Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Yazılar & Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
murakabe, yapılır

Murakabe Nedir,Nasıl Yapılır?

Eski 08-06-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Murakabe Nedir,Nasıl Yapılır?




Murakabe Nedir,nasıl yapılır?



Bil ki, murakabe842 yapanların elde ettiği müşahede hâli, müşahedeye ulaşan kimselerin ilk hâlidir Şöyle ki: Kim murakabe makamında olursa, o kimse muhabese hâline de sahiptir Kim müşahede makamında olursa, o, zaten murakabe ehlidir

Murakabe ehlinin ilk müşahede ettiği şey şudur: Hak yolcusu kısa da olsa içinde bulunduğu bir vakitte, şu üç şeyden birisiyle meşgul olma durumundadır:

Bunların birincisi Allah’ın kula farz kıldıklarıdır Farz da iki kısma ayrılır Birisi, yapılması emredilenler, diğeri de terk edilmesi istenenlerdir Bu, haramlardan kaçınmaktır

İkincisi, dinen emredilen, teşvik veya tavsiye edilen şeylerdir Bu, sahibini Allahu Teala’ya yaklaştıran hayırlarda yarışmak, elden gitmeden güzel işlerde koşmaktır

Üçüncüsü mubah işlerdir Bu, bedenin ayakta sıhhatini, kalbin selametini sağlayacak işlerdir Müminin, bunların dışında harcayacağı dördüncü bir vakti yoktur Eğer o, dördüncü bir vakti harcayacak işler icat ederse, şüphesiz Allah’ın koyduğu sınırları aşmış olur Kim de, Allah’ın çizdiği sınırları aşarsa, kendisine zulmetmiş/kötülük yapmış olur Çünkü o, dinde hoş görülmeyen bir şeyi ortaya çıkarmış olur Dinde haram bir şey icat eden ise, şüphesiz takva sahiplerinin yolundan ayrılmış demektir Bu konuda Yüce Allah’ın şu ayetini iyi düşünmek gerekir:

“İbret almak veya şükretmek isteyen kimseler için, gece ile gündüzü birbiri ardınca getiren O’dur”843 O halde bu iki vaktin dışında, bilinmeyen başka bir vakit var mıdır? Gece ile gündüz arasında üçüncü bir vakit görebilir misin?

Ayette geçen “zikir”, iman ve ilimdir Bu ikisi, kalbin amellerinin bilinmeyenlerini içine alır Şükür ve amel, imana ve ilmin hükümlerine uygun bir şekilde yapılmalıdır Bu ikisi bedenin bütün amellerini içine alır Amel ve şükür konusunda Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“Ey Davut ailesi, şükür olarak amel edin!”844 “Takva sahibi olunuz ki, şükretmiş olasınız”845 “Nitekim kendi içinden size, ayetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitabı, hikmeti ve bilmedikleriniz öğreten bir resûl gönderdik Öyle ise, siz beni ibadetle anın ki, ben de sizi anayım Bana şükredin Sakın bana nankörlük etmeyin”846“Siz şükreder, inanırsanız Allah size niye azap etsin?”847

Rasulullah (sav) gece ibadetinde kıyamı fazla uzattığından dolayı ayakları şiştiğinde, kendisine neden bu kadar fazla ibadet yaptığı soruldu Şu cevabı verdi: “Ben şükreden bir kul olmayayım mı?”848

Burada görüldüğü gibi, Peygamber (sav) “şükrü”, amel etmek şeklinde tefsir etmiştir Zaten Yüce Allah, yukarıda geçen ayette amele, şükür ismini vermiştir

Bir kulun kullanacağı üçüncü vakit, mubah işlerde kullanacağı vakittir Bu, diğer ikisine dahildir Çünkü bu hem onlar için yardımcıdır ve hem de kulun, farzlardaki ve hayırlardaki istikamet hâli bununla gerçekleşir

Alimlerden biri şöyle demiştir: “Bizim ibadetler esnasında, kalbimizde oluşan öyle düşünce ve meşguliyetlerimiz var ki, her biri ayrı bir günahtır Öbür günahlar bunun dışındadır

Onun için murakabe ehli olan kul, uyanıklık halinde iken, en küçük zaman dilimini bile, muhasebe eder ve o vakit içinde Allah’ın farz kıldığı bir emir veya yasak var mı diye bakar Ne isteniyorsa hemen yerine getirir Bunlar yoksa, o zaman vaktini, bir takım faziletli ve hayır işler yaparak değerlendirir Bunlara en faziletli olanlarından başlar Eğer bu vakit içinde amellerin en az faziletlisini dahi yapamazsa, bu sefer kendini hesaba çekmeli, o gününü, geçen günden daha iyi yapmaya çalışmalı, içinde bulunduğu zamanı geçen zamandan, ahiretini dünyasından daha iyi yapmaya gayret etmelidir Nitekim Yüce Mevla, bu konuda şöyle emritmiştir:

“Dünyadan olan nasibini unutma”849 Yani dünyadan olan nasibini ve ahiret için olan payını almayı unutma Bu da, Cenab-ı Hakk’ın sana ihsan ettiği gibi, senin de ihsan etmenle gerçekleşir Dünyada fitne ve bozgunculuk peşine düşme Çünkü bunu yaparsan, ahiret nasibini unutmuşsun demektir O zaman Allah, sevdiklerine müjdelediği o büyük mükafattan seni mahrum bırakır Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“Onlar, Allah’ı unuttular, Allah da onları unuttu”850 Yani onlar, Allah’ı, Allah da onları terketti Onların Yüce Mevla’dan yüz çevirmesi, O’ndan gelen manevi nasiplerini terk etmeleri demektir Allah’ın onları terk etmesi ise, ahirette onları nimetinden mahrum etmesidir

Bunun için akıllı bir kul, ömrünü ve içinde bulunduğu vaktini, mümkün olduğunca ahireti için değerlendirmelidir Çünkü o, ahirete kesin olarak inanmaktadır Akıllı insan vaktini, onda yapılacak olan ibadetlerin en faziletlisini yaparak ihya eder Çünkü ibadet belirlenen vakitte olmaktadır Eğer vaktinde yapılmazsa, telafi edilmesi mümkün değildir Bu, ilminin kendisine gösterdiği amellerin en faziletlisidir Kul böylece bütün vaktini Mevla’sına tahsis etmiş olur

Diğer taraftan kul, az da olsa her vakit şu iki halden birisinin içinde bulunur: Ya bir nimet içindedir, ya da bir musibet içinde Nimet hâlinde yapacağı iş şükretmektir Musibet halinde yapacağı işi ise, sabretmektir

Ayrıca kul iki müşahede hâlinden birinin içinde bulunur Ya nimeti, ya da onu vereni müşahede eder Aslında kul devamlı olarak bütün mülkün sahibi Yüce Allah’la beraberdir Zahiren de nimetle içli dışlıdır O halde, nimet için çalışırken, Rabbine ibadet esnasında kalbi O’nunla huzur hâlini muhafaza etmelidir

Murakabe, huzur makamında olmanın bir alametidir Muhasebe ise, murakabeye götüren bir sebeptir

Bu kendini kontrol hâli müminin mubah işleri için harcadığı en küçük vakit diliminde bile olmalıdır Mümin en azından bunu yapmalıdır Bu halinde o, ya kendisine nimeti vereni müşahede eder veya nimeti görür Her vakitte belirlenmiş bir amel vardır Kul o vakit içindeki nasibini kaçırmamak için uyanık olmalıdır Mevla’sını zikrederek vakti aleyhine dönmekten kurtarmalıdır Yahut nimeti düşünür Öyle ki nimet, ona kendisini ihsan edeni gösterir veya ihsan edene götürür Böylece bu nimet ahirette kendisine fayda sağlar Güzel sonuç, takva sahiplerinindir

Eğer kul nimet vereni müşahede ederse, hayası onu sekinet içinde olmaya götürür Vekarı da, ona heybet sahibi olmayı kazandırır Bu, aslında havas ehline/seçkin kullara mahsus bir durumdur Onlardan biri, bir nimetle karşılaşırsa onu bütünüyle şükrederek ve ibret alarak değerlendirir Bu onun için bir ibret ve öğüt vesilesi olur Bu hal, Allah’ın seçkin kullarının geneline ait bir durumdur Yüce Allah, birinci makamda olanların sıfatını şu ayetiyle anlattı::

“Her şeyden çift çift yarattık ki, düşünüp öğüt alasınız O halde, Allah’a koşun”851

İkinci makamdakiler hakkında ise şöyle buyurdu:

“Allah ile beraber başka ilah kabul etmeyiniz”852

Yine, başka bir ayette birinci makamda olanlar hakkında, şöyle buyurdu: “De ki: Her şeyin mülkiyeti ve yönetimi kendisinin elinde olan, kendisi her şeyi koruyup kollayan, fakat kendisi kimsenin korumasına ihtiyacı olmayan kimdir?”853
Diğerleri hakkında da şöyle buyurdu:

“Rasulüm de ki: Bu dünya ve onda olanlar kime aittir? Allah’a aittir, diyecekler Öyleyse siz, hiç düşünüp hakkı anlamaz mısınız?”854

Bize rivayet edilen uzunca bir hadiste, akıllı kimselerin vasıflarından, murakabe ehlinin hâlinden ve vaktin nasıl değerlendirileceğinden bahsedilmektedir Ebu Zer’rin rivayet ettiği bu hadiste özetle şöyle denmektedir:

“Bir mümin şu üç şey hariç, vaktini başka şeyle meşgul edemez Bunlar, âhiret için hazırlanmak, dünyadaki ihtiyaçları için çalışmak ve haram olmayan lezzetlerden nasibini almak

Aynı hadis içinde denilmiştir ki: “Akıllı olana vaktini dörde ayırması gerekir Bir kısmında, Rabbine münacaatta bulunur Bir kısmında, nefsini hesaba çeker Bir kısmında, tefekkür edip Allah’ın yarattığı varlıkları düşünür, ibret alır Bir kısmında da , yeme-içme gibi günlük ihtiyaçları için çalışır Bu çalışması diğer vakitlerde yapacağı işleri için bir yardımcıdır

Yine aynı rivayette, akıllı kimselerin üç güzel vasfı şöyle ifade edilmektedir “Akıllı kimsenin alametlerinden biri, öncelikle önemli işlerine yönelmesi, dilini muhafaza etmesi ve zamanını iyi tanımasıdır Bir rivayette, din kardeşlerine ikramda bulunması, zikredilmiştir855

İnsan mubah olan vakitlerinde, bir takım olaylar, musibetler ve ihtiyaçlarla yüz yüze gelip onların çözümüyle uğraşmak zorunda kalabilir Ancak, bunlar meydana gelmeden önce, kendisini gereksiz yere yük altına sokmamalıdır

Diğer taraftan mala-mülke bakışta kullar, dört kısma ayrılır Herkes eşyaya kendi durumuna göre bakıp değerlendirir
Bazıları mülke, basiret ve ibret gözüyle bakar Bunlar kalblerinden perdenin kaldırıldığı gerçek akıl sahipleridir Onlar, dirayet ve basiret sahibi kimselerdir Allahu Teala onlara ibret makamını nasip etmiştir Bu, peygamber varisi olan alimlerin makamıdır

Bazıları mülke, rahmet ve hikmet nazarıyla bakar Bu, havf/ilahi korku ehlinin makamıdır

Bazıları mala-mülke nefret ve buğz gözüyle bakar Bu, zahidlerin/gönlünü dünya sevgisinden çekenlerin makamıdır

Bazıları mülke, şehvet ve imrenme gözüyle bakar Bu helak olacakların makamı ve hâlidir Çünkü bunlar, dünyalıktan bir şey kaybettiklerinde hasretiyle yanan ve yalnız onun için çalışan dünya uşaklarıdır

Mülke, ibret ve hikmet nazarıyla bakanlara, Melik olan Yüce Allah, mülk vererek onları, başkalarına muhtaç olmaktan kurtarır Havf ehline, mülke, rahmet nazarıyla bakmak müyesser kılındığından imrenilir Onlar, Yüce Rabbin bir çok nimetlerine mazhar olurlar Gönlünü dünya sevgisinden çeken zahide mala-mülke, buğz nazarıyla bakmak nasip olduğundan Yüce Melik, onu malın ve mülkün tasallutundan kurtarır Ayrıca ona, dünyada az bir mülkü kaybetme karşılığında ahirette büyük bir mal ve sultanlık ihsan eder Mala ve mülke, imrenme ve hasret nazarıyla bakan kimseler, helak olmaya ve helak edici yollara girmeye müstehak olurlar

Kim, bu sayılan kimselerin huylarından bir huyu veya vasıflarından birini benimser ve üzerinde taşırsa, o sıfatın gereği olan sonuçla karşılaşır Bu da, ya bir nimetle veya bir azapla yüz yüze gelmektir Bu sıfatlar kulu tanıtır ve sonunun nereye çıkacağını gösterir Bunlar, arifler için insanların hangi sıfat ve huyda olduğunu müşahede ettikleri bir takım delil ve şahitlerdir Çünkü onlarla insanların iç yüzünü tanıma ve hallerine nazar etme imkanını bulurlar

Nefsinin arzularına şehvet nazarıyla bakan kimseyi bu bakışı hevaya ve harama iter Şeytan onu kapar ve heva rüzgarı kendisini haktan uzak yerlere savurur Yüce Mevla’sına giden yolu tıkar Bu duruma düşen kul kendisine her şeyden yakın olan Cenab-ı Hakk’a giden yoldan uzaklaşır, o Yüce Sevgilinin huzurunda sıdk ve dostluk makamına ermekten mahrum kalır856

Kurb/ilahi yakınlık makamını kaybedenler, şaşkınlık çöllerine, kibir vadilerine, çıkmaz sokaklara ve uzak mekanlara düşerler Bunlar, ümitsiz, aldanmış, hakka ihanet etmiş, fitneye düşmüş bir halde olurlar Onların içinde bulundukları gün dünkü günlerinden daha kötü ve yarınları da, bugünlerinden daha şerli olur

Bu durumda olanlar için ölüm, yaşamaktan daha hayırlıdır Çünkü yaşamaları, onları Yüce Sevgiliden daha fazla uzaklaştırır Onlardan birinin dünyada kalması onu, hak yoldan engeller ve daha fazla kaybetmeye götürür Nefsinin ona hakim olması, onu hayırda yarışanlardan daima uzak kalmaya ve onlardan ayrılmaya sürükler Çünkü o, ters bir yolda olup, bu yaşantısı ona ahiretini, bir vakit ve bir eşya gibi kaybettirir Oysa ömür, bir eşya gibi, bir anda kaybedilecek bir şey değildir Çünkü o, çeşitli vakit ve zaman birimlerinden meydana gelir Bundan dolayı Allah onu, hikmet icabı parça parça kullanmak için önümüze koymuştur Bu kimse eldeki vakitlerini ve günlerini, yavaş yavaş geçirir; bir merdivenden, basamak basamak yürümek gibi, adım adım kötü sonuca doğru gider Az bir vakit kendisiyle meşgul olurken, vaktinin çoğunda başkasıyla ilgilenip ona bağlanır ve kendisini unutur Öyle ki, bu konuda boş vakti, meşgul vaktine ve kendisini anması, unutmasına eşit olur Vakitleri hep bu şekilde geçer Bazen kendisiyle hiç ilgilenmez Bazen bir başkasıyla vaktini zayi eder Nihayet kayıplar içerisinde günler geçer ve ömrünü tamamlar Bu esnada hak ettiği sonuca ulaşsın ve azaba düşsün diye gerçekler, önünde perdelenir İşin gerçeğini bilmesin, anlamasın diye, kendisine bol bol nimetler verilir İşin farkına varmasın, aklını zekice kullanamasın diye içinde bulunduğu oyalayıcı afiyetler devam eder Kötü amelleri devam etsin diye, boş emelleri bir bir önüne serilir Korku duygusu olmasın diye, ecel endişesi ondan çekip alınır ve önüne ümitle baktığı boş hayallerin kapısı açılır Bunun yanında ilahi korku kalbinden çekip alınır Nihayet ölüm, ansızın gelir ve bu kimseler, şaşkınlık ve sapıklık içindeyken, bir anda ruhları kabzedilir Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“Onlar hakkı engellemek için bir tuzak kurdular; Biz de kendilerine hiç farkında olmadıkları bir tuzak kurduk”857

Şu ayet de, bu anlattıklarımızı ifade eden manalar taşımaktadır:

“Kendilerine yapılan uyarıları unuttuklarında, indirmiş olduğumuz sıkıntı ve musibetleri kaldırıp üzerlerine her şeyin kapısını açtık”858 Yani, onlara gelen öğütleri ve akibetleriyle ilgili uyarıları bir yana bıraktıklarında, kendilerine bol bol nimetler verdik Ama onlara şükretmelerini unutturduk Bunun sonucunda ardarda günah işlemeye devam ettiler Nihayet, istiğfar etmelerini de unuttular Ayet şöyle devam ediyor:

“Nihayet, kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları zaman”859 Yani, kendilerine verilen dünyalıkla huzur ve sükunet bulunca, ondan hiç ayrılmak istemeyip Allah’ın gazabına uğradıkları bir sırada: “onları aniden yakaladık”860 Yani onları, ölümü umursamazken bir anda kendilerine hiç fırsat vermeden canlarını aldık Ayatte geçen “Bağteten” kelimesinin “kırk yaşından sonra” manasına geldiği de söylenmiştir Diğer ayet şöyledir:

“Onlar, birden bire bütün ümitlerini yitirdiler”861 Yani onlar, hayrete düşmüşler, bütün hayırlardan yana ümitsizliğe kapılmışlardır

Bilinmeli ki; bir kulun içinde bulunduğu zamanı, bir öncekinden ve günü, dününden daha kötü olur da, o bu yoldan dönmek ve eksikliklerini telafi etmek istemez ise, onun vakitlerinin ve günlerinin hepsi, kötü bir gün ve kötü bir vakit gibidir Sonunda bu kimse bütün ömrünü, boşa geçen bir vakit gibi, elden kaçırmış olur Çünkü bu kimse, hayırlı işleri sonra yaparım diye diye bütün ömrünü bitirmiştir Sorumluluklarını hep unutmuştur Oysa onun, vakit ve zaman dilimleri içerisinde kendini eğitip geliştirmesi mümkündü Ama o şimdi, hesabıyla yüz yüze bulunmaktadır Zayi etme bakımından, günlerinin hepsi, bir gün gibidir O, şu ayette bildirilen kimse gibidir:

“Kalbini, bizi anmaktan gafil kıldığımız, kötü arzularına uymuş, işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme”862 Yani Allah’ın müjde ve azap haberlerine karşı gaflet içinde bulunanlar gibi olmayınız Perde kaldırıldığında, onun gözleri hayret ve dehşet içinde kalır Çünkü gafil olduğu şeyi açıkça görmesi ve yaptığı taşkınlıklara karşı duyduğu hasretten dolayı gözleri fal taşı gibi açılmıştır Yüce Allah bu kimsenin durumu hakkında şöyle buyurmaktadır:

“Andolsun, sen bundan gaflette idin Şimdi senin perdeni kaldırdık Bugün artık gözün keskindir, denir”863 Yani senin gözün kötü ve iyi ameline bakışta pek keskindir Yine amel terazisinin diline bakmada da keskindir Hangi tarafın ağır basacağına, hangi kefenin hafif geleceğine dikkatle bakar

Yine onlar, şu ayette anlatılan kimseler gibidirler:

“Rasulüm, sen onları pişmanlık ve üzüntü günü hakkında uyar Çünkü onlar, bir gafletin içine dalmışlardır”864

Denilmiştir ki onlar, dünya işleriyle meşgul olurken aniden ölüm geliverir; veya onlar, kadınlarla meşgul olurken vefat ederler Yine onlar, ayette belirtildiği gibi865 nefisleri kendilerini boş temenni ve hayaller ile oyalarken ölüm emri gelir ve onları ahiret için hiç bir hazırlık ve amel yapmadan alıp götürür Onların hali, tamamen iflas etmiş ve ümitsizliğe düşmüş bir insanı hatırlatır Nitekim bu kimselerin hâli ayet-i kerime’de şöyle anlatılır:

“İnkar edenlere gelince, onların amelleri, ıssız çöldeki serap gibidir ki, susayan onu, su zanneder Nihayet ona vardığında orada herhangi bir şey bulamamış, üstelik yanı başında da inanmadığı, kendisinden sakınmadığı yüce Allah’ı bulmuştur Allah ise, onun hesabını tas tamam görmüştür”866

Ebu Muhammed şöyle derdi: “Kul, şu dört özelliği taşımadıkça asla sadıklar derecesine yükselemez:

1-Farzları sünnetleriyle beraber eda etmek
2-Takvaya dikkat ederek helal yemek
3-Zahir ve batında haramlardan kaçınmak
4-Ölünceye kadar bu hal üzere yaşamaya sabretmek

Hasan-ı Basrî şöyle derdi: “Vallahi, müminin ameli, ölüm gelmedikçe sona ermez Vallahi sadece bir iki ay, bir iki sene amel işleyip sonra bırakan, mümin değildir Gerçek mümin, Allah’ın imtihanlarından yana daima korku içinde olan ve devamlı bir şekilde Allah’ın emirlerine uymaya çalışan kimsedir Kolaylık zamanlarında zorluğu tercih etmek, yakîn içinde bulunarak azmetmek, sabrederek elden gelen gayreti göstermek ve zühd içinde bulunarak ilim öğrenmeye devam etmek müminin en belirgin özelliğidir

Hz Ömer: “Şüphesiz Rabbimiz Allah’tır dedikten sonra hak yolda dosdoğru yürüyenlerin üzerine melekler iner”867 ayetini okuduğunda şöyle demiştir: “Bunu insanlar dediler, ama sonra dönüp gittiler Kim hayatına, Allah’ın emrine göre gizli-açık, kolaylık ve zorlukta hâline istikamet verir, O’nun emir ve yasakları konusunda hiçbir kınayıcının kınamasından korkmaz ise, işte istikamet üzere olan bunlardır

Bir defasında da: “Onlar, Rableri için hayatlarına istikamet verenlerdir Yoksa tilkilik edip görevlerinden kaçanlar değillerdir” demiştir

Alimlerden biri şöyle demiştir: “Faziletleri talep etmede, farzları eda etmeden daha büyük bir istekte bulunan kimse yanılmıştır Kim de kendisini unutup, başkalarının kusurlarıyla meşgul olursa, şüphesiz kendisini aldatmaktadır

Süfyan es-Sevrî ve diğer büyükler şöyle derdi: “İnsanlar ancak usûlü zayi ettiklerinden dolayı, vuslattan/Allah’a ulaşmaktan mahrum kaldılar

Kul için en faziletli olan şey, kendi nefsini tanımak ve içinde bulunduğu hale göre, kendisini ilgilendiren hükümleri bilmektir Bu kimse, haramlardan kaçındıktan sonra işe, kendisine farz kılınan vazifeleri yapmakla başlar Ayrıca bütün konularda yolunu aydınlatacak bir ilme ve kendisini nefsin hevasından uzaklaştıracak bir vera ve takva’ya bağlı bulunur

Farzları tam olarak yerine getirmedikten sonra fazilet denilen nafile ibadetlerle meşgul olmaz Çünkü nafile ibadetler, ancak asıl vazifeleri zayi etmeden yaptıktan sonra sahihtir Nasıl ki, bir tüccarın kâr etmesi, ana sermayeye sahip olmasından sonra oluyorsa, aynı şekilde bir müslümanın da nafile ibadetleri, ana sermayesi olan farzları güzelce koruduktan sonra mümkündür Buna göre farzları hakkıyla yerine getirmezse aslında o, faziletlerden uzak, aldanmaya pek yakın demektir

Bazen manalarının inceliğinden ve ilimlerinin gizliliğinden dolayı faziletler, farzlarla karışabilir Bunun bir sonucu olarak kul, bazen nafileleri, farzlardan öne alır ve onlara daha fazla önem verir Bunun örneklerinden biri şudur:

Ebu Saîd Rafî b Muallâ bir gün namaz kılıyordu Bu sırada Rasulullah (sav) onu çağırdı Ama o, buna cevap vermedi Çünkü, namaz kılmayı Rasulullah’ın çağrısına icabet etmekten daha faziletli sanıyordu Namazı bitirip yanına geldiğinde Rasulullah (sav) ona:

-Ben, seni çağırdığımda senin gelmeni engelleyen şey nedir?” diye sordu O:

-Namaz kılıyordum, dedi Rasulullah (sav):

-Sen Yüce Allah’ın: “Size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman Allah ve Rasulüne icabet ediniz”868 Ayetini işitmedin mi? buyurdu869

Rasulullah (sav) onu, namazda iken, kendisine batın ilmi öğretmek veya bu durumda nasıl amel edeceğine dair ilmine bakmak çağırmıştı Aslında onun Hz Rasulullah’a (sav) icabet etmesi, nafile namaz için kılmasından daha faziletli idi Çünkü kıldığı namaz nafile ve bu namazın vaktini belirlemede kendisi, ihtiyar sahibi idi Oysa Rasulullah’a icabet etmesi farzdı ve nâfile kılmasından daha faziletliydi Çünkü Rasulullah’a icabet etmesi, açıkça, namaz kılması ise, gıyaben Allah’a itaat idi Onun için Rasulullah’a icabet etmesi, namaz kılmasından daha faziletliydi Bu fazilet, farz olan bir ibadetin nafile olana karşı olan üstünlüğü gibidir Hem bu konuda Yüce Allah, şöyle buyurmuştur:

“Kim peygambere itaat ederse, şüphesiz Allah’a itaat etmiş olur”870

“Şüphesiz sana biat edenler, Allah’a biat etmişlerdir”871

Bu iki ayette bildirilen yerlerde yüce Allah, Rasulullah ile beraberdir ve kesin olarak Rasulullah’ın (sav) yanındadır O halde ona uyarak, Allah Teala’ya ibadet etmek kulu Allah rızasına daha fazla yaklaştırıcı ve ahirette de sevabı daha fazladır

Bu hadiste, bir iş hakkında gelen umumilik ifade eden bir haberin kendisine taaluk eden şeylerin hepsini içine aldığına dair bir delil vardır Ancak haber sünnet veya icma tarafından tahsis edilirse, o zaman böyle değildir

Ayetinin zahiri Rasulullah’a (sav), iman ve itaat konularında icabet ediniz, manasını taşımaktadır Yoksa ona, sadece namazda icabet etmeyi ifade etmemektedir Nitekim Ebu Saîd ayeti, bu şekilde anlamış ve tevil etmişti Yani ayet, onun için müşkil idi

Bunun bir benzeri de, Ammar’ın teyemmüm konusundaki davranışıdır:

“Su bulamamışsanız, o zaman temiz bir toprakla teyemmüm edin, yüzlerinizi ve ellerinizi mesh edin”872 ayeti kerimesi nazil olduğunda, Ammar, Hz Rasulullah’tan kolun bir kısmının meshine dair bilgiyi dinlememişti Ammar diyor ki: Biz, kollarımızı omuzlarımıza kadar bütünüyle meshettik Çünkü hitap, umumi idi Nihayet Hz Peygamber (sav) meshin, dirseklerle beraber olacağını bildirdi Böylece kolun bir kısmı, teyemmüm için tahsis edilmiş oldu873 Ancak ulema, mesh konusunda kolun hangi kısmının mesh edileceği konusunda ihtilaf etmişlerdir

Mücmel/öz olarak nazil olan ayetler hakkında da durum böyledir Onlar, sünnet tarafından tahsis edilinceye kadarı umumi manalarıyla değerlendirirler Bu konuda şu rivayeti örnek olarak verebiliriz:

Rasulullah (sav) zamanında iki kişi bir araya gelerek, kendilerini ibadete vermeyi ve uzlete çekilmeyi kararlaştırdılar Biri diğerine dedi ki: “Gel insanlardan ayrılalım ve hiç kimse ile konuşmayalım Bizimle de kimse konuşmasın Konuşan olursa cevap vermeyelim Çünkü bu, ibadetimiz için daha uygundur” Buna göre ibadet ediyor ve kimse ile konuşmuyorlardı Bu sırada Rasulullah (asv), yanlarından geçerken onlara selam verdi Fakat onlar, selama karşılık vermediler İçlerinden birisi demiştir ki: “Rasulullah yanımızdan ayrılıp giderken şöyle buyurduğunu dinledik:

“Dinde aşırı gidenler ve gereksiz zorlamaya girişenler helak olmuşlardır”874 Bunun üzerine onlar, Rasulullah’a gelip özür beyan ettiler ve bu yaptıklarından tevbe ettiler

Bunun bir benzeri de Hz Ömer’le ilgili olan şu rivayettir: Ömer b Hattab, geceleri çıkar kontrol için dolaşırdı Bir evde yanmakta olan bir ışık görünce, oraya yöneldi İçeri baktığında içki içen kimseler görünce, ne yapacağını bilemez oldu Hemen mescide geldi, Abdurrahman b Avf’ı alıp, o evin yanına geldiler Abdurrahman’a: “Ne yapmamız gerekir, ne düşünüyorsun?” diye sordu O: “Vallahi, sanıyorum ki biz, Allah’ın bize yasak kıldığı bir şeyi yapmaya geldik Çünkü biz, gizili kusurları araştırıyoruz Allah’ın örttüğü bir şeyi açmaya hakkımız yoktur” Dedi Hz Ömer ona: “Senin doğru söylediğini sanıyorum” dedi Diğer bir rivayette Abdurrahman: “Ben sanıyorum ki, biz, Allah ve Resulüne isyan ettik Çünkü Rasulullah (asv) bizi, tecessüs etmekten/gizili kusurları araştırmaktan nehyetmişti” dedi Bunun üzerine Hz Ömer:“Doğru söyledin” dedi ve elinden tutarak ayrılıp gittiler875

Benzeri rivayet şöyledir: Hz Ömer bir gece İbni Mesud’la beraber geziyorlardı Bir kapıdan içeri baktılar İçeride yaşlı bir kimse şarap içiyor ve şarkı söyleyen kadınlar arasında bulunuyordu Bunun üzerine Hz Ömer, hemen duvarın üstüne tırmandı ve içeri atladı Adama:

-Bu yaptığınız ne kadar kötü bir iş Senin gibi yaşlı bir insan, bu halde nasıl olabilir?” dedi Yaşlı adam ayağa kalktı ve şöyle dedi:

-Ey müminlerin emiri! Sana cevap vermek istiyorum Beni konuşup dinlemedikçe, adaletli olamazsın Sonra Hz Ömer’e şunları söyledi:

-Ben yüce Allah’a bir konuda isyan ettiysem, sen üç hususta isyan ettin” dedi Hz Ömer:

-Onlar nelerdir?” diye sordu Adam şunları söyledi:

-Birincisi sen gizli kusurları araştırdın Halbuki Yüce Allah, bunu yasaklamıştır İkincisi sen, duvarın üstüne tırmanıp eve girdin Oysa Allah Teala: “Evlere kapıların dışından, bacalardan girmek iyilik değildir Evlere kapılarından giriniz”876 buyurdu Bir de sen, eve izinsiz girdin Halbuki Allah Teala: “Sizler, başkalarının evine izin almadıkça ve onlara selam vermedikçe girmeyiniz”877 buyurmuştur Hz Ömer adama döndü ve: “Doğru söyledin” dedi Ardından: “Beni affeder misin? diye sordu Adam: “Allah, seni mağfiret buyursun” dedi Hz Ömer ağlayarak oradan ayrılıp gitti878 Öyle ki Hz Ömer: “Allah, affetmezse Ömer’e yazık oldu” diyor, içini çekerek ağlıyor ve şunları söylüyordu: “Bu adam, yaptıklarını çocuklarından ve komşularından gizliyordu Şimdi ise: “Beni müminlerin emiri gördü, diyecek Ne garip bir durum

Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: “Sizden biriniz, bir yemeğe davet olunduğunda, eğer oruçlu değilse ona katılsın Oruçlu ise, ben oruçluyum, desin”879

Burada Peygamber Aleyhisselam, kişinin amelini açıklamasını istiyor Oysa bazı hadisler, nafile amellerin gizlenmesinin daha faziletli olduğunu bildiriyor Çünkü kardeşinin kalbinde bir tesir yapmayacağı zaman amelini açıklaması, kardeşinde bir etki bırakmasıyla birlikte amelin içte gizlemesinden daha faziletli görülmüştür Çünkü mümin amellerden daha faziletli ve hürmete layıktır Ameller, onu yapana göre değerlenir Sevap, ameli yapan kimsenin derecesine göredir, amelin miktarına göre değildir Nitekim bazen aynı amelin karşılığı, kat kat olarak verilir Bu, müminin, amelden daha faziletli olduğunu gösterir Bu durumda ona: “Ne yaptığını açıklayarak kardeşinin kalbinde oluşacak yanlış anlamayı ve olumsuz etkiyi kaldır” denmiştir Çünkü bu, senin için kardeşinin sevgisine vesile olup, amelini gizlemenden daha hayırlıdır Çünkü sen, kardeşinin senin için yaptığı bir yemeğe davet olunduğunda ona, senden kabul edeceği ve hoş göreceği bir özür beyan etmeden icabet etmezsen, bu, ona meşakkat ve sıkıntı verir

Amellerin gizlenmesi hakkında, önceki insanlardan birinin şu durumu anlatılır:

Bu zat bir topluluk içerisinde bulunuyor ve gizli olarak Kur’an kıraat ediyordu Yaptığı bu amelini kimsenin bilmesini istemiyordu Ama bir gün, bir secde ayeti okudu ve topluluk arasında tilavet secdesi yaptı Biz de yaptığı bu secdeyle, onun Kur’an kıraat etmekte olduğunu öğrendik

Belki ibadetten uzak ve fıkıh bilgisi az olan bazı kimseler, şöyle diyebilirler:

“O insan, gizil olarak Kur’an kıraat ettiğini, bu esnada yaptığı tilavet secdesiyle ortaya koymuştur Halbuki secde etmeyip, kıraatını saklasaydı, bu daha faziletli olurdu Ama o, gizlediği amelini, açığa vurmuştur Bu da, onun muameledeki cehaletini gösterir

Ben, bundan dolayı adamı kınayan bir alimi dinlemiştim Bana öyle geliyor ki, bu ilmi kıt kimselerin hâlidir

Aslında iş, onun secde yapmasını hoş görmeyenin değerlendirdiği gibi değildir Aksine onun yaptığını hoş bulmayan kimse, ihlasın inceliklerini ve amel ehli ariflerin izlediği yolu tanımayan birisidir Çünkü söz konusu olan insan, amelinde ihlas sahibidir Aynı anda iki fazileti elde etmiştir Öncelikle amelini gizleme faziletini elde etmiştir Secde ayetine geldiğinde ise, onu açıktan yapmak durumundaydı İnsanlar görecek diye Allah’ın secde emrini terk edemezdi Hem Kur’an okuması, Allah tarafından teşvik edilmiştir Böylece o, ikinci ameliyle de fazileti elde etmiştir Çünkü o, birinci ameli olan Kur’an kıraatını Allah için gizlediği gibi, ikinci ameli olan secdeyi Allah için açıktan yapmıştır Bu durumda o, insanlar için amelini terk etmemiş, insanlara bakarak kendini yönlendirmeyi terk etmiştir

Eğer fazilet, amellerin gizlenmesi için secdeyi terk etmede olsaydı, evinde namaz kılan kimsenin yanına girildiğinde, hemen namazı bırakıp oturması daha faziletli olurdu Oysa bu konuda rivayet edilen hadiste, bu kimsenin iki sevap kazandığı bildirilmektedir Birisi amelini gizlemesinden, diğeri de istemediği halde amelinin bilinerek örnek alınmasındandır880 Nasıl böyle olmasın ki, arifler, amelin insanlar için terk edilmesini riya, onlar görsün diye yapılmasını şirk olarak görüyorlardı Bu konuda şöyle denmiştir:

“İnsanlara gösteriş için amel etme, insanlardan utandığın için de ameli terk etme”881 Şu halde insanlardan utanıp ameli terk etmek şirktir, ama Yüce Yaratıcıdan haya etmek imandır Bir de şu var: Eğer bir kimse insanlara bakıp ameli terk etmede şeytana uyarsa, diğer seferinde de insanlar için amel etmede ona uyar Her ikisi de sakattır

Amelini açıklayanın bir benzeri şudur: Evinde oturup, gününü oruç ve namazla geçiren bir kimsenin, bu ibadetinden kimse haberdar olmaz Ama bu kimse itikafa niyet etse, orucuna yeni bir amel eklediğinden mescide çıkmalıdır Orada kalarak namaz kılar Tabii olarak insanlar da, onun amelinden haberdar olur Bu kimsenin insanlar haberdar oluyor diye, mescide gitmekten ve itikafa niyetten uzaklaşması doğru değildir O, ne yaptığını bilen dirayetli birisi olduktan sonra niyetindeki sebatı ve itikafındaki fazla sevabı sebebiyle, amelinin görülmesinde bir zarar yoktur

Aynı şekilde kendisine uyulan ve hal itibariyle sağlam olan bir kimsenin amelinden insanların haberdar olmaları ona bir zarar vermez Ancak bu durumda onun, insanlar tarafından övülmeyi istememesi gereklidir Böyle olunca, onun iki sevap alması söz konusudur Bunların biri, gaflet içinde olanları uyarma sevabı, diğeri de amel edecekleri iyilik yapmaya teşvik sevabıdır Nasıl böyle olmasın ki, bazı alimlere göre tilavet secdesi farzdır Secde ayetini okuyan da, dinleyen de secde eder Dinleyen abdestsiz olsa, daha sonra abdest aldığında bu secdesini yapar

Bu durumun bir benzeri de şu olayda görülmektedir: Ebu Nasr et-Temmar’ın rivayet ettiğine göre, bir adam vedalaşmak üzere Bişr b Haris’e geldi ve ona:

-Hacca niyetlendim Bu konuda herhangi bir emriniz var mı? diye sordu Bişr, adama:

-Nafaka olarak ne hazırladın? diye sordu Adam:

-İki bin dirhem hazırladım, dedi Bişr:

-Hacca gitmekle ne yapmak istiyorsun? Dinlenmek için bir seyahat mı? Allah’ın evini ziyaret aşkı mı? Yoksa Allah’ın rızası mı? diye sordu Adam:

-Allah’ın rızasını istiyorum, dedi Bunun üzerine Bişr:

-Sen evinde oturup, bu iki bin dirhemi infak ederek Allah’ın hoşnutluğuna ersen ve hem de bu sevabı alsan, bunu yapabilir misin? Diye sordu Adam:

-Evet, yapabilirim diye karşılık verdi Bişr: “O halde git, bu paranı borçlu olan on kimseye ver; borçlarını ödesinler Bir fakire ver, sıkıntısını gidersin Çoluk çocuğu fazla olana ver, ihtiyacını karşılasın Bir yetime kefil olana ver, sevinsin, sevindirsin Hatta bunu, bir tek kişiye vermene gönlün yatıyorsa, onu da yapabilirsin Unutma ki, bir müslümanın kalbini sevinçle doldurman, darda kalana yardımcı olman, bir ihtiyaç sahibinin sıkıntısını gidermen, imanı zayıf olan bir kimseye yardımcı olman, farz olanı hariç, yüz hacdan daha faziletlidir Şimdi kalk, sana söylediğimiz şekilde yap Yoksa, kalbinde olan şeyi söyle Dedi Adam:

-Ey Ebu Nasr! Yolculuk arzusu kalbimde daha kuvvetlidir, deyince Bişr, tebessüm etti, ona döndü ve şöyle dedi: “Ticaretin kirlerinden ve şüpheli şeylerden toplanan mal, kişiyi gösteriş için onları tüketmeye götürür Hayra, yalnız salih ameller yardımcı olur Cenab-ı Hakk, ancak takva sahiplerinin amellerini kabul edeceğine yemin etmiştir

Bunun bir benzeri olay da şudur: Bişr-i Hafi’ye: “Falan kimse çok zengindir, çok namaz kılar ve çok oruç tutar” denildi Bişr:
“Zavallı adam, kendisine lazım olan hâli terk etmiş, başkasında olması gereken hâle girmiş Ona lazım olan aç olanlara yardımcı olmak ve fakirlere infakta bulunmaktır Bu, dünya için mal toplayıp onu fakirlerden esirgeyerek kendini aç bırakmaktan ve namaz kılmaktan kendisi için daha faziletlidir, dedi

Bazen farzlardan birinin gizlenmesi ve faziletler ile karışması, kulları için bir nimet ve hikmetli bir durum olabilir Bu halde onlar, genişlik bulmak için ayetleri tevil ederler ve işin iç yüzü kendilerine gizli kaldığından dolayı sıkıntı veren şeyi terk ederler Bu onlarda ilâhî ilmin geçerli olması ve haklarında ilahî hükmün cereyan etmesi için takdir edilmiş bir durumdur Ayrıca bu durum onlar için bir edep, kendilerini tanıma, teslimiyetlerini artırma ve ilahi yardıma mazhar olma sebebi olur Mesela bu duruma bir örnek olarak Yüce Allah’ın Hz Peygamber’i (sav) uyardığı, kendisine öğüt verdiği ve onu bazı şeylerden sakındırdığı şu ayete bakalım:

“Peygamber, gözleri âmâ kimse kendisine geldiğinde yüzünü ekşitti ve yüz çevirdi Rasulüm, ne biliyorsun, belki öğüt alacak, temizlenecek ve öğüdün fayda vereceği kimse odur”882

Rivayet edildiğine göre Hz Peygamber (sav), bu sûre nazil olduğu zaman üzüldüğü kadar ömründe üzülmemiştir Çünkü burada Rasulullah, şiddetli bir şeklide uyarılıyor Çünkü o Allah’ın Habibi ve doğruyu gösteren peygamberiydi Bununla beraber hitapta, o kasd edilmemiştir Buna göre hitap, en yumuşak bir şekilde olmuş olur Bilakis bu, müminler için bir açıklama ve muttaki kulları için bir uyarıdır Çünkü “Abese ve Tevellâ” nın manası: “Bakınız ey mü’minler! Âmâ kendisine geldiğinde yüzünü ekşiten ve çeviren kimseye muhabbet besleyiniz” demektir

Rivayet edildiğine göre, Ömer b Hattab’a münafıklardan birinin, mahallesine imam olduğu ve sadece Abese sûresini kıraat ettiği haberi geldi Hemen birini göndererek onu yanına getirtti ve boynunu vurdurduOnun bu davranışı ile küfre girdiği hükmüne varmıştı Çünkü o bu şekilde Rasulullah’ı (sav), kavminin yanında küçültüyor ve alaya alıyordu

Şu ayetler de böyledir:

“Allah, seni affetmiştir Onlara niçin izin verdin?”883 “Allah’ın sana helal kıldığı şeyleri, niçin haram kılıyorsun? Sen, zevcelerinin hoşnutluğunu istiyorsun”884 “Sen, kendi içinde, Cenab-ı Hakk’ın daha sonra açıklayacağı şeyleri gizliyorsun ve insanlardan çekiniyorsun Oysa Allah, kendisinden çekinilmeye en layık olandır”885Bu ayet hakkında Hz Aişe şöyle demiştir:“Rasulullah, Kur’an-ı Kerim’den bir şey gizlemek isteseydi, şüphesiz bu ayeti gizlerdi”886

Bu manada dinlediklerimin en hayret verici olanı İsraliyyat olarak bana, Vehb b Münebbih el-Yemanî’den naklen şu haberdir:

“Süleyman b Davud’un (as) ruhu kabzedildiğinde, evladından bir kısmı, kendi yerine geçti ve Beytu’l-Makdis’in/Mescid-i Aksa’nın yapımıyla bir süre meşgul oldular Daha sonra Süleyman Aleyhisselam’ın çocuklarından biri onun yerine halife oldu, atalarının yolundan ayrıldı ve onların getirdiği dini terketti Yeryüzünde kibre düştü, azgınlığa saptı ve şöyle dedi:

“Ceddim Davud ve babam Süleyman bir mescit yaptırdılar Ben de onlar gibi, bir mescit yapıp neden insanları, kendi şeriatıma ve kanunlarıma çağırmayayım?” Gerçekten o da, Beytu’l-Makdis’e karşılık bir mescit yaptırdı Bunu Allah’ın kendisine emrettiğini iddia etti İnsanlar ona yöneldiler, o da onlara bir takım mallar vererek Beytu’l-Makdis’i harap etti ve sonra onu terk etti İnsanlar bazen korkarak, bazen da menfaat umarak onun yolunu tuttular Sonra Allah, ona kendi beldesinden bir peygamber gönderdi Ona dedi ki:

“Şu merkebine bin, o kavmin yanına git, onlar mabedlerinde iken onlara en gür sesinle şöyle seslen: “Ey fitne ve zarar mescidi! Allah kendi adına yemin etti ki, seni harap, ehlini helak edeceğim” Onlar, senin elinle helak olacak, kanlarını köpekler yalayacak ve etlerini yiyecek

Allah o peygambere ayrıca şunu emretti: Bu vahyettiklerimi şehirde de aynı şekilde duyur Yeme, içme, gölgelenme gibi sebeplerden dolayı, bu merkebinden, ayrıldığın köyüne dönünceye kadar inme

Peygamber bütün bunları yaptı İnsanlar, ona saldırdılar, kendisini sopayla döğdüler, taşla yaraladılar Ama o, yine merkebinin üzerinden inmiyordu Bu şekilde şiddetli eziyetler çekti, büyük darbeler aldı Günün sonunda, ayrıldığı köyüne doğru yola koyuldu Kendisine verilen davet görevini yerine getirmişti Aldığı darbelere ve karşılaştığı belalara, Allah için sabır gösterdi O bu halde yolda giderken durumunu, başka bir kasabada olan bir peygamber haber aldı, yanına gelip selam verdi ve:

-Sen Rabbinin verdiği davet görevini yerine getirdin O’nun emrini uyguladın Kavminden bir takım sıkıntılarla karşılaştın Sen şimdi aç ve susuzsun Üstün başın kan revan içinde Benim evime gel, ye, iç, istirahat et Vücudunu ve elbiseni yıka, dedi O:

-Hayır, Allah Teala beni, peygamber olarak gönderdiğinde, bana yemememi, içmememi, gölgelenmememi ve aileme dönünceye kadar böyle yapmamı emretti, dedi O peygamber dedi ki:

-Ben de senin ailendenim Çünkü ben de, senin gibi bir peygamberim Senin din kardeşinim Ben bu emirle ancak Allah’ın seni peygamber olarak gönderdiği kavmi kastettiğini sanıyorum Çünkü onlar, Allah’ın düşmanıdır Evet seni, onların yemeğini yemekten ve onların yanında gölgelenmekten nehyetmiştir, ama benim evime girmeni, benim yemeğimden yemeni sana haram kıldığını zannetmiyorum Çünkü ben, kardeşlikte ve nübüvvette senin bir ortağınım” Bunun üzerine yaralı peygamber, bunları kabul etti ve beraberce eve girdiler

Yemek önüne getirildiğinde, o şiddetli açlığından dolayı iştahla yemeğe yönelince Yüce Allah, onu davet eden Nebî’ye şöyle vahyetti:

“Ona de ki: “Sen şehvetini yani karnını doyurmayı, benim emrime tercih ettin Ben sana çıktığın köyüne dönünceye kadar bir yere inme, gölgelenme, bir şey yeme diye emretmedim mi? Şayet sen, içtihat etmemiş ve ilmince hüküm vermemiş olsaydın, her ikiniz de azaba uğrardınız Sen benim yanımda ondan daha az suçlusun Çünkü ben ona ne yapacağını emretmiştim O ise, hevasını ve şehvetini tercih ederek benim emrimi terk etti

Onu misafir eden peygamber, bunları kendisine haber verdi Bunun üzerine o, hemen elbisesini toplayarak mahcup bir şekilde sofradan kalktı, merkebine binip acele ile yola çıktı Ne halde olduğunu bilmiyordu Açlığından ve susuzluğundan dolayı bineğine, yüzü üstü yatmış vaziyette gidiyordu Elbisesi ve cesedi kan içindeydi Altında sık ormanların bulunduğu bir geçitten indiğinde, karşısına bazı yırtıcı hayvanlar çıktı İçlerinden bir aslan, yolun ortasında durarak onun merkebini diğerlerinden gelecek tehlikeye karşı koruyordu Ormandaki yolculuğu sırasında aslan kendisine refakat etti Yol boyunca bir insanla karşılaşsalar aslan kükreyerek onu uzaklaştırıyordu

Diğer peygamber, onun vaziyetini duyunca yanına gitti Aslan, onu görünce geri döndü ve onları baş başa bıraktı O da, yaralı peygamberi elbisesine sarıp bineği ile birlikte ailesine götürdü Onun adına Yüce Allah’a şöyle niyazda bulundu:

“Ey Rabbim! Senin bu kulun davetini yerine getirdi Emrini uyguladı Sıkıntılar onu zorda bıraktı Bu yüzden senin istediğine bilmeden muhalefet etti Sen de, onu bu ceza ile cezalandırdın

Bunun üzerine Yüce Allah ona şöyle vahyetti:

“Bu, bir ceza değildir Onu kendisine boşuna da vermedim Bu, onun için bir mağfiret ve rahmettir Çünkü o, benim emrime muhalefet etmişti; eceli de yakınlaşmıştı Bundan dolayı muhalefet içerisinde benim huzuruma gelmesini istemedim Onu, hoş görmeyeceği şeylerle karşılaştırdım Ona, köpeklerimden birisini/zalim kullarımdan birini musallat ettim O ona zulmederek bana temiz bir şekilde gelmesini sağladı Bu, kendisi için benim katımda, bir şehadet ve peygamberliğin üzerinde bir derece oldu

Bunun üzerine o peygamber şöyle dedi:

“Ey hüküm verenlerin en güzel hüküm vereni, acıyanların en merhametlisi olan Allahım! Seni hamd ederek tesbih ederim

Ulemaya göre gerçek alim, önüne gelen iki hayrın içinde hangisinin daha hayırlı olduğunu bilip onu vakti geçmeden önce yapan kimsedir Yine, alim önüne gelen iki hayrın hangisinin daha az hayırlı olduğunu bilip, daha hayırlı olanı yapmayı engellemesin diye, ondan yüz çevirendir Yine gerçek alim, iki zararlı şey bir araya gelince onların daha az zararlı olanını bilip, mecbur kalınca onu yapandır Yine gerçek alim, iki zararlı şeyin en zararlı olanını bilip ondan kaçınan ve ona karşı bu iki yolla tedbirini alan kimsedir

Bu anlattıklarımızda bir takım ince ilimler, hayret verici anlayışlar, sorup öğrenmek isteyenlere deliller, amel etmek isteyenlere de ibret olacak şeyler mevcuttur

İki kötü işin en kötüsünü bilmeye ve kötünün yanında iyi olanı tanımaya gelince bunlar, akıl ve zahiri ilimle bilinebilecek şeylerdir


Kaynak:Kutul Kulub
EBÛ TÂLİB EL-MEKKÎ(ksa)


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.