Sinop Cezaevi |
08-10-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Sinop CezaeviSinop Cezaevi Sinop Kalesi’nin ne zaman kurulduğu kesin olmamakla beraber MÖ72 yılında Pontus Kralı IV Mithridates tarafından yaptırıldığı söylenmektedir Bizanslıların yaptırdığı konusunda bazı kaynaklarda belirtilmiş ise de kale içerisindeki kitabeler kalenin İsfendiyaroğulları ve Osmanlılar zamanında onarıldığını göstermektedir Sinop’u 1214 yılında ele geçiren Selçuklu Sultanı İzzeddin Keykavus kaleyi kuzeyden güneye inen dik surla kestirmiştir Böylece İç Kale enine bir surla ikiye bölünmüştür Burada 9500 m2 lik bir alan meydana gelmiş bu yerde Sinop Hapishanesi kurulmuştur II Meşrutiyetin kurulmasından sonra Sinop Cezaevine siyasi mahkûmlar getirilmiştir Cumhuriyet döneminde de hapishane olarak kullanılmış ve bu durum 1997 yılına kadar sürmüştür Hapishanede Türkiye’de ilk kez bir uygulama yapılmış, mahkûmların birer sanata yönelmesi için çalışılmıştır Bunun için içeride atölyeler kurulmuştur Mahkûmların yaptığı küçük sanat eserlerinin satılması ile de onlara maddi olanaklar sağlanmıştır Sonraki dönemlerde Bölge Kapalı Cezaevi ve Çocuk Islah Evi olan kale ve buradaki cezaevi yapısı ile Askerlik Şubesinin boşaltılmasından sonra 1999’da Kültür Bakanlığı’na tahsis edilmiştir Kültür Bakanlığı’nın yapmış olduğu restorasyon çalışmalarından sonra kale Kültür Merkezine dönüştürülmüştür Günümüzde Kültür Kompleksi olan kalede sosyal etkinlikler alanı düzenlenmiş, galeriler, Konferans Salonu, Tanıtım Salonu, Satış Reyonu, Kafeterya gibi kültürel mekânlar yapılmıştır Sinop Cezaevinde, Refik Halit Karay, Mustafa Suphi, Ahmet Bedevi Kuran, Refi Cevat Ulunay, Hüseyin Hilmi, Burhan Felek, Osman Celal Kaygılı, Celal Zühtü Benneci, Sabahattin Ali ve Necip Fazıl Kısakürek, Kerim Korcan, Osman Deniz, Zekeriya Sertel hapis ve sürgün olarak kalmışlardır Mehmed'im lafta! Baba katiliyle baban bir safta! Bir de geri adam, boynunda yafta Halimi düşünüp yanma Mehmed'im! Kavuşmak mı? Belki Daha ölmedim! Avlu Bir uzun yol Tuğla döşeli, Kırmızı tuğlalar altı köşeli Bu yol da tutuktur hapse düşeli Git ve gel Yüz adım Bin yıllık konak Ne ayak dayanır buna, ne tırnak! Bir alem ki, gökler boru içinde Akıl almazların zoru içinde Üstüste sorular soru içinde Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu? Buradan insan mı çıkar, tabut mu? Bir idamlık Ali vardı, asıldı Kaydını düştüler, mühür basıldı Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı Ondan kalan, boynu bükük ve sefil; Bahçeye diktiği üç beş karanfil Müdür bey dert dinler, bugün "maruzat"! Çatık kaş Hükümet dedikleri zat Beni Allah tutmuş kim eder azat? Anlamaz; yazısız, pulsuz dilekçem Anlamaz! ruhuma geçti bilekçem! Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil Sayım var, maltada hizaya dizil! Tek yekun içinde yazıl ve çizil! İnsanlar zindanda birer kemmiyet; Urbalarla kemik, mintanlarla et Somurtuş ki bıçak, nara ki tokat; Zift dolu gözlerde karanlık kat kat Yalnız seccademin yönünde şefkat Beni kimsecikler okşamaz madem Öp beni alnımdan, sen seccadem! Çaycı getir ilaç kokulu çaydan! Dakika düşelim, senelik paydan! Zindanda dakika farksız aydan Karıştır çayını zaman erisin Köpük köpük, duman duman erisin! Peykeler, duvara mıhlı peykeler Duvarda, başlardan yağlı lekeler Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler Duvar, katil duvar yolumu biçtin Kanla dolu sünger Beynimi içtin Sükût Kıvrım kıvrım uzaklık uzar Tek nokta seçemez dünyada nazar Yerinde mi acep, ölü ve mezar? Yeryüzü boşaldı habersiz miyiz? Güneşe göç var da, kalan biz miyiz? Ses demir, su demir ve ekmek demir İstersen demirde muhali kemir Ne gelir ki elden, kader bu, emir Garip pencerecik, küçük daracık; Dünyaya kapalı, Allah'a açık Dua, dua eller karıncalanmış; Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu İplik ki incecik, örer boşluğu Ana rahmi zahir, şu bizim koğuş Karanlığında nur, yeniden doğuş Sesler duymaktayım; Davran ve boğuş! Sen bir devsin, yükü ağırdır devin! Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin! Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte! Ölsek de sevinin, eve dönsek de! Sanma bu tekerlek kalır tümsekte! Yarın elbet bizim, elbet bizimdir! Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir Bu şiir daha sonra Edip Akbayram tarafından şarkı olarak seslendirilmiştir Aldırma Gönül Başın öne eğilmesin Aldırma gönül, aldırma Ağladığın duyulmasın, Aldırma gönül, aldırma Dışarıda deli dalgalar Gelip duvarları yalar; Seni bu sesler oyalar, Aldırma gönül, aldırma Görmesen bile denizi, Yukarıya çevir gözü: Deniz gibidir gökyüzü; Aldırma gönül, aldırma Dertlerin kalkınca şaha Bir sitem yolla Allaha Görecek günler var daha; Aldırma gönül, aldırma Kurşun ata ata biter Yollar gide gide biter; Ceza yata yata biter; |
|