Üç Rüya.. |
08-05-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Üç Rüya..Büyük bir ağaç düşünün Öyle büyük bir ağaç ki, ucu göğün tavanına varmış; dalları doğudan batının en uç noktasına kadar uzanmış Bu muazzam ağaçtan öyle bir ‘Nur’ çıkmakta ki, güneş, bu nurun yanında çok sönük kalmakta! Bazen görünüp kaybolsa da, bu muazzam ‘Nûr’ anbean artmakta Bazı insanlar, ağacın dallarına tutunmaya çalışırken, bazıları da, onun köklerini kesme çabasında… *** Evlâdı Ebû Tâlib’le rüyasını tevil ettirmek için, o devrin en meşhur kâhinlerinden birine giden Abdülmuttalib, hâlâ tesirinde olduğu bu hakikatli rüyayı anlatmaya devam ediyor: ‘Ağacın bir dalını tutmak için elimi uzattıysam da, ona ulaşamadım’ Rüyayı dinlemekte olan kâhinin yüzü değişti, benzi sarardı Ve: “Ey Kureyş’in reîsi, bu rüya bize büyük bir haber veriyor Yakında senin sulbünden bir Peygamber gelecek, doğuya ve batıya mâlik olacak, insanlar O’na uyup, dinine girecek” dedi Sonrasını şöyle anlatıyor Abdülmuttalib: “Kâhin oğlum Ebû Tâlib’e nazar ederek; ‘Bu, o Resûl’ün amcası olsa gerek’ dedi ve ilâve etti: ‘Ve ey Abdülmuttalib, O’nun nübüvvetinden sana nasîb olmaz O geldiğinde sen bulunmayacaksın bu dünya âleminde Ama sonrasında, o ağacın dallarına tutunan kişiler, O’nun dinine girip, O’ndan nasîplenirler” … Yıllar geçer aradan Elhak, Abdülmuttalib göçüp gitmiştir bu dünyâdan Bu rüyayı hiç unutmamış olan Ebû Tâlib, kutlu yeğeninin bi’setini müteâkip, bu sırlı rüyâyı O’na anlatınca; Habibullah (sas), rüyâyı dosdoğru şöyle tâbir ettiler: “O büyük ağaç, Muhammedü’l-Emîn’dir!” O’nun dallarına tutunanlar ise, mâlûm; miraçta bile adlarını sayıkladıkları Zîrâ o, doğduğu anda bile onları mırıldanıyordu Annesi Âmine Hanım da öyle anlatmıştı: “Doğar doğmaz; ”Lâ ilâhe illallah, innî Resulullah!” dedi Başka bir şeyler daha söylüyordu sanki Yaklaşıp dinlediğimde; ‘Ümmetim, ümmetim!’ dediğini işittim” *** Bu rüyadan tam yedi asır sonra, bir rüya daha görülür, sembol yine aynıdır; ulu ve nurlu bir ağaç! Bir gün Osman Gazi; ileride kuracağı Devlet-i Âli’nin mânevî mimarı olacak olan Şeyh Edebalı’nın dergâhında konaklar Odasında bulunan Kur’ân’a hürmetinden dolayı o gece yatamaz, ayağını uzatamaz! Kur’ân-ı Kerîm’i alır ve sabaha kadar huşuyla okur Ve bir ara içi geçer İşte o mânâlı ve tarihî anda görür o beşaret dolu rüyayı; bağrından çıkan bir ulu çınarın dalları, cihanın dört bir yanına kol-kanat gerer Nice insan o muhteşem ağacın dallarından, meyvelerinden ve gölgesinden istifade etmektedir Sabah ilk iş olarak bu rüyasını Şeyh Edebalı’ya açar O da, tebessümle ışıldayan bir simayla der ki: “Müjdeler olsun Osmancık, bey olacaksın Bağrından çıkacak bir devlet üç kıtaya yayılacak, ’ın izni ve inayetiyle… Rüyan da bunun muştusudur!” Ve rüya aynıyla vâki olmuştur Belki de bu manidâr rüyadandır Devlet-i Âl-i Osmanî denince akla hep ulu bir çınar, çınar denince de Osmanlı’nın gelmesi *** Aradan yine bir yedi asır daha geçer Bir tarihî devridâimin haberi, rüya olarak düşer ‘Zamanın Harikası‘nın ruh aynasına… Kur’ân kalesinin yıkılmakta olduğunu görür, onu müdafaa adına ortaya atılır ve haykırır: “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez hakikatini bütün dünyaya duyuracağım!” İngiliz Müstemlekeler Bakanı, elinde tuttuğu Kur’ân’ı göstererek: “Bu milleti yenmek için, elinden şunu almalıyız!” dediğini okuyunca -bu sefer gerçek hayatta- çok daha gür bir sesle o sözünü dünyaya duyurmuştur! Tek başına bir insan muazzam bir rüyanın, ulvî bir idealin peşinde, Kur’ân’ın i’cazlı hakikatlerini bütün dünyaya duyurma adına dağ taş dolaşmakta; yazmakta, yazdırmakta! Hâdisenin büyüklüğünü o an idrak edemeyen bir talebesi içinden: “Bu ıssız dağ başında yazdığımız bu yazıları kim okur, kim dinler ki?” diye geçirecek olur Kalblerden geçenleri bilen Mevlâ, bunu duyurur o Zât’a O dev kâmet, bizim de kulaklarımızı çınlatacak şekilde seslenir oralardan: “Yaz keçeli, sen yaz! Bu hakikatleri, bir gün gelecek bütün dünya okuyacak!” Âli bir makamdan vazifesini almış birisinin sâdık rüyası ve hülyâsı! Tıpkı, müntesibi olduğu Hak Nebi’nin, hendek kazarken, kazmaların vurulduğu kayalardan çıkan çıngı ve kıvılcımlara bakarken, bir ekrandan naklen görürcesine ashabına anlattıkları gibi Gözleri ötelerde, Bizans ve Sasani’nin diz çöküşünü görmüş ve müjdelemiş Ashabının bunu hakkel-yakîn anlaması için ise biraz zaman geçmesi gerekmiş Evet, üç rüyanın ortak ruhu; Nübüvvet ve Kur’ân nurudur ‘Asrın Garibi’ nurlu hakikatlerin âhirzamanda bir ağaç gibi Anadolu’nun bağrında kök saldığını, kimsenin artık onu söküp atamayacağını ve bir elli sene sonra dallara ve meyvelere duracağının rüyalarını görmüş ve dillendirmiştir Ve o büyük Zât, o nuranî ağacın dalları ve meyveleri hükmündeki o ‘nesl-i âti’ye seslenir, asrın başından: “Ömerler, Hamzalar, Yahyalar… (Yahut Abdullahlar, İsmailler, Naciler, Mehmet Aliler, Necdetler, Hacı Kemaller, Kemalettinler!) sadakte deyiniz!” Bir üçüncü cemreyle, aynı kökten neşet eden, şecere-i tûba hükmündeki bu ağaç şehbal açmıştır artık! Bu son ağacın özsuyu; gözü ceyhuna dönen hitap çiçeğinin gözyaşları ve insanlığa hizmet deyip, dünyanın en ücralarına dek koşturanların alınlarında biriken terlerdir O ağaçta bir nur vardır ve Var Eden (cc) o nuru tamamlayacaktır! Bu yeni çağrının münâdisinin sözleriyle özetleyelim: “Altın yamaçlarda zümrüt ağaçlar, Hicrân kervanına ulaşıp gitmiş Kıvılcım var, o ürperten sönüşten, Kıvılcımda mesajlar var dönüşten…” Sızıntı |
|