla sıcağın altında bekletmeden toprağa gömelim "Meryem Tortuk 
 | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
| 
		 |