Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Biyografiler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
nurşînî, ziyaeddin

Ziyâeddîn Nurşînî

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ziyâeddîn Nurşînî




ZİYÂEDDÎN NURŞÎNÎ

Osmanlı âlim ve velîlerinden İsmi Muhammed Ziyâeddîn’dir Nurşînî nisbesiyle meşhûr olmuştur Babası büyük velî Abdurrahmân Tâgî (Tâhî) hazretleridir 1855 (H1272) senesinde Bitlis’in Hizan ilçesine bağlı Usba köyünde doğdu 1923 (H1342) senesinde Bitlis’in Nurşin köyünde vefât etti Kabri Nurşin’de babasının türbesinin yanındadır

Ziyâeddîn Nurşînî’nin âile çevresi ilim ve fazîlet sâhibi dindâr insanlardan meydana geliyordu Dînî ilimler sâhasında söz sâhibi olmuş büyük âlim ve velîler onun yakın çevresinde yaşıyordu Zâhirî ve mânevî ilimleri tahsîl etmeye çok müsâit bir ortamda dünyâya gelen Muhammed Ziyâeddîn Efendinin çocukluğu böyle bir çevrede geçti İlk tahsîlini babası Abdurrahmân Tâgî’den aldı Zamânında medreselerde okutulan dersleri tamamlayarak ilimde yükseldi ve mollalık pâyesine ulaştı Babasının ilim meclislerine ve tasavvufî sohbetlerine devâm ederek zâhirî ilimlerde âlim, tasavvuf yolunda yüksek derece sâhibi oldu

Babası Abdurrahmân Tâgî hazretleri vefâtına yakın onu en büyük halîfesi Fethullah-ı Verkânisî’ye emânet etti Ziyâeddîn Nurşînî babasının hastalığı sırasında yanında duruyordu Üzülüyor ve ağlıyordu Bir ara gözlerini açan Abdurrahmân Tâgî hazretleri oğluna baktı ve; “Ziyâeddîn! Neden böyle yaş akıtıp ağlıyorsun?” dedi Ziyâeddîn Nurşînî edeple; “Niçin ağlamayayım İnsanın babası çok büyük tüccar olur da, dünyâsını değiştirirken evlâdı babasının malından istifâde edemezse, mîrâsına vâris olamazsa ondan daha acı bir şey olur mu?” diye cevap verdi Babası; “Oğlum! Şeyh Fethullah senin hakkında benden daha hayırlıdır Çünkü, vallahi ben seni başkalarından ayırd etmedim Halk, gözümde ne ise, sen de oydun Fakat Şeyh Fethullah seni diğerlerinden üstün tutacaktır” buyurdu Bu cevap üzerine teselli bulan Ziyâeddîn Nurşînî babasının vefâtından sonra Şeyh Fethullah-ı Verkânisî’ye talebe oldu Onun hizmet ve sohbetlerinde bulundu Böylece zâhirî ilimlerde yüksekliğinin yanında mânevî derecelerde ve tasavvuf yolunda da ilerledi

Fethullah-ı Verkânisî hazretleri, hocasının oğlu Muhammed Ziyâeddîn Nurşinî’nin yetişmesi ve olgunlaşması için özel îtinâ gösterdi Hattâ onu en ağır hizmetlerde kullanarak kınayanların kınamasına aldırmadan onu kâmil (olgun) ve mükemmil (yetiştirebilen) bir zât olarak yetiştirdi Fethullah-ı Verkânisî kışın karda kızağına biner köylere irşâda giderken, Ziyâeddîn Nurşînî’yi çağırarak kendisini çekmesini isterdi Bu duruma Abdurrahmân Tâgî hazretlerinin bâzı halîfeleri îtirâz ettiler Hocasının oğluna saygı göstermesi gerekirken, kızağa binip keyf sürüyor, hocasının oğlu ise, zahmet ve meşakkatle kızağını çekiyor” dediler Bu durumu duyan Fethullah-ı Verkânisî; “Üstâdım oğlunu bana teslim etti Ben de böyle hareket etmeyi uygun görüyorum Yok eğer size teslim etmişse bildiğiniz gibi yapmakta serbestsiniz” diyordu Nakşibendiyye yolu usûlüne göre 1889 yılında icâzet, diploma ve hilâfet, İslâmiyeti anlatma vazîfesi vererek insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmakla vazîfelendirdi

İlim ve fazîlette yüksek bir velî olan Muhammed Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri, hocası Fethullah-ı Verkânisî’nin sağlığında on sene, onun vefâtından sonra da 24 sene olmak üzere tam 34 yıl talebe yetiştirdi ve insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatarak onların dünyâda ve âhirette saâdete kavuşmalarına çalıştı Sohbetleri sırasında dünyâya gönül vermemek gerektiğini bildirdi Bir defâsında buyurdu ki: “Dünyâ âhiret için bir tarla olmasa, âhirete hazırlık yeri olmasa, çirkin şeylerin en çirkini, rezillerin en rezîlidir Allahü teâlâdan uzaklaşmaya, insanı âhirette faydadan mahrûm etmeye sebeptir Akıl sahibi olanların yanında kıymeti olmayan bu dünyâda insan utançtan başını eğse yeridir Nitekim sevgili Peygamberimiz; “Dünyâ, âhirette evi olmayan kimselerin evidir Malı olmayanların malıdır Aklı olmayan kimse onu toplar” buyurmuştur Eğer Allahü teâlânın katında dünyânın sivrisinek kadar kıymeti olsaydı, düşmanı olan kâfirlere ondan bir yudum su bile vermezdi Zîrâ dünyâyı yarattığı günden beri ona rahmet nazarıyla bakmamıştır

Beyt:

Bu dünyâya gönül bağlama, fâni olan dünyâ geçer
İhtiyarlık devresi geldi, tâze gençlik devresi geçecek

Güneşin herkese apaçık göründüğü gibi dünyânın kötülüğü de mâlumdur Eğer dünyânın bir değeri olsaydı, insanların ve cinlerin peygamberi olan Muhammed aleyhisselâm ona iltifât ederdi

Tasavvuf yolunda bulunmanın esâsının sohbet olduğunu bildirerek buyurdu ki: “Biliniz ki sohbetsiz geçen zaman zarardır Ömrün boşa geçmesidir Bu ömrün hakkı, ilk önce tedricî olarak şerefli sohbetin tahsîli yolunda, sarf edip, mümkün olduğu kadar sohbeti terk etmemektir Sonra tarîkatta ondan sonra sonu olmayan edeplere uymaktır Çünkü sohbet bütün kemâlâtın, olgunlukların ve mârifetlerin başlangıcıdır Geçen zaman iâde edilmez, kazâ da edilemez Ne olursa olsun sohbetsiz geçen vakitlere üzülmeli, belli zamanlarda yapılması emrolunan virdleri, vazifeleri terk etmemeli ve hocasını gözü kapalı olarak düşünmelidir Zîrâ tamâmıyla yapılması mümkün olmayan bir şeyi tamâmıyla da terk etmemelidir

Ziyâeddîn-i Nurşînî hazretleri bir sohbeti sırasında Peygamber efendimize tâbi olmanın önemini işâret ederek buyurdu ki: “Ey dostlarım! Hakîkî saâdet ve olgunluk, iki cihânın efendisi olan Peygamber efendimize tâbi olmak, O’nun tebliğ ettiği İslâmiyetin boyasıyla boyanmak, bizzat emirlerine uyarak yasakladığı şeylerden sakınmakla mümkündür Ayrıca bunları başkalarına da yaptırmalıdır Bir kimse başkasını İslâmiyetin emir ve nehiylerine muhâlefetten men edecek kudrette olup da onu men etmezse, o kimsenin ortağıdır yâni o işi birlikte yapmış sayılırlar Bir kimse Peygamber efendimizin sünnetini ve İslâmiyetin hükümlerini başkasına yaptırsa, ona hâsıl olacak ecir ve sevâbından hiçbir şey noksan olmaksızın kendisine de hâsıl olur

Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri zamânındaki seyyidler ve âlimlerle görüşür veya mektuplar yazarak gönüllerini alırdı Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretlerine yazdığı mektupta buyurdu ki: “Bu mektûb, Arvas’ın yüce kapı eşiğinin hizmetkârı olan Muhammed Ziyâeddîn’den en şerefli kardeşi, en saâdetli dost, zekâ ve temiz kalp sâhibi, kendinde güzellikleri ve dirâyeti toplayan, sâlih âlimlerin bâkiyesi Molla Abdülhakîm'edir Allahü teâlâ onu doğru ve sağlam yolda yürümeye muvaffak eylesin! Size selâmdan sonra, dünyâ ve âhirette saâdetiniz, âfetlerden selâmetiniz için, duâ eder, müstecâb duâlarını beklerim" Bâzı fıkhî suâllerine cevap verdiği bu mektûbunda Peygamber efendimizin neslinden gelen seyyidlere olan saygı ve bağlılığını bildirdi

İlmi ve fazîletiyle insanları hak yola dâvet eden Muhammed Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri, aynı zamanda dîni, vatanı ve milleti için savaşarak büyük kahramanlıklar gösterdi Birinci Dünyâ Savaşında talebeleriyle birlikte Ruslara ve Ermenilere karşı kahramanca savaştı Kardeşleri Muhammed Saîd ve Muhammed Eşref ile birçok talebeleri şehîd oldular Din ve vatan uğruna yaptığı hizmetlerinden dolayı zamânın bütün âlimleri ve devlet adamlarının hürmet ve sevgilerine mazhâr oldu

Birinci Dünyâ Harbine katılarak büyük kahramanlıklar gösteren Muhammed Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri, koluna isâbet eden bir mermi sebebiyle felç oldu Felcin bütün vücûda yayılmaması için Bitlis Askerî Hastânesinde sağ kolu kesildi Fakat Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri bu ameliyatın arkasından ağır bir hastalığa tutuldu Talebeleri ve sevenleri o vefât edecek diye üzülüyorlardı Bâzan kendinden geçiyor, bâzan da ayılıyordu Bu hal üzereyken bir gün şöyle buyurdu: “Rüyâmda yanıma kalabalık bir velî grubunun geldiğini gördüm Gavsü’l-a'zam Arvâsî, Abdurrahmân Tâgî ve Şeyh Fethullah Verkânisî de aralarındaydı Dünyâda mı kalacağım yoksa âhirete mi intikâl edeceğim husûsunda aralarında uzun müzâkereler yaptılar Şeyh Fethullah Verkânisî dünyâda kalmamın daha hayırlı ve insanların hidâyete kavuşmalarına vesîle olacağımı belirterek sekiz yıl daha yaşamamı teklif etti Hazır bulunan büyüklerimiz de bu teklifi uygun görerek dağıldılar Nitekim Muhammed Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri bu rüyânın dokuzuncu yılı başlarında vefât etti

Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri pekçok talebe yetiştirip, İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmakla vazîfelendirdi Bunlar; “Molla Muhammed Emîn, El-Hâc Abdülkerîm, Şeyh Ahmed el-Haznevî, Şeyh Mehmed Karaköy, Şeyh Muhammed Selîm Hızânî, Şeyh Mahmûd Zokaydî, hocası Fethullah Verkânisî’nin oğlu Şeyh Alâeddîn, Tili Şeyh Şahâbeddîn, Tili Molla Abdullah, Molla Halil Kavakî, Molla Yûsuf Hurtî, Molla Abdurrahmân Çokreşî, Şeyh İbrâhim Abrî gibi zâtlardır

Muhammed Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri babası Abdurrahmân Tâgî hazretlerinin kabrinin bulunduğu Nurşin’den ayrı kalmak istemezdi Fakat insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmak üzere çeşitli beldelere gitmesi gerekiyordu Ömrünün son zamanlarında Azîzân’dan Nurşin’e taşınmayı ısrarla istedi Âilesinden bâzıları da Azîzan’da kalmak istiyorlardı Azîzanlılar da Şeyh Ziyâeddîn Nurşînî hazretlerinin köyde kalması için yalvarıp dil döktüler Şeyh hazretleri bütün bu ısrarlara rağmen babası Abdurrahmân Tâgî hazretlerinden uzak kalmaktan ve onun beldesinden uzakta vefât etmekten korkuyorum, diyordu Vefâtından bir yıl önce hiçbir engele aldırış etmeksizin kesin bir kararlılıkla Azîzan’dan Nurşin’e taşındı Ömrünün son senesini Nurşin ve civârında geçirdi Abdurrahmân Tâgî hazretlerinin kaldığı ve gezdiği yerleri büyük bir özlem ve hasret içinde gezip hâtıralarını tâzeledi

Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri Nurşin ve civârında bulunduğu sırada insanlara vâz ve nasîhat ederek İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmaktan geri kalmadı Talebelerine ve sevenlerine hitab ederek buyurdu ki: “Allahü teâlâya ibâdet edip O’ndan korkunuz O’nun râzı olmadığı zâhir ve bâtındaki şeylerden korunmaya, mühim şeylerden ve tâatlardan olan Allah’ın emir ve yasaklarını halka duyurmaya sıkıca sarılın

Fakat ilk önce bir an dahi olsa bedenden ayrılmayan nefs-i emmâreye Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmelidir Çünkü Allahü teâlânın nefsin şerrinden koruduğu kimseler bile nefs-i emmârenin şerriyle karşı karşıyadır Zîrâ nefs-i emmâre, sâhibine günâhları tâat şeklinde gösterir Bal içine zehir katar Öyleyse sâhibine bir şeyi yapmayı veya yapmamayı içinden geçirdiğinde, insanın onu şerîat ölçüsüyle ölçmesi lâzımdır Doğru ise güzel, değilse onu kınayıp, İslâmiyetin emri doğrultusuna çevirmesi gerekir

Nefse yapılan bu tebliğden sonra, insanlara Allahü teâlânın emreylediği şeyleri yapıp, yasak ettiği şeylerden kendilerini korumak için olmalıdır Ancak tebliğ eden kimse bunda da dikkat edip kendini gizli kalp hastalıklarından korumalıdır Bununla kendine nasîhat etmeyi irâde etmelidir Hattâ halka sohbet ettiği vakitte bile, kendi nefsinden başka bir şeye hitâb etmemelidir Yoksa sohbeti kalplere tesir etmez

Yine tebliğ eden kimse, aldatıcı, hîlekâr dünyâ hakkında korku üzere bulunmalıdır Çünkü dünyâ insanlara gelinler gibi süslenir Lâkin Allahü teâlânın sevdiği olgun bir velîden rûhânî bir imdât almış kimseden başkası onun çirkinliğini anlayamaz



Alıntı Yaparak Cevapla

Ziyâeddîn Nurşînî

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ziyâeddîn Nurşînî




Bu zamanda halka yapılacak sohbet, insanları dünyâdan soğutmaktır Umulur ki böylece âhiret işleri tatlı gelir Çünkü dünyâ ile âhiret iki kuma kadına benzer Birisi râzı olunca, diğeri darılır Allahü teâlâ bizi ve sizi kendi muhabbetine, Resûlünün muhabbetine muvaffak eylesin Âmin

Muhammed Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri vefâtından yedi ay kadar önce Zirnacur taraflarında hastalandı Babası Abdurrahmân Tâgî hazretlerinin gezdiği yerleri ve oralardaki dostlarının misâfirhânelerini, evlerini hasret ve özlemle ziyâret etti Misafirhâne sâhiplerini anarak onların hallerini anlattı Sık sık ölümden bahsederek ölüme hazırlıklı olmak gerektiğini ifâde etti Halbuki daha önceleri sohbetleri sırasında daha çok muhabbetten ve muhabbeti meydana çıkaran sebeplerden bahsederdi Din ve dünyâ ehli hakkında yâni peygamberler, âlimler, evliyâlar ve devlet adamlarının hallerini anlatarak; “Bu âkibetten hiç kimse kurtulamaz Üzerinde durulacak şey kişinin âhirete hazırlık olarak işlediği amellerdir” buyururdu

Vefâtından beş ay kadar önce sorulan bir meseleye cevap verdikten sonra, âhir zamân insanlarından şikâyet ederek buyurdu ki: “Bu adamlar daha doğrusu zamâne insanları ne kimseyi dinlerler, ne kimseye boyun eğerler, ne de herhangi bir şeyden ders alırlar Bu yüzden hiç kimse onlara faydalı olamaz Allahü teâlâ beni onların arasından alsa ne iyi olur O zaman yaptıklarına pişman olurlar, ama o pişmanlıkların hiçbir faydası olmaz

Muhammed Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri vefâtından üç ay kadar önce kışın Bitlis’e gitmeye karar verdi Âilesi havanın soğukluğunu mevsimin uygun olmadığını ve hastalığını ileri sürerek bu yolculuğa mâni olmak istedi Ancak karârından vaz geçmedi Yola çıkmadan hocasının kabrini ziyâret ederken; “Bu sefer Bitlis’e gidişimizin tek sebebi Şeyhü’l-A'zam hazretlerinin kabrini ziyâret etmektir Çünkü ilkbahara kadar yüce Mevlânın neyi yaratacağını bilmiyoruz” buyurarak ilkbahardan önce vefât edeceğini işâret etti

Bitlis’te iken bâzı Siirtliler yanına gelerek İslâmiyeti anlatmasını istediler Onların ısrarlı istekleri karşısında; “Havalar soğuk olduğu için şimdi sizin oralara gelemem Fakat ecel mühlet verirse Şubat ayında inşâallah geliriz” buyurdu Bitlis’e gidip büyüklerin kabirlerini ziyâret ettikten sonra Nurşin’e döndü Şeyh Abdurrahmân Bilvânisî onun ziyâretine geldi Bir müddet kaldıktan sonra geri dönmek niyeti ile vedâlaşıp ayrılırken ona; “Eğer gelmek istiyorsan Şubat ayının başında gel, yoksa gelme" diyerek o târihten sonra gelirse kendisini sağ bulamayacağını işâret etti

Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri, vefâtına bir aydan az bir zaman kala kızkardeşinin oğlu Muhammed Bâkî’nin evinde babası Üstâd-ı Âzam Abdurrahmân Tâgî hazretlerinin evinin güzel idâre edildiğini, orada çok sayıda âlim ve tasavvuf talebesinin barındığını, aynı zamanda her yöreden pek çok kimsenin Nakşibendiyye yoluna girmek üzere başvurduğunu anlattıktan sonra buyurdu ki: “Bu zamanda böyle durum büyük bir nîmettir Çok şükretmek gerekir Ama biz şükür borcunu yerine getiremiyoruz

Ziyâeddîn Nurşînî hazretlerinin tek oğlu olan Fethullah Efendi, kendisinden sekiz gün önce vefât etti Onun vefâtı üzerine; “Senden önce vefât edeceğimi ve senin geride kalacağını sanıyordum Fakat Allahü teâlâ böyle diledi Böyle oluşunun hikmetini o bilir?” buyurdu Oğlu defnedildikten sonra hastalandı Hastalığının ilk günlerinde; “Molla Fethullah gitti Görünen o ki, onun arkasından ben de kalıcı değilim, böylece dünyâ yıkılıyor” buyurdu

Son günlerinde Nakşibendiyye yüksek yolunun fazîletini anlatarak buyurdu ki: “Bütün gücünüzü ve gayretlerinizi sonuna kadar kullanarak Nakşibendî nisbetine sâhib olunuz Bu nisbet en pahalı mücevherlerden daha değerlidir Bu nisbet şu yöreden kalkmadan önce onu elde ediniz Eğer bu yöreden kalkacak olursa bir daha Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri gibi biri bulunmaz ki Hindistan’a gitsin ve o nisbeti alıp getirsin

Son günlerinde hastalığı ilerlemiş olmasına rağmen Kur’ân-ı kerîm okumayı ve sohbetleri terk etmiyordu Hastalığının ve ağrılarının şiddetlenmesine rağmen son günlerinde kendini tamamen Rabbine verdi ve bütün şuuru ile Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için gayret etti Sık sık âile fertlerine ve diğer bağlılarına İslâmiyetin emir ve yasaklarından ayrılmamalarını, Nakşibendiyye yoluna bağlı kalmalarını, bütün bunları yaparken de ihlâs ve sağlam bir niyete önem vermelerini tavsiye etti Ev halkından birine yukarıdaki tavsiyeleri bildirince, ona; “Peki bu konuda bize kim rehberlik edecek, bizi kim terbiye edecek?” diye soruldu Soran kimseye hitâben buyurdu ki: “İnsanın niyeti hâlis, maksâdı sâdece Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak olunca, O kolaylık ihsân ederek kendisine ulaştıracak yolları nasılsa buldurur Fakat hâlis niyet olmazsa O’nun desteğinden ve yardımından mahrum kalınır

Muhammed Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri son saatlerinde yalnız kalmayı tercih ediyor, çok az konuşarak kalbini bir noktaya bağlamak istiyordu Yanına girmek isteyen dostlarına ve ziyâretçilerine izin verirken; “Buyursunlar, fakat beni çok konuşmaya zorlamasınlar” buyuruyordu

Vefât etmeden önceki son günün kuşluk vaktinde Üstâd-ı A'zam hazretleri hangi vakit vefât etmişti?” diye sordu “Kaba kuşluk sırasında” diye cevap verildi Öğleden sonra kadın erkek ve çocuk bütün âile mensuplarını yanına çağırdı ve en büyük halîfesi Molla Muhammed Emîn’e, orada bulunanlara tövbe ettirmesini emretti Kendisi de yastığın yanına oturarak şöyle buyurdu: “Onlar, yâni bu yolun büyükleri iki gündür bana gerek ev halkımı, gerek buraya başvuranları irşâd etmemi ve bu işi Molla Muhammed Emîn’e havâle etmemi telkin ettiler” Molla Muhammed Emîn’in Allah yolunda tükenmez bir hazîne olduğunu belirttikten sonra şöyle konuştu: “Önce ihlâsla tövbe ederek Allahü teâlâya yönelmeli, arkasından da Üstâd-ı A'zam Abdurrahmân Tâgî hazretlerinin türbesine giderek duâ edip eşiğine yüz sürmelisiniz Tâ ki Allahü teâlâ bu sâyede bana şifâ versin Bu yaptığınız tövbe sâdece işlemiş olduğunuz günahlardan tövbe etmek değildir Bu tövbe aynı zamanda her şeyden sıyrılıp sâdece Allah’a sığınma, yüce Nakşibendiyye yolu ile bağdaşmayan her türlü hareketten sıyrılma, bundan sonra dünyânın zînet ve hazlarına dalmaktan kaçınma, dünyânın alımlı ve göz boyayıcı menfaatleri için yarışmaktan sakınma gâyesi güdülmelidir

Muhammed Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri böylece vefâtından önce yerine geçecek kimseyi belirledi ve bütün bağlıları ile talebeleri teslim edeceği bir vekil tâyin etti Vefât zamânı yaklaşmasına ve hastalığı iyice fazlalaşmasına rağmen sünnetlere eksiksiz uymaya gayret etti Rûhunu teslim edeceği anlarda bile suyu üç yudumda içti İlk yudumu besmele ile ve son yudumu da hamd ederek bitirdi Yine abdestin hiçbir sünnetini terk etmedi Vefât edeceği gece bir an önce sabah vaktinin girmesini istiyor, bu yüzden devamlı saatin kaç olduğunu soruyordu Bir kere saatin yedi olduğu söylenince; “Yediden on ikiye kadar beş saat var, o da hayli uzun” buyurdu Hattâ komada bulunduğu sırada sabah vaktinin girip girmediğini sorarak yanında bulunanlara; “Abdest alıp, namazlarınızı kıldınız mı?” diye sordu Orada bulunanlar “Evet kıldık”deyince; “O halde ben de abdest alıp kılayım da namazımı kaçırmayayım” buyurdu Yatağın kenarına geldi ve eksiksiz bir abdest alıp yine eksiksiz bir şekilde namaz kıldı Ev halkından biri misvak getirdi, dişlerini misvaklamak istedi Misvağı kendisi alarak sünnete uygun bir şekilde misvakladı Şuuru son ana kadar yerindeydi Yanına gelenleri tanıyor, onlara yer gösteriyor, sorularına cevap veriyordu Bu sırada şeyhinin oğlu Muhammed Cüneyd kapıdan girince, onu tanıyarak; “Yâ Şeyh Cüneyd, şöyle buyur!” diye seslendi Bir gece önceki gördüğü rüyâsını şöyle anlattı:

“Çok sayıda asker gelip Üstâd-ı A'zam hazretlerinin türbesini ziyâret etti Yer ile gök arasını bembeyaz kuşlar doldurdu Bu beyaz kuşlardan büyük biri bana gelerek; “Hazır ol, saat on bir veya on ikiden sonra yâni sabah açtıktan sonra yola çıkacaksın” dedi Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri bu rüyâyı anlattıktan sonra ev halkı yanından dışarı çıkarak, bir iki kişi yanında kaldı Üzerinde ölüm alâmetleri belirince, yanında bulunan talebelerinden biri; “Anlaşılan siz bizleri şaşkın ve yetim bırakıyorsunuz Sizden sonra bizim sâhibimiz ve rehberimiz yoktur” dedi Bu sözler üzerine; “Elhamdülillah sen varsın” diye karşılık verdi O talebesi; “Benim varlığım sizin sâyenizle idi Yoksa ben neyim, ne faydam olabilir?” diye cevap verdi Bunun üzerine; “Allah var, O herkese yeter” diye karşılık verdikten sonra; “Benim Allah’tan başka hiçbir şey ile alâkam kalmadı” dedi Talebesi onun yanında her gece okuduğu Seyyidü’l-istiğfâr ile Bekara sûresinin sonunu okumaya başladı Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri de onun arkasından okudu Yûnus aleyhisselâmın tesbihini okudu Arkasından kendisine; “Artık şimdi, Lâ ilâhe illallah, demenin vakti değil mi?” denildi Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri; “Evet Hâce-i Ahrâr hazretlerinin belirttiğine göre bin fennin bilgisine sâhib olsan bile, bunların hepsi gider ve âhirette sana sâdece “Lâ ilâhe illallah kalır” diye cevap verdi Sonra kendi hâline net bir ses tonu ile; “İnne fî halkıssemâvâti” âyetinden îtibâren Âl-i İmrân sûresinin sonunu okudu Okuması bitince yanında bulunanlarla bâzı hususları konuştuktan sonra sustu Yanında bulunanlar da bir şey söylemediler Kendi eli ile bir kere dişlerini misvakladı Bir ara işâreti üzerine alnını su ile ovdular Mübârek nefesi kesilinceye kadar hiçbir söz söylemedi Mübârek dili üst damağına yapışık durumda; “Lâ ilâhe illallah” kelimesini tekrar ederek 1923 (H1342) senesi Receb ayının 27 Cumâ günü sabah namazından sonra Bitlis’in Nurşin köyünde rûhunu teslim etti Son nefesini vereceği anda yüzünde ve alnında ayna gibi bir parıltı belirmişti Bu parıltıyı orada bulunan herkes görmüştü Ayrıca vefât edeceği günün sabahı yattığı odadan dünyâ kokularına benzemeyen hoş bir koku yayılmaya başlamıştı Yanına giren herkes bu kokuyu hissediyordu Bu koku gittikçe kuvvetlendi ve vefâtı sırasında odanın her yanını sardı ve dışarıdan bile hissedilir oldu Son nefesini verdiği anda ve cenâzesi yıkandığı zaman vücuduna değen her elbise veya bez parçasından aynı hoş koku dağılıyor ve üstelik bu koku sindiği yerden birkaç kere yıkansa bile çıkmıyordu

Muhammed Ziyâeddîn Nurşînî hazretlerinin cenâzesini Molla Abdullah Ba'lekî ile Molla Abdülkerîm Tertûî diğer dostlarının yardımı ile yıkadılar Sağlığında işâret ettiği gibi babası Abdurrahmân Tâgî hazretlerinin yanıbaşına defnedildi

Ziyâeddîn Nurşînî hazretlerinin tek oğlu olan Molla Fethullah kendisinden önce vefât etmişti Molla Fethullah’ın büyük oğlu Cemâleddîn ise kendisinden on üç gün sonra vefât etmiştir Geriye Âişe adında bir kızı ile Takıyyüddîn ve Nâsırüddîn adında iki torunu kaldı Nâsırüddîn daha sonra Şeyh Abdülhakîm Hüseynî'den hilâfet aldı Ziyâeddîn Nurşînî hazretlerinin her iki torunundan devâm eden evlatları hizmete devâm etmektedirler

Muhammed Ziyâeddîn Nurşinî hazretlerinin sevdiklerine ve talebelerine yazdığı mektûblarını, on üç halîfesinden Muhammed Alâüddîn-i Ûhînî toplamıştır Mektûbât adı verilen bu eserinde yüz on dört mektup vardır

İNSANIN ÖMRÜ KIYMETLİDİR

Ziyâeddîn Nurşînî, insanların ve kâinâtın yaratılış gâyesinden bahsederek buyurdu ki: “Ey kardeşim! Bu kâinâtın yaratılmasındaki hikmet, Allahü teâlânın mârifetine kavuşmaya, O’na yaklaşmaya ve O’na ibâdet etmeye çalışmaktır Nitekim Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmin Zâriyât sûresi 56 âyetinde meâlen; “Cinleri ve insanları ancak bana ibâdet etmeleri için yarattım” buyurdu

İnsanlar bu dünyâya oyun, oyuncak, mal, evlat, soyu ile iftihâr etmek için gelmedi Allahü teâlânın rızâsını kazandıran ve O’nun rahmetini celb eden şeylere çalışmanız gerekmektedir İnsanın ömrü kıymetlidir Onunla alçak ve aşağı olan dünyâyı değil, en azîz ve matlûb olan âhireti istemek lâzımdır Zîrâ dünyâ, insanı Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeylerdir

UTANMAK

Ziyâeddîn Nurşînî bir sohbeti sırasında şöyle buyurdu: “Eğer insan bir hıristiyan çocuğundan utandığı kadar Allahü teâlâdan utansa, o kimseden ilâhî emirlere zıt bir hareket zuhûr etmez Meselâ zinâ işlemek gibi büyük bir günâhı işlemek üzere olan kimse, bir hıristiyan çocuğunun geldiğini görse, onun kendilerini göreceğini anlasa, hemen bu kötü işten kaçınır Çocuğun görmesinden utanır Halbuki Rabbülâlemînin her an kendisiyle berâber olduğunu düşünmez O her an insanı görmektedir Vazîfeli melekler de onun durumunu bilmektedir

1) İşâretler; s200-219
2) Mektûbât; s223
3) Sohbetler; s17, 21, 64, 274
4) Eshâb-ı Kirâm; (14 Baskı) s213
5) El-Minah; s216

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.