Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Biyografiler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
behâeddîn, behâeddînzâde, bin, muhammed, muhyiddin

Behâeddînzâde (Muhyiddîn Muhammed Bin Behâeddîn)

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Behâeddînzâde (Muhyiddîn Muhammed Bin Behâeddîn)




BEHÂEDDÎNZÂDE (Muhyiddîn Muhammed bin Behâeddîn)

Osmanlılar zamânında Anadolu'da yetişen evliyânın büyüklerinden Tefsîr, hadîs ve Hanefî mezhebi fıkıh âlimi İsmi, Muhammed bin Behâeddîn bin Lütfullah, lakabı Muhyiddîn'dir Behâeddînzâde ve Behâî diye tanınır Doğum târihi ve yeri bilinmemektedir 1545 (H952) senesinde Kayseri'de vefât edip, hocasının hocası Şeyh İbrâhim-i Kayserî hazretlerinin yanına defn olundu

Çocukluğundan îtibâren tam bir edeb ve terbiye ile yetiştirilen Muhyiddîn Efendi, ilim öğrenmek çağına geldiğinde, ilk tahsîlini zamânının âlimlerinden olan babası Behâeddîn bin Lütfullah'ın huzûrunda yaptı Ayrıca; Mevlânâ Hatîbzâde, Müslihuddîn Kastalanî ve Sultan Bâyezîd Han Gâzinin hocası Mârûfzâde gibi devrin meşhûr âimlerinden ilim öğrendi Bu mübârek zâtların bereketli sohbetlerinde bulunmakla, kısa zamanda yetişip ilim ve fazîlette emsâl ve akrânından ileri geçti Zâhirî ilimlerin tahsîlini tamamladıktan sonra, tasavvuf yoluna yönelerek, büyük âlim ve evliyâ Şeyh Muhammed İskilibî'nin huzûr ve hizmetlerine vâsıl oldu Bu yolda ilerlemek için çok gayret etti Hocasının bereketli nazarlarına kavuşmak için bir an yanından ayrılmadı Verdiği her emre; "Baş üstüne" deyip sarıldı Bu ihlâs ve samîmî gayretlerinin mükâfatı olarak, tasavvuf yolunda da kemâle gelip, parlayan sabah güneşi misâli etrafı aydınlatmaya, feyz ve nûr saçmaya başladı Evliyâlık derecelerinin yüksekliklerine, mânevî kemâlâta kavuştu Talebeleri yetiştirmek üzere hocasından icâzet aldı Bundan sonra asıl vatanı olan Balıkesir'e yerleşti ve orada bir mikdâr insanlara doğru yolu göstermekle meşgûl oldu Talebe yetiştirdi

Bu arada, Muhammed İskilibî'nin talebelerinin en yükseği ve halîfesi olan Abdürrahîm Müeyyedî de, hocasının İstanbul'daki zâviyesinde talebe yetiştirmekle meşgûl idi Onun vefâtından sonra Behâeddînzâde, hocasının mânevî işâreti üzerine İstanbul'a geldi Hocasının zâviyesine yerleşerek ders vermeye başladı

Behâeddînzâde hazretlerinin sohbetleri gâyet tatlı idi Dinleyenlerin gönlünü çeker, bağlananların kalplerini mânevî kirlerden temizlerdi Allahü teâlânın nîmetlerinin kendisinde tecellî ettiği bir kimse idi Mübârek sînesi ilim hazînesi idi Dili hep hakkı söylerdi Her sözü hikmet dolu idi Mübârek vücûdu mutlak nûr idi İslâmiyetin emir ve yasaklarını gözetmekte gâyet titiz ve gayretli idi Bunun için çok çalışırdı Hakkı, doğruyu söylemekten çekinmezdi Hakkı ve bâtılı ayırmakta keskin kılıç gibi idi Kimseden korkmazdı Bu hususta başkalarının ayıplamalarından çekinmezdi

Fen ve din ilimleri ile Arap dili üzerinde çok geniş ve tam bilgiye sâhip idi Tefsîr ve hadîs ilimleri üzerinde de çok geniş ihtisâsı vardı Kelâm ilmi ile tasavvuf ilmini cemedip, kendisinde topladı, birleştirdi Görünüşte bu iki ilim, birbirinden ayrı gibi idi Bu ayrılık, tasavvuf âlimleri ile kelâm âlimlerinin bir meseleyi ifâde etmekte kullandıkları kelimelerin çeşitli ve değişik olmasından meydana geliyordu İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin Fıkh-ı Ekber'ini şerh ederek, kelâm ve tasavvufun ayrı gibi görünen kısımlarını en iyi şekilde îzâh edip açıkladı Ayrı zannedilen yerleri ortadan kaldırdı

Şüpheli olmak korkusu ile mübah, izin verilen şeylerin çoğundan sakınır, dünyâdan ve dünyalık şeylerden uzak dururdu İslâmiyetin emirlerine tam uyardı Tasavvuf yolunun inceliklerine, edeplerine çok riâyet ederdi Devrin âlimleri onun Kutbü'l-aktâb denilen yüksek evliyâdan olduğunu belirtmişlerdir Şeyh Behâeddînzâde tasavvufa dâir çok risâle yazmıştır Allahü teâlânın emirlerini, Resûlullah efendimizin sünnetini yaymak ve bu kıymetli bilgileri insanların öğrenerek iki cihân saâdetine kavuşmaları yolunda çok gayretli ve fedâkâr olup, kendisini bu yolda adamış, vakfetmiş idi Hakkı ve bâtılı ayırd etmekte ve bildirmekte pervâsız ve korkusuz idi

Osmanlı âlimlerinin en büyüklerinden Müftü Zenbilli Ali Cemâlî Efendi, ömrünün sonlarına doğru hastalanıp gücü kuvveti kalmamıştı Uzun zaman hasta yattı Fetvâ yazmakta zorluk çekiyordu Pâdişâh ve âlimler kendisine bu işte yardımcı olmak üzere birini nâib, vekil seçmesini istediler Zenbilli Ali Efendi, verâ ve takvâsından dînin emirlerini hakkıyla gözetmesinden ötürü bu işe Behâeddînzâde'yi münâsip gördü Şeyh Behâeddînzâde, Zenbilli Ali Efendinin 1526 yılında vefâtına kadar bu görevde kaldı

Rivâyet edilir ki, Behâeddînzâde Muhammed Muhyiddîn Efendi zamânında bâzı uygunsuz hâller zuhûr etmişti Bu hâllere devlet ileri gelenlerinden de bulaşanlar oluyordu Behâeddînzâde hazretleri sohbet meclislerinde meydana çıkan bu uygunsuz hâllerin, Resûlullah efendimizin bildirdiği hükümlere uygun olmadığını ve bunların derhâl yok edilmesini, bâzı densiz kimselerin dînimize uymayan işler yapmalarına müsâade edilmeyip, bunlara mâni olunması gerektiğini söyledi Onun bu sözleri, o uygunsuz kimselerin kulağına gidince, onlar bu zâta sinirlendiler Hattâ öyle oldu ki, Behâeddînzâde'nin talebeleri, o uygunsuz kimselerin, hocalarına bir zarar vermelerinden endişelenmeye başladılar Bu endişelerini kendisine arzettiklerinde, dil anahtarı ile söz kilidini açarak, şu mühim ve açık cevâbı verdi:

"Dostlarım! Sizin korku ve endişeniz bende yoktur Allahü teâlânın izni ve koruması ile onların zararından korkmam Eğer beni öldürecek olurlarsa şehîd olurum Hapsederlerse, benim için uzlet ve halvet olur Yâni orada yalnız başıma ibâdet ve tâat ile meşgûl olurum Eğer beni bu beldeden uzaklaştırırlarsa, hicret etmiş olurum Bunların hepsi, Hakk'ı taleb edenler için saâdettir Hepsinin karşılığında nihâyetsiz sevaplar ve sayısız faydalar vardır" Onun bu sözlerini dinleyenler, dînimizin emirlerine ne kadar bağlı olduğunu, din gayretinin çokluğunu ve Allahü teâlânın rızâsını başka her şeyden üstün tuttuğunu böylece daha iyi anladılar

Behâeddînzâde Muhammed Muhyiddîn Efendi 1544 (H951) senesinde hacca gitti Ertesi sene dönüşünde Kayseri'de vefât edip, hocasının hocası olan İbrâhim Kayserî'nin yanına defnolundu

Behâeddînzâde'nin yazdığı eserlerden bâzıları şunlardır: 1) Şerhu-Esmâ-il-Hüsnâ, 2) Şerhu Fıkh-ı Ekber li Ebî Hanîfe, 3) Tefsîr-ul-Kur'ân Bunlardan başka tasavvufa dâir birçok risâle de yazmıştır

RÜYÂNIN TÂBİRİ BUDUR

Şakâyık-ı Nu'mâniyye isimli meşhûr eserin sâhibi olan ve Taşköprüzâde diye tanınan Ahmed bin Mustafa Efendi, İstanbul'da Sahn-ı Semân medreselerinden birinde müderrislik yapmakta iken, başından geçen bir hâdiseyi şöyle anlatır:

"Fâtih medreselerinde müderris idim Bir gece, gecenin üçtebiri geçtikten sonra teheccüd namazını kıldım Bundan sonra uyumuşum Rüyâmda kendimi Medîne-i münevverede Resûlullah efendimizin huzûrunda gördüm Başıma bir taç giydirdi Bu rüyânın tesiri ve heyecânı ile büyük bir sevinç içerisinde yattığım yerden doğruldum Abdest alıp, âdetim üzere Kâdı Beydâvî hazretlerinin tefsîrini mütâlaaya başladım Bu mübârek ve saâdet dolu gecenin sabahında gördüğüm rüyâyı hiç kimseye anlatmadım Sabah namazından sonra Behâeddînzâde hazretleri bir haberci göndermiş Gelen haberci selâm verdikten sonra dedi ki:

"Behâeddînzâde Efendi size selâm ediyor İnşâallah pek yakın bir zamanda zât-ı âlileri kâdılık makâmına getirilecektir Bu gece gördüğü rüyânın tâbiri budur dedi" Hâlbuki rüyâyı kimseye anlatmamıştım Behâeddînzâde Muhyiddîn Efendi, gayb âleminden keşf yolu ile rüyâmı anlamıştı Bu vak'adan kısa bir zaman sonra kendisini ziyârete gittim Gördüğüm rüyâyı ve kendisi tarafından gelen habercinin naklettiği tâbiri anlattım Rüyâmın tâbirinin aynen öyle olduğunu bildirip, yakın zamanda kâdı olacağımı müjdeledi Bu sohbet esnâsında, kâdılığı taleb etmediğimi, mesûliyetinden korktuğumu söyledim Bunun üzerine:

"Kâdılık mesleğini taleb etme Bu mesleğe istekli ve hırslı olmak uygun değildir Ama talep ve rağbet etmediğin hâlde bu vazîfe verilirse, o zaman da reddetmeyip kabûl etmen gerekir" buyurdu Bu çok güzel ve tesirli sözler gönlüme rahatlık verdi Aradan çok zaman geçmemişti ki, bana Bursa kâdılığı verildi Behâeddînzâde'nin sözlerini hatırlayıp, bu vazîfeyi kabûl ettim"

1) Şakâyık-ı Nu'mâniyye; c1, s483
2) Şakâyık-ı Nu'mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s427
3) Sicilli Osmânî; c4, s344
4) Şezerât-üz-Zeheb; c8, s293
5) Mu'cem-ül-Müellifîn; c9, s120
6) Esmâ-ül-Müellifîn; c2, s238
7) El-A'lâm; c6, s60
8) Kevâkib-üs-Sâire; c2, s29
9) Keşf-üz-Zünûn; s1034, 1287
10) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c1, s181
11) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c13, s317
12) İslâm Meşhûrları Ansiklopedisi; c3, s1556

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.