Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Kültür - San'at & Eğitim > Ülke & Şehirler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
izmir

İzmir!

Eski 03-04-2008   #1
suskun
Varsayılan

İzmir!



İzmir'in Tarihi

Bölüm 1
Kent Tarihi Ve Kentlilik
XX yüzyılın başladığı sıralarda dünya nüfusunun sadece onda biri kentlerde yaşamaktaydı Aynı yüzyıl biterken durum çok değişmiş, yer yüzündeki her üç kişiden birisi hayatını kentlerde sürdürmeye başlamıştı Günümüzdeki beklenti ve geleceğe yönelik olarak yapılan çıkarımlar ise, önümüzdeki bir-kaç on yıl içinde her iki kişiden birisinin kentlere yerleşmiş olacağına işaret etmektedir Ülkemizdeki durum da, dünyadaki eğilimle benzerlik gösteren bir çizgide evrilmektedir Geride kalan son yüzyıl içindeki bu değişim, özellikle eski dünyanın binlerce yıllık geçmişleriyle, insanlık ve uygarlığın belgesel kanıtları olan tarihsel kentlerini, acil çözüm bekleyen sorunlarla karşı karşıya bıraktı Bu kentlerin tarihsel dokularıyla, yeni ihtiyaçların dayattığı yapılaşma ve kentleşme biçimleri arasında çatışmalı bir durum yaşanmaya başladı Değişen zaman ve koşulların doğurduğu ihtiyaçların baskısı, tarihsel kent dokularını geri dönüşüm imkanı bırakmadan yok olma tehlikesiyle baş-başa bıraktı Geçmişten gelen uygarlık birikiminin taşıyıcısı olan kentsel doku ile yeni yapılaşma arasında ahenkli çözümler bulmak, ivedi bir ihtiyaç haline geldi Bu ihtiyaç, kentler ve kentleşme hakkında düşünmeyi, ortaya çıkan sorunlara çözümler üretmeyi ve bunları uygulayacak kurumları çeşitlendirmeyi zorunlu hale getirdi Hızlı kentleşmenin yarattığı ve sorunlara çözüm aranırken, kentlerin tarihi üzerine yapılan çalışmaların da yoğunlaştığı görüldü Çünkü kentlerin tarihsel serüvenlerini araştırmak, tarihsel deneyimleri öğrenerek kentlerin bugünü üzerine düşünmek anlamına gelmektedir Bu çalışmalar kentlerin ortaya çıkışları, yerleşme tipi olarak özelliklerinin neler olduğu, nasıl yönetildikleri, planlamanın evrimi ve konut tipleri gibi konularda geçmişte oluşan deneyimleri, yeni kuşaklara aktarmaya başladı Çok geçmeden kent tarihlerini araştırmanın, günümüzdeki kuşaklar için işlevsel olduğu fark edildi ve bu araştırmalar yaygınlaştı

Araştırmalar gösterdi ki, kentler tarihin her döneminde var olan bir yerleşme tipi değildi Kentlerin ortaya çıkışları, insanların tarımsal üretime ve yerleşik hayata geçişleriyle bağlantılı bir değişim olarak görünmektedir Tarımsal üretim yaparak beslenen ve geçimlerini bu yolla sağlayan insanların, tarım alanları yakınlarında kurdukları köylerde yerleşik hayata geçtikleri biliniyor Yerleşik hayatın bu ilk evreleri ile kentlerin kuruluşu ve ortaya çıkışları arasında doğrudan bir ilişki vardır Tarihsel olarak insanların tarımsal üretim yapmaya başladıkları dönem, kentlerin ortaya çıkışlarını hazırlayan en önemli gelişmeydi İnsanlık tarihinde bu gelişmenin görüldüğü ve kabaca İÖ 8000-4000 yılları arasına tarihlenen süreç, Neolitik Çağ olarak adlandırılmaktadır Hatta bu süreçte bazı yerleşmelerin köy sayılamayacak kadar büyüdüğü de bilinmektedir ve bu yerleşmelerin köy mü, yoksa kent mi sayılmaları gerektiği, bilim adamları tarafından hala tartışılmaktadır Bu tartışmaya konu edilen neolitik yerleşmelerden birisi de Anadolu’da bulunmaktadır Burası Konya iline bağlı Çumra ilçesi sınırları içinde yer alan Çatalhöyük’tür

Çatalhöyük
İÖ6500 yılından başlayan bir yerleşim alanı olarak, dünyadaki en eski yerleşmelerin ön sıralarında bulunmaktadır Üstelik yapılan hesaplara göre, neolitik çağın en kalabalık yerleşmesi olduğu da ileri sürülmektedir İnsanlık tarihi açısından çok önemli bir miras olan Çatalhöyük dışında, Can Hasan, Hacılar gibi neolitik yerleşmeler, Anadolu yarımadasını, yerleşme ve uygarlık tarihi açısından son derece ayrıcalıklı kılmaktadır
Belirtilen yerler ve benzerlerinin kent sayılıp sayılamayacağı tartışmaları, konumuz açısından önemlidir Çünkü bir yerleşmenin kent sayılması için, sadece nüfusun çokluğu ve yerleşmenin alansal büyüklüğünün belirleyici olamayacağı, bu tartışmalar sonucunda ortaya çıkmıştır Yani kent tarihi üzerine çalışmak ve düşünmek, kenti tanıma açısından yararlı olmuştur Yapılan çalışmalarda, tarım üretimi ve yerleşik hayata geçişten sonraki dönemde, yerleşmelerdeki ilişkilerin farklılaşmaya başladığı tespit edilmiştir İÖ 4000 yıllarında başlayan süreçten sonra, yerleşmelerin bazılarında görülen söz konusu farklılıkların, kent ve köy ayrımında belirleyici olacağı anlaşılacaktır Bazı yerleşimlerde sadece tarımsal üretim karakteri hakim olurken, bazılarında maden işleyen ve çeşitli metal aletler üreten zenaatkarlar ortaya çıkmıştır Tarım dışı işlerle uğraşan zenaatkarlara, tarım ürünleriyle imal edilen bu aletleri alıp satan veya zenaatkarlara işleyecekleri ham maddeleri temin eden insanlar, yani tüccarlar katılmıştır Aynı şekilde askerler ve din adamları da, çok geçmeden toplum içindeki yerlerini almışlardır Tüccarlar alış verişleri sırasında hesap yapmak zorunda olduklarından, yazı ve aritmetik ortaya çıkmıştır Bu toplumsal değişim, kısa süre içinde yerleşme mekanına da yansımıştır Ticari mekanlar, pazar yerleri, atölyeler, malların biriktirildiği depolar ve tapınaklar gibi yapıların bulunduğu yerleşmeler görülmeye başlamıştır Sadece tarımsal üretim yapılan yerlerden mekansal olarak farklılıklaşan bu yerleşmeler, kentlerin erken tipleri olarak nitelenmektedir Sayılan bu özelliklere yerleşiklerin hepsini ilgilendiren kararları almak ve uygulamak için yönetsel bir üst yapı oluşması da eklendiğinde, köylere göre tamamen farklı bir yerleşim tipi ortaya çıkmış oldu Bu özellikleri tekrarlayarak belirtecek olursak, şu başlıklar öne çıkmaktadır: Tarım dışı faaliyet yapılan bir yer olması, zenaatkarların varlığı yani üretimde uzmanlaşma, ticaret ve ticari mekanların bulunması, dışarıdan gelecek tehlikelere karşı önlem alınması yani güvenliğin sağlanması, yönetsel örgütlenmeye sahip olması Belirtilen özellikler köylere göre farklılık kazanmış yerleşmelerin, yani kentlerin niteliklerini çerçevelemektedir Bu nitelik ve özellikler toplumsal ilişkiler ve yerleşme mekanında da izlenebilmektedir

Buraya kadar anlatılanlar, kentlerin uzun süreçler boyunca şekli değişse bile, özü itibarıyla devam eden özellikleridir Bu özelliklerinden ötürü kenti tanımlamak mümkün hale gelmektedir: Kent, insanların birbirleriyle buluştukları, malların el değiştirdiği, kurumsal hizmet sunulan bir ilişkiler ve kararlar merkezidir Kentte farklı faaliyet türleri bir araya gelmekte, her bir unsurunun birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğu dışa açık bir sistem vücut bulmaktadır Bu bakımdan kent kendine özgü yanları bulunan ve belli bir mekanda yoğunlaşmış bir yerleşim sistemi olup, karmaşık toplum yapısının birey veya aile düzeyinde çözülemeyecek sorunlarının üstesinden gelmeye olanak sağlamaktadır Yerine getirdiği işlevlerin sayısı ve karmaşıklığı kenti köyden farklı kılmaktadır

Bu tanım, yaklaşık olarak endüstri çağına ve sonrasındaki gelişmelere kadar geçerliliğini korudu XVIII yüzyılın ikinci yarısında Avrupa’da ortaya çıkan endüstri devrimine kadar kentlerin ticaret, zenaat ve idari alanlardaki belirleyici özelliklerine, sanayii üretimine bağlı ilişkilerin ve yapılanmaların eklemlendiğini görüyoruz Bu dönemden sonra fabrika üretimi ve ona bağlı toplumsal dönüşümler, kent ve kentli kavramının değişmesine neden olacaktır Bu değişimle birlikte kentlerin yönetimleri de dönüşecek, kentler endüstriyel üretim nedeniyle dışarıdan hızlı ve yoğun göç alan yerler haline gelecektir Belirtilen süreç, özellikle tarihsel kentlerin fiziksel yapılarını tanınmayacak ölçüde farklılaştırırken, kentli profilini de değiştirecektir
İçinde yaşadığımız kent de, yukarıda belirtilen tarihsel gelişim çizgisini taşımaktadır İÖ 3000 yıllarına kadar inen tarihi ile İzmir, bilinmeye ve tanınmaya değer bir kenttir Bir yerleşme olarak ortaya çıktığı zamandan, İÖ 800’lü yıllara gelindiğinde İzmir, kent kriterleri taşıyan bir yerleşme olarak bugünkü Bayraklı’da, adını verdiği körfezin karaya ulaştığı noktada kendini göstermeye başlamıştı İlkçağ Ege dünyasının en erken ızgara planlı, yani sokakların bir-birini dik kestiği, düzgün geometrik planlı kentlerinden birisi olarak tanınmıştı

Eski İzmir tapınakları, deniz ticaretine elverişli ortam hazırlayan limanı, savunma tesisleri ve yönetsel özellikleriyle bir kent devletiydi Saldırılara maruz kaldı, kentsel özelliklerini yitirdi tekrar köy haline geldi, ancak yeniden canlanmayı başardı
Bu kez eski yerinden farklı ama uzak olmayan bir yerde, Kadife kale’nin bulunduğu tepenin yamaçlarında tekrar kuruldu Çeşitli uygarlıkları tanıdı, Roma dünyasının seçkin kentlerinden birisi olarak anıldı Bizans İmparatorluğu’nun dinsel merkezlerinden birisi ve onun başkenti seviyesinde kabul edilen ayrıcalıklarla donatıldı Nihayet Türk Beylikleri döneminden sonra, dönemin dünya devleti Osmanlı İmparatorluğu’nun bir kıyı kenti haline geldi Küçük bir kasaba iken dönemin koşulları ve bulunduğu yerin sağladığı olanaklar sonucu, Akdeniz dünyasının en önemli liman kentleri arasına katıldı XVII yüzyıl başlarından itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun dünyaya açılan kapısı olma özelliğini kazandı Sadece ticari yapıları ve hanlarının yayıldığı bölge bile, sıradan bir kentin tamamına denk gelecek genişlikteki bir alanı kaplıyordu

Kentte kendi mahallerinde yaşayan ve Osmanlı Devleti’nin verdiği ayrıcalıklardan yararlanarak ticaret yapan İngiliz, Fransız, Venedik, Hollanda vb ülkelerin tüccar kolonileri yer alıyordu Körfeze gelen giden ve mal indirip yükleyen gemilerin görüntüsü hakim oluyordu Salgın hastalıkların, depremlerin, yangınların ve ticaretin bağlamında bir kent olarak, önemini korumayı başaran İzmir’in tarihini, acaba İzmirlilerin kaç tanesi bilmektedir? İnsanların yaşadığı yerin nasıl bir kent olduğunu bilmesi, kentte yaşamanın farkı ve gereğini anlamasına yardımcı olamaz mı? İzmir’i bilen İzmirliler, bilmeyen İzmirlilerden daha çok İzmirli olacaklardır
Çünkü, kentlerin değişimi devam etmektedir Uygar insanlar kentlerini planlamaya, geçmişten getirdiği mirası korumaya ve yeni ihtiyaçların giderilmesi sürecinde, kentlerinin geçmişle uyumlu bir şekilde dönüşmesine çalışmaktadırlar Ülkemizin kendine özgü koşulları nedeniyle, Türkiye’deki kentler de hızlı bir değişim yaşamaktadır Bu değişimin binlerce yıllık geçmişe saygılı bir içeriğe sahip olabilmesi için, yeni nesillerin yaşadıkları kentin geçmişini bilmeleri yarar sağlayabilecektir Üstelik kent bilincine sahip olan, yaşadıkları kente güçlü bir aidiyet duygusuyla bağlı kentliler, o kentin geleceği için teminat demektir Bu teminatı yaratabilmek de, ancak geçmiş bilgisi ve hatırlamakla mümkün olabilir Bu tespit, tahmin olunacağı üzere İzmir için de geçerlidir

İzmir 1950’li yıllardan beri, Türkiye’deki diğer kentler gibi hızlı bir göç almaktadır Kentli profilinin değişmesine neden olan bu göç hareketi, kent sakinlerinin kentle ilişkisinin kopmasına neden olmuştur Bir bakıma insanların yaşadığı mekana yabancılaşması ve kendisini içinde bulunduğu ortama ait hissetmemesi anlamına gelen bu durum, her kent için olduğu gibi İzmir açısından da talihsizliktir Çünkü hemen-hemen her kuşağın ürettiği kültürel birikimin bir sonraki kuşağa aktarılamaması, önlenemez bir sonuç olarak yaşanmaktadır Bu durumun hafıza kaybı demek olduğu açık değil midir? Üstelik kırdan kente göç olgusunun büyük bir hızla değiştirdiği kentli nüfus kompozisyonu da dikkate alınırsa, İzmir’in tarihsel birikim ve kimliğinin tamamen yok olacağını söylemek abartı olmayacaktır Bütün bu tespitlerin ilettiği sorunlar bağlamının çözümü veya değişimin sorunlar yaratmadan, kentin doğasına ve kimliğine uygun akışının sağlanabilmesi için, İzmir’de yaşayanların yaşadıkları kente aidiyet bağının güçlendirilmesi gereklidir Aidiyet bağının güçlü olması, insanın yaşadığı mekanı benimsemesiyle ilgilidir Gündelik yaşamının geçtiği çevreyi benimseyen ve onunla özdeşleşen kentliler, içinde bulundukları ortamı tanımanın verdiği bir güven duygusu geliştirirler Güven duygusunun önemi, geçici bir zaman için bile olsa, başka bir kente gidildiğinde daha somut olarak hissedilir İnsanların tanımadıkları bir çevre veya kentte kendilerini yabancı görmeleri ve bir süre sonra huzursuzluk duymalarının sebebi; alışkın oldukları mekandan ve kendilerini ait hissettikleri bağlamdan kopuk olarak algılamalarıdır Aynı durum, yıllardır okuduğu okuldan ayrılıp, başka bir okula giden öğrencilerin yaşayabileceği bir olaydır Çünkü arkadaşlarından, öğretmenlerinden ve çevresinden, yani ait olduğu ortamdan kopma söz konusudur Kentle kurulan aidiyet ilişkisi kent ve kentlilerin uyumunu da ifade etmektedir İnsanın bu uyumu kendi eliyle bozması, yukarıda söz ettiğimiz yabancılaşmayı ortaya çıkartmaktadır

Kentli kimliği kazandırma yollarının başında hiç şüphesiz, insanların İzmir’i benimsemesini ve kendini kente ait hissetmesini sağlamak gelmektedir Kendisini bir yere ait olarak duyumsamak, ancak o yeri kültürel özellikleri ve geçmişiyle tanımakla mümkün olabilir Yetiştiği kentin yerel ve toplumsal tarihini bilen bir birey açısından, içinde yaşadığı mekan çok farklı anlamlar taşıyacaktır; yaşadığı, eğitim gördüğü ve geçimini sağladığı kent, onun için daha anlamlı görünecektir Böylesi bir bakış açısı kazanan bireyler, içinde yaşadıkları şehri daha kolaylıkla benimseyecekler ve kendilerini o kentin bir hemşehrîsi olarak hissedeceklerdir Kentin tarihsel mirasına sahip çıkacak, çevre sorunlarına karşı hassas olabilecek bireyler, İzmir’in geleceğe aktarılmasında son derece yararlı olacaklardır
İzmir’in tarihsel ve kültürel yapısıyla uyum sağlanamadığı taktirde, İzmirli olabilmek de mümkün olamayacağına göre, kentli kimliği ve kentli bilinci yaratmak için çalışmak ivedi bir ihtiyaç haline geliyor Kentli bilinci oluşturmayla hatırlama ve geçmiş bilgisi arasında güçlü bir ilişki bulunuyor İzmir’in yaşadığı tarihsel serüveni canlı tutacak, tarihsel yapıları ve mekanları tanıdık hale getirecek, tarih içinde İzmir’deki yaşamın değişim dinamiklerini ortaya koyacak çalışmalar, geçmişle bugünün bağdaşmasını hazırlayacaktır Dolayısıyla değişimin doğal ve sindirilebilir bir seyir izlemesi mümkün olacağından, İzmir’i bağlamından koparan ve geçmişine yabancılaştıran bir dönüşümün tahripkar etkisinden koruyabilmenin ön koşulu sağlanabilecektir Tahmin edileceği üzere söz konusu ön koşul yaşadığı kenti tanıyan, bilinçli ve aidiyet bağı güçlü İzmirliler olması anlamına gelmektedir

Bölüm 2
İlk Çağlarda İzmir
Smyrna/İzmir İsminin Anlamı:
İzmir’in bir yerleşim alanı olarak ortaya çıktığı dönemlerden başlayarak, farklı isimlerle anılmış olduğuna dair ileri sürülen görüşler bulunmaktadır Ancak kısa sürelerle de olsa, kullanıldığı sanılan bu isimlerin hiç birisi, Smyrna adı gibi sürekli ve kalıcı olamamıştır Zaten bugün İzmir olarak kullandığımız isim de, Smyrna kelimesinin dönüşmüş biçimidir Smyrna kelimesinin daha erken biçimlerinin Samorna veya Smurna olduğu da iddia edilmektedir Ancak kesin olarak izlenebilen gelişim, Smyrna biçimiyle ilgilidir Smyrna ismi, kentin uzun tarihi boyunca varlığını sürdürmüş ve Türkler tarafından fethedildikten sonra İzmir şeklinde söylenmeye başlanmıştır Smyrna kelimesinin başına, Türkçe söylenişi sırasında İ sesi gelmiş ve İsmir olarak telaffuz edilmeye başlanmış, daha sonra da bugün kullanılan İzmir biçimine dönüşmüştür
Kentlerin isimlerinin anlamı, onların geçmişleri hakkında bazı ip uçlarını barındırabilmektedir Bu ip uçları, kentlerin kuruluşları veya geçirdikleri dönüşümlere ışık tutabileceği için önemlidir İzmir buna iyi bir örnektir Çünkü Smyrna ismi kentin kuruluş hikayesine dair izler taşımakta; kelimenin İzmir şekline dönüşmesi ise, kentin bir kültürel yapıdan başka bir kültürel ortama geçmesini simgelemektedir
İlk çağlarda kentlerin koruyucusu olduğu düşünülen veya kentte yaşayanların karşılaştığı sorunların çözümüne katkıda bulunduğu var sayılan doğa üstü güçlere inanılırdı Bu nedenle doğa üstü güçleri temsil eden mekanların yakınında kent kurmak, insanların genel eğilimiydi İşte kentimizin de Smyrna kelimesiyle adlandırılmasında, kurulduğu yerin yakınında böyle kutsal bir alanın bulunmasının etkili olduğu sanılmaktadır Bu kutsal alanın, Halkapınar kaynağı ve bu kaynağın oluşturduğu gölcük olduğu iddia edilmektedir 19 yüzyılda İzmir’e gelen Avrupalı seyyahların Diana Hamamları adıyla bahsettikleri Halkapınar kaynağı ve gölünün, ana tanrıça tapınma alanı olduğu da sık tekrarlanan bir bilgidir

Bundan dolayı Smyrna/İzmir adının Ana Tanrıça Kaynağı/Gölcüğü veya en azından Ana Tanrıça/Kutsal Ana anlamlarıyla ilgili olduğu düşünülmektedir Halkapınar kaynağı ve bu kaynağın oluşturduğu gölcüğün çevresi, kentin uzun tarihi boyunca bir ziyaret yeri olma özelliğini sürdürmüştür Osmanlı İmparatorluğu döneminde de İzmir halkının bir mesire ve eğlence yeri olarak tercih ettiği bir alandı Ünlü seyahatnamesi ile tanıdığımız Evliya Çelebi’nin, XVII yüzyıl ortalarında İzmir’i ziyaret ettiği bilinmektedir Evliya Çelebi, İzmir’e girerken yolunun geçtiği Halkapınar’ı canlı bir şekilde tasvir etmekte ve İzmir halkını bu bölgede eğlenirken gördüğünü belirtmektedir Halkapınar kaynağı, Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında İzmir’in içme suyu ihtiyacı için kullanılmaya başlamıştır Bu nedenle su kaynağı kesilen gölcük kurumuş ve daha sonra da doldurulmuştur Halkapınar gölcüğünün yeri yaklaşık olarak bugünkü Atatürk stadyumu ve çevresine denk düşmektedir Kentin ismini aldığı bu doğal ve tarihi mirasın bugüne ulaşmaması, İzmir açısından talihsizlik olmuştur
Smyrna’nın İzmir şekline dönüşümü ise, kentimizin kuruluş dönemlerinden başlayıp İon, Roma ve Bizans devirlerinde sürdürdüğü kültürel yapıdan, Osmanlı kültür ortamına geçişi temsil etmektedir İS XI yüzyılın son çeyreğinden itibaren Türklerle tanışan İzmir ve çevresi, bu tarihlerden sonra İS XV yüzyıla kadar zaman-zaman Türk egemenliğinde kaldı Bu süreç içinde başlayan Smyrna’nın İzmir şekline dönüşümü, 1426 yılında kesin olarak Osmanlı egemenliğine geçmesiyle tamamlanacaktır

İzmir’in Kuruluş Yeri:
İzmir’in kuruluş tarihi ve yeri konusunda tartışmalı bilgiler bulunmakla birlikte, kentin başlangıcı hakkında bugün Bayraklı semtinde yer alan ve Tepekule olarak tanınan ören yerinin, eski İzmir’in kuruluş yeri olduğu bilinmektedir Bu ören yerinin aslında bir yarım ada olduğu sanılmaktadır Eski İzmir’in bulunduğu yarım ada dar bir kıstakla ana karaya bağlıydı Fakat körfeze akan derelerin binlerce yılda taşıdığı malzeme denizin dolmasına ve bugünkü hattına çekilmesine neden olmuştur
Burasının kuruluş yeri olarak seçimi, dönemin kaygılarına yeterince cevap vermektedir Çünkü dışarıdan gelecek saldırılara karşı savunma kolaylığı sağlamaktadır Karadan gelecek saldırılar sadece yarımadayı ana karaya bağlayan kıstak üzerinden gerçekleşebileceğinden, dar bir alanda kontrol etme şansını artırıyordu Denizden gelecek saldırılar ise, daha kente ulaşmadan izlenebiliyor ve Smyrnalılara önlem alma olanağı sağlıyordu
Kuruluş yerinin tercihinde öne çıkan faktörlerin başında güvenlik kadar ticari aktivite de belirleyiciydi Bir yarım ada üzerinde bulunuşu, kente doğal bir liman imkanı sağladığından, deniz ticaretine uygun ortam hazırlıyordu
İzmir’in bu ilk kuruluş yerinin tercih edilmesinde başka hangi nedenlerin etkili olduğunu anlamak için, yakın çevresine bakmak yararlı olabilir Bayraklı’da eski İzmir’in kuruluş yerine baktığımızda, hemen yakın çevresinden denize dökülen küçük derelerin varlığı dikkat çekiyor Bu dereler, verimli tarım arazilerini sulayarak denize ulaşıyordu Körfezin bitiş noktasından başlayarak, günümüzde Belkahve geçidine kadar uzanan ovanın o dönemde kimi yerleri, özellikle denize yakın kısımları yarı bataklık olsa bile, yine de tarım yapmaya elverişli alanların varlığı biliniyor Bu geniş ovanın, kentin beslenme ihtiyacını karşılama açısından avantaj sağladığı kesindir Anlaşılacağı üzere kuruluş yeri, hem deniz ticareti hem de tarımsal olanaklara sahip bir noktada bulunuyordu Ticaret ve zenaatla uğraşan kentlilerin beslenme ihtiyaçlarının karşılanmasında bu olanakların ne kadar önemli olduğu açıktır Dolayısıyla seçilen yer savunma, güvenlik, iktisadi faaliyetler ve beslenme imkanları bakımından önemli avantajlar sağlamaktaydı

Eski İzmir’in Kuruluşu ve Kurucuları
Eski İzmir’in kuruluş tarihi ve kurucularının kim olduğu hakkındaki bilgilerimiz iki kategoride toplanabilir Bu kategorilerden birisinin, henüz kanıtlanamamış olan söylence niteliğindeki bilgilerden oluştuğunu belirtebiliriz Bu söylencelerden birisi, İzmir’in ilk kurucularının Amazonlar olduğuna dairdir Bir diğeri ise, kentin efsanevi Frigya kralı Tantalos’un ismi etrafında gelişir Hatta Tantalos’a ait olduğu iddia edilen bir mezar da bulunmaktadır
Söylencelerin bir diğer versiyonundaysa, kentin kurucularının Lelegler olduğu dile getirilmektedir Ancak söylence kaynaklı bu bilgilerin hiç birisi, arkeolojik kazılar yapılan Bayraklı yerleşim alanından elde edilen verilerde kanıtlanma şansı bulamamıştır
İzmir’in kuruluşu hakkında elde bulunan bilgilerin ikinci kategorisini, tarihsel kayıtlar ve arkeolojik verilerin oluşturduğunu belirtmek gerekmektedir Bayraklı’da yapılan kazılarda elde edilen buluntular, İzmir’in kuruluşunun İÖ 3000 yıllarına kadar indiğini göstermektedir Ancak İzmir’in kuruluşuna ilişkin tarihlendirmenin, kazıların ilerlemesi ve daha erken yerleşim tabakalarına ulaşılması durumunda, belirtilenden daha önceki yıllara gidebileceği de düşünülmektedir
Yapılan araştırmalar İzmir’in bir Aiol kenti olduğunu göstermektedir Bir dönem Hitit İmparatorluğu’nun nüfuz alanı içine girse de, Aiol kenti olma özelliğini Ionia’lıların kenti ele geçirmelerine kadar sürdürdüğü bilinmektedir İzmir’in kurulduğu yarımada, Aiolis ve Ionia bölgelerinin sınırında bulunuyordu
Bu konumu eski İzmir’in geleceğinin oluşumunda önemli rol oynamıştır Çünkü Ionia’lılar sınırlarındaki bu Aiolis kentini, avantajlı konumundan ötürü ele geçirme konusunda girişimde bulunmakta gecikmemişlerdir Bu dönemdeki gelişmeler, Ion kentlerinin ticaret yoluyla zenginleşmesi ve güçlenmesini beraberinde getirmişti Aralarında oluşturdukları birlikle güçlü bir ticari ağ kuran on iki Ion kentinin, Ege kıyılarındaki etkinlikleri artmıştı İÖ 800 dolaylarında gerçekleşen bu birlik, Ion kentlerinin özgürlüğünü yok etmediği gibi, bir birleriyle rekabetlerini de engellemiyordu Dolayısıyla canlı bir ticari ortam yaratılmış oluyordu Büyük ihtimalle avantajlı konumundan dolayı, ticari faaliyetlerini İzmir körfezinin son noktasına kadar yaymak isteyen Ionia’lılar, sınırlarındaki bu Aiol kentini ele geçirdiler İzmir’i ele geçirenlerin on iki Ion kentinden Kolophhon veya Efes olduğu sanılıyor
Mitoloji daha çok Kolophon’luları öne çıkarıyor Buna göre İÖ 700 yıllarında, Kolophon’da politik çekişmeler nedeniyle halk ikiye bölünmüştü İkiye bölünen Kolophon’lulardan bir bölümü, kentlerini terk etmek zorunda kalır ve İzmir’e sığınır Ancak daha sonra İzmir’in yerlilerini kentten sürerek kenti ele geçirirler Kentlerini İon’lara kaptıran İzmir halkı, anlaşmak zorunda kalırlar Anlaşmaya göre kentte kalan eşyalarını alabilecekler ve İzmir işgalcilere bırakılacaktı Herodotos’a göre bu anlaşmaya uyuldu ve İzmir bundan sonra bir İon kenti haline geldi Söylencenin anlattığı, İzmir’in bir Aiol kentinden, Ion kenti haline gelişidir Fakat esas sebep Ionia kentlerinin aralarındaki birlik sayesinde güçlenmeleri ve ticari açıdan önemli bir mevkide bulunan İzmir’i etkinlikleri altına alma istekleri olmalıdır
Deniz ötesi kolonileri aracılığıyla iyi işleyen bir ticaret ağına sahip olan İon’ların İzmir’i ele geçirmeleri, kentin tarihinde hızlı bir dönüşüme neden oldu Çünkü ticaret aracılığıyla kısa sürede zenginleşti ve gelişti İÖ VII ve VI yüzyıllarda Ion kentlerinin kurdukları ticaret kolonileri aracılığıyla çok zenginleştikleri biliniyor Tahmin edileceği üzere bu durum, İzmir’in yaşamına ve fiziksel yapısına yansımakta gecikmemiştir Kentin zenginliği ve gelişkinliği komşu Lydia’lıları harekete geçirdi ve İzmirlilerle savaşa girdiler İÖ 610-600 sıralarında Lydia orduları, kenti ele geçirmeyi başardı Lydia’lılar daha sonra kenti yıkıp tahrip ettiler Ancak İzmirliler kentlerini yeniden kurmayı başardılar
Eski İzmir’in çöküşü, Anadolu’da Pers istilasının sonuçlarındandır Pers İmparatoru, orduları Anadolu’da ilerlerken, Lydia krallığına karşı Ege’nin kıyı kentlerinin kendisini desteklemesini istemişti Bu isteğine uymayan Ege’nin kıyı kentlerini cezalandırmak amacıyla, Pers İmparatoru Lydia’nın başkenti Sardes’i ele geçirdikten sonra, diğer kıyı kentleriyle birlikte İzmir’e de saldırdı Pers ordularının saldırısı sonucu, İÖ 545 yılında İzmir tahrip edildi Bu tahribattan sonra, Bayraklı’daki yerleşim alanında bir daha kent düzeninde bir yerleşim oluşamadı Bundan sonra köy büyüklüğünde ve örgütsüz bir yerleşim olarak devam etti Böylece İzmir kentinin ilk evresi sona erdi Ancak kentin hikayesi devam edecektir
İzmir’in bu ilk döneminden günümüze ulaşan eserler ve kalıntıların neler olduğunu belirtmek yararlı olabilir Her şeyden önce yukarıda adı geçen, fakat hakkındaki mitolojik kayıtları anlamlı kılacak kanıtlar bulunamayan, kral Tantalos’a ait olduğu söylenen bir anıt mezara değinmeliyiz XIX yüzyılın başından beri efsanevi kral Tantalos’a ait olduğu iddia edilen bu mezar, yine Bayraklı sırtlarında bulunmaktaydı
Bu anıt mezarın Tantalos’un olup olmadığı belli değilse de, İzmir tarihi için son derece önemli olduğu kesindir Yapılan incelemelere göre, İÖ VI yüzyıla tarihlenen ve bir Pers valisi veya yöneticisinin mezarı olma ihtimali yüksek olan mezar, ne yazık ki tahrip edilmiştir XIX yüzyıl başında mezarın iç yapısını anlamaya çalışan seyyahların başlattığı tahribat süreci, daha sonra da devam etmiştir Bayraklı sırtlarında yer alan diğer mezarlar gibi bu anıt mezar da, gecekonduların arasında kaybolmuştur Mezarın taşları sökülmüş ve yapılan inşaatlarda kullanılmıştır Bugünkü kalıntısı, XIX yüzyılda keşfedildiği dönemdeki çizimlerinde resmedilen görünümünden çok uzaktır
İzmir’in bu ilk döneminden geriye kalan en önemli miras, şehrin kendisidir Bayraklı’da bulunan ören yeri, yapılan kazılarla her geçen gün biraz daha açığa çıkartılmaktadır Bugüne kadar yapılan çalışmalarda kentin ızgara planlı, yani bir-birini dik kesen sokaklarla örülü bir yapıda olduğu anlaşılmıştır Kente ilişkin önemli bulgular arasında iki tapınak, şehrin surları, sivil mimari örnekleri, cadde, sokak ve çeşmeler sayılabilir

İzmir’in Yeniden Kurulması
İzmir’in yeniden kurulması, Türkçe’de Büyük İskender diye bilinen Makedonyalı Alexandros’a bağlanır Büyük İskender İran seferinin başlarında, İÖ 334 yılında Pers İmparatorluğu’nun Anadolu’daki ordusunu yendikten sonra, ordularıyla Efes üzerine ilerlemişti Bu harekat sırasında İzmir yöresine geldiğinde, söylenceye göre şimdiki Kadife kale civarında ilahi bir işaret almış ve kendisinden orada yeni bir Smyrna kenti kurması istenmişti Kuracağı kente eski Smyrna’lıların soyundan gelenleri toplayarak yerleştirmesi de belirtilmişti Bunun üzerine İskender, komutanlarına kentin yeniden kurulması için emir verdi
Kurulan kentin yerinde daha öncesine ait bir yerleşimin bulunduğu ve Kadifekale’nin yapıldığı alan civarında bir kutsal alanın varlığı hakkında, yine bazı rivayetler olduğu bilinmektedir Ancak kentin kuruluşunun İskender’in önde gelen iki komutanı tarafından gerçekleştirildiği kabul edilmektedir Bilindiği üzere Kadifekale bu dönemin bir hatırası olarak kentin üzerinde bir taç gibi durmaktadır Kadife Kale aynı zamanda kentin iç kalesi konumundaydı Ancak elbette bu kale, günümüze ilk yapıldığı dönemdeki özellikleriyle ulaşmamıştır Kale Roma, Bizans, Beylikler ve Osmanlı dönemlerinde de kullanıldığı için bu dönemlerde geçirdiği tamirlerin izlerini taşımaktadır Fakat kentin kuruluş hikayesinde yer alan bir unsur olduğundan dolayı, İzmir için son derece önemli bir anıt belgedir
Bu ikinci kuruluş yerinde kent, Kadife Kale yamaçlarından aşağıya, denize doğru uzanıyordu Kentin varlığı yine deniz ticaretiyle yakından ilgiliydi Çünkü kentin konumlandığı alan yüksek bir tepe, yani Kadife Kale’nin bulunduğu yer ile küçük bir koydan oluşan doğal bir liman arasında bulunuyordu Kent esas olarak bu doğal limanın var ettiği bir yerleşim olacak ve geleceği bu limanın canlılığına göre şekillenecektir Belirttiğimiz gibi, iç kale konumunda olan Kadife Kale ile liman arasında da kentin dış surları yer alıyordu Kentin doğu surları Kadife Kale’den aşağıya bugünkü Basmane’ye iniyor ve oradan da denize paralel bir şekilde şimdiki Hisar cami’nin bulunduğu yere uzanıyordu Kentin batısındaki surlar ise, yine Kadife kaleden başlıyor ve şimdiki Bayram yeri civarına uzanıyor, oradan da Hükümet konağı yakınlarından denize ulaşıyordu Bu surların doğu ve batı yönünde bulunan her ikisinde de, kentin kapıları yer almaktaydı
İzmir İÖ 3 yüzyıl başlarında Efeslilerin tavsiyesi üzerine on üçüncü üye olarak Ion kentleri arasındaki birliğe kabul edildi Hellenistik dönemdeki savaşlar sırasında “özgür kent” statüsünü korumayı başardı Ancak bu savaşlar sonunda, Ionia kıyı kentleri Bergama krallığının üstünlüğünü kabul etmek zorunda kaldılar Bergama krallığına bağlı bir kent olarak İÖ 133 yılına kadar yaşayan İzmir, bu yılda ölen Bergama kralı III Attalos’un vasiyeti gereğince, krallık Roma İmparatorluğu’na katılınca, diğer Ion kentleriyle birlikte Roma topraklarının bir parçası oldu

Roma İmparatorluğu Döneminde İzmir (İÖ 133-İS395)
İzmir, Roma İmparatorluğu döneminin ilk yıllarında bir ayaklanmanın yarattığı karmaşadan etkilenmiştir Bu ayaklanma aslında Bergama kralı III Attalos’un vasiyeti gereğince, krallığın Roma’ya geçmesine karşı başlayan bir hareketti Hareketin önderi ise, Attalos’tan önceki Bergama kralının oğlu olduğunu iddia eden Aristonikos isimli birisiydi Aristonikos, kuracağı krallığa “Güneş Ülkesi” adını vereceğini ve Roma’ya karşı başlattığı ayaklanmada kendisine yardım eden köleleri özgür yurttaşları sayacağını vaat ediyordu Ayaklanmanın başlarında Aristonikos’un orduları başarılar elde etmiş olsa da, sonunda Roma orduları İÖ130 yılında denetimi ele almayı başardılar Aristonikos ise İÖ 129 yılında Roma’da idam edildi Bu olaylar sırasında İzmir ayaklanmayı desteklemediği için, Roma İzmir’i özgür kent statüsüyle ödüllendirdi
Bu olaydan sonra İzmir’in Roma döneminde giderek önem kazandığı ve ticaret kenti olma özelliğini geliştirmeye başladığı görülüyor Ancak kentin bu gelişimi zaman-zaman kesintiye uğruyordu Kesintinin nedenlerinden birisi Romalı komutan ve yöneticilerin arasındaki iç çekişmelerdir Bir diğeri de dış saldırılardır ki, İzmir bu saldırılardan etkilenmiştir İÖ 88-85 yılları arasında Pontos krallığı’nın Roma topraklarına doğru yönelen ve İzmir’i de içine alan saldırıları özellikle belirtilmelidir Kent bu dönemdeki savaşlar nedeniyle bir duraklama geçirmiştir Üstelik Pontos kralını desteklediği için “özgür kent” statüsü de elinden alınmıştır
Ancak bu ve benzeri olaylar nedeniyle kentin gelişimi kesintiye uğrasa da, bunlar geçici olmuştur denilebilir Hatta kentin önem kazanmasından dolayı, Anadolu’ya gelen Roma imparatorları İzmir’e de uğramışlardır İmparator Hadrianus İS 121-125 yıllarındaki gezisinde İzmir’e de gelmiştir
İzmir’in bu dönemde yaşadığı en önemli olay ise İS 178 deki depremdir İzmir’de görülen en şiddetli depremlerden biri olduğu kabul edilen bu doğal afet, kenti yerle bir etmiştir Kentin uğradığı yıkım o denli büyüktür ki, yeniden imarı için imparatorluk desteği gerekmişti Bu imar faaliyetinde imparator Marcus Aurelius’un büyük katkısı oldu ve kent adeta yeniden kuruldu
Roma İmparatorluğu döneminde kentin pek çok eser kazandığı bilinmektedir Dönemin yazarları İzmir’den hayranlıkla söz etmektedir Cadde ve sokaklar taş döşeme ile kaplanmış, kentin görüntüsüne Roma mimarisi hakim olmuştur Ancak ne yazık ki, bu eserlerden büyük çoğunluğu günümüze ulaşamamıştır Fakat Roma dönemi eserlerinden bazılarının kalıntıları, İzmir’in geçmişten getirdiği izler olarak kentte yaşamaktadır
Günümüze ulaşamayan eserlerin başında, sadece yeri belli olan ve tamamen ortadan kalkmış bulunan Tiyatroyu sayabiliriz Ayrıca tiyatro gibi Kadifekale’nin alt taraflarında yer alan Stadyum da bu eserlerden bir diğeridir İç limanın yakınlarında olduğu tahmin edilen İzmir’in ticari agorası da günümüze ulaşamayan yapılardandır
Her türlü tahribata uğramasına ve bakımsızlığına rağmen, büyük bölümü günümüze ulaşabilmiş olan devlet agorası, Roma dönemi yapıları içinde en dikkat çekici olandır İS 178 deki deprem sonrasında tamir edilmiş şeklini yansıtan agoranın bir bölümü de, kazı çalışması yapılmadığı için toprak altındadır Kazılarda elde edilen Posedion ve Demeter heykelleri bugün İzmir Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir

Heykellerin işlenişi ve sanatsal inceliği agoranın ihtişamı hakkında fikir verecek niteliktedir Bugün önünde ve çevresinde yer alan yüksek yapılar tarafından kapatılmış olan agoranın varlığı, meraklılar dışında neredeyse unutulmuştur Bu önemli kentsel mirasın, hak ettiği ilgiyi gördüğünü söyleyemeyiz
Kentin bu döneminde yaptırıldığı bilinen çeşmelerden ve yollardan günümüze ulaşan olmamıştır Kentin iki ana yolu olan altın yol ile kutsal yol, bu kayıpların içinde öncelikle belirtilmesi gerekenlerdir Ancak imparatorluk yoluna veya altın yola ait olduğu sanılan küçük bir parça, bugün öğretmen evinin arkasındaki Pazar yerinde İpek yolu restoranının önünde izlenebilmektedir
Bunlara ilaveten Buca-Şirinyer yolunun sağ tarafında yer alan büyük su kemerleri de Roma döneminden günümüze ulaşmış olan altyapı eserlerindendir Su kemerleri, hem mimari tasarımları açısından hem de bir kentin su ihtiyacını karşılamak amacıyla yapılan yatırımların göstergesi bakımından belgesel özellik taşımaktadır
Roma İmparatorluğu İS 395 yılında ikiye ayrıldı Bu bölünmede Anadolu, dolayısıyla İzmir, Doğu Roma toprakları içinde yer aldı İS476 yılında Batı Roma’nın yıkılmasıyla birlikte Doğu Roma, yani Bizans İmparatorluğu bölgenin hakimi oldu İzmir de, Bizans İmparatorluğu’nun önemli bir kenti olarak varlığını sürdürdü

Bölüm III
Bizans devrinde İzmir ve Türk döneminin başlangıç yılları;
Bizans İmparatorluğu dönemi İzmir’inin, canlı bir kent olduğunu söylemek zor görünüyor Bizans döneminden günümüze dikkat çekici her hangi bir kentsel unsurun ulaşamamış olması, bu düşünceyi doğrular niteliktedir Bizans İmparatorluğu’nun son döneminden beri, İzmir’de kent alanını tahrip eden yangınlar, depremler, savaşlar ve insanların yeni ihtiyaçlar için kent dokusunu değiştiren müdahalelerinin, bu dönem eserlerinin yaşadığımız günlere ulaşmasını engellediği düşünülebilir Ancak bu açıklama çok geçerli görünmemektedir Bu sonucun oluşmasında etkili olan bir neden, kente yeni yatırım yapılmamasıdır Zaman-zaman yapılan yatırımlar ve inşa edilen eserler de, depremlerde tahrip olmuştur Bir diğer neden ise, Hıristiyanlığı resmi din olarak benimseyen Bizans İmparatorluğu’nun, çok tanrılı inanç dönemlerinden kalan eserleri kendi dinleri açısından aykırı bulmaları anlayışıdır Kendilerinden önce kentte yaratılmış olan eserlerin malzemesi, inşa edilen dinsel yapılar için kullanılmıştır Aynı şekilde sökülen eserlerin sütunları ve diğer mimari elamanları başkent Konstantinopolis’e taşınarak saray ve tapınak benzeri anıtsal binaların yapımında kullanılmıştır Roma döneminde yapılan eserlerden Su Kemerleri, Agora ve Kadifekale’nin sağlam kalması tesadüf değildir Çünkü gerek su kemerleri, gerek Agora ve gerekse Kadifekale, Roma dönemindeki kullanım amaçlarına uygun olarak, Bizans döneminde de kullanılmaya devam edilmiştir Ticari bir mekan yani Agora ve bir savunma yapısı olan kale, Bizanslılar için de işlevliydi Kentin su ihtiyacını karşılayan altyapının önemli parçası olan su kemerlerinin yıkılması da düşünülemezdi Fakat Roma ve öncesi dönemlerde kullanılan kutsal alanlar ve tapınaklar, Bizanslıların inançlarına karşıt bir anlayışı yansıttığı için yıkılmaktan kurtulamamışlardır
Zaten İzmir’in bu dönemdeki gelişimi de, bu çıkarımlara uygundur Bizans İmparatorluğu’nun erken dönemlerinden itibaren İzmir’in dinsel bir merkez olarak öne çıktığı bilinmektedir Hıristiyanlığın Anadolu’da yayılma sürecinde ortaya çıkan yedi kiliseden birisi de İzmir’de bulunmaktaydı Roma İmparatorluğu’nun son dönemlerinde, Hıristiyanlığı yaymaya çalışan azizlerin faaliyetlerine de sahne olan İzmir ve çevresi, bu dönemde bir çekişme dönemi geçirir Bu çekişmelerin kent üzerindeki etkisi, Bizans İmparatorluğu’nun Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul etmesiyle azalmış ve daha dingin bir döneme girilmiştir Daha sonrasında İzmir’in Bizans döneminde sahip olacağı karakterin oluşması, yani bir dinsel merkeze dönüşmesi söz konusudur İzmir, Bizans döneminde dinsel merkez olma özelliği nedeniyle başkent Konstantinopolis düzeyine çıkarıldı İmparator Leon İzmir’i Konstantinopolis dışındaki kentlerin başkenti olarak ilan etti İzmir bu özelliklerinden dolayı “kendi kendini yönetebilen kent” unvanıyla anılıyordu Anlaşılacağı üzere kentin yapısı tamamen değişiyordu Fakat hemen belirtmek gerekir ki, İzmir yapısal değişimle birlikte farklı bir kimliğe bürünse de, kent yeni kimliğiyle önem kazandığı bir sürece girmişti
Kent idari ve dinsel merkez olma özelliği kazanarak gelişkin bir düzeye ulaşmakla birlikte, İS VII yüzyılın başlarından itibaren, bazı dış saldırılara maruz kaldığı için gelişimi kesintiye uğramaya başladı 608 yılındaki Sasani’lerin saldırılarını, 637 yılından başlayarak bir süre devam edecek olan Arap akınları izledi Emevi Devleti’nin Bizans İmparatorluğu’na karşı yürüttüğü akınlar, İzmir ve çevresine de ulaştığı için, İzmir hem güvenlik sorunlarıyla karşılaşmış hem de ekonomik faaliyetler olumsuz etkilenmiştir Emevi ordularının Bizans’ın başkenti Kostantinopolis üzerine yönelen saldırıları, Ege kıyıları ile birlikte İzmir’i de etkisi altına almıştır Bunlardan 665 yılındaki Emevi seferinde, İzmir Arapların eline geçti 671-72 seferinde Emevi ordularının kışı İzmir’de geçirdikleri bilinmektedir Aynı şekilde 716 yılında İzmir ve çevresine yönelen bir akından daha haberdarız Emevi orduları bu sefer sırasında Sardes ve Bergama’yı ele geçirdiler Bu sırada İzmir’i de kuşattılar ancak şehre giremediler Bu seferden sonra Arap ordularının İzmir ve civarına yöneldiği görülmemektedir
Dış saldırılar yanında iç sorunlar da, İS VII yüzyıl boyunca İzmir’i olumsuz etkilemiştir VII yüzyılın ilk çeyreğinin bittiği yıllarda başlayan ve kısa sürede Bizans İmparatorluğu’nun bütün bölgelerini etkisi altına alan, “kutsal resim kırıcılığı” adıyla anılan hareket, İzmir’de de yaşanmıştır Kiliselerde bulunan dinsel tasvirlerin kaldırılmasını isteyenlerle, bu resimlerin ibadeti ve Hıristiyanların inancını güçlendirdiğini savunanlar arasındaki çekişme, çok şiddetli bir biçimde yıllarca devam etti Bizans toplumunu bir iç savaşa sürükleyen bu akım giderek yaygınlaştıBir süre sonra sadece kiliselerdeki tasvirlerin kırılması bağlamından çıktı Anadolu’nun Hıristiyanlık öncesi döneminden kalan antik kentler, heykeller, tapınaklar ve diğer mimari eserler, üzerlerindeki tasvirler nedeniyle saldırıya uğramaya başladı İzmir’in de bu akımdan payına düşeni aldığını ve yukarıda değindiğimiz gibi kentin Roma ve öncesi dönemine ait eserlerinin tahrip edildiğine kuşku yoktur Büyük bir tedirginlik ve terör ortamı yaratan bu çekişme, maalesef kentin tahribatı yanında, kentin ekonomik yaşamını da olumsuz etkiledi
Tahmin olunacağı üzere bu dış ve iç sorunlar, İzmir’in gelişimini engelledi Ancak IX yüzyıldan itibaren İzmir’in canlanmaya başladığı görülmektedir Bu dönemden başlayarak, Bizans topraklarına denizden gelen tehlike vb saldırılara karşı, İzmir Bizans donanmasının üssü olarak kullanılmaya başlandı Buna bağlı olarak aynı dönemde İzmir, tersanesi ve gemi yapımcılığı ile öne çıktı Denizcilik konusundaki bu gelişme, İzmir’in askeri açıdan önem kazanması sonucunu hazırladı İzmir’in idari ve dinsel bir merkez olmasına ek olarak, askeri açıdan da güçlenmesi, kentin kendini toparlamasını sağladı
Askeri, idari ve dinsel bir merkez olarak Bizans İmparatorluğu’nun Ege kıyılarındaki en önemli merkezi durumuna gelen İzmir’in, bu süreçte ticari açıdan da canlanmaya başladığı anlaşılmaktadır Yaklaşık olarak X yüzyıl başlarında kurulan “Sisam Deniz Theması” nın merkezi olarak İzmir seçilmişti Thema Bizans İmparatorluğu’nun taşra yönetiminde kullandığı bir idari birimdir Sisam Deniz Theması ticari kaygılarla oluşturulmuş bir yapıydı Dolayısıyla bu idari birimin merkezinin İzmir olması, kentin ticari bir özellik kazanmasına da neden oluyordu İzmir’in askeri, idari ve dinsel açılardan taşıdığı özelliklere, ticaret merkezi niteliğinin de katılması, kentin fiziksel yapısına yansımakta gecikmedi 969-976 yılları arasında, kentin yerine getirdiği askeri, idari, dinsel ve ticari hizmetleri daha iyi görebilmesi için, İzmir’e dönemin imparatoru tarafından bir çok yapı inşa ettirildi Ancak bu yapılardan hiç biri günümüze ulaşamadı Bunun sebepleri arasında insanların tahribatının etkisi olsa da, doğal afetlerin payı olduğu da belirtilmelidir Nitekim 1025 yılında yaşanan ve kenti büyük tahribata uğratan deprem, inşa edilen bu yapıların da yıkılmasına neden olmuştu

savaşa sürükleyen bu akım giderek yaygınlaştıBir süre sonra sadece kiliselerdeki tasvirlerin kırılması bağlamından çıktı Anadolu’nun Hıristiyanlık öncesi döneminden kalan antik kentler, heykeller, tapınaklar ve diğer mimari eserler, üzerlerindeki tasvirler nedeniyle saldırıya uğramaya başladı İzmir’in de bu akımdan payına düşeni aldığını ve yukarıda değindiğimiz gibi kentin Roma ve öncesi dönemine ait eserlerinin tahrip edildiğine kuşku yoktur Büyük bir tedirginlik ve terör ortamı yaratan bu çekişme, maalesef kentin tahribatı yanında, kentin ekonomik yaşamını da olumsuz etkiledi
Tahmin olunacağı üzere bu dış ve iç sorunlar, İzmir’in gelişimini engelledi Ancak IX yüzyıldan itibaren İzmir’in canlanmaya başladığı görülmektedir Bu dönemden başlayarak, Bizans topraklarına denizden gelen tehlike vb saldırılara karşı, İzmir Bizans donanmasının üssü olarak kullanılmaya başlandı Buna bağlı olarak aynı dönemde İzmir, tersanesi ve gemi yapımcılığı ile öne çıktı Denizcilik konusundaki bu gelişme, İzmir’in askeri açıdan önem kazanması sonucunu hazırladı İzmir’in idari ve dinsel bir merkez olmasına ek olarak, askeri açıdan da güçlenmesi, kentin kendini toparlamasını sağladı
Askeri, idari ve dinsel bir merkez olarak Bizans İmparatorluğu’nun Ege kıyılarındaki en önemli merkezi durumuna gelen İzmir’in, bu süreçte ticari açıdan da canlanmaya başladığı anlaşılmaktadır Yaklaşık olarak X yüzyıl başlarında kurulan “Sisam Deniz Theması” nın merkezi olarak İzmir seçilmişti Thema Bizans İmparatorluğu’nun taşra yönetiminde kullandığı bir idari birimdir Sisam Deniz Theması ticari kaygılarla oluşturulmuş bir yapıydı Dolayısıyla bu idari birimin merkezinin İzmir olması, kentin ticari bir özellik kazanmasına da neden oluyordu İzmir’in askeri, idari ve dinsel açılardan taşıdığı özelliklere, ticaret merkezi niteliğinin de katılması, kentin fiziksel yapısına yansımakta gecikmedi 969-976 yılları arasında, kentin yerine getirdiği askeri, idari, dinsel ve ticari hizmetleri daha iyi görebilmesi için, İzmir’e dönemin imparatoru tarafından bir çok yapı inşa ettirildi Ancak bu yapılardan hiç biri günümüze ulaşamadı Bunun sebepleri arasında insanların tahribatının etkisi olsa da, doğal afetlerin payı olduğu da belirtilmelidir Nitekim 1025 yılında yaşanan ve kenti büyük tahribata uğratan deprem, inşa edilen bu yapıların da yıkılmasına neden olmuştu

İzmir, XI yüzyılın ikinci yarısından itibaren tarihinde yaşadığı önemli dönüşüm evrelerinden birisine daha girdi Kentteki Bizans egemenliği tartışmalı hale geldi Bu dönemde Bizans İmparatorluğu ile bölgeye ulaşan Türkler arasında İzmir’in bir-kaç kez el değiştirdiği biliniyor Bu hakimiyet mücadelesine haçlı seferlerinin de eklemlendiğini düşünecek olursak, İzmir’in çekişmeli bir dönem yaşadığı kendiliğinden anlaşılır
Aynı süreç içinde İzmir’in geleceğinde çok önemli rol oynayan ve adeta varlık sebebi olan, ticaret merkezi olma niteliğinin yavaş-yavaş oluşmaya başladığı görülmektedir Bu dönemde Venedik ve Ceneviz tüccarları, sık-sık İzmir’e uğramaya başlamışlardır Yani bir taraftan İzmir üzerinde hakimiyet çekişmeleri, diğer taraftan da, İzmir’i ekonomik olarak var edecek bir gelişmenin bir arada yaşandığı bir döneme girilmektedir
Bilindiği gibi 1071 yılında Bizans ordularının Selçuklu ordusu karşısında aldığı yenilgi, Anadolu tarihi açısından bir dönüm noktası olmuştur Asya içlerinden batıya yönelen büyük nüfus kitleleri, askeri harekat ve savaşların ardından, kendileri için yeni bir ülke olan Anadolu’ya yerleşiyorlardı Anadolu yarımadasının nüfus yapısı ve yerleşme sistemi hızlı bir şekilde değişiyordu Nitekim 1071’den kısa bir süre sonra 1076 yılında, İzmir önlerinde Türk kuvvetleri görülmeye başlamıştı Hatta belirtilen yıl, İzmir kısa bir zaman sürecek olan Türk egemenliğini de tanıyacaktı Selçuklu Türklerinin bu egemenlik dönemlerini, 1095 yılına kadar devam edecek olan Çaka Bey’in hakimiyet yılları takip eder
Çaka Bey kurduğu donanmayla, Ege Denizi’nin dikkate değer güçlerinden biri olmayı da başaracaktır Bu dönemin İzmir tarihi açısından anlamlı ve önemli olduğu açıkça bellidir Çünkü, İzmir bu süreçten başlayarak geçmişinden tamamen farklı bir kültürün elinde yeniden şekillenecektir İzmir’deki ilk dönem Türk egemenliği, yaklaşık yirmi yıl sürer Çaka Bey’in İzmir’deki hakimiyet döneminin bitişi, Türklerin kendi aralarındaki bir iç çekişme sonucunda olmuştur Konya’daki Selçuklu sultanı iktidarına ortak olabileceği endişesiyle, Çaka Bey’i bir davette zehirleterek öldürür Bu olaydan sonra ilk haçlı seferini (1096) takip eden günlerde, Bizans kuvvetleri kenti ele geçirdiler Türklerin kısa bir dönem yönettikleri İzmir, yeniden bir Bizans kenti haline geldi 1317 yılına kadar da kentin bu konumu değişmedi
1096-1317 arasındaki yıllarda Bizans İmparatorluğu da, büyük sorunlarla karşı-karşıya kalmıştı Bizans İmparatorluğu’nun yaşadığı iktidar mücadelelerine bu dönemde, gerek Balkanlar gerekse Anadolu’dan gelen dış akınlar eklenmişti Fakat Bizans’ın yaşadığı en önemli sorun, hiç beklemediği bir yerden geldi Bizans’ın Anadolu’da yerleşen Türkler’e karşı yardım talep ettiği batı Hıristiyan dünyası düzenlediği haçlı seferleriyle bu isteğe cevap vermişti Fakat 1204 yılında gerçekleşen 4 haçlı seferi, doğrudan doğruya Bizans’ın başkentine yöneldi Başkent Konstantinopolis haçlılar tarafından ele geçirildi Başkent yağma ve talan edilip, harabeye çevrildi Bizans hanedanı ve halkı kentten sürüldü Hanedanın bir bölümü İznik, bir bölümü de Trabzon’a gitmek zorunda kaldı İzmir bu dönemde İznik Rum İmparatorluğu (1204-1261) yönetiminde kaldı Ancak ilginç bir gelişmeyle, Bizans’ın yaşandığı bu olumsuz koşulların görüldüğü dönemde İzmir, uluslar arası bir ticaret merkezi haline geldi Fakat hemen belirtmek gerekir ki, bu gelişmede Bizanslıların iradesinin payını abartmamak gerekir Bu durum daha çok Bizanslıların kabul etmek zorunda kaldıkları bir sonuç olarak tanımlanabilir Doğudan gelen malların taşınması ve Akdeniz ticaretini ellerinde tutan Ceneviz, Venedik gibi kent devletleri, İzmir’in bu ticaret için sağladığı avantajlı konumdan yararlanmak istiyorlardı Bu nedenle İznik’teki Bizans hanedanıyla pazarlık içindeydiler Sonuçta bu pazarlıklar bir anlaşmaya dönüştü 1261 yılında imzalanan Nif (Kemalpaşa) anlaşması, Cenevizliler’e ticaret yapmak için çeşitli avantajlar sağlıyordu Antlaşma gereğince Cenevizliler, İzmir'de yerleşme ve ticaret yapma olanağına kavuşuyordu Kendilerine mahalle, kilise, fırın ve hamam kurma ayrıcalıkları tanınmıştı Cenevizliler liman civarında sonradan Frenk mahallesi olacak bölgeye yerleşmiş ve mahallerini kurmuşlardı
Bir süre sonra, Venedikliler de aynı yolu izleyerek, Ceneviz gibi bir anlaşma yapmayı başardılar ve kendi mahallelerini kurdular Bu dönemde oluşan ticari geleneklerin, miras olarak Osmanlı İzmir’ine kaldığına kuşku yoktur
XIV yüzyılda İzmir, her ne kadar Bizans yönetiminde olmakla birlikte, Cenevizliler ve Venedikliler kentte etkin bir durumdaydılar İzmir, 1317 yılında bir Türkmen Bey’i olan Aydınoğlu Umur Bey’in denetimi altına girmişti
Ancak, 1344’de Papa VI Clement’in örgütlediği, Venedik, Kıbrıs ve Rodos şövalyelerinin katıldığı bir Haçlı seferinde Liman kalesi Latinlerin eline geçmiş, Pagos Dağı’nın zirvesindeki Kadifekale Türkler’in hakimiyetinde kalmıştı Böylece şehir, uzun bir süre devam edecek olan yapısına kavuşmuş yani, yukarıda Müslüman İzmir ve aşağıda Hıristiyan İzmir olmak üzere ikiye bölünmüştü
Osmanlı padişahi I Bayezid, 1390’da Batı Anadolu’daki önemli liman kentleri olan Foça, Ayasuluğ (Efes), Balat, Urla, Çeşme, Seferihisar ve Kuşadası’nı Osmanlı egemenliğine katmışsa da, İzmir’i ele geçirememişti İzmir, Anadolu’da Hıristiyanlar’ın son uç beldesi olarak kalmıştı
Batı Anadolu’nun ucundaki İzmir’e XV yüzyılın başında Timur bir sefer düzenleyerek, Rodos şövalyelerinin hâkim olduğu Liman kaleyi ele geçirmişti Liman kaleyi yıktıran Timur, daha sonra 1402’de Türkmen Aydınoğlu Beyliği’nin canlandırılmasını sağlamış ve İzmir’i Umur Bey’in torunu Aydınoğlu Cüneyt Bey’e vermişti
Osmanlı Devleti ise, taht kavgalarından sonraki dönemde, İzmir’i elde edebilmek için ciddi kararlılık göstermekteydi 1414’de kentin liman bölgesini ele geçirmişlerse de, Aydın-oğlu Cüneyt Bey, İzmir’deki egemenliğini sürdürmek için Osmanlılar, Bizanslılar ve Cenevizlilerle diplomatik ve siyasal bir mücadeleye girişmişti 1426’da Osmanlılar, Aydınoğlu Beyliği’ne son vererek, Batı Anadolu ve İzmir’i hakimiyetleri altına almışlardı Böylece, Osmanlı egemenliğine dek süren İzmir’in yönetsel belirsizliği de sona ermiş oluyordu

Bölüm 4
Osmanlı Egemenliği
XV-XIX Yüzyıllar Arasında İzmir
İzmir’in Osmanlı Egemenliğine Girdiği Dönemdeki Görüntüsü
Egemenlik mücadelesinin yaşandığı bu dönemde, İzmir limanı ve art bölgesi harap durumdaydı Osmanlılar İzmir’i ve buraya zenginlik sağlayan Ege bölgesini imar ederek, canlılığın yeniden sağlanabileceği koşulları yarattı
Osmanlı Devleti’nin İzmir ve Batı Anadolu’yu ele geçirdikleri dönemde, Ege Denizindeki hakimiyeti tam anlamıyla oluşmuş değildi İzmir ve civarını kontrol etse bile, deniz gücü dengeleri geleneksel konumunu sürdürmekteydi Bunun anlamı, XV yüzyılda Venedik’in Doğu Akdeniz ve Ege Denizi’nde eskiden beri sahip olduğu avantajlara sahip olduğudur Osmanlılar, güçlü bir donanmaya sahip olan Venedik ile rekabette zorlanıyorlar ve kıyılarına yönelen saldırıları engelleyici önlemler alamıyorlardı İzmir kaynaklı ticaretteki paylarını kaybetmek istemeyen Venedik, deniz gücü üstünlüğüne dayanarak bazı girişimlerde bulunmaktan da geri durmuyordu Anlaşılacağı üzere, İzmir’in Osmanlılar tarafından ele geçirilmesiyle sarsılan ticaret dengelerini, Venedik donanmasının gücüne dayanarak yeniden kendi lehine çevirmek istiyordu Bu süreç, ticari ve askeri bir rekabet dönemiydi Venedikliler 1472’de İzmir üzerine yönelerek, askeri tehdit yoluyla ticari avantajlarını sürdürmeyi amaçlayan bir girişimde bulundular Belirtilen yıl bir Venedik filosu körfeze girerek limana saldırdı, kenti yağmaladı ve yaktı
Bunun üzerine Sultan II Mehmet (Fatih), İzmir limanının girişinde bulunan ve Timur’un İzmir’e girdiği günlerde yıktırmasından dolayı, harabe halinde bulunan Liman Kale’sini yeniden yaptırdı İç limanının hemen girişinde bulunan kale, İzmir’e denizden gelebilecek saldırılara karşı uzun yıllar en önemli savunma tesisi olarak kaldı Liman Kale’nin yeniden inşa edilmesiyle, İzmir tekrar eski görünümüne kavuştu
Yani Pagos dağı üzerinde bulunan ve bir iç kale görünümünde olan Kadife kale ile, kentin limanında bulunan kale arasında, kent tekrar bütünleşmiş oluyordu Bu iki kale arasında da, kentin hem doğu tarafında hem de batı tarafında dış surlar uzanıyor, iç kale ile liman kaleyi birleştiriyordu Sivil yerleşim daha çok Kadife kale yamaçlarında yoğunlaşıyor, aşağıda bugün Kemeraltı yayının yer aldığı iç liman çevresinde de ticari bölge bulunuyordu
Bu dönemde, Anadolu kıyılarında ve iç bölgede Osmanlı yönetiminin etkinliği artsa da, İzmir’in yapısında dikkat çekici bir sıçrama oluşmadı İzmir, XV yüzyıl boyunca ve XVI yüzyılın büyük bölümünde, küçük bir kıyı kasabası olarak yaşamaya devam etti
Bunun en önemli nedeni, İzmir’in ticari açıdan yerel bir nitelik göstermesidir İstanbul’un 1453 yılında fethedilmesi ve Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti yapılmasından sonra, hızlı bir büyüme ve imar süreci yaşadığı bilinmektedir Nüfusu kısa sürede yüz binleri geçen İstanbul’un, XVI yüzyıl ortalarında 250-500 bin arasında tahmin edilen bir büyüklüğe ulaştığı da düşünülmektedir Bu büyüklükte bir nüfusun beslenme ihtiyacını karşılayabilmek ve kesintisiz bir mal akışı sağlamak devlet yönetiminin en önemli sorunlarından birisiydi İzmir’in ve Batı Anadolu’nun, Osmanlı başkentinin ihtiyaçlarının temin edilmesinde işlevli olduğu bir bölgesel liman olması da, bu sürecin bir sonucudur Kelimenin tam anlamıyla miğde kent denilebilecek olan İstanbul, tüketim kenti olup, tarımsal üretimin olmadığı bir yerdi Böylesi büyük bir tüketimin sağlanmasında İzmir ve Batı Anadolu’nun payı çok büyüktü XVI yüzyılın son çeyreğine kadar İzmir, sadece İstanbul’a mal sevkiyatı yapılan bir iç limanın ticari kapasitesine sahipti Dolayısıyla ancak bu ticarete bağlı bir büyüklüğe ulaşabilmişti Ayrıca İstanbul’un ihtiyacı için Osmanlı Devleti, Batı Anadolu tarımını canlandırmak için çalıştı Bu nedenle İzmir ve Batı Anadolu başkentin en büyük meyve ve sebze üreticisi durumuna geldi Yani tarım karakterli bir iç ticaret bölgeye hakim oldu İzmir de, XVI yüzyılın büyük bir bölümünde sadece tarım ürünleri sevk eden küçük bir liman kasabası olmaktan öteye gidememiştir Uluslar arası ticaretin olmaması nedeniyle liman ekonomik açıdan gelişim sağlayamamıştı


XVI Yüzyılda İzmir’in Nüfus Yapısı ve Kentsel Yerleşim:
XVI yüzyıl başlarına kadar İzmir’in nüfus dağılımında büyük bir değişim olmadı Türkler genellikle Kadifekale eteklerinde, gayri müslimler ise, daha çok kıyı kesiminde yoğunlaşmışlardı Tüm Akdeniz havzasında XVI yüzyılda görülen nüfus artışı, İzmir’de de yaşanmıştı Nüfus artışının başladığı XVI yüzyılın ilk yıllarından itibaren Türkler, tepedeki yerleşim alanlarından aşağıya yönelerek, yukarı kale ile aşağı kale arasında yerleşim kuşağı oluşturdular Bu kuşakta; Faikpaşa, Selatinzade Mescidi, Hanbey (Pazar) ve Liman isimlerini taşıyan dört mahalle bulunmaktaydı ki, bu mahalleler, gelişmeye başlayan kentin merkezini oluşturuyordu Belirtilenler dışında Rum nüfusun oturduğu bir mahalle daha bulunuyordu
XVI yüzyıl boyunca artan nüfusa bağlı olarak, şehrin fiziksel yapısının büyüdüğü anlaşılıyor Çünkü, yüzyılın son çeyreğine girerken üç yeni mahallenin daha kurulduğu görülmektedir Bunlar Ali çavuş, Yazıcı ve Şeyhler mahalleleridir

Bu mahallelerde oturanların sayısı da, belirtildiği üzere XVI yüzyıl boyunca artış göstermiştir 1528 yılında İzmir şehri toplam 225 haneden oluşuyordu Fakat belirtilen hanelerin ellisi İzmir içinde yaşamıyor, şehrin hemen dışındaki bir köyde oturuyorlardı Boynuzsekisi denilen bu yerleşme sadece idari açıdan İzmir’e bağlı olup, kent mekanı içinde yer almıyordu 1575 yılında yapılan sayımlarda ise, İzmir’deki hane sayısının 307’ye yükseldiği görülmektedir
Yaklaşık elli yıllık bir zaman diliminde izlenen bu nüfus artışı, belirtildiği üzere üç yeni mahallenin doğmasına zemin hazırlamıştı İzmir’in nüfusunun büyümesini sağlayan unsurların başında doğal artış gelmekle birlikte, yeni fethedilen Sakız adasından İzmir’e ulaşan göçün de, nüfusu artıran etkenler arasında sayılması gerekmektedir
Nüfusun artışıyla birlikte, İzmir’in niteliği de değişmeye başlamıştı Adalardan gelenler tarımla değil ticaretle uğraşıyor, buna bağlı olarak da, İzmir yavaş-yavaş bir pazar kentine dönüşüyordu İzmir, köylü yaşamından ve tarımsal karakterinden uzaklaşıyordu XVI yüzyılın son çeyreğinden itibaren İzmir limanı, hem İstanbul’a mal sevk edilen hem de dış satımın söz konusu olduğu bir özellik gösteriyordu

Ticarette Yaşanan Dönüşüm;
XVI yüzyılın sonlarından itibaren, İzmir ve Batı Anadolu’daki dönüşümün başlamasına zemin hazırlayan üç önemli neden vardı Bunlardan birincisi, Kıbrıs ve Sakız adalarının kısa bir zaman zarfında, arka-arkaya Osmanlı topraklarına katılmasıdır Bu adaların Osmanlı Devleti’nin kontrolüne girmesi, Ege ve Akdeniz dünyasındaki geleneksel ticaret dengelerini tamamen değiştirdi Çünkü bu adalardan Akdeniz ticaretine etkin bir şekilde katılan Venedik, artık Osmanlı Devleti’nin uygun gördüğü biçimde faaliyet gösterecek bir konuma indirgeniyordu Osmanlı Devleti ise, Ege ve Akdeniz ticaretini yönlendiren bir konuma kavuşuyordu
İzmir’de ticari dönüşümün ikincisi, dünyadaki değişimle ilgilidir Doğu mallarının taşındığı ve Halep kenti üzerinden Akdeniz’e ulaştığı geleneksel ticaret yolu bu yıllarda önemini kaybetmeye başlamıştır Yolun önem kaybetmesinin nedenlerinden birisi, uzun süren Osmanlı-İran savaşları yüzünden oluşan güvensiz ortamdı Doğudan gelen mallar bu güvensiz yolu izlemek yerine, kuzeye kaymış ve Erzurum üzerinden Anadolu’yu geçerek İzmir limanına yönelmeye başlamıştı Halep yolunun önem kaybetmesinin bir diğer nedeni ise, Uzak doğu mallarının coğrafi keşiflerden sonra deniz taşımacılığıyla nakledilmeye başlanmasıdır
İzmir’i bir ticaret kenti haline getiren üçüncü neden de, dünyadaki dönüşümlere bağlıdır Coğrafi keşifler sonrasında İngiltere, Fransa, Hollanda gibi Avrupa devletlerinin ticari aktörler olarak dünyanın her yerine uzanmaları ve sömürge imparatorlukları kurmaları, İzmir’i de etkileyen bir gelişme olacaktır Belirtilen devletlerin tüccarları, Osmanlı Devleti’nden aldıkları ayrıcalıklarla yeni dönemin en faal ticaret adamları olarak öne çıkacaklardır Bu tüccarlar İzmir’e de yerleşecekler ve ticari faaliyetlerini sürdüreceklerdir
Bu gelişmelerin İzmir’deki etkisi şaşırtıcı bir hızla izlenmeye başladı 1590’lı yıllara kadar Sakız adası, Batı Anadolu’dan çıkan malların sevk edildiği en önemli merkezdi Osmanlılar, Batı Anadolu üzerinden gelen sınırlı miktarda transit ticaret mallarını Çeşme’ye yönlendirirlerdi Mallar Çeşme’den Sakız adasına, oradan da Avrupa’ya gönderilirdi
Sakız adası, Osmanlı egemenliğine girince, tüccarlar Anadolu’dan gelen malları gemilerle Çeşme’den alıp, Sakız limanına ulaştırıp ve oradan Avrupa’ya giden açık deniz gemilerine aktarmak gibi pahalı ve zor bir işlemden vazgeçtiler Bu yüzden 1590 - 1610 yılları arasında Batılı tüccarlar, Batı Anadolu ürünleri için transit liman olarak İzmir’i seçmeye başladılar Çok geçmeden tüccar devletlerin konsolosluk binaları, İzmir’de boy göstermeye başladı 1620 yılına gelindiğinde İzmir limanı, XVI yüzyıldaki görüntüsünden tamamen farklı bir görüntü sergiliyordu Liman canlanmış, Batılı tüccarlar ile limana mal getiren kervancılar bir arada ilginç bir kompozisyon oluşturmaya başlamıştı İzmir’e gelen gemi sayısı artmaya başlamış, liman çevresinde gemicilerin kaldığı ve vakit geçirdiği mekanlar yükselmeye başlamıştı
İzmir’in ticaret merkezi olarak yükselişinin ardında, Doğu Akdeniz ticaretinde egemen olan Fransa ve Venedik ile rekabete girişen İngilizlerin tutunma çabalarının da etkisi bulunmaktadır Ticaret yapan unsurların çoğalması hem rekabeti artırıyor hem de talep olunan ürünlerin çeşitlenmesine neden oluyordu Geleneksel ürün olan baharatın yanında yünlüler, pamuklular ve kuru meyveler gibi mallar da yer almaya başlamıştı Tahmin edileceği üzere İzmir, verimli iç bölgesinde üretilen bu malların dış satım limanı konumuna gelmesi nedeniyle, bu ürünleri arayan tüccarların yeni yerleşim yeri özelliği kazanıyordu XVII yüzyılın ortalarından itibaren Uzakdoğu ipeklerinin de doğrudan İzmir’e gelmeye başlamasıyla birlikte, İzmir gerek ekonomi, gerekse nüfus açısından girdiği büyüme sürecini devam ettirecektir

XVII Yüzyılda Kentsel Yerleşim ve Nüfus Yapısında Dönüşüm
İzmir, idari yönetim açısından, Osmanlı Devleti’nin klasik yapısına uydurulmamış, bir eyalet merkezi haline getirilmemiş, Padişah hassı olarak ilan edilmişti Kentte deniz asayişini sağlamak için bir Kaptan Paşa görevlendirilmiş, yargı işlerine bakmak ve idari işleri görmek için bir kadı atanmış ve Padişah adına vergileri toplamak için de bir Voyvoda hizmet etmişti Görülmekte ki, İzmir Osmanlı merkezi yönetim yapısının dışında bırakılmış, halk kendi işlerinin kendisi yürütmesi açısından diğer Osmanlı kentlerine nazaran daha özgür bırakılmıştı
Ticaretteki gelişmeler, İzmir’in kentsel yerleşim ve nüfus açısından dönüşüm yaşamasına zemin hazırladı Öncelikle Avrupalı tüccarlar, kent sahili boyunca yerleşmeye başladılar Bu caddede hızla konsolosluklarını, ticaret hanelerini inşa etmişler ve liman çevresinin fiziksel yapısını değiştirmişlerdi 1620’li yıllardan itibaren Batılı tüccarların evleri, dükkanları, ürün işleme ve depolama binaları, şehrin deniz kıyısında yer alır oldu Bu dönemde kıyıda yerleşmek bir prestij olmayıp, ticaretle ilgili bir tercihti Çünkü o yıllarda henüz organize olmuş bir ticaretten ve gelişkin bir alt yapıdan söz etmemiz mümkün değildir Her ev, aynı zamanda işyeri fonksiyonu da görebilmekteydi Çünkü küçük iç liman büyüyen ticari kapasiteyi kaldırmaktan uzaktı Bu nedenle rıhtım olmayan fakat gemi yanaşmasına müsait kıyı boyunca inşa edilen ev ve depolar, ticari amaçla da kullanılmak zorundaydı Ayrıca kıyıda ev yapmanın güvenlik açısından da yararları vardı Frenkler, bu dönemde evlerini, zor durumda kalmaları halinde, sandallara binip, açıkta bekleyen gemilerine kaçıp sığınabilecekleri tarzda inşa ediyorlardı
İç limanın sınırlarını oluşturan bugünkü Kemeraltı yayının üzerinde XVII yüzyıl boyunca yapılan camiler, kentin bu dönemdeki hızlı büyümesinin işaretleri gibidir Bunlardan başka yine kentin değişik mekanlarında yapılan camiler bulunduğunu da belirtmek mümkündür Anlaşılacağı üzere, camiler de kentin fiziksel dokusunu değiştiren kamusal kullanım binaları olarak, İzmir’deki yerlerini almışlardı
Kentin fiziksel mekanını farklılaştıran bir diğer alan ise, XVII yüzyıl içinde gelişen hanlar bölgesidir Yüzyılın başından itibaren ticaretin canlanmasına bağlı olarak hanların bir biri ardından yükseldiği izlenmektedir İzmir’de ülkeler arası çalışan tüccarlara hizmet veren hanların sayısı XVII yüzyılın başında 25 iken, 1670’te bu sayı 82’ye ulaşmıştı Buna ek olarak, tuz işleme atölyeleri, kahvehaneler, meyhaneler, sabun üretim atölyeleri, yağhaneler vb işletmeler liman bölgesinin değişiminin tanıkları olarak ortaya çıkmışlardı
XVII yüzyıla ait gravürler, kentin yerleşim alanının genişlediği ve fiziksel yapısının değiştiğini göstermektedir Gravürlere ve yazılı belgelere göre, Kadifekale eteklerinde başlayan yerleşim, sahil şeridini izleyerek kuzeyde Punta (Alsancak Burnu) olarak adlandırılan çıkıntıya kadar uzanıyordu Güneyde ise, bu günkü Varyant başlangıcını oluşturan Yahudi mezarlığına (Maşatlık) değin ulaşıyordu Limanın doğusunda Kadifekale eteklerinde Türkler yaşıyordu İkiçeşmelik ve Keçecileriçi gibi Türk bölgelerinin arasına, Havra sokağı gibi Musevi yerleşimleri girmişti Kıyıdaki Frenk mahallesinin hemen gerisinde Rumların, bunlarla Türk bölgelerinin arasında da Ermenilerin mahalleleri sıralanmaktaydı

__________________
'' Milli Benligini Yitirmis Uluslar
Başka Milletlerin Avıdır !!!! ''
Mustafa Kemal ATATÜRK

Alıntı Yaparak Cevapla

İzmir ve Çevresi Tarihi yerler

Eski 09-11-2009   #2
Şengül Şirin
Varsayılan

İzmir ve Çevresi Tarihi yerler



İzmir sözünün kökeni


İzmir kelimesi eski İon lehçesinde Smurne, Attika (Atina) lehçesinde ise Smyrna diye yazılırdı
Bugünkü Hellenler bu kentin adını Smirni biçiminde telaffuz etmekte, Gerçi son yıllarda Antik Efes kenti civarında da bu adla anılan bir köy yerleşimi izlerine rastlanmıştır Olasılıkla İzmir’den Efes’e giden bir kısım Amazon kraliçelerinin adını yerleştikleri köye de koydukları düşünülmektedir ki bununla ilgili bilgilere eski Yunanistan’daki kaynaklarda da rastlanmaktadır


Ancak Smyrna sözcüğü Yunanca değildir, Ege Bölgesindeki birçok yerleşim adı gibi Anadolu kökenlidir MÖ 2 binin başlarına ait Kayseri Kültece yerleşiminde ele geçen bazı tablet metinlerinde Tismurna adına rastlanmaktadır Tismurna’daki `ti’ bir ön ek olup büyük olasılıkla bir kişi ya da bir yer adını belirtmektedir Bundan da Hellenler ya da Bayraklı höyüğünü mesken tutanların bu ön eki atıp kente ‘Smyrna’ demişlerdir Kentin adı olasılıkla MÖ 300 ile MÖ 1800 yılları arasında Smurnu olarak anılıyordu


Tarihi


Eski Izmir kenti (Smyrna) körfezin kuzeydogusunda yer alan ve yüzölçümü yaklasik yüz dönüm olan bir adacik üzerinde kurulmustu Son yüzyillar boyunca Meles Çayi’nin ve Sipylos Dagi (Yamanlar Dagi)’ndan gelen sellerin getirdikleri mil ile bugünkü Bornova ovasi olustu ve yarim adacik bir tepe haline dönüstü


Simdi Tepekule adini tasiyan bu höyügün üzerinde Tekel Müdürlügü’nün Izmir Sarap ve Bira Fabrikasi’na ait numune bagi bulunmaktadir 1955′ten beri yogun gecekondu bölgesi olan bu çevrede Izmir’deki ilk yerlesim yeri olarak tespit edilen Izmir Höyügü bulunur Buradaki ilk kazilarda Türk Tarih Kurumu ile Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlügü”nün katkilari büyük olmustur


Bati Anadolu kiyilarindaki ilk yerlesimler -ki bunlar Troya Savaslarindan sonra kurulan Aiol, Ion ve Dor kökenlidir- genelde küçük yarimadalar üzerinde kurulmustur Bunlar, Çandarli (Pitanes), Foça (Phokaia), Izmir (Smyrna), Kilizman (Klazomenai), Milet ve Iasos gibi yerlesimlerdir Bunun nedeni yerlesim yerlerini kuran ve oturan insanlarin daha çok Hellenli ve den olmalaridir Böylece yarimada yerlesikleri hem iki limana sahiptiler, hem de kara denizden gelecek saldirilara karsi güvence içindeydiler



Elverissiz havalarda limanlardan biri uygun olmadigi takdirde gemiciler diger limani kullanma sansina sahiplerdi Bayrakli Höyügü körfezin kuzeydogu kösesinde, kuzeyine sarp kayali Yamanlar Dagi’ni da alarak karadan gelecek saldirilara karsi rahat bir konumdaydi Güneyi imbata açikti Eski Izmir yerlesimi yaklasik 3000 yil boyunca bu yarimada üzerinde ver aldi MÖ 4 yüzyilin ikinci yarisinda büyük nüfus artisi yüzünden bugünkü Kadifekale (Pagos) eteklerine tasindi


Neolitik-Tunç Çaglari MÖ 6500-1050

En eski Izmir’in yerlesimi Bornova ilçesindeki Yesilova Höyügü’nde 2005 yilinda yapilan kazilarda kesfedilmis, Izmir kenti tarihinde bilinenden 3 bin yildan daha eskiye MÖ 6500 yillarina kadar gidilmistirYesilova buluntulari Izmir’deki ilk yerlesimin Neolitik Çagda Bornova Ovasi’nda basladigini , yerlesim sayisinin Kalkolitik ve Tunç Çaglar süresince artarak devam ettigini göstermistir


Symrna kazilarindan elde edilen bilgiler isiginda Tunç Çag evlerini höyügün en üst düzeyinde denizden 3 ile 5 metre yukaridaki kayalar üzerine oturtmuslardir Bu yerlesme Eski Tunç Çagi dönemine aittir Bulunan çanak ve çömlekler Troya dönemi ve kültürüyle (MÖ3000-2500) benzerlikler göstermektedir Birinci yerlesim tabakasinin üstünde Orta Tunç Çagi dönemi yer aliyordu Burada bulunan keramik eserler Troya II kentinde ortaya konulan sanatsal eserlerle hemen hemen özdestir (MÖ 2500-2000) Üçüncü yerlesme kati Troya VI ve Hitit dönemi ile çagdastir (MÖ1800-1ü50) Bu katta elde edilen büyük ve saglam bir vazo, Afyon ve Usak kentlerinin güneyindeki Beyce Sultan kazilarinda elde edilen kaplarin çesidindendir


Ayrica birçok kap biçimi Orta Anadolu ile oldugu ölçüde Troya VI kap kaçagi ile de benzerlikler tasimaktadir Bundan baska yine Troya VI’da gün isigina çikan `Minyas’ tipi vazolar Bayrakli’da da ele geçmis, bir de 4-5 Myken seramik parçasina rastlanmistir Açilan sondajlar küçük oldugundan evler hakkinda genis bilgi elde edilememistir Tunç Çagi’nda Izmir `de yasayan yerli halkin dili konusunda herhangi bir fikir elde edilmesi mümkün olmamistir `Minyas’ türü keramigin ele geçmesi birçok Anadolu kentinde oldugu gibi, burada da 2 Binde Akalilâra (Achaioi: Myken) ait bir ticaret kolonisinin bulunduguna iliskin ipuçlari verebilir


Demir Çagi MÖ 1800-1200

Anadolu’da yazi kullaniliyordu ve bundan ötürü o dönemde tarih çagina ulasilmis bulunuluyordu Ancak MÖ 1200′lerde Troya Vll ve Hitit baskenti Hattusas’in Balkanlardan gelen kavimlerce yikilmasindan sonra Orta ve Bati Anadolu yeniden yazisiz ve karanlik bir çaga, Demir Çagi’na girdi Demir Çagi, Anadolu’da yazinin yeniden kullanilmasi ile Frigya Kralligi’nda MÖ730, geri kalan Orta ve Bati Anadolu’da ise MÖ 650 yillarina kadar sürmüstür,


Kazilarda fazla miktarda çikarilan keramik ürünlerden anlasildigina göre, Demir Çagi boyunca Eski Izmir’de Hellas’tan göç eden, Aiolller ve Ionlar yasiyordu Yarimadada yerli halkin yasadigina dair herhangi bir bulguya ise rastlanmamistir Bayrakli Höyügü’nün MÖ 1050 yillarinda kurulmaya baslayan yerlesmesinin Hellas kökenli oldugu anlasilmaktadir
400 yil devam eden bu ilkel dönem boyunca baslica bes yerlesme kati saptanmistir



Bunlar :
I Aiol yerlesmesi MÖ 1050-MÖ1000
II Erken, Orta ve Geç Protogeometrik yerlesme MÖ 1000-MÖ 875
III Erken ve Orta Geometrik yerlesme MÖ 875- MÖ 750
IV Geç Geometrik yerlesme MÖ 750-MÖ 675
V Subgeometrik yerlesme MÖ 675-MÖ 650
Söz konusu bes tabaka denizden 6,40 metre yükseklikte baslamakta ve 9,50 metrede son bularak 3 metre kalinliginda bir tabaka olusturmaktadir Kazilarda elde edilen Aiol keramigi Submyken orijinlidir Protogeometrik ve Geometrik stildeki kap-kaçak ise genelde Attika vazoculugunun bir devamidir diyebiliriz


Demir Çagi boyunca Izmir evleri, büyüklü küçüklü tek odali yapilardan olusmakta idi Gün yüzüne çikarilan en eski ev MÖ 925 ile MÖ 900′e tarihlenmektedir Iyi korunmus halde ortaya çikarilan bu tek odali evin (2,45 x 4 m) duvarlari kerpiçten, dami ise sazdan yapilmisti Erken Geometrik dönemden itibaren (MÖ 875′ler) bu tek odali evler at nali biçimli bir avlunun üç bir yanini çevirmekte idiler


Eski Izmir’liler kentlerini MÖ 850′lerde kerpiçten yapilmis kalin bir surla korumaya basladilar Bu tarihten itibaren Eski Izmir’in bir kent devlet kimligi kazanmis oldugu söylenebilir Kenti ‘Basileus’ adi verilen bir beyin idare ettigi olasidir Göçleri gerçeklestirenler ve kent ileri gelenleri soylu tabakayi olusturuyordu Kent duvarlari içinde yasayan nüfus olasilikla bin kisi civarindaydi


Geç Geometrik ve Subgeometrik seramikle açiklanan dönemde (MÖ750-650) ise yarimadanin nüfusu daha kalabalik olup belki de 1500 kisiyi asiyordu Kent devlete ait halkin büyük bir bölümü civar köylerde yasiyordu Bu köylerde, bu çagdaki Eski Izmir’in tarlalari, zeytin agaçlari, baglari, çömlekçi ve tasçi islikleri yer aliyordu Geçimi tarim ve balikçilikla saglaniyordu


Kentin en önemli kutsal yapisi Athena Tapinagi idi Bu tapinagin günümüze degin korunan en eski kalintisi MÖ 725-700 yillari arasina tarihlenmektedir Daha önceki dört dönemde (MÖ 1050- 750), büyük bit olasilikla yine Tanriça Athena’ya tapiniliyordu, ancak o tarihlerde kadin tanriçanin heykeli herhalde küçük bir nis (naiskos) içinde bulunuyordu Bilindigi gibi Homeros’un destani Ilias, Aiol ve Ion lehçelerinin karisik oldugu bir dille yazilmistir Bu nedenle dünya tarihinin bu çok önemli destansi yapiti büyük olasilikla bu iki lehçenin konusuldugu sinir bölgesi olan Izmir’de olusturulmustur Nitekim Hellenistik dönem Izmirlileri Homeros için ‘Homeraion’ adli bir yapi insa etmislerdir


Parlak Dönem MÖ 650-545


Izmir’in parlak dönemi MÖ 650-545 yillari arasina denk düser Yaklasik yüz yil süren bu süre, bütün Iyon uygarliginin en güçlü dönemini olusturur Bu dönemde Miletos’un liderliginde Misir’da, Suriye ve Lübnan’in yavuz kentiBati kiyilarinda, Propontis’te (Marmara Bölgesi), Pontus’ta (Karadeniz) koloniler kurulur ve Dogu Hellen dünyasi kita Yunanistan ile rekabet ederek birçok alanda ve konuda onun yerini almaya baslamistir Bu dönemde Izmir’in tarimcilikla yetinmeyip Akdeniz ticaretine de ortak oldugunu görmekteyiz Bu dönem katlarinda bulunan Fenike kökenli eserler, Kibris kökenli heykel ve heykelcikler, Ön Asya ya da Akdeniz orijinli fayans figürcükler bu uluslararasi ticaretin günümüze kalmis eserleridir


Parlak dönemin Izmir’deki önemli belirtilerinden biri MÖ 650′den beri yazinin yayginlasmaya baslamasidir Kadin tanriça Athena’ya sunulan armaganlarin birçogunda sunu yazitlari bulunmaktadir Kent halkinin sayisi fazla olmasa da bir bölümü okuryazardir Kazilarda ortaya çikarilan Athena Tapinagi (MÖ 640-580), Dogu Hellen dünyasinin en eski mimarlik eseridir En eski ve en güzel sütun basliklari su ana kadar Izmir’de bulunmustur Samos, Milet, Efes, Erythrai ve Phokaia’da çikarilan sütun basliklari MÖ 6 Yüzyilin ikinci yarisindan (MÖ 575-550) tarihinden önce degildir Helken sanatinin en özgün mimarlik ögeleri olan Aiol ve Ion türü basliklar ile Ion ve Lesbos biçimi kymationlar (yaprak ya da yumurta sekilli mimarlik süslemesi) doguslarini Eski Izmir de gün isigina çikan ve büyük ölçüde Anadolu Hitit sanatindan esinlenmis olan bu basliklara borçludurlar


Hellen Dünyasinin çok odali ev tipinin en eski örnegi Eski Izmir de bulunmustur Gerçekten MÖ 7 Yüzyilin ikinci yarisinda yapilmis olan iki katli, bes odali, ön avlulu çifte megaron, Hellenlerin bugün için bilinen, bir çati altindaki en eski çok odali evdir Ondan önceki Yunan evleri yan yana dizilmis megaronlardan olusuyordu Eski Izmir’in cadde ve sokaklari daha 7 yy’in ikinci yarisinda izgara planli idi, caddeler ve sokaklar kuzeyden güneye ve dogudan batiya uzaniyor, evler genellikle güneye bakiyordu
Ilerde MÖ5 yüzyilda Hippodamos tipi adini alacak olan bu kent plani özünde Yakin doguda çoktan biliniyordu Bayrakli sehir plani bu tür kent dokusunun Bati dünyasindaki en erken örnegidir Ion uygarliginin en eski parke döseli yolu Eski Izmir’de gün isigina çikarilmistir


Hellen dünyasinin en eski sivil mimarlik eseri Eski Izmir’de 7 Yüzyilin ilk yarisinda yapilmis olan güzel tas çesmedir Bir zamanlar Yamanlar Dagi üzerinde yükselen Tantalos mezari, tholos biçimli anitsal mezarlarin güzel bir temsilcisidir Tantalos tümülüsünün mezar odasi adi geçen çesmenin planinda idi ve onun gibi Isopata tipi adini tasiyan yapi türünde idi, yani plani dörtgendi ve üstü bindirme teknigindeki bir tonozla örtülü bulunuyordu Tantalos mezari adi ile anilan bu anitsal eser Eski Izmir’de MÖ520-580 tarihlerinde yönetimi elinde tutan basileusun ya da tyranin mezari olmalidir
Eski Izmir’de, çömlekçi islikleri, arkeoloji literatüründe “Oryantalizan” ya da “Friz Stili” adi ile anilan seramik türünün güzel örneklerini üretiyor, tasçi ustalari mimarlik eserlerinden baska anitsal boyda heykeller ve heykelcikler yontuyor ve bütün bu sanat yaratilarinin bir bölümü dis pazarlara sürülüyordu


Bilindigi gibi MÖ 6 Yüzyilin ilk yarisinda o zamanki antik dünyanin kültür merkezi Bati Anadolu idi Özellikle Milet’de tarihte ilk defa batil inançlardan ve her çesit din etkisinden kurtulmus, özgür düsünceye dayali bilimsel arastirmalar baslamisti Dogu dünyasinin zengin bilgi ve deneyim hazinelerinden yararlanarak ve özellikle özgür düsünce yöntemiyle Thales, Anaksimenes ve Anaksimandros gibi doga filozoflari’ bugünkü Bati uygarliginin temellerini atmislardi



Thales dünyada ilk defa bir doga olayini, MÖ 28 Mayis 585 tarihinde olagelen günes tutulmasini olusundan önce hesaplamistir Böylece kültür ve bilim alaninda tarihin baslangicindan beri 2500 yil boyunca Mezopotamya ve Misir’in elinde olan önderlik, Bati Anadolu’ya geçmistir Bati Anadolu bu önderligini Iranlilarin Anadolu’yu isgal ettikleri 545 yilina degin korumustur Ancak Iran isgali ile filozoflar, bilim adamlari ve sanatçilar Atina’ya göç edince kültür ve ilim alanindaki önderlik Atina’ya geçmistir
Milet, Efes, Samos gibi Izmir de 6 Yüzyilin baslarinda büyük olasilikla düsünce ve bilim alaninda önde gelen kentlerden biriydi Ancak Eski Izmir MÖ 640-545 tarihlerinde döneminin en ileri kültür merkezlerinden biri oldugu halde daha sonralari önemini yitirdigi için, çalismalarda eskisi hizini kaybetmisti Eski Izmir’in edebiyat, siir, tarih, felsefe ve bilim konularinda ne düzeyde oldugu hakkinda yeterli bilgi mevcut degildir Mimarlik konusunda ise önemli bir merkezdi


Herodotos, Eski Izmir’i Lidya krali Alyattes’in aldigindan bahseder Kazilarda da bu olay MÖ 500 siralarina tarihlenir Kent ve Athena tapinagi tahrip olsa da Izmirliler MÖ 590 yillarinda tapinagi tekrar insa ederler
Daha sonra Persler tarafindan 6 Yüzyilin ortalarinda ele geçirilen kent Bu olayla birlikte parlak devrini tamamlamistir Bu tarihten sonra Athena tapinagina hediye edilmis hiçbir armagan bulunamamasi da bu tahribatin önemli göstergelerinden birisidir


Gerileme Dönemi MÖ 500-300


Athena Tapinagi MÖ 545 tarihlerinde terkedilmisse de yerlesim sürmüs, ancak bundan sonra 200 yil kadar bir süre eski Izmir önemini ve islevini yitirmistir


MÖ 5 yüzyil boyunca küçük ancak zengin bir yerlesmenin yer aldigi Bayrakli Höyügü MÖ 5 yüzyilin sonunda ve özellikle 4 yüzyil süresince yogun bir iskana sahne olmustur Bu dönemde, ortalarinda büyük avlular olan biri 5, biri 8 ve digeri 15 odali olmak üzere üç ev gün isigina çikarilmistir Bunlarin, kenti idare eden ve muhtemelen dönemlerindeki Pers etkisine uyarak yakin civardaki Larissa’da oldugu gibi, birer tyran olan beylere ait olmalari akla yakin gelmektedir Nitekim Yamanlar Dagi’nda hala kismen korunmus olan ve önemli kisilerin mezarlari olmasi gereken düzgün krepisli birkaç 4 yüzyil tümülüsü bu düsünceyi desteklemektedir


Söz konusu merkezi avlulu büyük üç evden baska birçogu megarondan bozma dörtgen planli küçük evler bulunmustur Bayrakli höyügünün bütün üst düzeyinin 4 yy boyunca evlerle kapli oldugu söylenebilir Öyle anlasiliyor ki Anadolu’daki Pers isgali 4 yüzyilda gücünü yitirmis ve Iyon kentlerinin büyümesine neden olmustur Meydana gelen nüfus patlamasi ile yüz dönümlük Bayrakli Höyügü, Izmirlilere küçük gelmeye basladigindan, MÖ 300 tarihlerinde Kadifekale (Pagos) eteklerinde yeni Izmir kenti kurulmustur
Hellenistik Dönem’de ve Roma İmparatorluğu yönetiminde İzmir MÖ 333-MS 395

Büyük Iskender’in Issos’ta (Iskenderun) Pers Krali Darius’u yenmesinden (MÖ 333) ve arkasindan bütün doguyu ele geçirmesinden sonra Hellen dünyasi büyük bir refah çagina eristi Kentler nüfus patlamalarina sahne oldu Hellenistik Dönem’de Iskenderiye, Rodos, Bergama ve Efes kentlerinden her biri 100 binin üstündeki bir nüfusa eristiler Küçük bir tepecigin üzerinde kurulmus olan eski Izmir kentinin duvarlarinin içinde yalniz birkaç bin kisi yasayabiliyordu Bu nedenle en geç MÖ 300 siralarinda Kadifekale’nin eteklerinde, yeni ve büyük bir kent kuruldu


MÖ 323 yilinda Büyük Iskender’in ölümü üzerine çikan iç savasta Izmir (zamanin ismiyle Symrna), önce Lysimakhos’un, sonra Lysimakhos’u MÖ 281 yilinda yapilan Corupedion Savasi’nda yenen Selevkoslar’in krali 1 Selevkos’un eline geçti Selevkos egemenligi MÖ 190 yilinda yapilan Magnesia (bugün Manisa) Savasi’na kadar sürdü Selevkoslar, Romalilar’a karsi kaybettigi bu savastan 2 yil sonra yapilan Apameia (bugün Dinar) savasiyla Bergama Kralligi’na verildi Bergama’nin egemenligi, Kral 3 Attalos’un ölümüne dek sürdü ve bu tarihte Romalilar’in eline geçti ve Asya Eyaleti’ne baglandi


Tarihçi Strabon, Smyrna’nin kendi zamaninda yani MÖ 1 yüzyila geçis sirasinda en güzel Iyon kenti oldugunu belirtmektedir O dönemde kentin küçük bir bölümü Kadifekale’nin Pagos’un üzerindeydi Büyük bölüm ise düz arazi üzerinde bulunan liman çevresine toplanmisti Ana tanriçanin tapinagi ile gymnasion da bu hat üzerinde yer aliyordu Caddeler düzdü ve tamami büyük taslarla düzgün bir biçimde kaplanmisti Aristeides, kentin dogu-bati yönünde uzanan iki ana yolunun (Kutsal yal ve Altin yol) bulundugunu ve bu yollarla kentin , denizden gelen esinti ile serinledigini anlatmaktadir Strabon Izmir’de Homereion olarak adlandirilan bir stoanin varligindan söz eder (belki de bir perystil ev) Bu evin içinde Homeros’un bir heykeli bulunuyordu


Roma Çagi’nda Izmir’de insa edilen yapilar arasinda, Kadifekale’nin (Pagos) kuzeybati etegindeki antik tiyatro ve batidaki stadyumun her ikisinden de pek az iz kalmistir Diger taraftan Smyrna Agorasi oldukça iyi korunmus olup, bugün kisaca Agora olarak bilinmektedir Agoranin ölçüsü 120×80 metre uzunlugunda genis bir avlusu vardi Dogusunda ve batisinda birer stoasi vardi Her iki yapi 1 7,5 m olup ikiser katliydi Ayrica 28 m uzunlukta bir bazilika da mevcuttu MÖ 2 Yüzyilda Romalilarin egemenligine giren Izmir ikinci kez altin dönemini yasamaya baslar



MÖ 88 yilinda Pontus Krali 6 Mithridates’in eline geçtiyse de 2 yil sonra Romalilar sehri geri aldi
Incil’de sözü edilen “Yedi Kilise”den bir tanesinin bulundugu Smyrna Hiristiyanligin gelismesinde önemli bir rol oynar Izmir’in ilk baspiskoposu olan Aziz Polikarp havari ve Incil yazari St John’un ilk müridlerinden biridir Yaklasik MS 70 yilinda Anadolu’da dogmus, inancindan ötürü 23 Subat 155 tarihinde, Izmir akropolü üzerinde bulunan stadyumda Romalilar tarafindan yakilarak ölüme mahkum edilmistir MS 395 yilinda Roma Imparatorlugu ikiye bölününce, Izmir, sonradan Bizans Imparatorlugu olarak taninacak Dogu Roma Imparatorlugu’nun bir parçasi olur




Bizans Imparatorlugu yönetiminde Izmir; Araplar, Selçuklular, Cenevizliler, Aydinogullari, Haçlilar, Mogollar tarafindan istila edilmistir
Bizans Imparatorlugu döneminde Araplar, Selçuklular, Haçlilar ve Cenevizliler kenti ele geçirmek için birbirleriyle savasirlar Kenti ilk önce Araplar 672 yilinda denizden zaptedip Istanbul’a yaptiklari akinlarda bir üs olarak kullanirlar Türkler Izmir’i ilk kez 1076′da Sulçuklu akincilarindan ve zamanla ilk büyük Türk denizcisi olacak Çaka Bey’in komutasinda ele geçirirler Izmir’den hareketle Ege Adalari ve Çanakkale Bogazi’na düzenledigi akinlarla Bizanslilara korku salan Çaka Bey’in ölümünden sonra Bizanslilar kenti 1098′de geri alirlar ve sehrin kiyi tarafi 1204 yilinda Rodos Sovalyeleri’nin eline geçer 1310′da Aydinoglu Umur Bey tüm sehri ele geçirir 1344 yilinda Cenevizliler kiyidaki St Peter kalesini ele geçirirler Cenevizliler asagi kenti kontrollerinde tutarken Aydinogullari Beyligi yukari kentte (Kadifekale) hakimiyet kurar


Gavur Izmir deyimi o dönemden kalmadir ve Cenevizlilerin elinde kalan asagi kenti tanimlamak için kullanilmistir 14yüzyil ortalarinda St Peter kalesi ve asagi kent bu kez Rodos Sövalyeleri tarafindan ele geçirilir Bu arada Osmanli Devleti 1398′de Izmir üzerinde hakimiyet kurdu Ankara Savasi’ni kazanarak Osmanli Devleti’ni maglup etmis olan Timur’un 1403′de bizzat komuta ettigi Mogol ordusu kenti istila edip, StPeter Kalesini yerle bir eder Bu fetih Timur’un Hristiyan güçlere karsi yapmis oldugu tek savas olmasi nedeniyle ayrica önemlidir Osmanli Devleti’nin toparlanmasindan sonra 1422 yilinda II Murat kenti zapteder ve Izmir bundan sonra Osmanli Imparatorlugu’nun bir parçasi olur
Osmanli Imparatorlugu yönetiminde Izmir; Dogu Akdeniz’in ticaret kavsagi
Osmanli idaresinin ilk yüzyillarinda ikinci derece bir sancak olan Izmir’in Ilk Osmanli yöneticisi Karasubasi Hasan Aga’dir Izmir 1605-1606 yillarinda Celali Isyanlari kapsaminda Arap Sait ve Kalenderoglu ayaklanmalarina sahne olmustur Ancak kent, Osmanli Imparatorlugunun 1620 yilinda yabancilara tanidigi kapitülasyonlardan sonra giderek Imparatorlugun en önemli ticaret merkezlerinden biri haline gelir




1619′da Fransiz, 1620′de Ingiliz konsolosluklari açilir Bu arada sehrin nüfus yapisi da degismeye baslar 16 yüzyil kaynaklari Izmir’de 19 cami, 18 havra ve sadece 1 Rum Ortodoks kilisesi bulundugunu, kentin 9 mahallesinden sadece birinde Hristiyanlarin yasadigini belirtmektedir Dolayisiyla, o dönemde sehir merkezinde Müslüman-Türkler çogunlukta, önemli ve köklü bir Musevi cemaati mevcut (Sabetay Sevi 17 yüzyilda Izmir Musevi cemaatinin içinden çikmistir) ve Hristiyan Rumlar azinlikta olmalidir



Evliya Çelebi de, 1672′de Izmir’i ziyaretinde, nüfus yapisindaki degisimin ilk gözlemlerini kaydeder ve Punta (Alsancak) mahallesinde giderek artan sayida yerli gayrimüslimlerin, Levantenlerin ve Batili tüccarlarin yogunlastigini yazar Izmir’de 1676′da yaklasik 30 bin kisinin öldügü bir veba salgini, 1742′de sehrin yarisinin yandigi büyük bir yangin olur Osmanlilarca Izmir’e pasa düzeyinde yapilan ilk atama, 1707′de yabanci tüccarlarca düzenlenen Buca ayaklanmasi ndan sonra 1716′da tayin edilen Köprülü Abdullah Pasa’dir 18 yüzyil ve 19 yüzyil larda kent Fransiz, Ingiliz, Hollandali ve Italyan tüccarlarin gözdesidir Bu gelismeye paralel olarak, eyalet merkezi (Aydin eyaleti) önce 1841′de geçici olarak, sonra da 1850′de temelli Izmir’e aktarilmistir


Ayni yil Sultan Abdülmecit, 1863′de de Sultan Abdülaziz Izmir’i ziyarete gelmisler, 1871′de kurulan belediyenin ilk baskani da Yenisehirlizade Ahmet Efendi olmustur Çokuluslu bir ticaret sehri haline gelen ve servet birikimi yaratarak metropollesen Izmir civarinda asayisi korumak herzaman zorlu bir ugras olmustur Bu baglamda, bölgenin ünlü Rum eskiyalarindan Katirci Yani 1853′de Buca’da yakalanabilmis, basta Çakircali Mehmet Efe olmak üzere, efeler ve eskiyalar Izmir’e özel ilgi göstermisler, çogu kez resmi görevlilerden, yerli, levanten ve yabanci tacirlerden ve azinliklardan olusan çetrefil bir iliskiler agi içinde rol oynamislardir


Izmir I Dünya Savasindan sonra 15 Mayis 1919′da Yunan ordusu tarafindan isgal edilir Bu isgal 9 Eylül 1922 tarihinde sona erer Ancak, Izmir 13 Eylül 1922 sabahi tarihinin belki de en büyük felaketlerinden birini yasamaktan kurtulamaz Basmane semtinde baslayan yangin 2600000 metrekarelik bir alanda 20000′den fazla ev ve isyerini tahrip eder Bu yangin ne yazik ki kentin geleneksel alaninin dörtte üçünü tahrip etmistir Fakat yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte Izmir zümrütü anka kusu gibi kendi külleri içinden yeniden dogmustur Yangin alaninda bugün Izmir Enternasyonal Fuari bulunmaktadir

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.