Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Biyografiler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
abdülkadir, geylani

Abdülkadir Geylani

Eski 08-01-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Abdülkadir Geylani




Abdülkadir Geylani


Evliyânın büyüklerinden Künyesi, Ebû Muhammed'dir Muhyiddîn, Gavs-ül-a'zam, Kutb-i Rabbânî, Sultân-ul-evliyâ, Kutb-i a'zam gibi lakabları vardır İran'ın Geylân şehrinde 1078 (H471)de doğdu Babası Ebû Sâlih bin Mûsâ Cengîdost'tur Hazret-i Hasanın oğlu Hasan-ı Müsennâ'nın oğlu Abdullah'ın soyundandır Annesinin ismi Fâtıma, lakabı Ümm-ül-hayr olup seyyidedir Bunun için Abdülkâdir Geylânî, hem seyyid, hem şerîfdir Hazret-i Hüseyin'in evladına seyyid, hazret-i Hasan'ınkine şerîf denir AbdülkâdirGeylânî hazretleri 1166 (H561)'da Bağdad'da vefât etti TürbesiBağdad'dadır Ziyâret edilmekde, feyz ve bereketlerine kavuşulmaktadır Fıkıh ve hadîs ilimlerinde müctehid idi Kâdiriyye tarîkatının kurucusudur Ehl-i sünnet îtikâdını ve din bilgilerini her tarafa yaydı Orta boylu, zayıf bünyeli, geniş göğüslü, ilm için vefâkârlıkta emsâli az bulunur bir velî idi

Abdülkâdir Geylânî hazretleri daha doğmadan, ilerde büyük bir zât olacağına dâir alâmetler, işâretler görülmüştü Babası rüyâsında Peygamber efendimizi sallallahü aleyhi ve sellem, Eshâb-ı kirâmı radıyallahü anhüm ve evliyâyı gördü Peygamber efendimiz kendisine; "Ey Ebû Sâlih! Allahü teâlâ bu gece sana kâmil, olgun ve derecesi yüksek bir erkek evlâd ihsân etti O benim oğlum ve sevdiğimdir Evliyâ arasında derecesi yüksek olacak" buyurdu Yine oğlu hakkında;"On iki imâm dışında bütün velîler doğacak olan oğluna itâat edecekler, onun ayaklarını boyunlarına koyacaklar O yüksek derecelere kavuşacak, ona itâat etmeyenler Allahü teâlâya yakınlık devletinden mahrûm kalacaklar" diye müjdelendi Doğduktan sonra yüksek hâlleri ile dikkatleri çekti Ramazân-ı şerîfte gün boyunca süt emmez, iftâr olunca emerdi Bu hâlini şu beyti ile anlatır:

Başlangıcım şöyleydi, dillerde söylenirdi
Beşikteyken oruçtum, bunu herkes bilirdi

Doğduğu senenin ramazân-ı şerîf ayının sonunda havalar bulutlu geçmişti Bunun için ramazanın çıkıp çıkmadığında tereddüd edildi Halk annesine çocuğun süt emip emmediğini sordular Emmediğini öğrenince, ramazân-ı şerîfin henüz çıkmadığını anlayıp oruca devâm ettiler

On yaşında mektebe giderken etrâfında meleklerin kendisi ile berâber yürüdüklerini görür, onlardan; "Yer açın evliyâdan bir zat geliyor" dediklerini duyardı Meleklerin söylediklerini duyan birisi; "Bu çocuk kimdir?" diye sordu Meleklerden birisi; "Bu asîl bir âilenin çocuğudur İlerde büyük bir zât olacak Arzu edenlere hep verecek ve hiç kimseyi kapısından boş çevirmeyecek Her gün Allahü teâlâya yakınlığı artacak ve çok yüksek derecelere ulaşacak" dedi Çocuklarla berâber oynamak istediğinde; "Bana gel ey mübârek, bana gel" diyen bir ses işitir, korku ve heyecanla annesine koşardı

Abdülkâdir Geylânî on sekiz yaşında Bağdad'a geldi Buradaki meşhur âlimlerden ders almak sûretiyle hadîs, fıkıh ve tasavvuf ilimlerinde çok iyi yetişti Fıkıh ilmini; Ebû Hattâb Mahfûz, Ebü'l-Vefâ Ali bin Ukayl, Ebû Hüseyin bin Kâdı Ebû Ya'lâ ve diğer fıkıh âlimlerinden öğrendi Hadîs ilmini; Hasan-i Bâkıllânî, Ebû Saîd Muhammed bin Abdülkerîm, Ebû Gânim Muhammed bin Muhammed, Ebû Bekr Ahmed bin Muzaffer, Ebû Câfer, Ebû Kasım bin Ali, Ebû Tâlib Abdülkâdir, Ebû Bekr Hibetullah ibni Mübârek, Ebü'l-İzz Muhammed bin Muhtar, Ebû Nasr Muhammed, Ebû Gâlib Ahmed, Ebû Abdullah Yahyâ ve diğer hadîs âlimlerinden öğrendi Tasavvuf ilmini ise; Şeyh Ebû Saîd Mahzûmî ile Hammâd-i Debbâs'tan almıştır

İlim tahsilini tamamlayıp yetiştikten sonra, vâz ve ders vermeye başladı Hocası Ebû Saîd Muhzûmî'nin medresesinde verdiği ders ve vâzlarına gelenler medreseye sığmaz sokaklara taşardı Bu sebeple, çevresinde bulunan evler de ilave edilmek sûretiyle medrese genişletildi Bu iş için Bağdad halkı çok yardımcı oldu Zenginler para vererek, fakirler çalışarak yardım ettiler Hatta bir kadın, mehir bedelini, kocasının orada çalışmasına saydı Derslerine devâm edenler arasında pekçok âlim yetişti

Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri, bir müddet ders verip insanları irşâd ettikten, hak ve hakikatı anlattıkdan sonra, ders ve vâz vermeyi bıraktı İnzivâya çekilip, yalnızlığı seçti Sonra sahrâlara çıktı Bağdad'ın Kerh harâbelerinde yaşamaya başladı Bütün vaktini ibâdet, riyâzet ve mücâhede ile nefsinin arzu ve isteklerini yapmamak, istemediklerini yapmakla geçirmeye başladı Buyurdu ki:

Irak'ın sahrâ ve harâbelerinde 25 sene insanlardan uzak kaldım Benim kimseden, kimsenin benden haberi yoktu Bâzan uzun müddet yemezdim ve "açım açım" diye içimin feryâdını duyardım Bâzan üzerime öyle ağırlıklar gelirdi ki, bunlar bir dağın üstüne konsa, tahammül edemeyip, paramparça olurdu Bu sırada; "Muhakkak zorlukla berâber bir kolaylık vardır, şüphesiz zorlukla berâber kolaylık vardır" meâlindeki İnşirâh sûresinin beşinci ve altıncı âyet-i kerîmelerini okuduğumda üzerimdeki ağırlıklar dağılıp, giderdi"

Şeytanlar çeşitli kılık ve kıyâfetlere bürünüp toplu hâlde yanıma gelir, beni yolumdan çevirmek için uğraşırlardı Kalbimde büyük bir azim ve direnç hissederdim İçimden bir ses; "Ey Abdülkâdir! Onlarla mücâdele et, onlara galip geleceksin" derdi İçlerinde bir şeytan durmadan bana gelir; "Buradan git, şöyle yaparım, böyle yaparım" diye beni tehdit ederdi Cân u gönülden, "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahil aliyyil azîm" okuyunca, onun tamâmen yandığını görürdüm

Bir kere Abdülkâdir Geylânî şöyle bir ses işitti: "Ey Abdülkâdir! Ben senin Rabbinim! Sana haramları mubah, serbest kıldım" Bir rivâyete göre; "Başkasına yasak olan şeyleri sana helâl kıldım" diyordu Bunun üzerine Abdülkâdir Geylânî Eûzü çekti "Kovulmuş şeytandan Allahü teâlâya sığınırım Sus ey mel'ûn!" diye bağırdı Bunun üzerine aynı ses; "Ey Abdülkâdir! Rabbinin izni ile çeşitli yerlerde bana aldanmayarak, şerrimden, kötülüğümden kurtuldun Halbuki ben bu yolda yetmiş kişiyi yoldan çıkardım" dedi Onun şeytan olduğunu nasıl anladığını sorduklarında; "Sana haramları helâl ettim, sözünden anladım Çünkü Allahü teâlâ böyle şeyleri emretmez" buyurdu

Başka bir kere gâyet çirkin ve pis kokulu birisi geldi "Ben iblisim, şeytanım Sana hizmet etmeye geldim, beni ve yardımcılarımı çok yordun" dedi "Sana inanmıyorum, buradan uzaklaş" dedim Bana vuracak oldu ise de onu perişan ettim İkinci defâ elinde büyük bir ateş kıvılcımı ile hücum etmeye başladı Bu esnâda elinde kılıç bulunan atlı birisi bana yardıma geldi Yine onu mağlûb ettim Üçüncü olarak iblisi çok uzakta ağlar gördüm Gâyet üzgün olarak; "Senden ümîdimi kestim Gâliba seni yoldan çıkaramayacağım" dedi "Sus ey mel'ûn!" dedim ve kovdum Allahü teâlâ her seferinde beni onlara karşı üstün kıldı

Şeytanı başımdan savdıktan sonra bana pek lezzetli süslü ve parlak şeyler göründü "Bunlar nedir?" dedim; "Dünyâ zevkleri ve zînetleridir" denildi Dünyâ ve onun göz kamaştırıcı lezzeti ve çabuk tükenen nîmetleri kendine çekmek istedi fakat Allahü teâlâ beni onlardan da korudu Onlara hiç kıymet vermedim Bunun için kaybolup gittiler Sonra Allahü teâlânın rızâsına kavuşma yolunda insanın önüne çıkan mânileri, engelleri gördüm "Bunlar nedir?" dedim "Senin içinde bulunan mânîlerdir" denildi Bunlara üstün gelebilmek için bir sene uğraştım

Sonra içimi seyrettim Kalbimin birçok şeylere bağlandığını boş hayaller kurduğunu, kendini saraylarda sandığını gördüm "Bunlar nedir?" dedim "Arzu ve isteklerindir" denildi Tam bir yıl uğraştıktan sonra kalbimi onlardan temizleyebildim

Yine nefsim kendi şeklinde bana gelir, kendine dost olmam için yalvarırdı Yüz vermeyince zor kullanmak isterdi Bir kere onu, bütün hastalıkları üzerinde, arzu ve istekleri dipdiri, şeytanları emrine hazır olarak gördüm Bir sene mücâdele ettim Allahü teâlânın izni ile hastalıklarını iyileştirdim, arzu ve isteklerini kırdım, şeytanlarını kovdum Kısaca nefsimle tedrîcen, safha safha mücâdele ettim Onu iki elimle sımsıkı yakaladım Yıllarca ıssız, sessiz, sadâsız yerlerde kalmaya mebcur ettim Soğuk bir gece kırk defâ ihtilam oldum, havanın soğukluğuna bakmadan her seferinde, hemen yıkandım Kerh harâbelerinde yıllarca kaldım Yiyecekler malum; otlar, ağaç yaprakları Dünyâ sevgisinden kurtulabilmek, nefse üstün gelebilmek için her çâreye başvurdum Gördüğüm her yokuşa tırmandım Nefsime hiç fırsat vermedim Bir gece merdivende kitap mütâlaa ediyordum Nefsim; "Biraz uyu, sonra kalkarsın" dedi Ona muhâlefet olsun diye tek ayağım üzerinde durdum Kur'ân-ı kerîmi hatmedinceye kadar uyumadım

Bütün bunlara rağmen, henüz matluba, maksada ve asıl istediğime varamamıştım Bunun için, tevekkül, şükür ve zenginlik gibi kapıları denedim Aradığımı fakirlik kapısında buldum Burada büyük bir şerefe kavuştum, kulluk sırrına erdim, sonsuz hürriyete ulaştım Bütün arzu ve isteklerim buz gibi eridi Bütün beşerî sıfatlarım kayboldu Gönülden Allahü teâlâdan başka her şeyi çıkarıp, hep O'nunla olmak olan "fakr" mertebesine ulaştım"

Nihâyet bütün varlıklardan yüz çevirdim Her şeyim Allah için oldu Sahralarda cezbe hâlinde kendimden geçmiş olarak dolaşırdım Kendime geldiğimde kendimi bulunduğum yerlerden çok uzaklarda bulurdum Bir gün bu halde bir saat kadar yürümüştüm Sonra kendimi Bağdad'a on iki günlük uzaklıkta bir yerde buldum Düşünceye daldığımda bir ses bana; "Sen ki Abdülkâdir'sin, buna hayret mi ediyorsun?" dedi

Sahralarda dolaşırken "Ol" sözü ile ihsân olundum Allahü teâlânın izni ile istediğim olurdu Bunun için çok yiyecek buldum Dağdan bir parça koparırdım, helva olur, yerdim Kuma deniz suyu dökerdim, tatlı su olurdu Sonra böyle yapmaktan hayâ ettim Allahü teâlâya karşı edebi gözeterek hepsini terk ettim

Abdülkâdir Geylânî hazretleri bu uzun dolaşmalardan sonra Bağdad'a dönüyordu Hazret-i Hızır önüne çıkıp, şehre girmesine mâni oldu "Emir var Yedi sene Bağdad'a girmeyeceksin" dedi Bu sebeple, Bağdad'ın kenarlarında yedi yıl, yerden biten mübah bakliyatı yiyerek bekledi Bildirilen müddet bitince; "Ey Abdülkâdir! Bağdad'a gir, serbestsin" diye bir ses duydu Soğuk ve yağmurlu bir gecede Bağdad'a girdi Doğru Şeyh Hammâd bin Müslim Debbâs'ın zâviyesine (dergâhına) geldi ve geceyi orada geçirdi Sabahleyin Şeyh Hammâd Debbâs onu görünce ağlayarak; "Oğlum Abdülkâdir! Bu devlet bugün bizim, yarın sizin olacaktır" dedi

Bir müddetten beri Bağdad'da bulunan Abdülkâdir Geylânî hazretleri fitne ve karışıklıklar olunca tekrar sahrâlara çıkmak istedi Hibe kapısı denilen yere gelince; "Nereye gidiyorsun? Dön, herkes senden faydalanacak" diyen bir ses işitti "Ben dînimi kurtarmak istiyorum" dediğinde; "Korkma, dînine bir zarar gelmeyecek" denildi Düşünmeye başladı ve bu işin hakîkatını bildirmesi için Allahü teâlâya yalvardı Bu esnâda Muzafferiyye denilen yerden geçerken birisi kapıyı açıp; "Ey Abdülkâdir! Buyurun" dedi Yanına varınca; "Söyle, dün Allahü teâlâdan ne istemiştin?" dedi Abdülkâdir Geylânî hazretleri şaşırıp cevap veremedi Bunun üzerine o zât kapıyı şiddetle yüzüne çarptı Dün Allahü teâlâdan ne istediğini düşünerek yürümeye başladı Biraz sonra o zâtın Şeyh Hammâd Debbâs olduğunu hatırladı

Bundan sonra onun sohbetlerine gider, halledemediği, çözemediği esrarı, gizli şeyleri ondan sorardı O da ona bir bir açıklardı Bâzan ilim öğrenmek için başka taraflara gittiğinden onunla görüşemezdi Dönünce hocası ona; "Allah aşkına nerelere gidiyorsun? Bu civarda senden daha âlim birisi var mı?" derdi Şeyh Hammâd'ın müridleri ona bâzan; "Sen âlim birisin Burada ne işin var, buradan gitsene" derler; Şeyh Hammâd da onlara; "Utanmıyor musunuz? Onu buradan kovmak mı istiyorsunuz İçinizde onun gibisi yok Benim ona eziyet ettiğime bakmayın Onu imtihan etmek, denemek, mânen kemâle ermesi, olgunlaşması için böyle yapıyorum, mânâ âleminde onu koca bir dağ gibi görüyorum" derdi

Yine bir sohbet toplantısında, Abdülkâdir Geylânî hazretleri dışarı çıkmıştı Şeyh Hammâd; "Şu genci görüyor musunuz? Bir zaman gelecek ayağı bütün velîlerin boynunda olacak, her velî ona itâat edecek" dedi

Başka bir gün o gelince ayağa kalkıp; "Hoş geldin Abdülkâdir! Sen âriflerin, Allahü teâlâyı tanıyanların seyyidi, efendisisin Senin sancağın doğudan batıya kadar dalgalanacak Bütün boyunların sana eğileceğini ve akranlarının üstünde bir dereceye ulaşacağını müjdelerim" dedi

Zamânındaki diğer evliyâ da kerâmet olarak ilerde onun derecesinin yüksek olacağını haber verdiler Abdülkâdir Geylânî hazretleri zaman zaman Şeyh Tacül ârifîn Ebü'l-Vefâ hazretlerinin yanına giderdi Ebü'l-Vefâ hazretleri o gelince ayağa kalkar, yanındakilere; "Ayağa kalkın, evliyâdan biri geliyor" derdi Ona karşı bu şekilde iltifât etmesine hayret eden talebelerine; "Henüz zamânı var Vakti gelince, okumuş, câhil herkes bu gence muhtâc olacak, onun feyzinden, mânevî ilminden faydalanacaktır Sanki şu anda onun Bağdad'da cemâatlere vâz ve nasîhat ettiğini, "Ayağım bütün velîlerin boynundadır" dediğini ve bütün velîlerin boyunlarını ona uzattıklarını, görüyorum" derdi

Bir defasında da; "Ey Bağdadlılar! Allahü teâlâya yemîn ederim ki, onun başında bir ucu doğuda bir ucu da batıda olan sancaklar dalgalanacaktır" dedi ve Abdülkâdir Geylânî hazretlerine dönüp; "Bugün söz bizim fakat ilerde senin olacak O zaman bu ihtiyarı hatırlarsın" diye hitâb etti

Nihayet Abdülkâdir Geylânî hazretleri Bağdad'da insanları irşâda, Allahü teâlânın beğendiği yolda bulunmaya dâvete ve nasîhat etmeye başladı Bir gün kendini nûrların kapladığını gördü Bu hal nedir diye sorunca, Resûlullah efendimiz Allahü teâlânın sana verdiği yüksek dereceyi tebrik etmeye geliyor, denildi Nûrun git-gide çoğaldığı bir anda Resûlullah efendimiz görünerek bir elbise verdiler Sonra; "Bu, kutubluk denilen velîlere âit evliyâlık elbisesidir" buyurdular

Resûlullah efendimizden hazret-i Ali vâsıtasıyla gelen feyzler, mânevî ilimler ondan sonra hazret-i Hasan ile Hüseyin ve on iki imâmdan diğerleri ile devam etti Bunlardan sonra gelen evliyâya feyzler hep on iki imâm vasıtasıyla geldi Abdülkâdir Geylânî hazretleri dünyâya gelip velî oluncaya kadar hep böyle idi Fakat o evliyâlıkta yüksek dereceye kavuşunca, on iki imâmdan gelen feyzler, ilimler, bereketler onun vâsıtasıyla geldi Başka hiç bir velî bu makâma ulaşamadı Bunun için; "Önceki velîlerin güneşi battı Bizim güneşimiz ufuk üzerinde sonsuz kalacak, batmayacaktır" buyurdular Kıyâmete kadar, her velîye feyzler onun vasıtasıyla gelecektir Bunun için kendisine "Gavs-ül-A'zam; En büyük Gavs" denildi Yalnız İmâm-ı Rabbânî hazretleri bu hususda onun vekîlidir

Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin evliyâlıktaki derecesinin yüksekliğini zamânındaki bütün evliyâ kabûl etmişti Bir gün Bağdad'da sohbet ediyordu Meclisinde pekçok âlim ve velî vardı Bir ara; "İşte şu ayağım her velînin boynu üzerindedir" buyurdu Orada bulunanların hepsi bu sözü tasdîk ettiler

Şeyh Halîfet-ül-Ekber anlatır:

Rüyâmda Resûlullah efendimizi gördüm "Yâ Resûlallah! Şeyh Abdülkâdir, ayağım bütün velîlerin boynu üzerindedir, diyor ne buyurursunuz?" diye sordum "Doğru söylemiştir O benim himâyemde bir kutubdur, bu nasıl olmasın?" buyurdu"

Adiyy bin Müsâfir; "Bu sözü yalnız o söyledi, başkasından duymadım O bununla kendi zamânındaki ferdiyet denilen makâmını açıklar Onun gibi hiç kimse böyle söylemeğe mezun, izinli değildir" der

Ahmed Rufaî hazretleri; "O bu sözü mânevî emirle söyledi" dedi

İbn-i Hacer-i Askalânî hazretleri de; "Bunun mânâsı, ilerde o kadar kerâmet gösterecektir ki, inâd eden ve doğru yoldan sapanlardan başkası onu inkâr etmeyecektir" dedi

Büyük âlim İzzeddîn bin Abdüsselâm; "Şüphesiz o, evliyânın sultanı idi" demişti

Hayat bin Kays hazretleri buyurur ki:

"Abdülkâdir Geylânî bu sözü söyleyince, bütün velîlerin kalblerindeki nûrlar arttı İlimlerinde bereket, hâllerinde yükseklik görüldü Çünkü onlar istisnâsız, başlarını onun ayağına doğru uzatmışlardı"



Alıntı Yaparak Cevapla

Abdülkadir Geylani

Eski 08-01-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Abdülkadir Geylani




Abdülkâdir Geylânî bu sözü söylediğinde, yeryüzünde velîler boyunlarını ona doğru uzattı O anda boynunu uzatanlardan biri Ahmed Rufâî hazretleridir Ona niçin böyle yaptığını sorduklarında şöyle dedi:

"Şu anda Abdülkâdir Bağdad'da "Ayağım, her velînin boynundadır" diyor

Ebû Medyen Mağribî de; "Evet ben Mağrib'de ona boynunu uzatanlardan biriyim" buyurdu

Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin tasavvuftaki yoluna Kâdiriyye tarîkatı denir Tarîkatının husûsiyeti, dînin emir ve yasaklarına uymak, devamlı zikir, Allahü teâlâyı anmak, gönlü Allahü teâlâdan başkasından kurtarmaktır

Abdülkâdir Geylânî hazretleri tasavvuf bilgilerini herkesin anlayacağı şekilde sundu Peygamber efendimizin bereketiyle sözleri gayet tatlı ve tesirli idi Kendileri şöyle anlatır:

Hicrî beş yüz yirmi bir senesi Şevval ayının on altısı olan Salı günü öğleden önce, Resûlullah efendimizi rüyâmda gördüm

"Ey oğlum, niçin konuşmuyorsun?" buyurdu "Babacığım ben yabancıyım Bağdad fasîhlerinin yanında nasıl konuşurum?" dedim "Ağzını aç!" buyurdu Ağzımı açtım Yedi defâ mübarek ağzının suyundan ağzıma saçtı ve; "İnsanlarla konuş, onları güzel hikmet ve vâzlar ile Rabbinin yoluna çağır" buyurdu Öğle namazını kıldım Yanımda kalabalık insanlar gördüm Nutkum tutuldu Ali bin Ebî Tâlib'i gördüm Mecliste benim karşımda ayakta duruyor ve bana; "Ey oğlum niçin konuşmuyorsun?" diyordu "Babacığım! Nutkum, konuşmam tutuldu, konuşamıyorum" dedim "Ağzını aç" buyurdu Açtım Ağzının suyundan ağzıma altı defâ saçtı "Niçin yediye tamamlamadınız?" dedim "Resûlullah'a karşı olan edebimden" buyurdu ve gözden kayboldu Bundan sonra en fasîh bir dille konuşmağa başladım

Birgün, minberde oturmuş vâz ediyordu Birden süratle en son basamağa indi Ayakta, elini elinin üstüne koyarak, mütevâzi bir şekilde durdu Bir müddet sonra minbere çıktı Eski yerine oturdu ve vâzına devâm etti Oradakilerden birisi, ne oldu diye suâl edince; "Ceddim Resûlullah'ı gördüm Geldi ve minber önünde durdu Hayâ edip, son basamağa indim Kalkıp, gitmeye başlayınca, bana yerime oturmamı ve insanlara vâz etmemi emr etti, dedi

Sohbetlerinde bâzan birkaç kişi coşarak kendinden geçerdi Haftada üç gün, cumâ, salı ve pazartesi gecesi halka vâz ederdi Vâzında, âlim ve evliyâdan zatlar da bulunur, hepsi büyük bir huzûr içerisinde dinlerlerdi Kırk sene böyle devâm etti Ders ve fetvâ vermeye yirmi sekiz yaşında başlamış olup, bu hâl altmış yaşına kadar devâm etti Huzûrunda Kur'ân-ı kerîm tegannîsiz gâyet sâde, tecvide riâyetle okunurdu Dört yüz âlim onun anlattıklarından notlar tutar, izdiham, kalabalık sebebiyle birbirlerinin sırtlarında yazarlardı Sorulan suâllere gâyet açık ve doyurucu cevaplar verirdi

Derin ilim sâhibi idi On üç çeşit ilimde ders verirdi

Bir gün birisi huzûrunda Kur'ân-ı kerîm okudu Âbdülkâdir-i Geylânî hazretleri okunan âyet-i kerîmeleri tefsîr etmeye başladı Kırk şekilde tefsîr yaptı ve hepsinin delilini gösterdi Orada bulunanlar yalnız on bir tefsîri anlayabildi ve dinleyenleri hayrette bıraktı Sonra; "Sözü burada bırakıyorum Şimdi kelime-i tevhide geldik"Lâ ilâhe illallah" dedi Bunları söyler söylemez cemâatı bir hâl kapladı, hepsi kendilerinden geçti

Önce lâzım olan din bilgilerini öğrenmeyi tavsiye ederdi Cubbâî ismindeki bir zât anlatır:

Evliyânın hayâtından ve sözlerinden bahseden arabî Hilyet-ül-Evliyâ kitabını birisinden dinlemiştim Kalbim yumuşadı ve halktan uzaklaşıp yalnız ibâdetle meşgûl olmak istedim Gidip Abdülkâdir Geylânî'nin arkasında namaz kıldıktan sonra huzûrunda oturdum Bana bakıp; "Eğer inzivâya çekilmek istersen, önce ilim, sonra da yetişmiş ve yetiştirebilen rehber zâtların, yâni mürşid-i kâmillerin huzûrunda edeb öğren Daha sonra inzivâya, yalnız ibâdete başla Yoksa, ibâdet ederken dinde bilmediğin bir şeyi öğrenmek îcâbeder de, yerinden ayrılmak durumunda kalırsın" buyurdu

Sabah ve ikindiden sonra tefsîr, hadîs ve fıkıh; öğleden sonraları Kur'ân-ı kerîm ve kırâat dersleri okuturdu Akşam ve sabah ise, usûl-i fıkıh ile nahv, arabî cümle bilgisi verirdi Onun bereketiyle talebeler çabuk ilerlerdi Ebû Muhammed Haşşâb der ki:

Gençken nahiv okuyordum Bana bir gün Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin vâzlarında çok tesirli konuştuğunu söylediler Vakit bulamadığım için gidemezdim Nihâyet bir gün vâz verdiği yere gittim Beni görünce; "Bizim sohbetimizde bulun, seni Sîbeveyh yapalım" dedi O günden sonra yanından ayrılmadım Din bilgilerinde ve aklî ilimler denilen diğer yardımcı ilimlerde çok istifâde ettim O kadar kavâid (kâideler) öğrendim ki, başkalarından öğrendiklerimi unuttum"

Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin şöhreti her tarafı kaplayınca, Bağdad'ın ileri gelen âlimleri, herbiri bir mesele sorup imtihân etmek için huzuruna gelip oturdular Bu esnâda Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin göğsünden ancak kalb gözü açık olanların görebildiği bir nûr çıktı ve âlimlerin göğsünden geçip gitti Âlimleri bir hâl kaplayıp, Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin ayaklarına kapandılar Bunun üzerine onları tek tek bağrına bastı ve şimdi suâllerinizi sorun buyurdu Her biri suâllerini sorup, hemen cevâbını aldı Onlara; "Size ne oldu böyle?" denildiğinde; "Huzûrunda oturduğumuzda, bütün bildiklerimizi unuttuk Bizi bağrına basınca unuttuklarımızı tekrar hatırladık Suâllerimizi sorunca, öyle cevaplar aldık ki, hayrette kaldık" dediler

Ebû Sa'îd Kilevî şöyle anlatmıştır:

Ben, Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin meclisinde iken, Resûlullah efendimizi ve enbiyâyı gördüm Melekler onun meclisine gelmek için bölük bölük gök yüzünden inerlerdi Bir defâsında da Hızır aleyhisselâmı görmüştüm "Her kim dünyâda kurtuluşa ermek ve saâdete kavuşmak isterse, Şeyh Abdülkâdir'in meclisine devâm etsin!" buyurmuştu

İbn-i Kudâme şöyle söylemiştir:

"1166 (H561) yılında Bağdad'a girdiğimizde, Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerini ilmin zirvesine yükselmiş gördük O, ilmi ile amel eder, kendisine sorulan çetin sorulara doyurucu cevaplar verirdi Bütün güzel huylara ve üstün vasıflara sâhipti Onun gibi bir zâta daha hiç rastlamadık"

Abdülkâdir Geylânî hazretleri felsefe ile meşgûl olmayı hoş görmezdi, ondan men ederdi Felsefenin kaynağı akıldır Filozof, çeşitli bilgileri düzene koyarak madde, hayat, yaratılış, dünyâ rûh, âlem, ölüm ve sonrası gibi konulara aklına dayanarak cevaplar bulmaya çalışır Bunu yaparken bulduğu cevapların Allahü teâlâ tarafından gönderilen dinlere uyup uymamasına bakmaz Bu sebeple doğru yoldan ayrılırlar Felsefecilerin ortaya koyduğu bilgiler, gerek fen bilgilerinin değişmesi, gerekse sonra gelen filozofların öncekilerden farklı düşünmesi sebebiyle ya kısmen yâhut tamâmen değişir Bu îtibârla sonra gelenler önce gelenleri dâimâ tenkid etmekle veya onların felsefelerini yıkmakla işe başlarlar Akıl yalnız başına yol gösterici değildir Dînin rehberliğine muhtaçtır Yoksa sapıtır Bunun için din büyükleri îtikâdın bozulabileceğini bildikleri için, felsefe ile uğraşmaktan men etmişlerdir Nitekim İbn-i Sînâ ve Fârâbî gibi zâtlar felsefecilerin kitapları ile çok meşgûl olduklarından sapıtmışlardır

Şeyh Muzaffer Mansur der ki:

Birkaç kişi ile Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin yanına gitmiştik Elimde, felsefe ile ilgili kitaplar vardı Bizi süzdükten sonra kitabı görmeden bana; "O elindeki kitap ne kötü bir arkadaştır" buyurdu Bu esnâda oradan ayrılıp kitabı bir yere koymak ve bir daha taşımamak hatırıma geldi Kitabı çok seviyordum İçerisindeki çok şeyi de ezberlemiştim Tam kalkacaktım, bana dikkatli dikkatli bakmaya başladı Şaşırıp kalkamadım "Şu kitabı bana versene"buyurdu Vermek için kitabı açtım Bir de ne göreyim kitabın sahifeleri bembeyaz olup, hiçbir şey yazılı değildi Kitabı kendisine verdim Tek tek sahifelerine baktıktan sonra bana geri verdi "İşte İbn-i Dâris'in Fedâil-ul-Kur'ân (Kur'ân-ı kerîmin fazîletleri) kitabı" buyurdu Baktım gerçekten onun güzel bir hatla yazılmış bir nüshası idi Bana; "Kalb ile tövbe etmek ister misin?" buyurdu "Evet" dedim "Öyleyse kalk!" dedi Kalktım Zihnimde felsefe ile ilgili bütün öğrendiklerimi unuttum Daha önce onları hiç okumamış gibi oldum

Dîne uygun olmayan bir şeye müsâade etmezdi Bir gün yanında; "Falanca çok ibâdeti ve kerâmetleri ile meşhûrdur" diye konuşuldu ve bu arada;"Ben derece bakımından Yûnus aleyhisselâmı geçtim" dediği nakledildi Bunu duyunca yüzünde öfke eserleri görüldü Yaslandığı yastığı yere doğru attı Gidip baktıklarında adamın öldüğünü gördüler Vefâtından sonra o şahıs rüyâda neşeli olarak görüldü "Nasılsın?" diye sorulduğunda; "Şeyh Abdülkâdir hem Allahü teâlânın, hem Yûnus aleyhisselâmın yanında bana şefâatçı olduğu için, Allahü teâlâ beni affetti Yûnus aleyhisselâm hakkında söylediğim o söz sebebiyle hesaba çekmedi" dedi

Çok sabırlı idi Talebelerinin suallerini kızmadan cevaplandırır, dersi geç anlayanlara sabırla anlatırdı Ubey isminde, anlatılanları zor kavrayan bir talebe vardı Bir gün ders sırasında İbn-üs-Semhal isminde bir zât gelmişti Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin onun dersi geç anlamasına karşı gösterdiği tahammüle hayran kaldı O talebe dersini alıp çıktıktan sonra, gösterdiği sabra hayret ettiğini söyleyince, Abdülkâdir Geylânî hazretleri; "Bir hafta daha yorulacağım, ondan sonra vefât edeceğim" buyurdu Dediği gibi bir hafta sonunda vefât etti

Abdülkâdir Geylânî hazretleri heybetli idi Az konuşur, çok sükût eder, konuştuğunda gâyet câzib, açık ve net konuşurdu Şahsı için kızmaz Din husûsunda aslâ tâviz vermezdi Misafirsiz gece geçirmezdi Zayıflara yardım eder, fakirleri doyururdu İsteyeni geri çevirmez, iki elbisesi varsa, mutlaka birini isteyene verirdi Yanında oturanlarda; "Ondan daha kerîm ve lütufkâr kimse olamaz" kanâati hâkim olurdu Sevdiklerinden biri gurbete çıksa, ondan haber sorar, sevgi ve alâkasını muhâfaza ederdi Kendisine kötü davrananları affederdi Kötülüklere dalmış çok kimse, hırsız ve eşkıyâ onun vâsıtasıyla tövbe etti Köleleri satın alıp, âzâd ederdi Verdiği sözü tutar,kimseye karşı kötülük düşünmezdi Anbarında helâlden kazandığı buğday bulunurdu Hizmetçisi, kapıda ekmek elinde durur ve halka şöyle seslenirdi:

"Yemek isteyen, ekmek isteyen, yatmak isteyen kimse yok mu? Gelsin!"

Kendisine hediye gelse, yanındakilere dağıtır, bir kısmını da, kendisine ayırırdı Hediyeye, mutlaka karşılık verirdi

Fakîrlerin ve dervişlerin nafakasını satın almak için, vazîfeli hizmetçilerinin, bir başka işi olsa, yâhut hastalansalar, kendisiçarşıya çıkar, ceddi Resûlullah efendimize sallallahü aleyhi ve sellem uyarak, ev için lüzûmlu şeyleri satın alırdı Bir toplulukla yolculukta olsa ve bir yerde konaklasalar, kendi eliyle, el değirmeninde buğday öğütür, hamur yapar, ekmek pişirir, hepsine taksim ederdi Kendini ziyârete gelenlere saygı gösterir, tevâzu ederdi Çok günler, et ve yağ yemezdi Bir gün yedi çocuk, ellerinde yarımşar dirhem ile gelip, her biri yarım dirhemini eline koydu ve satın aldırmak istedikleri şeyleri söylediler Çarşıya gidip, istedikleri şeyleri satın alarak getirip çocuklara verdi Gönüllerini hoş etti

Sıkıntısı ve dileği olanlar onu vesîle ederek, araya koyarak Allahü teâlâya duâ ettiklerinde dileklerine kavuşurlardı Buyururdu ki:

"Sıkıntıda olan bir kimse beni vesîle edip Allahü teâlâya yalvarsa derhâl sıkıntısı gider Şiddet ânında her kim benim ismimi ansa derhâl rahata kavuşur Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin yüzü suyu hürmetine diyerek, her kim Allahü teâlâdan dilekte bulunursa, derhâl işi görülür"

Bir kere de; "Her kim her rekatında Fâtiha'dan sonra on bir İhlâs okuyarak, iki rekat namaz kılarsa, selâmdan sonra da on bir defâ Allah'ın Resûlüne salât ve selâm getirip benim ismimi anarak yalvarırsa, Allahü teâlânın izni ve yardımıyla derhâl işi görülür" buyurdu

Temiz bir hanım, Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerine talebe olmuştu Bu kadın dağda iken, ihtiyaç için mağaraya girdiğinde daha önce ona âşık olan bir ahlâksız da ardından girdi Kadına yanaşıp, onun nâmusunu kirletmek istedi Kadın kaçıp saklanacak bir yer bulamadı Gavs-ül-a'zamın ismini söyleyip; "Yardım et (yetiş, imdâd) ey Gavs-ül-a'zam, ey insanların ve cinlerin gavsı, yardımcısı, yetiş! Yetiş ey Şeyh Muhyiddîn (dînin ihyâ edicisi), yetiş ey Seyyid Abdülkâdir!" deyip feryâd etti O anda Gavs-ül-a'zam medresede abdest alıyordu Ayaklarında tahtadan nalınlar vardı Onları çıkarıp mağara tarafına savurdu Ahlâksız, arzusuna kavuşamadan, nalınlar kafasına ulaştı ve ölünceye kadar başına vurdular Kadın, o mübârek nalınları alıp hazret-i Gavs'a getirdi ve başından geçeni anlattı

Müridlerinin, talebelerinin tövbesiz vefât etmemeleri için duâ etti:

"Allah'ım! Ceddim, Habîbin Muhammed aleyhisselâm ve kullarından takvâya erenlerin hâtırı için, hiç bir mürîdimin, talebemin rûhunu tövbesiz alma" diye yalvardı

Bir defâsında; "İyi müridlerin hâli mâlum, ya kötülerinki ne olacak?" diye sorduklarında; "İyi olanlar kendilerini bize adamışlardır Kötülere gelince biz de kendimizi onları kurtarmak için adadık" buyurdular

Bir kere de; "Bana gözün alabileceği kadar bir kitap verildi Onda kıyâmete kadar talebelerimin isimlerini gördüm" buyurmuştur

Cinler de kendisinden çekinir, itâat edip sözünü dinlerlerdi

Ebû Saîd Abdullah bin Ahmed isminde birinin kızına cinler musallat olmuştu Hâlini, Seyyid Abdülkâdir Geylânî hazretlerine arz etti O da; "Falanca yere git Oraya cinlerin reisi uğrayacak Ona benim gönderdiğimi söylersin, hâlini anlatırsın O sana yardımcı olur" buyurdu O şahıs denilen yere gitti Kendisini Abdülkâdir Geylânî'nin gönderdiğini ve kızının durumunu anlattı Cinlerin reisi kızına musallat olan cini cezâlandırdı Ebû Saîd cinlerin reisine;"Bugüne kadar senin kadar Abdülkâdir'in emrine cân u gönülden itâat eden görmedim" deyince; "Abdülkâdir Geylânî hazretleri her gece evinden bakar, cinleri seyreder Cinler onu görünce korkularından sağa sola kaçışırlar Allahü teâlâ sevdiği kulun emrine birçok insan ve cin verir" dedi

Duâsı makbûl idi Bağdad halkından biri ona gelerek; "Babamı rüyâda azâb içerisinde gördüm Bana Şeyh Abdülkâdir'e git, bana duâ etsin Belki Allahü teâlâ beni azapdan kurtarır" dedi Bunun için sana geldim Babama duâ ediverin de azaptan kurtulsun" dedi Abdülkâdir Geylânî hazretleri sükût buyurdu Bir şey söylemedi O şahıs ikinci gece babasını rüyâsında yeşil bir cübbe içerisinde neşeli neşeli görünce hayret edip; "Baba, dün azâb içindeydin, bugün ise neşelisin Sebebi nedir?" diye sordu Babası; "Şeyh Abdülkâdir bana duâ etti Allahü teâlâ onun duâsı hürmetine beni azaptan kurtardı" dedi

Tabiblerin tedâvî edemediği hastalar ona gelirler, duâsı bereketiyle şifâ bulup giderlerdi Bir defâsında Halîfe Mustencid'in akrabâsından karnı şiş bir hastayı getirdiler Elini sürüp, duâ ettiğinde Allahü teâlânın izni ile iyileşti

Halk sıkıntıları olunca ona gelirdi Bir seferinde Dicle Nehri taşmış, sular Bağdad sokaklarına kadar gelmişti Herkes korku ile Abdülkâdir Geylanî hazretlerine baş vurdu Abdülkâdir Geylâni hazretleri oraya geldi Bastonunu nehrin kenarına dikti "Daha ileri gitme!" dedi Allahü teâlânın izni ile nehrin suyu o andan îtibâren azalmaya başladı

Muhammed Ezher şöyle anlatır:

Bir sene Allahü teâlâdan devamlı bana evliyâsından birini göstermesini istedim Bir gece rüyâmda İmâm-ı Ahmed bin Hanbel'in kabrini ziyâret ettim, orada birisi vardı İçimden onun evliyâdan biri olduğunu geçirdim Uyanınca Ahmed bin Hanbel'in kabrine koştum Rüyâda gördüğüm zât orada duruyordu Önümden geçip Dicle'ye doğru gitti Ziyâretimi acele yapıp onu tâkib ettim Dicle Nehrinin iki tarafı, bir adımlık mesâfe oluncaya kadar yaklaştı ve adımını atarak geçiverdi Sonra o zât medresesine gittiğinde rüyâda ve uyanık iken gördüğü zatın Abdülkâdir Geylânî hazretleri olduğunu anladı

Onu gören tesiri altında kalır, mübârek biri olduğunu hisseder, kalbi katı ise, yumuşardı Cumâ günleri câmiye giderken, halk onu görmek için sokakları doldururdu

Kendisi hakkında kötülük düşünene merhamet eder, onun iyiliğini isterdi

Gavs-ül-âzam, Medîne-i münevvereden Bağdad-ı Dârüsselâma gelirken, yolda hırsızlardan birine rastladı Hırsız soyacak adam arıyordu Gavs-ül-âzam ona; "Sen kimsin?" buyurdu Hırsız; "Ben çölde yaşıyanlardanım" dedi Gavs-ül-âzam ona, isminin mâsiyet, günah mürekkebi ile yazılmış olduğunu açıkladı Hırsızın kalbinden, bu heybet ve azamet sâhibi kişinin Gavs-ül-âzam olması muhtemeldir düşüncesi geçti Hırsızın kalbinden geçeni kendisine söyledi ve; "Evet, ben Abdülkâdir'im" buyurdu Hırsız, derhal mübârek ayaklarına kapandı ve dilinden; "Ey Seyyid Abdülkâdir! Allah için bana bir ihsânda bulun!" sözleri çıktı Gavs-ül-âzam, hâline acıdı ve kabinin düzeltilmesi için, Allahü teâlâya duâ etti Hitab geldi; "Ey Gavs-ül-âzam, hırsızı doğru yola ulaştır Onu sevgililer hidâyetine irşâd eyle, onu kutublardan biri eyle!" Hırsız, eşsiz teveccühleri ile kutublardan oldu

Meclisi müslüman olmak için gelenlerden boşalmazdı Müslüman olan bir râhip şöyle anlatır:

Ben Yemenliyim İçimden müslüman olmak geldi Bunun için Yemen'deki İslâm âlimlerinden birine mürâcaat etmek istedim Böyle düşünürken, uyuya kaldım Rüyâmda Îsâ aleyhisselâmı gördüm Bana; "Irak'a git, orada Abdülkâdir isminde biri var, onun huzûrunda müslüman ol Çünkü o zamânındaki âlimlerin en büyüğüdür" buyurdu

Yine on üç kişilik bir hıristiyan cemâati müslüman olmayı kararlaştırdılar Kimin yanında müslüman olacaklarını düşünürlerken sâhibini görmedikleri bir ses; "Bağdad'a gidin Abdülkâdir Geylânî ismindeki zâtın huzûrunda müslüman olun Onun bereketiyle kalbinizde öyle bir îmân nûru parlar ki, başkasının yanında böyle olmaz" diyordu

Bu hâdiseler, Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin büyüklüğünü, derecesinin yüksekliğini göstermektedir Yoksa, İslâmiyette, müslüman olmak için, müftüye, imâma gitmek ve formaliteye ihtiyâç yoktur Bir kimse kelime-i şehâdeti söyleyip mânâsına inanınca müslüman olur

Allahü teâlânın izni ile bir anda birçok yerde bulunurdu

Ramazân-ı şerîfte bir gün, ayrı ayrı yetmiş kişi, birbirinden habersiz, Gavs-ül-a'zamı iftâra dâvet etti Herbiri kendi evini şereflendirmek, bereketlendirmek istiyordu Her birinin dâvetini kabûl etti, aynı anda dâvet edenlerin evlerinde iftarda bulundu, onlarla birlikte yemek yedi Bu haber, bu büyük ve havsalaya sığmaz kerâmet, bir anda Bağdad'a yayıldı Huzûrunda hizmet eden hizmetçilerden biri, Gavs-ül-âzam o akşam tekkesinden çıkmadığı, iftarı burada yaptığı hâlde, o kimselerin evlerine girip, onlarla yemek yemesi ve bu yemeğin aynı anda olması nasıl olur? diye düşündüğü zaman, Gavs-ül-âzam, o hizmetçisine dönerek; "Onlar doğru söylüyorlar, herbirinin dâvetinde bulundum, ayrı ayrı, fakat aynı zamanda herbirinin evlerinde yemek yedim" buyurdu

Çilesini çekmeden yüksek mertebelere ulaşılamıyacağını söylerdi

Bir kadın, çocuğunu Abdülkâdir-i Geylânî'ye getirip; "Oğlumun kalbini size tutulmuş gördüm; bana hizmetinden onu âzâd edip, size getirdim" dedi Şeyh hazretleri bu genci yanına aldı Ona nefsin istemediklerini yapmasını emretti Tarîkatta sülûke başlattı Bu şekilde devâm ederken, bir gün annesi çıka geldi Oğlunu, az yemek ve uyumak sebebiyle, zayıf ve sararmış, arpa ekmeği yer hâlde buldu Bu hâl ona dokundu Çocuğunu bırakıp, Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin yanına girdi Şeyh hazretleri oturmuş, tavuk yiyordu "Efendim, siz burada tavuk yersiniz, benim oğlum ise, arpa ekmeği yer" dedi Şeyh bunu duyunca, elini, tavuk kemiklerinin üzerine koyup; "Kum bi-iznillâh!" yâni Allahü teâlânın izni ile kalk, diril! buyurdu Tavuk hemen dirildi Şeyh, kadına hitâben; "Senin oğlun böyle olduğu zaman, dilediğini yesin!" buyurdu

Bâzan sevdiklerine mânâ âleminde çeşitli şeyleri gösterirdi Ali bin Yâkub anlatır:

Bir kere daha yanına gitmiştik Başını eğip, murakabeye dalınca, ondan bir nûrun yükseldiğini gördüm Gözümden perde kalktı, melekleri, onların tesbihlerini ve kabirdekileri, onların hâllerini, derecelerini, tesbih ettiklerini gördüm Her insanın alnındaki yazıları okumaya başladım Hulâsa bana gaybî, gizli pekçok şey malûm oldu Beni oraya götüren Hocam Ali bin Hîtî, aklıma bir şey olmasından korkuyorum deyince, göğsüme vurdu ve ondan sonra gördüklerimden dolayı hiç korkmadım



Alıntı Yaparak Cevapla

Abdülkadir Geylani

Eski 08-01-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Abdülkadir Geylani




Ebü'l-Hacer Hâmid Hirânî anlatıyor:

Bir gün Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin medresesine gittim ve huzûrunda oturdum Bana; "Ey Hâmid! Bir gün gelecek meliklerin, sultanların minderinde oturacaksın" buyurdu Aradan epeyce zaman geçip, Hiran'a dönünce, Sultan Nûreddîn beni çağırıp yanına oturttu ve evkaf bakanı yaptı O günden beri devamlı Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin o sözünü hatırlarım

Bir gün bir cemâatle terasta durup, Buhârâ tarafına dönerek, güzel bir koku aldı ve; "Benim vefâtımdan yüz elli yedi sene sonra, dünyâya Muhammedî meşreb birisi gelir, ismi Behâeddîn Muhammed Nakşibendî'dir Bana mahsus nîmetlere kavuşur" buyurdu ve dediği gibi oldu

Evliyânın büyüklerinden ve mürşid-i kâmillerin en meşhûrlarından olan bu zât, Muhammed Behâeddîn-i Buhârî Nakşibend hazretleri idi

Allahü teâlâ ona eşyânın aslını, neden meydana geldiğini gösterirdi

Bir gün devlet ileri gelenlerinden birisi huzûruna gelmişti Tesirli nasîhatlarını dinledikten sonra memnuniyetinden on kese altını ortaya koyup, bunlar senindir" dedi Abdülkâdir Geylânî hazretleri almak istemedi Çok ısrar edince, içinden ikisini aldı ve sıktı Elinin altından kan akmaya başladı O şahsa; "Bunları bana getirmekten hiç mi hayâ etmedin?" dedi Onları helalden kazanmadığını göstermiş oldu

Her zaman gizli açık kerametleri görülürdü Abdülkâdir Geylânî hazretleri buyurur ki:

"Kerâmetler ancak bir hayır, hikmet için gösterilir Kerâmetini gizlemeyen dünyâya düşkündür Bana talebe olan yâhut evlâdımdan ve halîfelerime bağlı olup, kerâmet derecesine ulaşıp, maksatsız kerâmet izhar edenin yüzü iki dünyâda kara olur"

Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin insanları gafletten uyaran, kendilerine gelmesine vesîle olan pekçok sözü vardır Bunlardan bâzıları şunlardır:

"İnsanlara rehberlik eden kimsede şu hasletler bulunmazsa, o rehberlik yapamaz Kusurları örtücü ve bağışlayıcı olması, şefkatli ve yumuşak olması, doğru sözlü ve iyilik yapıcı olması, iyiliği emredip, kötülüklerden men edici olması, misâfirperver ve geceleri insanlar uyurken ibâdet edici olması, âlim ve cesûr olması"

"Şükrün esası, nîmetin sâhibini bilmek, bunu kalb ile îtirâf etmek ve dille söylemektir"

"Büyük âlimlere tâbi olunuz; bid'at yoluna, dinde olmayıp, sonradan çıkarılan şeylere sapmayınız İtâat ediniz, muhâlefet etmeyiniz Sabrediniz, sızlanmayınız Sâbit kalınız, ayrılıp dağılmayınız Bekleyiniz, ümit kesmeyiniz Özünüzü günahdan temizleyiniz, kirletmeyiniz Hele Rabbinizin kapısından hiç ayrılmayınız"

"Kalb dünyâ arzularından birine bağlı kaldığı ve geçici lezzetlerden birinin peşine takılıp gittiği müddetçe, imkânı yok, âhireti sevmiş olamaz"

"Mümin, insanlara karşı yüzünden sevinçli olduğunu gösterir Fakat kendi mahzûndur Peygamber efendimiz; "Müminin sevinci yüzündedir Halbuki kalbi mahzûndur" buyurmaktadır Müminin tefekkürü, düşünmesi, ağlaması çok, gülmesi azdır Tebessümü ile kalbindeki hüznü gizler Dışarıda geçimini temin etmekle uğraşıyor görünür, kalbi Rabbini anmakla meşgûldür Çoluk çocuğu ile uğraşıyor görünür, kalbi Rabbi iledir"

"İnsanlara gösteriş için amel yapıp, sonra da bunu Allahü teâlânın kabûl etmesini istemek yakışır mı? Hırsı, şımarıklığı, azgınlığı ve dünyâya düşkünlüğü bırak Sevincini ve neşeni biraz azalt Biraz hüzünlü ol Peygamber efendimiz başkasının kalbini ferahlandırmak için tebessüm buyururlardı"

İlk önce yapılması lâzım olan şeyler husûsunda:

"Mü'minin, en önce farzları yapması lâzımdır Farzları bitirdikten sonra, vâcib ve sünnetleri yapar Ondan sonra, nâfilelerle meşgûl olur Farz borcu varken sünnet ile meşgûl olmak, ahmaklıktır Farz borcu olanın, sünnetleri kabûl olmaz Ali bin Ebî Tâlib'in rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte, Resûlullah efendimiz buyuruyor ki: "Üzerinde farz borcu olan kimse, kazâsını kılmadan nâfile kılarsa, boş yere zahmet çekmiş olur Bu kimse, kazâsını ödemedikçe, Allahü teâlâ, onun nâfile namazlarını kabûl etmez" Mümin, bir tüccara benzer Farzlar onun sermâyesi, nâfileler de kazancıdır Sermâye kurtarılmadıkça, kazancı olamaz" buyurdu

Kötü arkadaşlardan uzak olmayı tavsiye eder, şöyle buyururdu:

"Kötü arkadaşları terket Onlara sevgi duyma, sâlihleri sev Yakının bile olsa, kötü arkadaştan uzak dur Uzak bile olsa, iyi arkadaşlarla berâber ol Kimi seversen, seninle onun arasında bir yakınlık hâsıl olur Bu bakımdan, sevgi beslediğin kimsenin kim olduğuna iyi bak

Ey oğul! Kötü kimselerle düşüp kalkman, seni, iyi kimseler hakkında kötü zanna düşürür Allahü teâlânın kitabının ve Resûlünün sünnet-i seniyyesinin gölgeleri altında yürü, felâh, bulur kurtuluşa erersin"

Ey oğul! Senin düşüncen, yiyecek, içecek, giyecek ve dünyâ lezzetleri olmasın Bütün bunlar, nefsin ve insan tabiatının istediği şeylerdir Kalbin düşüncesi nerede, nefsin ve tabiatın istekleri nerede? Kalbin düşüncesi Allahü teâlâdır Senin düşüncen, Rabbin ve O'nun katında bulunan nîmetler olmalıdır Dünyâdan (haram ve şüphelilerden) ne terkedersen, mutlaka bunun karşılığında âhirette ondan daha hayırlısı vardır Ömründe sâdece şu içerisinde bulunduğun günün kaldığını farz et de âhiret için hazırlık yap"

Faydasız şeyleri bırakmak husûsunda:

"Ey zavallı! Sana fayda vermeyen şeyler hakkında konuşmayı bırak Dünyâ ve âhirette sana fayda verecek işlerle uğraş Boş işlerle uğraşmayı bırak Kalbinden dünyâ düşüncelerini çıkar Çünkü yakında dünyâdan alınacak, âhirete götürüleceksin Dünyâda rahat ve hoş bir hayat arama Resûl-i ekrem; "Hayat, âhiret hayâtıdır" buyurdu"

İyi zan sâhibi olmak hakkında:

"Müslümanlar hakkında iyi zan sâhibi ol Onlar hakkında niyetini düzelt Her türlü hayır işi yapmaya koş Bilmediğin hususlarda âhireti düşünen âlimlere sor"

Duâ hakkında:

"Allahü teâlâdan dünyâ ve âhiretin hayırlarını iste Sakın; "Ben istiyorum Fakat Allahü teâlâ vermiyor, ben de bundan sonra istemeyeceğim" deme Duâya devâm et Eğer istediğin şey ezelde senin için takdir edilmiş ise, Allahü teâlâdan istedikten sonra, Allahü teâlâ onu sana gönderir Eğer istediğin o rızık ezelde senin için takdir edilmemiş ise, Allahü teâlâ seni o şeye muhtaç kılmaz ve kendinden gelenlere rızâ gösterme nîmetini ihsân eder Eğer Allahü teâla senin için fakirlik ve hastalık dilemiş ise, sen de Allahü teâlâya fakirlikten ve hastalıktan kurtulman için yalvarırsın O zaman Allahü teâlâ sana râzı ve memnûn olacağın bir hâl verir Eğer, ezelde borçlu olmak takdir edilmişse ve sen de borçtan kurtulmak için duâ edersen, Allahü teâlâ alacaklıyı sana kötü muâmele etme hâlinden vaz geçirir Hatta borcundan azaltma veya hepsini bağışlama hâline çevirir Eğer dünyâda borçlu halden kurtarmazsa buna karşılık sana bol sevap verir

Âhiret işlerini önce yapmak husûsunda:

"Âhireti sermâyen, dünyâyı bu sermâyenin kazancı yap Zamânını, önce âhireti elde etmek için sarf et Geri kalan vaktini, geçimini temin için harca Sakın dünyânı sermâye, âhiretini onun kârı şeklinde yapma Böyle yaparsan, dünyâdan artan zamânını, âhiretin için sarf edersin Bu zaman zarfında namazlarını kılmaya çalışırsın Fakat çabucak kılayım diye, rükünlerine riâyet etmezsin Sonra dünyâ işlerinden dolayı yorulur ve bitkin düşersin Geceleri kazâ namazı kılmaya fırsat bulamazsın Yorgunluktan ölü gibi yatar, gündüz de faydasız olursun Nefsine, hevâ ve isteğine hattâ şeytâna tâbi olursun Âhiretini dünyâya karşılık satarsın Nefsinin kölesi ve onun bineği olursun Hâlbuki sen, nefsine binmek, onu yalanlayıp tekzib etmek ve selâmet yoluna sokmakla emrolunmuşsun Bunlar âhiret yolu, Rabbine tâat yoludur Sen, nefsinden gelen istekleri kabûl etmekle, kendine zulmettin İpini onun eline verdin İsteklerinde, lezzetlerinde, hevâsında ona uydun Sonunda dünyâ ve âhiretin hayırlısını kaçırdın Dünyâ ve âhiretini zarara soktun Böyle olursa, Kıyamet günü din ve dünyâ bakımından insanların en müflisi ve en zararlısı olursun Nefsine uymakla, dünyâdan fazla bir şeye ulaşamadın Eğer nefsini âhiret yoluna çekseydin, âhiretini esas ve sermâye kabûl etseydin, dünyâ ve âhiretini kazanırdın Nefsin kötülüklerinden korunur, iyilerden olurdun Eğer dünyâya rağbet etmeyerek, kötülüklerden uzak kalarak Allahü teâlâya itâat edersen, Allahü teâlânın has kullarından olursun"

Yapılan nasîhatı kabul etmek hakkında:

"Kardeşinin sana yaptığı nasîhatı kabul et Ona muhâlefet etme Çünkü o, senin kendinde göremediğin şeyleri görür Bunun için Resûl-i ekrem; "Mümin, müminin aynasıdır" buyurmuştur Mümin, din kardeşine yapmış olduğu nasîhatlerde samîmîdir Onun göremediği şeyleri bildirir Ona, iyilikler ve kötülükler arasındaki farkı gösterir Ona, lehinde veya aleyhinde olan şeyleri anlatır"

Acele etmemek husûsunda:

"Acele etme Acele eden, ya hatâ yapar veya hatâlı duruma yakın olur Ağır ve temkinli hareket eden, o işte ya isâbet kaydeder veya isâbet etmeye yaklaşır Acele şeytandandır Ağır ve temkinli hareket etmek Allahü teâlâdandır Umûmiyetle aceleye sebep, dünyâlık toplama hırsıdır Kanâat sâhibi ol Kanâat bitmeyen bir hazînedir"

Gaflet hakkında:

"Allahü teâlâdan hakkıyla hayâ ediniz Gaflette olmayınız Zamânınız, zâyi olup gidiyor Hâlbuki siz, yiyemeyeceğiniz şeyleri toplamak, ulaşamayacağınız şeylerin peşinde koşmak, oturamayacağınız binâları kurmakla meşgûl oluyorsunuz Bütün bunlar size, Rabbinizin huzûrunda hesap vermek için duracağınızı unutturuyor Hâlbuki Allahü teâlâyı anmak, âriflerin kalblerinde yerleşir Onların kalblerini kuşatır Onlara, Allahü teâlâyı hatırlamaya mâni olan her şeyi unutturur"

Allah için yapılmayan işler hakkında:

"Senin dilin güzel ve tatlı; yüzün ise kötülüklerden kurtulmuş gibi gülüyor, ya kalbinin hâli nasıl? Cemâat içinde iyi görünüyorsun, ya yalnız iken, yanında kimse yok iken nasılsın? Göründüğün gibi değilsin Sen namaz kıldığın, oruç tuttuğun, hayır işleri yaptığın zaman, eğer bunları sırf Allahü teâlânın rızâsını gözeterek yapmazsan, nifak üzere ve Allahü teâlâdan uzak olacağını bilmiyor musun? Şimdi Allah için yapmadığın bütün işlerin, bütün sözlerin, âdî ve bayağı niyetlerin için tövbe et

İnsanlara gösteriş için, onların rızâlarını almak için amel yapıp, sonra da bunu Allahü teâlânın kabûl etmesini istemek yakışır mı? Hırsı, şımarıklığı, azgınlığı ve dünyâya düşkünlüğü bırak Sevincini ve neşeni biraz azalt Biraz hüzünlü ol Çünkü sen, hüzün evinde ve dünyâ hapishânesindesin Resûl-i ekrem dâimâ tefekkür ederdi Sevinçleri az, hüzünleri çoktu Az gülerdi Sâdece başkasının kalbini ferahlandırmak için tebessüm buyururlardı"

Allahü teâlânın sevgisinde samîmiyetin nasıl belli olduğu hususunda:

"Kulun Allahü teâlâyı sevmesinde samîmi olup olmadığı, başına belâ ve musîbet geldiği zaman ortaya çıkar Bela ve musîbet geldiğinde sabır ve sükûn hâlini muhâfaza edebiliyorsa, o gerçekten Allahü teâlâyı seviyor demektir Musîbet ve fakirlik zamânında sebat gösterebilmek bu sevgiye delil ve alâmet yapıldı Birisi Peygamber efendimize;"Ben seni seviyorum" deyince; "Fakirlik için bir elbise hazırla" buyurdu Bir başkası gelip Peygamber efendimize; "Ben Allahü teâlâyı seviyorum" deyince; "Belâ için elbise hazırla" buyurdu"

Sabır ve tahammüllerin karşılıksız kalmayacağına dâir:

"Halinizden şikâyette bulunmayın Sabredin, feryad etmeyin Doğruluk üzere devâm edin İsteyin, istemekte bıkkınlık göstermeyin İçinde bulunduğunuz istenmeyen hâllerden dolayı ümitsizliğe düşmeyin Dâimâ ümitli olun Birbirinize düşman değil, kardeş olun Birbirinize buğz etmeyin

Allahü teâlâya, rızâsı için yapılan sabırlar ve tahammüller, aslâ karşılıksız kalmaz Onun için bir ân olsun sabrediniz, mutlaka, senelerce bu sabrın mükâfâtını görürsünüz Ömrü boyunca kahraman lakabıyla meşhûr olan, bu lakabı, bir ânlık cesâreti netîcesinde kazanmıştır Allahü tealâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "Şüphesiz ki, Allah sabredenlerle berâberdir" buyuruyor (Bekara sûresi: 153)

Hayâtı fırsat bilmeye dâir:

"Hayatta olduğunuz müddetçe, ömrü fırsat biliniz Bir müddet sonra hayat kapısı kapanacak, bu dünyâdan ayrılacaksınız Gücünüz yettiği müddetçe hayırlı işler yapmayı ganîmet biliniz Tövbe kapısı açıkken ve elinizde bu imkân varken bunu fırsat biliniz Tövbe ediniz Duâ etmeye imkânınız varken, duâ ediniz Sâlih kimselerle berâber olmayı fırsat biliniz"

Kabir ziyâretine dâir:

"Kabirleri ziyâret ediniz Sâlih kimseleri de ziyâret ediniz Hayırlı işler yapınız Böyle yaparsanız, her şeyiniz düzelir"

Günahlardan sakınmak husûsunda:

"Mümin kimse küçük günahları da büyük görür Peygamber efendimiz; "Mümin kimse, günahını dağ gibi görüp, kendi üzerine düşeceğinden korkar Münafık ise, günâhını burnu üzerine konan ve hemen uçan sinek gibi görür" buyurdu"

Vefâtı: Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri vefât edeceği sırada, oğullarına buyurdu ki: "Yanımdan ayrılın! Çünkü zâhirde, görünüşte sizinle, bâtında sizden başkasıyla yâni Allahü teâla ile berâberim" Yine o esnâda buyurdular: "Yanımda sizden başkaları da vardır Onlara yer açın Onlara edebi gözetin Burada büyük rahmet vardır Onları sıkıştırmayın!" Yine; "Aleyküm-üs-selam ve rahmetullahi ve berekâtühü Allahü teâlâ beni ve sizi magfiret etsin! Allahü teâlâ benim ve sizin tövbelerimizi kabûl etsin!" Bir gün bir gece hep böyle buyurdular

Oğlu Şeyh Abdürrezzâk anlatır:

Gavs-ül âzam, o esnâda, ellerini kaldırıp, uzattı ve; "Ve aleyküm selâm ve rahmetullahi ve berekâtühü! Tövbe ediniz!" buyurdu

Vefât ederken iki defâ; "Allahümme refîk al a'lâ" deyip; "Size geliyorum, size geliyorum" buyurdu Tekrar buyurdu ki: "Durun!" Bunun ardından, ona ölüm ve sekerât hâli geldi Bu hâlde iken; "Bana kimse bir şey sormasın Ben, Allahü teâlânın ilminde bir hâlden başka bir hâle geçmekteyim" buyurdu

Son anlarında, oğlu Abdülcebbâr; "Babacığım, bedenin acı duyuyor mu?" diye arz edince; "Bütün uzuvlarım acı içindedir Yalnız kalbimde hiç acı ve elem yok O, Allahü teâlâ iledir" buyurdu

Oğlu Şeyh Abdülazîz; "Hastalığınız nasıldır?" diye sorunca; "Benim hastalığımı, insan, cin ve meleklerden hiçbiri bilmez ve anlayamaz Allahü teâlânın ilmi, hükmü ile nâkıs olmaz Hüküm değişir, ilim ise değişmez Allahü teâlâ, dilediğini siler, dilediğini yazar Ümm-ül-kitab O'ndadır, O'na yaptığından suâl olunmaz Kullara ise, yaptıkları sorulur" buyurdu

Daha sonra; "Kudret ile hâkim, kullarına ölüm ile gâlib olan Allahü teâlâ, her ayıp ve kusurdan münezzehdir Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah!" Sonra da; "Allah Allah Allah" deyip sonra sesini kesti, dilini damağına yapıştırıp, mübarek rûhunu teslim eyledi

Vefâtı büyük bir üzüntüyle karşılandı Cenâze namazını kılmak üzere, görülmemiş bir kalabalık toplandı Cenâze namazını oğlu Abdülvehhâb kıldırdı O kadar insan toplanmıştı ki, kalabalık sebebiyle ancak gece defn edilebildi İnsanlar, büyük kalabalıklar hâlinde ziyâretine geldiler Bu ziyâretler günlerce devâm etti

Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin kız ve erkek pek çok çocuğu vardı Nesli onlar vâsıtasıyla dünyânın çeşitli yerlerine Mısır, Kuzey Afrika, Endülüs (İspanya), Irak, Suriye ve Anadolu'da yayılmıştır Oğullarından Ebû Abdurrahmân Şerefeddîn Îsâ Mısır'a hicret etmiş olup şimdi Mısır'daki Kâdirî şeriflerin dedesi odur Torunları, Kuzey Afrika'da daha çok Şerif ve Şurefa gibi isimlerle, Irak, Suriye ve Anadolu'da ise Seyyid ve Geylânî diye anılmaktadır

Eserlerinden bâzıları şunlardır:

1) El-Gunye li-Tâlibî Tarîk-ıl Hak: Îmân, ibâdet ve ahlâkî konuları ihtivâ eder 2) El-Fethurrabbânî vel-Feyz-ur-Rahmânî: Vâzlarından meydana gelir 3) Fütûh-ul-Gayb: Bu eser vâzlarından ve oğlu Abdurrezzak'a vasiyetinden meydana gelir 4) El-Fuyûzâtu'r-Rabbâniyye fî Evrâd-il-Kâdiriyye: Duâ ve virdlerden meydana gelir 5) Mektûbat: On beş mektuptan meydana gelir

ALTININ VAR MI?

Bir gün Abdülkâdir Geylânî'ye; "Bu işe başladığınızda, bu yola adım attığınızda, temeli ne üzerine attınız? Hangi ameli esas aldınız da böyle yüksek dereceye ulaştınız?" diye sordular Buyurdu ki:

"Temeli sıdk ve doğruluk üzerine attım Aslâ yalan söylemedim Yalanı kâğıda bile yazmadım ve hiç yalan düşünmedim İçim ile dışımı bir yaptım Bunun için işlerim hep rast gitti Çocuk iken maksadım, niyetim, ilim öğrenmek, onunla amel etmek, öğrendiklerime göre yaşamaktı Küçüklüğümde Arefe günü çift sürmek için tarlaya gittim bir öküzün kuyruğundan tutunup, arkasından gidiyordum Hayvan dile geldi ve dönüp bana; "Sen bunun için yaratılmadın ve bununla emrolunmadın" dedi Korktum, geri döndüm Evimizin damına çıktım Gözüme, hacılar gözüktü Arafat'ta vakfeye durmuşlardı Anneme gidip; "BeniAllahü teâlânın yolunda bulundur İzin ver, Bağdad'a gidip ilim öğreneyim Sâlih zâtları ve evliyâyı bulup ziyâret edeyim" dedim Annem sebebini sordu, gördüklerimi anlattım Ağladı, kalkıp babamdan mîrâs kalan seksen altının yarısını kardeşime ayırdı Kalanını bana verip, altınları elbisemin koltuğunun altına dikti Gitmeme izin verip, her ne olursa olsun doğruluk üzere olmamı söyleyip, benden söz aldı "Haydi Allah selâmet versin oğlum Allahü teâlâ için ayrıldım Artık kıyâmete kadar bir daha yüzünü göremem" dedi Küçük bir kâfile ile Bağdad'a gitmek üzere yola çıktım Hemedan'ı geçince, altmış atlı eşkıyâ çıka geldi Kâfilemizi bastılar Kervanı soydular İçlerinden biri benim yanıma geldi "Ey derviş! Senin de bir şeyin var mı?" diye sordu "Kırk altınım var" dedim "Nerededir?" dedi "Koltuğumun altında dikili" dedim Alay ediyorum zannetti Beni bırakıp gitti Bir başkası geldi, o da sordu Fakat, o da bırakıp gitti İkisi birden reislerine gidip, bu durumu söylediler Reisleri beni çağırttı Bir yerde, kâfileden aldıkları malları taksim ediyorlardı Yanına gittim "Altının var mı?" dedi "Kırk altınım var" dedim Elbisemin koltuk altını sökmelerini söyledi Söküp, altınları çıkardılar "Neden bunu söyledin?" dediler "Annem, ne olursa olsun yalan söylemememi tembih etti Doğruluktan ayrılmayacağıma söz verdim Verdiğim sözde durmam lazım" dedim Eşkıyâ reisi, ağlamaya başladı ve; "Bu kadar senedir ben, beni yaratıp, yetiştiren Rabbime verdiğim sözü bozuyorum" dedi Bu pişmanlığından sonra tövbe edip, haydutluğu bıraktığını söyledi Yanındakiler de, "İnsanları soymakta, yol kesmede sen bizim reisimiz idin, şimdi tövbe etmekte de reisimiz ol" dediler Sonra, hepsi tövbe ettiler Kâfileden aldıkları malları sâhiplerine geri verdiler İlk defâ benim vesîlemle tövbe edenler, bu altmış kişidir"

ATEŞİN ODUNU YİYİP BİTİRDİĞİ GİBİ

Abdülkâdir Geylânî'nin sohbetleri ile hasta gönüller şifa bulur, katı kalpler yumuşardı İnsanların mânevî hastalıklarını tek tek bildirir, onları tedâvî ederdi Hasedin, kıskançlığın Allahü teâlânın gazâbına sebeb olacağını şöyle anlatır:

Ey mümin! Ne oluyor ki, seni, komşunu; yemede, içmede, giymede ve başka şeylerde kıskanır görüyorum Bu nasıl iş? Bilmiyor musun ki, bu senin îmânını zayıflatır Mevlânın yanında kıymetin kalmaz Seni, Allahü teâlânın gazabına uğratır Peygamber efendimiz; "Allahü teâlâ, hasetçi kimse nîmetimin düşmanıdır," buyurdu" diye bildirmiştir Resûl-i ekrem bir hadîs-i şerîfte; "Ateş odunu yiyip bitirdiği gibi, haset de iyilikleri yer" buyurdu Sen, haset ettiğin kimseyi, hangi ve ne hususta haset ediyorsun Onun kısmeti için mi, yoksa kendi kısmetin husûsunda mı haset ediyorsun? Eğer onu, Allahü teâlânın ona kısmet olarak verdiği şeyde haset ediyorsan, ona haksızlık etmiş olursun Haset ettiğin kimse, Allahü teâlânın kendisi için takdir ve taksim ettiği nîmetin içerisinde bulunmaktadır Sen onu, Allahü teâlânın bu ihsânından dolayı haset etmekle, ne kadar haksızlık ve cimrilik yaptığını, ne kadar akılsızlık ettiğini biliyor musun? Eğer onu, sana takdir edilenin onun eline geçeceğinden endişe ederek kıskanıyorsan, bu senin çok câhil olduğunu gösterir Çünkü senin kısmetini başkası yiyemez Muhakkak ki Allahü teâlâ sana zulmetmez Allahü teâlâ senin için takdir ettiğini, sana nasîb olarak verdiğini, senden alıp başkasına vermez

BU İHTİYARI HİMÂYE ETSİN!

Gavs-ül-a'zam bir gün, İmâm-ı Ahmed bin Hanbel'in kabrini ziyâret etti Yanında evliyâdan bir cemâat da vardı Kabrin başında okudular İmâm-ı Ahmed bin Hanbel kabirden çıktı, elinde gömlek vardı Gömleği verdi ve birbirlerinin boynuna sarıldılar Sonra İmâm-ı Ahmed; "Ey Seyyid Abdülkâdir! Fıkıh, tasavvuf ile helâlin, haramın ilmi sana muhtaçtır" buyurdu

Bir gece Resûlullah efendimizi rüyâda gördü Bu arada İmâm-ı Ahmed bin Hanbel'i de gördü Bir eliyle sakalını tutmuş, Resûlullah efendimizden ricâ ediyor ve; "Ey Allah Resûlü! Oğlun Muhyiddîn Seyyid Abdülkâdir'e buyur da, bu zayıf ihtiyârı himâye etsin" diyordu Resûlullah efendimiz tebessüm buyurarak: "Ey Seyyid Abdülkâdir! Bu şeyhin ricâsını kabûl et" buyurdu Resûlullah'ın emri ile, onun ricâsını kabûl etti ve sabah namazını Hanbelîlerin namazgâhında kıldı Hâlbuki Hanbelî namazgâhında imâmdan başka kimse olmazdı Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri oraya gelince, pek çok kimse de ardından gelip, mescidi doldurdu ve boş yer kalmadı "Eğer Gavs-ül-a'zam hazretleri o gün, Hanbelî namazgâhında hazır olmasaydı, Hanbelî mezhebi unutulacaktı" denilmiştir Bundan sonra Hanbelî mezhebine göre ibâdet etti

BİZİM YOLUMUZ

Oğlu Abdurrezzâk'a şöyle vasiyet eyledi:

Ey oğlum! Allahü tealâ bize ve sana ve bütün müslümanlara tevfîk, başarı ve muvaffakiyet ihsân eylesin! Sana Allah'tan korkmanı ve O'na tâat üzere olmanı, dînimizin emir ve yasaklarına riâyet etmeni ve hudûdunu gözetmeni vasiyet ederim

Ey oğlum! Allahü teâlâ bize, sana ve müslümanlara tevfîk versin! Bizim bu yolumuz, Kitap ve Sünnet üzere bina edilmiştir Kalbin selâmeti, el açıklığı, cömertlik, cefâ ve ezâya katlanmak ve din kardeşlerinin kusurlarını affetmek üzere kurulmuştur

Ey oğlum! Sana vasiyet ederim! Derviş yâni Allah adamlarıyla berâber ol Meşâyıha, tasavvuf büyüklerine hürmeti gözet! Din kardeşlerinle iyi geçin! Küçük ve büyüklere nasîhat üzere ol Dinden başka şey için kimseye düşmanlık etme!

Ey oğlum! Allahü teâlâ bize ve sana tevfîk versin! Fakirliğin hakîkati, senin gibi olana muhtaç olmaman, zenginliğin hakîkati ise, senin gibi olandan bir şey istememendir Tasavvuf hâldir, söz değildir, söz ile de ele geçmez Dervişlerden, Allah'tan başkasına ihtiyaç duymayan birisini görürsen, ona ilim ile değil, rıfk, yumuşaklık, güler yüz ve tatlı söz ile muâmele eyle! Zîrâ ilim onu ürkütür, rıfk, yumuşaklık ise çeker ve yaklaştırır

Ey oğlum! Zenginlerle sohbetin, görüşmen izzet ile, onlara değer vermeyerek, fakirlerle görüşmen ise, kendine değer vermiyerek olsun

İhlâs üzere ol! İhlâs, insanların görmesini hâtıra getirmeyip, yaradanın dâimâ gördüğünü unutmamaktır Sebeplerde Allahü teâlâya dil uzatma Her hâlde Allahü teâlâdan gelene râzı ve sükûn üzere ol Allah adamlarının huzûrunda şu üç sıfat üzere bulun: Alcak gönüllülük, iyi geçinmek ve kötülüklerden arınmış bir kalb Hakîkî yaşamak, nefsini öldürmenle, nefsinin arzularını, haram ve zararlı isteklerini yerine getirmemenle olur

1) Menâkıb-i Şeyh Abdülkâdir-i Geylânî (Mûsâ bin Yünûnî)
2) Behcet-ül-Esrâr (Ali bin Yûsuf)
3) Kalâid-ül-Cevâhir fî Menâkıb-i Şeyh Abdülkâdir-i Geylânî
4) Tefric-ül-Hâtır fî Menâkıb-i Şeyh Abdülkâdir
5) Tenşîtül-Hâtır fî Menâkıb-i Gavs-ül-âzam
6) Câmiu Kerâmât il-Evliyâ; c2, s89
7) Tabakât-ül-Kübrâ (Şa'rânî); c1, s126
8) Zeyl-i Tabakât-ı Hanâbile; c1, s290
9) Nefehât-ül-Üns; s587
10) Şezerât-üz-Zeheb; c1, s198
11) Hadîkat-ül-Evliyâ; 2'nci kısım, s32
12) El-A'lâm; c1, s17
13) Mir'ât-ül-Haremeyn; c3, s139
14) Nûr-ül-Ebsâr; s224
15) El-Bidâye ven-Nihâye; c12, s52
16) Fevât-ül-Vefeyât; c2, s2
17) Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî; c3, 123 Mektup
18) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s974
19) Redd-i Vehhâbî; s40
20) Tabakât-ül-Evliyâ; s246
21) Esmâ-ül-Müellifîn; c1, s59
22) Mu'cem-ül-Müellifîn; c5, s307
23) Rehber Ansiklopedisi; c1, s36
24) Ahbâr-ül-Ahyâr; s15
25) Sefînet-ül-Evliyâ; c1, s58
26) İslâm ÂlimleriAnsiklopedisi; c7, s196

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.