Prof. Dr. Sinsi
|
Abdülhâlık Goncdüvânî
ABDÜLHÂLIK GONCDÜVÂNÎ
Evliyânın önderlerinden, İslâm âlimlerinin büyüklerindendir Babası Abdülcemîl Malatyalı idi İmâm-ı Mâlik hazretlerinin neslinden olup âlim ve ârif idi Zâhirî ve bâtınî ilimlerde çok yüksekti Hızır aleyhisselâm ile görüşüp sohbet ederlerdi Bir gün Hızır aleyhisselâm kendisine:
"Ey Abdülcemîl! Senin sâlih bir erkek evlâdın olacak İsmini Abdülhâlık koyarsın " buyurdular
Abdülcemîl bu konuşmadan kısa bir zaman sonra Buhârâ'ya göçtü ve Goncdüvân kasabasına yerleşti Çok geçmeden Hızır aleyhisselâmın buyurduğu gibi bir erkek evlâda sâhib oldu İsmini Abdülhâlık koydu Abdülhâlık çocukluğunu burada geçirdi
Beş yaşına geldiğinde ilim öğrenmesi için Buhârâ'ya gönderildi Büyük âlim Hâce Sadreddîn hazretlerinden Kur'ân-ı kerîm ve tefsîrini öğrenmeye başladı Bir gün okuma esnâsında; "Rabbinize tazarrû' ederek (boyun büküp yalvararak) ve gizli duâ ediniz!" (A'râf sûresi: 55) meâlindeki âyet-i kerîmeye gelince Abdülhâlık hocasına:
"Efendim! Bu "gizli"den murâd edilen nedir? Kalb ile yapılan zikrin aslı nedir? Eğer zikir ve duâ, âşikâr, sesli bir şekilde dil ile olursa riyâdan korkulur Araya riyâ girerse, lâyık olduğu şekilde zikredilmemiş olur Şâyet kalb ile zikretsem; "Şeytan insanın damarlarında kan gibi dolaşır " hâdis-i şerîfi gereğince, şeytan bu zikri duyar Ne yapacağımı bilemiyorum, bu müşkülümü halletmenizi istirhâm ederim, efendim!"diye arz etti
Hocası, büyük âlim Sadreddîn hazretleri, bu yaştaki bir çocuğun kendisinin bile anlayamadığı böyle bir suâl sormasına hayran kaldı ve cevap olarak:
"Evlâdım! Bu mesele, kalb ilimlerinin bir konusudur Allahü teâlâ nasîb ederse, sana bu ilimleri öğretebilecek bir üstâda kavuşturur Kalb ile zikri ondan öğrenirsin, böylece bu müşkülün halledilmiş olur " buyurdu Abdülhâlık Goncdüvânî (rahmetullahi aleyh) bu işâret üzerine, meselelerini halledecek o büyük zâtı beklemeye başladı
Bir gün Hızır aleyhisselâm yanına geldi Ona, Allahü teâlâyı gizli ve açık zikretme, anma yollarını öğretti ve mânevî evlâtlığa kabûl edip; "Kalbinden Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resûlullah kelime-i tayyibesini şöyle şöyle zikredersin!" diye târif etti Abdülhâlık hazretleri de, târif üzere, bu mübârek kelime-i tevhîdi sessiz sessiz kalben söylemeğe başladı Bunu, kendisi için ders kabûl etti Bu hâl mânevî makamlarda yükselmesine sebeb oldu
Bu sıralarda Yûsuf-ı Hemedânî hazretleri Buhârâ'ya geldi Abdülhâlık Goncdüvânî onun hizmetine girdi ve bu hizmette bir süre kaldı Bu hususta kendileri şöyle anlatırlar:
On iki yaşında idim Hızır aleyhisselâm bana Yûsuf-ı Hemedânî hazretlerinden ilim öğrenmemi tavsiye buyurdular Bu sırada onun Buhârâ'ya geldiğini işiterek derhâl yanına gittim Ondan pekçok istifâdelere kavuştum
Böylece Abdülhâlık Goncdüvânî hazretlerinin sohbette üstâdı Yûsuf-i Hemedânî, zikir tâlim hocası da Hızır aleyhisselâm oldu
Abdülhâlık Goncdüvânî hazretleri hâlini insanlardan gizli tutardı Nefsinin isteklerine uymayıp, istemediği şeyleri yapmakta kendisini pek ağır imtihanlara tâbi tutar fakat hiç kimseye bir şey sezdirmezdi Hele onun Hızır aleyhisselâm ile ulaştığı mânâda ilim tahsîline hiç kimse vâkıf olmazdı
Abdülhâlık Goncdüvânî gerek Hızır aleyhisselâm ve gerekse büyük İslâm âlimlerinin tahsil ve terbiyesi altında zamânının bir tânesi oldu İnsanlar dünyânın dört bir yanından kâfileler hâlinde ondan istifâde etmek için gelmeye başladılar
Abdülhâlık Goncdüvânî hazretleri beş vakit namazını Kâbe-i muazzamada kılar, tekrar Buhârâ'ya dönerdi Bir Aşûre günü talebelerine derste velîlik hâllerini anlatıyordu Müslüman kıyâfetinde olan bir genç içeri girip, talebelerin arasına oturdu Bir müddet sohbetini dinledikten sonra söz isteyerek:
Efendim! Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem; "Mü'minin firâsetinden korkunuz Çünkü o, Allah'ın nûru ile bakar " buyuruyor Bu hadîs-i şerîfin sırrı nedir? diye sordu
Abdülhâlık Goncdüvânî hazretleri gence heybetle nazar ettikten sonra; "Öyleyse belindeki zünnârı, hıristiyanların ibâdette bellerine bağladıkları ve ucunda haç asılı olan parmak kalınlığındaki yuvarlak ipi kes de îmâna gel " dedi
Hocanın bu sözleri oradakiler üzerinde şok etkisi yaptı Genç, telaşla; "Hâşâ! Yemîn ederim bende böyle bir şey yok " diye söylendi
O zaman Abdülhâlık hazretleri talebelerinden birine gencin hırkasını çıkarmasını işâret etti Talebe o gencin üzerindeki hırkasını çıkarınca, belinde düğüm düğüm zünnâr bağlı olduğu görüldü Bu hâdise karşısında genç, çok mahcûb oldu Ne yapacağını şaşırdı Kalbinde İslâmiyete karşı bir sevgi meydana geldi Abdülhâlık Goncdüvânî hazretlerine muhabbet, sevgi duymaya başladı Böylece evliyânın, Allahü teâlânın nûruyla baktığının ne demek olduğunu çok iyi anladı Kelime-i şehâdet getirip müslüman olmakla şereflendi Sâdık talebelerinden oldu
Büyük mürşid bundan sonra etrafındakilere dönerek:
"Ey dostlar! Gelin biz de ahde uyalım, zünnârımızı keselim Îmân edelim Şöyle ki, bu genç maddî zünnârı kesti, biz de kalbe âid zünnârı keselim O da, kibr ve gururdur Bu genç, af dileyenlerden oldu; biz de affa kavuşalım " buyurdu
Talebeleri bir anda hazret-i Hâce'nin gönül yaralarına sunulan şifâ şerbetini içtiler, tövbelerini yenilediler Böylece kalblerinin Allahü teâlâdan başka bir şeye bağlılıkları kalmadı
Bir gün huzûruna gelen bir kimse; "Eğer Allahü teâlâ beni Cennet ile Cehennem arasında muhayyer kılsa, ben Cehennemi seçerim Zîrâ bütün ömrümde nefsimin arzusu üzerine amel etmedim O halde Cennet nefsin murâdıdır Cehennem ise, Allahü teâlânın murâdıdır " dedi Abdülhâlık Goncdüvânî hazretleri bu sözü red ederek:
Kulun seçme hakkı yoktur Her nereye git derlerse oraya gideriz Nerede kalın derlerse orada kalırız Kulluk budur Senin dediğin kulluk değildir buyurdu O kimse bu sefer; "Efendim! Tasavvuf yolunda bulunan kimseye şeytan yaklaşabilir mi?" diye sordu
"Tasavvuf yoluna yeni gelmiş bir talebe, nefsini emmâre olmaktan kurtaramamış ise, bir şeye öfkelendiği zaman şeytan ona yaklaşabilir Şâyet nefsi mutmainne derecesine çıkmış ise, o kimsede öfkelenmek yerine, gayret hâsıl olur Her ne zaman gayret etse, şeytan ondan kaçar Bu kadar sıfat o kimseye kâfidir Yeter ki, Hakk'a yönelsin Allahü teâlânın Kitâbına ve Resûlünün sünnetine sarılsın Bu iki nûr arasında tasavvuf yolunda yürüsün " buyurdu
Abdülhâlık Goncdüvânî hazretleri, Allahü teâlânın indinde duâsı makbûl kimselerden idi İnsanlar ve cinler duâsına kavuşmak için, uzak yerlerden gelirlerdi
Bir gün Abdülhâlık Goncdüvânî'nin huzûruna uzak yerden bir misâfir, biraz sonra da yanlarına, güzel sûretli, temiz giyimli bir genç geldi Abdülhâlık hazretlerinden duâ isteyip hemen ayrıldı Misâfir; "Efendim! Bu gelen genç kimdi acaba? Gelmesi ile gitmesi bir oldu " dedi O da; "Bizi ziyârete gelip duâ isteyen bir melek idi " buyurdu Misâfir hayret etti ve; "Efendim! Son nefeste îmân selâmeti ile gidebilmemiz için bize de duâ buyurur musunuz?" diye niyâzda bulundu Bunun üzerine Abdülhâlık Goncdüvânî hazretleri:
"Her kim farzları eda ettikten sonra duâ ederse, duâsı kabûl olur Sen, farz olan ibâdeti yaptıktan sonra duâ ederken bizi hatırlarsan, biz de seni hatırlarız Bu durum hem senin, hem de bizim için duânın kabûl olmasına vesîle olur " buyurdu
Abdülhâlık Goncdüvânî hazretlerinin âhiret âlemine göç etmesi yaklaşmıştı Kendisine bağlı talebelerinin terbiyesini Ahmed Sıddık, Evliyâ Kebir, Şeyh Süleymân Germinî ve Ârif-i Rivegerî adlarındaki dört büyük halîfesine bıraktı Onlara nasîhatlerde bulundu
1180 (H 575) yılında Goncdüvân'da vefât etti
Goncdüvânî hazretleri bugün Nakşibendiliğin prensipleri diye bilinen on bir temel düstûru da ortaya koydu Bu prensiplerin esası "kalbe gelip onu meşgul eden her şeyi oradan çıkarıp atmak ve onu dâimâ Allahü teâlâ ile meşgûl hâle getirmek"tir Vefâtından sonra da kerâmetleri görülmüştür
Şöyle ki: Abdülhâlık Goncdüvânî hazretlerinin vefât etmesinin üzerinden 332 sene geçmişti 1512 (H 918) yılında Eshâb-ı kirâm düşmanı Safevîler yüz bin kişilik tâlimli asker ile Ceyhun Nehrini geçerek Mâverâünnehr vilâyetlerine hücûm ettiler Çok kan döküp büyük tahrîbât yaptılar Oradan Buhârâ'ya yöneldiler Pekçok kaleyi zaptettiler Girdikleri yerlerde Ehl-i sünnet âlimlerinin kabirlerini ve türbelerini yıkıp hakâret yapıyorlardı Nihâyet Goncdüvân kalesini de abluka altına aldılar Niyetleri burada bulunan ve Ehl-i sünnet müslümanlarının ziyâretgâhı olan Abdülhâlık Goncdüvânî hazretlerinin kabirlerini yakmak idi Ancak şehre karşı hücuma geçtikleri sırada kaleden çıkan beş bin Özbek askerinin etrafında bulunup kendilerine saldıran beyaz atlı beyaz elbiseli ve yeşil sarıklı askerleri gördüler Başlarında heybetli ve nûrânî, mübârek bir zât elinde iki ağızlı kılıç ile Safevîleri işâret edip hücûma geçtiklerinde ekin tarlasına giren orakçılar gibi düşmanları biçmeye başladılar Ehl-i sünnet düşmanları kısa sürede bozguna uğrayıp geri dönmemek üzere kaçtılar
Abdülhâlık Goncdüvânî hazretlerinin daha vefâtından evvel söylediği:
Dosta mübârekim ve düşmana musîbetim
Cenkte demir gibi ve sulhta mum gibiyim
Nûr çeşmesinin başı Goncdüvân, menzilimizdir
Rum kapısına kadar iki ağızlı kılıç vururum
şeklindeki sözleri de onun 332 yıl sonra ortaya çıkan kerâmetiydi
EVİN MESCİT OLSUN
Abdülhâlık Goncdüvânî hazretlerinin mânevî oğulları Şeyh Evliyâ Kebir'e yaptığı nasîhatlerinden her biri bütün müslümanlar için birer kıymetli inci değerinde düsturlardır Bir tânesi şöyledir:
Yavrucuğum, sana ilim tahsili ile edeb öğrenmeyi tavsiye ederim Hemen her zaman Allahü teâlânın huzurunda olduğunu bil ve dikkat et Geçtiğimiz asırlardaki büyük âlimlerin izini bırakma Resûlullah efendimizin sünnetine uygun davran O sünnetin hakîkî uygulayıcısı olan eshâbın davranışını da gözünden ırak etme Fıkıh ve hadîs öğren Câhil tarîkatçilerden sakın Şöhret peşinde koşma, şöhret âfettir, tehlikelidir Hemen her hâlinle insanlardan biri gibi yaşa Namazını her zaman cemâatle kılmaya gayret et Bid'at sâhibi sapıklar ile ve dünyâya düşkün kimselerle arkadaşlık etme Kâdılık ve müftülük gibi övülen bir makam da olsa herhangi bir makâma meyletme Devlet idarecileri ve onların adamları ile dostluk kurma Din dışı hareketleri ile meşhur, sözünü bilmeyen bayağı kimselerle de arkadaşlık etme Az konuş, az ye, az uyu Oturmak için daha çok ıssız yerleri tercih et Helâl yemeye çok gayret eyle Şüpheli şeyleri terket Çok kere dünyâlık isteği sana ağır basar Ağır basan bu taleb için yola düşersen, dînin elden gider Çok gülme Kahkaha ile gülmek kalbi öldürür Kimseyi hakîr görme Kimse ile münâkaşa etme Kimseden bir şey isteme Hiç kimseye sana hizmet etmesi için emir verme Tasavvuf büyüklerine dil uzatma Onları inkâr eden felâkete düşer Gözlerin yaşlı, amelin temiz olsun Yenisinin gereği olmadığı zamanlarda eski elbise giy Sermâyen fıkıh, din bilgisi, evin mescid olsun
MÜMİNİN FİRÂSETİ
Abdülhâlık Goncdüvânî, namazları ekserî,
Kâbede edâ edip, dönerdi tekrar geri
Bir aşûre gününde, hazret-i Abdülhâlık,
O gün talebesiyle, sohbette, bir aralık,
Müslüman kıyâfetli, bir genç girdi içeri,
Talebe arasında, oturdu diz üzeri
O hazret, bir taraftan, hem sohbet ediyordu,
Yine bir taraftan da o genci süzüyordu
Sohbeti dikkatlice, dinleyen o genç adam,
Dedi ki: "Ey efendim, Resûl aleyhisselâm,
"Müminin firâsetinden, sakının ey insanlar,
Çünkü onlar, Allah'ın nûru ile bakarlar "
Diye buyurmuşlardır, sahâbeye bir kere,
Bu hadîsin sırrını, anlatınız bizlere "
Buyurdu: "Sırrı şu ki, belindeki zünnârı,
Çıkar at, müslüman ol, kandırma insanları!"
Genç îtirâz etti ve dedi ki: "Yok zünnârım,
Ve onu kuşanmaktan, Allah'ımdan korkarım "
Buyurdu: "Öyle ise, çıkar da kaftanını,
Öğrenelim içinde, zünnar olmadığını "
Çıkardı kaftanını o genç, istemeyerek,
Belindeki zünnârı, çıkınca, üzüldü pek
Bu durum karşısında, utandı, mahcup oldu,
O an İslâma karşı, kalbine sevgi doldu
Anladı, müminlerin, firâseti nasılmış,
Ve Allah'ın nûruyla, mümin nasıl bakarmış
Kalbinde ona karşı, hâsıl oldu muhabbet,
Getirip bin şevk ile, kelime-i şehâdet
Müslüman olmak ile, şereflendi o anda,
Sâdık bir talebesi, oldu hem de sonunda
Hazret-i Abdülhâlık, buyurdu sonra hemen:
"Bu genç, maddî zünnârı, kesip attı belinden,
Biz dahi şu mânevî, zünnârı atalım,
Bunlar, gurûr, kibirdir, bunlardan kurtulalım "
Talebeler topluca, o gün tövbe ettiler,
Ağlayıp gözlerinden, sel gibi yaş döktüler
1) Menâkıb-ı Hâce Abdülhâlık Goncdüvânî (Süleymâniye Kütüphânesi, Yahya Tevfik Kısmı, No 190)
2) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c 2, s 50
3) Hadâik-ul-Verdiyye; s 110
4) Reşehât Tercümesi; s 25
5) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c 5, s 343
6) Nefehât-ül-Üns; s 377
7) Makâmât-ı Nakşibendiyye; s 22,43
8) İrgâm-ül-Merîd; s 51
9) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s 972
10) Kâmûs-ül-A'lâm; c 4, s 3066
|