Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Biyografiler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
aşçı, dede, efendi, ibrahim

İbrâhim Efendi (Aşçı Dede)

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İbrâhim Efendi (Aşçı Dede)




İBRÂHİM EFENDİ (Aşçı Dede)

Erzincan velîlerinden İsmi İbrâhim bin Halil bin Muhammed Ali Bey'dir 1828 (H1244) senesinde İstanbul'da Kandilli'de doğdu Bir hac seferinde Medîne'de vefât ettiği ve orada defnedildiği nakledilmiştir Babası Muhammed Ali Ağadır Dedesi Kastamonulu Uzun Halil Ağa demekle meşhûr bir zât olup, yeniçeri devrinde Anadolu Hisarında köy ağası gibi hatırı sayılır bir ağa idi Babası beş yaşında iken yetim kalmış, amcasının yanında büyümüştür Annesi Çerkeşoğulları denilen bir âileden HasanAğanın kızı Behiye Hanımdır İbrâhim Efendiden önce bir kız çocukları doğmuş ve küçük yaşta vefât etmiştir

Babası yeniçeri başçavuşu olup, Rusya muhârebesinde iken İbrâhim Efendi doğmuş, babasına müjdelenmiştir İbrâhim Efendi belli bir tahsilden sonra tasavvufta Mevleviyye yoluna girdi Bir müddet bu yolda ilerlemek için çalıştı Daha sonaErzincan'a gidip Hacı Fehmi Erzincânî hazretlerini tanıyıp ona talebe oldu Onun sohbetlerinde kemâle erdi Mükemmel bir medrese tahsîli gördü Askeriyede rûznâmeci olarak vazîfe yaptı

Hocasını tanıdığı ve tasavvufta kemâle erip yükseldiği yer olması sebebiyle Kûy-i Cânân-ı Hakîkî diye vasfettiği Erzincan'a gitmek için İstanbul'dan gemi ile yola çıkıp Trabzon'a oradan da Erzincan'a geçti

Şöyle anlatır: "Ben bilmezdim Fakat Kûy-i Cânân-ı Hakîkî Erzincan imiş Altı-yedi gün gâyet hoş bir yolculuktan sonra bir sabah vakti dağ üzerinde iken Erzincan Ovası göründü Ova gözüme o kadar hoş gözüktüğünden, elimde olmadan meâlen; "Bunlar Adn Cennetleridir Oraya devamlı kalıcılar olarak giriniz" buyrulan âyet-i kerîmeyi okudum Bu sırada yanımda bulunan yol arkadaşım İsmâil Ağa yüzüme bakıp neden bu âyet-i kerîmeyi okuduğumu sordu İçimden geldi deyince, benim tarîkat ehli bir kimse olduğumu anlayıp; "Niçin söylemezsiniz, ben de tarîkat ehliyim" dedi Hangi tarîkatten olduğunu sorunca, "Hâlidiyye" dedi SonraErzincan'da bu tarîkatın çok yaygın olduğunu söyledi Bu sırada ben Mevlevî tarîkatında idim

Daha sonra Erzincan Ovasına indik Oradan Erzincan'a bir günlük yolumuz daha vardı Ova o kadar hoşuma gitti ki, hayretimi yol arkadaşım İsmâil Ağaya söyledim Erzincan daha güzeldir, dedi "Zâhiri de bâtını da mâmur" sözünden; bu beldenin hem zâhiri hem de bâtını mâmur bir belde olduğunu anladım İçimden; "Bu beldede elbette büyük ve mübârek bir zât olmalı Çünkü insana pek hoş geliyor, bambaşka bir haz veriyor" diye düşündüm Hatırladığıma göre 1853 (H1270) senesinde Receb ayında Erzincan'a ulaştık

Yolculuğumuz sırasında İsmâil Efendiye Erzincan'da velîlerden kimler vardır, diye sordum "Hacı Fehmi Efendi vardır Büyük bir zâttır Hâlidiyye yolu halîfelerindendir Şeyh Vehbi Hayyât'ın (Terzi Baba) halîfesidir Hani Erzincan'a girerken kabristanda gördüğümüz türbe var ya işte o türbe Şeyh Vehbi Hayyât hazretlerinin türbesidir" deyince, ben Fehmi Efendiyi daha görmeden ona âşık oldum İsmâil Efendi bana dedi ki: "Bu sözleri söyleyince yüzünün rengi değişti Bambaşka birisi oldunuz" Ben ise; "Gönlümde bambaşka bir tecelli hâsıl oldu Fehmi Efendinin aşkının ateşi üzerimde görülmeye başladı Amanİsmâil Efendi! Bu Cumâ günü ziyâretine gidip ayağının toprağına yüz sürelim" dedim "Baş üstüne" deyip, evine gitti Bunun üzerine benim içime bir başka aşk ateşi düştü ki, öncekinden daha tatlı ve tesirli idi Cumâ gününün gelmesini iple çekiyordum Yemekten içmekten kesildim Annem; "Sende bir efkâr var! Oğlum bu hal nedir?" diye sordu "Hiçbir şey değil birkaç gündür vücûdumda kırıklık hâli var" diyerek cevap verdim

Cumâ günü gelince, gusül abdesti alıp temiz elbiselerimi giydim İsmâil Ağa, berâber câmiye gitmek için yanıma gelip; "Bugün güveği gibi giyinmişsin" deyince; "Evet öyledir İnşâallah Fehmi Efendinin dâmâdı olacağım" dedim

Câmiye vardığımızda daha kimse gelmemişti Müezzin Kur'ân-ı kerîm okuyordu İlk safa oturduk Cemâat yavaş yavaş toplanıyordu Etrâfıma bakınırken sanki bir ses kulağıma arkana dön bak der gibi oldu Dönüp baktığımda bir zâtı oturuyor gördüm Kalbimde şimşek çakar gibi bir hâl oldu Bir hareket ve âzâlarımda bir titreme meydana geldi Bu zâtın Hacı Fehmi Efendi olduğunu hissedip yanımda oturan İsmâil Efendiye yavaşça; "Arkamızda bir zât oturuyor Fehmi Efendi bu zât mıdır?" diye sordum Bakıp; "İşte odur" deyince, bende öyle bir heyecan meydana geldi ki, anlatmak mümkün değil Öyle mânevî bir hâle girdim ki, koca câmi sanki bana dar geldi Dönüp mübârek yüzüne bakamıyordum Bakmadan da edemiyordum Izdırabımdan terlemeye başladım İsmâilAğa; "Çok muzdarip oldun sebebi nedir?" dedi "Arkamda oldukları için muzdarip olduğumu söyleyince; "Hazret-i Şeyh hoş görür Böyle şeyleri aramaz, üzülme" dedi Halbuki benim ızdırabım başka bir sebepten ileri geliyordu

Nihâyet ezân okundu Namaz için kalktık, artık mübârek yüzünü görmek mümkündü Ama başımı nasıl çevirip de bakabilirdim Edebimden dönüp bakamadım Namazdan sonra içimden bir âh çektim İsmâil Ağa bana; "Sen bu hâl ile nasıl evlerine gidebileceksin?" deyince, artık ister istemez gideceğiz, dedim "Fazla oturmayalım Hizmetçiye de tenbih edelim bizim için tütün çubuğu da doldurmasın" dedim İsmâil Ağa; "Hazret-i şeyhin âdeti öyle değil muhakkak çubuk doldurtur" dedi Ben içeri girerken hizmetçiye içerde benim için sakın çubuk doldurma diye tenbih ettim

Nihâyet İsmâil Ağa önde ben de arkasında uzun bir merdivenden çıktık Oturdukları oda uzun bir oda olup, odada İbrâhim Paşa ve dört beş kişi daha misâfir vardı İsmâil Efendi odaya önce girdi Fehmi Efendinin huzûruna girince, mübârek yüzüne baktım Uzun boylu, ince zayıf yapılı, buğday benizli, yüzünde nûr parlıyordu Elini öpmek istediğimde âdeti olmadığından ve tevâzu gösterip öptürmek istemediler Öpmek nasîb oldu İsmâil Efendi; "Rûznâmeci efendidir" diyerek beni tanıttı "Mâşâallah bârekallah" buyurdular Sonra karşısına oturmamı emretti Huzûrunda edeple oturdum, göz ucuyla yüzüne baktım Hâlimi hatırımı sordu Başım önüme eğik olduğu halde cevap veriyordum Çok sıkıldığımdan terledim Sıkıldığımı anlayıp bana bir şey söylemeyip diğer misâfirler ile konuştu Bir müddet sohbetinde kaldıktan sonra müsâde istedik Ayrılırken elini öpmek istedim, elini yukarı kaldırıp öptürmek istemedi Fakat elimi biraz sıktılar Âh âh milyonlarca âh! Hani "Hayâli cihan değer" diye bir söz vardır İşte şimdi o hatıralarımın hayâli cihan değer İşte bunları yazıp anlatırken o hayâl hâsıl oldu Ağla gözlerim ağla! Hocam Fehmi Efendinin ayrılık derdiyle ağla! Huzûrundan ayrılırken müsâfeha edip elimi sıktıkları sırada kalbime şöyle yerleştirdiler ki: "Sen bizimsin, üzülme, mahzun olma!" İşte o andaki sevincim sevdiğine kavuşan kimsenin sevinci gibi pek ziyade oldu Kan ter içinde huzûrundan ayrılıp dışarı çıktım Huzûrunda bana nasîb olan mânevî hâli İsmâil Efendiye açmadım Bir nazarlarıyla aşk-ı hakîkiye kavuşturdular

İsmâil Ağa bana; "Artık bugün senin bayramındır Abdüssamed Efendinin ziyâretine de gidelim" dedi "O zât kimdir?" diye sorunca; "Terzi Baba'nın dâmâdıdır Hem Terzi Baba'nın evini de görmüş olursun" dedi Doğruca oraya gittik Evi, Câmi-i kebîrin yakınında idi Beş-altı merdiven basamağı çıktıktan sonra, büyük bir odada idiler O beldenin âdeti üzere odada bir de ocak vardı Orayı görünce, içimden aynen İstanbul'daki Merkez Efendinin çilehânesine benziyor düşüncesi geçti

Abdüssamed Efendi bir köşede oturuyordu Leblebici Baba da yanındaydı Başka misâfirler de vardı Huzûruna girince, elini öpmek istedim, öptürmediler Karşılarına oturdum Fakat Hacı Fehmi Efendinin huzûrundaki gibi fazla hicap duymadım Hürmet ve saygı göstererek konuşuyordum İsmâil Efendi bu fakiri tanıtınca, memnun oldu Abdüssamed Efendi konuşurken gözlerini yumuyor arasıra açıp tekrar kapatıyordu Leblebici Baba ise siyah bir aba giyinmiş elindeki tesbihini çekiyordu Huzurda bulunanlar edeple oturuyorlardı Bir müddet sohbetten sonra müsâde alıp ayrıldık Sonra İsmâil Efendi ile bizim eve gittik Bu zâtların hayatlarından ve menkıbelerinden anlatmasını istedim

İsmâil Efendi, MuhammedVehbi Hayyât hazretlerinin hayâtını uzun uzadıya anlatıp sözünü bitirdi fakat bu fakirin de işini bitirdi Yâni gönlüm tamâmiyle Vehbi Hayyât hazretlerine meyl ve muhabbet ederek gece gündüz âh u figânım arttı Ertesi günü vazîfe yerime gittim Bedenen vazîfe mahallim olan yerdeyim, fakat aklım, rûhum MuhammedVehbi Efendideydi Olup bitenleri vazîfe arkadaşım Şerif Efendiye anlattım Bana; "İsmâil Efendinin nakl ve hikâyesinin hepsi doğrudur Bu işler yakında olduğuna göre bu durumları bilenler çoktur Hem de Hoca Fehmi Efendinin, Şeyh Hayyât hazretlerinin halîfesi olup, "Vehbi Efendinin makâmının Hacı Fehmi Efendiye ihsân olunduğunda dahi aslâ şüphe yoktur" dedi İşte şimdi baştan başa ateş saçağı sardı Fakat henüz yalnız olarak Fehmi Efendinin huzûruna gitmeye kuvvet ve cesâretim yoktu Bu sebeple İsmâil Efendiye bir kere daha gidelim dedim Bunun üzerine bir sabah gittik Önceki gibi Hacı Fehmi Efendinin yine ellerini öptük Sonra, içimden Hacı Fehmi Efendiye karşı çekingenlik hâlim gidip, bir ferahlık geldi Bir ara kendisine baktığımda Allahü teâlâya yemîn ederim ki, o anda elimde olmayarak içimden bir aşk deryâsı zuhûr edip, iki gözümün pınarından yaş geldiHele ki kendimi zabtederek sırrımı, içimde olanları dışarı vurmadım Biraz sonra İsmâil Efendinin işâreti ile izin isteyip huzurdan ayrıldık İsmâil Efendiye; "Benzeri cihana gelmemiş bir Yûsuf'a insan nasıl alâka, ilgi gösterirse, işte, şâhid ve bilmiş olun ki, Fehmi Efendi hazretlerine de öyle âşık oldum Eğer bu aşk daha ilerlerse, bil ki, kalemi (rûznâmecilik vazîfesini) çoluk çocuğumu terk eder, onun kapısında hizmetkâr olurum" dedim İsmâil Efendi; "Bu hususta korkum yoktur Çünkü Hacı Fehmi Efendi hazretlerinin mânevî kuvvet ve kudretlerini iyi bildiğim için, sizi bu duruma varmaya bırakmazlar" dedi

On beş-yirmi gün sonra İsmâil Efendiyi çağırıp, Fehmi Efendi ve daha başkalarını bir akşam yemeğine dâvet etmek istiyorum Aceb Fehmi Efendi kabûl ederler mi?" dedim "Kabûl ederler" dedi İsmâi Efendi ile berâber huzûruna varıp arz ettik Kabûl buyurdular Oradan Abdüssamed Efendi, Leblebici Baba, Hacı Hafız Efendi, AbdülbâkiBaba ve diğer ihvâna giderek hepsini dâvet ettim Ertesi günü akşam yemeğine teşrif ettiler Yemekten sonra sohbet başladı Fakir de şöyle bir köşede ayakkabılık tarafında oturdu O âna kadar az çok ehl-i tarik ile muhabbetimiz olmuş ise de onların birisinden işittiğim bâzı sözler fakiri o kadar benden aldı ki, doğrusu aklım ve fikrim başka bir çeşit oldu Abdüssamed Efendi beni kasdederek buyurdular ki:

"Rûznâmeci Efendiyi kimseye vermem Benim olsun" dedi Vehbi Hayyât Efendinin dâmâdı olduğu için FehmiEfendi ona çok hürmet gösterirdi Buyurdular ki; "Rûznâmeci duâcınız, buna fevkalâde teşekkür eder Siz kabûl buyurursanız" dediler Hepsinin ellerini teker teker öptüm İşte o dâvet sâyesinde biraz onlara alıştım Fakat yine yüzlerine bakamazdım Önüme bakarak gâyet edepli arzederdim Ertesi gün Abdüssamed Efendi hazretlerine gittim Merhamet ve lütuflarının çokluğundan bana zikr yapmayı ve daha başka şeyleri öğretip, teveccüh buyurdular Bu sırada kalbim harekete geldi Fakat bir başka âleme girdim Başka bir renge boyandım

Oradan Fehmi Efendinin yanına geldim Onlar da gâyet memnun olup duâ buyurdular İşte elden geldiği ve gücüm yettiği kadar zikr ile meşgûl oldum İçimizdeki muhabbet git-gide artıyordu Hacı Fehmi Efendinin yanında bir köşede boynumu eğip zikr ile meşgûl oldum

Hacı Fehmi Efendinin âdetleri üzere yanlarında dâimâ Muhammediyye kitabını okuturlardı Erzurumlu bir derviş olan İsmâil Efendi vardı Sesi gâyet güzeldi Muhammediyye'yi ona okuturlardı Orada bulunanların hepsi gözlerini yumup murâkabe hâlinde dinlerlerdi Kendileri de murâkabeye dalar bu âlemden çıkardı Muhammediyye'yi bir saat kadar okuturdu Muhammediyye okunması tamam olunca, herkes donmuş kalmış gibi olurlar, sonra kendilerine gelirlerdi Fakir, Hacı Fehmi Efendinin himmetiyle az zamanda hayli terakkî edip ilerleyerek, nice senelik müridler, talebeler gibi oldum

Hacı Fehmi Efendi, kendisine talebe olmaya gelenler için; "Benim gibi zavallı birinin dervişi mi olur Biz kendimiz dervişiz Ancak ihvân-ı din gelip, gönüller böyle arzu ediyor Fakir de elinden tutup hocam VehbiHayyât hazretlerinin sürüsüne katıyorum Yalnız fakirin hizmeti dışarıda kalan koyunları birer birer hazret-i Hayyât'ın sürüsüne katmaktır Oradan ötesine karışmam O sürünün çobanı vardır Benim işim onlara teslimdir" buyururlardı

İbrâhim Efendi, hocası Hacı Fehmi Efendinin ve onun hocası Vehbi Hayyât'ın (TerziBaba'nın) hayâtını ve kendi hayâtını anlatan üç ciltlik bir eser yazmıştır Büyük ciltler hâlinde olan bu hâtırâtında ayrıca tasavvufa âit çok kıymetli bilgiler, hocalarının sohbetleri yer almıştır Kendi hayâtını uzunca anlattığı bu eseri çok kıymetli bir eser olup, tasavvufta ilerlemek, yetişmek isteyenler için çok güzel misâller ve faydalı bilgiler yazmıştır Bu eserinden başka İsmâil Hakkı Bursevî hazretlerinin Rûhul-ül-Beyân Tefsîri'ndeki Fârisî şiirleri tercüme etmiş ve bu tercümenin sonuna Fârisî kâideleri anlatan bir risâle eklemiştir Risâle-iTercümet-ül-Hakâyık adlı bir eseri vardır

1) Hâtırât-ı Aşçı İbrâhim, Üniversite Kütüphânesi, TY, No: 3222

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.