Şengül Şirin
|
Ahmet Hâşim'in Sanatı
Ahmet Hâşim'in Sanatı

Ahmet Hâşim, Meşrutiyet devrini örjinal şahsiyetlerinden biridir Çeşitli sosyal ve siyasi çalkantıların vuku bulduğu, millî bir edebiyat anlayışının bütün sosyal alanları kapladığı ve yönlendirdiği bu yıllarda Hâşim, kendi tâbiriyle “zücâc-ı san’at ü fikret” ile örülü fildişi kulesinden dünyaya bakar ve sanatını, bu kapalı âlem üzerine kurar Onun mizacı ve eserleri, içinde yaşadığı topluma tamamiyle tezat teşkil eder Tapınar’ın ifadesi ile o, “efkâr-ı umumîyeye hiç tâviz vermeyen adamdır ” Hâşim’in bu davranışı, mizancından doğmaktadır Ayrıca yetişme tarzı ve annesini küçük yaşta kaybetmesi gibi bir takım dış faktörler de, onun psikolojisinin bu yönde gelişmesine yol açmıştır
Hâşim’in eseri, yani şiiri ve nesri bir bütündü Her ikisi de, bazı farklılıklar göstermelerine rağmen, aynı sanat anlayışının, aynı dünya görüşünün mahsulüdü Yine de onun mizacının ve sanatının bütün özeliklerini şiirlerinde yakalayabiliriz Hâşim’in şiiri, dört bölümde inelenebilir 1 İlk şiirleri (1901-1905), 2 Şiir-i Kamer (1909), 3 Göl Saatleri (1909-1915) 4 Piyâle (1921- 1926) ve son şiirleri (1933)
1 Hâşim’in birinci devrede yazdığı şiirleri inceleyecek olursak, tem, hayal dünyası, dil ve üslûp, nazım şekli bakımından Servet-i Fünuncuların tesirinde kaldığını görüüz Recaîzâde’nin şiire getirdiği “Güzel olan herşey şiirin konusudur”^diye ifade edilen ve Servet-i Fünuncular tarafından “Herşey şiirin konusudur” şeklinde genişletilen şiir anlayışı, bu yıllarda Hâşim’le devam eder O, ilk şiirlerinde Servet-i Fünuncuların yaptığı gibi, küçük ve önemsiz konuları ele alır ve onları kelimeleriyle tasvir eder Bu şiirlerin isimleri de bu benzerliği vermektedir Hayâl-i Aşkım, Kadın Nedir, Çiçek Nedir:, Peri-i Bahar, Gözlerinin İlhamı, Gülerken, Her Güzellik İçin gibi Hayal-i Aşkım’da Fikret’in ve Cenab’ın tesirleri açıkça görülmektedir Hâşim, bu şiirde ^münfail solgun, sarı pejmüde” gibi kelimeler kullanmaktadır

2 Hâşim, 1909 da yazdığı Şi’r-i Kamer’lerde Dicle kıyılarında geçen çocukluğunu ve annesini anlatır Çöller, annesiyle yaptığı gezintiler, annesinin hastalığı ve ölümü, bu şiirlerde tasvir edilir Şair, annesinin hastalığının ilerlemesi ile çölün ıssız, soluk ve yalnız tabiatı arasında münasebet kurar
3 Göl Saatleri: Hâşim’in 1909’dan itibaren yazdığı diğer şiirlerinde ise sanatının daha geliştiği ve şahsî bir hal aldığı görülü Bunlarda, bu yıllarda tanıdığı Fransız şiirinin de etkileri vardır Hâşim, Servet-i Fünûndan gelen tesire yavaş yavaş şahsî hüviyetini vermeye başlamıştır Göl Saatleri’nin başına koyduğu küçük Mukaddme, Yollar, O Belde, onun orijinal şahsiyetinin ilk örnekleridir Şair, artık konu bakımından da tercihini yapmıştır Bu yıllarda, önemsiz ve gelişigüzel konuların yerini, günün belli saatleri ve kuşlar hakkındaki tasvirleri alır Göl Saatleri ve Göl Kuşları adları altında topladığı şiirler, onun belli konulardaki dikkatini gösterir Göl Saatleri: Öğle, Öğleden Sonra, Akşam, Gece, Gece Yarısı, Seher  Göl kuşları: Siyah Kuşlar, Mehtapta Leylekler, Karanlıkta Beyaz Kuşlar, Kuğular, Kuğuların Avdeti, Yarasalar, Tulû-ı Kamer, Batan Ayın Kenarına Satırlar  Serbest müstezat tarzında yazdığı Yollar ve O belde’de, realiteden kaçış arzusunu ve idealize ettiği hayalî ülkeyi tasvir eder Yolar’da akşamın sessizliğinde kimsesiz, boş, ebedî uzanan yolların bir hayal ülkesine gittiğinden bahseder Bu ülkede akşam olmakta, yavaş yavaş yıldızlar parlamaktadır Etrafta sessizlik ve hüzün hâkimdir Bu atmosfer içinde his, hülya ve meçhul ümitlerin mâbetleri yükselir Gözleri rüyalı, soluk ve gölgeli yüzlü ilâbetleri yükselir Gözleri rüyalı, soluk ve gölgeli yüzlü ilâheler yere inerler Hâşim, O Belde’de bu ideal ülkeyi daha yakından tasvir eder Bu şiirde dört unsur vardır; şair, sevgili, akşam ve deniz  Zaman zaman gece olur ve ayışığı çıkar Fakat asla gündüz olmaz Mavi bir akşam, o beldenin üstünde dâimâ dinlenir, gezinir Burada sevgiliyi hatırlatan “güzel, ince, saf, leylî” kadınlar vardır Şiir, dört bölümde incelenebilir e bu bölümlerdeki duygu da hayal-hakikat-hayal-hakikat diye şematik olarak gösterilebilir

4 Piyale ve son şiirler: Hâşim, 1915’ten sonra bir müddet susar, 1921’den itibaren yine yazmaya başlar Bu şiirlerinde dil ve üslûp daha sadeleşmiş ifade, öz şiiri hatırlatan bir yoğunluk kazanmıştır Mukaddime (Piyâle), Merdiven, Bir Günün Sonunda Arzu, Havuz, Parıltı, Karanfil, Bülbül onun olgunluk yıllarının en güzel eserleridir Bunlarda Hâşim’in tasvir ettiği dünya, oldukça daralmıştır Bu dünyanın değişmeyen unsurları akşam ve gurup vaktinin yarattığı kızıllıktır Duygu olarak bunlara daima hüzün ve melâl hakimdir Bu şiirler mükemmel bir ahenk-manâ-dil kompozisyonuna sahiptirler Haşim’in bu yıllarda yazdığı Yarı Yol adlı şiiri, özellikle son iki mısradaki âhenk yoğunluğu bakımından dikkati çekiyor
Nasıl istersen öyle dinle, bakın:
Dalların zirvesindeyiz ancak
Yarı yoldan ziyâde yerden uzak,
Yarı yoldan ziyâde mâha yakın
Bu şiirlerde havuz, ağaç, kuşlar, su, kamış, karanfil, gül, bülbül, yaprak, mehtap, dallar  gibi varlıklar, Hâşim’in çizdiği tabloyu tamamlarlar Hâşim burada gurup vaktini hem fon, hem tem olarak kullanır ve güneşin batışını çok zengin bir lügatla tasvir eder Sarıdan kırmızıya kadar olan değişik tonları şu kelimelerle ifade eder Tunç, altın, kan, alev, ateş, gülgûn, yakut, erguvan, sırma, mercan, sarı, karanfil, kızıl, güneş  Ayrıca yanmak, kanamak, sararmak gibi çeşitli ve değişik filler de kullanılır Bu şiirlerde kızıl renk; güneşin batışı, aşk, ıstırap gibi birden fazla şeyi ifade eden yoğun bir anlam kazanmıştır Merdiven ve Bir Günün Sonunda Arzu şiirlerinde bu ifade tarzı görülüyor Şair akşamı ve akşam karşısındaki duygularını şöyle dile getiriyor
Akşam, yine akşam, yine akşam,
Bir sırma kemerdir suya baksam
Akşam, yine akşam, yine akşam,
Göllerde bu dem bir kamış olsam
Burada tekrarın sağladığı âhenkle akşam tablosunun canlılığı, şiiri mükemmel bir hale getiriyorlar
Bu şiirlerin bir başka özelliği de divan mazmunlarının kullanılmasıdır Piyale ve Karanfil şiirlerinde bu kelimeler oldukça zengindir
Zannetme ki güldü, ne de lâle;
Âteş doludur, tutma yanarsın,
Karşında şu gülgûn piyâle  
İçmişti Fuzulî bu alevden,
Düşmüştü bu iksîr ile Mecnûn
Şi’rin sana anlattığı hâle  (Piyale)
Yârın dudağından getirilmiş
Bir katre alevdir bu karanfil  
Rûhum acısından bunu bildi!
Düştükçe vurulmuş gibi yer yer,
Kızgın kokusunda kelebekler,
Gönlüm ona pervâne kesildi (Karanfil)
Hâşim, bu şiirlerde, gül, lâle, gülgûn, piyâle, iksîr, sâgar, şeb-i aşk, efgân, nâle, Fuzûlî, Mecnûn, yâr, pervâne, dudak  gibi divan şiirinden ve kültüünden gelme kelime ve ifadelere yer veriyor Divan mazmunlarını bozmadan tamamiyle yeni bir anlatım içinde sunması ve bu mazmunlardan modern şiire has tablolar yapması, Hâşim’in sanatının önemli bir parçasıdır
Piyale devrinde görülen bu özellikler ve orijinal unsurlar, Hâşim’in 1933’te yazdığı üç şiirinde daha belirli bir hal alır Bahçe, Süvari, Ağaç adlı bu şiirlerde tablo darlaşır, dil ve üslûp yoğunlaşır Divan mazmunları daha mükemmel bir kompozisyon kazanırlar Bu şiirlerde Hâşim’in mana kalıplarına ve âhenk zenginliğine ulaştığnı da söyleyebiliriz
Süvârî: Şu bakır zirvalerin ardından
Bir süvârî geliyor kan rengi
Başlıyor şimdi melûl akşamda
Son ışıklarla bulutlar cengi
Bahçe: Bir Acem bahçesi, bir seccâde;
Dolduran havzı ateşten bâde  
Ne kadar gamlı bu akşam vakti  
Bakışını benzemiyor mu’tabe  
Gök sarı, yer sarı, mercan dallar  
Dalmış üstündeki kuşlar yâda;
Bize bir zevk-i tahattü kaldı
Bu sönen, gölgelenen dünyâda!
Ağaç: Gün bitti Ağaçta neş’e söndü
Yaprak ateş oldu, kuş da yâkut;
Yaprakla kuşun parıltısından
Havzın suyu erguvâna döndü
Görülüyor ki Hâşim, bir çok şairin kullandığı aşk ve tabiat temlerine, hüzün duygusuna çok başka ve değişik bir karakter vermiştir Ayrıca renklerin de bu şahsiyetin meydana gelişinde önemli bir yeri vardır O, renkleri çeşitli ruh hallerinin ifadesi olarak kullanmıştır
Sanat Anlayışı; Hâşim sanat anlayışını Göl Saatleri’nin başına koyduğu dörtlükte ve Şiir Hakkında Bazı Mülâhazalar adlı yazısında açıklar Şiir Hakkında Bazı Mülâhazalar’da kısaca şöyle diyor
“Şâir ne bir hakikat habercisi, ne bir belâgatli insan, ne de bir kanun yapıcıdır Şairin lisanı; nesir gibi anlaşılmak için değil fakat duyulmak üzere vücud bulmuş, musikî ile söz arasında, sözden ziyâde müsikiye yakın, ortaklaşa bir dildir Nesirde üslûbun teşekkülü için zarurî olan unsurların hiçbiri şiir için söz konusu olamaz Şiir ile nesir, bu itibarla, birbiriyle yakınlığı ve ilgisi olmayan, ayrı nizamlara tâbî, ayrı sahalarda, ayrı boyutlar ve şekiller üzerinde yükselen iki ayrı mîmârîdir Nesri doğuran akıl ve mantık, şiiri ise, kavrayışımızın bölgeleri dışında, sırların ve meçhullerin geceleri içine gömülmüş, yalnız aydınlık sularının ışıkları zaman zaman duygularımızın ufuklarına akseden, kudsî ve isimsiz bir kaynaktır ” Nesir, şiirdeki durumları uygulamaya kalkarsa sahte olur, şiir de nesirdeki ifade açıklığını e düzgünlüğünü benimserse hazin şekilde çıplak kalır “Denilebilir ki, şiir, nesre çevrilemeyen nazımdır ” Burada öz şiir anlaşını savunan Henry Bremond’un bir sözünü naklediyor ve muhakeme, mantık, belagat, ifade düzgünlüğü, tahlil, teşbih, istiâre gibi vasıflar şiirde, şiirin sihirli tesiriyle bambaşka bir şekle girmelidirler, diyor Bunlar bir şiirde bir elektrik cereyanına benzer bir şiir akımı yaratmalıdır Bu akım kesildi mi bütün bu unsurlar kendi öz çirkinliklerinin içine düşerler “Şiir bir hikâye değil, sessiz bir şarkıdır ”  Mana araştırmak için şiiri deşmek, bülbülü eti için öldümeye benzer
Hâşim burada şu noktalar üzerinde duruyor: 1- nesirle şiirin farkı, 2- şiirde âhenk meselesi  Hâşim şiirle nesri birbirinden kesin çizgilerle ayırıyor Şiir duyulmak, nesir anlaşılmak içindir Yani şiirde duygu, nesirde fikir esastır Ayrıca şiirde önemli olan mana değil âhenktir  Yazının bundan sonraki bölümlerinde şiirde âhengin önemini ve şiirde nasıl bir mana olması gerektiğini anlatıyor Şiirde âhenk ön planda, mana ikinci derecededir Zaten “konu” da şiirde sadece “terennüm ve tahayyüle bir vesîle”dir Şiirde kelime, manasıyla değil telaffuzuyla bir değer ifade eder Herkesin anlayacağı şiir, ancak aşağı seviyedeki şairlerin işidir Şiirde mana “şüpheli ve müphem” olmalı şiir, okuyucunun verdiği manalarla zenginleşmelidir Bu, şiirin estetik değerini yükseltir Sanat eserinin en büyük gayesi, “muhayyileyi kedisine râm etmek”tir Şiir, peygamberlerin sözleri gibi, çeşitli yorumlara elverişli bir anlam genişliği taşımalıdır En zengin, en derin ve en tesirli şiir, herkesin istediği tarzda anlayacağı ve böylece sonsuz duygulanmaları içine alabilecek bir genişlikte olandır Böylece şiir sınırlı ve bir tek mananın içine sıkışıp kalmaktan kurtulup, beşerî bir zenginliğe ve genişliğine erişmiş olur  Bu, Hâşim’in ifadesiyle, “müphem ve seyyal” bir şiirdir
Göl Saatleri’ndeki Mukddime ise onun sanat anlayışını tam manasıyla ifade etmektedir
Seyreyledim eşkâl-i hayatı
Ben havz-ı hayalin sularında
Bir aks-i mülevvendir onunçün
Arzın bana ahcâr ü nebâtı
(Hayatın şekillerini, hayal havuzunun sularında seyrettim Bundan dolayı dünyanın canlı ve cansız cisimleri, benim için hayal havuzunun sularına vurmuş renkli akislerdir )
Hâşim, sanatını ve dünya görüşünü işte bu dört mısra içine sığdırmıştır Hâşim’e göre hayat, şekillerden, renkli yansımalardan ibarettir Burada şairin hem yaşayış tarzını, hem şiir anlayışını bulmaktayız Hâşim’in hayat karşısında aldığı durum bir seyirci tavrıdır İster devrinin tek tük de olsa edebî hareketlerine karışsın, isterse savaşa katılsın; bu seyirci tavır hiç değişmez O daima hayatın ve cemiyetin dışındadır ve realiteden kaçış halindedir Şiir anlayışına gelince; cemiyetten kaçan bu içine kapalı şairin şiir anlayışı da bu mizaçtan doğmaktadır Burada empresyonizmi anlatan şair, dünyaya empresyonist bir gözle bakmış, şiirlerinde dış dünyanın kendi hayalinde uyandırdığı intibaraları anlatmıştır Biz onun şiirlerinde işte bu intibaları ve dış dünyanın yansımalarını buluruz O halde Hâşim’in sembolist değil, empresyonist bir şair olduğu ve şiirlerinde sembolizmin bazı unsurlarını (âhenk, mananın gölgelenmesi gibi) kullandığı söylenebilir
Ayrıca Fransa’daki öz şiir anlayışının, hem doğrudan doğruya, hem de Yahya Kemal vasıtasıyla, Hâşim’e tesiri söz konusudur Yahya Kemal öz şiiri açıkça tarif etmez, fakat Fransız şairlerini incelerken Heredia’nın şiirleriyle etkilendiğni anlatır Bu onu dil üzerinde düşünmeye ve dil-âhenk kompozisyonu üzerinde çalışmaya götüü Yahya Kemal bu arada “derunî âhenk” tâbirini de kullanıyor “Heredia’yı severken, eski Yunan ve Latin şiirnini zevkini almıştım Öteden beri aradığım yeni Tükçenin yanına yaklaştığımın bu münasebetle farkına vardım Söylediğimiz Tükçe, eski Yunan ve Latin şiirindeki beyaz lisan gibi bir şeydi ” Diyen Yahya Kemal, ölümsüz mısraların konu, âhenk ve his kompozisyonu sağlayan bir dille yazıldığını keşfeder Yahya Kemal kadar açıkça ifade etmemesine rağmen, Hâşim’de aynı dikkati ve titizliği görüyoruz Her ikisinin de “şiirlerimizi, fikirlerle değil, kelimelerle yazarız” diyen Mallarıne’nin tesirinde kaldıkları açıktır
Öz şiir anlayışını benimseyenlerden biri de Yakup Kadri’dir 1926’da çıkan Alp Dağlarından adlı yazısında Ahmet Hâşim’in şiirini överken, hâlis ve saf şiire yaklaşmanın meziyet olduğunu söyler ve “derunî erganun” tâbirini kullanır Ona göre, anlaşılmazlık, yaradılışın kendisinde var olan bir şeydir, fezanın rengi mavi değil karadır, bunun için de şairin anlaşmazlığı kusur değil hüner sayılmalıdır Bu suretle, “sanat şahsî ve muhteremdir” diyer Fecr-i Âtîcilerin sanata ve estetiğe verdikleri değer, Yakup Kadri, Yahya Kemal ve Ahmet Hâşim’in eserlerinde en iyi ifadesini bulmuştur, denilebilir
I Şiirin Yazıldığı Tarih ve Hâşim’in Eserleri İçindeki Yeri
O Belde’nin ne zaman yazıldığı ve nerede yayımlandığı tespit edilememiştir Ahmet Haşim bu şiirini ilk defa “Göl Saatleri” adlı kitabında yayımlamakla birlikte tem ve uslûp bakımından biz onu “Yollar” ve “Zulmet” adlı şiirlerini kaleme aldığı devreye sokuyoruz
Hâşim’in çıraklık devresinde Tevfik Fikret ve Cenap Şahabettin’den etkilendiğini görüyoruz “Merdiven” şiiri olgunluk çağının bir göstergesidir O Belde ise sadece kronolojik olarak değil, tem ve üslûp bakımından da Hâşim’in ilk devresi ilk son devresini birbirine bağlayan bir körü vazifesindedir
Kabaca; Hâşim’in olgunluk çağının ilk aşamasına lirik, ikinci aşamasına sembolik diyebiliriz Serbest müstezat Nazımları’nın ve Şi’r-i Kamer’lerin temsil ettiği birinci aşamada şair, çocukluğuna ait duyularını veya tabiattan aldığı izlenimleri tablolar halinde ortaya koyar Bunlarda teferruat, gerçeği kısmen değiştirilmiş bir tarzda aksettirir Piyale’nin temsil ettiği ikinci şaamada ise neye karşılık geldiği kesin söylenemeyen semboller ön plândadır
Başka bir açıdan; ilk aşamada şiirlerine hâkim olan renk, yani Şair-i Kamer’lerde hâkim renk siyah ve mavidir Piyale’de ise şair kızıl rengi giriyor O Belde lirizm, ve mavi atmosferi ile birinci devre şiirlerine bağlanırken, konu ettiği sembolik dünya görüşü ve akşam saati havası ile ikinci aşamanın başlangıcını ortaya koyar
II Şiirin Kompozisyonu ve Konular
“O Belde” de birbirini tamamlayan iki görüş vardır
1 Yaşanılan hayat ve dünyanın içinde mahkûmiyet düşüncesi
2 Uzak, güzel ve bilinmeyen bir ülkeyiözleyiş duygusu
Bu düşünceler Servet-i Fünun’da da hâkim düşüncelerdir Bu benzerliği görmek için Tevfik Fikret’in bu dünya hayatının çirkinliğini anlatan “Gayyâ-yı Vücud^şiiri ile hayal ülkülere seyahat arzusunu ifade eden şiirlerini, özellikle O Belde’ye büyük bir yakınlık gösteren “Ömr-i muhayyel” şiirini hatırlamak yeterlidir
Şiiri 4 Bölümde ele alabiriz:
1 Sevgili (1 – 11 dizeler )
2 Gerçek dünyayla uyuşmazlık (11 – 26 dizeler)
3 Kaçıp sığınılmak istenen hayalı belde (27 – 48 dizeler)
4 Gerçek dünyaya dönüş (49 – 59 dizeler)
Birinci bölümde şair önce sevgilisini anlatıyor Bu kadınla şair akşamı seyrediyor Bu kadın ince ve tabiatı, anlayan bir ruha sahiptir O da şâir gibi melâl (usanç) ve hasretle doludur (Hâşim’in annesi de böyledir ) Gözlerini akşamın renkleri ve hüzün büümüştü Bul hâl onu şaire daha güzel gösteriyor Önündeki rüzgârlı deniz de elem içindedir O da şair ile sevgilisi gibi melâli anlamayan nesle alışık değildir
Burada şairin kadın ve dünya görüşü ortaya çıkıyor Dikkat edilirse bu, Hâşim’in ilk şiirlerinden beri süegelen melânkolik görüştü Bu görüşün ruhsal kaynağı Hâşim’in kişisel yaşantısına dayanır Düşünsel kaynağını ise Servet-i Fünun şairleri ile Fransız simgecilerinden alır
Hâşim çizdiği bu dekor içindeki kadın tipine Cenap Şahabettin’in Yakazt-ı leyliye, Temâşâ-yı hazan, Temâşâ-yı leyal şiirlerinde de rastlarız Cenap da bu üç şiirinde yanında bulunan güzel ve hassas bir kadınla böyle bir manzarayı seyreder
Gel bu akşam da ser-be-ser güzelim,
Levha-i kâinâtı seyr edelim:
Gölge, he göle, her taraf gölge
Gölgelerle bütün zemin mestûr  (Temâşâ-yı Leyâl)
Gel bugün de sûküt ile güzelim,
İhtizâr-ı hazanı seyr edelim:
Ey benim ey hazan-lıka güzelim  (Temâşâ-yı Hazan)
Gel bu akşam da ser-be-ser güzelim,
İhtizazât-ı leyli dinleyelim  
Tâ uzaklarda işte bir piyano,
Taze parmakların temâsiyle  (Yakazât-ı Leyliye)
Bu parçalarda görülen hüzünlü bir manzara karşısında bir kadınla konuşma ve o manzarayı seyretme “hali, O Belde’yi hatırlatır Ancak iki şair düşünceleri farklı işlemişlerdir Hâşim, O belde’yi yazarken Cenab’ın bu şiirlerinin tesirinde kalmıştır İki şairde özellikle O Belde’yi yazarken Hâşim Charles Boudelaire’in L’ınutation du voyage şiirinden etkilendiğini görüyoruz Fleurs du mal Şâiri de içinde yaşadığı muhitten bıkmış olan kadına, uzak ve mesut bir ülkede yaşamanın güzelliğini anlatır
Ahmet Haşim bu düşünceyi işlerken ayrıntı ve üslûp bakımından Fransız şairinden ayrılır Cenab’ın şiirlerinde “uzaklara gitmek” temi yoktur, şair sadece yanında bulunan kadınla karşılarında bulunan hüzünle manzarayı seyreder Baudelaire’de ûzaklara gitmek” temi vardır Ama yaptığı tasvire göre, gidilecek olan bu yer, Akdenizde belirli bir yerdir Mekân reeldir Baudelaire burada oturacakları odanın mobilyalarını ve penceresinden görecekleri manzarayı gözleriyle görüyormuş gibi tasur eder Hâşim de ise O Belde yeryüzünde değil, tamamiyle hayalîdir
İkinci Bölümde toplumla uyuşmazlık belirtiliyor Sevgisine “yalnız bir ince taze kadın”, kendisine “yalnızca eski bir budala” diyen “bugünkü beşerden bahsediyor
“Bugünkü Beşer”in kalabalığını anlatıyor Şairin, kadının, tabiatın ve sanatın “bugünkü bişer” tarafından anlaşılmaması ve mânâsız görülmesi, romantikler ve sembolistler tarafından da çok işlenmiş bir konudur XIX’uncu yüzyıl iktisadi hayatının yarattığı adî hırslarla dolu, paraya düşkün ve güzelliğe karşı hassas olmayan burtuvaziye, bizim edebiyatımızda da birçok hücumlar görülmüştü Tevfik Fikret’in “Sis” şiiri buna bir örnektir Haşim’de bu bölümde Fikret’in nefret edici tavrından etkilenmiştir Haşim topluma yabancılaşıyor Kendini anlayan sefil çevreden tiksiniyor Fakat çevreyi de değiştirmeye çalışmıyor, devrimci bir eğilim taşımıyor Ülküsüz, umutsuz ve yalnızdır Bundan dolayı kötümserliğe kapılıyor Küserek kabuğuna çekiliyor (Zaten Haşim 1908 – 1923 arasındaki toplumsal çalkantıların da hep dışında kalmıştır) Bir çeşit sügün hayatı yaşıyor ve bu hayatın değişemeyeceğine inanıyor
Yine bu bölümde esas teme girip yaşadığı dünyada bir sügün olduğunu anlatıyor Güzel bir ülkeden ayrılmış olarak bu dünyada mahkum oluş fikri eski bir hikâyedir Eflâtun’un ide’ler ölemi kurdamı, Hristiyanlık ve İslâmlık’taki Âdem’in cennetten kovulamsı düşüncesi hep aynı şeyi anlatır Batı’da bu fikir romantikler ve sembolistler tarafından geniş olarak işlenmiştir Bizde, bilhassa tasavvuf edebiyatında, Mevlana’nın deyimi ile kamışlıktan kopmuş olmak ve ney gibi daima ezeli vatana dönmek için inleme temi, yüz yıllardan beri anlatılmaktadır Bu kaynaklarla birlikte Hâşim’i “bu dünyada mahkumiyet” duygusuna götüen Şiir-i Kamer’lerde esas konu olarak aldığı mesut çocukluk günlerine bir daha dönemeyiş hissidir Hâşim bu şiirlerinde çocukken annesiyle beraber çıktığı aylı ve yıldızlı çöl gecelerini ısrarla anlatır ve onlara karşı hasretini söyler
Üçüncü bölümde şair artık “ayrı kaldığı o belde”yi tasvir eder Şiirin ağırlık merkezini başlıca 2 tasvir unsuru oluşturur
1- O beldenin manzarasını anlatan mısralar
2- O bedenin sakinlerini anlatan mısralar
Manzara açısından o belde de hep mavi bir akşam hüküm süer Öyle ki Haşim için akşam acı gerçeğin gölgelerle örtüldüğü, tatlı hayallerin başladığı zamandır Halit Ziya’nın Mavi ve Siyah’ında olduğu gibi buradaki mavi sıfatı mutluluğu, yani hayali, Siyah ise gerçekliği temsil eder Mavi dünyadan kaçıp hayale sığınışın simgesidir
O Belde’de gökyüzü dalgın, deniz hasta, ay üzgündü Görüldüğü gibi Haşim doğaya yine üzüntü bildiren insancıl özellikler veriyor Onları öznel sıfatlarla ruhsallaştırıyor Ayın üzgün olması, ucları şairin çocukluğuna değin uzanan belli bir yaşantıdan gelmektedir
O Belde’nin sakinleri olan kadınlara ayrılan mısralar, manzara tasvirine göre daha geniş yer kaplar Buradan psikolojik sonuçlar çıkartabiliriz Şöyle ki, Haşim için önemli olan manzara değil, ruhtur Kadınlar, O Belde’nin ruhunu teşkil ederler O Belde, şiirde anlatılan niteliklerdeki kadınların varlığı ile değer kazanan bir yerdir Bu nokta parnasyen olan Servet-i Fünunculardan Haşim’i ayırıyor Çünkü gerek Fikret’te gerekse Cenabda manzara tasvirine büyük yer verilir Fikret “Ne isterim” adlı şiirinde de bu çeşit bir manzaranın hasretini duyan Fikret’in o Belde’si olan “Ömr-i Muhayyel”inde hayalî ülkenin de gayr-i meskûn olduğunu görüüz Şair, orayı sadece sevgilisine gösterecektir Haşim ise O Belde’yi kadınlarla dolduruyor Şiirinin en güzel mısralarını bu kadınların tasvirine ayırıyor Bunun sebebini Şi’r-i Kamerlerde görebiliriz Bunlarda anlatılan kadınlar ve onların yaşadıkları atmosfer ile O Belde kadınları ve içinde yaşadıkları muhit benzerdir Sonuç olarak; Haşim’in ideal ülkesi, çocukluğunda yaşadığı anların idealize edilmiş bir şeklidir
O Belde kadınları güzel, ince, saf ve leylidirler Hepsinin gözlerinde hüzün ve sükûn vardır Hepsi de kızkardeş yahut sevgilidirler Sembolist şairlerden Verlaine ve Semain gibi Haşin de kızkardeşle sevgiliyi birbirine karıştırmaktadır Üstelik, kadınlara verdiği sıfatlar annesinin sıfatlarıdır Özellikle leyli sıfatı ilgi çekicidir Demek ki Haşim’in bilinçaltında anne, kadın ve sevgili sözcükleri eş ya da yakın anlamlıdır, birbiriyle bağlantılıdır
Dördüncü bölümde O Belde’nin nerede olduğu soruluyor Kesin bir cevap verilmiyor Verilemez de, çünkü Haşım güvensizlik içindedir, kurduğu düşsel ülkenin gerçekleşemeyeceğini bölmektedir Aslında bu soruyla hayalden gerçeğe, hakiki dünyaya yani şiirin başladığı noktaya dönülüyor Öğreniyoruz ki, o kötü çevrenin ve acı hayatın dışına çıkmak olanaksızdır Haşim’in bu mahkumiyet duygusu Mesut çocukluk anlarına bir daha dönmenin imkânsızlığını belirtmekle birlikte buna sosyal şartların etkisi de eklenir Bilindiği gibi Haşim, babası ve annesi tarafından Arap idi On, on bir yaşında İstanbul’a geldiği zaman Tükçe bilmiyordu Tük muhiti içinde kendini yabancı hissediyordu Meşrutiyet’ten sonra birden gelişen milliyetçilik akımı karşısında Haşim’deki bu yabancılık duygusu daha çok arttı Hemen herkesin siyasi ve sosyal meselelerle meşgul olduğu bir devirde onun kendi içine kapanmasında ve realite ile alakası olmayan bir şiir dünyası kurmasında bu faktörlerin etkisi vardır
Son parça, alınyazısına benzeyen bu olanaksızlığı yansıtır:
“Ve mâi gölgeli bir beldeden cüdâ kalarak
Bu nefy ü hicre müebbed bu yerde mahkûmuz  ”
Bu çözümlemeden de anlaşılacağı gibi “O Belde” dinsel olmayan bir çeşit “ötedünya” özlemini dile getiriyor Buna, “düşsel bir mutlu evren” de denebilir Çünkü, Haşim’e bakılırsa hakikate bağlı olan şeyler hiçbir zaman bediî manada güzel olamaz Ancak hayal, uluvî yalan güzel olabilir ”
Şiir, imanını kaybetmiş bir insanın sonsuzluk özleminin boşlukta asılı kalmasının Tanrıyı bulmamasının ifadesidir
III Uslüp
O Belde, serbest müstezad şeklinde yazılmıştır Haşim’i bu şekli kullanmaya sevk eden sebep sembolistler ve şiirini musikinin serbest hareketli ahangine yaklaştırmak fikiridr Bu düşünce şiirin umum yapısına ve ayrıntısına da hakimdir Birbirinin aynı ve birbirine benzer unsurların muntazam olmayan bölümlere tekrarından ibaret olan müzikal karakter şiirin bütününde kendisini kuvvetle hissettirir Bazı mısralar da birbirine yakın kelimelerle başlatılır Fonetik bakımdan birbirine benzer kelimelerin tekrarı da O Belde’yi müzikal kılar Ses grupları mısraların içinde ve mısradan mısraya devam eden bir ahenk oluşturur
Mlısraların uzunluk ve kısalıkları da musiki vasıtası olarak kullanılmıştır Şiir serbest müstezad şeklinde yazılmıştır Ama bu serbestlik mutlak bir serbestlik değildir Şair, değişiklik içinde teşkil eden vezin tekrarına da uymuştur
Kelime ve Tamlamalar
Bir şairin en çok sevdiği ve tekrar ettiği isimler, sıfatlar ve benzetmeler onun hassasiyetini ortaya koyar Şiiri bir dil mumarisine benzetirsek, bunlar onun yapı taşlarıdır Bu yapı taşlarını her şair farklı tarzla bir araya getirir Bu da şairin üslup şahsiyetini oluşturur
Haşim de bu şiiri 4 unsur üzerine inşa etmiştir
Bunlar; 1 Akşam, 2 Melâl, muğber, âlâm, gâm, ıstırap, giryende, hasret, gurbet, hici, hasta gibi hüznü ifade eden kelimeler 3 Deniz, 4 Saç, göz, dudak, buse, et, dilber, güzel, ince, saf, leyli gibi kadın ve güzelliğe ait kelimeler
Şiirde ince ve mai sıfatları tekrarlanıyor Şair; denizi, akşamı, O Belde’yi mai bir renge boyuyor Maî renk, realitenin sertliğini eriten, hûlya verici bir renktir Gölgeli sıfatı da realiteyi silme arzusunu ifade eder Kadınlar için kullanılan leyli sıfatı da bu özelliği gösterir Hava ve kadınlar için kullanılan ince sıfatı da realitenin kabalığına zıt bir özellik ortaya koyar Haşim’in sevdiği sıfatlardan biri de uzaktır Bu sıfat yakında bulunan reaileteden kaçmayı hissettiriyor Durgun sıfatı, hareketsizliğin göstergesidir Şule-i bî-ziyâ tamlaması çok dikkat çekicidir Işıksız bir ışık! Haşim’in ışıkları da mümkün olduğunca söndüme arzusunu anlatır
Bütün bu sıfat tamlamaları gösteriyor ki, Haşim O Belde’de objektif varlıkları durmadan silmeye, kaybetmeye, inceltmeye, uzaklaştırmaya çalışıyor Bunu da objektif isimlere objektif sıfatlar vererek yapıyor Parnasyen objektif varlığı kavramaya çalıştığı halde, sembolist onu inkâr etmeye, yıkmaya, kırmaya gayret eder Haşim de onlardan etkilenmişti
Servet-i Fünun şairleri gibi Haşim için de hüzün ve üzüntü estetik bir değer taşır Deniz için kullanılan hasta sıfatı da üzüntü halinin en şiddetli anını gösterir O Belde’deki kadınların bûseleri mutsuzluk verir Haşim maneviyi manevi olarak karakterize ediyor Servet-i Fünun şiirinde sübjektif isimlere objektif sıfatlar verildiği halde O Belde de sıfat tamlamasına rastlamıyoruz
İsim tamlamaları da şairin kuvvetli üslüp vasıtalarından birini oluşturur Burada şâir iki ismi birleştirir Bu birleştirmeyi “evin penceresi” gibi alelâde bir isim tamlaması yahut orijinal olur Bunlar Haşim’in hassasiyetini ortaya koyan tamlamalardır
Haşim O Belde’de açık hiçbir benzetme yapmıyor Kullandığı en kuvvetli vasıta isim ve sıfat tamlamalarıdır Birçoğu gizli benzetme oluşturuyor Fakat bunlar teşbih değil, istiaredir Örneğin; “hasta deniz” tamlamasında deniz insan gibi tasavvur olunur Yine, “dalgın masa” tamlamasında gizli bir teşbih vardır Haşim sadece isim ve sıfatlarla değil fiiller vasıtasıyla da imaj vücuda getiriyor “Denizlerden esen ince hava “şâirin yanındaki kadının saçlarıyla eğleniyor Beşeri bir halı anlatan “eğlenmek” fiiili rüzgara beşeri bir vasıf veriyor Şiirde küçük küçük imajlar durmadan değişiyor Bu değişme şiiri zenginleştiriyor Kadınları ruhları tasvir olunurken Haşim’in en ince noktalara gitmesi Haşim’in kelime kimyacılığından ileri gelir
Cümle yapısı
Haşim O Belde’de cümle yapılarından da estetik etkiler elde etmeye çalışmıştır Bazı mısralar uzun, bazıları kısadır Bunu yaparken musikiyi düşünmüştü Başlangıçtaki uzun ve unsurları dağınık cümleler heyecan tonuna karşılıktır O Belde’yi ve O Belde kadınlarını tasvir eden kısa cümlelerde hayâlî saadet yansıtan şairin ruhu gibi ifadesi de sakindir
Bundan sonra arka arkaya sıralanan 4 soru cümlesiyle tekrar bir hissi karışma başlıyor Bu heyecan sonucu uzun cümlede tekrar en yüksek noktasına erişiyor Hemen bütün cümlelerin tam o oluşları şairin fikir, duygu ve hayallerini gayet açık ve kati olarak anlatmak istediğini gösterir Fiillerinin umumuyetle geniş zaman şekilnde oluşu da kararlığı ortaya koyar
__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
|