Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Toplum ve Yaşam > Astroloji > Rüya Tabirleri

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
büyüklerimizin, meşhur, rüyaları

Meşhur Büyüklerimizin Rüyaları

Eski 08-11-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Meşhur Büyüklerimizin Rüyaları



ATATÜRK'ün RÜYALARI



Annesinin Ölümünü Rüyasında Görmesi


Atatürk bir sabah yatağından endişe içinde kalktıBir rüya görmüştü ve bu rüya canını çok sıkmıştıAtatürk bu rüyayı şöyle nakletmiştir” Arazide dolaşıyoruz Her taraf yemyeşil, çayır çimen Birden bire bir sel geliyor, annemi alıp götürüyor


Bu rüyanın akabinde acı haber, kısa bir süre sonra yaveri Salih'in yolladığı şifreli telgraf ile gelir Atatürk telgrafın şifreli olduğunu görünce hemen " Annem öldü değil mi " der




Salih Bozok'un İntihar Edeceğini Rüyasında Görmesi


Salih Bozok Atatürk'ün yaverliğini yapmıştı Atatürk sağlığında onunla ilgili gördüğü rüyasını Salih Bozok'a anlatmıştı:


"Büyük bir otelin salonunda oturuyormuşuz Yanımda sende varmışsın Salonun bir köşesinde bilardo masası varmış Masanın başında, arkası bize dönük olan bir zat oturuyor Tam bu sırada odanın kapısı açıldı ve iri yarı 30 kadar adam içeri girdiler Bunlardan biri eline bilardo masasından bir ıstaka alarak masanın önünde oturan benim teşhis edemediğim zatın omzuna bütün kuvvetiyle indirmeye başladı


Omzuna vurulan zat ayağa kalkarak, kendini müdafaa etmekte ve "Bana niye vuruyorsun" diye hiddetle haykırmaktayken, Salih bana göz ucu ile ne yapmak lazım gibisinden baktın Ben sana sakın kıpırdama manasına gelen bir işaretle sükunete davet ettim Bu sırada eli ıstakalı adam, bize doğru yaklaşarak karşımızda tehditkar bir vaziyet aldı


Bu sefer Salih sen yine müdahale etmek istedin Ben sana sus işareti verdikten sonra, o azılı adama dönerek


"Sen kimsin ne istiyorsun" diye sordum


Adam bu suale cevap vereceği yerde, cebinden bir tabanca çıkartarak iki kurşun sıktı Biri bana, öteki sana Sonra adam bize "Kalkın dans edelim" emrini verdi İkimizde kalkıp onun huzurunda dans ettik"


Bilindiği gibi Atatürk'ün ölümünden sonra Salih Bozok tabancasıyla intihar etmiş ancak kurtarılmıştır




Atatürk'ün Gördüğü Son Rüya


26 Eylül 1938 tarihinde Atatürk, rahatsızlığı ile ilgili olarak ilk defa hafif bir koma atlatmıştı Prof Afet İnan, olayı şöyle anlatıyor:


O geceyi rahatsız geçirdi İlk komayı o zaman atlatmıştı Ertesi sabahki açıklamasında :


"Demek ölüm böyle olacak" diyerek uzun bir rüya gördüğünü anlattı


Salih'e söyle, ikimiz de kuyuya düştük, fakat o kurtuldu" dedi


Atatürk'ün burada "kuyuya düşme" sembolü ile gördüğü rüya vizyonu, kendisinin de söylediği gibi ölümünün habercisiydi Salih Bozok'un kuyudan kurtulması ise, Atatürk'ün vefat ettiği gün, buna çok üzülen Salih Bozok'un intihar etmesi sonucu kurtarılmasını simgeliyordu


Bu Atatürk'ün gerçekleşen son rüyasıydı

Alıntı Yaparak Cevapla

Meşhur Büyüklerimizin Rüyaları

Eski 08-11-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Meşhur Büyüklerimizin Rüyaları



EVLİYA ÇELEBİ


"SEYAHAT YA RESULALLAH!"


Evliya Çelebi, 1611-1682 yılları arasında yaşamış ve dünyanın çeşitli yerlerini dolaşarak gezip gördüklerini ve hakkında bilgi topladığı şeyleri "Seyahatname" adlı muazzam eserinde toplamış bir şahsiyettir Babasının sarayda bulunduğu dikkate alınırsa, pekala yüksek rütbelere nail olabileceği halde sevimli ve pek zeki tavrıyla buna iltifat etmemiştir Küçük yaşlardan itibaren gezip görmeye karşı muazzam bir heves beslemiş, fakat ebeveyninden izin alamadığı için bunu gerçekleştirememiştir


Henüz gençlik çağlarındadır Bir gece bir rüya gördüğünü, eserinin başında nakleder Rüyasında, İstanbul' da Yemiş İskelesi civarında Ahi çelebi Camiindedir Orada muazzam bir cemaat vardır Dikkat eder, Peygamber Efendimizi (asm) baş tarafta görür Dört sadık halifesi ve diğer ashabı da hep oradadırlar Topluluk muhteşem bir tablo arzetmektedir Kapıdan içeri giren Çelebi, bir türlü ileriye gitmeye ve ziyarete cesaret edememektedir Mecliste sohbete devam edilirken kapıda bir zat görür ve sonra "Korkma yavrum, benimle gel Peygamber Efendimizi (asm) ziyaret et" der Fakat Evliya Çelebi, bu kalabalık karşısında adeta çakılıp kalmıştır Bir adım dahi ileri atamamaktadır Su dağıtan bu zat, onun elinden tutar, safları yavaş yavaş geçerlerÇelebi'nin nefesi sanki kesilir duruma gelmiştir Yaklaşırlar Fahr-i Kainat Efendimizi ziyaret eder Oraya gidinceye kadar aklında hep şefaat dilernek arzusu vardır, fakat heyecandan bunu unutur "Şefaat ya Resulallah!" diyecek yerde "Seyahat ya Resulallah!" der Cenab-ı Peygamber, gülümseyerek seyahatini müjdeler


Çelebi, uyandığı zaman, son derece mesrur, fakat heyecandan ter içindedir Artık büyük kapıdan izin çıktığına göre, elbette küçük kapılar müsaade edecektir Böylece, 70 yaşına kadar sürecek ve çeşitli tehlike, sıkıntı ve hadiseler geç irmesine rağmen vazgeçmeyeceği seyahati başlar

Alıntı Yaparak Cevapla

Meşhur Büyüklerimizin Rüyaları

Eski 08-11-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Meşhur Büyüklerimizin Rüyaları



YAVUZ SULTAN SELİM


Bir gece yatağımda uyuyakalmışım Sabah namazını kıldıktan sonra hizmetlerine koştum


-Bu gece görünmedin, ne işteydin? diye sordular


Birkaç gecedir uykusuz kaldığım için, bu gece gaflete geldiğimi ve hizmetlerinden mahrum olduğumu özürle beyan ettim


-İmdi, ne düş gördünse beyan eyle, buyurdular


-Arza kabil bir düş görmedim, diye cevap verdim Tekrar buyurdular ki:


-Bu ne sözdür?


Bir geceyi tamamen uyku ile geçiresin de, bir vakıa görmeyesin Herhalde görmüştür Başka vadide biraz konuştuktan sonra tekrar bana dönerek:


-Abes söyleme Herhalde bu gece bir vakıa görüşmüştür Söyle gizleme! dedi


Her ne kadar düşündümse de görmüş olabileceğim bir şey aklıma gelmedi İşe yarar bir şey görmediğime yemin ettim


Sultan, mübarek başlarını sallayarak hayret gösterdiler Ben de "sebebi ne olabilir?" diye hayret ettim Hemen sonra Kapuağası ' nın dairesine bir iş için beni gönderdiler Oraya vardığımda gördüm ki Hazinerdar başı Mehmet Ağa, Kilercibaşı, Sarayağası ve Kapuağası Hasan Ağa adetleri üzerine otururlar Ama kapuağası Hasan Ağa düşünceli ve şaşkın bir vaziyette başını öne eğmiş, gözleri yaşlı, olarak oturuyordu Bu zat esasında, sessiz hallerine benzemiyordu Bir kimsenin vefat etmiş olduğunu zannettim


-Ağa hazretleri kalbiniz gamlı, gözünüz yaşlı görünür Sebebi ne ola? dediğimde,


-Hayır bir şey yok, diye gizlemesi üzerine Hazinedarbaşı:


-Kardeş, Ağa'ya bu gece bir vakıa olmuş da o uykunun sarhoşluğundadır, dedi


Bunun üzerine:


-Allah için haber verin, padişahımız elbette vakıa görmüşsündür, söyle diye bu benden anlatmamı istediler Herhalde zorlama asılsız değildir İyi armağandır anlatınız dedim Rüyayı nakletmesi için ağayı sıkıştırdık Ağa utanma hissi ağır basan bir şahıs olduğundan anlatmaktan kaçındı ve:


-Benim gibi yüzü kara günahkarın ne rüyası olur ki padişahın huzurunda anlatmaya değsin, kerem edin bana bu teklifte bulunmayın, dedi Biz sıkıştırmaya, o da vazgeçirmek için yalvarmaya devam etti Nihayet Mehmet Ağa:


-Nice söylemezsin, bize anlattığı da buna memur olduğunu naklettim Gizlenmesi ihanet olmaz mı? deyince, Ağa sırrının mührünü açıp anlattı


-Bu gece rüyamda gördüm ki, eşiğinde oturduğumuz bu kapıyı hızlı hızlı çaldılar "Ne haber var" diye ileri baktım, vardım; kapı, dışarısı görünecek fakat bir adam sığmayacak kadar az açılmış Taşlık, ucu sarkıtılmış sarıklı nurani kimselerle dolu, elleri bayraklı ve silahlı mükemmel şahıslar Kapının dibinde, elleri sancaklı dört nurani kimse durur Kapıyı vuranın elinde Padişah' ın Aksancağı var Bana dedi ki :


-Bilir misiniz niye gelmişiz? Ben de :


-Buyurun, dedim Dedi ki :


-Bu gördüğün kimseler Resulullah (sav)' ın ashabıdır Bizi Hazret-i Resulullah Selim Han' a selam etti ve buyurdu ki : Kalkıp gelsin ki Haremeyn hizmeti ona buyruldu Gördüğün dört kişiden, bu Ebu Bekr-i Sıddıyk, bu Ömerü'l Faruk, bu Osman-ı Zi'n-Nureyn' dir Seninle konuşan ben ise, Ali bin Ebi Talib' im Var, Selim Han' a söyle dedi ve nazarımdan galip oldular


Ben dehşetle kendimden geçip tere batmış ve sabaha kadar baygın yatıp kalmışım Oğlanlar, teheccüd zamanında mütad üzere kalkmadığımı hastalığa yormuşlar ve sabah namazı vakti geçeceği zaman gelip beni uyarmak için yapmışlar, görmüşler ki suya düşmüş gibi ıslak yatarım


Elbise değiştirmek için yenilerini getirip o aralık, beni uyandırmışlar Aklım başıma gelince, acele ile kalkıp namaza yetiştim Ama tamamen sükunete eremedim Ağa bunları anlatırken ağlıyordu


Padişah' ın beni istediğini bildirdiler, derhal huzurlarına gittiğimde, o hizmeti sual etmeyip tekrar yeni rüyadan bahis açarak:


- Şu senin bu gece sabaha dek uyuyup bir vaka görmediğin bana tuhaf gelir Hemen şöyle hayvan gibi yatıp uyudun mu?


Dedim ki:


-Padişahım, vakıayı bu Hasan kulunuz (Hasan Can) görmediyse bir Hasan kulunuz (Kapıağası Hasan Ağa) görmüş Emriniz olursa arz edeyim


Buyurdular ki :


-Söyle görelim Ben de hadisenin tamamını naklettim Ben anlattıkça mübarek çehreleri kızarmaya başladı ve vararak mübarek gözlerine yaş geldi Bitirince buyurdular ki :


-Derd -mendin safa' yı meşrebi (Zavallının tıynetinde safiyet) varmış, sen onu bize methettikçe "Bir kimseyi ibadet eder görürsün hemen veli sanırsın" diye seni alaya alırdık, boşuna methetmezmişsin Ve devamla :


-Biz sana demez miyiz ki, biz bir tarafa memur olmadan (emir verilmeden) hareket etmemişizdir Atalarımız vilayetden behre-mendler idi (velilikden nasip sahibiydiler) , kerametleri vardır İçlerinde biz onlara benzemedik diyerek kendilerini küçük göstermeye çalıştılar


Bu rüyadan sonra Arap Seferi hazırlıklarına başladılar

Alıntı Yaparak Cevapla

Meşhur Büyüklerimizin Rüyaları

Eski 08-11-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Meşhur Büyüklerimizin Rüyaları



ABRAHAM LİNKOL'İN RÜYASI


Amerika eski Cumhurbaşkanlarından Abraham LİNKOLN, 14 Nisan 1865 yılının gecesinde şu rüyayı görmüştür


"Beyazsaray'ın hizmetkarları telaşla, oradan oraya koşuşturuyorlarVe herkese Cumhurbaşkanlarının öldürüldüğü haberini veriyorlar


Sabah olduğunda gördüğü rüyayı eşine ve yakınlarına anlatırTedirgin olmuşturBu sebeple o, günki kabine toplantısında bile bu rüyadan bahsetmek lüzumunu hissederAbraham LİNKOLN'ün yakınları bunu hayra yorarVe ömrünün uzayacağına delalet edeceğini söylerler


Aynı günün akşamı Abraham LİNKOLN ve karısı, dostlarıyla birlikte tiyatroya gitmeye karar veririlerLİNKOLN'ün oturduğu locanın kapısı aralanırKatil tabancasındaki bütün mermeleri LİNKOL'ün üzerine boşaltırLİNKOL, oturduğu koltuğa cansız yığılır


Böylece, rüyanın gelecekten haber veren işareti ile bir ülkenin devlet başkanı ölümle tanışırGördüğü rüyanın tesiriyle tedirgin olduğu günün akşamında, rüyası gerçekleşir

Alıntı Yaparak Cevapla

Meşhur Büyüklerimizin Rüyaları

Eski 08-11-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Meşhur Büyüklerimizin Rüyaları



AKSENOV


Vladimir şehrinde Aksenov adlı genç bir tüccar yaşıyordu Bu tüccarın iki dükkanı ile bir evi vardı


Aksenov, yakışıklı, kumral kıvırcık saçlı, pek şen, sesi pek güzel bir adamdı Gençliğinde çok içer, sarhoş olunca da taşkınlık ederdi, ama evlenince sarhoşluğu bıraktı, yalnız arada bir içtiği olurdu


Bir yaz günü, Aksenov, Nijniy panayırına gitmek için hazırlandı Ailesi ile vedalaşırken karısı:




-Ne olur İvan Dimitrieviç bugün gitme, dedi Kötü bir rüya gördüm dedi Aksenov güldü:


-Panayırda kafayı çekerim diye mi korkuyorsun yoksa? dedi


-Neye korktuğumu bende bilmiyorum, ama fena gördüm; sözde şehirden yeni gelmişsin, şapkanı çıkardın, baktım, saçların bembeyaz olmuş Aksenov güldü:


-Beyaz saç zenginliktir; bak gör, alışverişte kazanınca sana ne hediyeler getireceğim


Sonra ailesiyle vedalaşıp yola çıktı Yolu yarılayınca bir tanıdık tüccara rastladı, geceyi geçirmek üzere bir yerde durdular Beraber çay içtiler, sonra yan yana olan odalarına çekilip yattılar


Aksenov çok uyumayı sevmezdi; gece yarısı uyandı, serinlikte daha kolay yol almak için arabacıyı uyandırdı Atları koşmasını söyledi Sonra kerpiç kulübeye girdi, hancı ile hesabı görüp yola çıktı


Kırk verst kadar yol aldıktan sonra, atlara yem vermek için durdu, hanın sofasında dinlendi, öğleye doğru merdiven başına çıktı, semaveri hazırlamalarını söyledi, eline kitarasını alıp çalmaya başladı


Birden çıngıraklı bir arabanın hana yaklaştığı görüldü Arabadan iki askerle bir memur çıktı, memur, Aksenov'un yanına yaklaşıp:


Kimsin? Nerelisin? diye sordu Aksenov, kim olduğunu söyledi, sonra dönüp "Bir çay içmez misiniz ? "dedi Ama memur:


Dün geceyi nerede geçirdin? Yalnız mı idin, yoksa bir tüccarla beraber mi? Sabahleyin tüccarı gördün mü? Handan niye bu kadar erken çıktın? " diye boyuna soruyordu Aksenov, böyle sorguya çekilmesine şaştı kaldı; her şeyi olduğu gibi anlattı, sonra


"Ne diye beni böyle sorguya çekiyorsunuz? dedi Ben ne hırsızım, ne haydut Kendi işime gidiyorum Beni sorguya çekecek ne var " O zaman memur, askerleri çağırdı


- Ben ilçe kaymakamıyım, dedi Soruyorum, çünkü geceyi kendisiyle aynı handa geçirdiğin tüccar, boğazlanmış Göster eşyalarını, sizde üstünü arayın Hana girdiler, çantasını, torbasını aldılar, çözüp aramaya başladılar Birden kaymakam, torbadan küçük bir bıçak çıkardı


-Bu bıçak kimin ? diye haykırdı: Aksenov, baktı bıçak kanlı; kendi torbasından çıkmıştı, bunu düşününce korktu


-Bıçak üzerindeki bu kan ne? Aksenov, karşılık vermek istiyor, ama ağzını açıp tek bir kelime söyleyemiyordu


-Ben bilmiyorum ben bıçağı ben benim değil O zaman kaymakam dedi ki: Sabahleyin, tüccar yatağında boğazlanmış olarak bulundu Senden başka bu işi yapacak kimse yok Han, içeriden kilitli imiş, içeride senden başka da kimse yokmuş İşte kanlı bıçak da senin torbanda çıktı, hem yüzünden de belli oluyor Söyle tüccarı nasıl öldürdün, ne kadar parasını aldın ?


Aksenov böyle bir şey yapmadığına yemin ediyordu, birlikte çay içtikten sonra bir daha tüccarı görmemişti, yanındaki 8000 ruble, kendi parası idi Bıçak onun değildi Ama sesi kısılıyordu, benzi kül gibi idi, gerçekten suçlu imiş gibi korkudan bütün vücudu tir tir titriyordu Kaymakam, askerleri çağırdı, onu bağlayıp arabaya bindirmelerini emretti


Aksenov, elleri ayakları bağlanıp arabaya bindirilince istavroz çıkardı, ağladı Eşyalarını paralarını topladılar, kendisini yakın şehirdeki cezaevine yolladılar Nasıl bir adam olduğunu sorup öğrenmek için Vladimir şehrine birini gönderdiler Bütün tüccarlarla şehir halkı, Aksenov'un gençliğini içkiyle, eğlenceyle geçirdiğini, ama iyi bir adam olduğuna tanıklık ettiler


20000 rublesini almakla suçlandırıp mahkum ettiler Karısı, kocası için üzülüyor, ne düşüneceğini bilemiyordu Çocuklarının hepsi de küçüktü, hatta bir tanesi henüz memedeydi Kadın her şeyini toplayıp kocasının hapis yattığı şehre gitti İlk önce içeri bırakmadılar, sonra amirlere yalvardı, onu kocasının yanına götürdüler


Kendisini, hırsızlarla bir arada hapishane elbiseleriyle, zincirleriyle görünce bayılıp yere yıkıldı, uzun zaman kendine gelemedi Sonra çocuklarını etrafına sıraladı, kocası ile yan yana oturdu, evde olup bitenleri birbir anlatmaya onunu başına gelenleri de uzun uzun sormaya başladı


Kocası her şeyi anlattı


Kadın: Şimdi ne yapmalı ? dedi:


Erkek: Çar'a yalvar, dedi Suçsuz bir insan böyle yok olup gitmemeli


Kadın, bağışlanması için Çar'a bir dilekçe sunduğunu, ama karşılık gelmediğini söyledi Aksenov, bir şey söylemedi, sadece başını önüne eğdi


Karısı dedi ki: Tevekkeli değil, o zaman rüyamda saçlarının bembeyaz olduğunu görmemiştim Bak, işte kederden bembeyaz olmuş artık O zaman yola çıkmayacaktın


Sonra erkeğinin saçlarını düzeltmeğe başladı:


Vanya, canım dostum, dedi Karına doğruyu söyle, bu işi yapmadın değil mi?


Aksenov: "Demek sen de benimle böyle bir şey yapabileceğimi düşündün!" dedi ellerini yüzüne koyarak ağladı


Sonra bir asker geldi, kadınla çocukların dışarı çıkmaları gerektiğini söyledi Aksenov, ailesiyle son olarak vedalaştı


Karısı çıkınca Aksenov ne konuştuklarını aklından geçirmeğe başladı Karısının bile öyle düşündüğünü, tüccarı sen mi öldürdün, diye sorduğunu hatırlayınca kendi kendine: "Görülüyor ki, Allah'dan başka, kimse gerçeği bilemiyordu, yalnız O'na yalvarmak lazım, yalnız ondan beklemek lazım" dedi


O günden sonra dilekçe vermekten vazgeçti, başkasına ümit bağlamaktan vazgeçti, sadece Allah'a yalvarıyordu Aksenov'u önce kırbaçlanmaya, sonra da Sibirya'da kürek cezası çekmeye mahkum ettiler


Aksenov, Sibirya'da 26 yıl sürgün hayatı yaşadı Saçları kar gibi bembeyaz oldu, sakalı uzadı, bembeyaz, ince uzun aşağı doğru sarkıyordu Şen tabiatından eser kalmadı Beli büküldü, sessiz sessiz dolaşır, az konuşur, hiç gülmez, boyuna Allah'a yalvarırdı


Cezaevinde ayakkabı dikmeyi öğrendi, kazandığı paralarla bir Kutsal Takvim aldı, içeride ışık olduğu zaman okurdu, Tatil günlerinde de cezaevi kilisesine gidip Havariler'i okuyor, kilise korosunda ilahi söylüyordu, sesi hala güzeldi İdare, uysal bir adam olduğu için Aksenov'u severdi, mahpus arkadaşları da ona saygı gösterirler "dede", "Allah adamı" derlerdi İdare ile bazı işleri olunca arkadaşları hep Aksenov'u ricaya gönderirler, mahpuslar kavga edince, haklıyı haksızı ayırması için her zaman ona başvururlardı


Evinden hiç mektup almıyor karısı ile çocuklarının sağ olup olmadıklarını bilmiyordu


Bir gün sürgüne yeni mahpuslar getirdiler Akşamleyin bütün eski mahpuslar yeni gelenlerin etrafını aldılar, hangi köyden, hangi şehirden olduklarını, kimin ne kadar ceza giydiğini sormaya başladılar Aksenov da yeni gelenlerin kerevetlerine oturdu, başını önüne eğmiş, anlatılanları dinliyordu


Mahpuslardan biri uzun boylu sapasağlam, altmış yaşlarında, tıraşlı beyaz sakallı bir ihtiyardı Hikayesini şöyle anlattı


- Ben arkadaşlar, buraya bir hiç yüzünden düştüm Arabacının kızağından bir atı çözdüm Hayvanı çalmışsın diye yakaladılar Ben gideceğim yere daha çabuk varmak için atı saldım dedim Sonra arabacı da dostum Uygunsuz bir şey yok, dedim Onlar hayır, çalmışsın, dediler Neyi çaldığımı, nerede çaldığımı bile bildikleri yok Daha çok eskiden beni buraya düşürecek işler oldu, ama ele geçiremediler, şimdi ise kanuna aykırı olarak getirdiler


Şimdi: "Yalan söylüyorsun, Sibirya'ya gitmişsin, yalnız uzun zaman misafir kalmışsın" diyecekler


Mahpuslardan biri sordu: Sen nerelisin?


Biz Vladimir'deniz Şehrin yerlisiyiz, esnaf takımındanız Adım Makar, baba adım Semeneviç


Aksenov, başını kaldırıp sordu: Peki Semeniç, Vladimir şehrinde tüccar Aksenov'lardan söz edildiğini hiç duydun mu?


Duymaz olur muyum hiç? Zengin tüccarlar; yazık ki babaları Sibirya'da Öyle anlaşılıyor ki, o da bizim gibi günahkarlardan Ya sen dede, buraya nasıl düştün?


Aksenov, kendi kara yazısından konuşmayı sevmezdi; içini çekti:


Günahlarım yüzünden yirmi altı yıldır kürek cezası çekiyorum işte, dedi


Makar Semenov: Ne gibi günahlar işledin? dedi


Aksenov: "Herhalde hak etmiş olacağım" dedi, daha fazla söylemek istemiyordu; ama cezaevindeki öbür arkadaşları, Aksenov"un Sibirya'ya nasıl düştüğünü anlattılar Yolda nasıl birinin bir tüccarı öldürdüğünü, bıçağı nasıl Aksenov'un torbasına attığını, bunun için nasıl onu mahkum ettiklerini anlattılar


Makar Semenov, bu sözleri işitince Aksenov'a bakıp ellerini dizlerine çarptı:


Olur şey değil, olur şey değil! dedi İhtiyarlamışsın dede


Ona neye böyle şaşıp kaldığını, Aksenov'u daha önce nerede gördüğünü sordular, ama Makar Semenov, karşılık vermiyordu, sadece:


Şaşılacak şey çocuklar dedi Bak nerede karşılaştık birbirimizle Bu sözleri işitince, birden Aksenov'un aklına belki bu adam tüccarı öldüreni bilir, düşüncesi geldi


Semenov, dedi, bu işi eskiden mi işittin, yoksa beni eskiden bir yerde görmüşlüğün var mı?


Makar Semenov: İşitmez olur muyum? Yerin kulağı var Ama bu iş, çok eskiden olmuştu İşittiklerimi unutmuşum, dedi


Aksenov sordu:


Belki tüccarı kimin öldürdüğünü de işitmişsindir?


Makar Semenov, güldü: Bıçak kimin torbasından çıktı ise herhalde o öldürmüştür Biri bıçağı senin torbana atmış da olsa mademki yakayı ele vermemiş, hırsız o değil demektir Hem bıçağı senin torbana nasıl sokarlar? Torba başının altında imiş Pekala duyardın


Aksenov, bu sözleri işitince tüccarı öldürenin bu adam olduğunu düşündü Kalktı oradan uzaklaştı Bütün gece gözüne uyku girmedi Müthiş içi sıkıldı; gözleri önüne neler gelmiyordu


Kah karısını, en son, panayıra kendisini uğurladığı zamanki hali ile görüyordu Onu canlı gibi görüyordu Sonra çocukları, o zamanki halleriyle gözlerinin önüne geldiler, hepsi de minimini, birinin üstünde kısa paltosu, öbürünün önlüğü vardı Kendisi de o zamanki gibi görüyordu; neşeli genç bir adamdı, yakalandığı hanın çardağında nasıl oturduğunu, nasıl kitara çaldığını, o zaman ne kadar sevinçli olduğunu hatırlıyordu Kendisine dayak attıkları ceza meydanını, celladı, etrafta toplanan halkı, zincirleri, mahpusları, bütün yirmi altı yıllık mahpus hayatını hatırladı, ihtiyarlığını hatırladı


Aleksey'in üstüne öyle bir sıkıntı çöktü ki, aklından kendi kendini öldürmek geçiyordu "Hep şu cani yüzünden" diye düşündü Makar Semenov'a karşı öyle bir hınç besliyordu ki, kendi felaketi pahasına da olsa, içinde intikam almak isteği uyanıyordu Bütün gece dualar okudu, ama bir türlü kendini yatıştıramadı Gündüzleri Makar Semenov'un yanına gitmiyor, hiç yüzüne bakmıyordu Böylece iki hafta geçmişti Bir gece cezaevi içinde dolaşmaya başladı, bir kerevet altında toprak atıldığını gördü durup baktı birden Makar Semenov, kerevet altından çıktı, korku ile Aksenov'a baktı Aksenov, görmemezlikten gelerek geçip gitmek istiyordu; ama Makar elini yakaladı


Duvarlar altından nasıl bir geçit kazdığını, her gün çizme konçlarına koyup toprağı dışarı taşıdığını, işe çıkarlarken de sokağa serptiğini anlattı: Yalnız moruk, ağzını sıkı tut, dedi, seni de alırım Ama söylersen bana müthiş bir dayak atarlar, ben de senin yanına bırakmam, öldürürüm seni


Aksenov, kendisine kıyan bu adamı görünce baştan aşağı kinle ürperdi Ben buradan ne diye çıkayım, sen de beni öldüremezsin, çünkü beni çoktan öldürdü Seni haber verir miyim, vermez miyim, bilmem Allah nasıl dilerse öyle olur Ertesi gün mahpusları işe çıkardıkları zaman askerler, Makar Semenov'un yere toprak serptiğini fark ettiler, cezaevi içinde araştırma yaptılar, deliği buldular, müdür cezaevine geldi:"deliği kim kazdı?" diye herkesi sorguya çekmeğe başladı


Suçu kimse üstüne almıyordu Bilenler Makar Semenov'u ele vermiyorlardı Çünkü öldüresiye döveceklerini biliyorlardı O zaman müdür, Aksenov'a döndü Aksenov'un doğru bir adam olduğunu biliyordu: İhtiyar, dedi, sen doğru adamsın, Tanrı adına söyle, kim yaptı bu işi? Makar Semenov, sanki hiç bir şeyden haberi yokmuş gibi duruyor, hep müdüre bakıyor, Aksenov'a hiç bakmıyordu Aksenov'un elleri dudakları titriyordu, ama uzun zaman ağzını açıp bir şey söyleyemedi


Şöyle düşünüyordu: "Onu ele versem mi acaba? Beni mahvetti, ne diye onu bağışlayacak mışım? Bana çektirdiği için o da çeksin Gerçeği söylersem, onu müthiş döverler Ne diye boşu boşuna onu düşüneyim Peki ama elime ne geçecek, içim daha mı rahat edecek?" Müdür tekrar: E, ihtiyar, dedi, hadi doğruyu söyle: deliği kim kazdı? Aksenov, Makar Semenov'a baktı: Söyleyemem, sayın bayım dedi, Allah söylememi emretmiyor Ben de söylemeyeceğim İstediğinizi yapın, irade sizin


Ertesi gün, Aksenov, geceleyin kerevetine yattı, henüz dalmıştı ki, birinin yaklaşıp ayak ucuna oturduğunu işitti Karanlıkta baktı, Makar'ı tanıdı


Aksenov: Daha ne istiyorsun benden? dedi Burada işin ne?


Makar Semenov, susuyordu Aksenov, biraz doğruldu Ne istiyorsun? dedi Hadi git Yoksa askeri çağırırım


Makar Semenov, Aksenov'un üzerine doğru eğildi, fısıltı ile: İvan Dimitriç, dedi Beni affet


Aksenov: Ne diye af diliyorsun? Tüccarı ben öldürdüm, bıçağı torbana ben soktum Seni de öldürmek istiyordum, ama avludan sesler geldi; bıçağı torbana soktum, pencereden atlayıp kaçtım


Aksenov susuyor, ne diyeceğini bilemiyordu Makar Semenov, kerevetten kaydı, yerlere kadar eğildi: İvan Dimitriç, dedi; affet beni, Allah aşkına affet! Tüccarı öldürdüğümü açıklayacağım, seni bağışlayacaklar Evine döneceksin


Aksenov: Senin için söylemek kolay, ama bir de bana sor! Nereye giderim şimdi? Karım ölmüş, çocuklarım beni unutmuşlardır; gidecek bir yerim yok


Makar Semenov, yerden kalkmıyor, başını yere vuruyor: İvan Dimitriç, affet, diyordu Şimdi gözlerine bakmak, ban yediğim kırbaçlardan daha ağır geliyor Sen yine bana acıdın, beni ele vermedin Allah aşkına beni bağışla, pişmanlık getiren caniyi bağışla! dedi, hıçkırıklarla ağlamağa başladı: Allah seni affetsin, belki ben senden yüz kat daha kötüyümdür! Birdenbire içi açıldı Evi barkı için tasalanmaktan vazgeçti, cezaevinden bir yere gitmek istemiyordu, sadece son saatini düşünüyordu


Makar Semenov, Aksenov'u dinlemedi, suçlu olduğunu açığa vurdu Evine dönme müsaadesi çıktığı zaman Aksenov, artık ölmüştü

Alıntı Yaparak Cevapla

Meşhur Büyüklerimizin Rüyaları

Eski 08-11-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Meşhur Büyüklerimizin Rüyaları



Hz Yusufun Rüyası


HzYusuf'un kaderinde önce öldürülmesinin planlanması, sonra da vazgeçilip kuyuya atılması vardır Yoksa yanlış kader anlayışında olduğu gibi, kaderin değişmesi, gibi bir durum kesinlikle söz konusu değildir Hazreti Yusuf Peygamberin kaderi tüm bu ayrıntılarla beraber yaratılmıştır


Hazreti Yusuf Peygamber daha çocukken bir rüya görmüş ve rüyasının yorumunu babasına sormuştur Babası Yakup Peygamber ise Hz Yusuf'un rüyasıyla ilgili yorum yapmış ve onu güzel haberlerle müjdelemiştir Ancak bununla birlikte rüyasını diğer kardeşlerine anlatmaması konusunda kendisini uyarmıştır Bu olay Kuran'da şu şekilde bildirilir:


“Hz Yusuf babasına: Babacığım, gerçekten ben "rüyamda" on bir yıldız, Güneş'i ve Ay'ı gördüm; bana secde etmektelerken gördüm demişti (Babası) Demişti ki: Oğlum, rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa sana bir tuzak kurarlar Çünkü şeytan, insan için apaçık bir düşmandır Böylece Rabbin seni seçkin kılacak” (Yusuf Suresi, 4–6)


Yusuf Peygamber babasına rüyasını anlattığında, babasının rüyasını kardeşlerine anlatmaması konusunda onu uyarmasının sebebi, kardeşlerinin güven vermeyen tavırlarıydı Yakup Peygamber ilim sahibi, ferasetli bir insan olduğu için oğullarının fitne çıkarmaya müsait olan karakterlerinin ve kıskanç yapılarının farkındaydı Onları çok iyi tanıdığı için Hz Yusuf'a tuzak kurabileceklerini de tahmin etmekteydi Bu nedenle Hz Yakup şeytanın düşmanlığına dikkat çekmiş, Hz Yusuf'a temkinli olmasını öğütlemiştir


Hz Yusuf'un Kardeşlerinin Tuzak Kurması


Yakup Peygamber Hz Yusuf'u uyarmakta haklıydı, çünkü kardeşleri onu ve küçük erkek kardeşlerini babalarından kıskanmaktaydılar İçlerindeki bu kıskançlık öylesine şiddetliydi ki, onları Hz Yusuf'a tuzak kurmaya kadar götürdü Bu da Hz Yusuf'un kardeşlerinin İslam ahlakından uzak olduklarının ve mümin karakteri sergilemediklerinin bir diğer göstergesidir Onların kurdukları bu tuzak ve Yusuf Peygambere yaptıkları Kuran'da şöyle anlatılır:


"Onlar şöyle demişti: Yusuf ve kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir; oysa ki biz, birbirini pekiştiren bir topluluğuz Gerçekte babamız, açıkça bir şaşkınlık içindedir Öldürün Yusuf'u veya onu bir yere atıp-bırakın ki babanızın yüzü yalnızca size (dönük) kalsın Ondan sonra da salih bir topluluk olursunuz (Yusuf Suresi, 8–9)


Ayetlerden açıkça anlaşıldığı gibi, kardeşlerinin Hz Yusuf'a tuzak kurmalarındaki en büyük etken kıskançlıktı Babalarının Hz Yusuf'u ve kardeşini daha çok seviyor olduğunu düşünmeleri onları bu kıskançlığa itmekteydi Yalnızca kendilerine yönelik bir sevgi istiyorlar, kendilerinin sayıca çok oluşları ve birbirlerini pekiştirmeleri nedeniyle sevgiye daha çok hak sahibi olduklarını düşünüyorlardı


Elbette ki bu, son derece çarpık bir mantıktır Çünkü Kuran'a göre müminlerin birbirlerini sevmedeki tek ölçüleri takvadır Kim takvaca üstünse, kim Allah'tan daha çok korkuyor ve O'nun sınırlarını en titiz biçimde koruyorsa, kim en güzel ahlakı gösteriyorsa müminler doğal olarak en çok o kişiyi severler Açıktır ki, Yakup Peygamber de oğullarına sevgi yöneltirken bunu ölçü almıştır Hz Yusuf diğer oğullarından çok daha takva ve güzel ahlaklı olduğu için, bu durumda onu en çok sevmesi son derece doğaldır Fakat Hz Yusuf'un kardeşleri bu bakış açısına sahip olmadıkları için, babalarının Hz Yusuf'a ve kardeşine olan sevgisini de anlayamamışlardır Bu da onların dinden uzak karakterlerinin önemli bir göstergesidir


Dikkat çeken ayrı bir yönleri de, babaları hakkında kullandıkları saygısız üsluptur Babaları üstün bir akıl ve feraset (anlayış) sahibi seçkin bir peygamber olmasına rağmen onlar Hz Yusuf'a ve kardeşine olan sevgisinden ötürü babalarının "şaşkınlık içinde" olduğunu iddia etmekteydiler Bir peygambere karşı böyle saygısız bir üslup kullanmaları da onların imani zayıflıklarını göstermektedir Onların Allah korkularının zayıf olduğunu anlamak için kuvvetli bir delil daha vardır: Hz Yusuf'u öldürmek istemeleri Allah'tan korkan, ahirette hesap vereceğine inanan, Allah'ın her an kendisini işittiğini ve gördüğünü bilen bir insanın Allah'ın haram kıldığı böyle bir fiile yanaşmayacağı ve hatta aklından dahi geçirmeyeceği son derece açıktır Ancak bu kişiler babalarının kendilerini sevmesini sağlamak ya da kıskançlık duygularının neden olduğu öfkelerini dindirmek için, çözümü Hz Yusuf'u öldürmekte ya da bir yere atıp bırakmakta bulmuşlardır


Öldürmek zaten haramdır, ancak küçük yaşta bir çocuğu bir yere atıp bırakmak da çok vicdansızca bir harekettir Bunu yapmayı düşünebilen insanlarda vicdan, merhamet gibi duyguların bulunmadığı son derece açıktır Görüldüğü gibi, Hz Yusuf'un kardeşleri acımasız ve zalimdirler


Üstelik mantık örgüleri de çok bozuktur Hz Yusuf'a böyle bir kötülük yapıp, harama girdikten sonra hala "salihlerden olmayı" ummaktadırlar Elbette ki, bir insan bir kötülük işledikten sonra Allah'tan samimi bağışlanma isterse, düzelmeyi ve salihlerden olmayı umabilir Fakat bu kişiler yaptıklarının yanlış olduğunu bile bile, önce kötü bir amel işleyip, sonra da salihlerden olmayı planlamaktaydılar İşte bu, onların sağlıklı bir muhakeme yeteneğine ve mümin karakterine sahip olmadıklarının bir başka delilidir


Ayetin devamında en zor anında Allah'ın Hz Yusuf'a yardım ettiği, içlerinden birine onu öldürmek yerine kuyuya atma fikrini ilham ettiği haber verilir:


"İçlerinden bir sözcü dedi ki: Eğer (mutlaka bir şey) yapacaksanız, öldürmeyin Yusuf'u, onu kuyunun derinliklerine bırakıverin de bir yolcu kafilesi alsın (Yusuf Suresi, 10)


Görüldüğü gibi, her ne kadar kardeşleri Hz Yusuf'a tuzak kurarlarsa kursunlar, aslında Yusuf Peygamber Allah'ın kendisi için belirlediği kaderi yaşamaktadır Kimse kendisi için belirlenen kaderin dışına çıkamaz Allah daha Hz Yusuf doğmadan çok önce bu kaderi yaratmıştır, Yusuf Peygamber de bu kaderi aynen yaşamıştır


Bu arada bir konuyu daha hatırlatmak gerekir ki, Hz Yusuf'un ölümünü engelleyen, onu kuyuya atma fikrini getirerek yaşamasını sağlayan kardeşi değil, Allah'tır Allah dilemese Hz Yusuf'un kardeşi onu kuyuya atma fikrini düşünemez ve böyle bir fikir veremezdi Ancak Hz Yusuf'un kaderinde önce öldürülmesinin planlanması, sonra da vazgeçilip kuyuya atılması vardır Bundan dolayı kardeşi böyle bir fikirle gelmiştir Yoksa yanlış kader anlayışında olduğu gibi kaderin değişmesi gibi bir durum kesinlikle söz konusu değildir Yusuf Peygamberin kaderi tüm bu ayrıntılarla beraber yaratılmıştır Kardeşlerinin onu öldürmemeleri de onların bozulmuş bir planıdır Ancak o planı da en baştan bozulmuş olarak yaratan Allah'tır


Nitekim Allah bu planı, o daha henüz çocuk yaşta iken, gördüğü rüya aracılığıyla Hz Yusuf'a bildirmiştir Hz Yusuf'un hayatı da, Allah'ın bildirdiği bu rüyayı doğrulayacak şekilde gelişmiştir Allah kimi zaman dilediği kullarına bu şekilde gaybı haber verebilir Peygamberimiz Hz Muhammed'e de (sav), Mekke'yi fethedip orada müminlerle birlikte güven içinde hac yapacağını bir rüya aracılığıyla bildirmiştir Bu konudaki ayette şöyle buyrulmaktadır:


"Andolsun Allah, elçisinin gördüğü rüyanın hak olduğunu doğruladı Eğer Allah dilerse, mutlaka siz Mescid-i Haram'a güven içinde, saçlarınızı tıraş etmiş, (kiminiz de) kısaltmış olarak (ve) korkusuzca gireceksiniz Fakat Allah, sizin bilmediğinizi bildi, böylece bundan önce size yakın bir fetih (nasib) kıldı" (Fetih Suresi, 27)


Allah'ın gaybı bildirmesinin ve olayların da tam bu şekilde gerçekleşmesinin sırrı, bizim için "gayb" olan herşeyin, Allah katında ezelde tespit edilmiş, yaşanmış ve bitmiş olmasıdır Gayb insanlar için vardır Zamandan ve mekandan münezzeh olan Allah ise herşeyi yaratan ve bilendir Tüm zamanı ve tarihi de, tek bir an olarak yaratmıştır


Yaşanan herşey Allah'ın dilediği şekilde meydana gelir Ve her birinde müminler için hayır ve güzellikler vardır Yaşanılan ve sabır gösterilen her zorluğun ardından, Allah dünyada ferahlık ve nimet, ahirette ise sevap ve mükafat verir

Alıntı Yaparak Cevapla

Meşhur Büyüklerimizin Rüyaları

Eski 08-11-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Meşhur Büyüklerimizin Rüyaları



FORSA


Akdeniz'in esatir yuvası nihayetsiz ufuklarına bakan küçük tepe, mini mini bir çiçek ormanı gibiydi İnce uzun dallı badem ağaçlarının alaca gölgeleri sahile inen keçi yoluna düşüyor, ilkbaharın tatlı rüzgarlarıyla sarhoş olan martılar, çılgın naralarla havayı çınlatıyorlardı Badem bahçesinin yanı geniş bir bağdı Beyaz taşlardan yapılmış kısa bir duvarın ötesindeki zeytinlik, ta vadiye kadar iniyordu


Bağın ortasındaki viran kulübenin kapısız methalinden bir ihtiyar çıktı Saçı sakalı bembeyazdı Kamburunu düzeltmek istiyormuş gibi gerindi Elleri, ayakları titriyordu Gök kadar boş, gök kadar sakin duran denize baktı, baktı


-Hayırdır inşallah! dedi


Duvarın dibindeki taş yığınlarına çöktü Başını iki ellerinin arasına aldı Sırtında yırtık bir çuval vardı Çıplak ayakları topraktan yoğrulmuş sanılacaktı Zayıf kolları kirli tunç rengindeydi Tekrar başını kaldırdı Gökle denizin birleştiği dumandan çizgiye dikkatle baktı Fakat görünürde bir şey yoktu


Bu, her gece uykusunda kendini kurtarmak için birçok gemilerin pupa yelken geldiğini gören zavallı, eski bir Türk forsasıydı Esir olalı kırk seneden ziyade geçmişti Otuz yaşında dinç, levent, kuvvetli bir kahramanken Malta korsanlarının eline düşmüştü


Yirmi sene onların kadırgalarında kürek çekti Yirmi sene, iki zincirle iki ayağından rutubetli bir geminin dibine bağlanmış yaşadı Yirmi senenin yazları, kışları, rüzgarları, fırtınaları, güneşleri, onun granit vücudunu eritemedi Zincirleri küflendi, çürürdü, kırıldı Yirmi sene içinde birkaç defa, halkalarını, çivilerini değiştirdiler Fakat onun çelikten daha sert adaleli bacaklarına bir şey olmadı


Yalnız abdest alamadığı için üzülürdü Daima güneşin doğduğu tarafı sol ilerisine alır, gözlerini kıbleye çevirir, beş vaktini gizli, gizli, işaretle eda ederdi Elli yaşına gelince korsanlar onu "artık iyi kürek çekemez!" diye çıkarıp bir adada satmışlardı Efendisi bir çiftçiydi On sene kuru ekmekle onun yanında çalıştı


Allah'a çok şükrediyordu


"Öldükten sonra dirileceğime nasıl inanıyorsam, elli yıl esirlikten sonra da memleketime kavuşacağıma öyle inanırım" derdi


En şanlı, en meşhur Türk gemicilerindendi Daha yirmi yaşındayken Tarık Boğazı'nı geçmiş, poyraza doğru haftalarca, aylarca, kenar, kıyı görmeden gitmiş, rast geldiği ücra adalardan cizyeler ( vergiler) almış, irili ufaklı donanmaları tek başına hafif gemisiyle bertaraf etmişti


O vakitler Türkeli'nde namı dillere destandı Padişah bile kendisini saraya çağırtmış, maceralarını dinlemişti Çünkü Hızır (as)'ın gittiği diyarları dolaşmıştı Öyle denizlere gitmişti ki, üzerinde dağlardan, adalardan büyük buz parçaları yüzüyordu Hedefleri tamimiyle başka bir cihandı


Altı ay gündüz, altı ay gece olurdu! Karısını, işte bu, senesi bir büyük günle iki büyük geceden ibaret olan başka cihandan almıştı Gemisi altın, gümüş, inci, elmas, esir dolu vatana dönerken, kenarsız denizin ortasında evlenmiş, oğlu Turgut Çanakkale'yi geçerken doğmuştu


Şimdi kırk beş yaşında olmalıydı Acaba yaşıyor muydu? Hayalini unuttuğu karlardan beyaz karısı acaba hala sağ mıydı? Kırk senedir, yalnız taht şehrinin, İstanbul'un minareli ufku hayalinden hiç silinmemişti"


Bir gemim olsa gözümü kapar, Kabataş'ın önüne demir atarım" diye düşünürdü Altmış yaşını geçtikten sonra efendisi, onu sözde azat etti Bu azat etmek değil, sokağa, açlığa, perişanlığa atmaktı İhtiyar esir, bu viran bağın içindeki harap kulübeyi buldu İçine girdi Kimse bir şey demedi Ara sıra kasabaya iniyor, ihtiyarlığına acıyanların verdiği ekmek parçalarını toplayıp dönüyordu On sene daha geçti Artık hiç kuvveti kalmamıştı Hem bağ sahibi de artık kendisini istemiyordu


Nereye gidecekti? Fakat işte, eskiden beri gördüğü rüyaları yine görmeğe başlamıştı Kırk senelik bir rüya


Türklerin Türk gemilerinin gelişi Gözlerini elleriyle iyice ovdu Denizin gökle birleştiği yere baktı


Evet, mutlaka geleceklerdi Buna o kadar emindi ki -Kırk sene görülen bir rüya yalan olmaz! diyordu


Kulübe duvarın dibine uzandı Yavaş yavaş gözlerini kapadı İlkbahar bir ümit tufanı gibi her tarafı parlatıyordu Martıların:


- Geliyorlar, geliyorlar, seni kurtarmağa geliyorlar ! Gibi işittiği tatlı seslerini dinleye dinleye daldı


Duvar taşlarının arasından çıkan kertenkeleler üzerinde geziniyorlar, çuvaldan esvabının içine kaçıyorlar, gür beyaz sakalının üstünde oynaşıyorlardı


İhtiyar esir , rüyasında ağır bir Türk donanmasının limana girdiğini görüyordu Kasabaya giden yola birkaç bölük asker çıkarmışlardı Al bayrağı uzaktan tanıdı Yatağanlar, kalkanlar güneşin aksiyle parlıyordu


- Bizimkiler ! Bizimkiler!


diye bağırarak uyandı Doğruldu Üstündeki kertenkeleler kaçıştılar Limana baktı Hakikaten kalenin karşısına bir donanma gelmişti Kadırgaların, yelkenlerin, küreklerin biçimine dikkat etti Sarardı Gözlerini açtı Kalbi hızla çarpmaya başladı Ellerini göğsüne koydu Bunlar Türk gemileriydi Kenara yanaşıyorlardı Gözlerine inanamadı


"Acaba rüyam devam mı ediyor?" şüphesine düştü


Fakat uyanıkken rüya görülür müydü? Kanaat getirmek için elini ısırdı Yerden sivri bir taş parçası aldı Alnına vurdu Evet işte hissediyordu Uyanıktı Gördüğü rüya değildi O uyurken, donanma, burnun arkasından birdenbire zuhur etmiş olacaktı


Sevinçten, hayretten dizlerinin bağı çözüldü Hemen çöktü Kenara çıkan bölükler, ellerinde al bayrak kalenin etrafına doğru ilerliyorlardı Kırk senelik bir beklemenin son azmiyle davrandı Birden kemikleri çatırdadı Badem ağaçlarının çiçekli gölgeleriyle örtülen yoldan yürüdü


Kenara doğru koştu Koştu Koştu Karaya çıkan asker, ak sakallı bir ihtiyarın kendilerine doğru koştuğunu görünce:


- Dur! Diye bağırdılar


İhtiyar durmadı; bağırdı


- Ben Türküm, oğullar, ben Türküm! -

Askerler onun yaklaşmasını beklediler İhtiyar, Türklerin yanına yaklaşınca önüne ilk geleni tutup öpmeye başladı Gözlerinden yaşlar akıyordu Haline bakanların hepsi müteessir olmuştu Biraz heyecanı sükun bulunca ona sordular:


- Kaç yıldır esirsin ?


- Kırk! -Nerelisin ?


- Edremitli


- Adın ne?


- Kara Memiş


- Kaptan mıydın?


- Evet


- İhtiyarın etrafındaki askerler birbirine karıştı Bir çığlık koptu


- "Beye haber verin ! Beye haber verin !" diye bağrışıyorlardı


İhtiyarın kollarına girdiler Kuş gibi deniz kenarına uçurdular Bir sandala koydular Büyük bir kadırgaya çıkardılar Askerin içinde onun menkıbelerini bilmeyen, şöhretini duymayan yoktu Biraz güvertede durdu Sevinçten kırk senedir hasret kaldığı vatandaşlarını görmekten, şaşırmış, aptallaşmıştı Ayağına bir çakşır geçirdiler


Sırtına bir kaftan attılar Başına bir kavuk koydular


- Haydi Bey'in yanına ! dediler


Kendini kadırgaya getiren askerlerle beraber büyük geminin kıçına doğru yürüdüKara palabıyıklı, sırmalı esvabının üzerine demir, çelik zırhlar giymiş, iri bir adamın karşısına durdu


- Sen kaptan Kara Memiş misin?


- Evet, dedi


- Hızır Aleyhisselamın geçtiği yerlerden geçen sen misin?


- Benim


- Doğru mu söylüyorsun?


- Ne yalan söyleyeceğim?


- Aç bakayım sağ kolunu !


İhtiyar, kaftanının altından kolunu çıkardı Sıvadı Bey'e uzattı Pazusunda haç şeklinde derin bir yara izi vardı Bu yarayı, gecesi altı aya süren bir adadan karısını kaçırırken almıştı Bey ellerine sarıldı Öpmeye başladı


- Ben senin oğlunum ! dedi


- Turgut musun?


- Evet


İhtiyar esir sevincinden bayılmıştı Kendine gelince oğlu ona:


- Ben karaya cenk için çıkıyordum Sen gemide rahat kal, dedi Eski kahraman kabul etmedi:


- Hayır Bende beraber cenge çıkacağım


- Çok ihtiyarsın baba


- Fakat kalbim kuvvetlidir


- Rahat et! Bizi seyret!


- Kırk senedir dövüşe hasretim Oğlu:


- Vurulursun! Vatana hasret gidersin! diye onu gemide bırakmak istedi Kara Memiş, o vakit birdenbire gençleşmiş bir kaplan gibi doğruldu Duramıyordu Kalkan, kılıç istedi Sonra geminin kıçında sallanan sancağı göstererek:


- Şehit olursam bunu üzerime örtün!


- Vatan, al bayrağın dalgalandığı yer değil midir? Dedi

Alıntı Yaparak Cevapla

Meşhur Büyüklerimizin Rüyaları

Eski 08-11-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Meşhur Büyüklerimizin Rüyaları



Şair Nabi


Şair Nabi, zamanın paşalarından birinin iltifatına mazhar olur ve beraberce hacca giderler O devirlerde hacca deve ile gidilir Develerin sırtına yüklenen mahmil ismi verilen, iki kişinin rahatça yolculuk edebileceği bir semer vardır


Nabi ile Paşa da böyle bir deve de yolculuk ederler Nihayet bir seher vaktinde Medine topraklarına girerler Nabi, Peygamberin kabrini ziyaret edeceğim diye heyecanlanır, mahmilin öbür tarafında ise Paşa yatmış uyuyor Bu durum Nabi' yi mütessir eder


"İki cihan güneşi bulunduğu topraklara geldik Biraz sonra Medine şehrine gireceğiz Böyle yatmak hiç münasip olur mu?" diye düşünür ve bu heyecanla dudaklarından şu mısralar dökülür


Sakın terk-i edebten kuy-ı mahbub-ı hudadır bu Nazargahı ilahidir, makamı Mustafa' dır bu


Nabi farkında olmayarak bu mısraları birkaç kere tekrarlar Her tekrar edişte sesi biraz yükselir Ve nihayet öbür tarafta uyumakta olan Padişah uyanır


-Nabi ne oldu, ne söylüyorsun, der Nabi de :


- Efendim, Peygamberimizin kabr-i sadetlerinin bulunduğu Medine şehrine geldik de, bazı şeyler hatırladım, bunları söyledim Paşa da Nabi' nin heyecanına katılır Abdest alıp yay olarak Medine sokaklarında Ravza-i Mutahhara'ya doğru yürürler Bu esnada kulaklarına bir ses gelir Durup dinlerler


Gelen ses Mescid-i Nebevi'nin minarelerinden yükseliyor Sesi dikkatle dinleyince, biraz evvel Nabi' nin söylediği mısraların müezzin tarafından okunduğu anlaşılır İyice duygulanırlar Paşa Nabi'ye şöyle seslenir


-Nabi bu hal nedir? Nabi de:


-Bilmiyorum, der


Her ikisi de sükût ederler ve beraberce minarenin kapısına girerler Müezzin minareden inmesini beklerler Müezzin inince:


-O söylediklerin ne idi, onları ne için söyledin, sebebi nedir, diye sorarlar Fakat müezzin bir türlü söylemez Ne kadar ısrar ederse de ,


"Söylemem, kafamı kesseniz de söylemem!" deyince:


-Ama, der Nabi, Bunları biraz önce ben söyledim Sana kim söyledi Bu sefer müezzinin tavrı ve şekli değişir heyecanla:


-Senin ismin Nabi mi? der Evet cevabını alınca müezzin Nabi'nin ellerine, Nabi de müezzinin boynuna sarılır Bu dehşetli manzarayı seyreden Paşa, dayanamayıp:


-Nereden bildin bunun isminin Nabi olduğunu, Allah aşkına söyle, der Müezzin rüyasını anlatır


-Efendim, akşam abdestli olarak yatmıştım Biraz evvel Peygamberimizi rüyamda gördüm Ya müezzin kalk yatma Benim aşıklarımdan biri benim kabrimi ziyarete geliyor Şu cümlelerle minareden onu istikbal et, dedi Ben de hemen kalktım Abdest aldım Peygamberimizin iltifatına mazhar olan aşık kimdir diye düşünerek minareye koştum

Alıntı Yaparak Cevapla

Meşhur Büyüklerimizin Rüyaları

Eski 08-11-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Meşhur Büyüklerimizin Rüyaları



paylaşım için teşekkürler
Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.