İsparta Gelenek Ve Görenekleri |
08-02-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
İsparta Gelenek Ve GörenekleriGenel Bilgiler Yüzölçümü: 8933 km² Nüfus: 184735 Şehir Merkezi (2007) 419845 İl ve İlçeler Genel Toplam Nüfusu (2007) İl Trafik No: 32 Ege, Akdeniz ve İç Anadolu Bölgelerinin kesiştiği Göller Bölgesi denilen noktada yer alan Isparta ili, Eğirdir, Kovada ve Gölcük gölleri, Kovada ve Kızıldağı Milli Parkları ile zengin bir fauna ve floraya sahiptir İnanç Turizminin merkezi Yalvaç ilçesi Anadolunun kültür zenginliğini tüm ihtişamı ile yansıtmaktadır Kayak Merkezinin yeraldığı Davraz Dağı, doğa yürüyüşü ve nehir sporlarına elverişli kanyonlar, mağaralar ve dağları ile pek çok doğa sporlarının yapıldığı merkezdir Isparta'nın turizm kapısı Eğirdir, alternatif turizm cennetidir Dağcılık, trekking, rüzgarsörfü, yamaç paraşütü, kampçılık turizm çeşitlerinden birkaçıdır İLÇELER: Isparta ilinin ilçeleri; Aksu, Atabey, Eğirdir, Gelendost, Gönen, Keçiborlu, Senirkent, Sütçüler, Şarkikaraağaç, Uluborlu,Yalvaç ve Yenişarbademli'dir Aksu: Yaklaşık 1200 metre rakımında bulunan Aksu İlçesi, eski adı olan Anamas’ı, ilçe coğrafyasına hakim 2388 m yüksekliğindeki Anamas Dağından almaktadır Aksu ilçesinin yeraldığı yörede yapılan kazılarda, ilk çağlardan beri iskana açık olduğu görülmektedir Yörede, Helenistik çağa ait MÖ2 ve 1 Yüzyıldan kalma sikkelere rastlanmaktadır Yapılan araştırmalardan, Aksu Vadisi ve Anamas yaylaları arasındaki ulaşım zorluklarına rağmen, civarındaki bazı köylerde 16 yüzyıldan beri Pazar kurulmakta olduğu ve bu yörede yoğun bir Yörük nüfusun yaşadığı anlaşılmaktadır Cumhuriyet döneminde, Eğirdir'e bağlı bir bucak olarak Yenice adı altında idari konumunu sürdüren Aksu, 2681988 tarihinde ilçe statüsüne kavuşmuştur Aksu ilçesi sınırları içindeki en önemli tarihi kalıntılar: Timbriada, Tynada, Eurymendon Kutsal Alanı ve Roma Köprüsü dür Yörede turistik önemi olan Sorgon ve Zindan Mağaraları ile Sorgun yaylası Aksu İlçe sınırları içinde bulunmaktadır Atabey: Atabey İlçesi kuzeyden Senirkent ve Uluborlu, Batıdan Gönen, güneyden merkez ilçe Isparta, doğudan da Eğirdir ilçeleri ile çevrilidir İlçenin kuzeyini ve batısını Barla Dağı ve uzantıları bulunmaktadır Selçuklular döneminde bilinçli bir şekilde kervansaray ağıyla donatılan Konya-Antalya güzergahındaki yerleşmelerinden birisi olan (Atabey) önem verildiği, Ertokuş tarafından burada 1224 yılında inşa ettirilen medreseden anlaşılmaktadır 13 yy başında tamamen Türkleşen bölgede, önemli bir yerleşim merkezi olarak beliren Atabay’ deki medrese Osmanlı devleti eğitim sistemi içinde de fonksiyonunu devam ettirmiştir Atabey’ in 1478,1501, ve 1568 tarihlerindeki kayıtlara göre, Eğirdir ’e bağlı bir nahiye olduğu yazılıdır İlçe sınırları içinde bulunan başlıca tarihi ve kültürel varlıklar, Harmanören (Göndürle) de meydana çıkartılan 41 Küp Mezarlar, Sidera Bayat Harabeleri, Ertokuş Medresesi, Sinan Camiidir (18) Atabey ilçesine bağlı olarak, İslamköy Kasabası yanında 4 adette köy yerleşimi bulunmaktadır Atabey ilçe merkezi Isparta’ya 23 km uzaklıkta olup, çoğunluğu çift yol olmak üzere asfalt yol ile bağlıdır Eğirdir: Eğirdir Destinasyonu Gelendost: Gelendost ilçesi, Isparta il merkezinin kuzeyinde, Eğirdir Gölünün 10 km içerisinde kurulmuştur Gelendos ilçesi, ilk çağlardan beri, Pisidya Ülkesi adı verilen Göller Bölgesinin en eski kültür merkezlerinden birisidir MÖ 3500 yıllarında “Mirya veya Miryo” adı ile Hititlerin bir kolu olan Anamurla Miryalılar tarafından kurulmuştur MÖ 547 yıllarında bu topraklar Pisidyalıları yenen Pers’ lerin egemenliğine geçmiştir 17 Eylül 1176 yılında yapılan ve bir kısmı da Gelendost Ovasında geçen Miryakefalon Savaşını Türklerin kazanması ile Selçuklu topraklarına katılmıştır Gelendost daha sonra Hamidoğulları Beyliğinin egemenliği altına girmiştir Gelendost, tarihi boyunca Ablada, Sabinae, Myrion, Miryona, Miryo, Myriokafalon, Gelende-Abad, Gelendoz adları ile anılmıştır 16 yüzyılda Afşar nahiyesine bağlı olan Gelendost, Cumhuriyet döneminde 1930 yılında Afşar’ın yerine nahiye olmuştur Daha sonrada 631954 tarih ve 6324 sayılı kanun ile de ilçe olmuştur Gelendost, Isparta-Konya karayolu üzerindedir Isparta’ya 80 km uzaklıktadır İlçenin tüm kasaba ve köyleri ile ulaşım olanakları her mevsim vardır İlçede halk ağırlıklı olarak tarımla uğraşmaktadır Elmacılık en önemli uğraş koludur Gelendos ilçe merkezinde bulunan tarihi iki cami ile Yeşilköy sınırları içinde bulunan Ertokuş Kervansarayı ilçenin en önemli kültür yapılarıdır Gönen: Isparta İl Merkezine 24 km uzaklıklığında, Isparta-Burdur karayoluna 5 km uzaklığındaki Gönen’in tarihi MÖ 3-4 yüzyıla kadar dayanır Tarih boyunca Kaue, Kawaena, Colonia, julia, Augusta, Pia, Fida, Comama, Yuztinianopolis, Gonana, Konana, Könan ve Gönen adları ile anılmıştır Roma İmparatorluğu Augustos’ un Pisidia adı verilen bölgede kurulduğu dört şehirden birisidir Araştırmalara göre yörede ilk yerleşim birimi Yuvaca, şimdiki yayla adıyla bilinen yerdir Buraya ilk gelenler Yüreçi göçerleridir İlçe zamanla Selçukluların ve daha sonra da Hamitoğulları Beyliği’nin egemenliği altında bulunmuştur Hamitoğlu Hüseyin Bey, topraklarının büyük bir bölümünü Osmanlı Sultanı I Murat ‘a satmıştır 30 Aralık 1992 tarihinde yapılan düzenleme sonucunda, İğdecik Gölbaşı, Koçtepe ve Senirce köyleri Isparta İl merkezine, Güneykent Kasabası, Gümüşgün Köyü Keçiborlu ilçesine bağlanmıştır Gönen ilçesine bağlı yerleşim birimi olarak yalnız Kızılcık Köyü kalmıştır Keçiborlu: Isparta il merkezine 40 km uzaklığındaki Keçiborlu ilçe merkezinin tarihi gelişimi Isparta ilçe merkezi ile benzerlik göstermektedir Keçiborlu tarih boyunca, Eudoxiopolis, Keçik-Borlu, Kiçi-Borlu isimleriyle anılmıştır Keçiborlu, Hitit, İyon, Lidya, Pers, Helen, Roma, Bizans devirlerini yaşadıktan sonra 1204 yılında Sultan Kılıç Arslan tarafından Anadolu Selçuklu Devletinin egemenliğine girmiştir Daha sonra Hamitoğulları Beyliğinde Uluborlu ve Gönen’e bağlı bir kasaba olarak varlığını sürdürmüştür Günümüzdeki Keçiborlu ilçesinde korunmakta olan Keçiborlu Höyüğü, Kılıç Höyüğü, Kılıç Fari Harabeleri, Fadıllı Harabeleri, Güneykent şehir kalıntıları, Sinanbey Camii, Senir Hacı Osman Camii, Gümüşgün Sinan Dede Türbesi eski çağlardan kalan eserler ve yerler olarak görülmektedir İlçenin başlıca mesire ve yayla turizmi yerleri : Söğüt Dağı Yaylası, Fadıllı Yaylası, Koru Yaylası, Taşoluk Yaylası, Güneydere Uzundere Piknik Yeri ve göleti, Keçiborlu Göleti, Boyralı Sini Yaylası, Aydoğmuş Akdağ Yaylası, Senir, Tepecik ve Ardıçlı Köyleri Burdur Gölü Kenarı Plaj sahasıdır Keçiborlu adının, bölgenin küçük tepeciklerinden oluşmasına izafeten Kiçi (Küçük) Bor (Taş) kelimelerinden oluştuğu Kiçiborlu ’dan bozulduğu sanılmaktadır Senirkent: Isparta İl Merkezine 76 km uzaklığında, Eğirdir Gölü’ nün Hoyran Gölü adı verilen kuzey kısmının batısında bir vadide yer alan ilçe, dağ eteğindeki meyilli düzlük bir arazide kurulmuştur Zira “Senir” dağ eteğindeki meyilli düzlük anlamına gelmektedir Senirkent’in bulunduğu bölgenin, tarihin çok eski devirlerinden beri yerleşim merkezi olduğu, buluntulardan ve yapılan araştırmalardan anlaşılmaktadır Ancak su kanalı, kervansaray, kale gibi ayakta kalmış tarihi yapılara rastlamaktadır 1370 yılında kurulmuş olan Senirkent 1807de Uluborlu’ya bağlı nahiye statüsüne getirilmiş ve belediye teşkilatı kurulmuştur İlçedeki başlıca kültür varlıkları: Tymandos Antik Kent, Yassıören Höyük, Garip Höyük, Tohumkesen Höyük, Aralık Höyük Gençali Höyük, Veli Baba Türbesidir Sütçüler: Isparta'nın güneyinde yer alan Sütçüler ilçesinin kuruluşunun MÖ 200 yıllarına kadar dayandığı bilinmektedir Bu gün Adada olarak adlandırılan antik kent, Pisidya bölgesinde; Pisidya ile Pamfilya bölgeleri arasında yer almaktadır 1330 yıllarında Hamitoğulları beyliği Eğirdir’ de kurulana kadar Sütçüler Selçuklular ’ın elinde kalmıştır Osmanlılar zamanında bir süre Kara Bavlu olarak anılmıştır Zamanla Bavlu şekline dönüşen isim, Cumhuriyet döneminde 1926 yılına kadar sürmüş, bu tarihte yerleşime dağ-dağlık anlamına gelen Cebel ismi verilmiştir 1938 yılında belde halkının büyük şehirlerde sütçülük yapmaları üzerine isimi Sütçüler olarak değiştirilmiş ve Eğirdir ’e bağlı bir nahiye iken ilçe statüsü verilmiştir İlçenin belli başlı kültür varlıkları arasında, ilçenin tarihi gelişimini simgeleyen kalıntılarından Adada antik kenti gelir Antik kent ilçe merkezine 12, Sağrak köyüne 2 kilometre uzaklıktadır Diğer kültürel varlıkları ise, Sığırlık Harabeleri, Taşkapı Harabeleri, Zorzila Kalıntıları, Sefer Ağa Camii, Çandır Köprüsüdür Uluborlu: Uluborlu, tarih öncesi devirlerden beri çeşitli medeniyetlerin hüküm sürdüğü yörede yer almaktadır Uluborlu’nun 4000 yıl öncesi Hititler tarafından kurulduğu bilinmektedir Bu döneme ait kalıntılara yörede hala rastlanmaktadır Uluborlu, Türklerin fethi öncesinde Apolonia, Sozopolis, Mardion, Mardiyon, Mardiaion adlarıylada anılmıştır 1070 yılında Türklerin egemenliğine girmiştir Bu devirden sonra Uluborlu, Borgulu, Burgulu, Uluğborlu isimleri de almıştır Uluborlu’da yaklaşık 17 türde kiraz yetiştirilmektedir Uluborlu kirazı Avrupa ülkelerinde çok tutulmaktadır Ürünün büyük bir kısmı ihraç edilmektedir İlçede Temmuz ayının ilk haftasında 2 gün süreli Altın Kiraz ve Yağlı Pehlivan Güreş Şenlikleri düzenlenmektedir Yalvaç: Yalvaç Destinasyonu Yenişarbademli: Yenişarbademli, Beyşehir Gölünün batısında, Toros Dağlarının kuzey uzantısı olan Anamas Dağları ile bütünleşir İlçe doğusunda, Beyşehir, batısında Aksu ve kuzeyinde Şarkikaraağaç ilçeleri ile çevrilidir İlçenin rakımı 1150 metredir İlçe sınırları içerisinde bulunan Dedegöl Dağı (2892 m) ile Isparta’nın en yüksek dağıdır Yenişar tarih boyunca pek çok uygarlığa sahne olmuştur Yapılan araştırmaya göre, MÖ 4000 yıllarında Etiler , MÖ 1500 yıllarında Frikyalılar, MÖ 800 yıllarında İyonlar, MÖ 600 yıllarında Lidyalılar, MÖ 446 yıllarında Persler, MÖ 190 yıllarında Romalılar, M:S 395 yıllarında da Bizanslar yörede uygarlık kurmuşlardır 1071 Malazgirt Zaferinden sonra 1142 yıllarında Selçuklu topraklarına katılabilmiştir 1810 yılında Konya Vilayetine bağlı bir kaza olmuştur Selçuklulara ait Kubad-ı Abad Sarayı kalıntıları da ilçe hudutları içinde yer almaktadır Yenişarbademli, Şarkikaraağaç üzerinden asfalt yol ile Isparta il merkezine 177 km uzaklıktadır Yenişarbademli’ nin , başlıca gelir kaynağı, tarım, hayvancılık, orman işçiliği ve balıkçılıktır |
İsparta Gelenek Ve Görenekleri |
08-02-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
İsparta Gelenek Ve GörenekleriCoğrafya I COĞRAFİ KONUM: Isparta ili, Akdeniz Bölgesi’nin kuzeyinde yer alan Göller bölgesinde yer almaktadır İl, 300 20’ ve 310 33’ doğu boylamları ile 370 18’ ve 380 30’ kuzey enlemleri arasında bulunmaktadır 8933 km2’lik yüzölçümüne sahip olan Isparta ili, kuzey ve kuzeybatıdan Afyon ilinin Sultandağı, Çay, Şuhut, Dinar ve Dazkırı, batıdan ve güneybatıdan Burdur ilinin Merkez, Ağlasun ve Bucak, güneyden Antalya ilinin Serik ve Manavgat, doğu ve güneydoğudan ise Konya ilinin Akşehir, Doğanhisar ve Beyşehir ilçeleri ile çevrilmiştir (Şekil 1) Rakımı ortalama 1050 metredir II JEOLOJİK YAPI: Isparta ilinin kuzeydoğu ve güneydoğusundaki dar alanlarda I zaman, çok geniş bir alanda yayılım gösteren II zaman ve alanın doğu sınırı dışında il sınırlarına yakın kesimlerde yoğunlaşan III zamana ait kayaçlara rastlanmaktadır (Şekil2) Jeolojik konumu bakımından, Isparta Büklümü’nün ortasında yer alan Isparta ili - Merkez ilçesi, bölgesel tektonikten önemli ölçüde etkilenmiş olan II zaman ve III zamana ait yapı üzerinde bulunmaktadır (Şekil 2) İlçenin tamamına yakın kesimlerinde, ofiyolitik bir temel yer almaktadır Bu temel ile birlikte, yer yer ofiyolit kütleleri arasında ve üzerinde bulunan Triyas-Jura yaşlı derin denizel kayaç istifleri ile II zamanın büyük bir bölümünü kapsayan sıkıştırılmış bir karbonat kayaç (kireçtaşı ve dolomit) istifi bulunmaktadır İlçenin batı bölümünde denizel kırıntılı ve karbonat kayaç istifleri görülmektedir İlçenin güneydoğu kesimlerinde, miyosen yaşlı sığ denizel kırıntılı kayaçlar, altta bulunan daha yaşlı kayaç istifleri üzerinde gelişen engebeli bir erozyonal yüzeyi örtmektedir III zaman sonunda bölgede faaliyet gösteren karasal volkanizmanın ürünleri olan volkanit ve piroklastik kayaç serileri ise ilçenin batı-güneybatı bölümünde bulunmaktadır Merkez ilçe sınırları içerisindeki en genç oluşum ise günümüzde de halen çökelimi süren ve Isparta-Atabey Ovası’nda yayılım gösteren IV zaman alüvyonlardır (Şekil 2) Gönen ve Atabey ilçeleri, jeolojik bakımdan diğer ilçelere göre daha genç bir zemin üzerinde yer almaktadır İlçelerin kuzeyinde III zamana ait denizel kırıntılı ve karbonat kayaçlarla, karasal kökenli kayaç istifleri bulunmaktadır Güney kesimlerinde ise, kuaterner yaşlı alüvyonlar Isparta ve Eğirdir Gölü’ne kadar uzanan geniş bir alüvyon ovasının bir bölümünü kaplamaktadır (Şekil 2) Isparta’nın Keçiborlu ilçesi, ofiyolitik kayaçlar ve II zamana ait derin denizel karbonat kayaç yüzeyleri içermesine karşın çoğunlukla alt tersiyer yaşlı denizel ve karasal kayaç istifleri ile kuaterner çökellerinden oluşan bir jeolojik zemin üzerinde bulunmaktadır Eosen-Oligosen göl çökelleri ile ilçenin Burdur ve Isparta’ya doğru uzanan geniş bir kuşak içerisinde yer alan IV zaman alüvyon çökelleri gözlenmektedir (Şekil 2) Isparta ilinin kuzeybatısında yer alan Uluborlu, temelde II zamana ait denizel karbonat kayaç istiflerinin yaygın olarak gözlenmektedir İlçenin en genç kayaçları ise ilçe merkezinin de üzerinde bulunduğu D-B doğrultulu Hoyran Gölü ve Senirkent’e uzanan IV zaman alüvyon çökellerinden oluşmaktadır (Şekil 2) Uluborlu’nun doğusunda bulunan Senirkent, Mesozoyik yaşlı denizel karbonat kayaç istiflerinin yaygın olarak gözlendiği temel üzerinde, ilçe merkezinin de üzerinde bulunduğu D-B doğrultulu Hoyran Gölü’ne kadar uzanan IV zaman alüvyon çökelleri yörenin en genç kayaç istifidir (Şekil 2) Senirkent’in kuzeydoğu komşusu olan Yalvaç’ın doğusunda, Sultandağları’nın bir bölümüne karşılık gelen ve kuzeybatı-güneydoğu doğrultulu olarak yayılım gösteren I zaman yaşlı şistler, yörenin en yaşlı jeolojik kayaçlarını oluşturmaktadır Eğirdir Gölü’ne açılan IV zaman akarsu alüvyon çökelleri tarafından kesilen III zaman sonu kömürlü karasal çökelleri engebeli bir topografya üzerinde uyumsuz olarak yer almaktadır (Şekil 2) Eğirdir ilçesi, güneyinde yer alan II zamana ait derin denizel çökel istifleri ile ofiyolik kayaçların çoğunlukta olduğu karbonat kayaç serilerinden oluşan engebeli topografya oluşturan kısmen yaşlı bir temel üzerinde kuzey-güney doğrultulu bir ova içerisinde çökelen IV zaman alüvyon çökellerini taşıyan bir jeolojik dağılıma sahiptir (Şekil 2) Eğirdir Gölü’nün doğusunda yer alan Gelendost ilçesi, güneyden kuzeye doğru gençleşen bir stratigrafik istife sahiptir İlçenin güneyinde, III zaman karbonat kayaçlar, kuzeyinde ise engebeli alanlar halinde ortaya çıkan ofiyolitler ve karasal çökeller bulunmaktadır Yörenin batısından kuzeydoğu yönüne doğru uzanan IV zaman akarsu alüvyon çökelleri ilçenin en genç birimleridir (Şekil 2) Beyşehir Gölü’nün kuzeyinde bulunan ŞKaraağaç ilçesi, I zamandan III zamana kadar değişen çeşitli kayaç topluluklarını kapsayan bir alanda yer almaktadır İlçenin kuzeydoğu kesiminde, kuzeybatı-güneydoğu yayılımlı I zamana ait şistler bulunmaktadır Metamorfitler, yörenin Beyşehir Gölü’ne doğru olan orta kesimlerde aynı doğrultuda uzanan ofiyolitik kayaçlarla birlikte temelde bulunmaktadır III zaman karbonat kayaçları, yöredeki topografik yükselimleri oluşturmaktadır İlçenin kuzey kesiminde bulunan ovalarda oluşan IV zaman alüvyonları, yörenin genç kayaç örtüleridir (Şekil 2) ŞKaraağaç güneyinde yer alan Aksu ve YBademli ilçelerinin büyük bölümünü II zamana ait karbonat kayaçlar kaplamaktadır Sadece YBademli’nin Beyşehir Gölü’ne kıyısı olan doğu bölümünde yer alan III zaman çökellerine ait kalıntılar ve göle açılan IV zaman akarsu alüvyonları gözlenmektedir (Şekil 2) Isparta ilinin güneyinde yer alan Sütçüler ilçesinde, içerisinde I zaman yaşlı bloklarının da yer aldığı II zaman ait ofiyolitik kayaç kütleleri ile Kretase yaşlı kalın karbonat istifleri geniş alanlarda yayılım gösterirler (Şekil 2) Isparta ilinde Paleotektonik ve Neotektonik döneme ait tektonik etkilerle oluşan tektonik hatlar bulunmaktadır (Şekil 3) Isparta – Merkez, Eğirdir, Gelendost, Yalvaç, ŞKaraağaç, Aksu, YBademli ve Sütçüler ilçeleri sınırları içerisinde çoğunlukla alt mesozoyik derin denizel çökel katkılı ofiyolitik kayaç kütleleri ile mesozoyik yaşlı çeşitli karbonat serileri arasında sınır oluşturmaktadır Bu bindirme-nap sisteminin yerleşiminin son evresi ve sonrasında, bir kısmında günümüzde de hareketliliğin devam ettiği izlenen (deprem verileri ile) kuzey-güney, kuzeydoğu-güneybatı ve kuzeybatı-güneydoğu yönlü ve çoğunlukla yanal atımlı fay sistemleri gelişmiştir Isparta Açısı’nın (Isparta Büklümü) doğu kanadını oluşturan ŞKaraağaç, Aksu, Gelendost ve Yalvaç ilçe sınırları içerisinde kuzeybatı-güneydoğu doğrultulu bindirmeler bulunmaktadır Neotektonik dönemde bölgede gelişen kuzey-güney sıkışması nedeni ile ortaya çıkan kuzey-güney doğrultulu ovaları oluşturan normal faylar, Eğirdir ve Sütçüler ilçelerinde yer almaktadır Fay gölleri olan Eğirdir, Hoyran, Burdur ve Beyşehir göllerini sınırlayan veya kesen ve çoğunlukla geç alpin tektonik dönemini yansıtan kırık takımları ise bölgesel sıkışma ve makaslama kuvvetleri sonucunda oluşan kuzeybatı-güneydoğu, kuzeydoğu-güneybatı doğrultulu yanal atımlı fay takımları halinde Isparta-Merkez, Keçiborlu, Uluborlu, Senirkent, Eğirdir, Gelendost ve ŞKaraağaç yörelerinde yaygındır Deprem üretmeleri nedeniyle bu faylardan bir kısmının halen aktif oldukları belirlenmiştir Burdur Gölü doğusunu sınırlayan ve Bucak’a kadar uzanan kuzeydoğu-güneybatı doğrultulu ve gölü öteleyen kuzeybatı güneydoğu doğrultulu faylar (Şekil 3) üzerinde yoğunlaşan deprem verileri, bu yanal atımlı fayların günümüzde de aktif olduklarını göstermektedir Isparta-Merkez ilçesinde Kayıköy fayı, Eğirdir fayları, ve Yalvaç fayı, bilinen diğer deprem üreten yanal atımlı faylardır Sütçüler’de de yakın zamanda kaydedilen deprem verileri, kuzey-güney doğrultulu olduğundan bu doğrultuda uzanan ovaları sınırlayan normal faylarda da hareketliliğin sürdüğü anlaşılmaktadır |
İsparta Gelenek Ve Görenekleri |
08-02-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
İsparta Gelenek Ve GörenekleriTarihçe TARİH A) TÜRK EGEMENLİĞİNDEN ÖNCE ISPARTA 1 Isparta Adının Kaynağı: Bugünkü Isparta’nın yerinde ya da yakınlarında ilkçağda Baris adlı bir kentin olduğu ve Isparta adının Baris isminden geldiği düşünülmekte idi Şehir ve civarında yapılan araştırmalarda herhangi bir kent kalıntısı olmadığı tespit edilmiştir 1948 yılında L Robert, bulduğu bir yazıtla bu antik kentin Keçiborlu-Kılıç Kasabası yakınında Fari’de olduğunu belirtmiştir Isparta adının ilkçağdaki kökeni olarak Saporda adı üzerinde durulmaktadır Polybiosda’ki (V72) bir metinde “Aynı yılın yazında, Selgelilerce kuşatılan ve zaptedilmek tehlikesiyle karşılaşan Pednelissos’un halkı Seleukos Prensi Akhaios’a ulak gönderip yardım istedi Bu isteğin hemen kabul edilmesi üzerine Pednalissoslular yardım gelecek umuduyla yüreklendiklerinden, kuşatmaya inatla direnir oldular; Akhaiosda seferin komutanlığına Garyeris’i atayarak, onunla birlikte 6000 yaya ve 500 atlıyı yardıma gönderdi Selge’liler bu kuvvetin geldiğini duyunca askerlerinin çoğuyla ‘Basamaklar’ denilen yerdeki geçidi tuttular Saporda'ya giriş onların denetimindeydi ve tüm geçit verebilecek diğer yerleri geçilmez hale getirmişlerdi” yazmaktadır Selge güney Pisidia’dadır Pednelissos’un yeri kesin olarak tespit edilmiş olmamakla birlikte Selge civarındaki kentlerden birisi olduğu düşünülmektedir Sardes (Salihli)de üstlenen Seleukos Prensi Akhaios bölgeye göndereceği yardım için Eumenia (Çivril), Apameia (Dinar), Isparta, Çandır yolunu kullanmış olmalıdır Bu durumda “Saportaya giriş onların denetimindeydi” derken sözü edilen geçidin şimdiki Isparta civarında olabileceği ileri sürülmektedir XIV yüzyıl Arap kaynaklarında ilin bugün bulunduğu yöre Saparta olarak anılmakta, Isparta adının bu sözcükten geldiği sanılmaktadır 2 Tarih Öncesi Dönem: Isparta Akdeniz, Ege ve İç Anadolu Bölgeleri arasında önemli bir coğrafi noktadadır Tarih boyunca sürekli yerleşim gören “Göller Bölgesi” Pisidia olarak adlandırılmıştır Bölge güneyden Toros Dağları, kuzeyden Acı Göl ve Burdur Gölü arasından geçen Söğüt Dağlarının uzantıları ve Sultan Dağları ile çevrelenmiştir Doğu sınırı Beyşehir Gölü’nün batısından ve güneydoğu köşesinden Manavgat Çayı’nın ortasına kadar olan yeri kaplar Bölgeye ilk yerleşimlerin tarihi Üst Paleolitik (MÖ 35000-10000) ve Mezolitik (MÖ 10000-8000) dönemlere iner 1944 yılında Ord Prof Dr Şevket Aziz Kansu ve ekibi tarafından kazısı yapılan ilk Paleolitik merkez Senirce ve Bozanönü yakınında Bozanönü istasyonunun kuzeyinde bulunan tabii mağaralardan Kapalıin’de tespit edilmiştir Aynı ekip tarafından Baladız ve İğdecik Köyü arasında tren yolu açılırken ortaya çıkan kum tepeciğinde yapılan kazıda Mezolitik bir merkez ortaya çıkmıştır Bu çalışmalar Isparta il sınırları içindeki en erken yerleşimlerdir Neolitik Dönemde (MÖ 8000-5500) bölge Anadolu’nun en önemli kültür bölgeleri arasındadır Burdur İlindeki Hacılar, Kuruçay ve Bademağacı höyükleri bu yerleşmelerin en fazla bilinenleri arasındadır Isparta İl sınırları içinde Neolitik malzeme veren Örenköy Höyük (Örenköy), Yeniköy Höyük ve Teknepınar Höyükleri (Sücüllü) olmakla birlikte yeni yapılacak araştırmalarla bu sayının artacağı muhakkaktır Kalkolitik Çağda da (MÖ 5500-3000) bölge önemini sürdürmüştür İl sınırları içinde 12 höyükte Kalkolitik Dönem malzemesi bulunmuştur Tunç Çağ (MÖ 3000-1200) yerleşiminin bol olduğu Isparta ilinde Neolitik ve Kalkolitik yerleşimlerinde üzerinde olduğu toplam 56 adet höyük tespit edilmiştir Tüm höyüklerde Tunç Çağ yerleşimi bulunmaktadır 3 Tarihi Dönem: Hitit Döneminde (MÖ 1800-1200) metinlerde bölgenin adı “Pitaşşa” olarak geçmektedir Çeşitli kaynaklarda farklı yerlerde gösterilen Arzava Ülkesinin muhtemelen klasik çağlardaki Pamphilya ve Pisidia bölgesi sınırları üzerinde yeralmış olabileceği düşünülmektedir Hititlerin siyasi bir güç olarak ortaya çıkmalarından sonra Arzava konfederasyonunu oluşturan krallıklarla sürekli çekişme içinde olunmuştur Hitit döneminde Arzava adı verilen bölge olduğu ileri sürülen Pisidia toprakları hiçbir zaman tam olarak Hitit egemenliği altına girmemiştir F2 jpg Hitit Devletinin yıkılması ile Friglerin Anadolu’da MÖ 750 yılında bir devlet olarak ortaya çıktığı zamana kadar geçen dönem karanlıktır Friglerin güneydoğudaki hakimiyet sahasının sınırı; Yarışlı Gölü ve Düver arasında Frig seramiği bulunması, göl içinde küçük adada Frig iskanının tespiti bu kesimde Frig yerleşiminin varlığını kanıtlamaktadır Fakat Friglerin yayılım alanının doğusunda kalan Pisidia bölgesini egemenlikleri altına alıp almadıkları ve bu bölgeyle olan ilişkileri bilinmemektedir MÖ 695 yılında Kimmerler tarafından yıkılan Frig Devleti yerine Lidyalılar, Batı Anadolu Bölgesinde büyük bir devlet kurmuşlardır Mermnad sülalesinden Kral Kroisos (MÖ 561-547) zamanında en geniş şeklini alan Lidya sınırlarını Herodotus’dan öğreniyoruz Herodotus Kroisos’un Likya ve Kilikyalılar dışında Halys’in (Kızılırmak) batısındaki tüm kavimleri hakimiyeti altına aldığını yazmaktadır Pisidia bölgesinde Lidya hakimiyetine işaret edecek herhangi bir arkeolojik delil bulunmamaktadır Muhtemelen Lidya Devleti Pisidia bölgesini siyasi olarak kapsamış olmalıdır MÖ 547 yılında Sardesi alarak Lidya Devletini yıkan Persler, MÖ 334 yılına kadar Anadolu’ya hakim olmuş ve Lydia Devleti egemenliğindeki toprakları kontrolleri altına almışlarıdır Pisidia bölgesi de bu dönemde Pers egemenliğine girmiştir Tarihi kaynaklarda Pisidia adına ilk kez MÖ 5 yüzyıl sonunda rastlanır Batı Anadolu satrabı Genç Kyros Ağabeyi Pers Kralı II Artakserkses’e (MÖ 405-359) karşı yapacağı seferin hazırlıklarını gizlemek için Phrigia’ya yağma akınları düzenleyen Pisidialılara karşı ceza seferi hazırlıkları içinde olduğunu bildirmiştir Bu tarihi vesikalar içinde olan ilk Pisidialılar adıdır Pisidia topraklarına girmeyerek kuzeyinden geçen Kyros’un ordusu MÖ 401 yılında Kunaksada yapılan savaşta Artakserkses II’ye yenilmiştir Bu savaşla Anadolu’daki Pers egemenliği sarsılmıştır Bağımsızlıklarını elde etmek isteyen Pers Valileri ve Mısır, Kıbrıs ve Anadolu’nun bazı bölgeleri ayaklanmalara katılmışlardır Pers Kralı Artakserkses II’nin MÖ 386 yılında Greklerle yaptığı Antialkidas Antlaşması sırasında Mısır’da XXIX sülale firavunlarından Akoris (MÖ 393-380) isyana teşebbüs etmek isteyen Karya satrabı Hekatomnos ve isyan halinde bulunan Kıbrıs Kralı I Euagoras’a her türlü Pisidialılarla bir antlaşma yapmıştır Bu antlaşma dahilinde ayaklanmaya Pisidialıların da katıldığı bilinmektedir MÖ 334 yılında Anadolu’ya giren Büyük İskender’in egemenliğine geçen bölge MÖ 323 yılından ölümüne kadar bu durumunu sürdürmüştür Büyük İskender’in MÖ 323 yılında Babil’de ölmesinin arkasından, halefleri Seleukos ve Lysimakhos arasında MÖ 281 yılında yapılan Kurupedion Savaşında Seleukos’un savaşı kazanmasıyla Anadolu’nun tamamı Suriyeli sülaleye geçmiştir Bu dönemde Pisidya bölgesinde Seleukoslar tarafından Seleukeia Sidera (Atabey-Bayat), Apollonia (Uluborlu), Antiokheia (Yalvaç) kentleri kurulmuştur Seleukos Kralı Büyük Antiokhos’un Manisa yöresinde L Cornelius Scipio komutasındaki Roma ordusuna yenilmesiyle Apameia Görüşmeleri (MÖ 190-188) sonucunda Seleukoslar Anadolu’da Toroslara kadar olan tüm topraklarını kaybetmiş ve bu topraklar Romalılarca Bergama ve Rodoslular arasında paylaştırılmıştır Pisidia bölgesi bu tarihten sonra Bergamalıların egemenliğine geçmiş, Attalos III’ün MÖ 133 yılından ölümüne kadar Bergama krallığına bağlı kalmıştır Kralın vasiyeti üzerine Pisidia bölgesinin de içinde bulunduğu topraklar Roma’ya bırakılmıştır Bu olay aynı zamanda Anadolu’daki Roma egemenliğinin başlangıcı olmuştur Aynı yıl Bergama’da krallığın el değiştirmesi ile ilgili çıkan ayaklanma MÖ 130 yılında Romalı komutan M Perperna ve müttefikleri tarafından bastırılmıştır MÖ 129 yılında Asia Eyaleti kurulmuş ve Pisidia bölgesi bu eyaletin içine alınmayarak, muhtemelen Bergama isyanının bastırılmasında yardımcı olan ve bu esnada ölen Kappadokya Kralı Ariarathes V’in çocuklarına verilmiş olmalıdır Bölge, MÖ 102 yılında M Antonius tarafından korsanların merkezini oluşturan Kilikia Eyaleti içine alınmış ve MÖ 49 yılına kadar ismen de olsa Kilikia eyaleti İçinde kalmıştır Daha sonra Asia Eyaletine bağlanmıştır Galat Kralı Amyntas, Antonius tarafından Pisidia ve çevresinde Roma idarecilerinin kuramadığı otoriteyi kurması için MÖ 39 yılında bölgeye kral olarak atanmış ve MÖ 25 yılında öldürülünceye kadar görevini sürdürmüştür Amyntas’ın ölümüyle krallığın toprakları Roma İmparatoru Augustus (MÖ 27-MS 14) tarafından Galatia Eyaleti haline getirilmiştir Bu eyaletin sınırları zaman içinde değişmiş olsa da Pisidia bölgesi içinde kalmıştır Pisidia bölgesinde özellikle İmparator Augustus döneminde Roma egemenliğinin simgesi olan koloni kentleri kurulmuştur Bunlar Antiokheia (Yalvaç), Kremna (Çamlık), Komoma (Ürkütlü), Olbasa (Belenli), Parlais (Barla)’dır B) TÜRK EGEMENLİĞİNDE ISPARTA 1 Anadolu Selçukluları Dönemi: Roma İmparatorluğu’nun M Ö 395 yılında ikiye ayrılmasından sonra Bizans İmparatorluğu’na bağlanan Isparta, VIII ve IX yüzyılda yapılan idari ayrıma göre bir eyalet halini alıyor ve bir dini merkez niteliğini taşıyordu İslam ordularının akınlarının Anadolu’ya yoğunlaştığı son dönemlerinde Avasım Bölgesi’ne yerleştirilen Türkler ve Selçuklu Devleti’nin kurulması Anadolu’nun geleceği için önemli tarihi olayların başlangıcı olmuştur Bu akınların sonunda kazanılan Malazgirt Meydan Savaşı, Bizans gücünü kırarak, bütün Anadolu kapılarının Türkler’e açılmasına vesile olmuştur Malazgirt Savaşı’ndan sonra hızla Anadolu’ya yayılan Selçuklular, kısa sürede Batı Anadolu’daki birçok yeri de ele geçirmişler; ancak, bu yörelerdeki Selçuklu egemenliği uzun sürmemiştir Gerek Bizans’ın güçlü savunması, gerek Haçlı Seferleri buralarda sürekli bir egemenlik kurulmasına imkan vermemiş, ele geçirilen yerler Bizanslılar’la Selçuklular arasında birçok kez el değiştirmiştir II Kılıç Arslan zamanında (1156-1192) yoğunlaşan Bizans-Selçuklu savaşları, 1176’da Anadolu Selçukluları’nın Bizans ordusunu Miryakefalon’da büyük bir bozguna uğratmasıyla dönüm noktasına varmıştır Bu savaş sonrasında Uluborlu da ele geçirilmiştir Isparta yöresi bütünüyle, ancak 1204’te III Kılıç Arslan’ın saltanatı sırasında fethedilebilmiştir I Keyhüsrev (1204-1210) ve I Keykavus (1210-1219) dönemlerinde yöredeki Selçuklu egemenliği daha da pekişmiştir Alaeddin Keykubad da (1219-1237), Antalya yöresini bütünüyle ele geçirince bölgenin fethi tamamlanmış oldu Ancak II Keyhüsrev döneminde (1237-1246) başlayan Moğol akınları, giderek Anadolu Selçuklu Devleti’ni çökertince Batı Anadolu’da egemenlik yöre yöre kurulan beyliklerin eline geçmiştir 2 Beylikler Dönemi: XIII yüzyıl başlarında Selçuklular’ın Isparta, Eğridir ve yalvaç yörelerine yerleştirdiği Teke aşiretine bağlı Türkmenler, Anadolu Selçuklu Devleti’nin sona ermesinden kısa bir süre önce bu yörede Hamidoğulları Beyliği’ni kurmuşlardır (1301) Beyliğin kurucusu Feleküddin Dündar Bey beyliğe büyükbabasının adını vermiş ve önce Uluborlu’yu, daha sonra da Eğridir’i beyliğin merkezi yapmıştır Hamidoğulları Beyliği, kuruluşundan bir süre sonra güneye doğru yayılarak, Gölhisar, Korkuteli ve Antalya’ya doğru genişlemiştir Antalya ve çevresi Dündar Bey’in kardeşi Yunus Bey’in yönetimine girince Hamidoğulları Beyliği, Eğridir ve Antalya olmak üzere ikiye ayrılmıştır Isparta bu kollardan Eğridir’e bağlanmıştır Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılışından sonra, Karamanoğulları Konya’yı ele geçirmiş ve tüm uçlara egemen olmak istemişlerdir Ama aralarında Hamidoğulları’nın da bulunduğu uç beyleri bu girişime karşı çıkarak, sürekli savaşlarla bağımsızlıklarını korumaya çalışmışlardır Dündar Bey XIV yüzyıl başlarında oldukça güçlenerek Anadolu’daki öbür beyliklere oranla üstün bir duruma gelmiştir Ancak Anadolu beylerine İlhanlı egemenliğini kabul ettirmek için 1314’te Anadolu’ya gelen Emir Çoban’a bağlılıklarını bildiren beyler arasında Dündar Bey de yer alıyordu Ama, 1324’te İlhanlılar’ın Anadolu Valisi Temürtaş, Hamidoğulları Beyliği üzerine de yürümüş ve Antalya’ya sığınan Dündar Bey’i yakalatarak öldürtmüştür Temürtaş, Dündar Bey’in elindeki yerleri kendi yönetimi altına almış ve Antalya’yı da Dündar Bey’in kardeşi Yunus Bey’in oğlu Mahmud’a vermiştir Temürtaş’ın İlhanlı Hükümdarı Ebu Said Bahadır Han’a karşı ayaklanarak Memlükler’e sığınmasından sonra, Dündar Bey’in oğlu Hızır Bey Anadolu’ya gelerek beyliğin yönetimini üstlenmiştir (1327) Hızır Bey 1328’de ölünce yerine geçen kardeşi Necmeddin İshak Bey, Beyşehir ve Akşehir yörelerini beylik topraklarına kattı Yönetimde yeni düzenlemeler yaparak, ordusunu güçlendirdi Komşu beyliklere karşı savaş hazırlıkları yaptığı sırada ölünce, yerine Gölhisar Beyi olan kardeşi Mehmed Çelebi’nin oğlu Muzaffereddin Mustafa Bey geçti Onun zamanında beylikler her bakımdan en güçlü dönemini yaşamıştır Ölünce yerine oğlu Hüsameddin İlyas Bey geçmiştir İlyas Bey döneminde Hamidoğulları ile Karamanoğulları arasında süregelen çatışmalar daha da arttı Karamanoğulları İlyas Bey’in topraklarının bir bölümünü işgal etti Ama İlyas Bey, kaybettiği toprakları Germiyanoğulları Beyi Süleyman Şah’ın yardımıyla geri aldı İlyas Bey’in 1374’ten önce öldüğü sanılmaktadır Çünkü bu tarihte beyliğin başında oğlu Kemaleddin Hüseyin Bey bulunuyordu Hüseyin Bey, Karamanoğulları’nın saldırılarını ancak Osmanlılar’ın yardımıyla engelleyebileceği düşüncesiyle, daha önce Eşrefoğulları’ndan alınan Yalvaç, Şarkikaraağaç, Beyşehir, Akşehir ve Seydişehir yörelerini 1374’te 80 000 altın karşılığında Osmanlılar’a sattı I Murad ile iyi ilişkiler kuran Hüseyin Bey, Kosova Savaşı’nda Osmanlılar’a yardım etmek amacıyla oğlu Mustafa Bey komutasında bir birlik göndermiştir Ancak bu savaşta 1 Murad ölünce, Karamanoğulları, Hamidoğulları’nın topraklarını bütünüyle ele geçirmiştir 1390’da Karamanoğulları’nın üzerine yürüyen Yıldırım Bayezid, bu toprakları geri aldı Böylece kısa bir süre için Karamanoğulları’na geçen Isparta yöresi bütünüyle Osmanlı yönetimine girmiştir Kemaleddin Hüseyin Bey’in 1391’de ölmesiyle de Hamidoğulları Beyliği sona erdi Yıldırım Bayezid, Hamidili’nin yönetimini oğlu İsa Çelebi’ye bıraktıktan sonra Antalya üzerine yürümüştür 3 Osmanlılar Dönemi: Anadolu beylikleri, daha önce yitirdikleri toprakları, 1402 Ankara Savaşı’ndan sonra Osmanlı Devleti’nin içine düştüğü bunalım döneminde, yeniden ele geçirdiler Bu arada Timur’un torunu Mehmed Mirza’nın hapisten kurtardığı II Mehmed Bey de Karamanoğulları Beyliği’nin başına geçti Karamanoğulları’nın egemen olduğu yerlerden başka, Osmanlılar’a bağlı Isparta, Eğridir, Kırşehir ve Kayseri’yi de ele geçirdi Osmanlı Devleti Çelebi Mehmed’le yeni bir yönetime kavuştuktan sonra, kaybedilen yerleri ele geçirmek için girişimlere başlandı Çelebi Mehmed, Karamanoğlu Mehmed Bey’i bir savaş sırasında esir aldı (1415) Böylece Isparta yöresi yeniden Osmanlılar’a bağlandı ise de bir süre sonra yine Karamanoğulları’nın eline geçmiştir Mehmed Bey’in ölümünden sonra oğlu İbrahim Bey ile amcası Ali Bey arasında taht kavgaları başladı İbrahim Bey II Murad’dan yardım istedi ve yardım karşılığında Hamidili, Beyşehir ve Otlukhisarı’nı Osmanlılar’a bıraktı II Murad da, Hamidili’nin yönetimini Şarabdar İlyas Bey’e verdi II Murad’ın yardımıyla Karamanoğulları Beyliği’nin başına geçen İbrahim Bey, güçlendikten sonra Osmanlılar’a verdiği yerleri geri almak için girişimlere başladı Tek başına karşı çıkamayacağını anlayınca da Sırplar ve Macarlar’la anlaştı Bu anlaşmadan sonra Beyşehir ve Hamidili yöresine saldırarak, Hamidili Sancak Bey’ini tutsak etti Bu olay üzerine II Murad, önce Rumeli Beylerbeyi Sinan Paşa yönetiminde Macarlar üzerine bir kuvvet gönderdi Macarlar’ı etkisiz hale getirdikten sonra da İbrahim Bey’in üzerine yürüdü ve yanında bulunan İsa Bey’i Karamanoğulları Beyi olarak ilan etti Daha sonra, dönemin önemli bilim adamlarından Mevlana Hamza, arabuluculuk yaparak İbrahim Bey’i bağışlattı İbrahim Bey, yine Beyliğin başında kaldı ve Osmanlılar’dan aldığı yerleri geri verdi Bu olaydan sonra, XVI yüzyıl başlarına değin Isparta ve yöresinde önemli bir siyasal olay olmadı XVI yüzyıl başlarından itibaren ise Osmanlı Devleti’ni uzun süre uğraştıran Şahkulu Ayaklanması, Isparta yöresini de etkiledi Burdur, Isparta, Gölhisar ve Sandıklı yöresine de saldıran Şahkulu, buraları yağmaladı ve çok sayıda kişiyi öldürdü Ayaklanma bastırılarak Şahkulu öldürüldükten sonra (1511), Isparta ve Antalya yöresinde ele geçirilen Şiiler Mora’ya sürüldüler XVI yüzyılda güneybatı Anadolu’daki önemli pazarlardan biri de Hamid pazarıydı Gerek Hamidoğulları Beyliği döneminde ve gerek Osmanlı yönetimi sırasında Isparta, önemli bir dokumacılık merkeziydi Ayrıca, Isparta çevresindeki ormanlardan elde edilen adragan zamkı Avrupa piyasalarında oldukça aranan bir üründü Halıcılık ise ancak XV yüzyıla doğru dış piyasalarda önem kazanmaya başladı XVI yüzyılın ikinci yarısından başlayıp giderek artan ekonomik bunalım, Osmanlı toplum yaşamını önemli ölçüde etkilemiştir Bu dönemde dünyadaki fiyat artışları, ülke dışına yiyecek maddesi kaçırılmasına yol açmış, bu da Anadolu’da büyük bir yiyecek kıtlığına sebep olmuştur Bunun yanı sıra, ekonomik bunalım sonucu topraklarını bırakmak zorunda kalan halk “levend” adı altında soygunculuk yapmaya başlamıştır Isparta ve yöresi de bu olaylardan oldukça etkilenmiştir Bu dönemde suhteler (medrese öğrencileri) de gruplar halinde Anadolu’nun çeşitli yerlerinde dolaşarak olaylar çıkarmış, soygunlar yaparak birçok insanı öldürmüşlerdir 1559’da İstanbul’dan Hamid Sancağı Kadısına gönderilen bir fermanda, Isparta yöresinde dolaşan suhtelerin çıkardıkları olaylardan söz edilerek, bu kişilerin yakalanıp cezalandırılmaları için Mirza Bey adlı bir kişinin görevlendirildiği bildirilmektedir Hamid Sancağı bu dönemde Ege Bölgesi’nden sonra suhte ayaklanmalarının en çok görüldüğü yerdir O kadar ki, 1558’de Şehzade Bayezid ile sefere çıkan Hamid Sancak Beyi Mustafa Bey’e hemen sancaktaki görevine dönmesi bildirilmiştir Hamidili’ndeki suhte olayları 1572 sonrasında da aynı yoğunlukta sürmüştür 1573’te Hamid Sancağı’nda suhteler olay çıkarmış ve sancaktaki sipahiler bu kişilere yardım ederek yakalanmalarını önlemişlerdir Bu dönemde olayların yoğunlaşmasına karşın Kıbrıs’a gönderilen sancak beyi, bir yazısında bu durumdan yakınmaktadır Hamid Sancak Beyinin Kıbrıs’a gitmesinden sonra yerine vekil olarak bıraktığı Hamza Bey’in raporlarından öğrenildiğine göre, sancaktaki Beydili Köyü halkı Hüsam adlı bir suhteyi yakalayarak sancak beyine teslim etmiş ve bunun üzerine 200 kişilik bir grup köyü basmaya kalkışmışlarsa da sancak beyi ve sipahilerin çabaları karşısında başarısız kalmışlardır 1574 baharında Anadolu askerlerinin sefere çağrılması, yöredeki suhte olaylarının da artmasına neden olmuştur Isparta ve yöresindeki suhte olayları 1587’de daha da kanlı bir biçime bürünmüş, Hamid ve Teke sancaklarında zengin tımar ve zeamet sahiplerine saldırmaya başlamıştır Isparta’da Taşviran Köyü’nü basan suhteler burada 32 kişiyi öldürmüşlerdir Suhte ayaklanmalarının önlenememiş olması, aralarında Isparta’nın da bulunduğu birçok kent halkının hükümete karşı büyük güvensizlik duymasına yol açmıştır Ayaklanmaları önlemek amacıyla il erleri serdarlarına, hatta çavuş ve subaşı gibi kişilere yetki verilmesi suhtelerin daha fazla taşkınlık yapmalarından başka sonuç vermemiştir XVII yüzyılda Isparta yöresini etkileyen önemli bir olay da Haydaroğlu ayaklanmasıdır 1645’te, Isparta yöresinde ortaya çıkan Kara Haydar adında bir kişi soygunlar yaparak, yöreyi uzun süre tedirgin etmiş, daha sonra da yakalanarak öldürülmüştür Oğlu Mehmed, babasının öcünü almak için Haydaroğlu adıyla yörede soygunculuğa başlamış, yakalanması için de Eski Anadolu Valisi İbşir Paşa görevlendirilmiştir Gerek İbşir Paşa, gerek daha sonra görevlendirilen Küçükçavuş Ahmed Paşa, Haydaroğlu karşısında başarısız kalmışlardır Ahmed Paşa, Haydaroğlu’nun en güçlü yardımcısı olan Katırcıoğlu’nun adamlarınca öldürülmüş ve askerlerinden bir bölümü Haydaroğlu güçlerine katılmışlardır Bunun üzerine Haydaroğlu’nu yakalama görevi Ketencizade Mehmed Paşa’ya verilmiştir Haydaroğlu, Mehmed Paşa’yı öldürdükten sonra Afyonkarahisar üzerine yürüyerek kenti yağmalamış, sonra Isparta üzerine yürümüştür Bu dönemde Isparta Sancak Beyliği’ne Hacı Sinan Paşazade Mehmed Paşa atanmıştır Ama Mehmed Paşa kendi yerine mütesellimi Abaza Hasan Ağa’yı göndermiştir Haydaroğlu’nun kent yakınlarına geldiğini öğrenen halk, haber göndererek ne istenirse vermeye hazır olduklarını bildirdiler Bunun üzerine Haydaroğlu Isparta halkından 3000 kuruş vergi istedi Kent halkı istenilen parayı toplamak gerekçesi ile onu oyalarken, Abaza Hasan Ağa da savaşabilecek durumdaki kişilerden bir güç oluşturarak, Haydaroğlu’na saldırdı ve yakalayarak İstanbul’a gönderdi Haydaroğlu’nun İstanbul’da idam edilmesinden sonra en güçlü adamlarından ve Isparta yöresi Türkmenlerinden olan Katırcıoğlu, Haydaroğlu güçlerinin başına geçti Bir süre devlete karşı başkaldırışını sürdüren Katırcıoğlu, daha sonra isteği üzerine bağışlanarak kendisine Beyşehir Sancağı verildi Katırcıoğlu Karaman Valiliği ve Isparta Sancak Beyliği görevlerinde de bulunmuştur XIX yüzyıl başlarında Isparta bir veba salgını geçirmiştir Bu salgın sonunda 200-300 kişi hayatını kaybetmiştir Aynı dönemde ilk kız rüştiyesi, ”İnas Rüştiyesi” adı altında açılmıştır Bu yüzyıl boyunca Isparta Sancağı, oldukça sakin bir dönem geçirdi Osmanlı Devletinin son yıllarında Isparta’nın başlıca ekonomik etkinliği gül yağcılığı, halıcılık ve haşhaş üretimiydi Isparta’nın ihracatı da bu ürünlere dayalıydı 1908’de İzmir’de kurulan “The Oriental Carpet Manufactures Limited” adlı şirket halı üretiminde Uşak’tan sonra en büyük ağırlığı Isparta’ya vermiş, burada 2160 tezgahlık bir imalathane kurmuştur Yapılan araştırmalar sonucu Göller Bölgesi’nin Türkiye’nin ikinci derece deprem sahası içinde yer aldığı ortaya konmuştur Dolayısıyla, Isparta’nın da merkezinde olduğu bu bölgede tarihi süreç içerisinde şiddetli depremler meydana gelmiştir Bilinen en önemlileri, 1875’te Dinar, 1899’da Isparta ve 1914’teki Burdur-Isparta en şiddetli depremlerdir 3/4 Ekim 1914 gece yarısı, Alaşehir, Denizli, Burdur, Isparta, Eğirdir, Seydişehir ve Akşehir’i kapsayan ve geniş bir alanı etkileyen 71 şiddetinde bir deprem meydana gelmiştir Deprem, en kuvvetli bir şekilde Burdur-Eğirdir gölleri arasında hissedilmiş, özellikle Burdur ve Isparta ile bu iki şehir arasında kalan köylerde büyük zarara yol açmıştır Arşiv vesikalarına göre sarsıntılar yer yer en az altı gün sürmüştür Bu deprem, Isparta sancağında büyük yıkımlara sebep olmuştur Isparta’da 3700 binanın tamamen yıkıldığı, ayakta kalanların ise oturulacak durumda olmadığı tespit edilmiştir Bu arada şehir merkezinde çıkan yangında, Pamuk Hanı, Kundakçıoğlu Hanı, 15 dükkan ve iki ev yanıp kül olmuştur Depremin gece meydana gelmesi, ölü sayısının artmasına sebep olmuştur Isparta şehir merkezi ve köylerinde enkaz altında kalarak ölenlerin sayısı 1500, yaralananların sayısı ise 500 olarak tespit edilmiştir Yaklaşık 20000 kişi bir anda sokak ortasında kalmıştır Deprem ayrıca, Keçiborlu Nahiyesi ile Kılıç, Senir, Çukur, Ali, Lağus (İlavus) Deregümü köylerinde büyük tahribat yapmıştır Birinci Dünya Savaşı yıllarında Ispartalılar bir taraftan depremde yıkılan evleri ve kayıplarının telafisi ile uğraşırken diğer yandan da memleket genelinde olduğu gibi savaşın açtığı zarar, yokluklar, hastalıklar ve benzeri sıkıntılarla uğraşmak zorunda kalmıştır 4 Milli Mücadele Dönemi: Birinci Dünya Savaşı’nın Osmanlı Devleti ve müttefiklerinin aleyhine sona ermesinin ardından, 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Antlaşması’nın 7 Maddesi doğrultusunda, galip ülkeler, daha önce kendi aralarında yaptıkları gizli antlaşmalara göre çeşitli bölgeleri işgal etmeye başladılar Bu işgallere karşı da bütün Anadolu’da tepki hareketleri ortaya çıkmaya başladı İşte Türk milletinin varlığını ve istiklalini korumak için bütün imkanlarını sonuna kadar seferber ettiği olağanüstü bu döneme Milli Mücadele Dönemi denilmektedir Anadolu’nun hemen hemen her yerinde millî teşkilatların kurulduğu, düşmana karşı topyekün bir ayaklanmanın millî bir galeyanın oluştuğu bu dönemde, millî mücadele ruhunun filizlenip, başarıya ulaşmasında Isparta’nın da olağanüstü hizmet ve katkıları olmuştur a) Düşman İşgallerine Karşı Isparta’dan İlk Tepkiler: Yunanlıların İzmir’e ayak bastığı duyulur duyulmaz, Anadolu’nun diğer yerlerinde olduğu gibi Isparta ve kazalarında da olağanüstü bir heyecan oluşmuş, halt galeyana gelmiştir İzmir’in işgalinin ilk günü 15 Mayıs’ta bütün Yalvaçlılar İstanbul’da Sadrazamlığa işgali kınayan protesto telgrafları gönderdiler Bu telgrafta; “Biz namusumuz ile yaşayacağız, namusumuz ile öleceğiz Türk milleti zilletle yaşayamaz Bu kadar hakir bir millete katlanarak yaşamak isteyen bir Türk ve Müslüman düşünülemez Biz daha ölmedik Büyük hakanımıza şanlı tarihimizin son kurbanı olacağız Gayret borcumuz, ya İzmir ya ölümdür Vatan için ölmeye âmâdeyiz” deniyordu Yine aynı gün Keçiborlu, Uluborlu ve Şarkikaraağaç işgallere tepki göstermiştir İlçelerde bu gelişmeler meydana gelirken, Isparta’da millî mücadelenin öncülerinden olan Hafız İbrahim (Demiralay), memleketi olan Gelendost’un Afşar nahiyesine gelerek, evinde yörenin ileri gelenleriyle vatanın içinde bulunduğu durumu görüştü ve bu görüşmelerin sonucunda; “İzmir’in işgali meselesini İstanbul Hükümeti’nin siyaset masası değil, ancak Türk’ün kendi kuvvet ve silahı halledecektir” denilerek halk silahlı direnişe çağrıldı Yine Isparta’da millî mücadelenin önderlerinden olan ve o günlerde henüz 22 yaşında olan Akkaşzâde Süleyman Turgut da Gençler Yükselme Cemiyeti Başkanı olarak Hafız İbrahim’le birlikte bütün Ispartalıların hislerine tercüman olarak Isparta’da bir protesto mitingi yapılmasına önayak oldular 11 Haziran 1919’da Hükümet Konağı önündeki meydanda 15000 kişinin katıldığı büyük bir miting düzenlendi Mitingde alınan kararlar İtilaf Devletleri temsilcilerine ve Paris Barış Konferansına telgrafla bildirildi O günlerde İzmir’den gelen bazı Ispartalıların Yunanlıların yaptığı insanlık dışı mezalimi anlatmaları üzerine halk büsbütün galeyana gelmiştir Hafız İbrahim bu haberleri duyar duymaz Isparta halkını cihada davet etti Bu davet üzerine tüm ahali Isparta’da toplanmaya başladı İlk protesto mitinginin üzerinden daha 10 gün geçmeden 20 Haziran 1919 özellikle şehrin pazarı olması münasebetiyle Çarşamba günü Isparta’da ikinci bir miting yapıldı Yaklaşık 18000 kişinin katıldığı bu büyük mitingin öncekinden farkı silahlı bir toplantı ve gösteri olmasıdır Mitingin başlangıcından sonuna kadar, şehrin bütün camilerinin minarelerinden tekbirler getirildi, halk Allah için cihada davet edildi Oradakiler de bu davete yemin ederek söz verdiler Beyannâme: Ey Müslümanlar; sefil ve çıplak Yunanlılar’ın mülevves ayakları altında ezilen muazzez topraklarımızın hayat ve namusu perişan edilmiş zavallı dindaşlarımızın imdadına koşmak zâtiyyen her ihtimale karşı Isparta’mızı da muhafaza ve müdafaa etmek üzere, Allah’ını, Peygamberini, dinini, vatanını bi-hakkın seven Müslümanlara hayatını, servetini fî-sebilillah feda etmek farz-ı ayın olmuştur Yoksa, kavm-i benî İsrail'e mahsus olan zillet ve meskenet ile namus-ı vatan muhafaza edilemez Ecdadımız hayatlarını istihkâr ederek parlak kılınçlarıyla kainata yön aldırmışlardır Biz onların evladı değilmiyiz? Eski Yunan muharebesinde Dömeke kalesini 6 günde süngülerine itaat ettiren Isparta gazileri değil midir? Çanakkale’de Anafartalar’da aslanlar gibi çarpışarak düşmanın kızgın ateşlerine göğüs geren ve milletinin sebe-i ihtiramında namını şerefle yâd ettiren 36 Alayın efradı kimlerdir Evet! Isparta kahramanlarıdır ve kökünde Isparta namına camii havlisinde vaktihâne önünde cihâd sancağı altında toplanacak olan mücahitlerimizin büyük bir fedakarlıkla namus-ı vatanı müdafaa ve İzmir vilayetimizi istirdât edeceklerine şüphe etmem Esasen vatanım uğruna hayatımı fedaya hazır olduğumu huzurunuzda yemin ile beyan ettim Siz de kabul ettiniz Başınızda olduğum halde Cenab-ı Hak’a ahdimi din ve vatana karşı vazifemi hâlisâne ifa etmek istiyorum Buradaki ailenizin maişetini temin, harçlığınız, silahınız, ihzâr edilmiştir Memleketimizin eşraf, mu'teberânı her veçhile fedâkarlık ediyorlar Artık eli silah tutanları vazife-i vataniyeye davet ediyorum Nusret-i İlahiye bizimledir (Vecahidû fillâh) ilh 21 Haziran 1335 Isparta Mili Müdafaa-i Vataniye Heyeti nâmına Tahir Paşazâde İbrahim Yunan işgallerine karşı müteyakkız olan Isparta halkı, aynı hassasiyeti İtalyan işgallerine de gösterdi 1919 Ağustosun ortalarında İtalyan işgallerini protesto etmek için Isparta’da yaklaşık 8000 kişinin katıldığı bir miting yapıldı Mitingde alınan kararlar şiddetli bir dille İtalyanlara bildirildi Bunun üzerine Burdur’daki İtalyan süvari bölüğü geri dönmeye mecbur oldu b) Isparta’da Millî Teşkilatlanma ve Isparta Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti: Mondros Mütarekesinden sonra Anadolu’nun diğer yerlerinde olduğu gibi Isparta’da da cemiyetler kuruldu Bunların başında Cemiyet-i İlmiye ve Gençler Yükselme Cemiyeti geliyordu Isparta’da milli hislerin uyanması, bilinçlenmesinde ve kamuoyunun oluşmasında bu cemiyetlerin büyük rolü oldu Bu cemiyetler düşmana karşı mücadele gündeme gelince Isparta Millî Müdafaa-i Vataniye Heyeti adı altında faaliyet göstermeye başladı Bu arada İstanbul Hükümeti’ne sadık bazı mülkî idarecilerin milli yapılanmaya karşı olumsuz davranışları da oluyordu Bütün olumsuz gelişmelere rağmen Heyet-i Temsiliye’nin aldığı olumlu tedbirler neticesinde 21 Eylül 1919’da Isparta Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti resmen kuruldu Aynı günlerde Isparta mutasarrıflığı İstanbul Hükümeti ile bağlantısını keserek, Heyet-i Temsiliye’ye bağlandı Bu bağlılık ve Isparta’daki milli teşkilat ve alt birimleri 27 Eylül 1919’da bir telgrafla Sivas’ta bulunan Mustafa Kemal’e bir rapor halinde bildirildi Mustafa Kemal Paşa da bir gün sonra gönderdiği cevapla Isparta Müdafaa-i Hukuk Cemiyetini bu faaliyetlerinden dolayı taltif ederek başarılar diliyordu Artık Ekim 1919’dan itibaren Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Isparta’da tek otorite olarak her türlü sosyal ve siyasi olayları kontrolü altına aldı İlk aşamada batı cephesinde Yunanlılara karşı mücadele eden milis kuvvetlerimize, ardından da daha sonra bölgeye gönderilen düzenli birliklere maddi, manevi ve insan gücü olarak yardımlarda bulundu Isparta ve havalisinden toplanıp, cepheye gönderilen mücahitler cephede canla başla mücadelelerine devam ederken Hafız İbrahim, Mustafa Kemal Paşa’nın izniyle Fevzi Paşa’nın da isteği üzerine yeni bir kuvvet oluşturup, cepheye sevk etmek üzere görevlendirildi 1920 yılı Ağustos ayı başlarında Ankara’dan Isparta’ya gelen Hafız İbrahim hemen hazırlıklara başladı ve üç gün içinde 100 süvari ve 200 piyadeden oluşan gönüllü teşkilatı meydana getirdi Bu kuvvete “Demiralay” adı verildi Aynı zamanda Demiralay’ın komutanlığını da üzerine alan Hafız İbrahim birliklerinin başında derhal cepheye hareket etti Cepheye hareket ederken TBMM’ne bir telgrafla bilgi verirken şu ifadeleri kullanıyordu: “Cenâb-ı kâdir mukaddes gayemize bizi vasıl edinceye kadar silahlarımızı düşman sinesinden ayırmayacağımıza yemin ve alayın bayrağı altında ruhumuzu teslim etmeye imanımızla karar verdik” Mustafa Kemal Paşa da Büyük Millet Meclisi adına gönderdiği cevabi yazıda vatanın korunması konusunda gösterdiği hassasiyet ve fedakarlığından dolayı Isparta sancağına teşekkür etti Demiralay, cepheye ulaştıktan sonra Sarayköy, Buldan-Güney-Çal cephelerinde düşmana karşı mücadelesinde olağanüstü başarılar göstererek destanlar yazdı Bu yüzden Batı cephesindeki başarılar içerisinde Demiralay’ın ayrı bir yeri vardır Başarılarından dolayı TBMM ve Batı cephesi komutanlığının sürekli olarak takdirini toplamıştır Demiralay, 2 Aralık 1920’de düzenli ordu içine alınmış ve 39 Piyade Alayı adıyla sonuna kadar millî mücadelede yer almıştır Millî mücadelenin en şiddetli dönemlerinde Isparta, asker göndermenin yanı sıra cephenin yiyecek ve giyecek ihtiyacının hemen hemen tamamını karşılıyor, yiyeceklerin bir kısmını çoğu zaman halktan toplanan ayni yardımlarla sağlanıyordu Düşman zulmünden kaçan Aydın muhacirlerine, hatta Maraş cephesine, nerede ihtiyaç varsa oraya yapabildiği kadar maddi yardımlar yapmıştır Cephe gerisi hizmetleri içerisinde yaralı askerlerin bakımı ve tedavisi de vardı Etrafındaki cepheye yakın illerin hemen hepsinin düşman işgalinde veya işgal tehdidinde bulunması sebebiyle cephe gerisi, lojistik hizmetler bakımından Isparta’yı daha da ön plana çıkarmıştır Bu maksatla oluşturulan hastane hizmetleri bugünkü, bölgenin önemli ve tek asker hastanesinin de temelinin atılmasında önayak olmuştur ATATÜRK ISPARTA’DA Isparta, Atatürk’ün Anadolu’da başlattığı Millî Mücadele’ye canıyla-malıyla tam destek vermiş, tüm Ispartalılar Kuvay-i Milliye ile bütünleşmiştir Milli Mücadeleye Mustafa Kemal Paşa’nın safında giren Isparta, ilçeleriyle birlikte, 871 şehit, binlerce yaralı vermiş ve Büyük Zafer’i içtenlikle kutlayarak, Cumhuriyet’e aydınlık kucağını açmıştır Atatürk, zaman zaman kendisini ziyarete gelen Isparta heyetine: “Sevgili Ispartalılara selamlarımı götürünüz Bir fırsatını bularak şehrinize geleceğim, çorbanızı içeceğim” demekteydi Kendisini Antalyalılar da bekliyordu Atatürk İzmir’den yola çıkarak, 5 Mart 1930 günü, yanında Prof Dr Afet (İnan), İçişleri Bakanı Şükrü (Kaya), Ordu Müfettişi Fahreddin (Altay) Paşa Emniyet Genel Müdürü Şükrü (Sökmensüer), Prof Dr İsmail Hakkı (Uzunçarşılı) ve yaverleri olduğu halde Denizli’ye, 6 Mart 1930 sabahı da Eğirdir’e ulaşmıştır Burada Isparta Valisi Ekrem Bey, Isparta Milletvekilleri Hafız İbrahim Demiralay ve Belediye Başkanı Mustafa Hilmi Çakmakçı ile görüşmüştür Atatürk, Eğirdir Gölü’nü ve Can Ada’yı çok beğenmiştir Bunun karşısında daha sonra Can Ada’nın tapusu Belediye Meclis kararıyla Atatürk’e verilmiştir Atatürk, 6 Mart 1930 günü Kuleönü’den Isparta’ya yolculuk yapmış ve saat 1100 sularında Isparta’ya gelmiştir Burada büyük ve coşkulu bir şekilde karşılanmıştır Bugünkü Atatürk Bulvarı üzerinden yürüyerek doğruca Tümen Komutanlığı’na gelen Atatürk, buradan Valiliği ziyaret ederek, çeşitli heyetleri kabul etmiş ve dertlerini dinlemiştirHeyetlerin dilekleri arasında, Isparta’nın İzmir, Denizli, Afyon demiryolu şebekesine bir an önce bağlanması sık sık dile getiriliyordu Atatürk, daha önce söz verdiği gibi, o gün öğle yemeğini Ispartalılarla birlikte yiyerek, Isparta’nın sorunlarını dinlemeye devam etmiştir Yemekten sonra Atatürk, saat 1300’te Burdur’a gitmek üzere Isparta’dan ayrılmıştır 6 Mart 1930 günü, Isparta’nın mutlu günlerinden birisi olması nedeniyle her yıl 6 Mart günü Atatürk’ün Isparta’ya gelişini anmak üzere kutlamalar yapılmaktadır |
İsparta Gelenek Ve Görenekleri |
08-02-2012 | #4 |
Prof. Dr. Sinsi
|
İsparta Gelenek Ve GörenekleriÖRF ADET GELENEK GÖRENEKLER Isparta ve Uluborlu'da yapılan "Kiraz bayramları", yine Isparta'da ki "Halı ve Gül Festivali" resmi hüviyete bürünen geleneklerdir Isparta'daki Kiraz Bayramı, kiraz, ceviz ve kestane ağaçlarının içinde bir yaylayı andıran Dere ve Yenice Mahallesinde kutlanır Haziran ayının ikinci pazarı başlar, üç hafta süre ile her pazar yapılır Mahalle sakinleri, yakın akraba ve dostlarını davet eder Akşama kadar kiraz bahçelerinde süren eğlenceler, oyunlar, sokaklarda akın akın gelen giden gruplar bölgeyi hareketlendirir Ayrıca bu gezintiler ve eğlenceler kız beğenmede etkin bir rol oynar Ispartalı, dini, örf ve adetlerine çok bağlıdır Bilhassa üç ayların girişiyle normal yaşayışının da değiştiği görülür Hayır, hasânet işleri artar Mübarek günlerde topluca mahalle camiini, minareyi, cami meydanlarını "Tırtıl" adı verilen renkli kağıtlarla süslerler Bunların bir başka mahallenin gençleri tarafından çalınmaması için, yaşlısı, genci nöbet tutar Bir saldırı anında, topyekün müdafaaya geçilir Rivayet olunur ki, geçmiş yıllarda böylesine bir müdafaa anında cinayet bile işlenmiştir Çünkü tırtılın muhafazası, mahallenin namusunun muhafazası ile eşdeğerde tutulur Esnaf arasında, "Ahi Evran Geleneği"nin halâ sürdürülmekte olduğu nâdir illerimizden birisi de Isparta'dır Aynı zanaat ve ticaret erbabı, dün ARASTA'larda toplanırdı; bugün ise SİTE'lerde toplanmaktadır Dünkü AYAKKABICILAR ARASTASI, bugün AYAKKABICILAR SİTESİ; dünkü TUHAFİYELER ARASTASI, bugün TUHAFİYECİLER SİTESİ olarak ad değiştirmektedir Eski örf ve adetler, bugün varlığını ARASTA'larda sürdürmektedir Dükkanı kilitlemeyip, kapıya bir sandalye koyup gitme gibi Kandillerde (Regaip, Miraç, Mevlid) ARASTA'yı "tırtırlar"la süsleme ve pişi, pide, helva yâni "ISCAK DAĞITMA" gibi Atabey'de, Ramazan Bayramlarında, her mahallenin zenginlerinden bir veya birkaç kişi "Okucu" adı verilen davetçiler çıkararak mahalledeki erkekleri yemeğe davet eder Bayram namazı kılındıktan sonra, topluca mezarlığa gidilerek geçmişlerin ruhuna fatihalar okunur Sonra yine topluca "Bayram Yemeği" için davet edildikleri eve giderek yemeklerini yerler Isparta ve çevresinde doğum ve çocuk görme, diş çıkarma ve ölüm âdetleri aşağı yukarı benzerlik gösterirÇocuk doğunca hısım akraba o eve çocuk görmeye giderler Bunun zamanı belli değildir Çocuk görme 3 günlükten 7 ay'a kadar yapılır 8 aylıktan sonra çocuğu görmeye giden olmaz Yakın akrabalar aralarında kararlaştırıp çocuk görmeye giderler Hazırladıkları hediyeleri, öğle yemeğinden sonra alıp çocuk evine gidilir Hediyeler uygun bir şekilde verilir Çocuk bir, birbuçuk yaşına geldiği ve diş çıkarmaya başladığı zaman dişin zahmet vermeden çıkması için "Gölle" adı verilen nohutlu-buğday haşlaması ile çeşitli yemişler, akraba, dostlar ve yakın komşular huzurunda çocuğun başından dökülür Huzurundakiler bu gölleyi ceviz, badem, fıstık ve diğer yemişlerle beraber yiyip sohbet ederler Aileden bir kişi ölünce dini vecibeler yerine getirilir Şayet ölenin yakınları uzakta iseler ölü gömülmez, bekletilir Bütün aile yakınları ve akrabaları tarafından "katmer" edilir Başsağlığına gelenlere ikram edilir Ölüm gününü takip eden bir hafta veya on gün çeşitli yemeklerle birlikte akşam yemeğini yemeğe gelirler Getirdikleri yemeklerini onlarla birlikte yerler ve ailenin acısını paylaşırlar Onları yalnız bırakmazlar Ölenin 7 günü pişi (bir çeşit hamur işi) yapılır, dağıtılır 52 günü de yemek verilir ve Mevlid-i Şerif okutulur Diğer geleneklerin bir kısmını şu şekilde sıralayabiliriz: Cuma günü mübarek olduğu için işe gidilmez Salı günü yeni bir işe başlanmaz Başlanan iş "sallanır", sonu gelmezmiş Hamile olan kadına noksan vücutlu çocuk gösterilmez, gösterilirse onun çocuğunun da noksan olacağına inanılır Geceleyin evin üzerinde ve yakınında baykuş öterse, o evden yakında bir ölü çıkacağına işaret sayılır Küçük çocuklar geceleyin aynaya bakıtılırsa bahtının kapanacağına inanılır Gece sakız çiğnenirse, ölü eti çiğnendiğine hükmedilir Yalvaç'ta ve pazar kurulan bazı yerlerde "Pazar Duası" yapılmadan hiç kimse alışveriş yapmaz İmam Efendi tarafından yapılan dua belediye hoparlörü vasıtasıyla duyurulur ve alışveriş başlar Pazar duası metnini aşağıya alıyoruz: "Hamdü sena âlemlerin Rabbi olan yüce Allah'a, salâtü selâm Hz Muhammed aleyhisselâm efrad ve ailesine, ashab ve ümmetine ve büyük milletimize olsun Bize bizden daha yakın olan yüce Rabbimiz İşlerimizi kolaylaştır, rızkımızı bollaştır, haramdan uzaklaştır, helâline yaklaştır, bizi hoşnutluğuna ulaştır Her türlü zorluktan, varlık içinde darlıktan, kibir ile mağrurluktan, aldanmak ve aldatmaktan, sonunda pişmanlıktan sen bizleri koru yüce Rabbimiz Biz yalnız sana kulluk eder, her türlü yardımı da senden isteriz Elimizi boş çevirme, bizleri doğru yoluna ilet Azıp sapmışlardan ya da gazabına uğramış olanlardan eyleme bizleri yüce Rabbimiz Alışverişlerimizi hareketli, ticaret ve kazançlarımızı bereketli, sıhhat ve afiyetimizi devamlı, tuttuğumuz işlerimizde sabırlı, cesaretli ve metanetli, ahlâk ve faziletli, sözümüz ve işlerimizde doğrulukta daim eyle yüce Rabbimiz İslâm ülkelerini ve güzel yurdumuzu, faziletli, asil milletimizi ve ordularımızı, bizi sana ulaştıran her şeyimizi; yerden ve gökten, dıştan ve içten gelebilecek bütün kötülüklerden ve musibetlerden, belâ ve afatlardan, işgal ve istilalardan, sevgililerinin hürmetine sen bizleri koru yüce Rabbimiz Amin Vel-hamdülillahi-Rabbil-alemin el fatiha" DÜĞÜNLER Türk sosyal yapısının en önemli kuruluşu olan ailenin, kuruluşu ve işlerliğinin sağlanması, üzerinde önemle durulan konulardan biri olmuştur İlimizde evlenmelerde özellikle yaş, sosyal ve ekonomik denklikler gözetilirdi Evlenmelerde kız anaları, gelinlik çağına yaklaşan kızına, hayatta eş olacak, yakışacak damadı beklerken, oğlan anaları da oğluna hayat arkadaşı olabilecek serpilmiş kızları araştırırlardı "Erken kalkan yol alır, erken evlenen döl alır" atalar sözüne uyarak ergenlik çağına giren kız ve erkekler küçük yaşta evlendirilirler Evlenmelerde erkeğin ve kızın fikrine bakılır Ailelerin görüşüne göre evlenmeler düşünülür ve rızalarıyla gerçekleştirildi "Kızı keyfine bırakırsan zurnacıya, oğlanı kendi haline bırakırsan bir yosmaya gönül verir" atalar sözünden hareket edilerek, ana ve babanın kararı haricinde hareket saygısızlık sayılırdı Evlenme yaşına gelen erkekler, düşüncelerini ya aracılar tarafından ailelerine bildirir, ya da babasının ayakkabısını hanaya çiviyle çakmak, gündüz lambayı yakmak, zamansız ezan okumak, kaşığı pilava saplamak gibi hareketlerle bu isteği ailesine ulaştırmak isterler Kız ve erkeğin seçiminde soy ve sülalenin araştırılmasına özen gösterilirdi "Anasına bak, kızını al, kenarına bak bezini al", "Kız anadan öğrenir bohça düzmeyi, oğul babadan görür sohbet gezmeyi" sözleri, bunun belirtisidir Yakın akraba evliliklerine bazan, süt kardeşlerin evliliklerine ise asla izin verilmezdi Bazı aileler geçimsizlik olur gerekçesiyle akraba evliliklerine rıza göstermezken, bazı aileler de mallarının dışa çıkmasını önlemek için akraba evliliğine "evet" derlerdi Tek kızı olan ailelerin bir bölümünde "iç güveyi" alma özelliği vardı Yaşı geçen kızların evlenmeleri ile ilgili "baht açma", "kızın bahtını satma" gibi inançlara başvurulurdu GÖRÜCÜLÜĞE GİTME KIZ SEÇİMİ: Oğlan anasının çevrede yaptığı araştırmaları, akraba ve tanıdıkların tavsiyeleri, evlenme çağına gelmiş oğlanın ağzının yoklanması sonucu yapılan araştırmalarla tesbit edilen kızların evine görücüler, kendi aralarında kararlaştırılan bir günde, haber vermeden giderlerdi Hiç görmedikleri bu yabancı konukların ziyaret sebeplerini anlayan ev sahibi, konuklarına gereken saygıyı gösterirse de, kızlarını birdenbire verecek izlenimini yaratacak davranışlardan kaçınırlardı Bu nedenle konukların başörtüleri alınmaz, onlara kahve ikram edilmezdi Görücülerin her biri, kızın özelliklerini anlamak için, evin düzeni, temizliği, el becerilerini gözden geçirirler, kızı yakından görebilmek için su vb ihtiyaçlarını isterlerdi Eve dönen görücüler, görebildiklerini ortaya atar ve kızı ile ailesi hakkında olumlu ya da olumsuz bir karara varılırdı Sonuç baba ve en yakın akrabalarla görüşüldükten sonra bir aracı ile oğlana söylenirdi Kız oğlana gösterildikten sonra kesin sonuca varılırdı Bu süre zarfında kız evi de, oğlan hakkında gizli araştırmalarını yapardı KIZ İSTEME: Kızın seçiminden sonra sıra kız isteme işine gelirdi Kız isteme işi hem kadınlar, hem erkekler tarafından yapılır, önce oğlan tarafının yakın akrabalarından bir grup, istemek için tekrar kız evine giderlerdi Kısa bir sohbetten sonra önceleri "Sizin tutmaç keseni, bizim kalem tutana uygun ve münasip gördük", daha sonraları ise "Allah'ın emri, Peygamber'in kavliyle kızınızı, oğlumuza münasip bulduk Siz ne dersiniz?" denilerek kız istenilir ve oğlanın hüner ve meziyetleri sıralanırdı Kız evi ise "İyi geldiniz, hoş geldiniz ama kızımız küçük, borçluyuz, evimiz pek yalnız, çocuk da giderse elimiz ayağımız kuruyup kalacak" cevabını verirlerdi Kızı isteyen taraf da, "Biz sizi sıkmayız Hepsinin kolayı bulunur Kızın yeri iyidir Kaçırmayınız" gibi gönül alıcı sözler sarfederlerdi Eğer kız tarafı verimkâr ise "Allah nasip etmiş ise ne diyelim!" ya da "Bir kaç gün sonra cevap verelim" derlerdi Oğlan evi, kızın verilip verilmeyeceğini kendilerine yapılan ikramdan, ayakkabılarının çevrilmesinden, uğurlanmalarından anlamaya çalışırlardı Kız evi olumsuz cevap vermek istiyorsa, kızlarının henüz gelinlik çağına gelmediğini, başka bir tarafa sözü olduğunu, henüz düğün edemeyeceklerini ileri sürerek hatır kırmamaya çalışırlardı Oğlan evinin, kız evine ikinci ve üçüncü gidişlerinden sonra "Birliğimiz tamdır Bir kere de babasından istenilmesi muvafık olur" denilerek kesin cevap erkeklere bırakılırdı Daha sonra da erkekler bir yerde toplanarak isteme işi tamamlanırdı Söz kesimini nişan izlerdi Söz kesilmede bunun belirtisi olan küçük hediyeler verilirdiSözgelimi, "mendil alma" gibi NİŞAN TÖRENİ: Oğlan evinin uygun bulduğu bir günde nişan töreni yapılacağı önceden kız evine bildirilirdi O gün kız evinde misafirlere yemek verilir, masrafları oğlan evi tarafından karşılanırdı Oğlan evinin sosyal ve ekonomik durumuna göre takılması gereken takılar gönderilirdi O gün öğleden önce misafirler kız evinde toplanır, kızın arkadaşları özel olarak çağrılırdı Kız ve oğlan evinin misafirleri, ayrı odalarda bulunurdu Kızın yürüyeceği yerlere kıymetli kumaşlar serilir ve bir top kumaş kızın başına örtülürdü Oğlanın en yakın yenge ve ablası, gelinin kolundan tutarak oğlan evinin bulunduğu odaya götürür, kocası ölmemiş ve başı bozulmadık bir kadın tarafından yüzüğü sağ eline; daha sonra da önce sağ, sonra sol kulağına küpesi takılırdı Bunu altın, elmas gibi takılar izlerdi Gelinin nişandan sonra önce oğlan evinin büyüklerinden başlanarak el öpülür, daha sonra akrabalarının takıları takılırdı Bunu şerbet içme töreni ve eğlentiler izlerdi Bu eğlentiler yemekle son bulurdu SİNİ HEDİYESİ: Nişandan bir kaç gün sonra, kız evinden oğlan evine "sini hediyesi" gönderilirdi Sinide güvey için hazırlanan iç giysi, yakınları için de küçük armağanlar bulunurdu Nişanla düğün arasında kızın çeyiz hazırlamasına yetecek bir süre bırakılırdı Bu sürenin uzamamasına özen gösterilirdi Çeyiz; gelin ve güveyin iç çamaşırları, kimi dış giysileri, güveyin yakınlarına verilecek armağanlar ve gelinin yatak odası takımlarından oluşurdu Oda takımına yörede "düzen" denilirdi Çeyiz hazırlığına çocuk küçükken başlanırdı Ancak, son yıllarda el işlemeleri dışındaki eşya çarşıdan alınmaktadır Düğünden bir hafta on gün önce "elbise kesimi" yapılırdı Seçimi kız yanı yapar, giderleri oğlan yanı karşılardı Bu hazırlıklardan sonra "okucu" (okuyucu) çıkarılarak düğün günü duyurulurdu Konuklar çağrılırdı Okucu çıkan kişi, tatlılık getirmesi, uğurlu olması için ilk karşılaştıklarına katmer, helva ve pide verirdi Erkek okucularsa, bir top kumaş ve şekerle çağrıya çıkardı Çağrılıların pazar günü yük yığmaya, pazartesi tel hamamına, çarşamba gelin hamamına ve kınaya, perşembe gelin çıkarmaya ya da karşılamaya beklendikleri duyurulurdu Uğursuz olacağı inancıyla salı boş bırakılırdı Yük Yığma: Oğlan evinin aldığı sandık, yaygı, giysi, takı gibi armağanlar, pazar günü davetlilere sergilenirdi Bunlardan geline ilişkin olanlar akşam gelin sandığına, öbürleri de başka sandıklara konarak kız evine gönderilirdi "Yük yığma" denilen bu sandıkları getirenlere kız evinin büyükleri çeşitli armağanlar verirdi Tel Hamamı: Oğlan evi pazartesi sabahı, yakındaki hamamlardan birini kiralardı Konuklar kapıda karşılanır, gelenlere uygun yerler gösterilir, sabun ve kına verilirdi Gelin gelince def ve dümbeleklerle yıkanma yerine geçilirdi Gelin yıkandıktan sonra saçı örülür, zülüf kesilirdi Pide, meyve, çerez sunulur ve konuklara akşam kınaya beklendikleri bildirilirdi Kına gecesi Yalvaç yöresinde "gelin okşama" diye adlandırılırdı (Anadolu'daki gelin ağlatma karşılığı) Kına yakılmasından sonra "çekici" denen kadın gelinin yakınlarından birini kaldırarak oyunu açardı Gelin ve güvey anaları, oynayanlara bahşiş verirdi Gelin Hamamı: Çarşamba günü öğleden akşama kadar sürerdi İki tarafın konukları katılırdı Kimi yerlerde kına gecesi, gelin hamamının yapıldığı akşam düzenlenir ve kına helvası hazırlanırdı Ancak, gelinin kınası, konuklar dağıldıktan sonra yakılırdı Bu sırada yalnız çok yakın akrabalar gelinin yanında bulunur, el ve ayaklarına kına yakarlardı Kimi yörelerde de evlendiğinin anlaşılması için güveyin avuç içine de kına yakılırdı Oğlan evinde düzenlenen kına gecesi yörede "şamalı gecesi" diye adlandırılırdı Uluborlu yöresinde gelin hamamına "saç çözme hamamı", kına gecesine "kına basma" denirdi Gelin Çıkarma: Oğlan evinin büyükleri önde, öbür davetliler arkada olmak üzere (kimi yörelerde güveyi de yanlarına alarak) perşembe sabahı kız evine gidilirdi Arkadaşları düğün alayı gelinceye kadar gelini hazırlar, çeşitli eğlencelerle (gelin okşama) üzüntüsünü gidermeye çalışır, kimi yörelerde de güveyin arkadaşları perşembe sabahı "güvey hamamı" düzenler, ondan sonra gelin çıkarmaya gidilirdi Kız evine gelindiğinde "cezayir" denen hava çalınırdı Gelin ata -günümüzde gelin arabasına- bindirilip oğlan evine gelindiğinde de karşılama töreni ve eğlenceleri yapılırdı Gelin önde, güvey arkada eve girilir, güvey bir süre sonra konukların yanına çıkardı Kadınlarsa gelinin yanına gider, eğlencelerini sürdürürlerdi Gelinin duvağı gerdeğe kadar açılmazdı Gelin Ertesi: Gerdekten sonraki 3 gün yörede "gelin ertesi" diye adlandırılır Dost ve akrabalar gelini ziyaret eder, kutlarlar Gelin bu süre içinde konukları gelinliği içinde karşılar, gelenlerin elini öper, onlara şeker ve şerbet sunar Köylerde ve kasabalarda kimi değişimlerle varlığını sürdüren bu gelenekler, merkezlerde büyük ölçüde bırakılmıştır Çağrılar "okucu" yerine davetiyelerle yapılmakta, nişan ve düğün törenleri salonlarda düzenlenmektedir Varlığını koruyan geleneklerden kına gecesi ve samaha hemen her yerde rastlanırken, hamam törenleri çok dar bir çevrede sürdürülmektedir SÜNNET DÜĞÜNLERİ: Hali vakti yerinde olanlar, erkek çocukları için sünnet düğünü yaparlar Ekonomik gücü olmayanların çocukları da ya yardım kurumları tarafından, ya da ekonomik gücü yerinde olanların çocuklarıyla sünnet ettirilir Sünnet genellikle iki ile oniki yaş arasında yapılır, düğün öncesinde, oku dağıtılır ve sünnetle ilgili hazırlıklar sürdürülür Düğün genellikle iki gün olarak düşünülür Ancak bu konuda şehir merkezi ile ilçeler arasında farklılıklar vardır Şehirde ilk gün sünnet olacak çocuk ya da çocuklar çalgı ile gezdirildikten sonra dini bir törenle sünnet ettirilir Akşam sünnet olan çocuğun acısını unutturacak çeşitli eğlenceler düzenlenir İkinci gün genellikle 830 -1300 arası erkeklere, 1300'den sonra da kadınlara yemek dökülür Yemekler Kabune, Helva, Fasulye ya da bütün et şeklinde yapılır Zaman zaman helvanın yerini zerde alır İlçelerde uygulama bundan farklıdır Düğün bir gün olarak düşünülür Önce genellikle çorbayla başlayan ve yörelere göre değişen yemek verilir Daha sonra yemeğin verildiği gün yemeğin bitiminden sonra, çocuklar gezdirilerek sünnet edilir EĞLENCE OYUNLARI: Eskiden, yediden yetmişe hemen hemen her yaşta oynanan çeşitli oyunlar vardı Çocuklar, gençler, kızlar, kadınlar ve hatta yaşlıca insanlar, kendilerine göre oyunlar oynarlardı Bunlar; Met, Enik, Hotak, Kalem, Kazık, Top, Kazıklı, Tura, Yüzük Saklama, Boğça Testi Tutması, Esnaf, Dilsiz, Çatal-Matal, Kaç-Kaç, Çatal, Taş Atması, Değnek, Ebe Beni Kurda Verme, Uzun Urgan, Ellem-Bellem, Handadır Handa, Hey Alaylar Alaylar, Gelin Almaca, Kaykuz-Kuysuz, Çıngıl-Çıngıl, Ben Geldim ve Aç Kapıyı Bezirgânbaşı gibi oyunlardı YÖRESEL YEMEKLER: Yemekler, baca denilen ker***ten yapılmış "küre ocağı" üstünde pişirilir Tandır, evin alt katında yer alır Isparta mutfağında ekmekler ev yapımıdır ve bu tandırda pişirilir Yemekler genellikle yer sofrasında yenir Kırsal kesimde aşlık, bulgur, erişte, tarhana yapımında imece usulü yaygındır Pekmez, reçel, salça yapımı ve etlik kesimi bağbozumu sonrasının temel uğraşlarındandır Top tarhana, kuzu kebabı, kabune, samsa tatlısı ünlü yemekleridir Temel yiyecekler Fasulye, "garnı gara" denilen börülce, patlıcan, biber, pekmez, üzüm şırası, tel helvası, ayran ve bulgurla yapılan çeşitli çorbalar, pilavlar Isparta mutfağının vazgeçilmez yiyecekleridir Keçi eti tüketimi yaygındır Isparta da ekmeğin, bezdirme, yufka, sade, peynirli pide, tahinli ekmek (nokul) ve haşhaşlı pide gibi türleri vardır Pekmezle yapılan kabak tatlısı, yörenin özgün tatlarındandır Kışa hazırlık Kışa hazırlanan yiyeceklerin önemli bir bölümünü turşular oluşturur Yöreye özgü, üzümden hazırlanan "hardaliye" bunların başında gelir Etlik için "besi" denilen hayvanlar alınır, 15-2 ay beslendikten sonra eylül ya da ekimde kesilir Bir bölümü tuzlandıktan sonra ipe dizilip kurutulur Buna "kakaç" denir Yaz aylarında özellikle pazar kurulan günlerde, peynirli pide tüketimi yaygındır Pide, dağdan getirilen buzla soğutulmuş üzüm şırası ya da yoğurttan yapılan akcakatığıyla birlikte yenir Yine yaz aylarında kiraz, üzüm, kavun, karpuz gibi meyvaların ve çömlek, bastırma kebabı gibi etli yiyeceklerin tüketimi yaygındır HALK OYUNLARI: Yörede halk oyunları genellikle düğün zamanlarında gençler kendi aralarında eğlenirken ve askere uğurlama törenlerinde oynandıkları görülür Bilinen halk oyunları genelde tek kadın ve erkek oyunları dizisinde oynanmaktadır Ancak zaman zaman halkalı dizili oynandığı da görülmektedir Bunun yanı sıra teke oyunlarının karşılamalı ve alacalı dizide oynandığı da olmaktadır Sütçüler ilçesinde oynanan kadın halk oyunlarına “Dut Dibi” adı verilmektedir Bu oyunlara Dut Dibi adının verilmesinde yörede dut ağaçlarının bol olması uygun mevsimlerde yapılan düğünlerdeki eğlentilerin dut ağaçları altında yapılmasından ve türkülerdeki müşterek ritmin “Dut Dibi Dut Dibi” hecelerindeki ritmi vermesinden kaynaklanmaktadır Isparta halk oyunları genellikle zeybek türündedir Isparta Merkez İlçe köyleri Uluborlu Yalvaç Gelendost Keçiborlu Atabey İlçeleri bu oyunların daha çok oynandığı yerlerdir Eğirdir ŞKaraağaç Ybademli ve Sütçüler'in dağlık yerleşim yerlerindeki oyunlar ise kıvrak hareketli ve kısa süreli olurlar Bu oyunlar ise Teke Oyunları özelliğinde olan oyunlardır Bu oyunlar genelde tek kadın ve erkek oyunları dizisinde oynanır Ancak zaman zaman halkalı dizili oyunlar da vardır Bununla birlikte yörede; İç Anadolu’ya komşu ilçelerde kaşıklı oyunlara rastlanır Yörede oynanan halk oyunlarının çeşitleri ve özellikleri şöyledir: 1- Zeybek oyunları: Ağır ve hafif(yürük) zeybekler 2- Teke oyunları 3- Samah Yörede oynanan başlıca halk oyunlarının adları şöyledir: A Yarim Oynasın da Oynasın Ağır Zeybek Ali Kavak Kesiyor Al Yazma Zeybeği Ardıçtandır Kuyuların Kovası Avşar Zeybeği Ay Doğar Ayan Meyan Aykırı Oyun Badılcanı Doğradım Bahçelerde Mor Beni Boğaz (Hada) Cezayir Çamdan Aldım Sakızı Çayıra Serdim Postu Doğru Oyun Düz Zeybek Eğri Oyun Emmiler Et Aldım Elim Yağlı Ferayi Zeybeği Gabardıç Gakgili Hatcem Haymanalı İlimonum Sulandı Jandarma Kabak Karamanlı Kesinti Zeybeği Kezban Yenge Gıcır Gıcır Koca Ceviz Korunun Düzü Köroğlu Merdiven Altında Tavuk Gıdaklar Osman Zeybeği Pembe Girebimin Oyası Sallama Sarı Zeybek Sepetçioğlu Serenler Siyah Makarada İpliğim Tavuk Gıdaklaması Yayla Yolları Yürüme Zambak Oyunu ISPARTA HALK OYUNLARI GİYİMLERİ A) Kadın Giysileri: Genellikle köylerde basmadan ya da ipekten yapılmış bir şalvar üç etek mintan ve kutmiden oluşan bir kıyafet giyilir Başta fes tepelikli olarak kullanılır Fes üzerine yörelere göre değişiklik gösteren beyaz oyalı kulak kenarından tutturulmuş sarı iri pullu yazmalar bağlanır Fesin uç kısmında bazı yörelerde "alınlık" denilen bir sıra altın bazı yörelerde de "vurgun" denilen gümüş gerdanlık biçimindeki takılar takılır Alınlık ya da vurgunun olmadığı hallerde fes üzerine altın veya gümüş paralar takılır Üste ipek çitariden yapılmış üzeri sim sırma işlemeli yandan yırtmaçlı üç etek giyilir Üç eteğin içinde genellikle al kumaştan yapılmış boyuna kadar kapalı mintan şeklinde "sıkma" denilen bir gömlek giyilir Üç etek üzerine kollu bol ve üzeri kumaşla sıkılan kutmi denilen kumaştan yapılmış üzeri sırmalı bele kadar inmeyen kebe (kısa yelek) giyilir Üç etek altında bol ayak bileklerini açık bırakan genellikle al rengin hakim olduğu uçkurlu şalvar giyilir Bele bazen tek taraflı üçgen sallama yapılarak şal kuşak bağlanır Bazen de gümüş kemer takılır Ayakta işlemeli yün çorap ve dolamalı çarık bulunur Zaman zaman da çarığın yerini mes alır Boyunlarda altın kollarda bilezikler görülür Üç eteğin önünde bir içlik bulunur B) Erkek Giysileri: Başta kırmızı bazı yörelerde ise beyaz renkli bir fes ya da takke bulunur Fesin üzerinde siyah rengin hakim olduğu "buldun" denilen bir poşu bağlanır Üstlerine kollu kol ağızları sırtı ve ön yüzü bol işlemeli cepken giyilir Cepkenler genellikle siyah ve koyu mavi renktedir "Menevrek" denilen kara koyun yününden yapılmış uçkurlu bir şalvar giyilir İçte "alaca"dan yapılmış önden ya da yandan düğmeli yakasız mintan vardır Bu mintan şalvarın ve kuşağın içine alınır Yün ya da pamuk kumaştan dokunmuş üzerinde koyu renkli yollar bulunan beyaz benekli kırmızı rengin hakim olduğu bir kuşak sıkıca bele sarılır İçte uzun paçalı don yün içlik vardır Ayağa yün çorap giyilir Zaman zaman çorabın rengi mor da olabilir Ayağa deriden dolamalı bir çarık giyilir NELERİ İLE ÜNLÜ: Kovada Gölü Milli Parkı, Isparta Gülü, El Dokuması Isparta Halıları, Eğirdir ve Gölcük Gölleri, Isparta Elması,Yazılı Kanyon Milli Parkı, Pınargözü Mağarası, Davraz Dağı Kayak Merkezi İL ADI NEREDEN GELİYOR: Bir ilkçağ kenti olan Baris, Bizans döneminde önemli bir dinsel merkezdi Bu dönemlerden günümüze belirgin kalıntıların ulaşmamasının nedeni depremlerin yol açtı ı yıkımlardırBir Türkmen Beyli i olan Hamidogullan döneminde bir süre bu beyli in merkezi olan kent Hamidâbad adıyla anıldı Hamidâbad, Osmanlı döneminde Hamideli ya da Hamid adı verilen sancagın merkeziydi 1919'da bir hafta kadar İtalyanlar'ın işgali altında kalankente, Cumhuriyet'in ilanından sonra yörenin tarihsel adından esinlenerek Isparta adı verildi |
İsparta Gelenek Ve Görenekleri |
08-02-2012 | #5 |
Prof. Dr. Sinsi
|
İsparta Gelenek Ve GörenekleriÖRF ADET GELENEK GÖRENEKLER Isparta ve Uluborlu'da yapılan "Kiraz bayramları", yine Isparta'da ki "Halı ve Gül Festivali" resmi hüviyete bürünen geleneklerdir Isparta'daki Kiraz Bayramı, kiraz, ceviz ve kestane ağaçlarının içinde bir yaylayı andıran Dere ve Yenice Mahallesinde kutlanır Haziran ayının ikinci pazarı başlar, üç hafta süre ile her pazar yapılır Mahalle sakinleri, yakın akraba ve dostlarını davet eder Akşama kadar kiraz bahçelerinde süren eğlenceler, oyunlar, sokaklarda akın akın gelen giden gruplar bölgeyi hareketlendirir Ayrıca bu gezintiler ve eğlenceler kız beğenmede etkin bir rol oynar Ispartalı, dini, örf ve adetlerine çok bağlıdır Bilhassa üç ayların girişiyle normal yaşayışının da değiştiği görülür Hayır, hasânet işleri artar Mübarek günlerde topluca mahalle camiini, minareyi, cami meydanlarını "Tırtıl" adı verilen renkli kağıtlarla süslerler Bunların bir başka mahallenin gençleri tarafından çalınmaması için, yaşlısı, genci nöbet tutar Bir saldırı anında, topyekün müdafaaya geçilir Rivayet olunur ki, geçmiş yıllarda böylesine bir müdafaa anında cinayet bile işlenmiştir Çünkü tırtılın muhafazası, mahallenin namusunun muhafazası ile eşdeğerde tutulur Esnaf arasında, "Ahi Evran Geleneği"nin halâ sürdürülmekte olduğu nâdir illerimizden birisi de Isparta'dır Aynı zanaat ve ticaret erbabı, dün ARASTA'larda toplanırdı; bugün ise SİTE'lerde toplanmaktadır Dünkü AYAKKABICILAR ARASTASI, bugün AYAKKABICILAR SİTESİ; dünkü TUHAFİYELER ARASTASI, bugün TUHAFİYECİLER SİTESİ olarak ad değiştirmektedir Eski örf ve adetler, bugün varlığını ARASTA'larda sürdürmektedir Dükkanı kilitlemeyip, kapıya bir sandalye koyup gitme gibi Kandillerde (Regaip, Miraç, Mevlid) ARASTA'yı "tırtırlar"la süsleme ve pişi, pide, helva yâni "ISCAK DAĞITMA" gibi Atabey'de, Ramazan Bayramlarında, her mahallenin zenginlerinden bir veya birkaç kişi "Okucu" adı verilen davetçiler çıkararak mahalledeki erkekleri yemeğe davet eder Bayram namazı kılındıktan sonra, topluca mezarlığa gidilerek geçmişlerin ruhuna fatihalar okunur Sonra yine topluca "Bayram Yemeği" için davet edildikleri eve giderek yemeklerini yerler Isparta ve çevresinde doğum ve çocuk görme, diş çıkarma ve ölüm âdetleri aşağı yukarı benzerlik gösterirÇocuk doğunca hısım akraba o eve çocuk görmeye giderler Bunun zamanı belli değildir Çocuk görme 3 günlükten 7 ay'a kadar yapılır 8 aylıktan sonra çocuğu görmeye giden olmaz Yakın akrabalar aralarında kararlaştırıp çocuk görmeye giderler Hazırladıkları hediyeleri, öğle yemeğinden sonra alıp çocuk evine gidilir Hediyeler uygun bir şekilde verilir Çocuk bir, birbuçuk yaşına geldiği ve diş çıkarmaya başladığı zaman dişin zahmet vermeden çıkması için "Gölle" adı verilen nohutlu-buğday haşlaması ile çeşitli yemişler, akraba, dostlar ve yakın komşular huzurunda çocuğun başından dökülür Huzurundakiler bu gölleyi ceviz, badem, fıstık ve diğer yemişlerle beraber yiyip sohbet ederler Aileden bir kişi ölünce dini vecibeler yerine getirilir Şayet ölenin yakınları uzakta iseler ölü gömülmez, bekletilir Bütün aile yakınları ve akrabaları tarafından "katmer" edilir Başsağlığına gelenlere ikram edilir Ölüm gününü takip eden bir hafta veya on gün çeşitli yemeklerle birlikte akşam yemeğini yemeğe gelirler Getirdikleri yemeklerini onlarla birlikte yerler ve ailenin acısını paylaşırlar Onları yalnız bırakmazlar Ölenin 7 günü pişi (bir çeşit hamur işi) yapılır, dağıtılır 52 günü de yemek verilir ve Mevlid-i Şerif okutulur Diğer geleneklerin bir kısmını şu şekilde sıralayabiliriz: Cuma günü mübarek olduğu için işe gidilmez Salı günü yeni bir işe başlanmaz Başlanan iş "sallanır", sonu gelmezmiş Hamile olan kadına noksan vücutlu çocuk gösterilmez, gösterilirse onun çocuğunun da noksan olacağına inanılır Geceleyin evin üzerinde ve yakınında baykuş öterse, o evden yakında bir ölü çıkacağına işaret sayılır Küçük çocuklar geceleyin aynaya bakıtılırsa bahtının kapanacağına inanılır Gece sakız çiğnenirse, ölü eti çiğnendiğine hükmedilir Yalvaç'ta ve pazar kurulan bazı yerlerde "Pazar Duası" yapılmadan hiç kimse alışveriş yapmaz İmam Efendi tarafından yapılan dua belediye hoparlörü vasıtasıyla duyurulur ve alışveriş başlar Pazar duası metnini aşağıya alıyoruz: "Hamdü sena âlemlerin Rabbi olan yüce Allah'a, salâtü selâm Hz Muhammed aleyhisselâm efrad ve ailesine, ashab ve ümmetine ve büyük milletimize olsun Bize bizden daha yakın olan yüce Rabbimiz İşlerimizi kolaylaştır, rızkımızı bollaştır, haramdan uzaklaştır, helâline yaklaştır, bizi hoşnutluğuna ulaştır Her türlü zorluktan, varlık içinde darlıktan, kibir ile mağrurluktan, aldanmak ve aldatmaktan, sonunda pişmanlıktan sen bizleri koru yüce Rabbimiz Biz yalnız sana kulluk eder, her türlü yardımı da senden isteriz Elimizi boş çevirme, bizleri doğru yoluna ilet Azıp sapmışlardan ya da gazabına uğramış olanlardan eyleme bizleri yüce Rabbimiz Alışverişlerimizi hareketli, ticaret ve kazançlarımızı bereketli, sıhhat ve afiyetimizi devamlı, tuttuğumuz işlerimizde sabırlı, cesaretli ve metanetli, ahlâk ve faziletli, sözümüz ve işlerimizde doğrulukta daim eyle yüce Rabbimiz İslâm ülkelerini ve güzel yurdumuzu, faziletli, asil milletimizi ve ordularımızı, bizi sana ulaştıran her şeyimizi; yerden ve gökten, dıştan ve içten gelebilecek bütün kötülüklerden ve musibetlerden, belâ ve afatlardan, işgal ve istilalardan, sevgililerinin hürmetine sen bizleri koru yüce Rabbimiz Amin Vel-hamdülillahi-Rabbil-alemin el fatiha" DÜĞÜNLER Türk sosyal yapısının en önemli kuruluşu olan ailenin, kuruluşu ve işlerliğinin sağlanması, üzerinde önemle durulan konulardan biri olmuştur İlimizde evlenmelerde özellikle yaş, sosyal ve ekonomik denklikler gözetilirdi Evlenmelerde kız anaları, gelinlik çağına yaklaşan kızına, hayatta eş olacak, yakışacak damadı beklerken, oğlan anaları da oğluna hayat arkadaşı olabilecek serpilmiş kızları araştırırlardı "Erken kalkan yol alır, erken evlenen döl alır" atalar sözüne uyarak ergenlik çağına giren kız ve erkekler küçük yaşta evlendirilirler Evlenmelerde erkeğin ve kızın fikrine bakılır Ailelerin görüşüne göre evlenmeler düşünülür ve rızalarıyla gerçekleştirildi "Kızı keyfine bırakırsan zurnacıya, oğlanı kendi haline bırakırsan bir yosmaya gönül verir" atalar sözünden hareket edilerek, ana ve babanın kararı haricinde hareket saygısızlık sayılırdı Evlenme yaşına gelen erkekler, düşüncelerini ya aracılar tarafından ailelerine bildirir, ya da babasının ayakkabısını hanaya çiviyle çakmak, gündüz lambayı yakmak, zamansız ezan okumak, kaşığı pilava saplamak gibi hareketlerle bu isteği ailesine ulaştırmak isterler Kız ve erkeğin seçiminde soy ve sülalenin araştırılmasına özen gösterilirdi "Anasına bak, kızını al, kenarına bak bezini al", "Kız anadan öğrenir bohça düzmeyi, oğul babadan görür sohbet gezmeyi" sözleri, bunun belirtisidir Yakın akraba evliliklerine bazan, süt kardeşlerin evliliklerine ise asla izin verilmezdi Bazı aileler geçimsizlik olur gerekçesiyle akraba evliliklerine rıza göstermezken, bazı aileler de mallarının dışa çıkmasını önlemek için akraba evliliğine "evet" derlerdi Tek kızı olan ailelerin bir bölümünde "iç güveyi" alma özelliği vardı Yaşı geçen kızların evlenmeleri ile ilgili "baht açma", "kızın bahtını satma" gibi inançlara başvurulurdu GÖRÜCÜLÜĞE GİTME KIZ SEÇİMİ: Oğlan anasının çevrede yaptığı araştırmaları, akraba ve tanıdıkların tavsiyeleri, evlenme çağına gelmiş oğlanın ağzının yoklanması sonucu yapılan araştırmalarla tesbit edilen kızların evine görücüler, kendi aralarında kararlaştırılan bir günde, haber vermeden giderlerdi Hiç görmedikleri bu yabancı konukların ziyaret sebeplerini anlayan ev sahibi, konuklarına gereken saygıyı gösterirse de, kızlarını birdenbire verecek izlenimini yaratacak davranışlardan kaçınırlardı Bu nedenle konukların başörtüleri alınmaz, onlara kahve ikram edilmezdi Görücülerin her biri, kızın özelliklerini anlamak için, evin düzeni, temizliği, el becerilerini gözden geçirirler, kızı yakından görebilmek için su vb ihtiyaçlarını isterlerdi Eve dönen görücüler, görebildiklerini ortaya atar ve kızı ile ailesi hakkında olumlu ya da olumsuz bir karara varılırdı Sonuç baba ve en yakın akrabalarla görüşüldükten sonra bir aracı ile oğlana söylenirdi Kız oğlana gösterildikten sonra kesin sonuca varılırdı Bu süre zarfında kız evi de, oğlan hakkında gizli araştırmalarını yapardı KIZ İSTEME: Kızın seçiminden sonra sıra kız isteme işine gelirdi Kız isteme işi hem kadınlar, hem erkekler tarafından yapılır, önce oğlan tarafının yakın akrabalarından bir grup, istemek için tekrar kız evine giderlerdi Kısa bir sohbetten sonra önceleri "Sizin tutmaç keseni, bizim kalem tutana uygun ve münasip gördük", daha sonraları ise "Allah'ın emri, Peygamber'in kavliyle kızınızı, oğlumuza münasip bulduk Siz ne dersiniz?" denilerek kız istenilir ve oğlanın hüner ve meziyetleri sıralanırdı Kız evi ise "İyi geldiniz, hoş geldiniz ama kızımız küçük, borçluyuz, evimiz pek yalnız, çocuk da giderse elimiz ayağımız kuruyup kalacak" cevabını verirlerdi Kızı isteyen taraf da, "Biz sizi sıkmayız Hepsinin kolayı bulunur Kızın yeri iyidir Kaçırmayınız" gibi gönül alıcı sözler sarfederlerdi Eğer kız tarafı verimkâr ise "Allah nasip etmiş ise ne diyelim!" ya da "Bir kaç gün sonra cevap verelim" derlerdi Oğlan evi, kızın verilip verilmeyeceğini kendilerine yapılan ikramdan, ayakkabılarının çevrilmesinden, uğurlanmalarından anlamaya çalışırlardı Kız evi olumsuz cevap vermek istiyorsa, kızlarının henüz gelinlik çağına gelmediğini, başka bir tarafa sözü olduğunu, henüz düğün edemeyeceklerini ileri sürerek hatır kırmamaya çalışırlardı Oğlan evinin, kız evine ikinci ve üçüncü gidişlerinden sonra "Birliğimiz tamdır Bir kere de babasından istenilmesi muvafık olur" denilerek kesin cevap erkeklere bırakılırdı Daha sonra da erkekler bir yerde toplanarak isteme işi tamamlanırdı Söz kesimini nişan izlerdi Söz kesilmede bunun belirtisi olan küçük hediyeler verilirdiSözgelimi, "mendil alma" gibi NİŞAN TÖRENİ: Oğlan evinin uygun bulduğu bir günde nişan töreni yapılacağı önceden kız evine bildirilirdi O gün kız evinde misafirlere yemek verilir, masrafları oğlan evi tarafından karşılanırdı Oğlan evinin sosyal ve ekonomik durumuna göre takılması gereken takılar gönderilirdi O gün öğleden önce misafirler kız evinde toplanır, kızın arkadaşları özel olarak çağrılırdı Kız ve oğlan evinin misafirleri, ayrı odalarda bulunurdu Kızın yürüyeceği yerlere kıymetli kumaşlar serilir ve bir top kumaş kızın başına örtülürdü Oğlanın en yakın yenge ve ablası, gelinin kolundan tutarak oğlan evinin bulunduğu odaya götürür, kocası ölmemiş ve başı bozulmadık bir kadın tarafından yüzüğü sağ eline; daha sonra da önce sağ, sonra sol kulağına küpesi takılırdı Bunu altın, elmas gibi takılar izlerdi Gelinin nişandan sonra önce oğlan evinin büyüklerinden başlanarak el öpülür, daha sonra akrabalarının takıları takılırdı Bunu şerbet içme töreni ve eğlentiler izlerdi Bu eğlentiler yemekle son bulurdu SİNİ HEDİYESİ: Nişandan bir kaç gün sonra, kız evinden oğlan evine "sini hediyesi" gönderilirdi Sinide güvey için hazırlanan iç giysi, yakınları için de küçük armağanlar bulunurdu Nişanla düğün arasında kızın çeyiz hazırlamasına yetecek bir süre bırakılırdı Bu sürenin uzamamasına özen gösterilirdi Çeyiz; gelin ve güveyin iç çamaşırları, kimi dış giysileri, güveyin yakınlarına verilecek armağanlar ve gelinin yatak odası takımlarından oluşurdu Oda takımına yörede "düzen" denilirdi Çeyiz hazırlığına çocuk küçükken başlanırdı Ancak, son yıllarda el işlemeleri dışındaki eşya çarşıdan alınmaktadır Düğünden bir hafta on gün önce "elbise kesimi" yapılırdı Seçimi kız yanı yapar, giderleri oğlan yanı karşılardı Bu hazırlıklardan sonra "okucu" (okuyucu) çıkarılarak düğün günü duyurulurdu Konuklar çağrılırdı Okucu çıkan kişi, tatlılık getirmesi, uğurlu olması için ilk karşılaştıklarına katmer, helva ve pide verirdi Erkek okucularsa, bir top kumaş ve şekerle çağrıya çıkardı Çağrılıların pazar günü yük yığmaya, pazartesi tel hamamına, çarşamba gelin hamamına ve kınaya, perşembe gelin çıkarmaya ya da karşılamaya beklendikleri duyurulurdu Uğursuz olacağı inancıyla salı boş bırakılırdı Yük Yığma: Oğlan evinin aldığı sandık, yaygı, giysi, takı gibi armağanlar, pazar günü davetlilere sergilenirdi Bunlardan geline ilişkin olanlar akşam gelin sandığına, öbürleri de başka sandıklara konarak kız evine gönderilirdi "Yük yığma" denilen bu sandıkları getirenlere kız evinin büyükleri çeşitli armağanlar verirdi Tel Hamamı: Oğlan evi pazartesi sabahı, yakındaki hamamlardan birini kiralardı Konuklar kapıda karşılanır, gelenlere uygun yerler gösterilir, sabun ve kına verilirdi Gelin gelince def ve dümbeleklerle yıkanma yerine geçilirdi Gelin yıkandıktan sonra saçı örülür, zülüf kesilirdi Pide, meyve, çerez sunulur ve konuklara akşam kınaya beklendikleri bildirilirdi Kına gecesi Yalvaç yöresinde "gelin okşama" diye adlandırılırdı (Anadolu'daki gelin ağlatma karşılığı) Kına yakılmasından sonra "çekici" denen kadın gelinin yakınlarından birini kaldırarak oyunu açardı Gelin ve güvey anaları, oynayanlara bahşiş verirdi Gelin Hamamı: Çarşamba günü öğleden akşama kadar sürerdi İki tarafın konukları katılırdı Kimi yerlerde kına gecesi, gelin hamamının yapıldığı akşam düzenlenir ve kına helvası hazırlanırdı Ancak, gelinin kınası, konuklar dağıldıktan sonra yakılırdı Bu sırada yalnız çok yakın akrabalar gelinin yanında bulunur, el ve ayaklarına kına yakarlardı Kimi yörelerde de evlendiğinin anlaşılması için güveyin avuç içine de kına yakılırdı Oğlan evinde düzenlenen kına gecesi yörede "şamalı gecesi" diye adlandırılırdı Uluborlu yöresinde gelin hamamına "saç çözme hamamı", kına gecesine "kına basma" denirdi Gelin Çıkarma: Oğlan evinin büyükleri önde, öbür davetliler arkada olmak üzere (kimi yörelerde güveyi de yanlarına alarak) perşembe sabahı kız evine gidilirdi Arkadaşları düğün alayı gelinceye kadar gelini hazırlar, çeşitli eğlencelerle (gelin okşama) üzüntüsünü gidermeye çalışır, kimi yörelerde de güveyin arkadaşları perşembe sabahı "güvey hamamı" düzenler, ondan sonra gelin çıkarmaya gidilirdi Kız evine gelindiğinde "cezayir" denen hava çalınırdı Gelin ata -günümüzde gelin arabasına- bindirilip oğlan evine gelindiğinde de karşılama töreni ve eğlenceleri yapılırdı Gelin önde, güvey arkada eve girilir, güvey bir süre sonra konukların yanına çıkardı Kadınlarsa gelinin yanına gider, eğlencelerini sürdürürlerdi Gelinin duvağı gerdeğe kadar açılmazdı Gelin Ertesi: Gerdekten sonraki 3 gün yörede "gelin ertesi" diye adlandırılır Dost ve akrabalar gelini ziyaret eder, kutlarlar Gelin bu süre içinde konukları gelinliği içinde karşılar, gelenlerin elini öper, onlara şeker ve şerbet sunar Köylerde ve kasabalarda kimi değişimlerle varlığını sürdüren bu gelenekler, merkezlerde büyük ölçüde bırakılmıştır Çağrılar "okucu" yerine davetiyelerle yapılmakta, nişan ve düğün törenleri salonlarda düzenlenmektedir Varlığını koruyan geleneklerden kına gecesi ve samaha hemen her yerde rastlanırken, hamam törenleri çok dar bir çevrede sürdürülmektedir SÜNNET DÜĞÜNLERİ: Hali vakti yerinde olanlar, erkek çocukları için sünnet düğünü yaparlar Ekonomik gücü olmayanların çocukları da ya yardım kurumları tarafından, ya da ekonomik gücü yerinde olanların çocuklarıyla sünnet ettirilir Sünnet genellikle iki ile oniki yaş arasında yapılır, düğün öncesinde, oku dağıtılır ve sünnetle ilgili hazırlıklar sürdürülür Düğün genellikle iki gün olarak düşünülür Ancak bu konuda şehir merkezi ile ilçeler arasında farklılıklar vardır Şehirde ilk gün sünnet olacak çocuk ya da çocuklar çalgı ile gezdirildikten sonra dini bir törenle sünnet ettirilir Akşam sünnet olan çocuğun acısını unutturacak çeşitli eğlenceler düzenlenir İkinci gün genellikle 830 -1300 arası erkeklere, 1300'den sonra da kadınlara yemek dökülür Yemekler Kabune, Helva, Fasulye ya da bütün et şeklinde yapılır Zaman zaman helvanın yerini zerde alır İlçelerde uygulama bundan farklıdır Düğün bir gün olarak düşünülür Önce genellikle çorbayla başlayan ve yörelere göre değişen yemek verilir Daha sonra yemeğin verildiği gün yemeğin bitiminden sonra, çocuklar gezdirilerek sünnet edilir EĞLENCE OYUNLARI: Eskiden, yediden yetmişe hemen hemen her yaşta oynanan çeşitli oyunlar vardı Çocuklar, gençler, kızlar, kadınlar ve hatta yaşlıca insanlar, kendilerine göre oyunlar oynarlardı Bunlar; Met, Enik, Hotak, Kalem, Kazık, Top, Kazıklı, Tura, Yüzük Saklama, Boğça Testi Tutması, Esnaf, Dilsiz, Çatal-Matal, Kaç-Kaç, Çatal, Taş Atması, Değnek, Ebe Beni Kurda Verme, Uzun Urgan, Ellem-Bellem, Handadır Handa, Hey Alaylar Alaylar, Gelin Almaca, Kaykuz-Kuysuz, Çıngıl-Çıngıl, Ben Geldim ve Aç Kapıyı Bezirgânbaşı gibi oyunlardı YÖRESEL YEMEKLER: Yemekler, baca denilen ker***ten yapılmış "küre ocağı" üstünde pişirilir Tandır, evin alt katında yer alır Isparta mutfağında ekmekler ev yapımıdır ve bu tandırda pişirilir Yemekler genellikle yer sofrasında yenir Kırsal kesimde aşlık, bulgur, erişte, tarhana yapımında imece usulü yaygındır Pekmez, reçel, salça yapımı ve etlik kesimi bağbozumu sonrasının temel uğraşlarındandır Top tarhana, kuzu kebabı, kabune, samsa tatlısı ünlü yemekleridir Temel yiyecekler Fasulye, "garnı gara" denilen börülce, patlıcan, biber, pekmez, üzüm şırası, tel helvası, ayran ve bulgurla yapılan çeşitli çorbalar, pilavlar Isparta mutfağının vazgeçilmez yiyecekleridir Keçi eti tüketimi yaygındır Isparta da ekmeğin, bezdirme, yufka, sade, peynirli pide, tahinli ekmek (nokul) ve haşhaşlı pide gibi türleri vardır Pekmezle yapılan kabak tatlısı, yörenin özgün tatlarındandır Kışa hazırlık Kışa hazırlanan yiyeceklerin önemli bir bölümünü turşular oluşturur Yöreye özgü, üzümden hazırlanan "hardaliye" bunların başında gelir Etlik için "besi" denilen hayvanlar alınır, 15-2 ay beslendikten sonra eylül ya da ekimde kesilir Bir bölümü tuzlandıktan sonra ipe dizilip kurutulur Buna "kakaç" denir Yaz aylarında özellikle pazar kurulan günlerde, peynirli pide tüketimi yaygındır Pide, dağdan getirilen buzla soğutulmuş üzüm şırası ya da yoğurttan yapılan akcakatığıyla birlikte yenir Yine yaz aylarında kiraz, üzüm, kavun, karpuz gibi meyvaların ve çömlek, bastırma kebabı gibi etli yiyeceklerin tüketimi yaygındır HALK OYUNLARI: Yörede halk oyunları genellikle düğün zamanlarında gençler kendi aralarında eğlenirken ve askere uğurlama törenlerinde oynandıkları görülür Bilinen halk oyunları genelde tek kadın ve erkek oyunları dizisinde oynanmaktadır Ancak zaman zaman halkalı dizili oynandığı da görülmektedir Bunun yanı sıra teke oyunlarının karşılamalı ve alacalı dizide oynandığı da olmaktadır Sütçüler ilçesinde oynanan kadın halk oyunlarına “Dut Dibi” adı verilmektedir Bu oyunlara Dut Dibi adının verilmesinde yörede dut ağaçlarının bol olması uygun mevsimlerde yapılan düğünlerdeki eğlentilerin dut ağaçları altında yapılmasından ve türkülerdeki müşterek ritmin “Dut Dibi Dut Dibi” hecelerindeki ritmi vermesinden kaynaklanmaktadır Isparta halk oyunları genellikle zeybek türündedir Isparta Merkez İlçe köyleri Uluborlu Yalvaç Gelendost Keçiborlu Atabey İlçeleri bu oyunların daha çok oynandığı yerlerdir Eğirdir ŞKaraağaç Ybademli ve Sütçüler'in dağlık yerleşim yerlerindeki oyunlar ise kıvrak hareketli ve kısa süreli olurlar Bu oyunlar ise Teke Oyunları özelliğinde olan oyunlardır Bu oyunlar genelde tek kadın ve erkek oyunları dizisinde oynanır Ancak zaman zaman halkalı dizili oyunlar da vardır Bununla birlikte yörede; İç Anadolu’ya komşu ilçelerde kaşıklı oyunlara rastlanır Yörede oynanan halk oyunlarının çeşitleri ve özellikleri şöyledir: 1- Zeybek oyunları: Ağır ve hafif(yürük) zeybekler 2- Teke oyunları 3- Samah Yörede oynanan başlıca halk oyunlarının adları şöyledir: A Yarim Oynasın da Oynasın Ağır Zeybek Ali Kavak Kesiyor Al Yazma Zeybeği Ardıçtandır Kuyuların Kovası Avşar Zeybeği Ay Doğar Ayan Meyan Aykırı Oyun Badılcanı Doğradım Bahçelerde Mor Beni Boğaz (Hada) Cezayir Çamdan Aldım Sakızı Çayıra Serdim Postu Doğru Oyun Düz Zeybek Eğri Oyun Emmiler Et Aldım Elim Yağlı Ferayi Zeybeği Gabardıç Gakgili Hatcem Haymanalı İlimonum Sulandı Jandarma Kabak Karamanlı Kesinti Zeybeği Kezban Yenge Gıcır Gıcır Koca Ceviz Korunun Düzü Köroğlu Merdiven Altında Tavuk Gıdaklar Osman Zeybeği Pembe Girebimin Oyası Sallama Sarı Zeybek Sepetçioğlu Serenler Siyah Makarada İpliğim Tavuk Gıdaklaması Yayla Yolları Yürüme Zambak Oyunu ISPARTA HALK OYUNLARI GİYİMLERİ A) Kadın Giysileri: Genellikle köylerde basmadan ya da ipekten yapılmış bir şalvar üç etek mintan ve kutmiden oluşan bir kıyafet giyilir Başta fes tepelikli olarak kullanılır Fes üzerine yörelere göre değişiklik gösteren beyaz oyalı kulak kenarından tutturulmuş sarı iri pullu yazmalar bağlanır Fesin uç kısmında bazı yörelerde "alınlık" denilen bir sıra altın bazı yörelerde de "vurgun" denilen gümüş gerdanlık biçimindeki takılar takılır Alınlık ya da vurgunun olmadığı hallerde fes üzerine altın veya gümüş paralar takılır Üste ipek çitariden yapılmış üzeri sim sırma işlemeli yandan yırtmaçlı üç etek giyilir Üç eteğin içinde genellikle al kumaştan yapılmış boyuna kadar kapalı mintan şeklinde "sıkma" denilen bir gömlek giyilir Üç etek üzerine kollu bol ve üzeri kumaşla sıkılan kutmi denilen kumaştan yapılmış üzeri sırmalı bele kadar inmeyen kebe (kısa yelek) giyilir Üç etek altında bol ayak bileklerini açık bırakan genellikle al rengin hakim olduğu uçkurlu şalvar giyilir Bele bazen tek taraflı üçgen sallama yapılarak şal kuşak bağlanır Bazen de gümüş kemer takılır Ayakta işlemeli yün çorap ve dolamalı çarık bulunur Zaman zaman da çarığın yerini mes alır Boyunlarda altın kollarda bilezikler görülür Üç eteğin önünde bir içlik bulunur B) Erkek Giysileri: Başta kırmızı bazı yörelerde ise beyaz renkli bir fes ya da takke bulunur Fesin üzerinde siyah rengin hakim olduğu "buldun" denilen bir poşu bağlanır Üstlerine kollu kol ağızları sırtı ve ön yüzü bol işlemeli cepken giyilir Cepkenler genellikle siyah ve koyu mavi renktedir "Menevrek" denilen kara koyun yününden yapılmış uçkurlu bir şalvar giyilir İçte "alaca"dan yapılmış önden ya da yandan düğmeli yakasız mintan vardır Bu mintan şalvarın ve kuşağın içine alınır Yün ya da pamuk kumaştan dokunmuş üzerinde koyu renkli yollar bulunan beyaz benekli kırmızı rengin hakim olduğu bir kuşak sıkıca bele sarılır İçte uzun paçalı don yün içlik vardır Ayağa yün çorap giyilir Zaman zaman çorabın rengi mor da olabilir Ayağa deriden dolamalı bir çarık giyilir NELERİ İLE ÜNLÜ: Kovada Gölü Milli Parkı, Isparta Gülü, El Dokuması Isparta Halıları, Eğirdir ve Gölcük Gölleri, Isparta Elması,Yazılı Kanyon Milli Parkı, Pınargözü Mağarası, Davraz Dağı Kayak Merkezi İL ADI NEREDEN GELİYOR: Bir ilkçağ kenti olan Baris, Bizans döneminde önemli bir dinsel merkezdi Bu dönemlerden günümüze belirgin kalıntıların ulaşmamasının nedeni depremlerin yol açtı ı yıkımlardırBir Türkmen Beyli i olan Hamidogullan döneminde bir süre bu beyli in merkezi olan kent Hamidâbad adıyla anıldı Hamidâbad, Osmanlı döneminde Hamideli ya da Hamid adı verilen sancagın merkeziydi 1919'da bir hafta kadar İtalyanlar'ın işgali altında kalankente, Cumhuriyet'in ilanından sonra yörenin tarihsel adından esinlenerek Isparta adı verildi |
|