Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Biyografiler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
bâkîbillah, muhammed

Muhammed Bâkî-Billah

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Muhammed Bâkî-Billah




MUHAMMED BÂKÎ-BİLLAH

Evliyânın büyüklerinden İnsanları Hakk'a dâvet eden, doğru yolu göstererek saâdete kavuşturan ve kendilerine Silsile-i aliyye denilen büyük âlim ve velîlerin yirmi ikincisidir İkinci bin yılının müceddidi ve İslâm âlimlerinin gözbebeği olan İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârûkî Serhendî hazretlerinin hocasıdır Babasının ismi Abdüsselâm olup, fazîletli bir zâttı Annesi ise hazret-i Hüseyin'in soyundan olup, seyyide ve mübârek bir hanımdı Muhammed Bâkî-billah hazretleri 1563 (H971) senesinde Kâbil şehrinde doğdu

Muhammed Bâkî-billah'ın büyüklük hâli daha çocukluk zamanlarında simâsından belli olurduYüksek bir zât olacağının işâretleri ve büyük faydalara sebep olacağının alâmetleri, işlerinden, çalışmalarından ve gayretinden anlaşılırdı Daha çocukluk zamanlarında, bâzan bütün gün odanın bir köşesinde başını önüne eğip sessizce oturur, tefekküre dalardı Gençliğinde, ilim tahsîli için Kâbil'denSemerkand'a gidip, zâhirî ve aklî ilimleri, zamânının en büyük âlimlerinden olan Mevlânâ Sâdık-ı Hulvânî'den öğrendi Yüksek yaradılışı ve kâbiliyeti ile kısa zamanda, hocasının talebeleri arasında en yüksek seviyeye ulaştı

Zâhirî ilimleri öğrenip bitirmeden tasavvufa yönelip, bâtınî ilimleri öğrenmek için, bu yolun büyük âlimlerinin sohbetlerine ve derslerine gittiYaratılışındaki zekâsının ve kâbiliyetinin üstünlüğü ile, ilimlerde yüksek bir dereceye ulaştı

Hâce Muhammed Bâkî-billah, aklî ilimleri bırakıp, tasavvufa yöneldiği ilk zamanlarda, büyük zâtlardan birinin huzûruna gitmişti O zât, Hâce Muhammed Bâkî-billah'a; "Eğer hazret-i Hâcemiz birkaç gün daha ilim mütâlaası ile meşgûl olup, kemâl ve ikmâl sâhibi olsalardı ne güzel olurdu!" diyerek, MuhammedBâkî-billah'ın, bir müddet daha zâhirî ilimleri tahsîl etmiş olmasını temennî ettiğine işâret etmiştiBunun üzerine MuhammedBâkî-billah hazretleri şöyle dedi: "Kemâl sâhibi olmaktan maksat, zâhirî ilimlerde uzun ve zor kitapları, yerli yerince mütâlaa ve îzâh etmek ise, iddiasız, keskin görüşlü âlimlerin anlayabileceği hangi kitabı bize getirseler, getirenlerin hepsi tatmin olur ve tam bir fayda elde ederler diyebilirim"

Muhammed Bâkî-billah'ın zâhirî ilimlerde hocası olanMevlânâ Sâdık-ı Hulvânî'nin talebelerinden fazîletli bir zât, Muhammed Hâşimî Keşmî'ye şöyle anlatmıştır: Hâce Muhammed Bâkî-billah, zâhirî ilmi bırakıp tasavvufa rağbet ettiğini işittiğimizde, hep birden; "Bu gençte öyle bir fıtrat ve öyle bir himmet, gayret gördük ki, imkânı yok bir işe başlasın da onu bitirmesin Başladığı işi mutlaka bitirir" dedik Nihâyet düşündüğümüz gibi her ne kadar zâhirî ilimleri bırakmışsa da, bu ilimlerde kemâle ulaşmıştır

Muhammed Bâkî-billah'ın, zâhirî ilimleri tahsîl ettiği gençlik yıllarında,Nakşibendiyye yoluna karşı büyük bir muhabbeti vardı Kendisini bu yolda yetiştirecek bir büyüğü arıyor, onun derslerinden ve sohbetlerinden feyz almak, faydalanmak istiyordu Bu büyüklerin bulunduğu Mâverâünnehr'e giderek bir çoğu ile görüşüp tanıştı Sohbetlerinde bulunarak feyz aldı

Bundan sonra tekrar Hindistan'a gitti Bâzı arkadaşları ona, askerliği seçip, bu yoldan zengin olmasını tavsiye ettiler Fakat Muhammed Bâkî-billah hazretleri, bütün bağlantılardan kurtulup, tasavvufta yükselmeyi istiyor ve bu hususta şevkle çalışıyordu Onu seven ve sohbetinde bulunan bir zât şöyle anlatmıştır: "Bu yolda olan büyükleri öyle bir arzu ile arıyordu ve öyle bir gayret gösteriyordu ki, bundan fazlasına insan gücü yetmezdi Lâhor şehrinin sokaklarında çamur ve kil çok olduğundan, bu sokaklarda yürümek güç idi Muhammed Bâkî-billah bir gönül sâhibine rastlamak için, birçok sokak geçer, harâbeler, kabristanlar ve bahçeler dolaşır ve hiç yorulmazdı Bir gün ona arkadaşlık edip onunla berâber gideyim dedim Her ne kadar mâni olduysa geri kalmak istemedim Peşlerinden gidip birkaç sokak yürüdüm Sokaklardaki çamur ve kilin çokluğundan âciz kaldım ve ayaklarım yoruldu Hayâ ve edebimden bu hâlimi kendisine arz edemedim Vaziyeti anlayıp, beni geri çevirdi Nihâyet, onun başka bir kuvvet ile yürüdüğünü anladım"

Muhammed Bâkî-billah hazretleri şöyle anlatmıştır "Büyüklerin kitaplarından bir kitabı okurken, o büyükler bana göründüler, beni benden aldılar Bahâeddîn-i Nakşibend'in mübârek rûhâniyetleri, bana zikr telkin edip, cezbe ile taltif eyledi"

"Bir köyde bir meczûb vardı Yüksek hâller sâhibiydi Muhammed Bâkî-billah o meczûbun hâlini anlamıştı Yanından ayrılmak istemiyordu Her ne zaman yanına yaklaşmak istese, mâni olmak için sert sözler söyler, taş atardı Bâzan da başka tarafa giderdi Muhammed Bâkî-billah, bütün bunlara rağmen ondan vazgeçmedi Bir gün o meczûb, Muhammed Bâkî-billah'ı yanına çağırdı ve murâdının hâsıl olması için teveccüh gösterip çok duâ etti O meczûb zâtın teveccühlerinden pekçok faydalara kavuştu" Muhammed Bâkî-billah hazretleri bu hâdiseye temasla şöyle demiştir: "Gerçi biz, önceki velîler gibi çetin riyâzetler çekmedik ama, intizârlar (bekleyiş) ve büyük ızdıraplar gördük Bunlar arasında riyâzetler ve çok sert muâmeleler vardı"

Muhammed Bâkî-billah, sâlihleri ve meczûbları aramakta çok gayret gösterir, birçok memleketi dolaşır ve temiz kalblileri bulur, onlardan nasîbini alırdı Bu seyahatleri sırasında Silsile-i aliyye-i Nakşibendiyye büyüklerinden birinin sohbetine kavuştu Ona talebe olmak ve tam bağlanmak istedi Bunun için istihâre yaptıRüyâsında Muhammed Pârisâ hazretlerini gördü Muhammed Pârisâ rüyâsında ona buyurdu ki: "Tasavvuf yolunda ilerlemek en iyi ahlâk ile ahlâklanmaktır Bu büyük nîmet ve saâdet ele geçince, bu yolda elde edilecek fayda, elde edilmiş demektir" MuhammedBâkî-billah, başlangıçta ilk istifâdesini şöyle anlatmıştır: "İlk defâ günahlardan tövbe, Hâce Übeyd hazretlerinin huzûrunda oldu Benim için Fâtiha okumasını istedim SonraSemerkand'da bulunan ve Ahmed Yesevî'nin yolunda olan İftihâr-ı Şeyh'e talebe olmak arzusu ile tekrar tövbe ettim Her ne kadar "Siz gençsiniz, siz bu işe katlanamazsınız" dediyse de, arzumun çokluğunu görünce; "Bir Fâtiha okuyalım Allahü teâlâ istikâmet versin, Büyüklerin maksadına uygun azîmet nasîb eylesin, kalbinde büyük değişmeler ve nefsinde haraplıklar ve düzelmeler vâkî olsun" dedi Bir başka zaman Emîr Abdullah Belhî'nin huzûrunda tövbemi yeniledim Elimi müsâfehaya yakın bir şekilde tuttuÜmîd edilir ki, bunun bereketi kıyâmete kadar devâm eder"

Bundan sonra bir müddet daha dolaştım Nihâyet rüyâda, Behâeddîn Buhârî Nakşibend hazretlerinin huzûrunda tam bir tövbe yaptım Bundan sonra bende tasavvuf yoluna girmek arzusu âşikâr oldu Bu yola girmek için her çâreye başvurdum Nihâyet mübârek zâtlardan biri bana; "Peygamber efendimizden gelen zikr, neticeye kavuşturur" dedi Bütün gayretimle bu sözü söyleyen zâttan zikri ve murâkabeyi almak için uğraştım İki sene o zâtın silsilesindeki zikre, murâkabeye ve tesbihlere devâm ettim Her ne kadar bu sırada gizli işâretler, diğer bir yola girmeyi gösterdiyse de, ayaklarımı yerden kaldıramadım Böylece nefsi yenip gönül bahçeme, Allahü teâlânın izni ile büyüklerin kerem tohumunu ektim İnşâallah o tohumu, ikrâm ve ihsân edip, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği nehirlerle beslerler Bundan sonra Keşmîr'e gittim ve Bâbâ Vâli'nin sohbetine devâm edip, bereketli nazar ve teveccühlerine kavuştum Cenâb-ı Hakk'a hamd ve senâlar olsun ki, o teveccühler ile kabûl kapısı aralandı Onun vefâtından sonra da velîlerin ruhlarından feyz aldım

Muhammed Bâkî-billah hazretleri, Mâverâünnehr şehirlerinden birine giderken, Mevlânâ Hâcegî İmkenegî hazretleri; "Ey oğul, senin yolunu gözlüyordum!" buyurmasıyla, onun huzûruna kavuşup, çok yardım ve ihsânlar gördü Hocası onun yüksek hâllerini dinledikten sonra, üç gün üç gece onunla birlikte yalnız bir odada sohbet etti Hâcegî İmkenegî hazretlerinin sohbetlerinde bulunmakla ve Behâeddîn Nakşibend'in ve halîfelerinin yüksek rûhâniyetlerinin imdâdı ile, bu büyükler silsilesine dâhil olup, Hâcegî İmkenegî'nin halîfesi olup makâmına geçti"

Hacegî İmkenegî hazretleri, MuhammedBâkî-billah'ı kısa zamanda tasavvufta yetiştirip, yüksek derecelere kavuşturduktan sonra ona şöyle buyurdu: "Sizin işiniz, Allahü teâlânın yardımı ve bu yolun büyüklerinin rûhlarının terbiyesi ile tamam oldu Tekrar Hindistan'a gidiniz Çünkü bu silsile-i aliyyenin sizin sâyenizde parlayacağını görüyorum Bereket ve terbiyenizle orada, sizden çok istifâde edip, büyük işler yapanlar gelecek" Böylece ikinci bin yılının müceddidi İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin orada yetişeceğini müjdeliyordu

Hâcegî İmkenegî hazretlerinin, Muhammed Bâkî-billah'a hilâfet ve tam bir icâzet verip, Hindistan'a gönderdiğini duyan talebelerinden bâzıları gayrete gelip, aralarında bir huzursuzluk hâsıl olduKendileri uzun müddet orada oldukları için yeni gelen bir gencin kısa zamanda tam bir icâzetle dönmesi onları düşündürmüştü Hâcegî İmkenegî hazretleri bu durumu duyunca şöyle buyurmuştur: "Dostlarım bilsinler ki, bu gencin işini tamamlayıp buraya bizim yanımıza gönderdiler Yanımıza hâllerinin doğru olup olmadığını kontrol için geldiŞüphesiz öyle gelen böyle gider"

Muhammed Bâkî-billah hazretleri hocasının emriyle Hindistan'a gidip, bir sene Lâhor'da kaldı Oradaki âlimler ve fâdıllar onun sohbetine gelip, istifâde ettiler Sonra Delhi'ye gidip, vefâtına kadar orada kalıp, insanlara doğru yolu anlattı İki-üç sene gibi kısa bir müddet irşâd makâmında bulunmasına rağmen, pekçok âlim ve velî yetiştirdi Onun yetiştirdiği büyüklerin başında, kendisinden sonra halîfesi olan, hicrî ikinci bin yılının müceddidi, İslâm âlimlerinin gözbebeği İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendî gelir İmâm-ı Rabbânî hazretleri yetişip kemâle gelince, Muhammed Bâkî-billah bütün talebesinin yetiştirilmesini ona bıraktı Hâce Ubeydullah ve Hâce Muhammed Abdullah adında iki oğlu vardıBunların da yetiştirilmesini İmâm-ı Rabbânî hazretlerine bıraktı İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Mektûbât'ında bunlara yazılmış mektupları vardır Oğulları tasavvufta yetişmiş kıymetli zâtlardandı



Alıntı Yaparak Cevapla

Muhammed Bâkî-Billah

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Muhammed Bâkî-Billah




Muhammed Bâkî-billah'ın annesi, evinde kendisine hizmet eden kadın hizmetçileri olduğu hâlde, dergâhın hizmetini kendisi görürdü Hattâ tandıra bile ekmeği kendisi kor, pişirirdi Yemekleri pişirip hazırlardıTâze ekmeği dergâhta bulunanlar için verir, kendisi kuru ekmek yerdi Çoğu zaman bir kuru hasır üzerinde yatardı Bir gün Muhammed Bâkî-billah, annesini güçsüz ve tâkatsiz bir hâlde görerek, dergâhın yemek pişirme işini bir başkasının yapmasını söyledi Fakat annesi böyle bir hizmetten mahrûm kaldım diye ağlayarak; "Bilmiyorum, ne kabahatim oldu da, Allahü teâlâ beni bu hizmetten mahrûm eylediYaptığım en iyi iş, o fazîletli oğlum Muhammed Bâkî-billah'a ve talebelerine ekmek ve yemek pişirmek idi Onu da benden aldılar" dedi Tevâzuunun, inkisârının, kırıklığının ve edebinin çokluğundan, bu durumu oğlu Muhammed Bâkî-billah hazretlerine açıklamadı Annesinin bu ızdırâbı, Muhammed Bâkî-billah hazretlerine bildirilince, bir nîmet olan bu hizmeti tekrar annesine verdi"

Muhammed Bâkî-billah hazretleri, dâimâ hâllerini gizlerdi Çok tevâzu sahibiydi Suâl soranlara zarûret miktârınca, kısa cevap verirdi Bununla berâber, tasavvuf yolunda karşılaşılan derin mânâların halli için sorulan suâlleri, soranın tamâmen anlayabileceği şekilde, açık şekilde îzâh ederdiBelki yanlış anlar ve yanlış yola gider düşüncesiyle, bu hususta çok dikkatli davranırdı Dâimâ hüzünlü ve üzüntülü olduğu hâlde, huzûruna gelenlerle neşeli ve tebessüm ederek konuşurdu Müslümanlara çok yardım eder, iyi işlerinde onlara faydalı olmaktan aslâ kaçınmazdı Âlimlere ve büyüklere, aşırı hürmetleri vardı

Ramazân-ı şerîf ayında bir gece, İmâm-ı Rabbânî hazretleri, hizmetçilerinden birisi ile yüksek üstâdına yoğurt göndermişti Getiren şahıs hizmetçilerine değil de, doğruca Muhammed Bâkî-billah'ın kapısına gitti Kapıyı çaldı Muhammed Bâkî-billah bir başkasını uyandırmayıp kendisi kalktıYoğurt kabını elinden alıp: "İsmin nedir, nereden geliyorsun?" buyurdu "İsmim Bâbâ'dır ŞeyhAhmed'in (İmâm-ı Rabbânî'nin) hizmetçisiyim" dedi Bunun üzerine; "Mâdem ki bizim Şeyh Ahmed'in hizmetçisisin, bizimle berâbersin" buyurdu Bu kadarcık bir görüşmeden, hizmetçide bir sekr, kendinden geçme hâli hâsıl oldu İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin huzûruna gitti İmâm-ı Rabbânî hazretleri: "Hâlin nedir? Sana ne oldu?" dedi Kendinden habersiz, mest olmuş bir vaziyette; "Her yerde, taşlarda, ağaçlarda, yerde, gökte, anlatılamayan, vasfedilmeyen, nihâyetsiz bir nûr görüyorum Nasıl anlatayım, ifâdeye, beyâna sığmaz" dedi İmâm-ı Rabbânî hocası Muhammed Bâkî-billah'ı kasdederek; "Muhakkak o mübârekler, bu biçârenin karşısında durup, karşılarında duran bu zerre üzerine bu güneşten bir şuâ aksetti" buyurdu

Mîr Muhammed Nûmân buyurdu ki: Bir gün kızımı hocamın huzûruna gönderdim Hocam MuhammedBâkî-billah, daha meme emmekte olan bu çocuğu mübârek kucaklarına alıp, şefkât ve merhamet gösterdi Çocuk, elini mübârek sakalına götürüp çekerken, bir kıl elinde kaldı Buyurdular ki: "Mîr, senin çocuğun, bizden bir yâdigâr aldı" O günlerde vefât etti ve o mübârek sakalından bir kıl, teberrüken ve yâdigâr olarak bizde kaldı

Beyt:

Saçlarından bir tel beni mest eder,
Hattâ çok söyledim, kokusu yeter

Muhammed Bâkî-billah'ın kalplere teveccüh ederek, kalpleri, Allah, Allah diye zikrettirmesi inâyeti umûmî idi Bir gün İmâm-ı Rabbânî buyurdu ki: "Bu nîmetin şumüllü ve umûmî olması, yâni kalbin zikretmesi ve bu yolun daha başlangıcında cezbe hâsıl olması, hocamız Muhammed Bâkî-billah'ın bu yolda lâzım olan bereketli bir ilâvesidir" Muhammed Hâşim-i Keşmî, İmâm-ı Rabbânî hazretlerine; "Daha evvel bu yoldaki büyüklerde bu yok mu idi?" diye sorunca, buyurdu ki: "Vardı, ama başlangıçta bu kadar umûmî değildi" Ve yine buyurdu ki: "Bu şumûlün ve bu umûmiliğin sırrını, Muhammed Bâkî-billah'tan sorduğum zaman, buyurdu ki: "O zamandan bu zamâna kadar isteyenlerin, talebelerin arzu ve himmetleri azaldı ve karıştı; talebelerin anlama ve gayretleri de azaldı Şefkatin çokluğu sebebiyle onlar mücâhede etmeksizin, uğraşmaksızın, büyük gayret sarf etmeksizin bu yola alınıyorlar Böylece arzu ve istek sahrasında yaya yürüyenler, bineğe kavuşuyorlar ve soğuklukları sıcağa dönüyor" Muhammed Hâşim-i Keşmî demiştir ki: İmâm-ı Rabbânî bu sözleri anlatıp bitirince, bir âh çekti ve şöyle duâ etti: "Allahü teâlâ ona, talebeleri tarafından, büyük ve hayırlı karşılıklar versin!"

Muhammed Bâkî-billah hazretlerinin şefkati ve merhameti o kadar çoktu ki, bir defâsındaLâhor şehrinde kıtlık vâki olup, yaşamak güçleşmişti O günlerde o da, Lâhor'da bulunuyordu Hattâ birkaç gün yemek bile yemedi Her ne zaman huzurlarına yemek getirseler; "İnsanlar, sokaklarda açlıktan can verirken, bizim yememiz insafa sığmaz" derdi Getirilen yemeklerin hepsini açlara dağıtırdı Lâhor'dan Delhi'ye giderken çok defâ, yaya yürüyen bir zavallıyı görür, hayvandan inip, onu bindirir, kendisi yaya yürürdü Hattâ tanıdıklarından biri bu yaptığını görerek: "Kendisi yaya gidiyor" denmesin diye, tevâzuundan sarığını başına iyice geçirerek kendisini belli etmezdi Şehre yaklaşınca hâllerini gizlemek niyetiyle, tekrar hayvana binerdi

Şefkati ve acıması da çoktu Bir gece teheccüde kalkmıştı Bir kedi gelip yorganının üzerinde uyumuştu Sabaha kadar sıkıntı ve mihnetlere katlanıp kediyi uyandırmadı Eğer kendisinden bir hârika, bir kerâmet zuhûr etseydi, Allahü teâlânın mahlûkâtına olan aşırı şefkatinden, acımasından dolayı olurdu

Delhi şehrindeki fazîletli zâtlardan biri, evliyâlık hâllerinin hâsıl olması için ne yapmak lâzımsa hepsini göze almıştı Bunun için her tarafa başvurdu Senelerce dolaştı, fakat kalb gözü açılmadıMaksadına ulaşması için edilen duâlardan bir tesir görmedi Arayış içinde olan bu fazîletli zât, Muhammed Bâkî-billah'ın hâlini ve kemâlini, tasavvuftaki üstün derecesini duymuştu Bir gün hâlini ona arz etmeye karar verip, Muhammed Bâkî-billah at üzerinde giderken yanına yaklaştı Atının dizginlerini tutup, büyük ve içli bir yalvarma ile vaziyetini arz etti ve meşakkatinin son bulmasını istedi Muhammed Bâkî-billah ona merhamet ederek atından indi ve onu şefkatle kucakladı Kuvvetlice boynuna sarılıp sıktı "Allahü teâlâ senin kalb gözünü açsın" dedi O anda teveccüh için yalvaran kimse kalb gözünün açıldığını müşâhede etti Muhammed Bâkî-billah'ın teveccühü ile kalb gözü açıldı

Üç dört yaşlarında küçük bir çocuk, Kale'nin on beş yirmi metre yüksekliğindeki duvarından, zemini taş olan yere düşmüş ve kulaklarından kan gelip nefesi kesilmişti Çocuğun annesi bu hâdise karşısında çocuğunu kucaklayıp, çâresizlikler içerisinde ağlayıp inleyerek, doğruca büyük bir velî bildiği Muhammed Bâkî-billah hazretlerinin huzûruna gitti Derin bir üzüntü ve içli bir yalvarışla çocuğunun kurtulması için himmet ve duâ istedi Muhammed Bâkî-billah hazretlerinin âdeti şöyleydi ki; teveccüh ve tasarruflarını, mânevî yardımlarını, sebebler altında gizlerdi Bu durum karşısında da himmetini gizleyip bir tıb kitabı istedi Kitabı alıp; "Öyle anlıyorum ki bu çocuk ölmeyecek!" buyurdu Orada bulunanlar hayretler içerisinde kaldılar Muhammed Bâkî-billah hazretleri bundan sonra bir müddet sessizce durup çocuğa himmet ve duâda bulundu Sonra çocuk eski hâline gelip sapa sağlam oldu Bu hâdiseye şâhid olanların şaşkınlığı bir kat daha arttı

Doğruluktan ve mürüvvetten uzak bir asker, Muhammed Bâkî-billah'ın komşularından birine eziyet ediyordu Muhammed Bâkî-billah hazretleri, bu zulmü görerek, rahat edemeyip, askere nasîhat etti Fakat o zâlim asker nasîhatlerini kabûl etmedi Bâkî-billah, mazluma merhametinin çokluğundan, o zâlime şöyle dedi: "Merhameti gibi gayreti de çok olan büyük velîlerin komşularına yaptığınız bu iş sizi helâk eder Haberiniz olsun!" İki, üç gün sonra o zâlim askeri açıkça hırsızlık yapma suçundan yakaladılar ve öldürdüler

Muhammed Bâkî-billah hazretleri çok tevâzu gösterir ve inkisar, kırıklık içinde hâllerini hep kusurlu görürdü Bu hâl kendisini o kadar kaplamıştı ki, eğer talebesinden biri bir kusur etse ve bunu işitse; "Bunlar bizim fenâ sıfatlarımızın akisleridir Biz fenâ olunca onlara da akseder onlar ne yapabilirler, ellerinden ne gelir?" buyurarak yüksek bir tevâzu gösterirdi

Emr-i mârûf ve nehy-i münker yapıp, iyilikleri bildirip, kötülüklerden sakındırırken, şiddet ve sertlik göstermezdi Bir kimse dîne uygun olmayan bir iş yapsa veya söz söylese, yumuşaklıkla, kinâye ve îmâ ile sakındırır, kalb kırmak istemezdi Emr-i mârûf yaparken, kendini diğer insanlardan ayırmamak ve üstün görmemek için çok gayret sarf ederdi Hiçbir zaman dilinde, meclisinde ve sohbetlerinde hiçbir müslüman kötülenmezdi Huzûrunda bulunanlardan birinin kalbinden bir müslüman hakkında kötü bir düşünce veya hafife alma düşüncesi geçse, Muhammed Bâkî-billah hazretleri derhal hakkında kötü düşünülen kimseyi medhedici sözler söyleyerek konuşmaya başlardı

Muhammed Hâşim-i Keşmî şöyle anlatmıştır: Bir gün câmilerden birinin yanında talebelere ayrılmış bir odada oturuyordum Bir talebe diğer bir talebe ile evliyânın hâlleri üzerinde konuşuyordu Bir ara bu talebelerden biri, Muhammed Bâkî-billah'dan bahsedip: "Bu güne kadar çok yerler gezdim Bu zamanda onun gibi nefsini terk etmiş, cefâlar çekmiş, kimse yoktur" diyerek şöyle anlattı:

Hâce Kutbüddîn hazretlerinin mübârek mezârlarının başındaydım Âniden: "Muhammed Bâkî-billah hazretleri geliyor" dediler Mezâra hizmet eden hizmetçi, mezâra yakın bir yere onlar için bir iskemle ve üzerine minder ve örtü koydu Muhammed Bâkî-billah hazretleri için hazırladı Muhammed Bâkî-billah daha teşrîf etmeden önce, kendinden habersiz biri içeriye girdi Gözü iskemleyi ve üzerindeki örtüyü görünce: "Bu nedir ve kimin içindir?" dedi Hizmetçi; Muhammed Bâkî-billah'ı göstererek; "Gelen şu azîz içindir" dedi O kendinden habersiz adam kızarak, kötü söyleyerek, Muhammed Bâkî-billah için bağırmaya, sövüp saymaya başladı Bu sırada Hazret-i Hâce Bâkî-billah içeri girdi Söven kimse, onu görünce huzûrunda, yüzüne karşı daha kötü sözler söyledi ve; "Ey filân! Sen buna lâyık mısın ki, senin için buraya minder koysunlar?" dedi Adam bağırıp çağırmaktan ter içinde kalmıştı Muhammed Bâkî-billah hazretlerinin orada bulunan talebelerinden bir çoğu, onu îkâz etmek istediler Muhammed Bâkî-billah hepsini göz işâreti ile bu işten vazgeçirip kendisi kötü sözler söyleyen o kızgın adamın yanına gidip, yumuşak ve tatlı bir ifâde ile, "Evet, senin dediğin gibidir, ben öyleyim, ben ona nasıl lâyık olurum, benim haberim olmadan bu işi yaptılar Affediniz efendim ve kalbinizi, bana karşı kötü düşünceden boşaltınız" deyip, kaftanlarının kolu ile o bağıran adamın alnının terlerini sildi Sonra ona birkaç altın verdi Böylece adamın öfkesi yatıştı Bu hâdiseyi nakleden kimse sonra şöyle dedi: "Ben o adamın bağırıp çağırmaları karşısında Muhammed Bâkî-billah hazretlerinin hâlinde ve konuşmasında en ufak bir değişme görmedim İşte o zaman yeryüzünde, melek sıfatlı bir kimsenin bulunduğunu yakînen anladım



Alıntı Yaparak Cevapla

Muhammed Bâkî-Billah

Eski 08-02-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Muhammed Bâkî-Billah




Muhammed Bâkî-billah hazretlerinin zamânında kendisini seven vâliler kendisi ve fakirlere dağıtması için, altın ve gümüş paralar gönderirlerdi Muhammed Bâkî-billah hazretleri bu paraları fakirlere dağıtırdı Maksaddan ve hakîkatten uzak bâzı zavallılar onu kendileri gibi zannedip dil uzatırlardıTalebeleri böyle hâdiselere mâni olmak, müdâhale etmek istedikleri zaman, buna mâni olur yumuşaklık, tatlılık ve güzel vasıflar ile sıfatlanmalarını sağlardı Talebelerine, sözle, hareketle, kendilerini kusurlu ve küçük görme hâlini ve yapılan cefâlara katlanmayı dâimâ gösterir ve buna; "Maksada kavuşturucu bir delîl ve irfân yolunun rehberi" derdiTalebelerinden buna uymayan bir şey meydana gelseydi, kırılarak çok nasîhat ederdi

Hân-ı Hânân ismiyle meşhûr Abdürrahîm Hân onu sevenlerden olup, tam bir muhabbetle bağlıydı Bâkî-billah hazretlerinin hacca gideceklerini duyunca, yüz bin rubiyye (o zamânın parası) kendisinin ve talebelerinin yemek ve yol parası olarak gönderdi "Bu hediyemi, merhamet ederek kabûl etsinler" dedi MuhammedBâkî-billah hazretleri bunu duyunca durup: "Bizim gibilerin hacca gitmesi müslümanların altın ve gümüşlerini kendimize sarf etmenin karşılığı olmaz!" deyip, kabûl etmedi ve geri döndü

Giymede, yemede, oturmada hiçbir şeye özenmez ve heves etmezdi Sevmediği ve tabiatının arzu etmediği bir yemeği birkaç gün üst-üste önüne getirseler; "Bir başka yemek getirin" demezdi Bunun gibi, bir elbise uzun bir zaman üzerinde kalsaydı, "Bir başkasını getirin giyeyim" demezdi

Bedenen zayıf olup, dâimâ abdestli olmaya, daha çok ibâdet ve tâat yapmaya uğraşırdıYatsı namazından sonra odasına döner bir mikdâr murâkabe ile meşgûl olur, âzâlarının zayıflığı galebe gösterince, kalkar abdest alır, iki rekat namaz kılar, yeniden otururdu Bedeninde hâlsizlik ve yorgunluk vâki olunca, tekrar abdest alır, gecenin çoğu böyle geçerdi

Yemek yemede ihtiyâtı o kadar çoktu ki, bir hediye gelse, onu; "Biz hediyeyi geri çevirmeyiz" hadîs-i şerîfine göre geri çevirmez, ama husûsî işlerine de sarf etmezdi Daha temiz ve daha iyi yerden borç alır ve fıkıhta bildirildiği şekilde "Bu daha helâldir ve daha iyidir" hükmü ile hareket eder ve hediyeyi oraya verirdi Yemek pişirenin abdestli, hattâ huzur ve safâ sâhiplerinden olmasını, yemek pişirirken çarşı, pazar ve dünyâ kelâmı söylenmemesini iyice tenbih ederdi "Huzur ve ihtiyât sâhibi olmayanın yemeklerinden, bir duman çıkar feyz kapısını kapatır ve feyzin gelmesine engel olur, feyze vesîle olan temiz rûhlar, kalb aynasının karşılarında durmazlar" derdi Bütün talebelerini bu husûsa riayete teşvik eder, az bile olsa, riâyet etmeyenlerin hâllerinden bunu anlardı

Bir gün hâl ve keşf sâhibi dostlarından biri gelip; "Hâlimde bir bağlanma, bir kapanma, kalbimde bir karartı görüyorum ve hissediyorum, ne kabahat işlediğimi bilemiyorum" deyince, Hâce hazretleri; "Yemeklerde ihtiyâtsızlık vâki oldu" buyurdu "Yemekler, her günkü yemeklerdi" deyince, Muhammed Bâkî-billah hazretleri: "İyi düşününüz, iyi düşününüz ki, bundan başkası olmasa gerek Muhakkak ufak bir ihtiyâtsızlık bu hâle sebeb olmuştur" dedi İyice düşününce; "Yemek pişerken, ihtiyâtlı olmayan, helâl olduğu şüpheli iki üç odunun da yemek pişirmek için yakıldığını hatırladım" dediBunun gibi, şüphelilerden sakındığı gibi, mübâhların fazlasından da sakınır, mübâhları zarûret mikdârı kullanırdı

Yemek husûsundaki bu ihtiyâtı, onların mübârek yollarının ve hâllerinin letâfet ve temizliği sebebiyleydi Temiz bir aynaya, bir nefesin bile tesir edeceği kadar, saf ve temizdi Bu sebepten, talebeleri toplanınca, etraflarında en temiz ve en muhlis olanları oturturlardı Aralarında bir yabancı olsa, hemen onun gafleti, noksanlığı, düşünceleri mübârek kalb aynasına aksederdi

Bir gün dervişlerden birinin bir yorgana ihtiyâcı olduHatırından, ondan bir yorgan istemeyi geçirdi Muhammed Bâkî-billah hazretlerine bu düşüncesi, zâhir olup, namazdan sonra; "Filân dervişe ve yorgan ihtiyâcı olanlara, yorgan veriniz" buyurdu O derviş; "O günden beri Muhammed Bâkî-billah hazretlerini üzecek bir düşüncenin kalbimden geçeceğinden korktum" demiştir

Bir gün, azîzlerden biri, onun muhlis talebelerinden birine, arzu ve istek dolu bir mektup gönderdi Bu mektup Muhammed Bâkî-billah hazretlerine takdim edildi Yüksek bir tevâzu ile mektubun arkasına şöyle yazdı: "Maalesef bu âcizde iş yapacak kuvvet kalmadıAllahü teâlâ, bu geride kalmış günlerinin mâtemini tutana birkaç gün ömür verirse, en büyük gayretle maksadı ararım, hayâtımı bu yolda veririm Allahü teâlâ bu miskine, her iki cihândaki işini, kudret-i ilâhiyyeye bırakmasını ve bütün tutulmalardan kurtulmasını ihsân eylesin Âmin Yâ Rabb-el-âlemîn O kardeşime ricâ ederim ki, bu arzunun husûlü için, yüzünüzü yerlere sürünüz Ve fakîrin bu arzusuna kavuşması için Allahü teâlâya duâ ediniz Zîrâ arkadan, gıyâben yapılan duâları, Allahü teâlâ hemen kabûl eder Duâlar ederim efendim"

Muhammed Hâşim-i Keşmî, Şeyh Tâceddîn'den şöyle nakletmiştir: Birgün Muhammed Bâkî-billah hazretleri, nehre doğru gidiyordu Muzdarip, garip, çok üzüntülü olduğu anlaşılıyordu Ben de arkasından gidiyordum Biraz sonra, arkasından geldiğimi anladı, âh ederek, içli bir sesle; "Ey Tâceddîn, vâridât, feyzler, nûrlar, hâller ve esrârı o kadar üzerime yağdırıyorlar ki, bu nehir mürekkeb olsa, onları yazamadan biter Amma benim için bunlardan ne çıkar Benim aradığım görülemez, bilinemez, istek anlatılamaz, istenen vasfedilemez" buyurdu

Beyt:

Ne taleb dile gelir, ne matlûb anlatılır,
Ne onun bir benzeri, ne bunun misli vardır

Muhammed Bâkî-billah hazretleri, tasavvuf hâlleri içinde kendinden geçmiş bir durumda olmasına rağmen, iki sene talebelerini yetiştirmekle meşgûl oldu Talebelerinin en büyüğü ve en üstünü olan İmâm-ı Rabbânî hazretleri tasavvufta yetişip kemâle ulaşınca, kendini sohbetten tâlim ve telkinden çekip, dostlarını ve talebelerinin yetiştirilmesini ona havâle etti Kendini bu işten çekip, yalnızlığı tercih etti Âhirete âit büyük bir elem ve üzüntü ile yalnız kaldı Sâdece cemâatle namaz kılmak için dışarı çıkardı

Muhammed Bâkî-billah hazretlerini kim görse; "Yeryüzünde yürüyen bir meyyite kim bakmak isterse, Ebû Kuhâfe'nin oğluna, yâni Ebû Bekr-i Sıddîk'a baksın" hadîs-i şerîfini hatırlardı Bununla berâber, nazarlarının heybet ve tesiri duvarlara işlerdi Gafiller, kendisini görünce; "Onları görenler Allah'ı hatırlarlar" hadîs-i şerîfini akıllarına getirirlerdi Hattâ öyle ki; bir gün Hindûların tarlalarının bulunduğu bir köyden geçiyordu Orada bulunanların gözleri Muhammed Bâkî-billah hazretlerine takılınca, birbirlerine: "Bu nasıl bir insandır ki, onu görünce Allah hâtırımıza geldi" dediler

Bir zât şöyle anlatmıştır: "Bir gün, gelip namaza yetiştim ve Muhammed Bâkî-billah'ın da bulunduğu cemâate dâhil oldum Her taraf doluydu Yalnız Muhammed Bâkî-billah'ın yanı boştu Ben, Muhammed Bâkî-billah'ı yakînen tanımıyordum O boşluğa oturdum Biraz sonra Muhammed Bâkî-billah'ın heybet ve azâmetleri kalbime hücûm etti Hattâ ondan bir hayli uzaklaştığım hâlde sükûnet bulamadım Elimde olmayarak, biraz daha arkaya çekildim Böylece, öyle bir yere geldim ki, ayağımı biraz daha arkaya götürsem sofadan düşecektim Bu hâl bana çok tesir etti o günden sonra, o âriflerin büyüğünün muhlislerinden, sevenlerinden oldum"

Bütün bu heybetiyle berâber, ızdırabının coşması ve şöhretten kaçarak kendini halkın gözünden düşürmek arzusu ile, yalnız başına sokaklarda ve pazarda dolaşır ve bir duvarın gölgesinde toprağın üstünde otururdu Bu kendinden geçme ve hayret zamanlarında, dinden kıl ucu kadar ayrılmaz, azîmetle olan amellerinde bir gevşeklik olmazdı

Eğer talebelerinden birinin bir edebi terk ettiğini bilse, zâhirde kızmaz, dile almaz ama yakın oldukları hâlde, bâtınlarını ondan çekerler, ayırırlardı Bâzan rüyâda îkâz eden emirler verirdi Hatâ ve eksikliklerini talebelerine bu yollarla bildirirdi

Mertebesinin yüksekliğine en büyük delîl şudur: İki üç sene irşâd makâmında kaldı Bu kısa zamanda, nice insanlar onun şerefli sofrasından nasîb aldılar Hindistan memleketi, onların bereket ve ihsânları ile doldu ve bu diyarda garib olan, bilinmeyen Ahrâriyye yolu büyük revâç görüp, bu yoldan çok büyüklerin yetişmeleri, onların sâyesinde mümkün oldu

Muhammed Bâkî-billah hazretleri, insanların olgunluk yaşı olup, mânevî kemâllerin de yaşı olan kırk yaşına gelince, bu sıkıntılarla dolu cihânın darlığından kurtulmak istedi Bu günlerde birinin vefât haberini işitip baştan başa dertli olan kalbinden içli bir âh sesi duyuldu Ve; "Çok iyi oldu, kurtuldu" buyurdu Bundan maksadı, mevhûm olan varlık libâsından kurtulmaktır Zîrâ dünyâda olanlar, yalnız matlûbu duymakla kalırlar Şöyle ki, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî vefâtı zamanında, bu esrârı terennüm eyledi

Beyt:

Ben tenden kurtulurum, o hayâlden kurtulur,
Gideyim, kavuşmanın sonu böyle bulunur

Vefâtı yaklaştığı son günlerde hanımına; "Ben kırk yaşına gelince, büyük bir hâdise önüme gelir" buyurdu Mübârek ellerini açtı ve; "Elimde olan çizgi, sana söylediğim sözün nişânıdır" dedi Yine bu günlerden bir gün, eline bir ayna alıp, hanımını çağırdı ve; "Gel berâber bu aynaya bakalım" dedi O afîfe hâtun şöyle demiştir; "Aynada, onu tamâmen beyaz sakallı gördüm ve korktum Bana böyle görünmeyiniz, bakmaya gücüm yetmiyor" dedim Tebessüm etti ve kendini asıl şeklinde gösterdi

Kendi keşflerini, bir rüyâ görmüş gibi anlatmaları âdeti olduğundan, "Evliyâullahtan birine, bu yakınlarda Nakşibendî silsilesinin büyüklerinden biri âhirete intikâl edecektir Delhî şehrinin kenârında bir yere gömülsün ve insanlara karışmaktan kurtulsun diye bildirildi" dedi Bu zâtın kim olduğu husûsunda, bâzı talebeleri istihâre eylediler, izin verilmediğini anlayınca, istihâreden vaz geçtiler

Bir gün kendisi için; "Bana şöyle bildirdiler ki; Senin dünyâya gelmekten maksadın, tamam olduDünyâda işin kalmadı, artık sefere çıkmak îcâb ediyor" buyurdu

Muhammed Bâkî-billah hazretleri 1603 (H1012) senesinde bir hastalığa tutuldu ve şöyle buyurdu: Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr'ı rüyâda gördüm ve bana; "Gömlek giyiniz" buyurdu Bu rüyâyı anlattıktan sonra, tebessüm etti ve; "Eğer yaşarsam öyle yaparım, yaşamazsam, gömleğim kefenimdir" buyurdu

Bu günlerde sefere çıkmak isteyen muhlis talebelerinden birine de; "Birkaç gün bir yere gitmeyiniz, son günlerimi yaşıyorum" dedi Sâdık talebelerinden birçokları gelmişlerdi Zâfiyetinin, hastalığının çok olduğu zamanlar, derin ilimler beyân eyleyip, çok yüksek hakîkatlerden bahsetti Bir gece, hastalık ve zâfiyet o hâle geldi ki, gören can vermekte olduğunu sanırdı Bir müddet sonra kendine gelip; "Eğer ölmek bu ise, ne büyük bir nîmettir Bu hâlden kurtulmak istemiyorum" buyurdu Cemâzilâhir ayının yirmi beşindeCumartesi günü, hazırlık ve ayrılık eserleri görünmeğe başladı Bütün dostlarına bakışları ile vedâ ederken, talebeleri, eshâbı ve dostları ağlamağa başladılar Muhammed Bâkî-billah ise tebessüm buyurup hayretle bakıyor ve sanki: "Siz nasıl dervişlersiniz, kazâya rızâ dâiresinden çıkıp ağlarsınız" diye söylemek istiyordu Bu sırada talebelerinden biri: "Yâ İlâh-el-âlemîn" mübârek kelimesini söyledi Süratle onun tarafına bakıp, mübârek yüzünü onun tarafına çevirdi Orada olanlardan biri "Onların bu hareket ve teveccühü hakîkî mahbûbun ismini duyma şevkindendir" buyurunca, bu sözün tesiri ile mübârek gözleri yaş ile doldu İkindi vakti yaklaşmıştı Sesli olarak Allahü teâlânın ismini zikretmekle meşgûl olup böylece; "Allah, Allah" diye rûhunu teslim eyledi



Alıntı Yaparak Cevapla

Muhammed Bâkî-Billah

Eski 08-02-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Muhammed Bâkî-Billah




Vefâtından sonra, en sâdık talebeleri, karar verdikleri bir yere mezârlarını kazdılar Fakat tâbutu oraya götüremediler Telâşla bir başka yere götürdüler Tâbutu yere indirdikten sonra, ne görsünler! Orası bir defâsında Muhammed Bâkî-billah hazretlerinin talebeleri ile geldikleri bir yerdi Beğendiği bu yerde abdest alıp, iki rekat namaz kılmıştı O temiz yerden bir mikdâr toprak eteğine yapışmıştı ve; "Bu yerin toprağı bizim eteğimizi tuttu" buyurmuştu Ana caddeye yakın olan bu yerde kabrini kazdılar Bu irşâd memleketinin pâdişâhını, içli üzüntülerle mezâra indirdiler Hâce Hüsâmeddîn hazretlerinin gayretleri ile, mezârın etrafına; ağaçlar, meyveler, çiçekler dikip, orasını gâyet güzel bir bahçe yaptılar Kabr-i şerîfini ziyâret edenler bereket ve şifâ bulurlar

Beyt:

Magfiret nûru parlasın, mezârında mum yerine,
Kapına gelenin kalbi gark olsun nûr denizine

Fazîletli zâtlar ve ârifler vefât târihi için mersiyeler yazdılar Bu şiirlerden birinin son mısraında geçen "Bahr-ı ma'rifet" ifâdesi, ebced hesâbına göre, Muhammed Bâkî-billah hazretlerinin vefât tarihi olan hicrî "1012" senesini göstermektedir Bu şiirin tercümesi şöyledir:

Bir zât ki mahbûbu ile bâki oldu,
Ve sıfatlarından hep fâni oldu

Hâlıkına âşık, tam bir aşk ile,
Mahlûkâta çok merhametli oldu

Onun vasl senesi susuz dilime,
Bak ne güzel "Bahr-i ma'rifet" oldu

Mîr Muhammed Nûmân şöyle anlatmıştır: "Horasanlı bir genci, Akra'da hastahânede hasta yatar gördüm Hastalığını sorduğumda; "Ben sağlam bir insandım Dekken'de Hazret-i Hâce Bâkî'yi rüyâda gördüm Onların aşkı ile buraya kadar geldim Vefâtı haberlerini duyunca, çok üzüldüm ve şimdi hastayım Bu hastalığım ve harâb hâlim, o büyüğe olan muhabbetimdendir" diyerek hüngür hüngür ağladı

Muhammed Bâkî-billah'ın eserleri şunlardır:

1) Külliyât-ı Bâkî-billah: Bir kitapta toplanmıştır 2) Mektupları, 3) Rubâiyyât: Bu eserini İmâm-ı Rabbânî hazretleri Şerhu Rubâiyyât adıyla şerh etmiştir

Muhammed Bâkî-billah hazretlerinin mektuplarından kırk bir tânesi, Zübdet-ül-Makâmât kitabında ayrı bir bölüm olarak yazılmıştır Mektuplarından bir tânesi:

6'ncı Mektup (Bu mektup, Şeyh Tâceddîn'e gönderilmiştir):

"Devamlı abdestli bulunmak, helâl yemek yemeye dikkat etmek, bütün günahlardan, gıybetten, söz taşıyıcılıktan, mümini aşağılamaktan, müslümana düşman olmaktan, kin tutmaktan, eli altında olanlara kızmaktan ve sert davranmaktan sakınmak lâzımdır Bizim yolumuzun esâsı budur Bunlarsız iş sağlam olmaz Ama bu sayılanlarda arada bir gevşeklik olursa, bu işi, yâni büyüklerin verdiği vazifeleri ve o yolun îcâblarını terk etmemeli, aksine tövbe ve istigfâr etmeli, aldığı ve yapmakta olduğu vazifelere daha sıkı sarılmalıdır Meâlen: "Muhakkak ki sevâplar, günahları götürür" âyetinin sırrı ortaya çıksın Doğru yolda bulunanlara selâm olsun!"

Muhammed Bâkî-billah hazretleri buyurdular ki:

"Kalbinde mârifet-i ilâhî isteği olmayanla sohbet etme, arkadaşlırk yapma İlmini: mevkî, makam ve övünmek için vesîle eden âlimlerden, aslandan kaçar gibi kaçınız"

"Câhil tarîkatçılarla berâber bulunmaktan sakınınız"

"Mârifetin kısım ve mertebeleri çoktur İşin esâsı, dînimizin esâsı üzere olmaktır"

"Oruç tutmak, Allahü teâlânın sıfatıyla sıfatlanmaktır Zîrâ Allahü teâlâ yemekten ve içmekten münezzehtir"

"Bu yolun büyükleri son derece gayretli ve nâziktirler Onların yolu, hiç eksiksiz Resûlullah'ın yoludur"

"Rızâ sâhiblerine, belâlar musîbet değildir Onlar belâları beğenmemezlik etmezler Çünkü, belâları veren yine Allahü teâladır"

"Resûlullah'a tâbi olmak, Ehl-i sünnet vel-cemâat îtikâdında bulunmak ve bu büyüklerin nisbetini (bağlılık ve muhabbetlerini) kalbinde saklamak, dünyânın her nîmetinden iyidir"

"Sâdıklar ve hakîkate erenler sözbirliği ile diyoruz ki: "Sırât-ı müstakîm, yâni şaşmayan doğru yol, Ehl-i sünnet vel-cemâatin yoludur"

"Müslümanlık; yapmak, yaşamak, ahkâm-ı ilâhîyeyi yerine getirmek demektir"

"Sözün özü şudur ki: Gönül dostla olmalı, beden de işte bulunmalıdır"

"Sakın helâl ve haramdan her bulduğunu korkusuzca yiyenlerden olma!"

"Haram ve şüpheli bir lokma yememek için, çok gayret ve dikkat etmelidir"

"Ümîd ipinin ucunu hiçbir zaman elden bırakmamalıdır"

ANA DUÂSI

Yine ilk günlerine temasla şöyle anlatmıştır: "O günlerde muhterem annem; kararsızlığımın, kudretsizliğimin ve zayıflığımın çokluğunu görünce, kırık ve mahzûn bir kalb ile ihtiyâç ve acz içinde ağlayarak Allahü teâlâya yalvarıp, şöyle duâ etti: "Ey benim ve seni istemekte her şeyden vaz geçmiş ve gençliğin lezzet ve arzularından el çekmiş olan oğlumun Rabbî! Ya onu maksadına kavuştur veya beni daha yaşatma ki, oğlumun maksadına kavuşmamasına ve elemine dayanamıyorum"Annem çok defâ gece yarıları sahralara çıkar, Allahü teâlâya böyle münâcât ve duâ ederdi O duâ ve yalvarmaları sebebiyle,Allahü teâlâ benim kalb gözümü açtı Allahü teâlâ bizim tarafımızdan ona en iyi karşılıklar versin"

BEN DEĞİLİM

Horasanlı bir genç, bir müddet, Hâce Kutbüddîn-i Bahtiyârî Üveysî'nin feyz ve nûr saçan mezârına gider Bu mübârek zâtın rûhâniyetinden, hayatta olan bir mürşid-i kâmilin kendisine bildirilmesini ister Muhammed Bâkî-billah Delhi'ye geldiği gece, bu genç rüyâda, Nakşibendî büyüklerinden birinin geldiğini görür Emre uyarak, Muhammed Bâkî-billah'ın huzûruna gelip, rüyâda gördüklerini arz eder ve kabûl edilmesi için yalvarır Fakat cevâbında; "Bu miskîn kendimi bu işe lâyık göremiyorum, herhâlde başkası olsa gerek" buyurur Çok fazla tevâzu gösterdiği ve çeşit çeşit özürler dilediği için, genç tekrar kaldığı yere döner Ertesi gece rüyâda kendisine; "O büyük, huzûruna çıktığın ve sana inkisârını beyân eyleyen zâttır" buyururlar Sabahleyin tekrar huzûruna gelir, fakat bir daha geri çevrilmez İhtimâmla kabûl edilip, her ne gördüyse orada görür

SEN ÖYLE SANIRSIN

Muhammed Bâkî-billah'ın komşularından bir genç içki içer ve her çeşit kötülüğü yapardı Bunu duyar ve ıslâhı için bekleyip tahammül ederdi Bir gün HâceHüsâmeddîn'in haber vermesiyle, görevliler o genci yakaladılar ve hapse attılar Muhammed Bâkî-billah bunu duyunca, Hâce Hüsâmeddîn'i çağırıp darıldı Hâce Hüsâmeddîn: "Öyle fâsık, öyle kötü bir kimsedir ki, kötülükleri sayısız ve başkalarına zarar verir hâldedir" deyince, üzüntülü bir şekilde, derin bir âh çekip buyurdu ki: "Sen kendini sâlih, temiz ve hayırlı gördüğünden senin nazarında o, fâsık, kötü ve şerîr görünüyor Fakat biz ki, hiçbir şekilde kendimizi ondan farklı görmüyoruz Nasıl olur da onun zararına bir söz söyleriz?" Sonra o genci, araya girerek hapisten çıkardılar O genç, komşusu Muhammed Bâkî-billah hazretlerinin yakın alâkası ve şefkati karşısında son derece memnun olup, günahlarına tövbe etti Kötü işlerden vaz geçti ve sâlihlerden oldu

ANA DUÂSI

Muhammed Bâkî-billâh, kerâmet hazînesi,
Velîler zincirinin, yirmi sekizincisi,

İmâm-ı Rabbânî’yi, yetiştiren büyük zât,
Kırk yaşına gelince, eyledi Hakk’a vuslat

Çocuk yaşta başladı, din ilmini tahsîle,
Zâhirî ilimleri, öğrendi tamâmiyle

Tasavvufa girmeye, pek çoktu muhabbeti,
Herkesi şaşırtırdı, bu yoldaki gayreti

Feyz alacak bir velî, bir büyük arıyordu,
Her nerede işitse, o yere varıyordu

Öyle çok arardı ki, böyle kâmil bir zâtı,
Yetmezdi fazlasına, bir insanın tâkatı

Hattâ Lâhor şehrinin, killi olup toprağı,
Çok çamurlu olurdu, yollarıyla sokağı

Bu çamurlu yollarda, bir miktar yol yürümek,
Çok meşakkatli olup, insanı yorardı pek

Lâkin o, hiç aldırış, etmezdi zerre bile,
Bir gönül sâhibini, arıyordu şevk ile

Bir üstad bulmak için, çırpınıp duruyordu
Annesi bu hâline, hiç dayanamıyordu

Gece yarılarında çıkarak sahralara,
Oğluna duâ için, yalvarırdı Allaha:

“Yâ Rabbî, evlâdımın, murâdı neyse şâyet,
Sevdiğin kullarının, hürmetine ihsân et!

Ya kavuştur oğlumu, ne ise, murâdına,
Ya beni yaşatma ki, tâkatim yoktur buna

Böyle duâ ederdi, göz yaşları dökerek,
Dergâhta her hizmeti, o yapardı severek

Hem dahî birden fazla, hizmetçiler var iken,
O yapardı her işi, yaşlı hâline rağmen

Tâze pişen ekmeği, verip talebelere,
Kendisi kuru ekmek yer idi pek çok kere

Zevk ile yapıyordu, bilumum hizmetleri,
Bir hasır üzerinde, yatıyordu ekseri

Oğlu bunu görerek, çok acıdı hâline,
Yemek yapma işini, verdi başka birine

Ve lâkin vâlidesi, öğrendi bu haberi,
Çok üzülüp ağladı, fazlalaştı kederi

Dedi: “Ne kabahatim, oldu ki, bilmiyorum,
Bu kıymetli hizmetten, mahrum ediliyorum

Ömrümün sonlarında, şu mübârek dergâha,
Hem dahî fazîletli, oğlum Bâkî-billâh’a,

Hizmet etmekten gayri, yok idi bir sermâyem,
Bu idi bu dünyâda, yaşamaktan tek gâyem

Âhirette kurtuluş, ümîdim bu hizmeti,
Ne yazık ki, kaçırdım, elimden o da gitti

O, böyle söyleyerek, ağlardı kederinden,
Lâkin söyleyemezdi, oğluna, edebinden

Onun bu üzüntülü, hâlini öğrendiler,
Gelip Bâkî-billâh’a, bunu haber verdiler:

“Efendim olsun şundan, mâlûmatı âlîniz,
Hizmetten oldum diye, çok ağlıyor anneniz

Buyurdu ki: “Ben ona, merhamet ettiğimden,
Yemek hizmetlerini, almış idim kendinden,

Mâdemki üzülüyor, hizmetin gittiğine,
Eski hizmetlerini, verin yine kendine

Vâlidesi sevinip, şükreyledi Allah'a,
Ve teşekkür eyledi, oğlu Bâkî-billâh’a,

Ganîmet biliyordu, o yaşta bu hizmeti,
Kuvveti az olsa da, pek fazlaydı gayreti

İlâhî, bu anneyle, oğlunun hürmetine,
Dâhil et bizleri de, Cennet ve cemâline

HAKÎKÎ TEVEKKÜL

Muhammed Bâkî-billah hazretleri buyurdu ki: "Tevekkül, sebebe yapışmayıp, tembel oturmak değildir Çünkü böyle olmak, Allahü teâlâya karşı edepsizlik olur Müslümanın meşrû olan bir sebebe yapışması lâzımdır Sebebe yapıştıktan ve çalışmaya başladıktan sonra tevekkül edilir Yâni istenilen şey, bunun hâsıl olmasına sebeb olan şeyden beklenilmez Çünkü Allahü teâlâ sebebi, istenilen şeye kavuşmak için, bir kapı gibi yaratmıştır Bir şeyin hâsıl olmasına sebeb olan işi yapmayıp da, sebepsiz olarak gelmesini beklemek, kapıyı kapayıp pencereden atılmasını istemeye benzer ki, edebsizlik olur Allahü teâlâ ihtiyâçlarımıza kavuşmak için kapıyı yaratmış ve açık bırakmıştır Onu kapamamız doğru değildir Bizim vazifemiz kapıya gidip beklemektir Sonrasını O bilir Çok zaman kapıdan gönderir Dilediği zaman da pencereden atarak verir"

1) Mektûbât-ı İmâm-ıRabbânî
2) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49 Baskı) s1115
3) Mebde' ve Me'âd Risâlesi; s59
4) Mükâşefât-ı Gaybiyye; s241
5) Eshâb-ı Kirâm; (6 Baskı) s314
6) Zübdet-ül-Makâmât; s5
7) Umdet-ül-Makâmât; s84
8) Hadarât-ül-Kuds; s34
9) Hadâik-ül-Verdiyye; s178
10) İrgâm-ül-Merîd; s68
11) Behçet-üs-Seniyye; s77
12) Hadîkat-ül-Evliyâ; c1, s92
13) Külliyât-ı Bâkî-billah
14) İrfâniyyât-ı Bâkî; s7, 8, 9, 10
15) Hulâsât-ül-Eser; c4, s288
16) Rehber Ansiklopedisi; c12, s287
17) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c16, s66

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.