Prof. Dr. Sinsi
|
Tasavvuf İlmi
Tasavvuf İlmi

Ey kardeşim, bilmiş ol ki, aklî ilim mahiyeti itibariyle müfred (yalın) olup, mürekkeb (bileşik, zahirle bâtının, bilgi ile amelin, akıl ile kalbin birleştiği) ilim bundan doğar Mürekkeb ilim tasavvuf ilmidir ki, bu ilim diğer ilimleri ihtiva eder
Tasavvuf ilmi, mutasavvıfların kullandığı vakt, semâ, vecd, şevk, sekr, sahv, ispat, mahv, fakr, fena, velayet ve irade gibi hallerden ve bu ilmi tahsil eden mürşid ve müridlerin sıfat, makam ve hallerinden bahseder
Biz bu risale ile ilimleri ve kısımlarını özet bir şekilde saymayı murad ettiğimiz için yapılan açıklamaları yeterli görüyoruz Bu ilimlerden başka bir kitabımızda bahsedeceğiz Ayrıca konu hakkında ayrıntılı bilgiye ihtiyaç duyan kimseler diğer kitaplara müracaat edebilirler
İlimlerin kısım ve adetlerine dair söylediklerimizden sonra yakînen bilmiş ol ki bu ilimlerin iyice anlaşılması için birtakım şartlar gerekir Biz şimdi bu şartları ve ilim tahsilinin yollarını açıklayacağız
İLİM TAHSİLİNİN YOLLARI
Ey kardeşim, bilmiş ol ki, ilimler iki yolla elde edilir Bunlardan birincisi insanî, diğeri rabbânî öğrenimdir
1 İnsanî Öğrenim
Bunun belli bir yolu ve mesleği vardır Bu da iki türlü olur
Birincisi, haricî faktörlerle yani öğrenme ile elde edilir
Diğeri ise dahilî faktörlerle yani tefekkürle meşgul olmakla tahsil edilir
Tefekkür ile "taallüm" [öğrenme] eşdeğer olup, taallüm bir kişinin herhangi bir âlimden istifade etmesidir Tefekkür ise insan ruhunun "küllî ruh "tan istifadesidir Küllî ruh tesir ve tâlim
bakımından bütün âlim ve akıllılardan çok daha üstündür
İlimler, toprağa gömülü tohum, okyanus dibindeki mücevher ve maddedeki cevher gibi ruhlarda kuvve halinde vardır Taallüm, bu cevherin kuvveden fiile çıkması için çalışmaktır Tâlim ise onun kuvveden fiile çıkmasıdır Bunun içindir ki talebenin ruhu, muallimin ruhuna benzer, belli bir oranda ona yaklaşır
Âlim, faydalandırma bakımından bir çiftçi gibidir Talebe istifade etme açısından toprağa, ilim ise kuvve halindeki tohuma ve her an büyüyen fidana benzer Talebe ilimde kemale erdiğinde meyveli bir ağaç ve okyanustan çıkartılmış bir mücevher gibi olur
Beden? kuvvetlerin ruha galebe çalmasıyla öğrenim süresi uzar, bu iş çok meşakkatli bir hal alır Eğer akıl nuru hevâ ve heveslere galip gelirse talebenin birazcık tefekkürü dahi onu birçok öğrenim zahmetinden kurtarır Akıl nuruyla aydınlanmış ruh, âtıl (hareketsiz), tembel ruhların bir yılda kavrayamayacağı hakikatleri bir saatlik tefekkürle elde edebilir
Demek ki bazı insanlar ilimleri taallümle, bazıları da tefekkürle öğreniyorlar Fakat taallüm için de tefekkür şarttır Çünkü insan cüz'î ve küllî şeylerin hepsini, bütün ilimleri taallümle elde etmeye kadir değildir Bilakis taallümle elde ettiği bazı şeyleri tefekkürle çoğaltır Malûmdur ki nazarî ilimlerin ve amelî sanatların pek çoğu hükemânın keskin zekâsı ve de üstün dehasıyla, fazlaca tâlim olmaksızın ortaya konmuştur
İnsanlar kendisine öğretilen bilgiler ışığında haricî bilgileri kavrayamamış olsaydı, insanoğlunun ilminin tamamlanması hayli uzar, kalplerdeki cehalet karanlığı devam ederdi Zira insan cüz'î ve küllî meselelerin hepsini taallümle öğrenemez Bilakis bunların bazısını tahsil yoluyla, bir kısmını da görgüyle öğrenip, akıl yoluyla bunlardan çıkarımlar yapar
Nitekim âlimler bu şekilde hareket etmişler ve ilmî disiplinler böylece temellenmiştir Meselâ bir mühendis, ömrü boyunca ihtiyaç duyacağı mesleğiyle alâkalı bilgilerin hepsini değil, sadece genel kaideleri öğrenir, tâli meseleleri kıyas ve tefekkürle halleder
Keza bir tabip hastalıkların tedavi ve ilâcını bütün teferruatıyla öğrenmeyip, hastanın mizacını göz önünde bulundurarak, genel prensiplerin ışığında hastalığı tedavi eder
Yine aynı şekilde müneccim nücûm ilminin umumi kaidelerini öğrenip, bu minval üzere düşünerek yıldızlara dair muhtelif hükümler çıkarır
Fakih ve edipler de bu yolu takip ederler Hatta bu durum çeşitli sanatlarda kullanılan âletlerin icadında da böyledir
Meselâ, bir kişi bilgi hamurunu tefekkürle yoğurarak çalgılı aletlerden biri olan udu yapmış, başka birileri bundan yola çıkarak muhtelif çalgı aletleri geliştirmiştir
Kısaca diyebiliriz ki bedenî ve nefsanî sanatların başlangıcı taallümle, bunların mürekkeb (bileşik) bir hale gelmesi tefekkürle olmuştur
Fikir kapıları ruha açıldığı zaman insan arzuladığı şeyi bilgi ve sezgi yoluyla nasıl elde edebileceğini bilir Binaenaleyh insanın gönlü açılır, basireti artar Bu nedenle fazla uğraşmaksızın ve yorulmaksızın ruhunda kuvve halinde bulunan şeyleri fiile çıkarır
2 - Rabbânî Öğrenim
Rabbânî öğrenim de iki kısımda incelenir:
1 Vahiyle Öğrenim Ruh kemale erdiği zaman bazı hırs ve fâni emeller gibi beşerî kirler yok olur Böylece ruh yüzünü asıl menşeine yani Allah Teâlâ'ya çevirir, bütünüyle onun cömertliğine, inayetine ve nurunun feyzine güvenir
Allah Teâlâ, bu vasıfları haiz ruha inayet ve rahmetinin en güzeliyle tam olarak yönelir Ona ilâhî bir nazarla baktığı için onu kendisine âdeta üzerine bütün ilimleri nakşettiği bir levha edinir Böylece "küllî akıl" muallim, bu "kudsî ruh" da onun talebesi olmuş olur Bu suretle kudsî ruh hiçbir taallüm ve tefekkür olmaksızın bütün ilimleri öğrenir Allah Teâlâ'nın ,"Sana bilmediklerini öğretti" Nisa 4/113
şeklindeki beyanı bu gerçeği doğrular mahiyettedir
O halde nebîlerin ilmi diğer insanların ilmine nazaran daha üstündür Çünkü onların ilmi hiçbir vesile ve vasıta olmaksızın doğrudan doğruya Allah Teâlâ'dan hâsıl olmuştur
Hz Âdem ile melekler arasındaki kıssa, meseleye açıklık getirir mahiyettedir Bilindiği üzere melekler ömürleri boyunca ilim öğrenmişler, birçok ilmî hakikatleri bulmuşlar hatta mahlûkatın en âlimi, mevcudatın en arifi olmuşlardı
Oysaki Hz Âdem (a s) hiçbir ilmi bilmiyordu Çünkü, o âna kadar herhangi bir muallimle karşılaşmamış, ilim tahsil etmemişti Bu sebeple melekler büyüklük tasladılar, gururlanıp kibirlenerek,
"Biz seni hamd ile teşbih ve takdis ediyoruz' Bakara 2/30
dediler Eşyanın hakikatini bildiklerini söylediler Âdem (a s) ise kalbinden bütün mükevvenatı kovmuş bir vaziyette halikın kapısını çaldı, ondan yardım diledi Allah Teâlâ da Âdem'e (a s) bütün isimleri öğretti ve meleklere eşyayı göstererek," Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana söyleyin" Bakara 2/31 dedi Bunun üzerine meleklerin Âdem'in (a s) yanındaki dereceleri azaldı Melekler, ilimlerinin yetersizliğini farkettiler Gurur tekneleri kırıldı ve acz denizinde boğuldular Rablerine,"Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir ilmimiz yoktur dediler " Allah Teâlâ da Âdem'e (a s) hitaben,"Ey Âdem! Eşyanın isimlerini meleklere söyle/"dedi Âdem de (a s) ilmin sırlarını ve işin hakikatini onlara anlattı " Bakara 2/32 Bakara 2/33
Böylece aklıselim olanlar indinde kaynağını vahiyden alan gaybî ilmin, kesbedilen ilimden daha efdal, daha mükemmel olduğu anlaşıldı
Vahyî ilim nebilerin mirası, resullerin hakkıdır Efendimiz Hz Muhammed'den (s a v) sonra vahiy kapısı kapanmış olup, bu sebeple ona "hâtemü'l-enbiyâ" denmiştir O, Arap ve Acem'in en fasihi, insanların en âlimidir Bu hususla ilgili Peygamber Efendimiz (s a v) şöyle buyurur:
"Beni rabbim terbiye etti, edebimi ne güzel
"Ben sizin içinizde Allah Teâlâyı en iyi bilen ve O'ndan en çokkorkanınızım "
O, insanî tâlim ve taallümle meşgul olmaksızın ilimleri rabbânî öğrenimle elde etmiş olduğundan onun ilmi en mükemmel, en kuvvetli ve en üstün idi Allah Teâlâ buna işaretle,
"Ona müthiş kuvvetlere sahip olan öğretti33 Necm 53/5
buyurmuştur
2 İlhamla Öğrenim İlham, küllî ruhun saflığına, kabiliyetine, istidadına göre insan ruhunu uyarmasıdır O vahyin kısmî bir yansımasıdır Vahiy, gaybî hallerin ayan beyan tezahür etmesi olup, ilham ise gaybî şeylere kapalı bir tarzda işaret edilmesidir Vahiyden hâsıl olan ilme nebevî ilim, ilhamdan hâsıl olan ilme de ledünnî ilim denir Ledün ilmi, gayb lambasından ışıyan latif, saf ve cilâlı bir kalbe düşen ziya gibidir ki, Allah Teâlâ ile ruh arasında hiçbir vasıta olmaksızın elde edilir
Bütün ilimler "küllî ruh" tarafından malûmdur ve onda mevcuttur "Küllî akıl", "küllî ruh"tan daha üstün, daha mükemmel, daha kuvvetli olup Bârî-i Teâlâ'ya daha yakın olduğu için küllî ruhun, küllî akla nisbeti, Havva'nın Âdem'e nisbeti gibidir Küllî ruh da sair mahlûkata nis-beten daha azîz, daha latîf ve daha üstündür
Bu sebeple küllî aklın feyiz saçmasıyla vahiy, küllî ruhun aydınlatmasıyla da ilham doğar Öyleyse vahiy enbiyanın süsü, ilham evliyanın ziynetidir Nasıl ki ruh akıldan, velî nebîden derece bakımından aşağı ise, ilham da vahiyden aşağı bir mevkide yer alır İlham vahye nisbetle zayıf, rüyaya nisbetle kuvvetlidir Bütün bunların
ışığında diyebiliriz ki gerçek ilim enbiya ve evliyanın ilmidir
Vahiy resullere mahsus olup Âdem, Musa, İbrahim, Muhammed vb resullere (aleyhimüs-selâm) vahiy gönderilmiştir Nübüvvet ile risâlet arasında fark vardır Nübüvvet, kudsî ruhun malûmat ve mahlûkatın hakikatini bilebilmesidir Risâlet ise, bu hakikatleri ehline yani faydalanmak isteyen ve buna kabiliyeti olan insanlara tebliğ etmektir Bazan ruhlardan biri fevafuken bu hakikatleri elde edebilir, fakat birtakım sebep ve özürler nedeniyle bunları tebliğ edemez
Ledünnî ilim, Hz Hızır'da (a s) olduğu gibi nübüvvet ve velayet ehline mahsustur Allah Teâlâ bunu haber vererek ,"Ona tarafımızdan bîr ilim öğrettik" buyurmaktadır Kehf 18/65
Emîrü'l-mü'minîn Hz Ali b Ebû Tâlib (r a) şöyle demiştir:
" Dilim ağzıma konulunca kalbimde bin tane ilim kapısı açıldı Her bir kapının da bin tane kapısı vardı "
Yine Hz Ali, bir başka sözünde şöyle der:
"Benim için bir minder konsa ve ben onun üzerine otursam Tevrat ehline Tevrat'larıyla, İncil ehline İncillleriyle, Kur'an ehline Kur'an'larıyla hükmederdim "
İşte bu öyle bir mertebedir ki ona insanî öğrenimle nail olmak mümkün değildir Yalnızca kendisine ledün ilmi verilenler buna erişebilir
Yine Hz Ali (r a),
"Hz Musa zamanından beri Tevrat'ın şerhinin kırk yük olduğu anlatılagelir Eğer Allah Teâlâ bana izin verseydi, sadece Fâtiha'nın elifinin şerhi kırk yük olurdu" demiştir İlimlere bu derece vukufiyet ancak ilâhî, semavî ve ledün-nî bir yolla olabilir
Allah Teâlâ bir kula hayır dilerse kendisi ile onun arasındaki perdeyi kaldırır Bu şekilde birtakım kevnî sırlar o kula aralanır ve bunların mânaları o kişinin zihnine nakşedilir O da bu hakikatleri, Allah'ın dilediği kullara açıklar
Hikmetin hakikatine ledün ilmiyle ulaşılır Bu mertebeye ermeyen insan hikmet sahibi olamaz Çünkü hikmet Allah vergisi olup hakkkında şöyle buyurulmuştur:
"Allah hikmeti dilediğine verir Hikmet verilen kimseye çokça hayır verilmiştir Bunu ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar " Bakara 2/269
Ledün ilmine nail olanlar birçok ilmi tahsil etmekten, insanî öğrenimin zahmetlerinden kurtulurlar Az öğrenip çok bilirler, az yorulup çok istirahat ederler
Ey kardeşim, bilmiş ol ki, vahyin kesilmesiyle risâlet kapısı kapanmıştır Hakikat ortaya konduktan, din tamamlandıktan sonra insanların resul gönderilmesine zaten ihtiyacı kalmamıştır Bu konuda Allah Teâlâ,
"Bugün sizin dininizi tamamladım" Mâide 5/3 (Bu âyet-i kerime en son inen ahkâm âyeti olup Veda haccının arefesinde nazil olmuştur) buyurmuştur
İnsanların ihtiyacı olan bütün ilimler açıklandıktan sonra resul gönderilmesi hikmete aykırıdır
Küllî ruhun nuru insanları aydınlatmaya devam etmekte olup, ilham kapısı kapanmamıştır Çünkü insanların daima yardıma ve uyarılmaya ihtiyacı vardır İnsanlar her an vesveselere kapıldıkları ve şehvete düştükleri için, davet ve risâlete değil, uyarılmaya muhtaçtırlar Bu sebeple Allah Teâlâ mucizevî nitelikte olan vahiy kapısını kapamış, hayatın idamesini hekimhan kolaylaştırmak maksadıyla rahmetinin tecellisi olan ilham kapısını açık bırakmıştır
Böylece Allah Teâlâ lutfunu ve dilediği kimseleri hesapsız rızıklandırdığını anlamaları için kulları arasında dereceler takdir etmiştir
alıntı
|