Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanlı Ahlâk Ve Nezaketi
Vehbi Vakkasoğlu
İNSAN elbette maziperest olmamalıdır Geçmişe takılıp kalanlar, bu günün şartlarına uyum sağlayamazlar Bu günü yaşayamayanlar ise, geleceğe hiç hazırlanamazlar Her çağın kendine göre ayrı ve bambaşka şartları vardır Her çağın değişmeyen şartları da vardır Her zaman aynı kalması gereken bu şartlar hayatın temel güzellikleridir
İnsana yaraşır bir hayatın temel şartları; adalet, eşitlik, hakka saygı ve riayettir Bunlar modası geçmeyen güzelliklerdir Her zamanın ve her çeşit insanın yaşaması gereken bu insani özellikler, en güzel örneklerini Osmanlı tarihi içinde vermiştir
Böylesine şanlı ve şerefli bir tarih başka hangi millete nasip olmuştur? Çağdaşları ve benzerleri içinde Osmanlı’ya yaklaşan bile olmamıştır Zira Osmanlı, bütün ilhamını, feyzini Asr-ı Saadet’ten almaktaydı
Hedefi ve maksadı İ’LA-YI KELİMETULLAH idi Yani Allah adını yüceltmek ve yükseltmekti Böyle bir özü taşıdığı müddetçe büyüdü, güçlendi, yükseldi
Ancak onlar da insandı Elbette hataları oldu Yanlışlıklar yaptılar Fakat dünya tarihinde bu büyüklükte, bu uzun ömürde böylesine faziletli bir medeniyet yaşamak başka hiç kimseye nasip olmamıştır
Ruh köküne bağlılığını yitirmediği sürece, dış düşmanlardan hiç etkilenmedi Bir dünya devleti oldu Duraksamalar, bazı yenilgiler, sakalının kesilmesi anlamına geldi Kaybettiklerini çok kısa bir zamanda yeniden ele geçirdi Osmanlı çınarının dallarına atılan satırlar, adeta budama yerine geçti, dalları daha bir gür çıktı
Fakat ruh kökünden kopmaya, nefsanileşmeye, dünyevileşmeye başlayınca, çözülüşler dikiş tutmaz oldu Sonunda da yıkıldı Çünkü kurt gövdenin içine girmiş, dış düşmanların yapamadığını içerdekiler becermişti
Yine de özündeki sağlamlık sebebiyle, birleşmiş Haçlı zihniyetinin bütün entrikaları, hücumları ve desiseleri onu bir anda ortadan kaldıramadı
Zira uzun asırlar boyunca ruhuna sinmiş olan İslâm inancının gücü benzersizdi O benzersiz imanın neticesi ve meyvesi olan ahlak ve fazilet ise, ölürken bile hâlâ etkisini büsbütün yitirmiş değildi
Şimdi bize düşen, o muhteşem medeniyetten istifade etmektir Elbette, “Eski hal muhal, ya yeni hal, ya izmihlal” diyen Bediüzzaman haklıdır Bütünüyle eskiye dönmek ve onu aynen yaşamak imkânsızdır Ya yeni hale uyum sağlayacağız, ya da Allah korusun tarih sahnesinden silineceğiz Ancak, sayısız düşmana karşı, dünyanın en güzel ve en kıymetli coğrafyasında tutunabilmek için, Osmanlı’nın manevi güç kaynağı olan İslam imanına bu gün her zamankinden fazla ihtiyacımız vardır
Zira bu millet, bütün olgunluğunu ve erdemini borçlu olduğu İslamdan uzak kalamıyor Bu manevi bir alışkanlık  Ya da ruhla vücut kaynaşması  Ruhu yerindeki İslam imanını kaybeden insanımız hiç bir işe yaramıyor Ne dünyalık işlerde, ne de ahiret yatırımında başarı kazanıyor
Öyleyse, köklerimizden kopmamak ve geçmişte yaşanan o güzel ahlaktan ellerimizi ve gönüllerimizi gevşetmemek mecburiyetindeyiz
Yıllar yılı geçmişimizi görmezden geldik Adeta o muhteşem maziyi yaşanmamış saydık
Ancak daha da ileri gidenler, daha da etkili makamlardaydı Onlar geçmişi karaladılar, karartmaya çalıştılar, güzelliklerine çamur attılar
Ne var ki bu çaba, güneşi balçıkla sıvamaya çalışmak kadar boşuna bir çabaydı Nitekim tutmadı
Ancak anlayışsız mazi düşmanları, başka kültürler adına sövmeye devam ettiler ve hâlâ da aynı yoldalar
İçimizdeki beyinsizler zaman zaman dışımızdakilere rahmet okutacak zararlar verdiler Bu sebeple birkaç neslimiz ziyan oldu Onlar geçmişimizden koptular, ama köksüz olamadılar Kendilerine yeni atalar, yeni kökler bulmaya çalıştılar
Ama ne mümkün?
Olmadı
Olan, bu pırıl pırıl gençlere oldu
Ruh kökünden, inancından, ahlakından koparılmış bu fidanlar, yaban ve yalan ideolojilerin tutkunu olarak gerçekten ziyan oldular Geride ana-babalarının gözyaşları, ağıtları, çığlıkları kaldı
Devlet kendi çocuklarıyla, kendi eğitim sisteminin ürünleriyle uğraşmak zorunda kaldı
Oysa ki şu gerçek yeni keşfedilmiş değildi:
“Geçmişine taş atanların geleceğine gülle atarlar!”
Takvimler 1999 yılını gösterirken, Osmanlı yeniden gündeme geldi Çünkü bu tarih onun 700 doğum yıldönümüydü Bu münasebetle, şimdi aklı başında herkes yeniden ve bir daha dönüp ona bakma ihtiyacını duyuyor Osmanlı’yı biraz da hasretle anıyor Yakın tarihimiz içinde ona karşı yapılan haksızlıkları, insafsızlıkları acıyla hatırlayıp özür diler gibi, “Artık barışalım” diyor
Bu hazin bir barıştır Çünkü vefasız bir evladın babasıyla barışmasına benziyor Ama bunca zaman sonra, bunca kıymetbilmezlik ve mirasyedilik hoyratlığından sonra bu barış nasıl olacaktır?
Bizim bildiğimiz Osmanlı merttir Alicenaptır Babacandır Düşmanlarını bile kanatları altında huzurla, barışla, adaletle, yüzyıllarca korumuştur Şimdi bu ahlakın insanları kendi çocuklarına mı gönül koyacaktır?
Hayır, hayır  Onunla barışmak çok kolaydır Yeter ki samimi olalım Yeter ki, iyi niyetle onu anlamaya çalışalım Yeter ki babalarımızı, dedelerimizi inkâr etme gafletinden kurtulalım
Cumhuriyet çocuklarının Osmanlı ile barışması hem çok lazım, hem de çok kolaydır Çok lazımdır, çünkü onlar başkaları değildir, bizim geçmişimizdir Bizden ayrı değil, biziz Demek ki kendimizle barışacağız İnsan kendisine küser mi? Bizim neslimiz bu garabeti ne yazık ki yaşama bahtsızlığına uğratılmıştır Öz anasına, öz babasına küsmüş ve sırtını dönmüştür Garip olan bu barışmak değil, bu küskünlüktür Çünkü bu küskünlüğü bizden başka hiçbir millet yaşamadı
Hiç vakit kaybetmeden, hemen, şimdi, Osmanlı’yı fatihalarımızla analım, helallik isteyelim ve barışalım
Sonra da onlara, onların iman ahlakına layık evlat olmaya bakalım 
Biz de, başkaları da, bütün dünya da o güzel ahlaka ne kadar hasret, bir bilsek  
|