Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Yazılar & Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
arabi, fütuhati, ibn, inciler, mekkiyyeden

Fütuhat-İ Mekkiyye'den İnciler (İbn Arabi)

Eski 08-06-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fütuhat-İ Mekkiyye'den İnciler (İbn Arabi)




Fütuhat-i Mekkiyye'den İnciler (İbn Arabi)



Fütuhat-i Mekkiyye Cilt 1 , 3 Kısım (Kitabın Girişi)

VASIL

Allah Ehlinden Seçkinlerin Teorik Düşünce ve Keşif Arasındaki İnançları


Hamd himmetlerin neticelerinde akılları hayrete düşüren Allah'a, salât ve selâm Hz Muhammed ve O'nun ailesi üzerine olsun

Akılların alıcı olmak yönünden değil, tefekkür etmeleri yönünden sınırında durduğu bir haddi vardır Akla göre imkânsız olduğunu söylediğimiz bir şey, bazen ilâhî bir nispet bakımından imkânsız olmayabileceği gibi akıl açısından mümkün herhangi bir şey de bazen ilâhî nispet yönünden imkânsız olabilir

Hak, yani varlığı özü gereği zorunlu olan ile mümkün -ki mümkün zatın veya bilginin bunu gerektirmiş olması nedeniyle bazı kimselere göre zorunludur- arasındaki ilişkinin varlığının delili ve kaynağı, varlık kanıtlarından sahih olarak ortaya konabilir Delil ile delilli, kanıt ile kanıtlı arasında ilişkiyi gerçekleştiren bir yön bulunmalıdır Bu yön ile delil ve bu delil ile ulaşılan şey arasında bir bağıntı olmalıdır Bu yön olmasaydı, delilliye delil ile ulaşılamazdı

Tanrı ile yaratıkların zat yönünden herhangi bir yönde ortak olması mümkün değildir Fakat o zatın bir takım niteliklerle nitelenmiş olması yönünden bir ilişki olabilir Söz konusu şey, akılların kendi başlarına öğrenebileceği başka bir hükümdür


(Mesele: Zat ve Ulûhiyet)

Aklın tek başına algılayabileceği her hangi bir şeyi bilmek bize göre onu görmeyi önceleyebilir Hakkın zatı ise bu hükümden uzaktır Çünkü Hakkın zatını müşahede, O'nu bilmeyi önceler, hatta müşahede edilir, fakat bilinmez Nitekim Ulûhiyet bilinir ve görülmez Zat ise Ulûhiyetin karşıtıdır Kelâmcı bilginlerden nice akılcı, teorik düşüncesi yönünden zatın bilgisine ulaştığını iddia eder, hâlbuki o bu konuda yanı¬lır Çünkü o düşüncesiyle olumsuzlama ve ispat arasında gidip gelir
İspat sahibine döner: Çünkü akılcı, bilen, güç yetiren, irade eden olması gibi nitelikleriyle Hakka dair neyi ispat etse kendisinin taşıdığı bir niteliği ispat etmiş demektir Olumsuzlama ise yokluğa ve yok saymaya döner Yok sayma ise zatî bir nitelik olamaz Çünkü varlıkların zatî nitelikleri, sübûtî (var sayılan olumlu) niteliklerdir Şu halde yok sayma ile ispat arasında gidip gelen bu düşünür, Allah'ı bilmek hakkın¬da bir şey elde etmemiştir


(Mesele: Sınırlının Sınırsızı Bilmesi)

Zatı gerektirmediği halde sınırlı, Mutlak'ı nasıl bilebilir ki? Mümkünün sahip olduğu bütün yönler, yokluk ve ihtiyaç özelliğine sahiptir Bu durumda, kendisi nedeniyle Zorunlu ile mümkün arasında birleştirici bir yön bulunsaydı, mümkün hakkında bu yön dolayısıyla caiz olan muhtaçlık ve yok oluş, Zorunlu hakkında da caiz olurdu Bu ise Zorunlu için imkânsızdır

Binaenaleyh Zorunlu ile mümkün arasında ortak bir yönün tespiti, imkânsızdır Çünkü mümkünün yönleri kendisine tabidir Mümkün kendiliğinde yokluktur, dolayısıyla ona tabi şeyler de, bu hükmü alma¬ya daha lâyık ve önceliklidir

Özü gereği Zorunlu ile mümkünü bir yön birleştirseydi, birleştirici yönden mümkün için sabit hüküm, özü gereği Zorunlu için de sabit olurdu Hâlbuki özü gereği Zorunlu için sabit olup da aynı yönden mümkün için sabit bir şey yoktur O halde mümkün ve özü gereği Zorunlu arasında birleştirici bir yön bulunamaz

Gerçekte tek hüküm olsalar bile, Ulûhiyetin bir takım hükümleri vardır Ahiret hayatında tecelli, bu hükümlerin suretinde gerçekleşir Çünkü daha önce de zikrettiğimiz gibi Peygamberin Rabbini görüp görmediği konusunda görüş ayrılığı vardır Kuşkusuz 'İnci ve yakut Refrefinde en büyük nur' vb hadisler rivayet edilmiştir

(Tanrı'nın eyleminde) İradenin bulunduğunu benimsiyorum, fakat seçimin bulunabileceğini benimsemiyorum Çünkü seçim ile hitap, neden ve sebebinden soyut olarak, sadece mümküne göre gelmiştir

Güvenilir keşfin verdiği bilgiyle şöyle derim: 'Allah var idi ve O'nunla beraber başka bir şey yoktu' Burada Hz Peygamber'in sözü bitmiştir Bundan sonra gelen ilâve, hadisin anlamında içkindir Bu ek, sûfîlerin 'O şimdi de nasıl idiyse öyledir' ifadeleridir Hükümde böyle olduğu kastedilir 'Şimdi' ve 'idi' bize dönen iki ifadedir Çünkü 'şimdi' ve 'idi' ve benzeri şeyler, bizimle ortaya çıkar Böylece Zorunlu ile mümkün arasında ilişki reddedilmiş oldu


(Mesele: Ulûhiyet ve Zat)

'Allah var idi ve O'nunla beraber başka bir şey yoktu' denilen şey, zat değil, Ulûhiyettir Çünkü zat için ilâhî ilimde sabit her hüküm, Ulûhiyet hakkındadır Ulûhiyet bir takım bağıntılar, izafetler (tamlama) ve olumsuzlamalardır O halde çokluk hakikatte değil, bağıntılardaki çokluktur (ki onlar Ulûhiyetin hükümlerindendir)

Burada sıfatlar hakkındaki görüşlerinde, teşbihi kabul eden (ulûhiyet) ile etmeyeni (zat) ortak kılanların ayakları kaymıştır Onlar, bu meselede birleştirici bir takım meselelere dayanmıştır Birleştirici meseleler delil, hakikat, neden ve şarttır Böylece bunlar vasıtasıyla görünen ve görünmeyen hakkında hüküm vermiştir Bu bağlamda, görülen hakkında verilen hükmü biz de kabul ediyoruz Görünmeyen hakkındakini ise kabul etmiyoruz

Amâ deryası, Hale ile âlem arasında berzahtır (ara bölge, vâsıta) Bu deryada mümkün, bilen, güç yetiren ve bildiğimiz bütün ilâhî isimlerle nitelenmiştir Yine, bu deryada Hak şaşırma, sevinme, gülme, ferahlama, beraberlik ve var olanlara ait niteliklerin büyük kısmıyla nitelenmiştir Artık O'na ait olanı bırak, sana ait olanı al! İnmek O'na, çıkmak, bize aittir O'na ulaşmak istediğinde, ancak kendin ve O'nun vasıtasıyla ulaşabilirsin: 'Kendin ile', çünkü sen onu talep etmektesin; 'O'nun ile', çünkü O, senin yöneliş yerindir O halde Ulûhiyet, bunu ister, zat ise istemez


(Mesele: Yaratmaya Yönelen Ulûhiyet)

Allah'ın dışındaki her şeyi var etmeye yönelen şey, hükümleri, bağıntıları ve izafetleriyle Ulûhiyet'tir Söz konusu şeyler, eserlerini talep eden şeylerdir Çünkü kahredilen olmaksızın kahreden, güç yetirilen olmaksızın güç yetiren olamaz Bu durum, uygunluk, bilkuvve, bilfiil ve varlık olarak böyledir

Ulûhiyete özgü en özel nitelik, kadir olmaktır Mümkün, kendisinden bir güce sahip değildir Dolayısıyla ilâhî etkinin kendisine ilişmesini kabul etmek özelliğindedir


Mesele: (Kesb)

Kesb mümkünün iradesinin herhangi bir şeyi, ama sadece onu yapmaya yönelmesidir Böylece ilâhî iktidar, bu ilişme esnasında onu meydana getirir İşte bu, mümkün için kesb diye isimlendirilen şeydir

Muhakkike göre cebr (fiillerde zorunluluk) geçerli değildir Çünkü cebr, kulun fiil işlemesini ortadan kaldırır Cebr, direnmesi var ilçen mümkünü bir şeyi yapmaya zorlamaktır Cansız varlık ise zorlanamaz Çünkü ondan bir eylem düşünülemez veya onun bir aklı yoktur

O halde, mümkün (fiilinde) mecbur değildir Çünkü eserler kendisinden ortaya çıksa bile onun kendisinden kaynaklanan bir eylemi ve gerçek bir düşüncesi olamaz


(Mesele: Alemdeki Hastalık ve Afiyet)

(Ulûhiyet) âlemde belâ ve afiyet olmasını gerektirir el-Muntakim (intikam alıcı) isminin varlıktan silinmesi, el-Gafûr (mafiret eden) veya Zü'l-afv’ın (affedici) veya el-Mün'im'in (nimet verenin) kalkmasından öncelikli değildir Herhangi bir isim hükümsüz kalsa idi, işlevsiz kalırdı Hâlbuki ulûhiyette işlevsizlik imkânsızdır Dolayısıyla isimlerin eserinin olmaması imkânsızdır


(Mesele: Algılayan ve Algılanan)

Algılayan ve algılanandan her birisi iki durumdadır: Tahayyül gücü olan bilen-algılayan ve tahayyül gücü olmadığı halde bilen-algılayan Algılanan da iki türlüdür: Surete sahip algılanan Tahayyül gücü olmayan kişi onu suretiyle bilir ve onu tasavvur edemez Tahayyül gücü olan kişi onu tasavvur eder ve bilir Diğeri ise sureti olmayan algılanandır Bu ise sadece bilinir Bilmek, bilinenin tasavvur edilmesi olmadığı gibi aynı zamanda bilineni tasavvur eden bir anlam da değildir Çünkü bilinen her şey tasavvur edilemediği gibi bilen herkes de tasavvur edemez Bilenin tasavvur etmesi, tahayyül edici olmasından kaynaklanır Bilinen için suret ise hayalin kendisini tutabileceği bir halde olmasına bağlıdır Bu bağlamda hayalin asla tutamayacağı bazı bilinenler vardır Böylelikle onların sureti olmadığı da açıktır


(Mesele: Mümkünün Fiili)

Mümkünden bir fiil meydana gelmesi geçerli olsaydı, onun kadir olması da mümkün olabilirdi Hâlbuki mümkünün fiili yoktur, dolayısıyla kudreti de yoktur O halde mümkünün kudreti olduğunu söylemek, sağlam kanıtı olmayan bir iddiadır

Bizim bu konudaki yargımız, kendisinden fiili düşürmekle birlikte kudreti kabul eden Eşarîlere yöneliktir


(Mesele: Bütün Yönlerden Bir olandan Sadece Bir Çıkar)

Tüm yönlerden Bir olandan, sadece bir meydana gelir Bu nitelikte olan var mıdır, yok mudur? İnsaf sahibinin bu konuyu incelemesi gerekir

Eşarîler, yaratmayı kadir olması açısından, mümkünün varlığını yokluğuna tercih etmesini irade eden olması, âlemi ayakta tutmasını bilen olması yönünden Hakka izafe etmiştir Bir şeyin irade eden olması, kadir olmasının aynı değildir Dolayısıyla Eşarîlerin bunun ardından söylediği 'Hak her açıdan birdir' sözleri, genel bağlamda geçerli değildir Nasıl olabilir ki? Onlar zata ilâve ve O'na dayanan nitelikleri kabul eder Aynı şekilde, bağıntı ve izafetleri kabul edenler de benzer durumdadır

Hiçbir fırka, bütün yönlerden birliği kanıtlayamamıştır Her fırka, kendi mezhebinden kaynaklanan bir mecburiyetle, birliği yok saymakla kabul etmek arasında gider gelir Birliği ispat,Ulûhiyettedir Başka bir ifadeyle 'Allah'tan başka ilâh yoktur' ifadesidir Bu doğrudur ve kanıtlanabilir bir hükümdür

Bârî Teâlâ bilen, diri, kadir olmak vb bir takım niteliklerle nitelendiğinde, bütün bunlar bağıntı ve izafetlerdir, onların ilâve bir gerçekliği yoktur Aksini düşünmek, Bârî'nin eksik olduğunu düşünmeye yol açardı Çünkü ilâve bir şey sayesinde yetkin olanın özü gereği yetkinliği, kazandığı yetkinlikten eksiktir Hâlbuki Allah, özü gereği yetkindir

O halde, özü gereği bir şeyin zata ilâve olması imkânsız iken bağıntı ve izafetler ile ilâve olması imkânsız değildir

'Sıfatlar O'nun zatının ne aynı ne de ondan başkadır' diyenin ifadesi ise gerçekten son derece uzaktır Bu görüşü benimseyen kimse ilâvenin -ki başka demektir- varlığını kesinlikle delillendirmiş, fakat böyle bir isimlendirmeyi inkâr etmiştir Sonra tanımda başka hakkında şöyle hüküm vermiştir: İki başka şey, birisinin diğerinden zaman-mekân, varlık-yokluk olarak ayrılması mümkün olan şeydir Fakat konuyu bilen bütün bilginlere göre bu, iki başka hakkında gerçek bir tanım değildir

Bir şeyin farklı şeylere ilişmesi, onun zatında bir olmasına etki etmez Sözün bölünmesi (fiil, isim, bağlaç veya geçmiş, gelecek ve şimdiki zaman), onun birliğine etki etmez

Bir şeyin zatî nitelikleri çok olsa bile, bu durum, o şeyin kendisindeki çokluğu göstermez Çünkü (akılda ve bilgide) birbirlerinden ayrı bilinseler bile (gerçekte) nitelikler, zatın bütünlüğünden ibarettir

Alemdeki her suret, cevherdeki bir arazdır Suret, farklı cevherlere girer ve ayrılır Cevher ise tektir Bölünme, cevherde değil, surettedir


(Mesele: İlk Nedenlideki Çokluk)

Birisi şöyle diyebilir: İlk Nedenlinin kendisi bir olsa bile, içerdiği üç itibar nedeniyle, çokluğun kaynağıdır Bu üç itibar, nedenini düşünmesi, kendisini düşünmesi ve mümkün oluşunu düşünmesidir

Onlara şöyle deriz: Bu durum, yani bir olduğu halde, itibarların onda bulunuşu hakkındaki görüşünüz, ilk Neden'de de sizi bağlar Peki, niçin ilk Neden'den bir'den başka bir şeyin çıkabileceğini imkânsız gördünüz? Bu durumda, ya çokluğun İlk Neden'den çıktığını zorunlu olarak kabul edersiniz ya da ilk nedenliden de bir'in çıkmasını kabul etmelisiniz Hâlbuki her iki durumu da kabul etmiyorsunuz

Özü gereği yetkin ve özü gereği zengin olması zorunlu varlık, herhangi bir şeyin nedeni olamaz Çünkü onun neden olması, nedenliye dayanması anlamına gelir Zat ise herhangi bir şeye dayanmaktan münezzehtir Fakat (buna rağmen Tanrı'nın âlemin nasıl nedeni olduğunu açıklarsak) ulûhiyet izafetleri kabul eder

Şöyle iddia edilebilir: İlâh, zatı yetkin olan ve hiçbir şeye muhtaç olmayana denilebilir Burada bağıntı ve izafeti kast etmiyoruz

Buna yanıt olarak deriz ki: Lafızda bir sorun yok Neden ise böyle değildir Çünkü neden, asıl anlamında ve kullanımında, bir nedenli gerektirir Neden ile ilâh derken kastedilen anlatılmak istenmişse bu kabul edilebilir O zaman lafızdaki tek sorun, şeriat açısından kalır: Şeriat böyle bir lâfzı kullanmayı yasaklar mı, kabul eder mi veya hakkında susar mı?


(Mesele: Ulûhiyet Sırrı)

Ulûhiyet Zat'a ait bir mertebedir ve sadece Allah o mertebeyi hale edebilir Böylece Ulûhiyet kendisini hale edeni talep etmiş -ki o Allah'tır-, Allah onu talep etmemiştir

İlâhlı, ulûhiyeti talep ettiği gibi ulûhiyet de onu talep eder Zat ise her şeyden müstağnidir Zikrettiğimiz bu bağlayıcı sır (Ulûhiyet ve ilâhlı arasındaki sır ve bağ) 'ortaya çıksaydı', Ulûhiyet batıl olurdu, (fakat) zatın yetkinliği batıl olmazdı 'Ortaya çıksaydı (zahere)', yok olsaydı ve ayrılsaydı demektir Nitekim şöyle denilir: Zaharû ani'l-beled, yani şehirden ayrıldılar

Bu ifade, İmam'ın şu sözüdür (Sehl b Abdullah): 'Ulûhiyetin bir sırrı vardır, ortaya çıksaydı, Ulûhiyet batıl olurdu'


(Mesele: Bilgi, Bilinen ve İlgi)

Bilgi bilinenin başkalaşmasıyla başkalaşmaz, fakat ilgi başkalaşır İlgi belirli bir bilinene dönük bir bağıntıdır Söz gelişi bilgi Ali'nin olacağıyla ilgili olur ve o da olur Bilgi onun şimdiki halde olacağıyla ilgili olmuş ve olmaya başlamasıyla bilginin ilgisi ortadan kalkmıştır

İlginin başkalaşmasından bilginin başkalaşması lazım gelmez Aynı şekilde görülen ve duyulan şeyin başkalaşmasıyla görme ve duyma başkalaşmaz

O halde, bilginin başkalaşmayacağı sabittir Dolayısıyla bilinen de başkalaşmaz Çünkü bilginin bildiği şey, bilinen iki gerçek duruma ait bir bağıntıdır Söz gelimi cisim hiçbir zaman başkalaşmayan bir bilinendir Ayakta olmak da hiçbir zaman başkalaşmayan bir bilinendir Ayakta olmanın cisme bağıntısı, başkalaşmanın eklendiği bilinen bir şeydir Bağıntı da başkalaşmaz Bu somut bağıntı ise o şahıstan başkasına ait değildir ve dolayısıyla başkalaşmaz

Bu dördün dışında bilinen başka bir şey yoktur Bunlar gerçekte üç durumdur: bağıntı, bağıntılanan şey ve bağıntının kendisine yapıldığı şey ve de somut-özel bağıntı
Şöyle denilebilir: Başkalaşmayı bağıntının kendisine yapıldığı şeye kattık Çünkü onu bazen bir halde, bazen de başka bir halde görürüz

Herhangi bir durumun nispet edildiği şeye baktığında, ona hakikati yönünden bakmış olmazsın ki, hakikati başkalaşmaz Ya da söz konusu şeyin ona nispet edilmesi yönünden bakmış değilsin Bu da onun asla başkalaşmayan hakikatidir Sen ona belirli bir halin kendisine mensup olması yönünden bakmışsındır O halde diğer bilinen, artık yok olduğunu söylediğimiz bu halin nispet edildiği şey değildir Çünkü o, kendisine nispet edilen şeyden ayrılmaz Burada başka bir nispetle yapılan başka bir şey vardır

Binaenaleyh ne bilgi ne de bilinen başkalaşır Sadece bilgi için bilinenlerle ilgiler veya bilinenlerle ilgili olma söz konusudur Hangisini istersen, öyle söyle


(Mesele: Kavramsal Bilgi)

Kavram bilgisinin herhangi bir kısmı, teorik düşünceyle kazanılmış değildir Kazanılmış bilgiler, kavramsal bir bilinenin kavramsal bir bilinene nispet edilmesinden ibarettir Mutlak anlamda bağıntı da kavramsal bilgidendir Kazanmayı kavramsal bilgiye nispet ettiğinde bu durum, bir grubun herkesçe bilinen belirli bir anlam için terimleştirdiği bir lafzı duymuş olman yönünden gerçekleşir Fakat bu lafzın o anlamı gösterdiğini herkes bilemez Bu nedenle, lafzın verildiği anlamın hangi anlam olduğu sorulur?

Bu soruya, sorulan kişi bildiği şekilde yanıt verir Soruyu soran, mana ve o terimle şahsın kast ettiği şey hakkında bilgi sahibi olmasaydı, söyleneni kabul etmez ve anlamazdı O halde bütün anlamların nefiste kazılı olması gerekir, ardından zamanla peyderpey ortaya çıkar Bilginin 'bilinenleri kuşatıcılık' ile nitelenmesi, bilinenlerin sonlu olmasını gerektirir Hâlbuki bilinenlerin sonlu olması imkânsızdır Şu halde 'kuşatıcılık' imkânsızdır

Fakat şöyle denilir: Bilgi bilinen her şeyin hakikatini içerir Aksi halde o şey, kuşatıcılık yönünden bilinmiyor demektir Çünkü bir şeyi bütün yönlerinden değil de sadece bir yönden bilen kişi, o şeyi kuşatmamıştır

Basiret (iç göz) görmesi bilgidir, göz görmesi ise bilginin meydana gelme yoludur Buna göre İlâh'ın işiten ve gören olması, ayrıntılı bir bilgidir Dolayısıyla onlar, ilmin iki hükmüdür
Burada ilgi konusu -ki onlar işitilen ve görülen şeylerdir- nedeniyle ikilik meydana gelmiştir


(Mesele: Ezel)

Ezel olumsuzlayıcı bir nitelemedir ve başlangıcın olmaması demektir Ulûhiyet hakkında ille dediğimizde, kast edilen sadece mertebedir

Eşarîler Allah'tan başka her şeyin sonradan meydana gelişine, mekânlıların ve arazlarının meydana gelişiyle kanıt getirmiştir Bu kanıtlama, Allah'ın dışındakilerinin zikrettiklerinde sınırlı olduğunu kanıtlayıncaya kadar geçerli olmaz Biz onların sonradan meydana geldiklerini söyledikleri şeylerin sonradan meydana geldiğini kabul ediyoruz


(Mesele: Mekansız Mevcut)

Kendi başına var olan her mevcut, mekansızdır Zamanlar onun varlığıyla beraber değildir ve mekânlar onu talep etmez

Eşarîlerin ilk mümkün hakkındaki kanıtlama yöntemleri, o şeyin var olduğu zamandan önce veya sonra olmasının imkânına dayanır Bu meselede zaman, ona göre, mevcut değil, takdir edilmiştir Belirlenim, belirleyenin varlığını gösterir Bu delâlet, zaman olmadığı için, geçersizdir Böylece onun delil olması da anlamsız hale gelmiştir

Bir Eşarî şöyle iddia edebilir: Mümkünlerin varlığa veya varlığın onlara nispeti, mümkün olması bakımından değil, nispet oluş bakımından tek nispettir Binaenaleyh bazı mümkünlerin seçilmiş olması, onların bir seçicisinin olduğunu kanıtlar Bu da Allah'ın dışındaki her şeyin meydana gelişinin ta kendisidir

(Mesele: Zaman)

Birisi şöyle iddia edebilir: Zaman feleğin hareketinin kat ettiği mevhum bir süredir Bu çelişik bir düşüncedir Çünkü mevhum olan gerçekleşmiş bir varlık değildir Onlar, ille mümkünde zamanın takdir edilişini Eşarîlere karşı inkâr eder Buna göre feleğin hareketleri, hiçlikte gerçekleşir

Başka birisi şöyle diyebilir: Zaman feleğin hareketidir, felek ise mekânlıdır O halde hareket ancak mekânlıda gerçekleşir



Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.