Prof. Dr. Sinsi
|
12 Tarikat Ve Kurucuları
12 tarikat ve kurucuları
1 12 tarikat ve kurucuları
Büyük mutasavvıflara göre tarikat tektir, o da "Tarikatı Muhammediyedir Sünnî daire içerisinde gelişen çeşitli tarikatlar aslında bu tek olan Tarikatı Muhammediyenin şubeleridir Esasta usulde ayrılık gayrlılık yoktur Teferruata ait birtakım inceliklerde, meşrepte çeşitlilik vardır Tarikatların sayısı konusunda da değişik görüşler vardır Ne kadar insan varsa o kadar yol vardır düşüncesinden hareket edenler tarikat sayısını belli bir rakamda dondurmazlar, öte yönden 12 temel büyük tarikat vardır Diğerleri bunlardan çıkmış kollarıdır görüşü yaygındır Bunlara göre 12 temel tarikat ve kurucuları ise şunlardır:
1 Kadiriyye Tarikatı, Abdül Kadir Gilâni (Ö 470-561/1077- 1161)
2 Yeseviyye Tarikatı, Ahmet Yesevi (Ö 562 H / 1166 M )
3 Rifaiyye Tarikatı, Ahmet er?Rifaî (Ö 512-578/ 1036 H )
4 Kubreviyye Tarikatı, Necmûddin el Kübra (Ö 540- 618/1145-1226)
5 Medyeniyye Tarikatı, Ebu'l Medyen b Huseyn (Ö 527-594/ 1126-1197)
6 Desükiyye Tarikatı, İbrahim ed Desûki (Ö 676/1288 )
7 Bedeviyye Tarikatı, Şeyh Ahmet Bedevi (Ö 596-675/1200- 1276)
8 Şazeliyye Tarikatı, Ebul Hasan Takuyiddin Ali b Abdullah eş Şazeli (Ö 656/1258)
9 Ekberiyye Tarikatı, Muhyiddin İbnül Arabi (Ö 560- 638/1165-1240
10 Mevleviyye Tarikatı, Mevlânâ Celalûddinî Rumi (Ö 604- 672/ 1207-1273)
11 Sa'diyye Tarikatı, Sa'duddin Muhammed el Cebbârî (Ö 792/ 1387)
12 Nakşibendiyye, Muhammed Bahauddin Nakşibendir (Ö 718?792/1318?1389) dir
N
--- Sonraki mesaj ---
Hz Abdülkadir Geylani (1078 - 1166)
İslâm alimlerinin ve velilerinin büyüklerinden Hazreti Abdülkadir Geylani, 1078 yılında İran'ın Geylan şehrinde doğdu Künyesi, Ebu Muhammed'dir Muhyiddin, Gavs-ül-a'zam, Kutb-i Rabbani, Sultan-ul-evliya, Kutb-i a'zam gibi lâkabları vardır Babası Ebu Salih bin Musa Cengidost'tur Hz Hasanın oğlu Hasan-ı Müsenna'nın oğlu Abdullah'ın soyundandır Annesinin ismi Fatıma, lakabı Ümm-ül-hayr olup seyyidedir Bunun için Abdülkadir Geylani, hem seyyid, hem şerifdir Abdülkadir Geylani, 1166'da Bağdatta vefat etti Türbesi Bağdattadır Onun için şu ibare meşhur olmuştur: "Veliler Sultanı Abdülkadir Geylani, aşk ile doğdu, kemal ile ömür sürdü ve kemal-i aşk ile Rabb'ine vasıl oldu "
Bir gün Abdülkadir Geylani?ye, "Bu işe başladığınızda, bu yola adım attığınızda, temeli ne üzerine attınız? Hangi ameli esas aldınız da böyle yüksek dereceye ulaştınız?" diye sordular
Buyurdu ki: "Temeli sıdk ve doğruluk üzerine attım Asla yalan söylemedim Yalanı kağıda bile yazmadım ve hiç yalan düşünmedim İçim ile dışımı bir yaptım Bunun için işlerim hep rast gitti Çocuk iken maksadım, niyetim, ilim öğrenmek, onunla amel etmek, öğrendiklerime göre yaşamaktı Küçüklüğümde Arefe günü çift sürmek için tarlaya gittim bir öküzün kuyruğundan tutunup, arkasından gidiyordum Hayvan dile geldi ve dönüp bana; "Sen bunun için yaratılmadın ve bununla emrolunmadın" dedi Korktum, geri döndüm Evimizin d***** çıktım Gözüme, hacılar gözüktü Arafat'ta vakfeye durmuşlardı Anneme gidip; "Beni Allahü teâlânın yolunda bulundur İzin ver, Bağdat'a gidip ilim öğreneyim Salih zatları ve evliyayı bulup ziyaret edeyim" dedim Annem sebebini sordu, gördüklerimi anlattım Ağladı, kalkıp babamdan miras kalan seksen altının yarısını kardeşime ayırdı Kalanını bana verip, altınları elbisemin koltuğunun altına dikti Gitmeme izin verip, her ne olursa olsun doğruluk üzere olmamı söyleyip, benden söz aldı "Haydi Allah selamet versin oğlum Allahü teâlâ için ayrıldım Artık kıyamete kadar bir daha yüzünü göremem" dedi Küçük bir kafile ile Bağdat'a gitmek üzere yola çıktım Hemedan'ı geçince, altmış atlı eşkıya çıka geldi Kafilemizi bastılar Kervanı soydular İçlerinden biri benim yanıma geldi "Ey derviş! Senin de bir şeyin var mı?" diye sordu "Kırk altınım var" dedim "Nerededir?" dedi "Koltuğumun altında dikili" dedim Alay ediyorum zannetti Beni bırakıp gitti Bir başkası geldi, o da sordu Fakat, o da bırakıp gitti İkisi birden reislerine gidip, bu durumu söylediler Reisleri beni çağırttı Bir yerde, kafileden aldıkları malları taksim ediyorlardı Yanına gittim "Altının var mı?" dedi "Kırk altınım var" dedim Elbisemin koltuk altını sökmelerini söyledi Söküp, altınları çıkardılar "Neden bunu söyledin?" dediler "Annem, ne olursa olsun yalan söylemememi tembih etti Doğruluktan ayrılmayacağıma söz verdim Verdiğim sözde durmam lazım" dedim Eşkıya reisi, ağlamaya başladı ve; "Bu kadar senedir ben, beni yaratıp, yetiştiren Rabbime verdiğim sözü bozuyorum" dedi Bu pişmanlığından sonra tövbe edip, haydutluğu bıraktığını söyledi Yanındakiler de, "İnsanları soymakta, yol kesmede sen bizim reisimiz idin, şimdi tövbe etmekte de reisimiz ol" dediler Sonra, hepsi tövbe ettiler Kafileden aldıkları malları sahiplerine geri verdiler İlk defa benim vesilemle tövbe edenler, bu altmış kişidir "
Abdülkadir Geylani, Bağdat'a geldi ve buradaki meşhur alimlerden ders almak suretiyle hadis, fıkıh ve tasavvuf ilimlerinde çok iyi yetişti İlim tahsilini tamamlayıp yetiştikten sonra, vaaz ve ders vermeye başladı Hocası Ebu Said Mahzumi'nin medresesinde verdiği ders ve vaazlarına gelenler medreseye sığmaz sokaklara taşardı Bu sebeple, çevresinde bulunan evler de ilave edilmek suretiyle medrese genişletildi Bu iş için Bağdat halkı çok yardımcı oldu ve zenginler para vererek, fakirler çalışarak yardım ettiler Derslerine devam edenler arasında pek çok alim yetişti
Abdülkadir-i Geylani, bir müddet ders verip, hak ve hakikatı anlattıktan sonra, ders ve vaaz vermeyi bıraktı İnzivaya çekilip, yalnızlığı seçti Sonra sahralara çıktı Bağdat'ın Kerh harabelerinde yaşamaya başladı Bütün vaktini ibadet, riyazet ve mücahede ile nefsinin arzu ve isteklerini yapmamak, istemediklerini yapmakla geçirmeye başladı
Buyurdu ki: ?Irak'ın sahra ve harabelerinde 25 sene insanlardan uzak kaldım Benim kimseden, kimsenin benden haberi yoktu Bazen uzun müddet yemezdim ve "açım açım" diye içimin feryadını duyardım Bazen üzerime öyle ağırlıklar gelirdi ki, bunlar bir dağın üstüne konsa, tahammül edemeyip, paramparça olurdu Bu sırada; "Muhakkak zorlukla beraber bir kolaylık vardır, şüphesiz zorlukla beraber kolaylık vardır" mealindeki İnşirah sûresinin beşinci ve altıncı âyet-i kerimelerini okuduğumda üzerimdeki ağırlıklar dağılıp, giderdi "
Devrinin ilim konusunda tek otoritesi olan Abdülkadir Geylani, tasavvuf bilgilerini herkesin anlayacağı şekilde sundu Ders ve fetva vermeye yirmi sekiz yaşında başladı ve bu hal altmış yaşına kadar devam etti Tasavvuftaki yoluna onun ismine izafeten "Kadiriyye" adı verildi ve O?ndan ilim ve feyz alan binlerce öğrencisi çeşitli memleketlere giderek İslamiyeti anlattılar Maddi ve manevi ilimlerdeki derinliği ve üzerindeki manevi lütuf ve rahmetle dinin esaslarını yeniden dirilttiği için kendine "dinin dirilticisi" anlamında "Muhyiddin" denmiş, O da bu ismi Endülüs'te dünyaya gelen ve "Şeyhül Ekber" namıyla ün salan manevi evladıİbni Arabi'ye vermiştir
Abdülkadir Geylani hazretlerinin insanları gafletten uyaran, kendilerine gelmesine vesile olan pek çok sözü vardır Bunlardan bazıları şunlardır:
"İnsanlara rehberlik eden kimsede şu hasletler bulunmazsa, o rehberlik yapamaz Kusurları örtücü ve bağışlayıcı olması, şefkatli ve yumuşak olması, doğru sözlü ve iyilik yapıcı olması, iyiliği emredip, kötülüklerden men edici olması, misafirperver ve geceleri insanlar uyurken ibadet edici olması, âlim ve cesur olması "
"Şükrün esası, nimetin sahibini bilmek, bunu kalp ile itiraf etmek ve dille söylemektir "
"Kalp dünya arzularından birine bağlı kaldığı ve geçici lezzetlerden birinin peşine takılıp gittiği müddetçe, imkanı yok, ahireti sevmiş olamaz "
"Ey zavallı! Sana fayda vermeyen şeyler hakkında konuşmayı bırak Dünya ve ahirette sana fayda verecek işlerle uğraş Boş işlerle uğraşmayı bırak Kalbinden dünya düşüncelerini çıkar Çünkü yakında dünyadan alınacak, ahirete götürüleceksin Dünyada rahat ve hoş bir hayat arama Hz Muhammed (S A V );"Hayat, ahiret hayatıdır"buyurdu "
"Allahü teâlâdan dünya ve ahiretin hayırlarını iste Sakın; "Ben istiyorum Fakat Allahü teâlâ vermiyor, ben de bundan sonra istemeyeceğim " deme Duaya devam et Eğer istediğin şey ezelde senin için takdir edilmiş ise, Allahü teâlâdan istedikten sonra, Allahü teâlâ onu sana gönderir Eğer istediğin o rızık ezelde senin için takdir edilmemiş ise, Allahü teâlâ seni o şeye muhtaç kılmaz ve kendinden gelenlere rıza gösterme nimetini ihsan eder Eğer Allahü teâlâ senin için fakirlik ve hastalık dilemiş ise, sen de Allahü teâlâya fakirlikten ve hastalıktan kurtulman için yalvarırsın O zaman Allahü teâlâ sana razı ve memnun olacağın bir hal verir Eğer, ezelde borçlu olmak takdir edilmişse ve sen de borçtan kurtulmak için dua edersen, Allahü teâlâ alacaklıyı sana kötü muamele etme halinden vaz geçirir Hatta borcundan azaltma veya hepsini bağışlama haline çevirir Eğer dünyada borçlu halden kurtarmazsa buna karşılık sana bol sevap verir "
"Acele etme Acele eden, ya hata yapar veya hatalı duruma yakın olur Ağır ve temkinli hareket eden, o işte ya isabet kaydeder veya isabet etmeye yaklaşır Acele şeytandandır Ağır ve temkinli hareket etmek Allahü teâlâdandır Umumiyetle aceleye sebep, dünyalık toplama hırsıdır Kanaat sahibi ol Kanaat bitmeyen bir hazinedir "
"Halinizden şikayette bulunmayın Sabredin, feryat etmeyin Doğruluk üzere devam edin İsteyin, istemekte bıkkınlık göstermeyin İçinde bulunduğunuz istenmeyen hallerden dolayı ümitsizliğe düşmeyin Daima ümitli olun Birbirinize düşman değil, kardeş olun Birbirinize buğz etmeyin Allahü teâlâya, rızası için yapılan sabırlar ve tahammüller, asla karşılıksız kalmaz Onun için bir an olsun sabrediniz, mutlaka, senelerce bu sabrın mükafatını görürsünüz Ömrü boyunca kahraman lakabıyla meşhur olan, bu lakabı, bir anlık cesareti neticesinde kazanmıştır Allahü teâlâ Kur'an-ı kerimde mealen; "Şüphesiz ki, Allah sabredenlerle beraberdir" buyuruyor (Bekara suresi: 153)
"Hayatta olduğunuz müddetçe, ömrü fırsat biliniz Bir müddet sonra hayat kapısı kapanacak, bu dünyadan ayrılacaksınız Gücünüz yettiği müddetçe hayırlı işler yapmayı ganimet biliniz Tövbe kapısı açıkken ve elinizde bu imkan varken bunu fırsat biliniz Tövbe ediniz Dua etmeye imkanınız varken, dua ediniz Salih kimselerle beraber olmayı fırsat biliniz "
"Mümin kimse küçük günahları da büyük görür Hz Muhammed (S A V ); "Mümin kimse, günahını dağ gibi görüp, kendi üzerine düşeceğinden korkar Münafık ise, günahını burnu üzerine konan ve hemen uçan sinek gibi görür" buyurdu "
--- Sonraki mesaj ---
SEYYİD AHMED EL BEDEVİ
Ebü?l ? Fityan Ahmed b Ahmed b İbrahimel ? Fasi et ? Tantavi el ? Bedevi
Yüzünü Afrika bedevileri gibi örttüğü için el ? Bedevi, cesur ve atılgan bir genç olduğu için de el ? Attab ve Ebü?l Fityan lakaplarıyla tanındı
SOY SECERESİ : İmam ? Raşid Ali , Şehid İmam Hüseyin , İmam Ali Zeynel?Abidin , İmam Muhammed Bakır , İmam Cafer-i Sadık , Seyyid İmam Musa Kazım , Ali Rıza , Muhammed , Ali , Hasen , Muhammed Cevad , Ali , İsa , Yahya , Musa , Muhammed , Hüseyin , Osman , Ali , Ömer , İsmail , Ebu Bekir , Muhammed , İbrahim , Ali , Ahmed Ahmed el Bedevi hem seyyid hem şeriftir
TARİKAT SİLSİLESİ : İmam ? Raşid Ali , Hasan Basri , Şeyh Ebu Muhammed Cabir ,Şeyh Mervan , Ebu Muhammed , Şeyh Saad , Ebu Kasım Ahmed Mervani , Ebu İshak İbrahim Basri , Zeynüddin Kazvini , Muhammed Şemsüddin , Şeyh Tacüddin , Nureddin Ebul Hasan Kudüs , Takıyüddin Fukay , Abdurrahman Nedevi , Abdüsselam Bin Beşiş , Seyyid Ahmed El Bedevi
DOĞUMU : Ahmed el Bedevi 596 da (M 1200 ) Fas?da doğdu Babası Ali bin İbrahim , annesi Fatıma binti Muhammed ? dir Ecdadı 73 ( M 692 ) senesinde Arabistan?da çıkan karışıklıklar üzerine Fas şehrine hicret etti
GENÇLİĞİ : Ahmet el Bedevi hazretleri ailesi ile birlikte 603 ( m 1206 ) senesinde Fas şehrinden yola çıkıp 607 ( M 1210 ) senesinde Mekke-i mükerremeye geldiler Orada bir müddet kaldılar Babası orada vefat etti
Gençliğinde zahiri ilimlerle meşgul oldu Kur?an-ı Kerim?i ezberledikten sonra Kıraat ilmine ilgi duydu ve Kur?an-ı kıraat-ı seb?a ( Kur?an-ı Kerim?in yedi şekilde okunması ) üzere okumayı öğrendi Daha sonra fıkıh tahsil etti Şafii fıkhında derinleşti İlim öğrenmek için çeşitli beldeleri dolaştı Oralarda bulunan büyük Alimlerin sohbetlerinde bulundu
1230 yılına doğru dini ? ruhani hayatında bazı değişiklikler oldu İnsanlardan uzaklaşarak dünya kelamı etmemeye ve meramını işaretlerle anlatmaya başladı Bu sıralarda bir rüya gördü Bu rüyada kendisine şöyle deniliyordu
- Kalk, önce güneşin doğuşunu ara  Sonrada batışını  Doğusuna vasıl olunca, batısını aramaya başla  Batısına vasıl olduktan sonra da doğusunu
Üç defa gördüğü bu rüya üzerine büyük kardeşi Hasan ile birlikte Irak?a gitti Burada Abdülkadir-i Geylani ve Ahmed er Rufai hazretlerinin kabirlerini ziyaret etti Bu arada Hallac-ı Mansur, Adi b Müsafir, Sırri ?yi Sekati, Maruf-i Kerhi, Cüneyd-i Bağdadi gibi meşhur sufilerin kabirlerinide ziyaret etti Bu ziyaretler onun manevi aleminde yeni ufuklar açtı
Bir müddet Bağdat?ta kaldıktan sonra Mekke?ye döndü Mekke?de nefsi ile savaşa koyuldu Gündüzleri oruç tutuyor Geceleri sabahlara kadar namaz kılıyor niyaz ediyordu
634 ( M 1236 ) senesinde rüyasında Mısır?ın Tanta şehrine gitmesi işaret olundu Ve yola koyuldu
Kahire?ye geldiğinde Mısır Sultanı Baybars onu askeri ile karşıladı ve devlet töreni ile ağırladı Daha sonra da ona intisab ederek talebelerinden oldu
Tanta?ya vardığın da doğru İbn-i Sata?nın (İbn-i Şuhayt ) evine vardı Ve hiç oyalanmadan evin d***** çıktı Bütün gün akşama kadar , geceleride sabahlara kadar orada kalır aşağıya inmezdi Gözlerini semaya diker öylece kalırdı Bu aylarca sürdü Gözlerinin beyazı kıpkırmızı oldu Güneşe fazla baktığından gözlerinde ağrılar başlamıştı
Bir gün Feyş?el-Minare adlı beldeye gitti Gittiği yerde çocuklar peşine takıldı O çocukların arasında kendisine kırk yıl hizmet edecek ve vefatından sonra yerine geçecek olan Abdül?al bin Fakih ve onun kardeşi Abdülmecid?de vardı
Başta peşine takılan çocukların arasından Abdül?al? ı seçti Ona gözünün ağrıdığını ve bir yumurta getirmesini söyledi Abdül?al:
- Yumurtayı bir şartla getiririm, üzerindeki yeşil fermanı verirsen ( bazı kaynaklarda yeşil bir değnek olarak geçer )
Ahmed el Bedevi hazretleri yeşil fermanı verdi Abdül?al elinde yeşil kağıt doğru anası na gitti ve şöyle dedi
- Şurada bir bedevi var, gözüne ağrı girmiş Benden yumurta istedi ve şu fermanı da bana verdi
Abdül?al?ın annesi ; - Evladım şimdi bizde yumurta yoktur O fermanı da git hemen sahibine ver, dedi
Abdül?al geri döndü ve Ahmed el Bedevi hazretlerine annesinin dediklerini söyledi Bunun üzerine Ahmed el Bedevi ; - Hemen Savmia? ya git oradan bana bir yumurta al gel Abdül?al Savmia?ya gitti ve hayretler içerisinde orayı yumurta dolu olarak buldu Bir tanesini alıp geldi Bu hadiseden sonra Abdül?al , Ahmed el Bedevi hazretlerine tabii oldu ve onun yanından hiç ayrılmadı
Ne varki annesi buna razı değildi ;- Nereden çıktı bu bedevi ?  Bize uğursuz geldi diye söylenir oldu Abdül?al?ın annesinin bu sözünü Bedevi hazretleri duyunca şöyle dedi   Bedevi bize hayırdır , uğurdur  deseydi daha iyi olurdu Daha sonra Bedevi hazretleri ona bir mektup yolladı Bu mektupta ; - Abdül?al sevr hadisesinden beri benim oğlumdur Diyordu
Bu hadise şöyle olmuştu : Abdül?al daha memede iken annesi onu öküz yemliğine yatırmış ve başka bir işle meşgul olmağa başlamıştı Bu sırada öküz ahıra sokularak başını yemliğe daldırmış ve boynuzu çocuğun kundağına takılarak onu havaya kaldırmıştı Boynuzda asılı kalan çocuğu kurtarmaya çalışmışlar ama öküz kimseyi yanına yaklaştırmamıştı İşte o anda bir el belirdi ve Abdül?al?ı kurtardı Bu el o anda kendisi Bağdad?da bulunan Ahmed el Bedevi hazretlerinin eliydi ve Allah?ın izni ile Abdul?al?ı kurtarmıştı Abdül?al?ın annesi bu hadiseyi hatırladı ve söylediklerinden pişman oldu ve o da Ahmed el Bedevi ye bağlandı
Seyyid Ahmed el Bedevi hazretleri, zamanla herkes tarafından tanındı Her tarafta meşhur oldu Tanınan, bilinen alimler gelip kendisine talebe oldular Devamlı zikir ve murakabe halinde idi Hiç evlenmedi Evlenmesini teklif edenlere : ? Lütfen beni kendi halime bırakınız Cennet hurilerinden başka biri ile evlenmemeye azmettim ? derdi Dünya malının , onun kalbinde yeri yoktu Zamanın alimleri kendisini övmüş ve ona tabi olmuşlardır Kendisi hakkında : ? Seyyid Ahmed-i Bedevi, sahili görülmeyen bir hakikat ve irfan denizidir ? demişlerdi
Seyyid Ahmed el Bedevi hazretleri talebelerini teveccüh ve nazar ederek terbiye eder hiç konuşmazdı Halifesi olan Abdül?al dışarıdan , cahil, manevi terbiyeden mahrum gafil birini Ahmed el Bedevinin huzuruna getirince, hemen bir kere nazar buyurur, o kimse manevi haller ve yüksek dereceler ile dolmuş olurdu Ve ondan sonra irşad vazifesi ile başka illere gönderilirdi
Seyyid Ahmed el Bedevi hazretleri daima yüzü peçeli gezerdi Onun yüzünü gören pek azdı Hiç göremeyenlerde vardı Müridi olan Abdülmecid onun yüzünü görmek istiyordu Bir gün dayanamadı arzusunu bildirdi Onun bu isteğine karşılık Bedevi hazretleri ;
- Ey Abdülmecid , yüzüme bir kere bakmak bir cana bedeldir, haberin olsun
Abdülmecid ; - Ey efendim tek bir kere göreyim , o vakit ölüme razıyım
Ahmed el Bedevi hazretleri bu ısrar üzerine onu kıramadı ve yüzündeki örtüyü şöyle hafifçe kaldırdı O nurlu yüzü gören Abdülmecid, bir nara atarak ruhunu teslim etti
Seyyid Ahmed el Bedevi hazretleri , uzun boylu , buğday tenli , yüzü büyük bacakları etli ve kalın , gözleri sürmeli kolları uzundu Yüzünde geçirdiği çiçek hastalığından kalma üç nokta vardı Devamlı yüzü örtülü ve hırka giyerdi Giydiği elbiseyi ve başına sardığı amameyi eskiyip gidinceye kadar çıkarmazdı Eskidikten sonra yenisi getirilir , onu alır giyerdi Amamesi her yıl mevlid?i nebevi mevsiminde halife tarafından verilir ve giydirilirdi
Kırk yıl ona hizmet eden ve o vefat ettikten sonra yerine vekalet eden müridi Abdül?al a söyledikleri şöyle idi
Allahü tealayı zikretmek kalb ile olur, sadece dil ile olmaz Allahü tealayı hazır bir kalb ile an ! Allahü tealadan gafil olmaktan sakın ! Çünkü gaflet kalbi katılaştırır Sabır Allahü tealanın hükmüne rıza göstermektir O?nun hükmüne rıza göstermek ve emrine teslim olmak demek, nimete kavuştuğunda sevinip ferah duyduğu gibi , musibet ve sıkıntı geldiğinde aynı sevinç ve ferahlığı duyabilmek demektir Nitekim Allahü teala, Bakara suresinin 155 nci ayet-i kerimesinde mealen, Peygamber efendimize ( S A V ) hitaben ; ? Ey habibim ! musibet ve ezaya sabredenlere lütuf ve ihsanlarımı müjdele? buyuruyor Zühd sahibi olmak, dünyaya düşkün olmamak demek, dünyevi arzu ve istekleri terk etmek suretiyle, nefse muhalefet etmektir Harama düşmek korkusundan dolayı, yetmiş tane helali terk etmektir Tefekkür etmenin hakikati , Allahü tealanın yarattıkları hakkında düşünmek, fakat Allahü tealanın zatı hakkında düşünmemektir Allahü tealanın kullarından birine bir musibet gelse, bunun için sakın sevinme ! Gıybet ve dedikodu yapma ! İnsanlar arasında söz taşıma ; sana eziyet vereni, zulmedeni affet ! Kötülük yapana iyilik et ! Sana vermiyene ver
Sadık olan fakir, hiç kimseden bir şey istemez Eğer kendisine bir şey verilirse teşekkür eder, verilmezse sabreder Sünnet-i seniyye üzere yürür Bunlar bizim yolumuz üzere yürüyenlerin alametleridir Yalan konuşmamak, Kötü iş ve sözde bulunmamak , haramlara bakmamak, madden ve manen temiz olmak, Allahü tealadan korkmak, zikre ve tefekküre devam etmek yolumuzun esaslarındandır Hasan-i Basri hazretleri buyuruyorki : ? Sadık olan fakirlerle birlikte bulunmakla bazı meseleler öğrendimki bunlar, hikmet cevherlerindendir ? ? İlmi olmayan kimsenin dünyada da ahirette de hiçbir kıymeti yoktur Hilmi ( yumuşaklığı ) olmayan kimseye, ilmi faide vermez Allahü tealanın kullarına şefkat etmeyen kimseye, Allahü teala katında şefaat yoktur Sabırlı olmayan kimseye, işlerinde selamet yoktur Takvası , Allahü tealadan korkması, haramlardan sakınması olmayan kimsenin, Allahü teala indinde hiçbir kıymeti yoktur Bu altı hasletten nasibi olmayan kimsenin, cennette yeri yoktur
Seyyid Ahmed el Bedevi hazretleri 1236 yılında Tanta?ya yerleştikten sonra hayatının geri kalan kısmını burada geçirdi 12 Rebiülevvel 675 te ( 24 ağustos 1276 ) burada vefat etti
Kaynaklar, Seyyid Ahmed el Bedevinin doğum yıldönümünün törenlerle kutlandığını, yılda üç defa onun için mevlid okunduğunu, fakat bazı alimlerin ve devlet adamlarının baskısı ile zaman zaman bu törenlerin yapılamadığını haber verir Fakat bunların arasında Melik Baybars onun talebesi olmuş, Sultan Kayıtbay?da Bedevi hazretlerinin türbe ve makamını tamir ettirip genişletmiştir Bu yakın ilgi sebebi ile , Bedevi dergahında halife olan kişi uzun yıllar Memlük sultanlarının merasim alaylarında özel bir yere sahip olmuştur Tanta ? da Sultan Kayıtbay devrinde Ahmed el Bedevi adına tesis edilen ve Nizamiyye, Müstansırriye ve Ezher medreselerinin bir örneği olan Ahmediyye medresesinden Memluklar ve Osmanlılar devrinde bir çok alim yetişmiştir
Seyyid Ahmed el Bedevi?nin Kuzey Afrika ve özellikle Mısır?ın dini-tasavvufi hayatında derin izleri vardır Mısır halkı tarafından aynı zamanda büyük bir kahraman ve kurtarıcı olarak tanınmış, Hıristiyanların elinde Müslümanları kurtardığına inanıldığı için ? mücibül-üsara min biladi?nnasara ? lakabını almıştır Ayrıca bedeviyye tarikatı mensuplarının Haçlılara karşı verdikleri çetin mücadelede bilinmektedir
Ahmed Rıfâî
Evliyânın büyüklerinden
Rıfâiyye yolunun reîsidir İmâm-ı Mûsâ Kâzım’ın evlâdından olup seyyiddir Bu îtibârla Peygamber efendimizin soyundandır Benî-Rıfâe kabîlesinden olması sebebiyle Rıfâî denildi Anne tarafından da, Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî’ye (r anh) dayanır Bunun için kendisine Zül-Alemeyn yâni iki sancak sahibi künyesi verilmiştir Ebü’l-Abbâs da denir Babası Irak’a gelerek, Basra civarında Arz-ul Betâih’deki Ümm-i Ubeyde mevkiine yerleşmişti Seyyid Ahmed Rıfâî, 1118 (H 512) senesinin Receb ayında bir Perşembe günü doğdu 1182 (H 578) senesi Cemâzil-evvel ayının yirmiikisinde, Perşembe günü ikindi vaktinde, altmış altı yaşında iken vefât etti
Ahmed Rıfâî hazretlerinin dayısı, büyük âlim Mensur (r aleyh) şöyle anlattı: “Bir gün manevî âlemde Peygamber efendimizi gördüm Bana; “Ey Mensur! Kız kardeşinin kırk gün sonra Ahmed isminde bir çocuğu olacak Onu Aliyy-ül-Kârî Vâsıtî’nin terbiyesine teslim et Bu zât, Allah indinde azîzdir, sakın ihmâl etmeyiniz” buyurdular Tam kırk gün sonra Ahmed dünyâyı teşrif etti ”
Ahmed Rıfâî (r aleyh) yedi yaşında iken babası vefât etti Onu, dayısı Mensur Betaihî, husûsî bir ihtimam ile büyüttü, ilim öğretti Önce Kur’ân-ı kerîmi ezberledi Kur’ân-ı kerîm hocası Abdülmelik Harnûtî’dir Ahmed Rıfâî (r aleyh) anlattı: “Henüz yedi yaşında idim Allahü teâlânın zâtına ve sıfatlarına ait bilgilerde mârifet sahibi olan hocam Abdülmelik Harnûtî’yi ziyârete gittim Bana şöyle nasîhat etti: “Ey Ahmed! Sana diyeceğim şeyleri hafızanda tut, ezberle ve hiç unutma!” Ben de; “Peki efendim” dedim Buyurdu ki: “Başkalarına iltifat edip gezen, hedefine varamaz ve hakîkate kavuşamaz Şüpheden kurtulamıyanın, dünyevî düşüncenin, nefsî arzularının peşinde koşanın; Felaha, hidâyete kavuşması mümkün değildir Bir kimse, kendi kusur ve noksanını bilmiyorsa, bütün zamanı noksan geçer ” Bu kıymetli sözleri hemen ezberledim Bir yıl bu sözlere göre amel ettim Bir yıl sonunda yine nasîhat istediğimde; “Hakîkî âlimleri, evliyâyı tanıyamamak çok kötüdür Tabîbin hasta olması ne fenâ, akıllı kimsenin câhil kalması ne kötüdür” buyurdular
Ahmed Rıfâî (r aleyh) çocukken bir velîler topluluğunun yanından geçiyordu Hepsi, kendisine bakıyorlardı Birisi “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah, bu mübarek ağaç (çocuk) büyümeye başladı” dedi İkincisi; “Biraz sonra dallanır”, üçüncüsü; “Kısa zamanda gölgesi etrafa yayılır”, dördüncüsü; “Çok geçmeden meyve verir ve ay gibi etrafa ışıklarını salar”, beşincisi; “Yakında, insanlar onun kerâmetlerini, fevkalâde hâllerini görürler”, altıncısı; “Pek kısa zamanda şânı yücelir”, yedincisi; “Onun talebeleri pek fazla olur” diye söyleştiler
Ahmed Rıfâî’yi (r aleyh) dayısı, bir müddet sonra, büyük âlimlerden ilim öğrenmek üzere Vâsıt şehrine gönderdi Vâsıt’a göndermesinin sebebi, rüyada Peygamberimizin emr-i şerîfleri idi İslâm âlimleri umumiyetle Vâsıt’a gelir, talebelere ders verirlerdi O zaman büyük âlim Aliyy-ül-Kârî Vâsıtî hazretleri ve Ebû Bekr el-Ensârî el-Vâsıtî hazretleri de, Vâsıt’ta bulunuyordu Bunlar, Ahmed Rıfâî’yi (r aleyh) öyle yetiştirdiler ki, tasavvufta zamanının bir tanesi oldu Aliyy-ül-Kârî, 1182 (H 578)’de vefât etti 1607 (H 1016)’da vefât eden Aliyy-ül-Kârî başkadır ki, bu, hakîkî Ehl-i sünnet âlimlerine dil uzatmıştır Ahmed Rıfâî, Aliyy-ül-Kârî ve Ebû İshak Şîrâzî hazretlerinden bütün ilimleri öğrendi Büyük bir fıkıh, hadîs, tefsîr âlimi oldu Tasavvufta emsaline az rastlanacak büyük vilâyet derecelerine kavuştu Allahü teâlânın emirlerini harfiyyen yapar, yasaklarından titizlikle kaçardı Bildikleriyle amel eder ve başkalarına da tavsiyede bulunurdu
Ahmed Rıfâî hazretlerinin, namaz kılarken benzi sararır, kendinden geçerdi Gönlünde hissettiklerini, zahirinden tâkib etmek mümkündü Fakat heybetinden kimse cesaret edip soramazdı Bir gün; “Namaza kalktığım zaman, sanki Allahü teâlâ bana Kahhâr sıfatıyla tecellî edecek diye korkuyorum” buyurdu
Seyyid Ahmed Rıfâî (r aleyh); alçak gönüllü olup meclislerde baş köşeye geçmezdi Dâima az konuşur ve; “Sükûtla emr olundum” derdi Konuştuğunda kalpleri harekete getirir, sohbetine doyulmazdı Konuşmasını uzaktakiler, hattâ sağırlar bile duyardı Yemeği soğutarak yerdi Kendisine âid olan misafir konağı, her gün dolup taşar, günde iki öğün yemek çıkardı Yolda her rastladığı kimseye, hattâ çocuklara bile selâm verirdi, Hâsta ziyâretine önem verir, ihtiyarlara, âmâlara ve sıkıntıda olanlara yardımcı olurdu Peygamber efendimizin; “Kim saçı-sakalı ağarmış müslüman bir kimseye ikram ederse, Allah da ona ihtiyarladığında hürmet ve ikramda bulunacak kimseleri vazifelendirir, ona ikrâm ederler” hadîs-i şerîfinde bildirildiği gibi hareket etmeyi düstûr edinmişti
Ahmed Rıfâî’nin (r aleyh) talebelerinden iki tanesi birbirlerini çok severlerdi Bu yakınlıklarından ve duydukları manevî hazdan dolayı kendilerinden geçerlerdi Bir gün böyle bir anda, biri ellerini kaldırıp; “Yâ Rabbî! Cehennem’den âzâd olduğuma dâir bu âciz kuluna bir alâmet gönder” deyiverdi Öbürü; “Hak teâlânın keremi çoktur, fadl ve ihsânı hududsuzdur” dedi Böyle konuşurlarken, aniden gökyüzünden beyaz bir kâğıt indi Kâğıdı aldılar İçinde bir yazı göremediler Seyyid Ahmed’in (r aleyh) huzuruna geldiler Hâllerini anlatmayıp, o kâğıdı verdiler Kâğıda bakınca, Allahü teâlâya secde etti Secdeden başını kaldırınca; “Allahü teâlâya hamd olsun ki, talebelerimin Cehennem’den âzâd olduğunu, âhıretten önce, dünyâda bana gösterdi” buyurdu “Efendim, bu kâğıt beyazdır” dediler Buyurdu ki: “Kudret eli, siyah ile yazmaz Bu, nûr ile yazılmıştır ”
Bir gün Ahmed Rıfâî’nin (r aleyh) paltosunun eteğinde, evin kedisi gelip uyudu Namaz vakti geldiğinde kediyi uyandırmağa kıyamadı Bir müddet onu şefkatle seyretti Uyanmayacağını anlayınca, kedinin yattığı yeri kesti O haliyle kalkıp namaza gitti Geldiğinde kedi uyanıp oradan gitmişti Kesik parçayı paltosuna tekrar dikti Öyle ki, kesildiği yer hiç belli değildi
Ahmed Rıfâî hazretleri, bir gün etrafına toplanan yakınlarına; “İçinizde, benim bir ayıbımı, kusurumu görüp de söylemeyen var mıdır? Varsa lütfen söyleyiniz” buyurdular Oradakilerden biri; “Efendim, ben sizde bir kusur görüyorum” dedi Bunu işiten Seyyid hazretleri hiç üzülmedi, söyleyeni kınamadı ve; “Ey kardeşim! Lütfen kusurumu söyleyiniz” buyurdu O kimse; “Bizim gibi size lâyık olmayan kimseleri huzurunuza kabul buyurmanızdır” deyince, başta Ahmed Rıfâî (r aleyh) olmak üzere oradakiler ağlamaya başladılar Bir ara Ahmed Rıfâî; “Hepinizden daha aşağı olduğumu biliyorum ve sizlerin hizmetçinizim” buyurarak, onları tesellî edip, tevâzû gösterdiler
İbrâhim Bestî isminde bir kimse, Ahmed Rıfâî hazretlerini hiç sevmezdi Hakkında uygun olmayan çirkin şeyler söylerdi Bir gün hakaret dolu bir mektup yazıp, gönderdi Ahmed Rıfâî (r aleyh) getiren kimseye mektubu sesli okumasını söyledi O kimse, her türlü iftiranın bulunduğu bu mektubu okuyunca, Seyyid hazretleri, sükûnetle dinlediler ve; “Doğru söylemiş Eğer Allahü teâlânın indinde şüpheli bir durumum yoksa, insanların bana ettiği iftiralara hiç aldırış etmem” buyurdular ve mektubuna cevap olarak şunları yazdırdılar: “Muhterem İbrâhim Bestî hazretleri, Allahü teâlâ beni dilediği gibi ve istediği yerde yarattı Sizin doğruluğunuza güveniyorum Hayır duâlarınızdan beni mahrum bırakmamanızı ve haklarınızı helâl etmenizi yüksek zâtınızdan istirham ediyorum ” Bu tevazu dolu mektubu alan İbrâhim Bestî çok şaşırdı Yüzünü yerlere sürüp dışarı çıktı ve kendisinden hiç haber alınamadı
Fıkıh âlimlerinden Yûsuf Ebû Zekeriyyâ (r aleyh), Ahmed Rıfâî hazretlerini ziyâret için Ümm-i Ubeyde kasabasına gitti Burada gördüklerini şöyle anlattı: “Seyyid Rıfâî hazretleri binlerce kişiye câmide vâz ü nasîhat veriyordu Nasîhat ederken, cemâatteki âlimler, kendisine anlaşılması ve cevaplandırılması güç suâller sordular Seyyid hazretleri her sorunun cevâbını ânında ve en ince teferruatına kadar açıklıyordu Bütün sorulara cevap verdi Dayanamadım, suâl soranlara: “Yeter artık Ne kadar sorarsanız sorunuz, hepsine cevap verileceğini anlamadınız mı?” dedim Bu sözüm üzerine Seyyid Ahmed Rıfâî (r aleyh) tebessüm edip; “Ey Ebû Zekeriyyâ! Dünyâ fânîdir Bırakınız ben hayatta iken sorsunlar” buyurdular “Bu dünyâ fânîdir” buyurduğunda, binlerce cemâat fevkalâde heyecana kapıldı, içlerinden beş kişi orada vefât etti Orada hazır bulunanlardan ibâdetlerini tam yapmayan bir çok kimse tövbe edip doğru yola geldi ”
Ahmed Rıfâî hazretleri, bir gün nasîhat ederken şöyle buyurdular: “Allahü teâlâ, bir kimseyi evliyâlık makamlarına çıkarmak dilerse, önce ona kendi nefsini terbiye etme vazifesini verir Eğer nefsini terbiye etmeyi başarır, doğru yola kavuşursa, ona başka bir vazife verir Bu defâ çoluk-çocuğunu doğru yola getirme, terbiye etme vazifesini verir O da onlara iyilik eder, iyi geçinirse, bu seferde komşularını ve o mahallede bulunanları doğru olan hak yola getirme vazifesini verir Şayet onlara da iyilik eder, yardımcı olur, iyi geçinirse, vazifesi yine değiştirilir Bulunduğu bölgenin idaresi kendisine verilir Onlarla da iyi geçinirse, bu defâ memleketinin idaresi kendisine verilir Bunu da başarır, dînin emirlerini yapar, yasaklarından şiddetle kaçınır, Allahü teâlâyı unutmaz ise, mevkîi biraz daha yükseltilir Bu defa, yer ile gök arasındakilerin idaresi kendisine verilir Buradaki varlıkların sayısını ancak Allahü teâlâ bilir Bütün bunlar, birer imtihandır Hepsinde başarı kazanırsa, yükselmeye başlar Yüksek makamlara kavuşup Gavslık makamı verilir (Resûlullah efendimize tam uyan bir kimse, ona uymakla nübüvvet dereçelerini bitirince, İmâmet makamı verilir Vilâyet-i kübrâ derecelerini bitirene Hilâfet makamı verilir Zıl derecelerinde imâmmet mak***** uygun olan, Kutb-i irşâd makamıdır Hilâfet mak***** uygun olan da, Kutb-i medâr makâmı’dır Aşağıda bulunan bu iki makam, sanki, yukarıda olan o iki makamın zıllı gibidirler Gavs, kutb-i medardan başkadır (daha üstündür) Kutb, işlerinin bir çoğunda Gavs’dan yardım ister, Ebdâlin makamlarına getirilmesinde Gavs’ın da te’siri vardır Bu, Allahü teâlânın öyle bir ihsânıdır ki, dilediğine verir Allahü teâlânın ihsânları pek çoktur )
Seyyid hazretlerinin hayâtı hep dîne hizmet ile geçti Bid’at sahiplerine nasîhat eder, gittikleri yolun bozukluğunu bildirir, kurtuluşlarına vesîle olurdu İnsanların hidâyete kavuşmaları için pek çok eser yazdı Bürhan-ı müeyyed, Şerhüt-tenbîh, Hikem-i Rıfâiyye, Nizâm-ül-hasl li ehl-il ihtisas, ve Akâid-i Rıfâiyye eserlerinden bâzılarıdır
Vefât etmeden önce Kelime-i şehâdet getirdi ve; “Dünyâda âhıret için çalışıp yorulan, pişman olmaz, rahata kavuşur Her hayr işleyenin ameli kendisine sunulacaktır Her şer, kötü iş yapanın da ameli, kıyamet gününde önüne çıkacaktır” buyurdu Vefâtında o kadar insan toplandı ki, meydanları mahşerî bir kalabalık dolduruyordu Binlerce insan, mübarek cenazesini taşımak için gayret gösterdiler Defalarca cenaze namazı kılındı Dedesinin türbesine defnedildi Mübarek kabr-i şerîfleri, her zaman ziyâretçilerle dolup taşmakta, ziyâret edenler, rûhâniyyetinden istifâde etmektedirler
Ahmed Rıfâî hazretlerinin tefsîr ettiği kırk adet hadîs-i şerîf, bir kitap hâline getirilmiş ve Hâletü Ehl-il-Hakîkat ismi verilmiştir Bu eserde Ahmed Rıfâî hazretleri, hadîs-i şerîfleri menkıbelerle îzâh etmiştir
Seyyid Ahmed Rıfâî hazretleri, Burhân-ül-müeyyed isimli kitabında, Eshâb-ı kirâmı anlatırken buyuruyor ki: “Peygamber efendimizin mübarek sohbetleriyle şereflenen Eshâb-ı kirâmın (r anhüm), en faziletlisi sıddîk-ı ekber, Hazret-i Ebü Bekr’dir Sonra fârûk-i a’zam, hazret-i Ömer’dir Sonra Hazret-i Osman ve Hazret-i Ali’dir (r anhüm) Eshâb-ı kirâmın hepsi hidâyet üzeredirler Peygamber efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde; “Benim eshâbım, gökteki yıldızlar gibidir Hangisine uyarsanız hidâyet üzere olursunuz” buyurdu Eshâb-ı kirâmı çok sevmeli, onlara karşı dili muhafaza etmeli, şanlarına uymayan sözleri asla söylememelidir Onları, lâyık oldukları şekilde medhetmeli, yüksek ahlâkları ile ahlâklanmalıdır
Peygamber efendimizin Ehl-i beytinin (mübarek hanımları, Hazret-i Ali, Hazret-i Fâtıma, Hazret-i Hasen ve Hüseyn (r anhüm) ve onların çocukları, torunları) sevgisiyle kalbi doldurmalı, nûrlandırmalıdır Onları sevmek, îmânla ölmeye sebeptir Allahü teâlâyı sevenler, Habîbini de severler Peygamber efendimize muhabbet edenlerin, O’nun Ehl-i beytini de sevmeleri lâzımdır Çünkü; “Kişi, sevdiği ile beraberdir” hadîs-i şerîfine göre, Ehl-i beyt, Peygamberimizle beraber olacaklardır Onları sevenler, onları, kendi nefsine tercih etmelidir Onların önüne geçmemelidir
Evliyâya hürmeti anlatırken buyurdu ki: “Allahü teâlânın evliyâ kullarının üstünlüğünü kabul etmeli ve onlara çok hürmet göstermelidir Çünkü onlara, kıyamet gününde korku ve hüzün yoktur Velî olan kimse, cenâb-ı Hakk’a pek fazla muhabbet besler, îmânları kemâl mertebesindedir ve takva üzeredirler Allahü teâlâ, evliyâsına zorluk göstermez Hadîs-i kudsîde; “Evliyâ kullarımdan birine eziyet eden, bana harb ilân etmiş olur” buyurulmaktadır Cenâb-ı Hak, evliyâ kullarını korur, onlara eziyet edenlerden intikam alır Onları sevenleri ise muhafaza eder, korur Evliyâ ile beraber olmalı, onları sevmelidir Onlar hakkında kötü söz sarfetmemeli, sû-i zan etmeyip hüsn-i zan içinde bulunmalıdır ”
Ahmed Rıfâî hazretlerinin edeb ve hikmet dolu sözlerinden bâzıları şunlardır:
“Herkes bilir ki, dünyâ hayâldir ve dünyâda ne varsa hepsi yok olmağa mahkûmdur Şeytanın vesveselerine aldanmamalı, kötülerin dostluğundan şiddetle kaçınmalı, onlarla sohbet etmemelidir Yoksa sonu dünyâda pişmanlık, âhırette ise üzüntü ve hasrettir O hâlde bu kötü akıbetten sakınmalıdır Çünkü orada pişman olmak fayda vermez; mazeret ve behâne de kabul edilmez ”
“İnsan kabrinde emelleriyle başbaşa kalır Onun için dünyâda, hayırlı işler, âhırette fayda sağlayacak ameller yapmalıdır Günahlardan sakınmalı, dînin yayılması için gayret etmelidir Bütün işlerini iyi niyetlerle yapmalıdır Helâl rızık kazanmalıdır Fakirlere yardımcı olmalı, akrabaların ihtiyaçlarını karşılamalıdır Yumuşak sözlü olmalı, herkesin anlayacağı şekilde konuşmalıdır İnsanlarla güzel geçinip, kimsenin kalbini kırmamalıdır Öksüzlerin işlerine yardım etmeli, çaresiz kalanlara, dul kadınlara, yaşlı kimselere hizmet edip, duâlarını almalıdır Merhamet eden merhamet bulur ”
“Alimlere karşı hürmetli olmalı, onların huzurunda edebi muhafaza etmeli ve az konuşmalıdır Onların hizmetiyle şereflenmeyi büyük kazanç bilmelidir ”
“Az bir edebe sâhib olmak, edebe aykırı olmayan ilim ve amelden efdaldır Akıllı kimse, nefsini iyi idare edebilendir Nefsini idare edemiyen ve insanlara güzel muameleden uzak olan câhildir ”
“Evlâdım! Kulluğun birinci şartı, nefsi tanımaktır Hâlbuki, onu tanıyan çok azdır Onu tanımak şöyle dursun, varlığını kabul edenler bile kıymetli kabul edilirler Allahü teâlâ, nefsten daha ahmak, daha çirkin ve ondan daha pis kokulu bir şey yaratmadı İrfan sahipleri için, ondan daha dar bir zindan düşünülemez Nefsini tanıyabilen, her tarafı emin olan, tehlikelerden korunmuş bir kaleye sığınmış olur Tanıyamayan, hattâ anlamak istemeyen için tehlike büyüktür Onu anlamadıkça, şerrinden kurtulmak mümkün değildir ”
Seyyid Ahmed Rıfâî hazretlerinin, mü’minlerin îmânlarının kemâle ermesi için gösterdiği yola Rıfâîlik denilmiştir Kendisine tamamen bağlı olan, yolunu bozmıyan, yâni her işinde, her sözünde dînimizin emir ve yasaklarına tabî olanlara da Rıfâî denildi Fakat zamanla diğer tarîkatlar gibi bu yol da bozuldu Dünyâya düşkün olanlar, dîni dünyalık arzularına âlet edenler, Ahmed Rıfâî hazretlerinin isminden istifâdeye çalıştılar Şeyh ve tarîkatçı olarak ortaya çıkıp, ağızlarına ateş koymak, ağızlarından alevler çıkarmak, bir yanağına bıçak, şiş sokup öteki yanağından çıkarmak, sokak ortasında yatarak üzerinden araba geçirmek gibi işleri yaparak, kerâmet sahibi olduğunu iddia edenler görüldü Hâlbuki, bunların kerâmet ile hiç bir alâkası yoktur Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâm zamanında sihirbazların bulunduğunu haber veriyor ve sihir olduğunu beyân buyuruyor Bu ve benzeri işleri sihirbazlar da yapmaktadırlar
ÖPÜLEN EL!
Seyyid Ahmed Rıfâî (r aleyh) hacca gitmişti Dönüşte, Medîne-i münevverede, ceddi Peygamber efendimizin mübarek türbesini ziyâret etti Bu esnada;
Uzaktık, toprağını öpmek için efendim,
Kendim gelemez, vekil rûhumu gönderirdim
Şimdi seni ziyâret nîmeti oldu nasîb,
Ver mübarek elini, dudağım öpsün Habîb!
mânâsına gelen bir manzûme okudu Manzûme bitince, Peygamber efendimizin kabr-i şerîflerinden mübarek elleri göründü Seyyid Ahmed Rıfâî son derece hürmetle bu eli öptü Orada bulunan herkes bu hâdiseyi gördü Bu kerâmet pek meşhûr olup, dilden dile, gönülden gönüle günümüze kadar gelmiştir
--- Sonraki mesaj ---
ekberiyye tarikati şeyh Muhyiddin İbn Arabi (1165 - 1239)
[FONT=verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif]Abū `Abd Allah Muhammad b `Ali b Muhammad b al-`Arabi al-Hātimī al-Tā’ī, kısaca Muhyiddin ibn Arabi de denir (1165 - 1239), ünlü mutasavvıf, İslam düşünürü ve şairidir [/FONT]
Hayatı
Muhyiddin İbn-i Arabi, Muvahhidun döneminde 27 Ramazan 560'da Mursiye (Murcia), İspanya'da doğdu Bilinmeyen bir sebeple 8 yaşında ailesiyle birlikte İşbiliye'ye (bugünkü Sevilla) geldi (muhtemelen babasının memuriyeti nedeniyle) Ailesi Arap Tayy kabilesine mensuptu Yakın cedleri hakkında fazla bir şey bilinmiyorsa da, anne ve baba tarafından nüfuz ve itibar sahibi kimseler olduğu anlaşılıyor Akrabaları arasında tasavvufî bilgilere sahip kimseler vardı Dayısı Ebû Müslim el-Havlânî de, kutubların büyüklerinden sayılır
İlk tahsilini bu şehirde yaptı, uzun bir süre burada kaldı Çocuk yaşlarında 'Ahmed İbnu'l-Esirî' adında genç bir Sufi ile arkadaş oldu İbnu'l-Arabî, bu tahsil sırasında bir aralık Halvet'e çekilmiş her sahada ve özellikle tasavvufî marifetler sahasında hiçbir şey bilmezken ve bu hususta hiçbir kitap da okumadan, keşif ve keramet yoluyla birçok şeylere muttali olarak halvetten çıktı
Endülüs'de bir süre daha kaldıktan sonra, seyahate çıktı Şam, Bağdad ve Mekke'ye giderek orada bulunan tanınmış alim ve şeyhlerle görüştü 1182'de İbn-i Rüşd ile görüştü Bu görüşmeyi eserinde anlatır Bu İbnu Rüşd’ün bilginin akıl yoluyla elde edileceğini söylemesiyle meşhur olduğu yıllardır 17 yaşındaki genç Muhyiddin gerçek bilginin sadece aklımızdan gelmediğine, böyle bir bilginin daha çok ilham ve keşf yoluyla elde edilebileceğine inanmıştı
Bu senelerde 'Şekkaz' isminde bir şeyhle tanıştı Bu zat küçük yaşlardan itibaren ibadete başlayan, Allah korkusu taşıyan, hayatında bir kerecik olsun ‘ben’ dememiş olan ve uzun uzun secde eden bir kimsedir Muhyiddin o ölene kadar onunla sohbete devam etti 1182-1183'de İşbiliyye’ye bağlı Haniyye’de 'Lahmî' isimli bir şeyhden, bu zatın adını taşıyan bir mescidde Kur'an dersi aldı
1184 - 1185'de Ureynî isimli bir şeyhle tanıştı Eserlerinde ondan 'ilk hocam' diye bahseder ve çok faydalandığını söyler Ureynî, Ubudiyet kulluk meselesinde derin bir bilgiye sahipti Bu yıllarda 'Martili' adlı bir şeyhten de istifade etti Ureynî ona,
'Sadece Allah’a bak '
derken Martilî
'Sadece nefsine bak, nefsin hususunda dikkatli ol, ona uyma'
diye öğüt vermişti Martilî'ye bu zıt önerilerin içyüzünü sordu Bu zat, kendi nasihatinin doğruluğunda ısrar edecek yerde,
'Oğlum, 'Ureynî'nin gösterdiği yol, doğru yolun ta kendisidir Ona uyman lazım Bizim ikimiz de, kendi halimizin gerekli kıldığı yolu sana göstermiştir '
dedi
Bu yıllarda İşbiliyye'de Kordovalı Fatma adında yaşlı bir kadına (tanıştıklarında 96 yaşındadır) 14 sene hizmet etti Bu kadın, erkek ve kadınlar arasında müttaki ve mütevekkile olarak temayüz etmişti Çok iyi bir kimseyle evliydi Yüzü o kadar güzeldi ki, İbn Arabi onun yüzüne bakmaktan utanırdı
1189'da Ebu Abdullah Muhammed eş-Şerefî adında biriyle tanıştı Kendisi doğu İşbiliyye'li olup, Hatve ehlindendi Beş vakit namazını Addis Camii'nde kılardı İbadete aşırı düşkünlüğünden namaz kılmaktan ayakları şişerdi
Arabi, İşbiliyye'deyken (miladi 1190) hastalandı Okuma kabiliyyetini kaybetti İki yıl bu halde kaldıktan sonra 589'da (Hicri) Sebte Şehri'ne giderek orada ahlak mak***** erdiğini söylediği İbnu Cübeyr ile tanıştı Bir süre sonra İşbiliyye’ye döndü Aynı yıl Tlemsen'e geldi Burada Ebu Medyen (ö 594) hakkında gördüğü bir rüyayı anlatacaktır
1196'da Fas'a gitti Orada yaptığı seyahatler sırasında büyük şöhret kazandı 1198'de tekrar Endülüs'e geçti Gırnata Şehri dolaylarındaki Bağa kasabasında Şekkaz isimli bir şeyhi ziyaret etti Onun tasavvuf yolunda karşılaştığı en yüce kimse olduğunu söyler 1199 - 1200'de ilk defa Hac için Mekke’ye gitti Orada el-Kassar (Yunus ibnu Ebi'l-Hüseyin el-Haşimi el-Abbasi el-Kassar) isimli bir şahısla sohbet etti Hac'dan sonra Mağrib'de, oradan da Ebu Medyen'in şehri olan Becaye'de bulundu Bir süre sonra tekrar Mekke'ye geldi ve "Ruhu'l-Quds", "Tacu'r-Rasul" adlı eserlerini yazdı
1204'de Medine, Musul ve Bağdad'da bulundu Musul'da, "et-Tenezzülatu'l-Musuliyye" yi yazdı Musul'dan ayrıldıktan sonra Konya'ya geldi Orada tanıştığı Sadreddin Konevi'nin dul annesi ile evlendi Konya'da iken "Risaletü'l-Envar"ı yazdı Selçuk Meliki tarafından hürmet ve ikram gördü Sonra Mısır'a geçti Orada Futuhat-ı Mekkiye'deki sözlerinden ötürü Mısır uleması tarafından hakkında verilen idam fetvasıyla yüz yüze gelince gizlice oradan kaçtı Tekrar Mekke’ye geldi ve burada bir süre kaldı Mekke'de el-Futuhatu'l-Mekkiyye, Fusus'u rüyada gördüğü Peygamber'in emriyle ve onun istediği şekilde yazdığını, bu eserin önsözünde belirtir
"Veliler bilgilerini, peygambere vahyi getiren meleğin aldığı kaynaktan almaktadırlar "
Bağdad ve Halep'de bir süre dolaştıktan sonra 612 (miladi 1215)'de tekrar Konya’ya geldi 617'de Şam'a yerleşti Zaman zaman civar şehirlere seyahatler yaptı 638’de 22 R Evvel'de (1239) Şam'da öldü Kabri Şam şehri dışında Kasiyun Dağı eteğindedir 1516 yılında Sultan Selim, Şam'ı Osmanlı toprağı yaptığında oraya türbe, camii ve imaret inşa ettirdi Medfun bulunduğu türbenin kubbesinde -İbn Arabi'nin kendisine ait olduğu iddia edilen-
'Bütün yüzyıllar yetiştirdikleri büyük insanlarla tanınır, benden sonraki yüzyıllar benimle anılacak '
mealindeki bir beyit yazılıdır
Doktrini
İbn Arabî'nin inançlarının merkezini Vahdet-i Vücud ve dinlerin birliği düşüncesi oluşturur İlk defa nüve şeklinde Hakim-i Tirmizî'de açığa çıkan Vahdet-i Vücud insanı, İbn Arabî'de zirvesine ulaşır Bu son duruma göre Yaratan ve yaratılan iki varlık vardır Ancak bu ayrılık sadece isimdedir Gerçekte bunlar aynı varlıklardır Tanrı ile Kâinat bütünleşmiş tek varlık halindedir Bu nedenle Vahdet-i Vücud'cu için görünen, hissedilen alemden başka varlık yoktur Buna ise Tabiat veya Tanrı denmek farketmez Nasıl olsa iki ayrı isim de aynı şeyi ifade eder İbn Arabî'nin sistemleştirip sunduğu bu inancı daha iyi anlayabilmek için söz konusu inancın sonraki taraftarlarının ifadelerini de dikkate almak yararlı olur Varlığın birliğine inananlara göre, hulûl düşüncesi çok aptalca bir iddiadır Zira hulûlun olabilmesi için iki ayrı varlığın olması gerekir Halbuki bütün varlık birdir ve bir olan şeyde hulûl olmaz, imkânsızdır Bu düşünce mensuplarından en önemli şahsiyet Arifuddin el-Tilemsânî'dir O, Kur'ân'ın tamamıyla şirkle dolu olduğunu iddia edecek kadar Vahdet-i Vücud'cudur İddiasını şöyle savunur: Kur'ân, yaratan-yaratılan ayrımı yapmaktadır ki, Bir'den başkasının varlığını kabul şirktir "Varlıkta ancak Allah vardır", veya "Varlıkta ancak bir vardır: Suyun rengi kabının rengidir " diyen İbn Arabî, bu sözleriyle inancını ifade ederken Kur'ân âyetlerini de hiç bir kural tanımaz tavırla yorumlamaktan çekinmez Bazıları safi küfür olan bu itikadı yumuşatmak için şöyle yorumlara bile gittiler ki bunların da ondan hiçbir farkı yoktur: "Muhyiddin İbn Arabi’den önce ifadeleri olsa da onun tarafından sistematik bir şekilde dile getirilip ortaya konulduğu için ona atfedilen Vahdet-i Vücud teorisi varlığın aşkın birliğini ifade eder Ancak bu anlaşılması zor bir konu olduğu için onun marifet ilmiyle ortaya koyduğu metafizik doktrinleri sıradan bir felsefe gibi ele alınmış salt bu nedenden ötürü geçmiş dönemlerde zındıklıkla suçlandığı gibi maalesef modern dönemlerde de tamamen farklı şekillerde anlaşılıp panteist, monist ve hatta tabiat mistiği olarak tanımlanmaya çalışılmıştır Oysa ki “Vahdet-i Vücud” düşüncesi şu şekilde belirtilebilir; 'la mevcude illallah' yani varlık bir ve tek olan aynı şeydir Varlık kendini, en temel beş merhalede açar Tanrı, evren, akıl ve insan bu varlığın sonsuz tezahürlerindendir Varlık, Mutlak Gayb merhalesinde ne kendinde ne de diğer tezahürleri için bilinemezdir Vahdet-i Vücud düşüncesinde; kendinden ibaret olan Zat her ne kadar tasavvur ve idrak edilemez olarak mutlak aşkın ve değişimin dışında olarak nitelendirilse de tasavvuf ıstılahında taayyün denilen kendini belirleme halinde belirli modelleşmelere sahiptir Yani esasta Mutlak Teklik düzleminde kendinden başkası olmayan bir hiçliğe, Ahadiyete sahipse de bir olma (Vahdaniyet) düzleminde kendinde gördüğü ve bildiği sıfatlar söz konusudur Ancak bu sıfatlara “O’dur” denilemeyeceği gibi, “O değildir” de denilemez Bu İbn Arabî’nin şu ifadesinde gözlemlenebilir: “O, birliksiz bir (Vahid) ve tekliksiz tektir (Ahad) ”
İbn Arabi'ye Yönelik Eleştiriler
İbn Arabi varlığın birliği dolayısıyla varlığın Tanrı olduğunu söylemesi sebebiyle hem bazı fakihler, kelamcılardan hem de bazı sufilerden bazıları ılımlı bazıları sert eleştiriler almıştır İbn Arabi'nin bu yaklaşımının yaratıcı ve yaratık arasındaki ikiliği kaldırdığı dolayısıyla dinin gerektirdiği emir ve yasakları ihlal etme veya küçümsemeyle sonuçlanacak etkileri olabileceği düşünülmüş ve kimi eleştirmenler bunun önüne geçebilmek amacıyla insanların İbn Arabi'nin kitaplarını okumalarının yasaklanmasını savunmuş, kimileri de şeyhin kafirliğine hükmetmiştir İbn Arabi'nin görüşlerine katılmayan ancak onu kafirlikle suçlamayanlar da eserlerinin tevili yani yorumu gerektirdiği ve bu yorumu bilmeyenler tarafından okunmasının doğru olmadığını iddia etmişlerdir Akademik, ilmi çevrelerde doğru olmadığı bilinmekle birlikte halk arasında İbn Arabi'nin eserlerinin onun tarafından yazılmadığı dahi söylenebilmiştir
İbn Arabi'nin en sert eleştirmenlerinin başında gelen kişi Hanbeli mezhebi geleneğinden beslenen alim İbn Teymiyye'dir Arabi'nin vefatından yirmi sene sonra Harran'da doğan İbn Teymiye Arabi'nin görüşlerini kıyasıya eleştirmiştir
Hanefiler’den Ali el-Qarî, İbn Teymiyye’yi savunarak İbn Arabi hakkında sert eleştirilerde bulundu Bu Eleştiriler İsmail Fenni Ertuğrul tarafından göğüslenmeye çalışıldı Burhaneddin Ebu'n-Nasr Parsa, Fusus için Can, Fütühat için gönül tabirini kullanır
'… Şu halde o ezelî olan insan (şekliyle) hadis, zuhur ve neş’eti bakımından ebedî ve daimi'dir ' (Fass-ı Âdem’den) Alem'in kıdem'i inancını savunan bu sözü zahirî mütekellimlerce küfür sayılmıştır Eğer Fikirlerinde bir Değişme meydana gelmemişse Futuhat’ta savunduğu tez'in ışığında bu söz'ü anlamak gerekir
Futuhatta araz olduğunu söylediği Alem’in Fusus’ta insan söz konusu edildiğinde A’yan-i Sabite yani Allah’ın İlmi'nde olan Sureti (Suver-i İlmiye) yönüyle ezeli olduğunun (Feyz-i Akdes) savunulduğu görülür Çünkü O’nun ilmi kadimdir
Bu yoruma imkân veren gerekçe, bir Şey'in hem hadis, hem de ezelî olacağının söylenmesinin mantıklı olmamasıdır Fusus’taki cümleden anlaşılan mana, Alem'in bir itibara göre hadis (Feyz-i Mukades), diğer bir itibara göre de ezelî olması gerektiğidir (Feyz-i Akdes)
Aliyyu’l-Qarî, bu sözün açık bir küfür olduğunu söyler Çünkü insanın zat ve sıfat'ı ancak, Hulul ve İttihat ve Vucudiyye (Panteizm) Mezhebi'nce Allah’ın aynı ve sıfatı kabul edilir
İsmail Fenni ise bu metni şu anlamda okuyarak Aliyyu’l-Qarî’ye katılmaz:
Bu sözler'den maksat, Allah ilahî isimlerin suretleriyle bize göründüğünden, biz kendimizi, O’nun bizde Zahir olan Sıfatlar'ı üzerine biliriz Hayat, ilim, irade, kudret, semi, basar, kelam gibi, kendimize nisbet ettiğimiz sıfatları, O’na nisbet ederiz Yani bizde Zahir olan ilahi sıfatlar'la, bizim sıfatlanmamız sebebiyle, biz o sıfatlar'la Hakk’ı vasıflandırıp, kendimize nisbet ettiğmizi, O’na nisbet ederiz demektir Gerçi bu sıfatları Allah da kendisine nisbet etmiştir (9/et-Tevbe 104, 56/el-Vakıa 63)
Molla Cami, bir Bağdad Şeyhi'ne dayanarak O’nun 500 kadar eseri olduğunu nakleder Kendisi dostlarının yardımıyla tasnif ettiğini söylediği firhistinde çoğu tasavvufla ilgili olan 250’yi geçmeyen eserini sayar En büyük eleştiriyi de ‘Fususu’l-Hikem’ dolayısı ile aldığını söyler Ona göre onun ıstılahlarını anlamadan, tenkidlerin düşünülmeden veya bir başkasının farkındaki söz ve tenkidleri göz önünde bulundurularak yapılmaktadır bu eleştiriler O çözümü şu tavsiyelerde arayacaktır:
a) Şeriat'a Aykırı olduğunu zannettiğimiz bir söz nakledilirse, naklin sıhhatli olup olmadığına bakarız Sıhhatli değilse, bu sözün o kişi tarafından söylendiği iddiasını reddederiz
b) Te’vil’e imkan buluyorsak te’vil eder, aksi taktirde ‘Tasavvuf Ehli katında belki Te’vil'i vardır’ demeliyiz
c) Bu sözler sekir halinde söylenenler cümlesindedir diyerek, anlayamadığımızı beyanla o söz ile Amel etmemeliyiz ’
Eserleri
Nefahat'a göre, Bağdad Uleması’ndan birisi Muhyiddin üzerine bir kitap te'lif etmiş ve bu kitapta Musannefat’ının 500’den fazla olduğunu söylemiştir İbnu'l-Arabî'nin eserlerinin sayısı kendine de malum değildi, denir Hayatında dostlarının isteği üzerine birkaç defa bunların fihristini yapmak istedi Bu fihristler birbirinden ayrı 3 yazma halinde bugüne geldi Bugüne gelenlerin bazıları:
--- Sonraki mesaj ---
şeyh muhuddin arabi hz melamiyyeyi son tarikat kabul etmesi ile melamiiği devam ettirmiştir ekberiyye melamiyyedir
--- Sonraki mesaj ---
HACE MUHAMMED BAHAUDDİNİŞAHI
HACE MUHAMMED BAHAUDDİNİŞAHI NAKŞİBENDİ
(Kuddise Sirrûhu)
Künyesi: Buhâra civarında Kasrı Ârifan'dan Hâce Muhammed BahâeddîniŞâhıNakşibendi’dir Uzunca boylu, buğday tenli ve güzel yüzlüydü Sakalı büyükçe idi Boynu nur gibi parlardı Tatlı dilli ve güler yüzlü olup herkesi istikamete zorlardı Zahiren halk ile, bâtınen Hak ile idi
Uzunca boylu, buğday tenli ve güzel yüzlüydü Sakalı büyükçe idi Boynu nur gibi parlardı Tatlı dilli ve güler yüzlü olup herkesi istikamete zorlardı Zahiren halk ile, bâtınen Hak ile idi Buhara’ya bir fersah mesafede Kasrı Arifan'da Sülalei Tahire’den Ecdâdıİmamı Caferi Sadık'a ve oradan Hazreti Ali ve Hazreti Fatıma validemize varan sâlih bir babadan ve saliha bir anadan doğmuşlardır Henüz ana rahminde iken bir "er kokusu" duyulmuş ve bu durum manevi babası olan Muhammed Baba Semâsi tarafından ifade edilmişti Daha çocuk yaşlarda iken büyüklüğüne dalâlet eden alametler görülmekte idi Yaşı ile mütenasip olmayan idrak, dirayet, nuru hidayet kendisinde müşahade ediliyordu
Şâhı Nakşibendi Hazretleri, kendisine kadar "Hacegân Yolu" olarak anılan tarîkatı, "Nakşibendi" yapan kolbaşı, veliler serdârı bir uludur Adı Muhammed Bahâüddîn b Muhammed, nisbesi "elBuhârî"dir Buhara yakınındaki Kasrı Arifân'dandır Buranın eski adı Kasr,ı Hinduvan iken, kendilerine nisbetle "Arifler Köşkü" anl***** gelen KasrıArifan denildi İsminin başındaki Şah kelimesi de "Gönül Sultanı" anlamında bir saygıifadesidir Şahı Nakşibendi Kuddise sirruhu 718 Muharrem’inde (1318 Nisan’ında) dünyaya gelmiş, İslâm âlimlerinin en meşhurlarından olup tasavvufda en yüksek derecelere ulaşmıştır Asrında ve kendinden sonraki asırlarda onun sebebiyle pekçok insan, hidayete, doğru yola kavuşmuştur
Bahâeddîni Buharî’nin ilk hocası, daha doğar doğmaz kendisini manevi evlatlığa kabul eden ve hakkında çok müjdeler veren Hâce Muhammed Baba Semasi Kuddise sirruhu’dur Önce ondan istifade etti Sonra bu hocasıonun yetiştirilmesini en kâmil talebelerinden Emir Külâl Kuddise sirruhu’ya havâle etti Seyyid Emir Külâl Kuddise sirruhu Şahı Nakşibendi Hazretleri’nin yetişmesi için titizlikle meşgul olup, onu tasavvuufda yüksek derecelere ulaştırdı Hatta bir gün Ona dediki:
"Şeyhim Muhammed Baba Semmâsi Kuddise sirruhu’nun senin yetişmen konusundaki emirlerini yerine getirdim Şu anda hem hâl bakımından, hem de "kâl" bakımından yüksek derecelere eriştiniz Sadrımda ne varsa sana aktardım Fakat senin himmet kuşun beni geçti, daha yükseklerde uçuyor Artık kemâl semasında dilediğiniz gibi uçmağa tarafımdan mezunsunuz, diyerek icazet verdi Suhâr'da bir mescid inşaasısırasında beşyüz müridin huzurunda gerçekleşen bu icazetten sonra Şahı Nakşibendi oradan ayrıldı Bu izinden sonra zamanın büyük şeyhi ve alimlerinden olan Mevlâna Arif Kuddise sirruhu’nun hizmet ve sohbetlerine yedi sene devam ettiler Daha sonra yine ululardan Hâce Halil Ata Kuddise sirruhu’nun hizmetinde ve sohbetlerinde oniki sene bulundu Nice arif sırlarına vakıf oldu
Şahı Nakşibendi Kuddise sirruhu çok mütevazi bir hayat yaşardı Haramlardan titizlikle sakınır, ruhsat yolundan çok, azimet yolunu tercih ederdi Misafirlerine ikramdan hoşlanır, hediyeye, hediye ile mukabele etmeye çalışırdı Mahlukatın tümüne şefkat nazarıyla bakardı Tasavvufdaki ilk hallerini şöyle anlatmıştır:
Tasavvuf hallerinden cezbe hâli çoğalıp kararsız düştüğüm günlerde, geceleri ay ışığında kabristanda dolaşırdım Bir gece devamlı ziyaret edilmekte olan üç büyük zâtın mezarınıgördüm Her birinin kabrinde yanmakta olan birer kandil vardı Kandillerin yağı ve fitilleri olduğu hâlde çok sönük yanıyorlardı Fitillerini hareket ettirmek lazımdı ki, parlak yanıp çok ışık versinler O kandilleri öylece bırakıp, Hâce Muhammed Vasî Kuddise sirruhu’nun kabri başına gittim Orada Ahmed Eckarnevi Kuddise sirruhu’nun kabrine gitmem işaret olundu, oraya gittim Bellerinde kılıç takılı olan iki kişi geldi Bir hayvana beni bindirip yönünü de Mezdâhin tarafına çevirip ayrıldılar O gece devamlı yol alarak sabaha doğru Mezdâhin mezarlığına ulaştım Orada da diğer mezarlardaki gibi bir kandil yanıyordu Fakat o da sönük yanıyordu Kıbleye karşı oturdum Bu sırada bana geçkinlik hali geldi Kıble tarafında gördüğüm duvar yarıldı Gördüğüm manzara; yeşil örtüler ile süslenmiş bir taht ve bu taht üzerinde bir zât oturmuştu Etrafında ise kalabalık bir cemaat vardı İçlerinde Baba Semmasî Kuddise sirruhu de bulunuyordu Sâdece Onu tanıyordum Daha sonra anladım ki bu zâtlar, vefat eden bu yolun büyükleridir Fakat kürsinin üzerinde oturan kimdir diye merak ediyordum ki, kürsünün etrafında oturanlardan biri bana dedi ki:
Bu zat Hâce Abdûlhâlık Gücdüvanî Kuddise sirruhu’dur Etrafındaki cemaat ise O’nun Halifeleridir Sonunda Hocam Baba Semmasi Hazretleri’ni göstererek bunu hayatta iken gördüm, senin şeyhindir Sana taç verdi Onu tanıdın mı?
"Evet Hocamı tanıdım, fakat tâcın nerede olduğunu bilmiyorum" dedim
O senin evindedir Onu sana keramet olarak verdiler ki bir bela gelecek olsa, onun bereketiyle def edilir
Sonra denildi ki: Şimdi dikkat kesil Abdülhalık Gücdüvanî Kuddise sirruhu sana nasihat edecek!
Hâce Hazretleri’nin elini öpmek istedim, izin verildi Yaklaştım, selâm verip edeple elini öptüm Sonra huzurunda edeple ayakta durdum Tasavvufda ilerlemek hususunda şöyle buyurdu:
Evladım kabirlerin başında kandillerin sana öyle gösterilmesi senin bu yolda kabiliyet sahibi olduğuna alâmettir Fakat fitil gibi olan kabiliyeti hareketlendirmek lâzımdır ki, bu kabiliyet ortaya çıksın Hakkın gizli sırları sana açık olsun
Hangi durumda olursa olsun Dinimizin caddesinde yürümek, Azîmet ve Sünneti Seniyye üzere olmak lâzımdır Emirlere ve yasaklara uymak hususunda istikamet üzere olacaksın, bidatlerden ve ruhsatla amel etmekten uzak duracaksın Hadisi Şerif’leri öğrenip amel edeceksin Rasûlüllah Sallellahü Aleyhi ve Sellem ve Sahabei Kiram’ın haberlerini ve izlerini araştırıp inceleyeceksin Böylece çağına yetişmeden yüzyüze görüşmeden, Abdülhalık Gücdüvani Kuddise sirruhu’nun üveysi müridi olmuş, alemi mânada onun terbiyesine girip feyz almıştır
Abdülhalık Gücdüvani Kuddise sirruhu zamanında gizli zikre önem veren "Hacegân Yolu"nda, Mahmud İncir Ağnevi Kuddise sirruhu ile cehri ve hafi zikir birleştirildi ŞahıNakşibendi Hazretleri gizli zikre olan meyilleri sebebiyle bir bakıma Abdülhalık Gücdüvani Kuddise sirruhu’nun va’z ettiği esaslar çerçevesinde ve ondan aldığı ruhani, üveysi terbiye dairesinde yetişerek yine Hâce tarafından tesbit edilen "On bir esas"ınıihya etmiştir Nakşibendi yolunu daha sağlığında iken Buhara, Semerkand ve Maveraünnehir bölgesine yaydı Güçlü ve müteşerri halifeleri vasıtasıyla yıllarca İslam ülkesinde tesir ve nüfuzunu devam ettirmiştir
Nakşibendi Hazretleri’nin menkibeleri sayılmayacak kadar çoktur Bır kaçını burada zikredelim
Şahı Nakşibendi Kuddise sirruhu Peygamberimiz Sallellahü Aleyhi ve Sellem’in sünnetine tam uyar ve O'nun yaptığışeyleri yapmaya çok gayret ederdi Her Sünnetini işlerdi Bir defasında Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam Ashabı Kiram’ dan bir gurup ile ekmek pişirmişlerdi Peygamberimiz Sallellahü Aleyhi ve Sellem’de mübarek eline bir parça hamuru alıp tandıra koymuşlardı Bir müddet sonra baktılarki hamurlar pişmiş Fakat Peygamberimiz Salleallahü Aleyhi ve Sellem’in koyduğu hamur pişmemişti, olduğu gibi duruyordu Demek ki ateş Peygamberimiz’in mübarek elinin değdiği hamuru yakmadı İşte Şahı Nakşibendi Kuddise sirruhu’ da bu sünneti ihya için talelebeleriyle aynışekilde ekmek pişirdiler Ne görsünler tüm hamurlar pişmiş O'nun koyduğu hamur aynen duruyordu O’nun da mübarek elinin değdiği hamura ateş tesir etmedi
O’nun talim ettiği Nakşilik yolunda en büyük keramet, kerametin gizlenmesiydi Çünkü Mevlâ Celle Celalühu bazen veli kulunu kerametle taltif ederek, kendisi ile keramet arasında muhayyer bırakarak imtihan eder Kul gayenin keramet değil, istikamet ve hak rızası olduğunu anlarsa kurtulur, değilse ayağı sürçer ve tökezler Maneviyat yolunun en tehlikeli geçidi burasıdır Şâhı Nakşibendi Hazretleri’ne göre en büyük keramet, kerameti örtmek ve gizlemektir Hatta kendisine: "Sizden niçin bu kadar az keramet zuhur ediyor? diye soranlara şu cevabı veriyor: Omuzlarımızda bunca günah yüküne rağmen ayakta durabilmekten daha büyük keramet mi arıyorsunuz? Halk içinde Hak ile beraberliği esas alan Nakşibendi Kuddise sirruhu, emaneti zahiren Emir Külâl Kuddise sirruhu’dan, batınen Abdülhalık Gücdüvani Kuddise sirruhu’dan almıştır
--- Sonraki mesaj ---
İbrahim Desukî (1235-1277)
Mısır'da yaşamış büyük İslam alimlerinden ve mutasavvıflardandır Ömrünü İslam'a ve imana hizmete adamıştır Şeriata bağlılığı ve bunu yaşantısıyla mezc etmiş bir şahsiyet olarak dikkat çekmiştir Çok sayıda talebe yetiştirmiştir Müntesipleri ile arasındaki samimi bağ dikkat çekmiş ve insanların takdirini toplamıştır Özellikle Mısır ve Sudan'da çok sayıda müntesibi olmuş ve kendilerine rehber edinmişlerdir Risâle-i Nur'da ismi; "Ümmetimin alimleri benîisrailin peygamberleri gibidir" hadis-i şerifine masadak olan şahsiyetler arasında zikredilmektedir (Şualar, s 542) Kaynaklarda adı İbrahim bin Abdülaziz ed-Desukî olarak geçmektedir Künyesi Burhaneddin İbrahim bin Ebi'l-Mecd Abdülaziz ed-Desukî şeklindedir
İbrahim, 1235 yılında Nil Nehrinin batısında bulunan Desuk Köyünde doğdu Doğum yeri olarak Markus adı da geçmektedir Dindar bir ailenin evladı olarak dünyaya geldi Babası Abdülaziz, Rifai tarikatına mensup olup, aynı zamanda şeyhin halifesi konumunda bulunuyordu İbrahim doğduğu köye nisbetle Desukî lakabıyla anıldı Hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan ayıran anl***** gelen "Burhanneddin" ünvanı da kendisine verildi Şeceresi Hazreti Hüseyin'e (ra) kadar dayandırıldığından ayrıca "Seyyid" olarak kabul gördü
İbrahim, eğitim ve öğrenimine Desuk'ta başladı Küçük yaşta Kur'an-ı Azimüşşanı ezberledi Şafii fıkhı üzerine eğitim gördü Babasının mensubiyeti itibariyle kendisi de Rifai tarikatına dahil oldu Ayrıca diğer tarikatlarla da yakın münasebet kurup bunlardan istifade etme yoluna gitti Aldığı eğitim, yetişme tarzı ve önemli bir şahsiyet olarak tanındıktan sonra tasavvufa mensup kişiler tarafından dört büyük kutuptan biri olarak kabul edildi (Kutup olarak kabul edilen diğer şahsiyetler; Abdülkadir-i Geylani, Ahmed Rifaî ve Ahmed Bedevî hazretleridir ) Necmüddin Mahmud İsfehanî, Ebü'l-Hasan-ı Şazelî ve Abdüsselam bin Meşiş gibi alimlerden ders aldı
İbrahim, yirmi yıl gibi uzun bir süre köşesine çekilip mücahede ve tefekkür ile meşgul oldu Bu hali babasının vefatına kadar devam etti Babasının cenaze namazının kılınması ve defin işleminden sonra tekrar köşesine çekilip münzevi hayata devam etmek istediyse de dostlarının arzusu üzerine bundan vazgeçti Bu hadiseden sonra çevresinde bulunan kişilerle bildiklerini paylaşmaya ve onları irşad etmeye çalıştı Çok sayıda talebe yetiştirdi İlmi vukufiyetinin yanında Arapça, Farsça, Süryanice ve İbranice'yi çok iyi bilip konuşması hem etki alanının genişletmesine, hem de çok sayıda kişi ile rahat iletişim kurmasına vesile oldu
İbrahim'in en önemli özelliklerinin başında dini konulardaki hassasiyeti ve şeriata olan bağlılığı gelir İbadetinde son derece titiz davrandı Helam-haram konusunda titizliği ve hak-hukuk gözetmesiyle tanındı Dini kurallara sımsıkı bağlandı Şeriatın zahire göre hüküm verdiğini belirtmekle beraber, zahir ve batının birbiriyle bağdaşır ve uyuşur vaziyette olması gerektiğine dikkat çekti Hakikatleri anlatmak ve izah etmekle yetinmeyip; bunları uygulama ve yaşama zevkinin hissedilmesi olarak algılanması gerektiğini göstermeye çalıştı
Desukî, ömrünün büyük kısmını İslam'a ve insanlara hizmet etmeye adadı İnsanların doğru yolu bulmaları için büyük gayret sarf etti Gecenin önemli bir kısmını ibadetle geçirirken, gündüzlerini de talebelerine ders vermekle değerlendirdi Sünnet olması itibariyle öğleden evvel biraz uyuyup kaylule yapardı Cenab-ı Hakk'ın kalplere nazar ettiğini hatırlatarak kalp temizliği üzerinde durdu Kalplerini çok temiz tutmalarını çevresindekilere tembihledi Kalbin cilalanmasının gerektiğini; bu cilanın da iman ve ihlasla yaşama olduğunu belirtti Kalplerde doğruluğun ve her şeyin Allah rızası için yapılması gereğinin yer edinmesi gerektiğini özellikle vurguladı
Desukî'nin dikkat çeken bir başka özelliği ise talebeleriyle olan ilişkilerindeki ve muamelelerindeki bağlılık ve samimiyetidir Hem kendisi talebelerine hem de talebelerinin kendisine olan düşkünlük ve bağlılıkları büyük takdir topladı Talebelerine son derece merhametli ve evlada gösterilen şefkat gibi muamelede bulundu Bunların dışında yaş***** dair ilginç davranışları ve tavırlarıyla da dikkat çekti
İbrahim Desukî, daha çok Mısır ve Sudan taraflarında tanınıp meşhur oldu ve çok sayıda müntesipleri onun yolundan gitmeye çalıştılar Bunlar zikir ve ibadete düşkünlükle tebarüz ettiler Evliyanın yaşam tarzlarını kendilerine düstur edinip, onlar gibi yaşamaya ve şeriat hükümlerine titizlikle uymaya çalıştılar Kendilerini mümkün mertebe nefsani arzu ve isteklerden arındırmaya ve uzak tutmaya çalıştılar Nefsani arzuları gemlemeyi ve öldürmeyi temel hedef edindiler
Peygamber Efendimiz; "Ümmetimin alimleri beniisrail'in peygamberleri gibidir" buyurarak, İslam alimlerinin mazhar olduğu büyük şeref ve İlahi ihsana dikkat çekmiştir İbrahim-i Dessûkî (k s ) de Risâle-i Nur'da bu hadis-i şerife masadak olan büyük şahsiyetler arasında zikredilmektedir Asırlar boyunca gelen alimler örnek kişilikleri, ümmet için yaptıkları harika irşadları ve kerametleriyle Peygamber Efendimizin buyruğuna layık bir tavır sergilemişler ve bu yönleriyle aynı zamanda Nübüvvetin de en önemli tasdikçilerinden olmuşlardır
--- Sonraki mesaj --
|