Prof. Dr. Sinsi
|
Eşrefoğlu Rûmî
Abdullah-ı Rûmî, Fâtih Sultan Mehmed Hanın İstanbul'u fethinden önce Müzekkin-Nüfûs isimli bir kitap yazdı Bu kitabını okuyan herkes çok beğendi Bundan ayrı olarak Tarîkatnâme, Delâlil-ün-Nübüvve, Fütüvvetnâme, İbretnâme, Mâzeretnâme, Elestnâme, Nasîhatnâme, Hayretnâme, Münâcaatnâme, Cinân-ül-Cenân, Tâcnâme, Esrâr-ut-Tâlibîn gibi eserleri vardır Dîvânında pek güzel şiirler, kasîdeler bulunmaktadır Yûnus Emre'nin şiirleri tipinde şiirler söylemiştir Şiirlerinde, "Eşrefoğlu Rûmî" mahlasını kullanan Abdullah-ı Rûmî daha çok öğüt tarafındadır Halk arasında en çok söylenen ve en meşhur şiiri tövbeye geldir
Abdullah-ı Rûmî, bir sohbetinde Ebülleys-i Semerkandî'den naklen şöyle anlattı:
Bir târihte Bağdât'ta, zenginler hacca gidiyorlardı Peygamber efendimizin aşkıyla yanan bir fakîr de, o sene hacca gitmeye niyet etti ve hac kâfilesiyle yola çıktı Kâfile hareket etmeden önce, herkes eşi-dostu ile helâllaştı
Şehir dışına çıkıldığında, zenginlerden biri bir fakîrin de hacca gittiğini görünce;
"Bineğin yok, azığın yok Sen hacca nasıl gideceksin? Bâri cebinde birkaç bin altının var mıdır?" diye alay etti
Fakîr, bu zenginin alaylı sorusuna çok üzüldü ve;
"Allahü teâlâ ne güzel vekîldir Mahlûkâtın rızkını o vermektedir Hepimiz O'nun verdiklerini yiyoruz " diyerek, zenginin bulunduğu yerden mahzûn bir şekilde ayrıldı Hac vazîfelerini yapana kadar da o zengine hiç görünmedi Herkes Mekke-i mükerremeden, Medîne-i münevvereye yola çıktıkları zaman, o zengin, fakîri sağ sâlim tekrar karşısında görünce hayret etti ve;
"Komşu, sen de buraya kadar gelip hac vazîfeni yapabildin mi?" diye sormaktan kendini alamadı
Fakîr de;
"Allahü teâlâya sonsuz hamdü senâlar olsun Yüzümüzün karasına bakmayıp, bu mübârek makâmı ziyâret etmeyi nasîb etti Geldim, Beyt-i şerîfi tavaf ettim Sağ sâlim dönüyorum " dedi
Zengin;
"Hacı efendi! Acabâ sana da berât verdiler mi?" diye sordu
Fakîr; "Bu ne berâtıdır ki?" dedi
Zengin;
"Beyt-i şerîfi ziyâret edenlere, Cehennem'den âzâd olduğuna dâir berât kâğıdı verilir " diyerek, koynundan herhangi bir kağıt çıkarıp fakîri aldattı
Fakîr, berât kâğıdının kendisine verilmediğine çok üzüldü Derhal geriye dönüp Harem-i şerîfe geldi İki gözü iki çeşme hâlinde, kanlı yaşlar akıtarak çok inledi Allahü teâlâya kırık bir gönülle duâlar etmeye, yalvarmaya başladı:
"Ey âlemleri yaratan yüce Rabbim! Sen herşeye kâdirsin, ganî bir pâdişâhsın İhsânların bütün kullarına her ân yağmaktadır Cehennem'den âzâd olup orada incinmemeleri için kullarının bâzısına berat vermişsin Bu fakîr kuluna berât verilmedi Yoksa bu garîb kulun âzâd olmadı mı?" deyip bayıldı Baygın hâlde iken, mânâ âleminden yanına bir kimse gelip;
"Ey fakîr! Başını kaldır ve şu berâtını alıp arkadaşlarına yetiş!" diyerek elindekini ona verdi O ânda fakîr kendine gelerek ayıldı Elinde, dünyâ kâğıtlarına hiç benzemeyen, yeşil renkli nûrdan yazıları olan ve misk gibi kokan bir berât kâğıdı vardı Kâğıdı defâlarca öpüp başına koyan fakîrin sevincinden neredeyse aklı gidecekti Şükür secdesine kapandı Ömründe hiç görmediği o berâtı, yüzüne ve gözüne sürdü, bağrına bastı ve koynuna sokarak arkadaşlarına yetişmek için hızlı adımlarla yürümeğe başladı Arkadaşları, geriden fakîrin geldiğini görünce gülüşmeğe başladılar Yanlarına soluk soluğa gelen fakîre alayla;
"Cehennem'den âzâd olma berâtını alabildin mi?" diye sordular
Fakîr de koynundan berâtını çıkararak;
"İşte! Rabbimizin ihsânı olan berâtım!" diyerek, misk kokulu berâtını zengine sunuverdi Herkes yerinde donakalmıştı Berâtı alan zengin, nûrdan yazılarla fakîrin Cehennem'den âzâd olduğunu okuyunca, aklı başından gidip, atından düştü Bir süre yerde baygın yatan zengini zor ayılttılar Kendine gelen zengin, kâğıdı öpmeye, misk kokusunu koklamağa başladı Kendi kendine de; "Vâh, vâh benim boşa geçen ömrüme! Keşke ben de bu fakîr gibi sâdık bir fakîr olsa idim Onun kavuştuğu bu saâdete ben de kavuşsaydım Bu fakîr, sadâkati sebebiyle bu mertebelere ulaştı Ben ise zenginliğim sebebiyle gurûra kapıldım ve bundan mahrûm oldum Bütün malımı versem, bu kâğıttakilerin bir noktasını alamam" diyerek âh eyledi Gözlerinden kanlı yaşlar döktü
Fakîr;
"Hacı efendi! Berâtım sende kalsın Sakla Ben öldüğüm zaman kefenimin arasına koyun da kabrimde suâl meleklerine onu göstereyim " dedi
Hacı efendi berâtı büyük bir îtinâ ile koynuna koydu Uzun yolculuktan sonra evlerine ulaştılar Zengin olan hacı, berâtı sandığına koydu Aradan günler geçti Zengin, ticâret için başka memlekete gittiğinde, fakir vefât etti Yıkayıp kefenlediler, fakat berâtını bulup kefenin içine koyamadılar Fakîrin cenâzesini kabre defnettiler Ancak birkaç ay geçtikten sonra, zengin ticâretinden döndü Fakîri sorduğunda; "Sizlere ömür! Sen gittikten sonra vefât etti " dediler
Zenginin sanki dünyâsı başına yıkıldı Çok ağladı ve;
"O zavallının bende pek kıymetli bir emâneti vardı Onu yerine getiremedim Böylece vasiyetini yapamamış oldum O âhirete göçtü, berâtı ise bende kaldı Berâtını yanına koyamadım " dedi Hemen sandığın yanına varıp ağzını açtı Fakat berâtı koyduğu yerde bulamadı Tekrar tekrar aramasına rağmen yine bulamadı "Kabrine gidip bakayım Belki, birisi beratı alıp ona vermiştir " dedi
Kazma kürek alarak kabre gitti Mezarını açmak istedi O anda;
"Kabri açma! Biz ona o berâtı verdik, dışarıda bırakmadık!" diyen bir ses işitti Nereden geldiği belli olmayan bu ses karşısında zengin, düşüp bayıldı Mânâ âleminde fakîri gördü
Fakîr;
"Ey hacı efendi! Allahü teâlâ sana selâmet versin O berât bana verildi Hamdolsun Münker ve Nekîr meleklerine gösterdim Onu görünce sorgu suâl bile etmediler Bu berâtı almama hacdan dönerken sen sebeb olmuştun Cenâb-ı Hak senden râzı olsun " deyip kayboldu Zengin ayıldığında, doğru evine gidip, fakir için hatimler okuttu Yemekler pişirtip, yetimleri, fakirleri doyurdu "
TESBİH EDEN MENEKŞELER
Vakit ilk bahar olduğu için çiçekler yeni açmıştı Abdest alıp namaz kıldıktan bir süre sonra Hüseyin Hamevî talebelerine; "Biraz menekşe toplayıp, getirin " buyurdu Talebelerin herbiri bir tarafa dağıldı Demet demet menekşe toplayıp, hocalarına getirdiler, Eşrefoğlu ise hocasının huzûruna elindeki bir menekşe ile vardı Hüseyin Hamevî; "Rûmî, misâfir olduğun için menekşenin yerini bulamadın herhalde " deyince, o; "Sultanım hangi menekşeyi koparmak istedimse; "Allah rızâsı için beni koparma, zikir ve ibâdetimden ayırma " diye söyledi Ben de dolaştım Bir yerde ibâdeti bitmiş bir menekşe gördüm Onu koparıp getirdim " dedi Bu sözleri işiten diğer talebeler onun üstünlüğünü bir kere daha anlamış oldular ve düşüncelerinden tövbe ettiler
TÖVBEYE GEL1
Ey hevâsına tapan,
Tövbeye gel, tövbeye,
Hakka tap, Haktan utan,
Tövbeye gel, tövbeye
2
Nice nefse uyasın,
Nice dünyâ kovasın,
Vakt ola usanasın,
Tövbeye gel, tövbeye
3
Nice beslersin teni,
Yılan çıyan yer anı,
Ko teni, besle cânı,
Tövbeye gel, tövbeye
4
Sen dünyâ-perest oldun,
Nefsin ile dost oldun,
Sanma dirisin, öldün,
Tövbeye gel, tövbeye
5
Sen teni, sandın seni,
Bilmedin senden teni,
Odlara yaktın cânı,
Tövbeye gel, tövbeye
6
Gör bu müvekkelleri,
Yazarlar hayrı, şerri,
Günâhtan gel sen beri,
Tövbeye gel, tövbeye
7
Ey miskin Âdemoğlu,
Usan tutma âlemi,
Esmeden ölüm yeli,
Tövbeye gel, tövbeye
8
Ölüm gelecek nâçar,
Dilin tadını şeşer,
Erken işini başar,
Tövbeye gel, tövbeye
9
Göçer bu dünyâ kalmaz
Ömür pâyidâr olmaz,
Son pişman, assı kılmaz
Tövbeye gel, tövbeye
10
Tövbe suyuyla arın,
Deme gel bugün yârın,
Göresin Hak dîdârın,
Tövbeye gel, tövbeye
11
Eşrefoğlu Rûmî sen,
Tövbe kıl erken uyan,
Olma yolunda yayan,
Tövbeye gel, tövbeye
DÜNYÂ DEDİKLERİ
Eşrefzâde Rûmî bir vâzında şöyle buyurdu: Ey müslümanlar! Dünyâ dedikleri bir hiçten ibârettir Hiç olduğu şuradan anlaşılıyor ki, sonucu hiçtir Hiç olan dünyâya gönül veren, yolunda ömrünü çürüten ve hiç olan şeyi isteyenler de bir hiçten ibâret kalacaklardır Amma hiçi hiç sayan âriftir
Azîzim! Sen o sultanları gözünün önüne getir ki, onlar dünyâya geldiler Lâkin dünyâya îtibâr etmediler Dünyânın arkasına düşüp hırsla dünyâlık toplamaya çalışmadılar Âhiret amelleriyle meşgûl oldular Onlar, bu dünyânın âhiret yolunun üzerinde bir yol uğrağı olduğunu anladılar Buna aldanmak olur mu? Yol tedârikinde bulunup kâfileden ayrılmadılar Bu dünyâya gönül verip aldanmadılar
Azîz kardeşim! Temiz ve pak erler ile aziz canları gör Onlar bu dünyâya aldanmadılar Allahü teâlâ kendilerine ne verdi ise nefislerinden kestiler Kendi nefislerine vermeyip fakirlere dağıttılar Açları doyurup, çıplakları giydirdiler Muhtaçları arayıp buldular Kapılarına gelenleri mahrum etmediler Darda kalanların gönüllerini ferahlattılar, işlerini gördüler Şu hadîs-i şerîfi kendilerine düstûr edindiler: "Bir kimse, din kardeşinin bir işine yardım etse, Allahü teâlâ da onun işini kolaylaştırır Bir kimse, bir müslümanın sıkıntısını giderir, onu sevindirirse, kıyâmet gününün en sıkıntılı zamanlarında Allahü teâlâ onu sıkıntıdan kurtarır "
Akıllılar bu dünyâda şu üç şey ile meşgul olurlar Böylece onlar herkesin üzüldüğü gün, bayram ederler: 1) Dünyâ seni terk etmeden sen dünyâyı terk edesin 2) Her şeyden kurtulasın 3) Rabbinle buluşmadan, Rabbin senden râzı olsun Bunlara riâyet eden kimse, Allahü teâlâ ile görüşüp kabrine öyle gider
1) Osmanlı Müellifleri; c 1, s 17
2) Müzekkin Nüfûs
3) Menâkıb-il-Eşrefiye
4) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye (49 Baskı); s 1074
5) Tâc-üt-Tevârih; c 5, s 179
6) Güldeste-i Riyâz-i İrfan; s 180, 182, 317
7) Sefînet-ül-Evliyâ; c 1, s 98
8) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c 11, s 374
|