Prof. Dr. Sinsi
|
Ziyâeddîn Nahşebî
ZİYÂEDDÎN NAHŞEBÎ
Hindistan âlim ve velîlerinden Bedâyûnlu idi Bedâyûnî, Nahşebî, Dehlî ve Hindî nisbet edildi Şeyh Hamîdeddîn Nâgûrî’nin torunu ve halîfesi olan Şeyh Ferîd’in talebesi olup seyyiddir Ondan ilim öğrenip, feyz aldı Hindistan’da onun devrinde Ziyâ isminde üç kimse vardı Biri Nahşebî diğerleri, Ziyâ Semnânî ve Ziyâ Bernî idi Ziyâ Semnânî, zamânın büyük evliyâsı Nizâmüddîn Evliyâ’ya muhâlifti Ziyâ Bernî, Nizâmüddîn Evliyâ’yı çok severdi ve onun talebesiydi Ziyâ Nahşebî ise, Nizâmüddîn Evliyâ’ya muhâlif olmadığı gibi, talebesi de değildi Herkesten uzak bir hayat yaşardı Kimseyi beğenmemezlik etmez, kimseye de gönül bağlamazdı Bedâyûn’daki, isimsiz ve ıssız zâviyesinde kitap yazmakla meşgûl olurdu Silk-üs-Sülûk, Aşere-i Mübeşşere, Külliyât, Cüz’iyyât, Tûtinâme adlı eserlerinden başka, daha birçok telifleri vardır Eserleri daha çok, açıklanması zor meselelere dâirdir Silk-üs-Sülûk adlı eseri, güzel ve tesirli bir dille yazılmış olup, evliyânın hikâyelerini ve sözlerini ihtivâ etmektedir Eserlerinde, kendi yazdığı pekçok şiiri de vardır 1350 (H 751) yılında Bedâyûn’da vefât etmiştir
Ziyâüddîn Nahşebî buyurdu ki: Büyüklerden biri, bir kadınla evlendi Gece olunca ona; “Ey hanım, pijamamı hazırla yatacağım ” dedi Hanımı; “Efendim, senin Mevlâ’n (sâhibin) yok mu?” dedi “Vardır” buyurdu “Senin Mevlâ’n uyur mu, uyumaz mı?” dedi “Uyumaz” buyurdu “Mevlâ’n uyanık iken sen uyumaktan hayâ etmez misin?” dedi
İnsan, ölüm, fakr ve ateşin (Cehennem'in) yarış meydanındadır Allahü teâlâ onun terbiyecisi, peygamberler sürücüsü, kitaplar öncüsüdür, o ise serkeştir, söz dinlemez
Kardeşim, eskiden öyle insanlar vardı ki, başkalarının günah işlediklerini duysalar, sıtmalı gibi titrerlerdi Senin ise kendi günâhından için yanmıyor Eskiden bir âdet vardı; güller açınca, insanlar oyun oynarlar, eğlenirlerdi Bu sebebtendir ki, her sene güllerin yetişme, açılma zamanı gelince, Ma’rûf-i Kerhî hazretleri üzülür; “Gül açtı, şimdi insanlar oyunla meşgûl olacaklar” derdi
Büyüklerimiz diyorlar ki, bir kimsenin başkasının emri altında olması, nefsinin emri altında olmasından iyidir Dervişlerden biri, Cuma günleri dışarı çıkar, kimi görse; “Mescide hangi yoldan gitmeli?” diye sorardı Birisi ona; “Senelerdir mescide gidersin, yolu öğrenemedin mi?” dedi “Bilmiyorum, ama gittiğimiz yolda mahkûm olmak, hâkim olmaktan daha iyidir” derdi
Dinle, iyi dinle! Vehb bin Münebbih anlatır: Ka’b-ül-Ahbâr, mescidde arka saflarda durur Ona; “Bunun altında hangi sır gizlidir?” diye sordular Buyurdu: “Tevrât’ta okudum ki, Muhammed aleyhisselâmın ümmetinden öyle insanlar vardır ki, onlardan biri başını secdeye koyunca, başını secdeden iyice kaldırıncaya kadar, Allahü teâlâ onun arkasında olanı magfiret eder Ben de hepsinden geride dururum, umarım ki, öyle birisinin secdesiyle benim işim görülsün ”
Büyük şeyh Abdullah ibni Hafîf (kuddise sirruh) hastalanmıştı Bir doktor geldi ve; “Ey Şeyh hastalığın nedir?” dedi “Vücûd gidince, hastalık da gider” buyurdu
Cihânı, karıncanın gözünden daha küçük gören Muhammed Vâsi buyurdu: “Eğer günâhın kokusu olsaydı, hiç kimse benim yanımda oturamazdı ”
Hâce Ebü'l-Hasan Harkânî buyurdu: “Yakınların yakını, bizim maksadımız olanın yanında uzak kalır Kardeşim, suya daha yakın olan, daha çok batar; ateşe daha yakın olan, daha çok yanar ”
Derler ki, bir gün bir genç, zengin bir kadının kapısına geldi ve; “Ben ona âşık oldum” dedi Bu haberi kadına ulaştırdılar Kadın onu çağırdı ve onunla konuşmaya başladı “Sakın bir daha bu sözü söyleme!” dedi “Edemem ki” dedi “İki bin gümüş vereyim” dedi “Yapamam” dedi On bin gümüşe kadar çıkardı Genç, on bin gümüşü duyunca râzı oldu Kadın bu durumu görünce, onun dilini kesmelerini emretti ve; “Bizi sevdiğini iddiâ edip de, bize değil malımıza râzı olanın cezâsı budur ” dedi
Râbia-i Adviyye’ye sordular ki: “Sen şeytana düşman mısın?” “Hayır” dedi “Niçin?” dediler “Ben dostla o kadar meşgûlüm ki, başkası hâtırıma gelmiyor” buyurdu
Büyüklerden birine; “Dünyâ neye benzer?” dediler “Dünyâ, benzeri olmaktan daha aşağıdır” buyurdu
Bir kimse, bir dervişe gidip; “Birkaç gün seninle berâber olayım” dedi "Ben olmasam kiminle olacaktın?” diye sordu “Allahü teâlâ ile” dedi “Benim olmadığımı kabûl et ve şu anda Allah ile ol” buyurdu
Bir gün dünyâ ehli zengin birisi, bir dervişin evinden su istedi Ona tatsız, ılık bir su verdiler “Bu su, sıcak tatsızdır” dedi O derviş; “Ey efendi, biz zindandayız Zindanda olan iyi su içmez” dedi Yahyâ bin Muâz-ı Râzî’yi öldükten sonra rüyâda gördüler “Yüksek âlemde sana ne yaptılar?” diye sordular Buyurdu ki: “Dünyâdan ne getirdin?” dediler “Zindandan geliyorum; zindandan ne getirilir?” dedim
Şiblî hazretlerini, öldükten sonra rüyâda gördüler “Münker ve Nekîr’in suâllerinden nasıl kurtuldun?” dediler “Siz orada olsaydınız da, benim yanımdan nasıl gittiklerini bir görseydiniz Bana, “Rabbin kimdir?” dediler “Rabbim öyle birisidir ki, size, bütün meleklerle birlikte babamın önünde secde etmenizi emretti; biz onda babamın sülbünde, bütün kardeşlerimle birlikte sizi görüyorduk ” dedim Melekler; “Biz buradan çekilip gidelim Biz ona suâl soruyoruz, o ise hazret-i Âdem’in bütün zürriyetinin cevâbını veriyor ” dediler
Ey insan, bir gün sabahtan akşama kadar nefsinle harb et Neler zâhir olacağını bir gör Merd, nefsinde bir eksik görüp de onunla harb edendir
Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerini vefâtından sonra rüyâda görüp; “İşin nereye vardı?” dediler “Âhiret işi, bizim dünyâda zannettiğimizden daha zordur ” buyurdu
KAVUŞMAK İSTERSEN
Ziyâeddîn Nahşebî hazretleri buyurdu ki: Dinle, iyi dinle! Büyüklerden biri, hiç sağına soluna bakmazdı Bir gün Kâbe’yi tavâf ederken, birisi ona seslendi Onun tarafına bakmak istedi Gâibden bir ses işitti: “Bizden başkasına bakan, bizden değildir ” Kardeşim, bu yolda bin sene yürüsen ve hâtırından; “Bunu kabûl ederler ” düşüncesi geçse, hâlâ makam arzusunda olup, hâlâ istek yolunun yolcusu olduğun anlaşılır Ey kardeşim, eğer bu yoldan menzile kavuşmak istersen, sakın kendini arada görme! Tâat zenginliğine kavuşmuş olan büyükler, kendilerini dâimâ müflis olarak, düşünmüşlerdir Her zaman müflis olanlar ise, kendilerini nasıl zengin yaparlar
Dinle, iyi dinle! İbrâhim aleyhisselâm ateşe eriştiğinde, ateş ona selâmet oldu Zîrâ onun kalbi, hakîkî ateşle yanmıştı Bunun içindir ki, “Sen olmasaydın, sen olmasaydın kâinâtı yaratmazdım ” makâmının sâhibi, yâni Resûl-i ekrem efendimiz; “Benim kadar hiç kimse eziyet çekmedi Hazret-i İbrâhim’in ateşe atılması belâ değildi Hazret-i Zekeriyyâ’nın parça parça edilmesi sıkıntı değildi Belâ ve sıkıntı, bizim başımıza dökülendir Bizi, gök ve yer ehlinin önüne geçirdiler ve Âdem aleyhisselâmın zürriyetinin günahlarını, benim şefâat eteğime bağladılar ” buyurdu
1) Ahbâr-ul-Ahyâr; s 111
2) Hediyyet-ül-Ârifîn; c 1, s 429
|