Dipten Gelen Korku |
08-03-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Dipten Gelen KorkuD E P R E M BİLİNMEYEN İÇİN FARKLI KEHANETLER "Ölüm şehrin üzerinde şöyle bir gezdi; herkesi, birden oluşacak harabenin altında bırakmak için bekliyorduİşte bu, çözümü olmayan korkunun ta kendisiydi, kötülükten ve savaştan bile daha çok ürküten korkunun" Bu sözler, 18 yüzyılda deprem bilimi okuyan bir öğrenciye ait Sarsılan bir dünya insanın sadece var oluşunu değil, akli dengesini de tehdit ediyor; çünkü insanlar, yıllar boyu üstünde yaşadıkları toprağın sağlam olduğuna inanmak istiyorlar "Bir kaya kadar sağlam" deyimi, insanların bu güveninin bir sonucu hiç kuşkusuz Ne var ki, bu oldukça zayıf ve yersiz bir güven Geçerliliği de ancak depremin ilk saniyesine kadar sürüyor Her sene 1 milyondan faz-la deprem oluyor Her ne kadar onu yaşayanlara korkunç gelse de, deprem, yağmur damlalarının yeryüzüne düşüşü, ya da rüzgarların esişi kadar olası ve doğal bir olay Yeryüzünün 46 milyarlık geçmişinde her sene 1 milyondan fazla deprem olduğu artık biliniyor Bu da her gün, her 30 dakikada bir deprem olduğunu gösteriyor Tabii ki, bu depremlerden çoğu bir kahve fincanının yerinden oynatamayacak kadar hafif sarsıntılar ve bunları modern aletler olmaksızın farketmek olanaksız Ancak, bu depremlerin 3000'den fazlası her sene yeryüzünde hissediliyor, 20'den fazlası da ciddi hasarlara yol açabiliyor, özellikle de kalabalık yerleşim bölgelerine denk geldikleri zaman Depremin zararlarının oluşumunda insanların payı da yok değil elbette Bir tesadüf sonucu da olsa, insanlar sismik olarak aktif bölgeleri yerleşim yerleri olarak seçerek, depremlerin vereceği hasarın artmasına istemeden de olsa yardımcı oluyorlar Bu bölgelerin başında Akdeniz, Pasifik Okya-nusu, Orta Doğu'nun dağlık kuşakları, Hindistan Çin ve Karayib adaları geliyor Depremler ve deprem sonucunda oluşan yangın, açlık ve yoksulluk gibi diğer afetler, her yıl 10 ila 15 bin kişinin hayatını kaybetmesine neden oluyor Tarihe bakıldığında durumun daha da vahim olduğu apaçık ortada; kayıtlar tutulmaya başlandığından beri (Çin'de 30 yüzyıl önce-sinden bu yana) depremlerde ölen insanların sayısı 13 milyonu geçmiş durumda 1964 senesi, sismik aktivite açısından oldukça haraketliydi Afrika'nın dağlık kısımları, Amerikanın düzlük kısımları, Asya'nın stepleri, Amazon yağmur ormanları ve Pasifik kıyıları deprem riski taşıyan bölgeler Ancak gerçek şu ki, her yerde ve her zaman bir deprem olabilir 1964 yılında oluşan büyük Alaska depremini takip eden senede, dünyada 22 ana deprem oldu İtalya dört kez, Türkiye üç kez, İran ve Şili de ikişer kez sallandılar Yugoslavya, Yunanistan, Afganistan, Endonezya, Sumatra, Yeni Gine, Kenya, Cezayir, Japonya, Meksika, aynı yıl içinde birer kez sallandılar Modern zamanlara kadar insanlar, bu doğal felaketin nedenini bir türlü kavrayamadılar Bilgiden uzak fikirler yürütüldü, bunun sonucunda da depremlerle ilgili pek çok mit ve hikaye oluştu Ancak, mit de olsalar bazıları ufak bir gerçek payı taşıyordu İlk insanlar yerin sallanmasına, aşina oldukları hayvanlara benzeyen çok büyük canavarların hareketlerinin yol açtığını sanıyorlardı Dünyanın yuvarlak olduğunu bilmediklerinden, üstünde yaşadıkları yerin altında, dünyaya alttan destek veren bir şeyin, ya da bir kişinin olduğunu düşünüyorlardı Her kültür kendi mitini yarattı Hindu mitolojisine göre, yerin altında 8 tane fil bulunuyordu; bu fillerden biri yorulduğu zaman başını eğip sallıyor, böylece deprem oluyordu Moğol lamalarına göre de, bu doğa üstü yaratık, dünyayı sırtında taşıyan ve belli aralıklarla seyiren büyük bir kurbağaydı Diğer kültürlere göre de dünya sonsuz bir denizin üzerinde duruyordu Örneğin, Japonlar yüzen bir ejderhanın yeryüzünü yüzdürdüğüne inanıyorlardı Sonraki inanışa göre bu yılan, arada bir zıplayan büyük bir yayın balığına döndü Depremi oluşturan artık bir yayın balığıydı Mitlerden tanrılara Zaman geçtikçe insanlar, mitlerdeki hayvanlardan vazgeçtiler ve depremleri tanrılara yorumladılar Endonezya adalarının yerlileri, dünyayı taşıyan şeytanın belli kurbanlar veril-mediği zaman sinirlendiğini ve dünyayı sarstığını sanıyorlardı Eski Peru kabilelerinden biri olan Mainaslar da, tanrılarının, nüfusu saymak için dünyaya geldiğinde adımları ile dünyayı sarstıklarını düşünüyorlardı Tanrının işi böylece hem kısalıyor, hem de kolaylaşıyordu Yerliler bu sarsıntıları hisseder hissetmez evlerinden dışarı çıkarak "Ben buradayım, ben buradayım" demeyi adet edinmişlerdi Bu inanış sayesinde, evlerden dışarı çıkanların çoğu ölümden kurtulmuş oluyorlardı Eski Yunanlılar, depremler için dünyayı omuzlarında taşıyan Atlas'ı suçlamıyorlardıOnlara göre depremlerin tek sorumlusu, denizlerin tanrısı Poseidon'du Bu mit de, sismik aktivitenin çoğunun Akdeniz'in altında oluştuğu gerçeğiyle ortak bir noktayı yakalıyordu Depremleri doğal olaylarla bağdaştıran yaklaşımlar Ancak, tüm bunlara rağmen, depremleri doğal olaylarla bağdaştıran yaklaşımlar da yok değildi Babilli astronomlar, Güneş ve yıldızların dizilişleri ile sarsıntılar arasında bağlantılar olduğunu sanıyorlardı Aristo'nun "Meteorologica"sında depremlerin, buharlaşma ile oluşan rüzgarlara bağlı olduğunu savunuluyordu; Güneş'ten gelen sıcaklık yeryüzünde buharlaşmayı oluştururken, dünyanın içindeki ateş de yerin altında buharlaşmalara neden oluyordu Rüzgarlar dünyanın içine dolup yeteri kadar güç toplayınca yeri sarsabiliyorlardı "Gözenekli toprağı olan yerlerdeki sarsıntı daha fazla olur, çünkü bu topraklar içlerine daha fazla rüzgar alırlar" diyen Aristo böylece jeolojik bir gerçeğe de deyinmiş oluyordu Tanrı'nın öfkesi Bunlarla beraber, depremleri "tan-rının öfkesi" olarak görme inancı popülaritesini devam ettirdi 1692'de Jamaica'daki Port Royal depremi bu inancı daha da kuvvetlendirmişti Çünkü bu şehir, İngilizlerin "Yeni Dünya"da yarattığı en zengin sömürgelerden biriydi, bu ayrıcalığı da Batı Hindistan'ın korsan ve köle ticareti merkezi olarak kazanmıştı Depremin kötü insanların yaşadığı bu bölgeyi yerle bir etmesi, tanrının onlara karşı duyduğu öfkenin bir sonucu olarak yorumlanmıştı 1700'lerde bilimsel ve mantıksal yaklaşımlar 1700'lü yılların ortalarına doğru ortaya daha bilimsel teoriler atılmaya başlandı 1755 depremi, dünyanın en zengin şehirlerinden birisi olan Lizbon'u yerle bir etmeye yeterli olmuştu Optimist filozofların kafaları biraz olsun karışmıştı; ve, bunu en iyi değerlendiren Voltaire oldu "Candide" adlı romanında Lizbon depremine değinerek "Dünyaların en iyisi buysa, diğerlerinin nasıl olduğunu merak ediyorum doğrusu" diyerek optimistlere laf atıyordu Jean Jacques Rousseau: "İnsanlar doğaya dönerek daha iyi yaşayacaklar" Bunun yanında, optimist yazarlardan Immanuel Kant ve Jean Jacques Rousseau hâlâ depremin iyi yanlarına görmeye çalışıyorlardı Kant, depremin değerli mineralleri ve şifalı suları yeryüzüne çıkaracağını söylerken, Rousseau da insanların böylece evlerden çıkıp doğaya döne-ceklerini, daha iyi yaşayacaklarını ve depremlerin onları etkilemeyeceğini savunuyordu Ancak, mantık çağında Voltaire'in yaklaşımı diğerlerini bir kenarda bırakmayı başarmıştı Benjamin Franklin depremlerin oluşumunda elektriğin büyük bir rolü olduğunu savunuyordu 1748 yılında yayıncılığı bırakıp kendini ilme adayan Benjamin Franklin bile deprem konusunda iddialarda bulundu Ünlü uçurtma deneyi ile rüzgarda elektrik olduğunu ispatlayan Franklin, depremlerin oluşumunda elektriğin büyük bir rolü olduğunu savunuyordu Öyle ki, bu iddia, depremleri tanrının bir cezası olarak görenlerin bile fikir değiştirmelerine neden olmuştu John Winthrop ve John Michell 1755 depreminin ardından yapılan açıklamalardan tatmin olmayan iki kişi vardı John Winthrop ve John Michell adlı bu kişiler, buluşları ile sismolojinin ilk adımlarını atmış oluyorlardı *Alıntı* |
|