Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Genel Kültür & Serbest Forum > Serbest Forum

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
akımları, felsefe

Felsefe Akımları

Eski 08-04-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefe Akımları



Felsefe Akımları

RASYONALİZM (Akılcılık)

Rasyonalizm; felsefede dogmatik bir akılcılık olarak tanımlanırken; günlük dilde, önyargılardan ve duygusal saplantılardan arınmış bir akıl yürütme olarak tanımlanır
Rasyonalizme göre; "genel-geçer bir bilgi vardır ve kaynağı akıl ve düşünmedir Akıl doğuştandır

İlkçağdan günümüze kadar başlıca Rasyonalistler şunlardır: Sokrates, Platon, Aristoteles, Farabi, Descartes, Hegel

Sokrates: Sokrates’e göre;”insan bilgisi doğuştan gelir
Atina sokaklarında dolaşarak,her konuyu tartışır,halka değer yargılarına körü körüne inanmanın yanlışlığını göstermeye çalışırBunu yaparken diyalektik yöntemini kullanmıştırBu yöntem diyalog esasına dayanırİki aşaması vardır:

1-İroni (alay):Sorular sorarak çok şey bildiğini zanneden kişinin hiçbir şey bilmediğini ortaya çıkarırOnunla alay ederek yeni cevaplar aramaya yöneltir

2-Maiotik (doğurtma): Hiçbir şey bilmediğine inanmaya başlayan kişinin bulduğu cevaplarla aslında çok şey bildiğini kanıtlar (örneğin bu yöntemle bir çobana geometri problemi çözdürdüğü söylenir)

O’na göre;Bilgilerimiz doğuştandır ve doğuştan olan bu bilgilerimiz genel-geçerdirBu anlamda Sokrates’e göre öğretmen aslında öğrencisine yeni bir şey öğretmez sadece doğuştan onun aklında var olan bilgiyi açığa çıkarır

Platon: Platon’a göre İdealar ve görünenler(fenomenler) evreni olmak üzere iki türlü evren vardır

İdealar evreni;doğmadan önce içinde bulunduğumuz ve her şeyin gerçeğinin bulunduğu evrendir Ancak akılla kavranır
Görünenler (fenomenler) evreni; halen içinde yaşadığımız nesneler evrenidir Görünenler evreni idealar evreninin bir kopyası,gölgesi (yansımasıdır)Görünüşler dünyası olan bu evrenin bilgisi duyu organları ile elde edildiği için doxa (sanı) dır, aldatıcıdır Çünkü duyu verileri kişiden kişiye değişen aldatıcı, göreceli bilgilerdir Bu nedenle doğru bilginin kaynağı duyular olamaz

İdealar evreninin bilgisi akılla elde edildiği için doğru genel-geçer bilgidirAkılla idealar evreni hakkında kesin bilgi elde edilebilir Bu nedenle doğru bilginin kaynağı akıldırPlaton’a göre bilmek ideaları hatırlamaktır

Aristoteles: Hocası Platon’un birbirinden ayırdığı, biri duyularla diğeri akılla(düşünceyle) kavranan iki evreni bir araya getirmek ister

O’na göre idealar nesnelerden bağımsız değildir, idealar tek tek nesnelerin özünde tümel kavramlar olarak vardır Bilginin amacı tekil yani bireysel olanı bilmektir Ancak tekilin bilgisine genelin( tümel)in bilgisinden hareketle ulaşılır Gerçek bilgi ise, tümel yargılara dayanan önermelerdir Aristoteles’e göre gerçekte var olanlar tek tek şeylerdir Şu anda görmediğimiz idealar değildir Tümel önermeler içinde tekiller (tek tek nesne ve olaylar) olduğundan, yapılacak iş tekilleri tümellerden üretmektir

Örneğin:
Bütün insanlar ölümlüdür
Aristo’da insandır
O halde Aristo’da ölümlüdür

Sokrates’e göre bilgi edinme yetisi (meleke) akıldır Akıl; edilgin (pasif) akıl ve etkin (aktif) akıl olmak üzere ikiye ayrılır Etkin akıl duyularımızı saptayarak bilgimizin içeriğini sağlar Aktif akıl ise pasif aklın sağladığı bu duyuları işleyerek, biçimlendirerek akli hakikatleri sağlar

Aristoteles bir rasyonalist olmasına rağmen O’nu kendisinden önceki rasyonalistlerden ayıran en önemli özellik bilgilerimizin doğuştan olmadığını savunmasıdır O’na göre bilgilerimiz duyu organlarınca elde edilir (pasif akıl)ve işlenerek (aktif akıl) tümel kavramlar oluşturulur Akıl bilgi üretme gücüne sahiptir

Örneğin:Bir armut tohumu armudu çekirdeğin içinde güç halinde bulundurmaktadırBuğday tanesi unu,ekmeği güç halinde taşımaktadırİşte bu güç tecrübeyle temas haline gelince fiile dönüşür ve buğday ekmek haline gelir

Farabi870-950) (Ebu Nasr Muhammed bin Turhan bin Uzluğ )Aristotelesçi düşünürdür İslam felsefesinin kurucusu sayılır

Farabi’ye göre gerçeğin başında zorunlu varlık olan Allah vardır Allah varlığını kendisinden alır O,hakiki ve sonsuz varlıktır Allah doğrudan ve bir varlık yaratır Yarattığı bu ilk varlık akıldır Bilme aklın kendisinde vardırHem kendini hem de Allah’ı bilirİnsan aklı doğuştan bazı bilgileri beraberinde getirir, aslında pasiftir Deney ile temasa geçince aktif hale gelir Böylece duyular ve mantıksal çıkarımlarla elde edilen bilgilere ulaşılır Bu bilgiler doğru veya yanlış olabilir Farabi’ye göre akıl, daha sonra Doğrulanmış bilgiler (tasdikat) dediği doğru bilgiye ulaşır

Farabi’ye göre bilginin kaynağı duyu, akıl ve nazar (derinliğine düşünme)dir Duyu ve akıl doğrudan , nazar ise dolaylı bilgiyi verir Duyusal bilgiler, duyu organlarınca algılanan, tekil olan bilgilerdir Bilimsel değildir Bilimsel bilginin maddesini oluşturarak bilimsel bilgiye imkan sağlarlar Akıl da bu tekil(duyusal) bilgileri biçimlendirerek ve bir takım kalıplara sokarak genel kavramlara ve yargılara dönüştürür Böylece kesin ve genel-geçer bilgilere ulaşır En yüce erdem bilgidirAklın edindiği bilgilerle insan iyiyi kötüden,doğruyu yanlıştan,güzeli çirkinden ayırabilir O’na göre evrendeki varlıları bilen ve bundan yaşam için doğru anlamlar çıkaran kişi,böylece Allah’ın varlığına dair işaretleri içeren tüm varlıkların bilgisinden, Allah’ın varlığı bilgisine ulaşır

Rene Descartes: (1596-1650) Modern felsefenin kurucusu sayılır Modern Rasyonalizm’in öcüsü ve Analitik Geometrinin kurucusudur

Descartes’e göre üç türlü bilgi vardır:

1-Doğuştan gelen 2-Yapma 3-Arızi bilgiler
Allah fikri, ruh,uzay ve tüm matematiksel düşünceler doğuştandır Doğuştan gelen düşünceler doğduğumuzda hazır olarak bulunmazlarTıpkı doğuştan gelen hastalıklar gibidir Yani hastalık bebekte kesin kes görülmez ancak görülme ihtimalinin varlığını gösterirBunun gibi doğuştan gelen düşünceler de doğduğumuzda hazır olan düşünceler değildirBizde hazır olan bu düşünceleri doğuran yetenektirAklın doğrudan kavramasıdır Bu yetenek Tanrı tarafından eşit olarak dağıtılmıştır Aklın kavradığı doğuştan olan bu bilgilerin dışındaki bütün bilgilerimiz duyularla kavranmış niteliktedir, arızi geçici bilgilerdir

Descartes’ göre bu bilgiyi elde etmenin dört aşaması vardır;

1-Doğruluğunu apaçık bilmediğim şeyi doğru kabul etmemek (apaçıklık)
2-İncelenecek şeyleri bölümlere ayırmak (bölme,analiz)
3-En kolay bilinenden,en karmaşığa doğru yükselmek (Basitleştirme ve sıra)
4-Gözden geçirmek (sayma ve kontrol)

Descartes,duyulara güvenmediği için, duyularla elde edilen bilgilerin şüpheli olduğunu düşündü Matematiği ve Fiziği apaçık ve kesin bilginin modeli olarak aldı Onun dışındaki her şeyden bir kere de olsa şüphe etti O’na göre kesin bilgi bu şüphe edişten çıkmaktadır Descartes böylece ;“Mademki her şeyden şüphe ediyorum,öyleyse düşünüyorum; Madem ki düşünüyorum, öyleyse varım” (Cogito Ergo sum) formülüne ulaşır Bu sonuç O’na göre apaçık, kesindir O’na göre kendisinde var olan düşünme yeteneği Tanrı’yı;en yetkin ve aldanmaz-aldatmaz olan Tanrı fikri de dış dünyayı kanıtlanır

Descartes’in rasyonalizmi,iyi yönetilen her zihnin kesin,genel-geçer bilgiye ulaşabileceği örüşüne dayanır

Hegel1770-1831) Alman idealizminin ve rasyonalizminin öncülerindendir

Hegel’e göre deneye başvurmadan sırf düşünce (spekülasyon) ile kesin bilgiye ulaşılabilir Çünkü suje ile obje aynı aklın değişik biçimlendirmeleridir Objenin kendisi de suje gibi akla dayanır Yani objenin kesin bilgisine akılla ulaşılan kavramlar üzerinde düşünülerek ulaşılacağını savunur O’na göre her ussal (rasyonel) olan şey de gerçek (reel) dir Duyu organlarınca elde edilen bilgilerin kesin genel-geçer bilgiler olmadığını düşünür (O’na göre “zaten felsefe de, objelerin düşünce ile görülmesi, evrenin düşünülmesidir”) Bu nedenle kavramlar felsefenin ana konusudur
Hegel felsefesi, gelişme kavramına dayanır Her şeyin değişme ve hareket halinde ve birbirine bağlı olarak değiştiğini savunur Herakleitos’un diyalektik yöntemini geliştirmiştir Düşüncedeki değişmeler maddedeki değişmelere yol açar

Hegel’e göre her şey üç aşamalı bir gelişme sonucu gerçekleşir Bu süreç Tez-Antitez-Sentez sürecidir Örneğin;”varlık” kavramı üzerinde düşünürsek, Varlık(tez) bunu düşününce hemen karşıtını düşünürüm, Yokluk (antitez) buradaki çatışma uzlaştırıcı bir kavrama götürür, Oluş (sentez) sonucuna ulaşırız Çiçek (tez), çiçeğin yok olması (antitez), meyve(sentez) Çiçek, meyvenin ortaya çıkmasına yol açar, ama meyvenin ortaya çıkması için çiçeğin yok olması gerekmektedir Demek ki her olmakta olan şey, hem var olan hem hem yok olan şeydir

Sonuç olarak Rasyonalizm, insan aklını tüm insanlar için aynı ve değişmeyen bir şey olarak ele almıştır Oysa çağdaş psikoloji ve antropoloji yaptığı çalışmalarda aklın da değişmekte olduğunu göstermiştir Ayrıca Rasyonalizm, aklı doğadan ayrı bir öz, farklı bir varlık olarak ele alıyor Böylece akıl ile nesne arasında bir ikilik yaratıyor Bilgi suje ile obje arasındaki ilişkiden doğmaktadır O zaman birbirinden tamamen ayrı olan akıl ve nesnenin birbiriyle nasıl çakışarak bilgiyi ortaya çıkaracağı sorunu ortaya çıkıyor Böylece Rasyonalizmin bilgi sorununu çözemediği görülüyor Zaten Hegel bu ikiliği “objenin kendisi de suje gibi rasyoneldir” diyerek bu ikiliği aşmaya çalışmıştır

Alıntıdır

***

Alıntı Yaparak Cevapla

Felsefe Akımları

Eski 08-04-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefe Akımları



EMPRİZM (Deneycilik)

Empirizm bilgilerimizin duyu ve algılardan geldiğini,deneyden türediğini ve aklımızda doğuştan gelen hiçbir bilgi,düşünce ve ilke bulunmadığını ileri süren öğretidir
Başlıca empristler John Locke ve David Hume’dur

John Locke(1632-1704): Emprizmin kurcusu olan, bilginin kaynağında tecrübenin bulunduğunu söyleyen İngiliz filozoftur

O’na göre İnsan zihni dünyaya boş bir levha (tabula rasa) olarak gelir Duyular ve deneyler bu levhayı zamanla doldurur İki tür deneyden ya da bilginin iki tür kaynağından söz edilebilir Bunlar; dış deney ve İç deney dir

Dış deney; dış dünyadaki varlıklar duyu organları ile denenir
İç deney;İnsanın kendi bilincinde ve ruhunda olup bitenlerin bilincine varılır

İnsana bu iki kaynaktan basit ideler (algılar, tasavvur ya da tasarımlar) gelir İnsanlarda yalın ve bileşik tasavvur olmak üzere iki tür tasavvur (idea) vardır Yalın tasavvurlar, duyumlar ve ruhsal olaylarla ilgili tasavvurlardır İnsan zihninin pasif olduğu bu tasavvurlar bilgilerimizin malzemelerini oluştururlar
Örneğin; sıcak, soğuk gibi tasavvurlar yalın tasavvurlardır Bileşik tasavvurlar ise zihin tarafından üretilirZihin yalın tasavvurları düzenleyerek, birleşik tasavvurlar haline getirir, böylece kompleks düşüncelere ve bilgiye ulaşır Bu da zihnin düşünme gücü ile olur Bu tür tasavvurların kazanılmasında zihin aktif halde bulunur Örneğin;soy,insanlık, gibi kavramlar bileşik tasavvurlardır

JLocke’a göre kompleks düşüncelerin dolayısıyla bilginin meydana gelebilmesi için şu yetilere ihtiyaç vardır

1-Zihne gerekli tasarımları sağlayan algı
2-Zihne giren tasarımları saklayan bellek
3-Tasarımları düşünceleri birbirinden açıkça ayırt etme yetisi
4-Birçok tasarım ve düşünceyi birbirleriyle karşılaştırma yetisi
5-Bir çok basit ideyi ve tasarımı birleştirme yetisi
6-Benzer düşüncelerdeki ortak öğeyi bulup çıkarmayı sağlayan soyutlama yetisi

Locke’a göre insan zihni dış dünyadan gelen malzemeyi bu yetileriyle işleyerek bilgiyi sağlarBu bilgiler de üç çeşittir

a-Sezgisel bilgi;Bu bilgiyle İnsan kendi varlığının bilgisine sahip olurSağlam ve kesin bir bilgidir
b-Duyusal bilgi;Bu bilgiyle dış dünyadaki nesnelerin bilgisine sahip olunurKesin bir bilgi olamaz
c-Tanıtlayıcı bilgi;Bu bilgiyle insanın Tanrının var olduğunu kanıtlar

Locke’a göre nesnelerde birincil nitelik (katılık,sıvılık) ve ikincil nitelik(renk,koku) olmak üzere iki tür nitelik vardır
Birincil nitelikler bağımsız olarak nesnede vardır
İkincil nitelik algılayanın sonradan kazandırdığı niteliklerdir Algılayan bağlıdır tasavvurlardan oluşur

David Hume (1711-1776):Bizim her şeyi algı yoluyla bildiğimizi söyler

Algı ise dikkati bir şeye yöneltmek suretiyle o şeyin bilincine varma olarak tanımlanabilir Ona göre algılar (zihnimizde bulunanlar) iki şekilde ortaya çıkar;

1-İzlenimler: Zihinde bulunanların temelinde,beş duyu yoluyla algıladıklarımız vardırGörürken,işitirken,severken ya da nefret ederken hissetiklerimiz bu gruba girer

2-İdeler (kavramlar ve düşünceler):Hume’a göre algının sonucunda oluşmuş olan idelerde ve düşüncelerde belli özellikler bulunduğu zaman,bunlar birbirleri ile birleştirilirler ve sonuçta daha karmaşık düşünceler ortaya çıkar

DHume’a göre,düşüncelerimisin birbirleriyle birleştirilmesine yol açan özellikler üç tanedir;

a-Benzerlik-bir resim bizi resmi yapan konu hakkında düşünmeye sevk eder
b-Süreklilik-Bir binadaki daireden söz edilmesi bize başka daireleri düşündürür
c-Neden-sonuç bağıntısı-Bir yara üzerinde düşünme bize yaranın ardındaki acıyı hissettirir

Bütün bilgilerimiz özellikle de bilimsel bilgiler bir nedensellik ilkesine dayandıklarından nedensellik bağıntısı önem taşır Ancak nedensellik bilinemez ve temellendirilemez sadece düşünülebilir

Nedensellik ilkesini bilmenin ancak iki yolu olabilir; *ya deneyden bağımsız olarak a priori (ön bilgi) olarak, *ya da doğadaki nedenlerle sonuçları gözleyerek bilebiliriz

O’na göre biz nedensellik ilkesini bir a priori bilgi (deneyden bağımsız ön bilgi) olarak bilemeyiz Çünkü her hangi bir nedeni ele alırsak bu neden içerisinden sonucu çıkarmamız mümkün değildir Örneğin; sıcaklığın metalleri genleştirdiğini söylüyoruz Hume’a göre deneye baş vurmadan yalnızca sıcaklık kavramından hareket ederek metallerin genleşmesi sonucuna varamayız Bundan dolayı nedensellik ilkesi hakkında bir a priori bilgimiz olamaz

Öyleyse nedensellik düşüncesi deneye dayanmalıdır, nedensellik düşüncesine karşılık gelen bir algı izlenim bulunması gerekir O’na göre biz nedenselliği algılayamıyoruz Ancak nedensellik tasavvurumuz aslında bir zihinsel alışkanlık ve çağrışımdır

Biz A olayından sonra B olayının geldiğini defalarca göre göre bizde bir zihinsel alışkanlık oluştururBöylece her A olayı bizde B olayını çağrıştırır

Alıntıdır

***

Alıntı Yaparak Cevapla

Felsefe Akımları

Eski 08-04-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefe Akımları



İDEALİZM NEDİR?

Felsefede, en geniş anlamıyla, tinsel güçlerin evrendeki tüm süreçleri ya da olup bitenleri belirlediğini savunan tüm Felsefe öğretilerini içerecek biçimde kullanılan "idealizm" terimi, varolan her şeyi "düşünce"ye bağlayıp ondan türeten; düşünce dışında nesnel bir gerçekliğin varolmadığını, başka bir deyişle düşünceden bağımsız bir varlığın ya da maddî gerçekliğin bulunmadığını dile getiren felsefe akımını niteler

İdealizm, varlığın düşünceden bağımsız olarak varolduğunu kabul eden "gerçekçilik", "maddecilik" ve "doğalcılık" felsefe anlayışlarının tam karşı kutbunda yer almaktadır Felsefede İdealizm, dünyanın temellendirilmesinde en önemli görevin, bilince ya da maddi olmayan zihne yönelik bir gerçeklik kuramı geliştirmek olduğu düşüncesi üstüne kurulmuştur İdealizm anlayışının temelleri önce Platon'un "Idealar Dünyası Kuramı" yla atılmış olmakla birlikte, daha sonra çeşitli filozoflarca sunulan izahlarla güçlendirilmiştir

Metafizikte idealizm, bütün fıziksel nesnelerin bütünüyle zihne bağımlı olduğu, onların bilincinde olan bir zihin olmaksızın metafizik anlamda hiçbir varlıkları olmadığı anlayışına karşılık gelmektedir Bir başka deyişle, metafizik idealizme göre gerçeklik her durumda zihne bağımlı olduğu için gerçekliğin gerçek bilgisi ancak tinsel bir bilinç kaynağına başvurularak elde edilebilirdir Buna karşı, idealizm ile taban tabana zıt bir konuma yerleştirilip temellendirilen Maddecilik, zihnin ya da bilincin bütünler halinde fiziksel öğeler ile süreçlere indirgenebileceğini savunmaktadır

İdealistler; doğadaki şeyleri ya da nesneleri, her şeyin özünü oluşturan tek bir gücün ya da enerjinin geçici görünümleri olarak görür; varlığın tüm görünüşlerinde tek bir anlamın yattığını düşünür; varoluşu tek bir birlik olarak algılar; aklın sağladıklarının dışında gerçekliğe ulaşmanın olanaksız olduğunu öne sürer; gerçekliği "idea"olarak belirleyip maddeyi bunun bir yansıması sayar Felsefi anlamda idealizm dünyanın yalnızca düşüncelerin, zihnin, ruhun, ya da daha doğrusu, fiziksel dünya varolmadan önce varolan İdeanın bir yansıması olduğu görüşünden hareket eder Duyularımızla bildiğimiz maddi şeyler, kusursuz İdeanın kusurlu kopyalarıdır Antik dönemde bu felsefenin en tutarlı savunucusu Platon'du Ancak idealizmin başlangıcı MÖ VI yüzyıla, ilkçağ Yunan felsefesinde Ksenophanes'e değin uzanır Ksenophanes , çok olanı Bir'e indirgemiş ve bu Bir'i "tüm düşünme" olarak belirlemiştir Ksenophanes'in öğretisi günümüzde metafıziğin kurucusu olarak gösterilen öğrencisi Parmenides 'in kurduğu Elea Okulu eliyle daha bir gelişim göstermiştir: "Varlık, değişmez ve birdir; özne ve nesne bir ve aynıdır"

Platon'a göre "gerçek varlık idea, 'düşünce varlığı'dır" Platon "düşünülür dünya" (idealar dünyası) ile "duyulur dünya" (görüngüler dünyası) ayrımına gitmiş; duyulur dünyayı gölgelerden ibaret bir görünüşler dünyası olarak betimlerken, düşünülür dünyayı değişmez gerçeklikler diye gördüğü idealardan oluşan gerçek dünya olarak ilan etmiştir

Aynı fikir Kant'tan önce İrlandalı rahip ve filozof George Berkeley ve klasik İngiliz ampiristlerinin en sonuncusu David Hume tarafından ileri sürülmüştü Temelde şöyle özetlenebilir: "Dünyayı duyumlarım aracılığıyla yorumlarım Bu nedenle, varolduğunu bildiğim tek şey duyu izlenimlerimdir Örneğin bu elmanın varolduğunu söyleyebilir miyim? Hayır Tüm söyleyebileceğim, onu gördüğüm, hissettiğim, kokladığım, tattığımdır Bu bakımdan, gerçekte bir maddi dünyanın varolduğunu hiçbir surette söyleyemem" Öznel idealizmin mantığına göre, eğer gözlerimi kaparsam dünya varolmaktan çıkar Her ne kadar Berkeley idealist düşünceye önemli katkılarda bulunduysa da, idealist düşünce asıl gelişimini Kant 'la birlikte göstermiştir

Kendi felsefesini "madde tanımazcılık" diye adlandıran Berkeley 'e göre ise; iki tür gerçek varlık -tinler (zihinler) ve idealar- söz konusudur; fiziksel nesneler ise duyusal ideaların toplamıdırlar Dolayısıyla, Berkeley'e göre, bir elmayı algıladığımızı söylediğimizde doğrudan farkına vardığımız duyusal görünüşlerin bir toplamıdır Bundan dolayı sınırlı bir zihin tarafından algılanmayan şeyler yokturlar; şeyler zihnimize sınırlı zihin tarafindan algılandıklarında ulaşırlar: "varolmak algılanmış olmaktır" Berkeley şeyleri, onlara atfettiğimiz niteliklere ilişkin duyu deneyimimizden soyutlayarak kavrayamayacağı düşüncesinden hareket ederek, fiziksel nesnelerin varoluşunun algılanmak olduğunu, fiziksel nesnelerin yalnızca idealar olarak varolduklarını ileri sürer Berkeley 'in fiziksel şeylerin, onları algılayan kimse olmadığında da var gözükmeleri sorusuna yanıtı, onların Allah'ın hafızasında varolduklarıdır Düşüncemizde şeylerin varlığını yaratan yegane güç Allah'tır

Yararlanılan Kaynak: Felsefe Sözlüğü- Bilim ve Sanat Yayınları

Alıntı Yaparak Cevapla

Felsefe Akımları

Eski 08-04-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefe Akımları



KUŞKUCULUK NEDİR ? (Septikler)

İng scpticisme Fr scepticisme, Alm skeptizismus Es t hisbaniyye, reybiye)

En genel anlamda herhangi bir şeyden duyulan belirgin kuşku; kuşkulanma tutumu Eski Yunanca'da "gözlemek", "incelemek" anlamına gelen skeptesheia sözcüğünden türetilmiş felsefe terimi

Yerleşik Felsefe dilinde, kesin bir tutum almamayı, enson bir yargıya varmamayı ilke edinmiş; bütün değerlerden, inançlardan, bilgi savlarından ilkece kuşku duymanın doğruluğunu savunan felsefe anlayışı

Kuşkuculuk, düşünülebilecek hiçbir konuda kesin bilgi diye bir şeyin olmadığını, olsa bile insanın eldeki verileriyle kesin bilgilere ulaşmasının olanaklı olmadığını öne sürerek, nesnel bilgiyi ve nesnel bilme olanağını bütünüyle yok- saymaktadır Buna karşı açık ve seçik doğruya, kendisinden kuşku duyulamayacak sağlam bilgiye ulaşmak için sağlam bir dayanak bulana dek bütün bilgilerin kuşkuya açılarak sınanıp sorgulanması ise "yöntembilgisel kuşkuculuk" diye adlandırılmaktadır

Her türden düşünce uğraşısında doğrulan yanlışlardan ayırmak amacıyla bütün bilgilerin tek tek yeni baştan gözden geçirilmesini öngören bu kuşkuculuk anlayışı, kimileyin "olumlamacı kuşkuculuk" ya da "geçici kuşkuculuk" diye de anılmaktadır Bu anlamıyla kuşkuculuk modern felsefenin kurucusu Descartes tarafından geliştirilmiştir Bunun yanında gerçekliğin özünü bilmenin ilkece olanaksız olduğunu ileri süren bütün metafızik öğretiler de kuşkuculuk deyişiyle nitelendirilmektedir Bilgi olanaklarının son derece sınırlı olduğunu, şaşmaz bir kesinlikle hiçbir şeyin bilinemeyeceğini, topu topu bir takım kişiye özel, doğruluğu her zaman için kuşkuya açık görüşlerin bulunabileceğini savunan genel kuşkuculuk öğretisi yanında, kuşkuculuğun ilk bakışta iki ayrı biçimi daha bulunmaktadır "Sonuna dek götürülmüş kuşkuculuk" diye adlandırılan ilk biçim her türlü bilgi olanağını yadsıyarak işin doğası gereği hiçbir şeyin hiçbir koşulda bilinemeyeceğini savunur Bu kuşkuculuk anlayışı yer yer felsefe metinlerinde "olumsuzlamacı kuşkuculuk" ya da "sürekli kuşkuculuk" diye de geçmektedir Buna karşı "olumsal kuşkuculuk" ya da "ölçülü kuşkuculuk" diye adlandırılan ikinci biçim bilgi olanağını yalnızca belli alanlarda daha yumuşak bir dille yadsıyarak, belli şeylerin bilgisine ' belli çekinceler göz önünde bulundurmak koşuluyla varılabileceğini düşünmektedir "Alan kuşkuculuğu" diye de adlandırılan bu kuşkuculuk biçiminde, metafızik gibi belli araştırma alanlarında bilgi edinilemeyeceği ya da algılama gibi belli yetilerin bilgi sağlamayacakları gibi düşüncelerle elemeci-ayıklamacı bir kuşkuculuk tutumu söz konusudur Kuşkuculuğun bu daha ılımlı biçimi, bir bütün ' olarak bilgi olanağını bütün alanlarda yadsımadan ancak belli alanlarda kuşkuculuğun işletilmesinden yanadır

Kuşkuculuğun varolan bütün değerlere karşı olumsuzlayıcı bir tutumun sergilendiği, bencil olmayan değerlerin bunların varlığına duyulan inançsızlık nedeniyle yoksaydığı, insanlığın temel değer ve ülkülerinin geçerliliğinin toptan kuşkuya açıldığı "Kinizm" ile karıştırılmaması gerekir Yine kuşkuculuğun, felsefe ilkelerinin neliği gibi enson soruların ilkece yanıtlanamaz olduğunun, bu tür konularda araştırma yapmanın gereksizliğinin, dolayısıyla bu tür konularda yargıda ' bulunmaktan kaçınmanın doğruluğunun savunulduğu bir başka felsefe anlayışı "bilinemezcilik" ile de arasında çok ince ayrımlar bulunmaktadır Felsefe tarihinin bilinen en eski kuşkuculuğu Eski Yunan'ın gezgin düşünürleri sofıstlerce temellendirilmiştir Başta Protagoras ile Gorgias olmak üzere bütün sofistler, herkesçe benimsenecek ortak genelgeçer doğruların olmadığını, doğrunun her bireye ayrı görünen bir şey olarak kişiden kişiye değiştiğini savunarak felsefece düşünmeyi olanaksız kılacak denli ileri götürmüşlerdir kuşkuculuğu "Sofıst Öğreti"nin olmazsa olmaz bileşeni kuşkuculuk, Eski Yunan'da özellikle yapılan siyasal tartışmalarda karşı tarafın savunduğu düşünceyi kuşkuculuk yoluyla çürüten sofıstlere büyük bir retorik üstünlük sağlamıştır Eskiçağ kuşkuculuğunun dizgeli bir biçimde temellerini atan Elisli Pyrrhon, Felsefe tarihçileri arasında genellikle kuşkuculuğun da kurucusu olarak görülmektedir Bilginin değerini yücelterek göklere çıkartan Stoacılar ile Epikurosçulara karşı Pyrrhon, düşünce kesinliği varsayımına dayanan bilgi olanağını salt öznel yorumlarla ilintili bir konu sayarak bütünüyle yadsımış usa dayalı düşüncelerle şaşmaz kesinliklere varılamayacağını öne sürmüştür

Yöntembilgisel kuşkuculuğuyla modern çağa damgasını vuran Descartes, verimsizliği nedeniyle tıkanmış olduğunu düşündüğü geleneksel kuşkuculuk anlayışına yeni bir yön çizerek bir anlamda kuşkuculuğun önünü açmıştır İnsan zihninin hiçbir zaman kesin nesnel doğrulara ulaşamayacağı düşüncesi üstüne bina edilmiş eskiçağ kuşkuculuğunun, yerini kuşkunun bilgiye ulaşmada izlenecek bir yöntem olarak yeniden tanımlandığı yeniçağ kuşkuculuğuna bırakması bir anlamda modern felsefe döneminin başlangıcını da yansıtmaktadır Descartes bu yeni kuşkuculuk anlayışını temellendirirken eski kuşkucuları biraz da tiye alarak şu sözlerle eleştirmektedir: "Kuşkucular salt kuşkulanmak için kuşkulanmışlardır"

Descartes 'ın söylediğinden anlaşıla- cağı üzere, eski kuşkuculuk için kuşku enson amaçken, yeni kuşkuculuk için kuşku ulaşılması gereken amaç yönünde bir araçtır Nitekim yeniçağın önemli düşünürü Bacon, yeniçağ kuşkuculuğunu eskiçağ kuşkuculuğundan ayıran en belirgin özelliği şöyle dile getirmiştir: "Kuşkudan yola çıkarsak sağlam sonuçlara ulaşırız; kesinliklerden yola çıkarsak işi kuşkulanmakla sona erdiririz" Montaigne, Bayle ve Hume da daha ılımlı bir kuşkuculuğu savunmakla birlikte kuşkuculuğun yeniçağdaki en ö- nemli temsilcileri arasında gelmektedirler Bu yeniçağ düşünürlerinin anlayışında kuşkuculuk, doğruya vatma yolunda atılması gereken hem zorunlu bir ilk adımdır hem de varılan sonuçların sınanması için sürekli yeniden kendisine geri dönülen düşünsel bir sağlama yöntemidir Daha açık söylemek gerekirse, bu düşünürlere göre kuşkuculuk dar görüşlülüğe ya da katıkafalığa karşı usa esneklik kazandıran bir araştırma tutkusunun en dogal dışavurumudur

Öte yanda Kant'ın eleştirel felsefesinde ileri sürülen kuşkuculuk anlayışı, eleştirel bir tutumun ışığı altında neyi bilip neyi bilemeyeceğimizi belirleyip kesinleme amacı gütmektedir Bu açıdan bakıldığında, Kant ' ın felsefe söz dağarında kuşkuculuk terimi "eleştirel" nitelecinde etkili bir biçimde içerilmektedir Kimi felsefe tarihçilerine göre, Kant'ın kuşkuculuğu yeni- çağ kuşkuculuğunun en özgün yorumu olarak kuşkuculuğun doruk noktalarından birine karşılık gelmektedir

Yararlanılan Kaynak: Felsefe Sözlüğü- Bilim ve Sanat Yayınları

Alıntı Yaparak Cevapla

Felsefe Akımları

Eski 08-04-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefe Akımları



OLGUCULUK (Pozitivizm)

Felsefede olgularla desteklenen ya da olgularla ilgili verilere dayanan bilginin tek sağlam bilgi türü olduğu görüşü Dar anlamıyla August Comte 'un felsefesi için de kullanılır

Genel çizgileriyle Olguculuk, deney konusu edilebilecek olgularla ilgili, yani en geniş anlamıyla bilimsel bilginin sağlam bilgi olduğunu vurgular Bunun dışında, olgucuların çoğu mantık ve matematik gibi bilgi türlerinin varlığını kabul eder, ama bunların içeriksiz olduğunu ileri sürerler Olguculuğun en temel özelliğiyse, geleneksel felsefe görüşlerini, olumsuz bir anlam yüküyle "metafizik" olarak niteleyerek karşı çıkmasıdır Comte 'dan bu yana "metafizik" nitelemesi insanlığın geride bıraktığı bir aşamayla ilgili, geçerliliğini yitirmiş, yerini "pozitif" bilimlere bırakmış bir bilgi türünü çağrıştırır

Olguculuk tarihsel olarak, Avrupa'da Aydınlanma'nın ve yeniçağ bilimlerindeki önemli gelişmelerin bir sonucudur; felsefe geleneği olarak, Eski Yunan Sofistlerine ve 3 yüzyıl Latin düşünürü Sextus Empiricus 'a değin uzanır Daha yakın kökleri ise, İngiliz Deneyciliğine ve Fransız Ansiklopedistleri’ne dayanır Comte'a göre insanlık tarihinin üç aşamalı zihinsel gelişiminde her aşama bir öncekine göre daha ileri ve gelişmiştir İnsanlık başlangıçta açıklamaların doğaötesi güçlere göre yapıldığı dinsel bir aşamadadır Izleyen metafizik aşamada açıklamalar gene olgulardan uzak bazı kavramlara dayandırılır

Üçüncü aşamada ise insanlar doğru bilginin gerektirdiği gibi, açıklamak istedikleri olguları gene bu olgulardan elde ettikleri verilere dayandırmayı öğrenirler; işte bu sonuncusu pozitif aşamadır Comte bu süreci bir insanın çocukluktan yetişkinİiğe geçiş aşamalarına benzetir

Comte ile yakın ilişkileri olan John Stuart Mill İngiliz Deneycilik okulunun da etkisiyle Olguculuğun bilgisel ve mantıksal yanlarını geliştirmeye çalıştı İngiltere'de Olguculuğun bir başka temsilcisi olan Herbert Spencer yaklaşımında Darwin 'in evrim kuramına da yer verdi Olguculuk bundan sonra daha çok Almanya ve Avusturya'da gelişti Viyanalı fizikçi ve düşünür Ernest Mach , İngiliz filozof David Hume 'un görüşlerinden yola çıkarak bütün bilginin dolaysız olarak deney yoluyla duyu verilerinden elde edilen ö elerden oluştuğunu öne sürdü Mach'ın, bilgi kuramlarının değişebildiği, ama temel olguların değişmediği düşüncesini sonraki birçok olgucu da benimsedi Alman düşünür Richard Avenarius ise biyolojik temelli bir bilgi felsefesi geliştirerek algılanabilir bir nesnenin, algıya açık niteliklerinin toplamından başka bir şey olmadığını savundu Şeylerin temelinde yatan bir töz olduğu düşüncesini eleştirerek Deneycilik ile Olguculuğu birleştirmeye çalıştı

Olguculuk bu gelişme döneminden sonra, özellikle de simgesel mantığın hızla yaygınlaşmasının etkisiyle güçlendi Charles Sanders Peirce ve William James gibi mantığa da ağırlık veren ABD'li pragmatistlerin görüşlerindeki yakınlıklar sayesinde daha da yaygınlaştı Gerektirdiği mantıksal sistem de Olguculuğa yakınlığı olan Bertrand Russell gibi birçok düşünür tarafından işlenerek olgunlaştırıldı

Bütün bu gelişmeler Mach 'ın etkilerinin sürdüğü Viyana'da, "Viyana Çevresi" adıyla da bilinen Mantıksal Deneycilik ya da Mantıksal Olguculuk akımıyla sonuçlandı Bu akım, özellikle II Dünya Savaşı sonrasında Anglosakson ülkelerde çok güçlenerek hemen bütün akademik felsefe kuruluşlarına egemen oldu Buna karşılık başta Viyanalı düşünür Ludwig Wittgenstein olmak üzere, önceleri Olguculuğu benimseyen Karl Popper ve Thomas S Kuhn gibi bazı düşünürler getirdikleri temel eleştirilerle Olguculuğun etkisinin azalmasına neden oldular

Günümüzde Olguculuk tıpkı Deneycilik gibi, yaygın gücünü büyük ölçüde yitirmiştir Bilimsel bilgiye duyulan koşulsuz güven kırılmış, bilim dışında başka sağlam bilgi yollarının araştırılmasına duyulan ilgi yeniden canlanmıştır Olguculuğun günümüz felsefesine kalıcı katkılan arasında, sağlam ve tutarlı bilgi ülküsü ile bilimsel açıklamaların ortak bir temelden türetilmesi gereği sayılabilir

Yararlanılan Kaynak: Ana Britanica

Alıntı Yaparak Cevapla

Felsefe Akımları

Eski 08-04-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefe Akımları



FENOMENOLOJİ (Görüngübilim)

Fenomenoloji, kurucusu Edmund Husserl olan felsefe görüşüdür 20 yüzyılın ilk çeyreğinde görülen bilimlerdeki ve düşüncedeki genel bunalım içinde doğup gelişen bir felesefe akımıdır Husserlci fenomenoloji, bu bağlamda, Metafiziği sona erdirerek somut yaşantıya dönmek ve böylece tıkanmış olan felsefeye yeni bir başlangıç yapmak iddiasıyla ortaya çıkmıştır

Bir felsefe akımı olmaktan çok bir yöntem olarak tarif edilmesi yaygındır Fenomenoloji, her şeyden önce, fenomeni, yani dolaysız olarak verilmiş olanı betimlemeye dayanan bir yöntemdir çünkü Bunu nasıl yaptığı ya da yapıp yapamadığı, yani yöntemin iddiasını geçerli kılmak bakımından teorik düzlemdeki statüsü tartışılırdır Öte yandan, fenomenoloji, bu yöntem üzerinden kavramlar ve kategoriler geliştirerek özgün bir felsefe akımı da meydana getirir

20yüzyıl felsefesinde ve kuramsal tartışmalarında etkili ve belirleyici bir yere sahiptir Fenomenoloji Heidegger'den Sartre'a, Frankfurt Okulu'ndan Foucault'a ve Postmodern düşünürlere kadar pek çok düşünür ve felsefe eğilimde etkisi görülür

Fenomonoloji, (Türkçeye Görüngübilim olarak çevrilir) genel felsefe akımlarında olduğu gibi özne-nesne ilişkisini konu edinir Nesneyi, en genel anlamda öznenin dış dünya ile kurduğu ilişkilerinde algıladığı, deneyimlediği şey'ler olarak görmesiyle pozitivizm ve ampirizm'le aynı noktada dursa da, temelde fenomonoloji bu iki felsefe akımına karşı çıkar Bu karşı çıkış en başta, tek tek nesnelerin ele alınması konusunda ortaya çıkar Tek tek nesneler, Fenomonolojiye göre, belirli genel yasalara bağlı şeyler değil, varlıkları yalnız raslantı kavramıyla açıklanabilir olan şeylerdir Ayrıca, dolaysız olarak verilmiş olanı betimlemeye dayalı bir yöntem olmasıyla ilkin doğabilimini dışta bırakır ve böylece her iki teorik eğilimi yadsır

Fenomonoloji, yaygın olarak kullanılan deyişle, öz'lerin araştırılması konusudur Cünkü, bütün sorunlar sonunda özlerin betimlenmesi sorununa geri götürülebilir Ancak, bu noktada ayrımı belirginleştirmek gerekir; Fenomonoloji, öz’lerin bilimi degil, öz’ü görüleyen Bilinç’in bilimidir aslında Algının ya da bilincin özü'nün betimlenmesi sorunu, fenomenolojinin konusudur

Fenomonolojik bakışa göre, gerçekliğin kendiliği diye bir şey olamaz Çünkü, gerçeklik, her zaman kendine yönelmiş bir Bilinç tarafından bilinen bir gerçekliktir Yani kendisine yönelen bilinc tarafından görülen, algılanan ve bilincine varılan bir şeydir Öyle ise, dünya deneyimlerimizin tamamı, bilinç tarafından kurulmuştur, en somut algılardan en soyut matematik formüllerine kadar Bu nedenle fenomenoloji, Bilinç'in sistematik incelemesini hedefler Hareket noktası olarak belli bir epistemolojiye dayanma düşüncesinden uzak durur

Böylece "fenomenoljik yöntem" denilen nokta öne çıkar Buna göre, hem bildiklerimiz hem de gerçeklik dışta bırakılarak, bilginin nasıl ve hangi süreçlerde oluşturuldugu/oluştuğu anlaşılmaya çalışılır Özgün yöntemsel kategoriler geliştirir Fenomonoloji bu noktada İki temel kategorisi vardır bu yöntemin; „askıya alma“ ve „fenomenolojik indirgeme“

Bunlar, kısaca belirtilecek olursa, bir yandan verilmiş öğelerin, yani dış görünümlerin raslantılsallığının paranteze alınarak dışta bırakılmasını ve öte yandan da, bilimsel ya da mantıksal olsun, çıkarsama yoluyla türetilmiş olan her tür yargıların ve çıkarsamaların dışta bırakılmasını ifade ederler

Böylece, ikili bir işlemle hem özne hem de nesne askıya alınmış ve hem raslantısal olgular dünyasından hem de bilinci yönlendiren öznel yargılardan kurtulunmuş olunur, ki sonuçta rastlantısal dış görünümleri bir yana bırakılarak dünyanin öz'ü ortaya konulabilsin Salt öz ’e ancak bu şekilde varılabilecektir

Kaynak: Edebiyat Kuramları, Terry Eagleton, Ayrıntı Yayınları

Alıntı Yaparak Cevapla

Felsefe Akımları

Eski 08-04-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefe Akımları



MATERYALİZM

En geniş anlamıyla materyalizm var olan her ne ise tamamıyla maddi olduğunu ya da en azından maddi olana bağlı bulunduğunu ileri sürer (Materyalizm daha genel biçimiyle bütün gerçekliğin temelde maddi olduğu daha özel biçimiyle de insan gerçekliğinin maddi olduğunu ileri sürer) Marksist gelenekte normal olarak daha zayıf ve indirgemeci olmayan bir materyalizm var olmuş, ancak kavram çeşitli biçimleri altında ortaya konmuştur Aşağıdaki tanımlamalar öncelikle terminolojiye açıklık getirecektir Felsefi materyalizm Plehanov ‘u izleyerek tarihsel materyalizmden, Lenin ‘i izleyerek bilimsel materyalizmden genel olarak ayırt edilir

Marx’ın materyalist tarih anlayışı’nın felsefî açıdan başlıca önemli noktalan şunlardır:

a) Toplumsal yaşamda düşüncelerin öncelikle özerkliklerinin daha sonra da üstünlüklerinin reddi;

b) Soyut felsefi düşüncenin tersine yöntemsel olarak somut tarihsel araştırmaya bağlılık;

c) Toplumsal yaşamın üretim ve yeniden üretiminde insan etkinliğinin (praxis) merkezi rolünün kavramlaştırılması, buradan hareketle;

d) İnsanlık tarihinde toplumsal ilişkilerin dolayımının ve doğanın dönüştürülmesinin nedeni olarak emeğin öneminin vurgulanması;

e) Marx’ın türsel bir hümanizm olarak anlaşılmış bir doğalcılığı savunarak insanı temelde doğa ile birliği içinde kavradığı erken dönem (özellikle Ekonomik ve Felsefi Elyazmaları) yazılarının dışavurumculuğundan; insanı temelde doğaya karşı ve onun egemeni olarak kavradığı orta ve geç dönem yazılarının teknolojik Prometheusçuluğa doğru değişme göstererek insan açısından doğanın anlamını vurgulaması;

f) Bütününde Marx’ta insan-doğa ilişkisini içsel olarak -insanin temelde doğaya bağımlı olması ancak doğanın temelde insandan bağımsız olması biçiminde- simetrik olmayan bir şekilde ele aldığı, bilimsel gerçekçiliğe doğru göreceli olarak gelişen bir bağlanma ve gündelik gerçekliğe sürekli bir bağlanış

Alıntıdır

Alıntı Yaparak Cevapla

Felsefe Akımları

Eski 08-04-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefe Akımları



HEDONİZM - ( Hazcılık )

Hazcılık, diğer adlıyla hedonizm; Kirene okulu Sokratesin öğrencisi Aristippos'un (MÖ 435-355) öğretisidir Sokratesçi okullar iyiyi aramışlardır; Aristippos'a göre iyi demek haz demektir; haz veren her şey iyi, acı veren her şey de kötüdür Yaşamanın amacı hazdır ve insan yaşamı süresince hazza yönelmeli, acıdan kaçınmalıdır

Hedonizm

Hedonizm (Yunanca “hedone”: zevk), felsefede, zevkin, yaşamdaki tek ya da temel iyi olduğunu söyleyen ve ideal davranış biçimini zevkin peşinde koşmakla açıklayan öğretidir Eski Yunan’da iki önemli hedonist kuram ortaya atılmıştır

Kyrene Okulu takipçileri ya da egoist hedonistler, bireyin o anki kişisel isteklerinin diğer insanları düşünmeksizin karşılanmasını varlığın gerçek temeli olarak açıklayan öğretiyi desteklemişlerdir Onlara göre bilginin kökleri, anın geçici duyumlarında saklıdır ve bu yüzden, anlık zevk düşkünlüklerini gelecekte neden olabilecekleri acıya göre sorgulayan bir ahlaki değerler sistemi oluşturmaya çalışmanın hiçbir anlamı yoktur

Epikurosçular ya da akılcı hedonistler, egoist hedonistlerin tersine, gerçek zevkin yalnızca akılla elde edilebileceğini ileri sürmüşlerdir Epikuros’un etik anlayışı, Aristo’nun, en yüce iyinin başka bir şeyin değil, kendi yararı için değerli görülen şey olduğu yönündeki çok bilinen görüşüne dayanır Epikuros, mutluluğun en yüce iyi olduğu konusunda Aristo ile hemfikirdir

Ne var ki Epikuros, mutluluğu zevkle açıklayarak Aristo’dan ayrılır Bunun için iki neden öne sürer Ana neden, zevkin, insanların gerçek anlamda değer verdikleri için yaptıkları tek şey olmasıdır Başka bir deyişle, Epikuros’un etik hedonizmi, onun psikolojik hedonizmine dayanır

Epikuros, yaptığımız her şeyi, sonuçta kendi adımıza ve zevk almak için yaptığımızı iddia eder İçdürtüsel olarak zevk almak istedikleri ve acıdan kaçındıkları ileri sürülen bebeklerin davranışları gözlemlendiğinde, bu iddianın doğru olduğu düşünülebilir

Epikuros, bu durumun yetişkinler için de geçerli olduğunu; ama yetişkinlerde bunun doğruluğunu görmenin daha zor olduğunu; çünkü yetişkinlerin kendilerine neyin zevk vereceği konusunda daha karmaşık inançlara sahip olduklarını düşünür

Ama Epikurosçular, tüm aktivitelerin, hatta açıkça kişisel bir fedakarlık olan ya da yalnızca bir erdem ya da asil bir davranış olduğu için yapılan aktivitelerin bile, aslında kişinin zevk duyması için yapıldığı şeklindeki iddiayı mantıklı gösterebilmek için epey enerji harcamışlardır

Epikuros’un deneycilik görüşüyle iyi uyuşan ikinci kanıtın, kişinin iç gözlemsel deneyimlerine dayandığı düşünülür Kişi, ateşin sıcak olduğunu anında algılaması gibi zevkin iyi, acının ise kötü olduğunu hemen algılar Zevkin iyiliğini ya da acının kötülüğünü göstermek için daha fazla kanıta ihtiyaç yoktur

Epikuros, tüm zevklerin iyi, tüm acıların da kötü olmasına rağmen, zevklerin tamamının tercih edilmeye layık olmadığını ya da acıların tamamından kaçınılması gerekmediğini söyler Bunun yerine kişi, uzun vadede çıkarına neyin uygun olacağını hesaplamalı ve eğer kısa vadede kendisine daha az zevk veren bir şeyden vazgeçmek uzun vadede daha fazla zevk sağlayacaksa, kısa vadedeki zevki bir yana bırakmalıdır

Epikurosçular, kendini kontrol etmenin ve ihtiyatlı olmanın erdemli yanlarını vurgulamışlardır

İki öğreti de değişmeden modern çağlara kadar pratikte varlığını korumuştur 18 ve 19 yüzyıllarda Jeremy Bentham, James Mill ve John Stuart Mill gibi İngiliz felsefeciler, evrensel hedonizmi, daha yaygın olarak faydacılık diye bilinen öğretiyi savunmuşlardır

Bu kurama göre, insan davranışının temel kriteri, toplumun iyiliğidir ve kişisel ahlaki davranışın yönlendirici ilkesi, en çok sayıda insanın refahını sağlayacak ve yükseltecek olana sadakattir

Alıntı Yaparak Cevapla

Felsefe Akımları

Eski 08-04-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefe Akımları



VAROLUŞÇULUK

Varoluşçuluk, anahatlarıyla insanın hiçbir saltık değer ya da dini yasaya (ya da yasağa) bağlı kalmaksızın yaşaması gerektiğini düşünen, bir 20 yüzyıl felsefe akımıdır Ruhunu II Dünya Savaşı sonrası Avrupa'nın bunalımlı ve karamsar ikliminden alan Varoluşçuluk bir yandan insan özgürlüğünün zirvesi olarak tanımlanabilirken, diğer yandan varoluşu değersizleştirmesiyle, "İnsan vardır, gerisi faso fiso" yaklaşımıyla bu özgürlüğü daha başından büsbütün anlamsızlaştırmaktadır Ne var ki bunda bir sakınca görmez, zaten 'anlam' ve 'değer' meydan okunulan iki kavramdır çünkü

Buna karşın Varoluşçuluk tek bir saltığa sığınmaktan geri duramaz; o da var olduğumuz Descartes'ın "Düşünüyorum, öyleyse varım" ilkesine benzerlik gösteriyor gibi görünen bu yaklaşım, hemen arkasından Descartes'la taban tabana zıt bir yol seçer kendine Descartes bu 'en temel ilke'den yola çıkarak, adım adım insanın tüm varoluşunu tutarlı ve bağıntılı bir temel üzerine kurmaya girişirken ve "sağ-duyunun tüm insanlarda eşit paylaştırıldığı"nı vurgularken, Varoluşçuluk Dostoyevski'nin ünlü deyişiyle "Tanrı öldüyse, her şey mubahtır" yolunu seçer ve tüm ahlaki değerlerin ‘sanal’ bir yaratımız olduğunu öne sürer

Varoluşçuluk insanı moral yasalarından ve ahlaki sorumluluklarından arındırmasıyla iyice 'sorumsuz'laştırsa da Albert Camus gibi Varoluşçuluğun daha 'ılımlı' kanatında yer alan yazarlar bireyin kendi sorumlulukları taşıması gerektiğini, tüm düşüncelerinden, duygularından ve eylemlerinden ilahi bir güce ya da evrensel bazı kanunlara değilse bile, kendine karşı sorumlu olduğunu vurgular Ahlaksızlık yapmanın ya da katil olmanın önünde hiçbir yasa yoktur belki, ama insan yine de bu yolları 'seçmemekte' özgürdür Kuşkusuz Camus'nun bu yaklaşımı Varoluşçuluğun kendi içinde bireyi moral bir huzursuzluğa ittiğinin bir göstergesidir Dostoyevski'nin dini saltıklar olarak açıkladığı ahlaki değerleri, bir tanrı-tanımaz olan Camus 'kendi istediği' için kabul eder Diğer yanda, Camus kendisi Varoluşçu olduğunu reddeder; gerçekten de çoğu kez yaklaşımlarında Varoluşçudan çok bireycidir; bu ölçüde de bir sanatçıdan beklenilebilecek içten kaygılar taşır “Ortak iyiliğimiz için yapmaya çalıştığımız her şey başarısızlıkla sonuçlanmıştır,” der, dolayısıyla da “insanın erekleri kendi için olmalıdır

Herhangi felsefi bir dizgesi (sistemi) olmamasına karşın, bu akıma sahip çıkmış birbirinden tanınmış yazar ve sanatçılar sayesinde Varoluşçuluk kuşkusuz 20 ve 21 yüzyılın en önemli akımlarından biri olmuştur Felsefi temellerini Jean Paul Sartre ve daha da geride Heidegger'den alır, ama asıl yeşerişini sanat alanında gösterir Temelde özün değil, ama öze giden yolun aktarılması gerektiğini düşünen Dışavurumcu sanatın özünde de Varoluşçuluğun izleri vardır Kuşkusuz en popüler ‘varoluşçu’ sanat eseri Norveçli ressam Edward Munch'un Çığlık tablosudur Ne var ki Munch’ın Çığlık’ındaki umutsuzluk havası yaygın kanının aksine “insanın umutsuzluğu”nun doğrudan bir resmedilişi değildir, ressamın iki arkadaşıyla birlikte Oslo fjordunun kıyısında gezinirken tanık olduğu gökyüzündeki ani değişiklik ve o sırada kendini içinde bulduğu korku ve şaşkınlık ruh halinin bir dışavurumudur Çığlık’ın modern insanın umutsuzluğu olmadığı, en azından sadece bu olmadığı yönündeki başka bir ipucu ise resmin, Munch’un deyişiyle “yaşam, aşk ve ölüm üzerine bir şiir” olarak nitelediği Yaşam Frizine ait olmasıdır

Bunun yanısıra Varoluşçuluğun edebiyattaki etkisi Albert Camus'dan, Dino Buzatti'ye ve daha gevşek olarak Howard Fast ve Paul Auster'a kadar geniş bir yelpazeye uzanır Daha modern zamanlarda sinemada Woody Allen’la kendine bu kez eğlenceli bir temsilci bulur Burada belirtilmesi gerekir ki Woody Allen kendine özgü yaklaşımıyla her şeyin anlamsız olduğu bir evrende Varoluşçuluğun da geri kalan her şey kadar anlamsız olduğunu izleyicisine ve okurlarına sık sık hissettirir

Varoluşçuluğun Kökenleri

Alışılmadık bir yaklaşım olarak Varoluşçuluğun temellerini Hıristiyanlığın temellerine kadar götürmek olanaklıdır Dahası bir din olan Hıristiyanlıkla, ateist bir felsefi öğreti olan Varoluşçuluğun aynı temellerden yola çıkarak hareket edildiği söylenebilir Hıristiyanlığın temel ‘başlangıcı’ sayılan Genesis’e göre insan “kirlenmiştir” ve “arınması gerekmektedir” Başka bir deyişle özünde kirli olan bir varlık, özünden kopması/kurtulması gerekmektedir İçgüdülerini ve nefsini bastırmalıdır, çünkü onlar sadece bencillik ve kötülük getirir Eski Ahit’teki Eklesiastes’de (5:15, 16) de Varoluşçu anlatılara sık sık rastlanır

Sartre’ın artık klasikleşmiş “varoluş özden önce gelir” yaklaşımı, özün benzer bir reddedilişi olarak yorumlanabilir Önemli bir fark kuşkusuz Hıristiyanlığın bir özden bahsediyor olmasıdır; Varoluşçuluk ise özün hiç olmadığını öne sürer; bir öz varsa eğer, onu bize dini inanç aşılamıştır sadece; Tanrı yoksa, bu öz de yoktur Bununla birlikte tüm Varoluşçuluğa tanrı-tanımaz demek de doğru olmaz Temellerini büyük ölçüde borçlu olduğu Danimarkalı düşünür Sören Kierkegaard bir Hıristiyandı; ne var ki ‘varoluşçuluk’ sözcüğü Sartre’la birlikte doğduğundan, felsefi bir öğreti olarak ateizmi içinde barındırır Hıristiyanlığı bir kenara bırakacak olursak modern zamanlarda Varoluşçuluğun Nietzsche’nin ve Schopenhauer’in nihilist karamsarlığından etkilendiği açıktır Varoluşçuluk ve Nihilizm arasındaki bağ bununla da kalmaz Her ikisinin de insan yaşamını önemsiz ve anlamsız kılmaları ortak yanlarıdır Her ikisinde Türkçe’de ‘şiddetli endişe’ olarak tanımlanabilecek ‘angst’ ruh halinin önemli bir yeri vardı Her ikisi de idealizme başkaldırmaktan geri durmaz Diğer tarafta Varoluşçuluk “her şeye rağmen” insanın özgür olduğunu ve bu özgürlükten yararlanması gerektiğini belirtirken, nihilizm temelde varoluşta bile bir anlam bulamayarak, düpedüz intiharı önerebilmektedir

Varoluşçuluk felsefi bir dizgeden öte, ‘felsefi temeller’ barındıran bir ruh hali ve bir yaşam yaklaşımı olduğundan temelleri rahatlıkla Varoluşçuluk kavramı ortaya atılmadan çok öncesine kadar götürülebilir Özellikle tarih boyunca varoluşun anlamını sorgulayan birçok din adamında ve felsefecide benzer yaklaşımlar ortaya çıkmıştır Blaise Pascal kuşkusuz bunlardan biridir ve öğretilerinden yola çıkarak inanmanın kendisinin Varoluşçu bir tutum olduğu sonucu çıkar

Edebiyatta John Milton bireysel seçimin, bireysel edimlerin ve ne olursa olsun, kaçınılmaz bir ölümün kabullenişinin önemini vurgular Yitik Cennet’te (Paradise Lost) Milton özellikle sempatik bir Şeytan yaratır, çünkü o özgür iradesiyle ne yapmak istediğine kendisi karar vermiştir

Alıntıdır

Alıntı Yaparak Cevapla

Felsefe Akımları

Eski 08-04-2012   #10
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefe Akımları



RİTİSİZM (Eleştiricilik)
Alman düşünürü Immanuel Kant'ın öğretisi

Kant'a göre felsefe araştırması, bir değerlendirme (eleştiri) olmalıdır Felsefe, us (Al Vernunft)'la yapılıyor Öyleyse usu değerlendirmek, onun ne olduğunu ve ne olmadığını iyice bilmek gerek Felsefe nasıl bir usla yapılıyor? Deneyden yararlanmayan bir salt us (Os Akli mahiz, Fr Raison pure, Al Reinen vernunft)'la Öyleyse salt us nedir?

Kant'ın üç büyük yapıtından ilki olan Salt Usun Eleştirisi (Kritik Der Reinen Vernunft, 1781) bu sorunun karşılığını araştırır Salt us, duyarlığın (Al Sinnlichkeit) verilerinden alınmamış olan (a priori) bir bilgiyi gerçekleştirdiği iddiasındadır Buysa nesneler düzenini aşarak düşünce düzenine yükselmek demektir Öyleyse salt usun bilme yöntemi bir aşkınlık yöntemi'dir

Salt us bu yöntemle gerçek bir bilgi edinebilir mi? Öyleyse bilgi nedir, önce onu tanımlamak gerek Kant'a göre her bilgi, bir yargı (Al Urteil)'dir Ne var ki her yargı, bir bilgi (Al Kenntnis) değildir Örneğin "her cisim yer kaplar" yargısı bize yeni bir bilgi vermez, çünkü "cisim" kavramı esasen "yer kaplamayı" içerir; bu yargıda sadece bir çözümleme yapılıyor ve "cisim" kavramı çözümlenerek kendisinde esasen bulunan bir bilgi hiçbir gereği yokken yeniden ortaya konuyor

Oysa "bu yük ağırdır" yargısı bize yeni bir bilgi verir, çünkü "yük" kavramı kendiliğinden ağır ya da hafif olduğunu bildirmez; burada, ötekinin tersine, bir çözümleme değil bir bireştirme yapıyoruz ve "yük" kavramıyla "ağır" kavramını birleştirerek yeni bir bilgi elde ediyoruz Demek ki bize bilgi veren yargılar, çözümsel yargılar değil, bireşimsel yargılar'dır Salt us bu bireşimsel yargıyı aşkınlık yöntemiyle, deneyi aşarak gerçekleştirebilir mi? Kant bu soruya kesin olarak şu karşılığı veriyor:

Gerçekleştiremez Böylece metafiziği kesin olarak yıkmış oluyor: Salt us, deneyden yararlanmadan hiçbir bilgi gerçekleştiremez Öyleyse metafizik tasarımlar, insanların romantik düşlerinden başka bir şey değildirler (Bu vargı, Kant'ın materyalist yanını belirtir ve Engels bunun içindir ki kendisine utangaç materyalist der)

Kant öncesi felsefenin tanrılaştırdığı us, böylelikle tahtından indirilmiş olmaktadır; artık, aşkınlık yöntemiyle çalışan salt usa güvenilmeyecektir Kant araştırmakta, eşanlamda eleştirmekte devam ediyor: Salt us, bireşimel yargı olan bilgi'yi niçin gerçekleştiremez? Çünkü us, sadece bir bireştirme işini gerçekleştirmektedir ve bu iş için gerekli gereçleri nesneler düzeninden almaktadır

Elimizle tuttuğumuz taşı yere bırakınca onun düştüğünü görüyoruz ve ancak ondan sonradır ki (a Posteriori) "bırakılan taş düşer" bilgisini edinebiliyoruz Bu deneyi yapmadan önce (a priori) bu konuda hiçbir bilgimiz olamaz Bize bu gereçleri veren duyarlık'tır Duyarlık, bu gereçleri bize nasıl veriyor? Zaman ve mekân içinde veriyor Oysa nesneler düzeninde zaman ve mekân diye bir şey yoktur

Demek ki bunlar duyarlığın dışardan almadığı, kendinden çıkardığı bir şeylerdir ve duyarlık bunları katmadan, dışardan aldığı hiçbir şeyi bize gönderemez Bunlar, deneyden elde edilemeyeceklerine göre, usun verileri midir? Kant, bu soruya da kesinlikle şu karşılığı veriyor: Hayır, bunlar usun verileri olamaz Çünkü küçük çocuklar zaman ve uzayı düşünmeksizin bilirler, hiçbir ussal işlemi gerçekleştiremedikleri halde sevdikleri şeylere yaklaşır ve sevmedikleri şeylerden uzaklaşırlar Öyleyse, duyarlık, ne nesneler düzeninden ne de düşünce düzeninden aldığı bu şeyleri nasıl elde etmiştir? Kant, bu soruya, kendine özgü bir karşılık veriyor: Sezi (Al Ansehauung)'yle

Kant'a göre bunlar birer biçim'dir ve ancak duyarlığın sezisiyle elde edilebilir Zaman iç duyarlığın biçimidir, içimizden gelen her duygu zamanla birliktedir; mekân dış duyarlığın biçimidir, dışımızdan gelen her duygu mekânla birliktedir Katılmadikları hiçbir duyumun gerçekleşemeyeceği bu biçimler, usun verileri olmadıkları halde deneyüstü (Al Transzendentale)'dürler Deneyden çıkarılmamışlardır ama bunlarsız da deney yapılamaz

Görüldügü gibi, Kant, artık aşkın (Al Transzendent) kavramından deneyüstü (Al Transzendental) kavramına geçmektedir; ona göre aşkın bilgi olamaz ama deneyüstü bilgi olabilir Bir soru daha gerekiyor: Deneyden gelen verilere duyarlığn seziyle elde ettiği birimlerin katılması, bilimsel bir bilgiyi gerçekleştirmeye yeter mi? Yetmeyeceğini söyleyen Kant, sonunda, us'a deneyüstü bir görev bulmuştur: Bireştirme işi

Kant'a göre us bu görevi gerçekleştirmeseydi, ne duyuların verileri ve ne de duyarlığın katkıları bilimsel bilgiyi gerçekleştirebilirdi Öyleyse us, bu bireştirme işini nasıl yapıyor? Duyarlığın katkısıyla birlikte gelen bilgi gereçlerini düzenleyici kalıplara (Tr Ulam, Al Kategorie) sokarak Us, bu kalıpları ne deneyden ve ne de duyarlığın sezişinden almıştır; bu kalıplar onda temel olarak vardırlar ve kendisiyle birliktedirler Demek ki, Kant'a göre bilgi, gene de, nesneler düzeninde değil, us'un düşünme düzeninde (Al Verstand) gerçekleşmektedir Kant, böylelikle kendi düşünme yöntemini de bulmuş oluyor: Deneyüstü yöntem (Al Transzendental methode)

Kendi kurduğu bu terimle, eleştirici bakışını dilegetirerek, bilgi'nin duyuların ürünü olduğunu savunan duyumculuk'la anlığın ürünü olduğunu savunan anlıkçılık'ın üstüne aşıyor ve gerçeğin, her ikisinin birleşik bir üstünde'liğinde olduğunu ileri sürüyor

Önemli olan şudur ki, Kant, deneyüstü'ne deney'le bağıntısını kesmeden çıkmaktadır Us, bireştirme görevini gerçekleştirirken deneyle bağıntısını koparırsa —ki fiziğin üstüne yükselme anlamında metafizik budur— aşkın'ın alanına girer ve köksüz düşler kurmaya başlar Kant'ın deneyüscülüğü, bir bağıntıcı deneyüstücülük'tür Bu düzeyde ancak deneyden gelen veriler birleştirilir, salt usun kurguları bireştirilemez Usun bireştirici kalıpları, deneyle hiçbir ilgileri olmayan ve deneyden çıkarılmamış önsel (a priori) kalıplardır ama ancak deneyin verilerini bireştirmekte işe yarayabilirler

Kavramlar'la nesneler asla kopmaksızın bağıntılı olmalıdır Metafizik, bu bağıntıyı gerçekleştiremediği içindir ki metafizik bilgi olamaz Yoksa, Kant'a göre; kesin, tümel, her zaman ve her verde geçerli bilgi elbette deneyüstü önsel bir bilgidir Çözümsel yargıların tümü sonsaldır, deneyden sonra gerçekleşmişlerdir ve bu yüzden bilimsel ve kesin bir bilgi vermezler Bireşimsel yargıların da önsel olanları vardır ama sonsal olanları da vardır İşte asıl kesin ve bilimsel bilgi bu önsel bireşimsel yargı'lardadır

Örneğin matematik yargıların tümü bu niteliktedir, "iki kez ikinin dört ettiği" yargısı hiçbir deneyden çıkarılmamıştır Çünkü deney sınırlıdır, bin deney yaparız ama bin birinci deneyde ne elde edeceğimizi bilemeyiz Matematik yargılar, deneyden çıkmamış önsel bireşimsel yargı'lardır ama bir bakıma bu karakterde olan metafizik yargılara benzemezler, çünkü her zaman deneye uzanabilirler İki kez ikinin dört ettiği her zaman denenebilir, Tanrı'nın varlığı hiçbir zaman denenemez (Kant, bu düşüncelerinden ötürü, 1794'te Gillaume II hükümetinden bir ihtar almış ve din konusunda yazı yazması yasaklanmıştır)

Kant, usun önsel kalıplarını, Aristoteles'ten de yararlanarak, yargı biçimlerinden çıkarıyor On iki yargı biçimi vardır, öyleyse bunlardan her birini meydana getiren —kendisiyle biçimlendiren— on iki kalıp olmalıdır Bir yargı, ya "insanlar ölümlüdür" önermesinde olduğu gibi tümel (Os Külli, Fr Universel), ya "kimi insanlar erdemlidir" önermesinde olduğu gibi tikel (Os Cüz'i, Fr Particulier), ya da "Sokrates düşünürdür" önermesinde olduğu gibi özel (Os Hususi, Fr Singulier) olur

Bunları meydana getiren kalıplar, sırasıyla: Tümellik (Os Külliyet, Al Allheit), çokluk (Os Kesret, Al Vielheit), teklik (Os Vahdet, Al Einheit) kalıplarıdır ki nicelik (Os Kemmiyet, Al quantitaet) ana kalıbında toplanırlar Bir yargı, ya "Herakleitos usludur" önermesinde olduğu gibi olumlu (Os İcâbi, Fr Affirmatif), ya "Diogenes uslu değildir" önermesinde olduğu gibi olumsuz (Os Selbi, Fr Négatif), ya "ruh ölmezdir" önermesinde olduğu gibi sınırlayıcı (Os Tahdidi, Fr Limitatif) olur

Bunları meydana getiren kalıplar, sırasıyla: Varlık (Os Hakikat, Al Realitaet), yokluk (Os Selb, Al Negation), sınırlıtık (Os Mahdudiyet, Al Limitation) kalıplarıdır ki nitelik (Os Keyfiyet, Al qualitaet) ana kalıbında toplanırlar Bir yargı, ya "Tanrı iyilikçidir" önermesinde olduğu gibi kesin (Os Hamli, Fr Catégorique), ya "Tanrı iyilikçiyse kötüleri sevmez" önermesinde olduğu gibi varsayımsal (Os Şartı, Fr Hypothétique), ya "Tanrı ya iyilikçi, ya da kötülükçüdür" önermesinde olduğu gibi ayrık (Os Munfasil, Fr Disionctif) olur

Bunları meydana getiren kalıplar, sırasıyla: Tözlülülük (Os Cevheriyet, Al Substantialitaet), nedensellik (Os İlliyet, Al Causalitaet), karşılıklık (Os Müşâreket, Al Wecheelwirkung) kalıplarıdır ki ilişki (Os İzâfet, Al Relation) ana kalıbında toplanırlar Bir yargı, ya "insanlık belki dik yurümeyle başlamıştır" önermesinde olduğu gibi belkili (Os İhtimâli, Fr Problématic), ya "Tanrının iyilikçi olması gerekir" önermesinde olduğu gibi zorunlu (Os Zaruel, Fr Apodictique), ya "dünya yuvarlaktır" önermesinde olduğu gibi savlı (Os Tahkiki, Fr Assertorique) olur

Bunları meydana getiren kalıplar, sırasıyla: Olanaklılık (Os İmkân, Al Möglichkeit), zorunluk (Os Vücub, Al Nothwendigkeit), gerçeklik (Os Hâriyet, Al Wirklichkeit) kalıplarıdır ki kiplik (Os Darp, Al Modalitaet) ana kalıbında toplanırlar Görüldüğü gibi Kant, deney verilerinin ancak on iki biçimde birbirleriyle bireştirilebileceğini ileri sürmektedir Bu on iki biçimi de dört ana biçimde (nicelik, nitelik, ilişki, kiplik) topluyor

Bunlann içinde en önemli bulduğu ilişki'dir Çünkü her bireşim bir ilişkiyi dilegetirir Bu ilişkilerden de zorunlu olarak nedensellik ve süreklilik yasaları çıkar Bu yasalar da, kendilerinden çıkarıldıkları kalıplar gibi, önseldirler Kant, bu önsel, deneyden alınmamış, usun kendi malı olan kalıpların, ilkelerin ve yasaların uygu alanını sınırlarken sadece metafizik yolunu kapamakla kalmıyor; fizik yolunu da kapayarak bilinemezci üçüncü felsefe'nin kapılarını açıyor

Kant'a göre us, deneyin verileriyle bağını koparıp metafizik yapamayacağı gibi deneyin verilerinin arkasına geçerek fizik de yapamaz Çünkü deney bize sadece görünenler (Al Erscheinung)'i vermektedir Bizse bu görünürlerin ardında bir de kendilik (Al Ding an sich) hayal ediyoruz ve yukarı sınırı aşmaya çalıştığımız gibi bu aşağı sınırı da aşmaya çalışıyoruz Kant, bu her iki aşamayı da aynı aşma (Al Transzendent) saymakta ve usun kalıplarının sadece şeyin görüneni (fenomen)'ne uygulayıp şeyin kendisi (numen)'ne uygulanamayacağını söylemektedir Kant, böylelikle, usun sınırını kesinlikle çizmiş oluyor Bu sınır şeyin kendiliği'dir ve hiçbir zaman aşılmamalıdır, çünkü bilinemez

Kant'ın oluştuğu ortam, bir matematik-fizik-usçuluk ortamıdır Nitekim genç Kant da üniversiteyi fizik doktora teziyle bitirmiştir Matematiğin ve fiziğin ilkeleri usun ürünü sayılmakta, gerçeğe us yoluyla varılabileceğini savunan Antikcağ Elea'lılarının düşüncesi Leibniz-Wolff öğretisinde en yüksek aşamasına ulaşmış bulunmaktadır İngiltere'den gelen yepyeni bir ses, David Hume'un sesi, usun eleştirilmesini ve yetilerinin gereği gibi belirtilmesini öğütlemektedir

Tarihsel düşünce diyalektiği XVIII yüzyıl sentezini us'ta gerçekleştirmiştir Böyle bir ortamda Kant, zorunlu olarak yapması gerekeni yapmış ve şu sonuca varmıştır: "Bizler, gizlerle dolu bir evrende bir düşün düşünü görmekteyiz Gerçekte bildiğimiz hiçbir şey yoktur Sezişlerimizin, kavramlarımızın, deneydışı ide'lerimizin içine gömülmüşük; bir şeyler kuruyoruz Ne var ki, bildiğimizi sandığımız şey sadece olaylardır O olaylar ki, bilmediğimiz bir nesneyle asla bilemeyeceğimiz bir öznenin birbirlerine olan ilişki'sinden doğmuştur" Nesneyi bilmiyoruz, özne'yi de asla bilemeyeceğiz, us'a zorunlu olarak bu iki bilinemez'in ortasindaki ilişki alanı kalıyor Oysa us, özgür olma dileğindedir; aşma çabaları bu yuzdendir

Salt Usun Eleştirisi'nde bu özgürlük dileğinin işe yaramadığı anlaşılmıştır; salt us deneyle olan bağını kopararak kuram yapamıyor, ama eylem de yapamaz mı? Kant'ın ikinci büyük yapıtı Uygulayıcı Usun Eleştirisi (Kritik Der Praktischen Vernunft, 1788) bu sorunun karşılığını arayacaktır Zorunlukla olan'ın karşısında bir de özgürlükle olan var Öteki bilim, buysa törebilim alanıdır Us, salt olamıyor ama uygulayıcı olabilir Ne var ki bu durumda adı değişerek irade olur Doğru'nun duyusu nasıl nesneler düzeninden düşünce düzenine yükselip biçimlenmek zorundaysa, iyi'nin duyusu da öylece düşünce düzeninde biçimlenip nesneler düzenine inmek zorundadır Özgürlükle olmayan iyiliğin hiçbir anlamı olamaz

Ceza korkusu, armağan umudu, beğenilme isteği, göreneğe uyma zorunluğu vb gibi etkenlerle gerçekleştirilen iyilik, gerçek iyilik değildir Demek ki usun uygulayıcı olarak çok önemli bir görevi var: İyiliği, özgürlükle, salt iyilik için gerçekleştirmek Bu özgürlük, duyarlığın bütün etkilerinden kurtulmuş bir özgürlük olmalıdır Özgürlük zorlamaz, sadece yükümlü kılar Törebilimsel yasa, fizik yasa gibi zorunlu olamaz O, serbest bir serim işidir O, kendi yasasını kendisi koyar Önceden konmuş ve verilmiş bir yasaya uymaz

Demek ki tanrısal ve dinsel bir törebilim, gerçek bir törebilim değildir Yasa'yla özgürlük'ün çelişkisi, ancak kendi yasanı kendin koy'makla aşılabilir Ancak bu yasayı insanlığa bir araç olarak değil, bir erek olarak belirtecek bir biçimde koy'malı Yoksa deney alanıyla yeniden bir ilişki kurup özgürlüğünü yitirmiş olursun; çünkü insanlığı araç olarak gözeten bir yasa, usun özgür yasası değil, kişisel çıkarının yasasıdır Bu yasa evrensel ol'malı Yoksa bu yasa usun gerçek ürünü olan önsel bireşimsel yargı niteliğini taşımaz ve tümel geçerli'lik niteliğini elde edemez

Törebilimsel yasa, deneylerden elde edilmiş bir koşullu (Al Hypothetisch) yasa değil, uygulayıcı usun kendi kalıplarında biçimlendirdiği bir düzenlenmiş (Al Kategorisch) yasadır Bir şey elde etmek için değil, iyilik için iyilik edilecek İşte Kant'ın iyi irade (Al Gute wille) adını verdiği özgür irade budur (Kant, bu törebilimsel düşüncelerini, söz konusu yapıtından çok Grundlegung zur Metaphysik der Sitten ve Metaphysik der Sitten adlı yapıtlarında incelemiştir)

Görüldügü gibi Kant, Salt Usun Eleştirisi'nde yadsıdığı metafiziği pratik usun eleştirisinde diriltmeye çalışmaktadır Kant'ın bu idealist eğilimi üçüncü büyük yapıtında daha da belirecektir Doğru ve iyi ideleri incelendikten sonra geriye usun üçüncü bir işlevi kalmıştır: Güzel idesi Us, doğayla törebilim arasında kalan estetik alanda nasıl işliyor ve bu işleyişin de ötekiler gibi önsel ilkeleri var mıdır?

Kant'ın üçüncü büyük yapıtı Yargı Gücünün Eleştirisi (Kritik der Urteilskraft, 1790) bu sorunun karşılığını arayacaktır Kant, duyulardan gelenle (salt us) düşünceden giden (uygulayıcı us) arasındaki köprüyü yargı gücü adını verdiği (yargılayıcı us) ussal bir yetiyle kurmak istiyor Deneylerden gelenle düşünce gerçekleşiyor, düşünceden giden de deneyde gerçekleşecek Oysa bu gerçekleşmenin usun buyruğuna uygun olup olmadığını yargı gücü denetleyecek (Bu tema, diyalektik materyalizmin teori, pratikle doğrulanır önermesinin Kantcı sezisidir)

Doğru bir düşünceyle gerçekleştirilen bir iyi'liğe "güzel bir davranış" diyoruz Öyleyse güzel bu iki ideyi birbirine bağlayan bir köprüdür ki bunu da yargı gücü gerçekleştirir Kant, güzel'i yüce'den ayırıyor Bir fırtınada denizin kudurmuş dalgalarına bakarak "ne güzel" diyebiliriz ama gerçekte duyduğumuz güzellik değil; büyüklük, güçlülük ve ürkünçlükten doğan yücelik (Al Erhabene)'tir Yücelik, böylesine gürel (Fr Dynamique) olabildiği gibi yıldızlı bir gecenin ihtişamı gibi matematiksel (Fr Mathématique) de olabilir Böylece yüce'den ayrılan güzel; iyi'den, hoş'tan yararlı'dan da ayrılmaktadır

Güzel'in niteliği, hiçbir karşılık gözetmeksizin yargılanır oluşudur Kantcı törebilime göre iyi de bu niteliği taşır, oysa iyi eylemsel bir irade işidir; güzelinse ne eylem ne de iradeyle ilgisi vardır Hoş duyusal bir beğeni, güzelse yargısal bir beğenidir Bir tabak meyve tablosu, onları yemek isteğini duyurursa hoş ve ancak bu isteği duyurmadıkça güzel'dir Yararlı elde edilmek istenir, güzelse sadece seyredilir Hiç bir karşılık gözetilmeden beğenilmek onun temel niteliğidir

Güzelin başka bir niteliği de tümel geçerli oluşudur, Kant böylece önsel bireşimsel yargıyı burada da yakalamış oluyor Demek ki güzel'de de bir önsellik var, bu önsellik bizi kendisine karşı belli bir tutuma zorlar Bu tutum, özel değil, genel bir tutumdur; sadece bizim için değil, herkes için geçerlidir Güzellik yargısı kavramsız (Fr Sans concept) bir yargıdır, demek ki bir bilgi işi değildir Güzellik, ereği düşünü bir ereksellik'tir

Bir müzik parçasında bize zevk veren onun bestelenme nedeni değildir, oysa o gene de bir ereğe uygun olduğu için güzeldir Kant, böylece, estetik yargı (Fr jugement esthétique)'yi ereksel yargı (Fr jugement téléologique)'dan ayırıyor Sanatçı güzel'i yaratırken onu belli bir ereğe göre biçimlendirir, bizse o güzel'i ereğini düşünmeden kavrarız Güzelin bizler için anlamı kendi ereğine uygunluğu değil, bizim ereğimize uygunluğu'dur

Kant, yapıtının ikinci bölümünde, ereklik (Al Finalitaet) kavramını incelemektedir Kant'a göre ereklik, Aristoteles'in entelekheia'sı gibi, kendi nedenine uygunluk'tur İki türlü uygunluk (Al Zweckmaessigkeit) var: Biri güzeli doğuran öznel uygunluk, ikincisi yararlıyı doğuran nesnel uygunluk Bunun içindir ki bir çiçek, yağlıboya bir tabloda estetik yargının konusu olurken bir ilaç kutusunun içinde ereksel yargının konusu olabilir

Cansız doga, sürekli bir nedensellik içinde Dekartcı bir mekanizmle düzenlenmektedir Canlı doğaysa kendi ereğiyle düzenlenir Kömür bir neden-sonuç zincirinin ürünüdür, ama göz pek bellidir ki görmek için yapılmıştır Bu yüzden, doğanın açıklanışında ereklik kavramından vazgeçemiyoruz

Kant, burada, usun metafizik yapamayacağını söylediği halde metafiziğin alanına yeniden ve iyice girmekte olduğunu görerek sakıntılı bir dil kullanmaktadır Ne nedensellik ne de ereklik doğanın kendiliğini açımlayamaz, der Cansız ve canlı, tümüyle doğa, Kant'a göre bilinemez olmakta devam etmektedir Duyular bize bu bilginin anahtarını veremez, ama duyular-üstü'nde "anlakalır'da birtakım anahtarlar gizlidir" Görüldüğü gibi, idealizmin kapısını her şeye rağmen aralık bırakmak bilinemezciliğin zorunluğudur

Kendisinden önceki felsefe akımlarının düşünsel sentezini ustaca gerçekleştiren Immanuel Kant'ın, kendisinden sonraki felsefe akımlarını büyük ölçüde etkileyen bu üç önemli yapıtını toparlarsak şu sonucu saptarız: Doğru'yu us kurar, iyi'yi us buyurur, güzel'i us yargılar Bilinemez kendilik'in dışındaki bilinir olaylar dünyasını teksözle us düzenler Bu yargı, idealist bir yargıdır

Immanuel Kant'ın kendi felsefesini adlandırmak için ilerisürdüğü eleştiricilik deyimi, inakçılık ve şüphecilik deyimlerine karşıt bir anlam taeir Öznel düşünceci bir yaklaşimla usçuluk ve görgücülük öğretileriyle savaşmak amacını gütmüştür Nesnelerin özünün bilinemeyeceğini ilerisürerek bilme sürecini yadsımış ve bilinemezcilik'e varmıştır

Alıntıdır

Alıntı Yaparak Cevapla

Felsefe Akımları

Eski 08-04-2012   #11
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefe Akımları



NİHİLİZM ( Hiççilik )

Hiççilik, Nihilizm veya Yokçuluk genel olarak tanrının var oluşunu, ruhun ölümsüzlüğünü, iradenin özerkliğini, aklın otoritesini, değerlerin nesnelliğini, bilginin imkanını, tarihin mutlu sonunu yad*sıma türünden bir reddiye dışında, bir de umutsuzluk, düş kırıklığı duygusu ihtiva eden görüş Genel bir psikolojik ya da felsefi hal olarak hiççilik, tüm ahlâki, dini, siyasi ve toplumsal değerden yoksun olma, varlık / yokluk, gerçeklik / gerçekdışılık, doğru / yanlış, bilgi / kanaat türünden tüm ayırımları yadsıma durumu ve tavrını, ifade eder Buna karşın, siyaset alanında hiççilik, her tür toplumsal düzenin kötü olup, yıkıl*ması gerektiğini öne süren, egemen bireyin özgürlüğü adına, otoritenin zorbalığına karşı çıkan tavırda ifadesini bulur

Rusya'da özellikle genç entellektüel kesim arasında taraftar bulan bir felsefî yaklaşımdır Latince nihil (hiç) sözcüğünden türetilen Nihilizm, bilimsel bilgi dışında hiçbir gerçek bilgi olmadığını kabul etmektir Bu yaklaşımın uzantısı olarak da toplumda yerleşik kuralların, kurumların, değer yargılarının ve ahlâk kurallarının yadsınmasına varır Nihilizm, en belirgin olarak Rusya Federasyonu dünyanın en büyük ülkelerinden biri Kuzeyinde Kuzey Kutup Denizi; doğusunda Pasifik Okyanus; batısında Estonya, Litvanya, Beyaz Rusya, Letonya, Ukrayna, Moldavya, Baltık Denizi; güneyinde Kazakistan, Moğolistan, Çin, Gürcistan, Azerbeycan, Hazar Denizi, Kuzey Kore, Karadeniz yer alır

İvan Sergeyeviç Turgenyev'in Türkçeye Babalar ve Oğullar adıyla çevrilen romanının kahramânı Bazarov'un kişiliğinde ifâde bulmuştur

Hiççilik, Friedrich Nietzsche ile birlikte, felsefede de önemli bir sorun ve kavram olarak ele alınmaya başlamıştır Daha sonra nihilizm sorunu ile hesaplaşan filozoflar arasında Albert Camus ve Sartre da sayılabilir

Nietzsche'ye göre, nihlizm, yüksek ideallerin değerlerini yitirmelerinden kaynaklanan olumsuz düşünce tutumudur Nietzsche, nihilizmin soy kütüğünü oluştururken, aşabileceğine de değinmiştir: Korkular, karşı çıkışlar, başkaldırmalar, Varlık'ı (Tanrı) anlaşılır bir gerçeklik ve değer yapan varlık bilim- tanrıbilim idealizminin çöküş belirtileridir Nietzche için 'tanrı ölmüstür' ve bu varlık "kendisine yakıştırılan bütün değerleri hiçe indiren bir yokluk"tur (JGrenier) O zaman nihilizm "kölelerin ahlâkı" olarak belirir; köleler, gerçek yaşamdaki güçsüzlüklerini unutmak için, bir ideale veya bir kurmaca Tanrı'ya gerek duyarlar Hiçlik istemi olan nihilizm, idealist bir yadsıma mantığından kaynaklanır; yaşamı, sanat aracılığıyla, "özgür düşünce" olarak doğrulayacağına, bilinç adına yadsır

Heideger ise nihilizmi Batı düşüncesini oluşturan öğelerden biri olarak görür; bu görüş, değeri ve "varolan"ı tanımlamak için gerçekte, varlık sorusunu sormayı kendine yasaklar

Alıntıdır

Alıntı Yaparak Cevapla

Felsefe Akımları

Eski 08-04-2012   #12
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefe Akımları



ENDİVİDÜALİZM

Bireyin özgürlüğüne büyük ağırlık veren ve genellikle kedine yeterli, kendi kendini yönlendiren, görece özgür bireyi yada benliği vurgulayan siyaset ve toplum felsefesi terimi ilk kez kullanan Fransız siyaset yorumcusu Alexis de Tacquille, bireyciliği insanın yalnızca kendi ailesi ile arkadaşlarına öngören ölçülü bir bencilik olarak tanımlanmıştır

Endividualizm, bütün ortaçağı kapsayan Hristiyan dünya görüşüne bir tepki olarak Rönesans’ta ortaya çıkan bir dünya görüşüdür gerçekte tarihi çok daha eskidir Özel mülkiyetle güçlenmiş ve toplum içinde seçkinleşmiş olan birey topluma üstün tutan bu çok eski eğilim Rönesans ta biçimlenmiş ve bir dünya görüşü olarak metafizikten ekonomiye kadar çeşitli alanlarda etkinleşmiştir metafiziksel açıdan bireycilik, tanrılık baş gerçeği yerine bireyi koyar Bireyin usu onu bireyselliği içinde evrenselliğe bağlamaktadır Demek ki birey, bireysel olandan evrensel olanı tek yapıda birleştiren varlıktır öyleyse baş gerçek olarak ele alınmalı ve başta din kurumu olmak üzere bütün kurumlar onun çıkarlarına uygun düzenlenmelidir

Bireycilik, bir değerler sistemi olduğu kadar, insan yapısıyla ilgili bir kuram, genel bir davranış biçimi ve belirli siyasal ekonomik, toplumsal ve dinsel düzenlemelere yönelik bir inanç anlamına gelir Bireyciliğin değerler sistemi üç önermeyle açıklanabilir:

1) bütün değerler insan merkezlidir: insanlarca yaratılmış olmasalar bile, onlar tarafından yaşanır

2) Birey kendi başına bir amaç ve yüce bir değerdir, toplum bireyin amaçları için sadece bir araçtır

3) Bütün bireyler, bir anlamda ahlakça eşittir Hiç kimse hiç bir zaman yalnızca bir başka bireyin iyiliği için araç olarak görülemezBireyciliğin insan yapısına ilişkin kuramına göre normal ve yetişkin bir insanın çıkarlarını korumanın en iyi yolu kendi amaçlarını ve bu amaçlara ulaştıracak araları seçmekte ve o yönde davranmakta en büyük özgürlüğü ve sorumluluğu bireye tanıtmaktır bu görüş bireyin kendi çıkarlarını en iyi kendisinin bildiği ve eğitim olanağı verildiğinde, bu çıkarları nasıl geliştirebileceğini de gene onun bulabileceği inancından kaynaklanır Ayrıca bireyin bu seçimleri yapmasının, hem onun gelişmesine, hem de toplumsal refaha katkıda bulunacağı varsayılır, çünkü bireycilik üretken çabayı özendiren en etkili yoldur bu açıdan bakıldığında toplum kendine yeterli bireyin toplamıdır

Genel bir davranış biçimi olarak bireycilik, özgüvene, gizliliğe ve başka bireylere saygı göstermeye büyük önem verir Otoriteye ve birey üzerindeki özellikle devlet tarafından uygulanan her türlü denetime karşı çıkar Ayrıca "ilerleme"ye inanır, ilerlemenin bir aracı olarak da bireye farklı olma, başkalarıyla yarışma ve başkalarının önüne geçme (ya da gerisinde kalma) hakkını tanır Bireyciliğin kurumsal sonuçları da bu ilkelere dayanırYalnızca en aşırı bireyciler anarşi yanlısıdır Ama hepsi devletin bireylerin yaşamına en az karışması gerektiğine, bireylerin birbirleriyle çatışmasını önlemek ve gönüllü olarak varılmış anlaşmaların uygulanabilmesi için yasaları ve düzeni koruma görevini üstlenmek zorunda olduğuna inanır Bireycilik, devleti zorunlu bir olumsuzluk olarak görme eğilimindedir ve "en iyi yönetim, en az yönetimdir" sloganını benimser

Bireycilik, her bireyin (ya da ailenin) mülk edinmek için en çok olanaktan yararlanabileceği bir mülkiyet sistemi önerir Birlik kurma özgürlüğü, her türlü örgüte girme (ya da girmeyi reddetme) hakkını kapsar

Alıntı Yaparak Cevapla

Felsefe Akımları

Eski 08-04-2012   #13
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefe Akımları



ENTÜİSYONİZM ( SEZGİCİLİK )

Bilginin sezgiyle elde edilebileceğini savunan öğretilerin genel adı, özel olarak Bergsonculuk Entüisyonizm , tümü idealist yapıda olarak, dört bilgi alanında gerçekleştirilmiştir: felsefe, ruhbilim, törebilim ve matematik

1) felsefesel entüisyonizm: Fransız idealisti Henri Bergson’un öğretisi olarak Bergsonculuk adıyla da anılır Bergson’a göre gerçeği saltık ya da saltığı gerçek olarak kavramaya sezgi denir Gerçeği doğrudan doğruya kavratacak sezgiden başka hiçbir yol yoktur Çünkü gerçek, özdeksel doğa değil, ruhsal doğa, eş deyişle ruhsal yaşam ve tek sözle yaşamdır Yaşam evrenin kurtuluşuyla başlamıştır ve özdeğin tüm engellerine karşın yolunu açarak, onun durgunluğunu alt edip kimi yerde onu kımıldatarak akıp gitmektedir Bu kesintisiz, bölümsüz ve sürekli akışa Bergson süre demektedir İşte bu sürenin bilgisini kavramak için bu süreyle birlikte yaşamak, onun içinde olmak ve onunla birlikte akmak gerekir ki bunu ne us ne de bilim gerçekleştirebilir Çünkü us ve bilim sinematografik olarak çalışırlar Bergson’a göre ussal ve bilimsel bilgi sinematografiktir Bir film, ard arda dizilmiş durgun ve bölümsel resimlerden oluşur Us ve bilim, filmin akışını durdurarak bu resimleri tek tek incelerler ve birtakım bilgiler saptarlar Ne var ki akışın bizzat kendisini, eş deyişle yaşamı hiçbir zaman kavrayamazlar Demek ki us ve bilim, sadece durgun ve bölünebilir olan özdek üstünde bilgi edinebilirler Bergson’a göre zaman, uzay gibi özdeksel değildir Uzay özdekseldir, çünkü özdeksiz uzay ve uzaysız özdek (eş deyişle yer kaplamayan özdek) yoktur Oysa zamanı bölen, parçalayan, onu aylara ve yıllara ayıran us ve bilimdir Us ve bilim, zamanı uzaya bağlamakla ( örneğin ay ayın, yıl dünyanın uzayda yer değiştirmesidir) onu özdekleştirmektedir Demek ki us ve bilim, hiçbir şeyi özdekleştirmeden inceleyemiyor Yaşamsal akışın eş deyişle sürenin kavranmasıysa özdekleştirilmeden gerçekleştirilmelidir, çünkü “gerçek süre, daima zaman adı verilmiş olan şeydir” Bunu kavrayabilecek olansa sadece sezgidir Bergson’a göre sezgi , kendi bilincine varmış içgüdüdür Şöyle der: “ içgüdüyü söyletebilseydik, yaşamın bütün sırlarını çözerdik” Bilinç içgüdüde içkindir ve ruhsaldır Bundan ötürü de ruhsal yaşam akışını sadece o kavrayabilir

2) Ruhbilimsel entüisyonizm: William Hamilton ve İskoçyalılar tarafından geliştirilmiştir Hamilton’a göre bilinç, dış dünyayı, olduğu gibi ve araçsız olarak ( eş deyişle sezgiyle) kavrar ve us deneyüstü hakikatleri bize sezgi yoluyla tanıtır Hamilton’un sezgi deyiminden anladığı bir çeşit dinsel vahiydir

3) Törebilimsel Entüisyonizm: George Moore, David Ross, Charlie Broad, Alfred Ewing vb düşünürler tarafından geliştirilmiştir Bunlara göre iyilik, ödev vb gibi törebilimsel kavramlar apaçık, araçsız elde edilen ve ancak sezgiyle bilinebilen kavramlardır Ne toplumsal ne de doğasal yaşamdan çıkarsanamazlar Törebilimsel sezgiciliğin amacı, burjuva ahlâkının değişmezliğini savunmaktır

4) Matematiksel Entüisyonizm: Brower, Weyl, Heyting vb gibi düşünürlerce geliştirilmiştir Bunlara matematik, mantık, tanıtlama, mantıksal kesinlikle değil, doğrunun sezgisel olarak kavranmasıyla gerçekleştirilir Sezgi, bunların dilinde, düşüncelerdeki ayrılıkları saptama yeteneğidir Düşünmek demek sezmek demektir Mantık kurallarının uygulanabilir olup olmadıkları da sezgiyle saptanır

Alıntı Yaparak Cevapla

Felsefe Akımları

Eski 08-04-2012   #14
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefe Akımları



EZOTERİZM

Ezoterizm, asıl gerçeklerin yalnızca anlayabilecek yetenek ve bilgide olanlara bildirilebileceği görüşü üzerine temellenen bir öğreti sistemidir Genel olarak, Arapça ve Eski Türkçe' de "Batiniyye", Fransızca' da "Esotérisme" ve İngilizce' de "Esoterism" ya da "Esotericism" karşılığıdır Bu sözcügün Türkçe' de yeni kullanılan karsılığı "İçrekçilik" tir

Ezoterizm özünde, bilgi ve görgülerin kapalı bir topluluk içinde ve aşamalı olarak verildiği bir çalışma ve öğreti sistemi olarak tanımlanabilir Bu tanımda dikkat edilmesi gereken en önemli unsur, ezoterizmde aktarılan bilgiler ve görgülerin ister bilimsel, isterse töresel-dinsel nitelikte olabilmesidir Ezoterizm bir öğreti sistemidir ve bu sistemle aktarılan öğreti bilimsel ve çağdaş olabileceği gibi, töresel ya da dinsel de olabilir Ne var ki, Ezoterizmin bu özelliği çoğunlukla göz ardı edilir ve hemen her zaman Ezoterizmi, Gizemcilik (Mistisizm) ya da Gizlicilik (Okültizm) ile karıştırma yanlısına düşülür

Ezoterizm sözcüğü, köken olarak Yunanca' daki esoterikos sıfatından türemiştir Ezoterik biçiminde yaygın olarak kullanılan bu sıfat, "içrek yani dışa kapalı ve kendı içine dönük ya da apaçık olmayan" anlamlarına gelir ve bir topluluk ya da bir örgütü, bir yöntem ya da sistemi, bir yazı ya da konuşmayı nitelendirmek için kullanılabilir Ezoterik sıfatı, "genel ve herkesin olabilen" anlamına gelen "eksoterik" (dışrak, İngilizcede Exoteric, Fransızcada Exotérique) teriminin karşıtıdır Örneğin dinler eksoterik, Gizemcilik ezoteriktir Antikçağın gizemci düşünürü Pisagor, öğrencilerini esoterikos ve exoterikos diye ikiye ayırır, gizli öğretisini yalnızca birincilere aktarırmış

Ezoterik sıfatının tanımı gereği, bir öğreti sistemi olarak Ezoterizmin üç temel özelliği vardır:

* Öğretiyi alacak kişilerin özenle seçilmelerinden sonra, "inisiyasyon" yöntemiyle topluluğa kabul edilip yine aynı yöntemle ilerletilmeleri;

* Öğretilerin, inisiyasyon yöntemi uyarınca bir dereceler silsilesi içinde verilmesi;

* Öğretilerin kapsamında öncelikle simgelerin, allegorilerin ve özdeyişlerin kullanılmasıyla, bireye kendi gerçeklerini bulma yolunun açılması

Görüldüğü gibi, Ezoterizm bir sistem olarak aktarılan öğretinin özünden bağımsızdır ve temelde biçimsel bir işleyişi nitelendirmektedir

Ezoterik öğreti sisteminin doğusu, İnsanoğlunun doğa yasaları üzerinde düşünmeye koyulması ve doğanın ve evrenin gerçeklerini arayıp bulmaya başlaması kadar eskidir Ulaşılan gerçekleri, insanların büyük çoğunlugu ya anlayamamış, ya tepkiyle karşılamış, ya da bunları kendi çıkarları için kötüye kullanmaya kalkışmışlardır Bu durum, gerçeklerin araştırılıp doğruların aktarılmasında, kapalılığın insanlar ve İnsanlık için daha yararlı sonuçlar sağlayacağı düşüncesini yaratmış ve böylece Ezoterizm ortaya çıkmıştır Ezoterizmde, herkese duyurulması sakıncalı görülen bilgilerin, yalnızca belirli bir kültür düzeyine erişen kişilerce anlaşılabileceği gerekçesi kapalılığı, zorunlu kılmıştır Bu anlamda Aristoteles öğretisi de ezoterik sayılmalıdır; Aristoteles sabahları seçkin öğrencilerine ders verirken, akşamları halka ders verirmiş ve öğrettikleri de ayrı ayrı bilgilermiş

Ezoterizm uygulayan toplulukların büyük çoğunluğu, ulaştıkları gerçeklere ilişkin bilgi ve bulgulardan yalnızca kendi üyelerinin yararlanmalarını öngörmez; kendi dışlarındaki toplumu ve tüm İnsanlığı da gözetirler Ne var ki, yeterince uyumlu bir ortam sağlanmadıkça, gerçeklerin gelişigüzel bir biçimde ortaya dökülmemesini ve saklı tutulmasını yararlı ve hatta gerekli bulurlar Bu yaklaşımın doğal sonucu olarak, gerçeklerin topluluk dışına yayılması, insanlığa maledilmesi geçikebilir

Ezoterizmin kapalılık gerekçesi Hermesçiliğin su sözleri ile daha iyi anlaşilabilir : "Her us büyük gerçekleri kavrayamaz Çoğunluk ya aptal, ya kötüdür Aptalsalar, gerçek karşısında akıllarını büsbütün yitirirler Kötüyseler, bu gerçeği kötüye kullanarak, büsbütün kötülük ederler Gerçeği gizlemekten başka yol yoktur Bulmak, bilmek, susmak gerek" Benzer bir yaklaşımı Seyh Bedreddin' de de bulmak olanaklıdır : "Her bilgi kendi mertebesinde haktır Gerçekler halka daha işin başında söylenirse, ya yollarını saptırırlar, ya da gerçeği söyleyeni suçlarlar Halk ve hak, orta bir yolla ve ayrı ayrı gözetilerek birbirine alıştırılabilir Ama herhalde halk, hak ve hakikate alıştırılmalıdır"

Ezoterizmin işlevi, bazılarınca bilinen bir takım gerçeklerin, bilemeyenlere aktarılmasından ibaret değildir Ezoterizmin işlevleri arasında, topluluk üyeleri arasında uyumlu bir iletişim sağlamak olgusu da vardır Bu iletişim sayesinde, bilgileri geliştirmek, derinleştirmek, yenilemek, genişletmek ve olgunlaştırmak için olumlu bir yapı sağlanır

Ezoterizmin temel kuralı gereği, bilgiler yalnızca yeterli düzeyde anlayış yeteneği olan ve bu yolda ilerleme özelliği gösterebilen kişilere aktarılmalıdır Ezoterik sistemde çalışan bir topluluğa katılan kişiye bilgilerin tümü bir anda yüklenmez, kişi belli düzeylerde sınanarak daha ileriye gitme yeteneğinin olup olmadığı anlaşılmalıdır Özellikle dinsel ve töresel nitelikte olan bilgiler açık ve belirgin bir kesinlikle verilmemeli, böylece öğretiyi alacak kişilerin kendilerine öğretilenleri putlaştırmaları önlenmelidir Ezoterik sistem içinde bilgileri öğrenmeye başlayan kişi, yalnızca kendisi için öğrenmekle yetinmemeli, bilgilerini birleştirip olgunlaştırarak başkalarına da yararlı olmaya çalışmalıdır

Ezoterizmi benimseyip uygulayan kuruluşlar ve topluluklar, kendi öğretileri kapsamında çoğunlukla din, töre, bilim ve sanat gibi konuları bir bütün biçiminde işleyip, öğretilerine göre yorumlamışlardır

Bununla birlikte, salt "bilimsel", salt "dinsel-töresel" ya da salt "sanatsal" Ezoterizmden de söz edilebilir Salt bilimsel Ezoterizm, yalnızca doğal ve evrensel gerçeklerin, bunların yaşalarının ardına düşmüştür Salt sanatsal Ezoterizm, bireyler arasındaki iletişimin gelişmesinde öznelliği öne alarak, duyumsal algılamayı geliştirmeyi öngörür Salt dinsel-töresel Ezoterizm ise, dinlerin akıl ve mantiğa uymayan öğelerini ayıkladıktan sonra, Tanrı buyruklarından içsel anlamlar çıkarmak yoluyla Gizemciliğe yaklaşır; eğer akıl ve deney yoluyla ulaşılan bilgilerin ötesinde, "sezgi" yöntemi ile sağlanabilen bilgilere öncelik verilirse Gizlicilik ile bağdaşır Genel olarak dinsel Ezoterizmde, usa aykırı dinsel dogmaların, usa uygun bir yoruma kavuşturulma çabası da bulunmaktadır Ne var ki, kimi ezoterik yorumcular, bu yorumlarda büsbütün usaaykırılığa düşmekten kaçınamamışlardır

Ezoterizmi benimseyen topluluklar, kendilerine özgü bir çalışma yöntemi ve öğretisi olan, üyesi olmayan kişileri çalışmalarına almadığı gibi, öğretilerini kendi üyelerinden başkasına açmayan örgütlenmelerdir Bir ezoterik topluluğun bu özelliği, onun bir "gizli örgüt" olmasını gerektirmez Zira ezoterik bir topluluğun ya da kurumun varlığı, amaçları, ilkeleri, üyelerinin kimler olduğu, çalışmalarının nerede yapıldığı, nasıl çalıştığı herkesçe bilinebilir Bir ezoterik topluluğun gizli olarak nitelendirilebilecek tek yönü, üyelerinin kendi aralarında yaptıkları toplantı ve çalışmaların içeriğidir

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.